“ESİR Â'MA ÂLİM” ÖMER ABDURRAHMAN’IN EŞİNDEN MEKTUP
Ömer Abdurrahman… Bedeni gözleri görmeyen, fakat kalp gözü açık büyük mucahid âlim…
14/06/2009 - 12:36
Âlimliğinin sorumluluğunu hakkıyla üstlenmiş, ilmini gizlememiş, zalimlere meyletmemiş güzel insan… Kitapları ve konuşmalarıyla ümmeti zorbalara karşı dik durmaya teşvik etmiş, defalarca hapse atılmış, sayısız işkencelerden geçmiş ve fakat bunların hiçbirinin kendisini yıldıramadığı “koca bir dağ”… Vefakar hanımı Ummu Ammar’ın Dr. Ömer Abdurrahman’a yazdığı bu tarihi mektubu.
Esir Âlim Dr. Ömer Abdurrahman’a Cenâb-ı Hakk’tan yüksek sabırlar, hanımı ve çocuklarına da metanet dilerim.
Vefakar eş Ummu Ammar’dan, eşi esir lider Şeyh Ömer Abdurrahman’a mektup… -Allah kendisini esaretten kurtarsın-
Mühendis Ummu Ammar
Dr. Ömer Abdurrahman’ın eşi…
Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun. O, kendisine itaat edene ikramda bulunur, onu başarılı kılar, ona doğru yolu gösterir, rehberlik eder, seçkin bir şahsiyet yapar ve işlerini düzeltir. O yüce Allah, tevbe edip kendisine yönelen günahkarın tevbesini kabul eder…
Efendimiz ve sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed’e salat ve selam olsun. O peygamber ki, herkese yardımı dokunmuş, pek çok topluluk kendisine uymuş ve şanı pek yüce olmuştur. Allah bu peygambere, ailesine, ashabına, dost ve arkadaşlarına, temiz soyuna, ehl-i beytine ve kıyamet gününe kadar onun yoluna uyup sünnetine tabi olanlara salat ve selam etsin.
Şimdi…
Sana selam olsun sevgili eşim!...
Her yerde ve zamanda sana selam olsun!...
Zindanda… Hastanede… uzak ya da yakın ülkede…
Seninle Allah için, Allah uğruna ve Allah yolunda evlenen eşinden sana selam olsun!...
Eşinden ve hocasından uzun yıllardır mahrum olmasına rağmen… Sana karşı vefakar olan ve sabreden eşinden sana selam olsun!...
Sadakat ve vefakarlıkla sana selam olsun!...
En güzel vefakarlığım ile sana selam olsun!...
Ben önce Allah’a sonra sana verdiğim ahde, sevabını Allah’tan umarak sabırla ve sadakatle bağlı olmaya devam edeceğim. Senin namusunu koruyacak, çocuklarını en güzel şekilde eğitecek, fazilet ve üstünlüğünü anlatacak ve seni her zaman hayır ile anacağım. Hayatın sıkıntı ve zorluklarına karşı koyup sabredeceğim… Allah’a andolsun ki bu sıkıntı ve zorluklar ne de çoktur…
Seni, kalemimden önce kalbimin çizdiği, mürekkebimden önce duygularımın yazdığı selamla selamlıyorum…
Sana selam olsun… O selam sana Hacer anamızın, kendisini Mekke’nin kurak çölünde oğluyla birlikte yalnız bırakan büyük eşi Hz. İbrahim efendimize söylediği şu sözleri söylüyor:
“Böyle yapmanı Allah mı sana emrediyor?”.
Hz. İbrahim: “Evet” deyince,
Hacer de: “O halde O bizi asla yalnız bırakmaz!” demişti.
Evet, gerçekten Allah onları yalnız bırakmadı…
Açlık ve yoksulluğa rağmen… mahrumiyet ve yalnızlığa rağmen… Acı ve ambargoya rağmen… Hayatın devamını sağlayacak bütün şeylerin yokluğuna rağmen… Allah bizleri de yalnız ve sahipsiz bırakmadı…
Çocuklarının hepsi üniversitede okuyorlar… Ammar, el-Ezher üniversitesi Usulüddin Fakültesinde, kızların ise aynı üniversitenin Tıp fakültesinde okuyorlar…
Gerçekten Allah bizi yalnız ve sahipsiz bırakmadı… Çünkü hepimiz Allah için, Allah uğruna ve Allah yolunda yaşadık…
Sevgili eşim!
Gözün aydın olsun… Çünkü ben, senin Allah’a davet mirasını koruyor ve çocuklarını en güzel şekilde eğitme görevini Allah’ın yardımıyla yerine getirmeye gayret ediyorum… Tabi ki sen geride bize herhangi bir mal, mülk ve para bırakmadın… Ama bize en güzel bir yaşama tarzı bıraktın. Biz o tarz üzere yaşamaktayız… Sen bize İslam’ı bıraktın, bu nimet olarak yeter… Sen bize fazileti, emaneti, sadakat ve doğruluğu bıraktın; bütün bunlar yeryüzünün en değerli hazineleridir…
Sevgili eşim!
Yüce Allah bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:
“Mu'minler içinde Allah'a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehidliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (bu sözlerini) değiştirmemişlerdir.” Ahzab, 33/23.
Ben senin de bu erlerden olduğuna inanıyorum. İnşallah Allah katında da böylesindir… Çünkü sen her şeyini din için feda ettin… Bu uğurda eşini ve çocuklarını feda etmekten kaçınmadın… Vatanını ve sevdiklerini terk ettin… Sıkıntılı gurbet hayatında, yaşlı ve hasta olduğun halde uzun yıllar zindanda kaldın ve hala zindandasın… Sen zindana… hastalığa… âmâlığa… ve gurbete tahammül ediyor; Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için O’nun takdirine razı olup şaşırtıcı bir şekilde tüm bu sıkıntılara katlanıyor ve sabrediyorsun…
Senin bu tahammül ve sabrına, güçlü gençler bile dayanamaz. Sen bu halinle artık bütün Müslümanlar aleyhine bir delil oldun. Dinleri konusunda taviz veren ve kusurlu davranan Müslümanlar, bu halleri için artık ne mazeret gösterebilirler? Onlardan kiminin bedeni sağlam, serveti bol, hastalık veya yaşlılık gibi sıkıntıları yoktur. Böyle rahat durumda olmalarına rağmen cemaatle namaz kılmada veya İslam’a sözle ve mal ile yardım etmede tembellik gösteriyorlar…
Sevgili eşim!
Sen şu yüce sahabenin şu sözünü ne kadar çok tekrar ederdin…
Müslüman olarak öldürüldükten sonra artık hiçbir şeye aldırmam
Allah için ölümüm hangi yandan olursa olsun…
Çünkü bu, Allah içindir; Eğer O dilerse,
Parçalanmış bir uzvun geri kalanlarını da mübarek kılar.
Sen de bugün sanki şöyle diyorsun: “Ben, gerek zindanda gerek yatakta veya gerekse hastanede olsun, Müslüman olarak öldükten sonra hiçbir şeye aldırmam… Ben Müslüman olarak öldükten sonra vatanımda veya Allah’a ait başka bir bölgede, hatta bu Amerika bile olsa aldırmam… Müslüman olarak öldükten sonra etrafımda sevdiklerim, çocuklarım, akrabalarım ve öğrencilerim olmuş veya yalnız başıma tek kalmış, hiç kimseyi tanımadığım kimsenin de beni tanımadığı bir yerde gurbette ölmüşüm, aldırmam…”
Evet, sevgili eşim ve hocam! Allah’ın seni tanıması; adını, şeklini ve rengini bilmesi sana yeter… Şehidleri seçip ayıran O’dur…
Sevgili eşim!...
Sen Allah ile bir alışveriş yaptın, Allah’a andolsun ki bu alışveriş çok karlı oldu… Sen dünyayı vererek ondan uzaklaştın… Sen Mısır’ın dışından gurbetten döndüğünde zengin olarak döndün. Ama şimdi sen fakir, mahpus ve yalnızsın…
Oysa sen de bazı üniversite hocalarının yaptığı gibi devam eden eğitim faaliyetleri ile hayatını yaşayabilir, öğrencilere ders notlarını satarak gelir elde edebilirdin… Ama sen bunu yapmadın… Aileni Allah’a ve korumasına bıraktın… Eğer O olmasaydı, biz gerçekten bir trajedi yaşardık… Sen üniversitede hoca iken, kazanç sağlamak için bugün yapıldığı gibi yapmadın, kendi ders notlarını veya kitabını basmayı reddettin… Bunun yerine öğrencilerine: “Güvenilir ve tanınan herhangi bir tefsir kitabını okuyun, sonuçta hepsi aynıdır” dedin…
Bu alışverişin kazançlı oldu, sevgili eşim… Evet, alışveriş kazançlı oldu… Sen çok için azı… ebedi olan için geçici olanı… değerli için değersiz olanı… yanındakini Allah’ın yanındaki için terk ettin… dünya ve ahiretin genişliği için dünyayı terk ettin…
Sevgili eşim!
Sen hayatını muallim, mucahid ve zahid olarak yaşadın…
Biz seni hep cesur, sabırlı, oruçlu, gece namazlarına kalkan ve sevabını yalnız Allah’tan bekleyen biri olarak tanıdık. Sen ömrünün uzun bir bölümünü Feyyum’daki evinde gözaltında ve dışarı çıkma yasağıyla geçirdin… Herkes senin sevincinin, cemaatle namaz kılmak, salih Müslümanlarla buluşmak ve insanlara doğru yolu göstermek olduğunu biliyordu… Ama sen, yaşadıklarına tahammül edip sabrettin ve Allah’ın takdirine razı oldun… Ta ki şafak yeniden atana kadar… O zaman sen davetin ve sevdiklerinle buluşmak için bir kez daha dışarı çıktın…
Sevgili eşim!
Şuheda Camiinin kuşatıldığı günü hatırlıyorum. O gün sen yere düşmüş ve başına gelenler gelmişti… İnsanların hepsi sana bakıyorlardı, sen ise âmâ bir hocaydın. Kur'an okuyuşun onları ağlatıyordu… İşte o insanlar, yerden sürüklenen hocalarını ve liderlerini görüyor; ama bir şey yapamıyor ve onu savunamıyorlardı… Ona yapılan bu çirkinlikler karşısında sadece ağlıyorlardı… Lisan-ı halleri, onun yere düşen beyaz sarığı için şöyle diyordu:
Eğer beyaz olmasaydı, onunla alay etmezlerdi
Fakat dine saygı yok olup gitti.
Senin başından işte böyle şiddetli sıkıntı ve zorluklar geçmişti… Sanki hiçbir şey olmamış gibi bunlar da diğerleri gibi geçip gitti… Senin lisan-ı halin ise şöyle diyordu:
“Artık bana güzel bir sabır gerekiyor. Bu anlattıklarınıza karşılık yardımına sığınılacak olan ancak Allah’tır.” Yusuf, 12/18.
Sevgili eşim!
Çeyrek yüzyıl önce senin hapishaneye girdiğin günü hatırlıyorum. O zor zamanda hapishanelerde uygulanan bir kural vardı. Her gelen kişi, adı yerine kendisine bir kadın adı takmak zorundaydı. Ad aldıktan sonra o kişi şiddetli bir şekilde dövülürdü. Kişinin iradesini ve erkekliğini kırmak, hapishaneye girdiği andan itibaren onun burada zelil ve uysal bir şekilde, boynu eğik olarak yaşamasını sağlamak için böyle yapıyorlardı. Kendisine bir kadın adı takmayan kimseye türlü türlü işkenceler yapılıyordu… Sen de işte o gün cesaret ve kararlılıkla bu kurala uymayı reddettin… Bu yüzden birçok işkence gördün… O ağır işkencelere tahammül ettin… Her defasında “Benim adım Ömer Abdurrahman’dır” demeye devam ettin… Allah seni korusun ve bu yaptığın fedakarlığı kabul etsin ey hocam ve eşim…
Yüce Allah şöyle buyuruyor: “O sabredenler, kendilerine bir bela geldiği zaman: “Biz Allah'ın kullarıyız ve biz O'na döneceğiz” derler. İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır. Ve doğru yolu bulanlar da onlardır.” Bakara, 2/156-157.
Sevgili eşim!
Sen vaazlarında, hutbelerinde, derslerinde ve konferanslarında nice defalar bize İbn Teymiyye’nin şu sözünü hatırlatıyordun:
“Düşmanlarım bana ne yapabilirler ki? Benim cennetim ve bahçem göğsümdedir. Nereye gidersem o da benimle birliktedir. Eğer beni zindana koyarlarsa, zindanım bana halvet yeri olur… Beni öldürürlerse, öldürülmem şehadet olur… Beni sürgün ederlerse, sürgünüm seyahat olur…”
Sevgili eşim!
Şimdi sanki seni dinliyorum… Senin güzel sesin sanki bütün varlığımı sarsıyor… Sanki sen bize, peygamberleri ve kavimlerinin onlara yaptıkları eziyetlere karşı nasıl sabrettiklerini anlatıyorsun. Bu eziyetlere karşı söyledikleri şu kelimeleri söylüyorsun:
“Bize yollarımızı gösterdiği halde ne diye biz, meyelim? Sizin bize verdiğiniz eziyete elbette katlanacağız. O halde Allah'a dayanıp güvenenler yalnız Allah'a dayanıp güvensinler.” İbrahim, 14/12.
Eziyetlere karşı sabretmek ve Allah’tan hoşnut olmak, sıddıkların azığı ve salihlerin şiarıdır. Dinde rehberliği ve müminlerin önderliğini üslenecek olanlar ancak bunlardır. “Sabrettikleri ve ayetlerimize kesinlikle inandıkları zaman, onların içinden, buyruğumuzla doğru yola ileten önderler tayin etmiştik.” Secde, 32/24.
Sen dindeki bu önderlik ve rehberliğe öylesine hiçbir bedel ödemeden ulaşmadın… Sen bu uğurda kat be kat bedeller ödedin… Özgürlüğünden bedel ödedin…
Ailenden ve çocuklarından uzak kalarak gurbetle bedel ödedin… Sen onbeş yıldan beridir ailen ve çocuklarınla hiç mutlu olmadın… Onlarla ilgili bir şey bilmiyorsun… Sen sağlığınla da bedel ödedin… Ve son olarak:
İşte şişlikler, sağlığının geri kalanını almak için sana saldırıyor… Sen Rabbine karşı hiçbir cimrilikte bulunmadın… Her şeyi verdin… Hiçbir minnette bulunmadan ve başa kalkmadan… Gürültü yapmadan ve ilan etmeden… Sessizce… Dünyevi herhangi bir karşılık beklemeden… Kendini önemli bir sorun yapıp, insanlardan kendi uğruna savaşmalarını ya da üzerinden ticaret yapmalarını istemeden… Rabbine sonsuz şekilde güvenen biri gibi, karşılığını yalnız ve yalnız yüce Rabbinden dileyerek verdin… Sevabını bu dünyada değil, ahirette sadece Allah katında bekleyerek verdin…
Sevgili eşim! Günümüzde savcılığın dört ay hapsettiği bir kimse için kıyametin nasıl koptuğunu, dünyanın nasıl ayağa kalkıp oturmadığını düşün… Bu kimse, içerde yaşadığı sıkıntıları bir kitapla nasıl da anlatıyor. Oysa onun yaşadığı sıkıntılar, senin gibilerin yaşadığı sıkıntılara göre bir nimettir.
Sevgili eşim!
Yardım edip destek verenler azaldı… Ama sen üzülme… Sık sık tekrarladığın yüce Allah’ın şu ayeti ile yaşamaya devam et: “Allah, kuluna yetmez mi?” Zumer, 39/36.
Zindanda Allah sana yetsin… Bu sıkıntıda Allah seni koruyup gözetsin… Gurbetinde Allah seni himaye etsin… Hastalığında Allah sana şifa versin… Yalnızlığında Allah sana dost olsun… Yaşadığın bu maddi karanlıklarda Allah sana merhamet etsin… Sana basiret nuru ve sabır ışığı ile merhamet etsin… Zira “Sabır, nurdur.” Hadis. Allah Kur'an nuru ile, iman nuru ile ve yakîn nuru ile sana merhamet etsin…
Sevgili eşim!
Lâ havle ve la kuvvete illâ billâh (Allah’tan başka güç ve kuvvet sahibi yoktur) sözünü çokça söyle… İbn Teymiyye’nin naklettiği bir rivayette şöyle denilmiştir: “Meleklere arşı taşıma emri verilince, melekler:
“Ey Rabbimiz! Biz, senin azamet ve yüceliğinin üzerinde bulunduğu arşı nasıl taşıyabiliriz?” dediler.
Bunun üzerine Allah: “Lâ havle ve la kuvvete illâ billâh (Allah’tan başka güç ve kuvvet sahibi yoktur) deyiniz” buyurdu.
Melekler bu sözü söyleyince, arşı taşıdılar.
Senin yaşadığın sıkıntı ve zorluklar gerçekten ağırdır… Bela ve musibetler her geçen gün öncekine göre çoğalmaktadır… Sevgili eşim, sen de artık yetmiş yaşına yaklaştın. Eskiden beri şeker ve tansiyon hastasıydın… Şimdi de şu karaciğer (veya pankreas) hastalığı geldi…
Senin zayıf bedenin tüm bu hastalıkları kaldıramaz… Yaşadığın sıkıntı ve zorluklar artık zirveye çıktı… Umarım kurtuluşun yakın olur… “Ey kriz! Şiddetlen, kurtuluş yakındır” sözü, her zaman doğruluğuna inandığımız büyük bir sözdür. Bu sözün doğruluğuna bugünlerde daha çok inanıyor, daha çok hissedip yaşıyoruz… Biz şafak vaktinin artık yaklaştığına, belalı gecelerin de gitmek üzere olduğuna inanıyoruz… Seni ölmeden önce bir kez daha görmek istiyoruz… Biz seninle, sen de bizimle mutlu olmak istiyoruz... Etrafına dolanıp seni sarmak istiyoruz… Aileni ve çocuklarını bağrına basmanı istiyoruz… Bıraktığın emanetin kaybolmadığını görmekle sevinmeni istiyoruz… Çocukların din, ahlak ve edep bakımından en güzel şekilde yetiştiler, en güzel hal üzere bulunuyorlar…
Allah sana şifa versin ey sevgili eşim!
Allah sana şifa versin ey esir üstadım!
Allah sana şifa versin ey hasta mücahid eşim!
Allah sana şifa versin ey alim ve zahid eşim!
Büyük arşın Rabbi Yüce Allah’tan sana şifa vermesini diliyorum…
Bu duamı yedi defa söylüyorum…
Belki denizleri ve okyanusları… gökleri ve yağmurları… dağları ve ovaları aşıp sana ulaşır…
Allah duaları işitendir, halimizi bilendir…
Yüce Allah’tan benim gibi sıkıntılı ve darda olanların dualarını kabul etmesini dilerim…
Sevgili eşim!
Bu duygulu anlarda şair kardeşimiz Muhammed Hasan’ın şu dizeleri aklıma geliyor. Sana seslenerek diyor ki:
Üstadım! Sabret, sabredenlere ne mutlu!
Allah ebediyet yurdunda sana karşılığını verecektir ey Ömer!
Allah’a andolsun ki sen, asla alçaklığa razı olmadın
Bir gün bile zalimlere ve tağutlara boyun eğmedin.
İnsanlar susunca, sen hakkı söyledin
Böylece sen hep yükselirken, başkaları alçalıyordu.
Ben utanan ve korkaklıkla özür dileyen biriyken,
Sen, hapishanede ve zincirlerin özür dilediği birisin.
Sen, Allah’ın alçalttığı bir ülkede zindandasın
O ülke ki, en kötüler bile o azgın yerden kaçar gider.
Orada demokrasi ve adalet var dediler
Orada zulüm, intikam ve işkence olmaz dediler.
Tüm bunlar, gerçeğini dışa vuran boş isimler,
Ve boyunlarına inci takılan domuzlar gibidir.
İçi boş ve yalan özgürlüğe yazıklar olsun
O ki yurdunda aslanlar ve eşekler birbirine eşittir.
Küfür, ne kadar güzel elbiseler giyip süslense bile
Bir süre sonra mutlaka ayıpları ortaya çıkar.
Sen, parlak bir kalple gören birisin
Onlarsa, gözleri görse bile kalpleri kördür.
Sen bir neslin okuluydun, hala da öylesin; orada
Geceleri bile uyumadan dine yardım eden erler yetişir.
Dostları göreceğimiz gün bir gelse! O gün,
Sıraya dizilip kendileriyle alay edenlerin üzerine pislediklerini görsek…
Sevgili eşim!
Sana Şehid Seyyid Kutub’un –Allah kendisine rahmet etsin- şu güzel sözünü hatırlatmak isterim:
“Sözlerimiz, hareketsiz ve cansız birer ceset gibidirler. Eğer onların uğruna ölürsek, işte o zaman dipdiri ayağa kalkar ve canlılar arasında yaşarlar.”
Sevgili eşim!
Mektubumun sonunda diyorum ki:
Selamlarım, özlemlerim ve dualarım hep sanadır…
Bugün sana geçmişten daha çok ihtiyaç duyan çocuklarının özlemi de sanadır…
Onlar senin varlığına, babalığına, merhamet ve şefkatine muhtaçlar…
Senin ilmine ve ahlakına muhtaçlar…
Sen de bugün, geçmişten daha fazla onların yardımına, sevgilerine, merhamet ve takdirlerine muhtaçsın… Onlar senin kendileri için yaptığın fedakarlık ve gayretleri takdir etmek isterler…
Sevgili eşim! Allah sana yeter, O daima seninle olsun…
Bizim de O’ndan başka kimsemiz yok. O’ndan başka güç ve kuvvet sahibi kimse de yok…
Son olarak; sana veda etmiyorum, görüşmek üzere diyorum…
Vefakar eşin, Mühendis Fatin Şuayb, Ummu Ammar
Ömer Abdurrahman… Bedeni gözleri görmeyen, fakat kalp gözü açık büyük mucahid âlim…
14/06/2009 - 12:36
Âlimliğinin sorumluluğunu hakkıyla üstlenmiş, ilmini gizlememiş, zalimlere meyletmemiş güzel insan… Kitapları ve konuşmalarıyla ümmeti zorbalara karşı dik durmaya teşvik etmiş, defalarca hapse atılmış, sayısız işkencelerden geçmiş ve fakat bunların hiçbirinin kendisini yıldıramadığı “koca bir dağ”… Vefakar hanımı Ummu Ammar’ın Dr. Ömer Abdurrahman’a yazdığı bu tarihi mektubu.
Esir Âlim Dr. Ömer Abdurrahman’a Cenâb-ı Hakk’tan yüksek sabırlar, hanımı ve çocuklarına da metanet dilerim.
Vefakar eş Ummu Ammar’dan, eşi esir lider Şeyh Ömer Abdurrahman’a mektup… -Allah kendisini esaretten kurtarsın-
Mühendis Ummu Ammar
Dr. Ömer Abdurrahman’ın eşi…
Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun. O, kendisine itaat edene ikramda bulunur, onu başarılı kılar, ona doğru yolu gösterir, rehberlik eder, seçkin bir şahsiyet yapar ve işlerini düzeltir. O yüce Allah, tevbe edip kendisine yönelen günahkarın tevbesini kabul eder…
Efendimiz ve sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed’e salat ve selam olsun. O peygamber ki, herkese yardımı dokunmuş, pek çok topluluk kendisine uymuş ve şanı pek yüce olmuştur. Allah bu peygambere, ailesine, ashabına, dost ve arkadaşlarına, temiz soyuna, ehl-i beytine ve kıyamet gününe kadar onun yoluna uyup sünnetine tabi olanlara salat ve selam etsin.
Şimdi…
Sana selam olsun sevgili eşim!...
Her yerde ve zamanda sana selam olsun!...
Zindanda… Hastanede… uzak ya da yakın ülkede…
Seninle Allah için, Allah uğruna ve Allah yolunda evlenen eşinden sana selam olsun!...
Eşinden ve hocasından uzun yıllardır mahrum olmasına rağmen… Sana karşı vefakar olan ve sabreden eşinden sana selam olsun!...
Sadakat ve vefakarlıkla sana selam olsun!...
En güzel vefakarlığım ile sana selam olsun!...
Ben önce Allah’a sonra sana verdiğim ahde, sevabını Allah’tan umarak sabırla ve sadakatle bağlı olmaya devam edeceğim. Senin namusunu koruyacak, çocuklarını en güzel şekilde eğitecek, fazilet ve üstünlüğünü anlatacak ve seni her zaman hayır ile anacağım. Hayatın sıkıntı ve zorluklarına karşı koyup sabredeceğim… Allah’a andolsun ki bu sıkıntı ve zorluklar ne de çoktur…
Seni, kalemimden önce kalbimin çizdiği, mürekkebimden önce duygularımın yazdığı selamla selamlıyorum…
Sana selam olsun… O selam sana Hacer anamızın, kendisini Mekke’nin kurak çölünde oğluyla birlikte yalnız bırakan büyük eşi Hz. İbrahim efendimize söylediği şu sözleri söylüyor:
“Böyle yapmanı Allah mı sana emrediyor?”.
Hz. İbrahim: “Evet” deyince,
Hacer de: “O halde O bizi asla yalnız bırakmaz!” demişti.
Evet, gerçekten Allah onları yalnız bırakmadı…
Açlık ve yoksulluğa rağmen… mahrumiyet ve yalnızlığa rağmen… Acı ve ambargoya rağmen… Hayatın devamını sağlayacak bütün şeylerin yokluğuna rağmen… Allah bizleri de yalnız ve sahipsiz bırakmadı…
Çocuklarının hepsi üniversitede okuyorlar… Ammar, el-Ezher üniversitesi Usulüddin Fakültesinde, kızların ise aynı üniversitenin Tıp fakültesinde okuyorlar…
Gerçekten Allah bizi yalnız ve sahipsiz bırakmadı… Çünkü hepimiz Allah için, Allah uğruna ve Allah yolunda yaşadık…
Sevgili eşim!
Gözün aydın olsun… Çünkü ben, senin Allah’a davet mirasını koruyor ve çocuklarını en güzel şekilde eğitme görevini Allah’ın yardımıyla yerine getirmeye gayret ediyorum… Tabi ki sen geride bize herhangi bir mal, mülk ve para bırakmadın… Ama bize en güzel bir yaşama tarzı bıraktın. Biz o tarz üzere yaşamaktayız… Sen bize İslam’ı bıraktın, bu nimet olarak yeter… Sen bize fazileti, emaneti, sadakat ve doğruluğu bıraktın; bütün bunlar yeryüzünün en değerli hazineleridir…
Sevgili eşim!
Yüce Allah bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:
“Mu'minler içinde Allah'a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehidliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (bu sözlerini) değiştirmemişlerdir.” Ahzab, 33/23.
Ben senin de bu erlerden olduğuna inanıyorum. İnşallah Allah katında da böylesindir… Çünkü sen her şeyini din için feda ettin… Bu uğurda eşini ve çocuklarını feda etmekten kaçınmadın… Vatanını ve sevdiklerini terk ettin… Sıkıntılı gurbet hayatında, yaşlı ve hasta olduğun halde uzun yıllar zindanda kaldın ve hala zindandasın… Sen zindana… hastalığa… âmâlığa… ve gurbete tahammül ediyor; Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için O’nun takdirine razı olup şaşırtıcı bir şekilde tüm bu sıkıntılara katlanıyor ve sabrediyorsun…
Senin bu tahammül ve sabrına, güçlü gençler bile dayanamaz. Sen bu halinle artık bütün Müslümanlar aleyhine bir delil oldun. Dinleri konusunda taviz veren ve kusurlu davranan Müslümanlar, bu halleri için artık ne mazeret gösterebilirler? Onlardan kiminin bedeni sağlam, serveti bol, hastalık veya yaşlılık gibi sıkıntıları yoktur. Böyle rahat durumda olmalarına rağmen cemaatle namaz kılmada veya İslam’a sözle ve mal ile yardım etmede tembellik gösteriyorlar…
Sevgili eşim!
Sen şu yüce sahabenin şu sözünü ne kadar çok tekrar ederdin…
Müslüman olarak öldürüldükten sonra artık hiçbir şeye aldırmam
Allah için ölümüm hangi yandan olursa olsun…
Çünkü bu, Allah içindir; Eğer O dilerse,
Parçalanmış bir uzvun geri kalanlarını da mübarek kılar.
Sen de bugün sanki şöyle diyorsun: “Ben, gerek zindanda gerek yatakta veya gerekse hastanede olsun, Müslüman olarak öldükten sonra hiçbir şeye aldırmam… Ben Müslüman olarak öldükten sonra vatanımda veya Allah’a ait başka bir bölgede, hatta bu Amerika bile olsa aldırmam… Müslüman olarak öldükten sonra etrafımda sevdiklerim, çocuklarım, akrabalarım ve öğrencilerim olmuş veya yalnız başıma tek kalmış, hiç kimseyi tanımadığım kimsenin de beni tanımadığı bir yerde gurbette ölmüşüm, aldırmam…”
Evet, sevgili eşim ve hocam! Allah’ın seni tanıması; adını, şeklini ve rengini bilmesi sana yeter… Şehidleri seçip ayıran O’dur…
Sevgili eşim!...
Sen Allah ile bir alışveriş yaptın, Allah’a andolsun ki bu alışveriş çok karlı oldu… Sen dünyayı vererek ondan uzaklaştın… Sen Mısır’ın dışından gurbetten döndüğünde zengin olarak döndün. Ama şimdi sen fakir, mahpus ve yalnızsın…
Oysa sen de bazı üniversite hocalarının yaptığı gibi devam eden eğitim faaliyetleri ile hayatını yaşayabilir, öğrencilere ders notlarını satarak gelir elde edebilirdin… Ama sen bunu yapmadın… Aileni Allah’a ve korumasına bıraktın… Eğer O olmasaydı, biz gerçekten bir trajedi yaşardık… Sen üniversitede hoca iken, kazanç sağlamak için bugün yapıldığı gibi yapmadın, kendi ders notlarını veya kitabını basmayı reddettin… Bunun yerine öğrencilerine: “Güvenilir ve tanınan herhangi bir tefsir kitabını okuyun, sonuçta hepsi aynıdır” dedin…
Bu alışverişin kazançlı oldu, sevgili eşim… Evet, alışveriş kazançlı oldu… Sen çok için azı… ebedi olan için geçici olanı… değerli için değersiz olanı… yanındakini Allah’ın yanındaki için terk ettin… dünya ve ahiretin genişliği için dünyayı terk ettin…
Sevgili eşim!
Sen hayatını muallim, mucahid ve zahid olarak yaşadın…
Biz seni hep cesur, sabırlı, oruçlu, gece namazlarına kalkan ve sevabını yalnız Allah’tan bekleyen biri olarak tanıdık. Sen ömrünün uzun bir bölümünü Feyyum’daki evinde gözaltında ve dışarı çıkma yasağıyla geçirdin… Herkes senin sevincinin, cemaatle namaz kılmak, salih Müslümanlarla buluşmak ve insanlara doğru yolu göstermek olduğunu biliyordu… Ama sen, yaşadıklarına tahammül edip sabrettin ve Allah’ın takdirine razı oldun… Ta ki şafak yeniden atana kadar… O zaman sen davetin ve sevdiklerinle buluşmak için bir kez daha dışarı çıktın…
Sevgili eşim!
Şuheda Camiinin kuşatıldığı günü hatırlıyorum. O gün sen yere düşmüş ve başına gelenler gelmişti… İnsanların hepsi sana bakıyorlardı, sen ise âmâ bir hocaydın. Kur'an okuyuşun onları ağlatıyordu… İşte o insanlar, yerden sürüklenen hocalarını ve liderlerini görüyor; ama bir şey yapamıyor ve onu savunamıyorlardı… Ona yapılan bu çirkinlikler karşısında sadece ağlıyorlardı… Lisan-ı halleri, onun yere düşen beyaz sarığı için şöyle diyordu:
Eğer beyaz olmasaydı, onunla alay etmezlerdi
Fakat dine saygı yok olup gitti.
Senin başından işte böyle şiddetli sıkıntı ve zorluklar geçmişti… Sanki hiçbir şey olmamış gibi bunlar da diğerleri gibi geçip gitti… Senin lisan-ı halin ise şöyle diyordu:
“Artık bana güzel bir sabır gerekiyor. Bu anlattıklarınıza karşılık yardımına sığınılacak olan ancak Allah’tır.” Yusuf, 12/18.
Sevgili eşim!
Çeyrek yüzyıl önce senin hapishaneye girdiğin günü hatırlıyorum. O zor zamanda hapishanelerde uygulanan bir kural vardı. Her gelen kişi, adı yerine kendisine bir kadın adı takmak zorundaydı. Ad aldıktan sonra o kişi şiddetli bir şekilde dövülürdü. Kişinin iradesini ve erkekliğini kırmak, hapishaneye girdiği andan itibaren onun burada zelil ve uysal bir şekilde, boynu eğik olarak yaşamasını sağlamak için böyle yapıyorlardı. Kendisine bir kadın adı takmayan kimseye türlü türlü işkenceler yapılıyordu… Sen de işte o gün cesaret ve kararlılıkla bu kurala uymayı reddettin… Bu yüzden birçok işkence gördün… O ağır işkencelere tahammül ettin… Her defasında “Benim adım Ömer Abdurrahman’dır” demeye devam ettin… Allah seni korusun ve bu yaptığın fedakarlığı kabul etsin ey hocam ve eşim…
Yüce Allah şöyle buyuruyor: “O sabredenler, kendilerine bir bela geldiği zaman: “Biz Allah'ın kullarıyız ve biz O'na döneceğiz” derler. İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır. Ve doğru yolu bulanlar da onlardır.” Bakara, 2/156-157.
Sevgili eşim!
Sen vaazlarında, hutbelerinde, derslerinde ve konferanslarında nice defalar bize İbn Teymiyye’nin şu sözünü hatırlatıyordun:
“Düşmanlarım bana ne yapabilirler ki? Benim cennetim ve bahçem göğsümdedir. Nereye gidersem o da benimle birliktedir. Eğer beni zindana koyarlarsa, zindanım bana halvet yeri olur… Beni öldürürlerse, öldürülmem şehadet olur… Beni sürgün ederlerse, sürgünüm seyahat olur…”
Sevgili eşim!
Şimdi sanki seni dinliyorum… Senin güzel sesin sanki bütün varlığımı sarsıyor… Sanki sen bize, peygamberleri ve kavimlerinin onlara yaptıkları eziyetlere karşı nasıl sabrettiklerini anlatıyorsun. Bu eziyetlere karşı söyledikleri şu kelimeleri söylüyorsun:
“Bize yollarımızı gösterdiği halde ne diye biz, meyelim? Sizin bize verdiğiniz eziyete elbette katlanacağız. O halde Allah'a dayanıp güvenenler yalnız Allah'a dayanıp güvensinler.” İbrahim, 14/12.
Eziyetlere karşı sabretmek ve Allah’tan hoşnut olmak, sıddıkların azığı ve salihlerin şiarıdır. Dinde rehberliği ve müminlerin önderliğini üslenecek olanlar ancak bunlardır. “Sabrettikleri ve ayetlerimize kesinlikle inandıkları zaman, onların içinden, buyruğumuzla doğru yola ileten önderler tayin etmiştik.” Secde, 32/24.
Sen dindeki bu önderlik ve rehberliğe öylesine hiçbir bedel ödemeden ulaşmadın… Sen bu uğurda kat be kat bedeller ödedin… Özgürlüğünden bedel ödedin…
Ailenden ve çocuklarından uzak kalarak gurbetle bedel ödedin… Sen onbeş yıldan beridir ailen ve çocuklarınla hiç mutlu olmadın… Onlarla ilgili bir şey bilmiyorsun… Sen sağlığınla da bedel ödedin… Ve son olarak:
İşte şişlikler, sağlığının geri kalanını almak için sana saldırıyor… Sen Rabbine karşı hiçbir cimrilikte bulunmadın… Her şeyi verdin… Hiçbir minnette bulunmadan ve başa kalkmadan… Gürültü yapmadan ve ilan etmeden… Sessizce… Dünyevi herhangi bir karşılık beklemeden… Kendini önemli bir sorun yapıp, insanlardan kendi uğruna savaşmalarını ya da üzerinden ticaret yapmalarını istemeden… Rabbine sonsuz şekilde güvenen biri gibi, karşılığını yalnız ve yalnız yüce Rabbinden dileyerek verdin… Sevabını bu dünyada değil, ahirette sadece Allah katında bekleyerek verdin…
Sevgili eşim! Günümüzde savcılığın dört ay hapsettiği bir kimse için kıyametin nasıl koptuğunu, dünyanın nasıl ayağa kalkıp oturmadığını düşün… Bu kimse, içerde yaşadığı sıkıntıları bir kitapla nasıl da anlatıyor. Oysa onun yaşadığı sıkıntılar, senin gibilerin yaşadığı sıkıntılara göre bir nimettir.
Sevgili eşim!
Yardım edip destek verenler azaldı… Ama sen üzülme… Sık sık tekrarladığın yüce Allah’ın şu ayeti ile yaşamaya devam et: “Allah, kuluna yetmez mi?” Zumer, 39/36.
Zindanda Allah sana yetsin… Bu sıkıntıda Allah seni koruyup gözetsin… Gurbetinde Allah seni himaye etsin… Hastalığında Allah sana şifa versin… Yalnızlığında Allah sana dost olsun… Yaşadığın bu maddi karanlıklarda Allah sana merhamet etsin… Sana basiret nuru ve sabır ışığı ile merhamet etsin… Zira “Sabır, nurdur.” Hadis. Allah Kur'an nuru ile, iman nuru ile ve yakîn nuru ile sana merhamet etsin…
Sevgili eşim!
Lâ havle ve la kuvvete illâ billâh (Allah’tan başka güç ve kuvvet sahibi yoktur) sözünü çokça söyle… İbn Teymiyye’nin naklettiği bir rivayette şöyle denilmiştir: “Meleklere arşı taşıma emri verilince, melekler:
“Ey Rabbimiz! Biz, senin azamet ve yüceliğinin üzerinde bulunduğu arşı nasıl taşıyabiliriz?” dediler.
Bunun üzerine Allah: “Lâ havle ve la kuvvete illâ billâh (Allah’tan başka güç ve kuvvet sahibi yoktur) deyiniz” buyurdu.
Melekler bu sözü söyleyince, arşı taşıdılar.
Senin yaşadığın sıkıntı ve zorluklar gerçekten ağırdır… Bela ve musibetler her geçen gün öncekine göre çoğalmaktadır… Sevgili eşim, sen de artık yetmiş yaşına yaklaştın. Eskiden beri şeker ve tansiyon hastasıydın… Şimdi de şu karaciğer (veya pankreas) hastalığı geldi…
Senin zayıf bedenin tüm bu hastalıkları kaldıramaz… Yaşadığın sıkıntı ve zorluklar artık zirveye çıktı… Umarım kurtuluşun yakın olur… “Ey kriz! Şiddetlen, kurtuluş yakındır” sözü, her zaman doğruluğuna inandığımız büyük bir sözdür. Bu sözün doğruluğuna bugünlerde daha çok inanıyor, daha çok hissedip yaşıyoruz… Biz şafak vaktinin artık yaklaştığına, belalı gecelerin de gitmek üzere olduğuna inanıyoruz… Seni ölmeden önce bir kez daha görmek istiyoruz… Biz seninle, sen de bizimle mutlu olmak istiyoruz... Etrafına dolanıp seni sarmak istiyoruz… Aileni ve çocuklarını bağrına basmanı istiyoruz… Bıraktığın emanetin kaybolmadığını görmekle sevinmeni istiyoruz… Çocukların din, ahlak ve edep bakımından en güzel şekilde yetiştiler, en güzel hal üzere bulunuyorlar…
Allah sana şifa versin ey sevgili eşim!
Allah sana şifa versin ey esir üstadım!
Allah sana şifa versin ey hasta mücahid eşim!
Allah sana şifa versin ey alim ve zahid eşim!
Büyük arşın Rabbi Yüce Allah’tan sana şifa vermesini diliyorum…
Bu duamı yedi defa söylüyorum…
Belki denizleri ve okyanusları… gökleri ve yağmurları… dağları ve ovaları aşıp sana ulaşır…
Allah duaları işitendir, halimizi bilendir…
Yüce Allah’tan benim gibi sıkıntılı ve darda olanların dualarını kabul etmesini dilerim…
Sevgili eşim!
Bu duygulu anlarda şair kardeşimiz Muhammed Hasan’ın şu dizeleri aklıma geliyor. Sana seslenerek diyor ki:
Üstadım! Sabret, sabredenlere ne mutlu!
Allah ebediyet yurdunda sana karşılığını verecektir ey Ömer!
Allah’a andolsun ki sen, asla alçaklığa razı olmadın
Bir gün bile zalimlere ve tağutlara boyun eğmedin.
İnsanlar susunca, sen hakkı söyledin
Böylece sen hep yükselirken, başkaları alçalıyordu.
Ben utanan ve korkaklıkla özür dileyen biriyken,
Sen, hapishanede ve zincirlerin özür dilediği birisin.
Sen, Allah’ın alçalttığı bir ülkede zindandasın
O ülke ki, en kötüler bile o azgın yerden kaçar gider.
Orada demokrasi ve adalet var dediler
Orada zulüm, intikam ve işkence olmaz dediler.
Tüm bunlar, gerçeğini dışa vuran boş isimler,
Ve boyunlarına inci takılan domuzlar gibidir.
İçi boş ve yalan özgürlüğe yazıklar olsun
O ki yurdunda aslanlar ve eşekler birbirine eşittir.
Küfür, ne kadar güzel elbiseler giyip süslense bile
Bir süre sonra mutlaka ayıpları ortaya çıkar.
Sen, parlak bir kalple gören birisin
Onlarsa, gözleri görse bile kalpleri kördür.
Sen bir neslin okuluydun, hala da öylesin; orada
Geceleri bile uyumadan dine yardım eden erler yetişir.
Dostları göreceğimiz gün bir gelse! O gün,
Sıraya dizilip kendileriyle alay edenlerin üzerine pislediklerini görsek…
Sevgili eşim!
Sana Şehid Seyyid Kutub’un –Allah kendisine rahmet etsin- şu güzel sözünü hatırlatmak isterim:
“Sözlerimiz, hareketsiz ve cansız birer ceset gibidirler. Eğer onların uğruna ölürsek, işte o zaman dipdiri ayağa kalkar ve canlılar arasında yaşarlar.”
Sevgili eşim!
Mektubumun sonunda diyorum ki:
Selamlarım, özlemlerim ve dualarım hep sanadır…
Bugün sana geçmişten daha çok ihtiyaç duyan çocuklarının özlemi de sanadır…
Onlar senin varlığına, babalığına, merhamet ve şefkatine muhtaçlar…
Senin ilmine ve ahlakına muhtaçlar…
Sen de bugün, geçmişten daha fazla onların yardımına, sevgilerine, merhamet ve takdirlerine muhtaçsın… Onlar senin kendileri için yaptığın fedakarlık ve gayretleri takdir etmek isterler…
Sevgili eşim! Allah sana yeter, O daima seninle olsun…
Bizim de O’ndan başka kimsemiz yok. O’ndan başka güç ve kuvvet sahibi kimse de yok…
Son olarak; sana veda etmiyorum, görüşmek üzere diyorum…
Vefakar eşin, Mühendis Fatin Şuayb, Ummu Ammar