Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Soru Evliyalar Gaybı Bilir mi?

G Çevrimdışı

Gulamcan

Üye
İslam-TR Üyesi
Asagidaki linkten verilen cok ilginc bir cevap var. Cin suresinin 27-ci ayetini ya anlamamis soruyu yanitlayan sahis veya anlamak istememis.

Bu site kimlere ait acaba? nurculara mi?

"Sorularla İslamiyet | Evliyalar gaybı bilebilir mi?"
 
KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
sorularla ifsat sitesine yollanan bir soruya verilen cevap;
Soru
Evliyalarımız gaybdan haber vermişler mi. Eğer vermişlerse gaybdan haber vermenin Ayet yada Hadisde geçen bir senedi var mı?

Cevabımız

Değerli Kardeşimiz;

Gayb, bilinmeyen demektir. Allah’tan başka kimse bilmez mealindeki ayet bu hakikati ihtar etmektedir.

Cin suresi 26. ayette Gaybı ancak Allah’ın bileceği ifade edilir. Ancak devamındaki ayette ise, razı olduğu kullarına gelecek ve geçmişten bilgiler vereceği haber verilir. Demek ki, Allah bildirirse Allahın sevgili kulları yani evliyalar da bilebilir.

Öyleyse "Gaybı ancak Allah bilir" sözünü Allah bildirmezse kimse gaybı bilemez diye anlamak gerekir. Nitekim peygamberimiz kendinden sonra olacak ve önceden olmuş bazı olayları Allah’ın izniyle haber vermiştir.

Evet Allah kendi iradesi gereği bir sevgili kuluna ( Peygamber veya evliyaya ) gaybı bildirebilir. Bu zat-ı muhteremler de kablel- vuku bir hadiseyi haber verebilir. Yani bir hadise daha vuku bulmadan önce Allah başkalarına da bildire bilir. Bu durum Allah’ın hür iradesinin de delilidir. Şayet Allah’tan başka kimse bilmez, deyip peygamber ve evliyalarında gaybı bilemediğini iddia etsek o zaman hem ayetin sıhhatine de zarar vermiş hem de Allah’ın iradesinin de kayıtlanması anlamında bir fikri peşinen kabullenmiş olacağız. Bu ise, bizim itikatımıza terstir.

Vahiy sadece peygamberlere gelir. İlham ise Allah'ın veli ve sevgili kullarından herkese gelebilir.

"O Rabbım bütün gaybı bilir. Gaybın izafîsini de mutlakını da bilir.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet Editör


islam-tr.org El Cevap;

Peygamberler ve Gayb Bilgisi


e) Hz. Peygamber, aynı zamanda “ulu’l-emr”i bulunduğu müslümanlar için ve hatta bütün Medîne ehli için son kaza (yargı) merciidir (4/64, 65, 1O5, 2/213, 5/48)

Ancak, hüküm vermede Kur’an’ı Kerîm’i esas almasına rağmen, Hz. Peygamber, davacılarca veya şahitlerce verilen ifadelerin doğru veya yanlışlığını nasıl tefrik edebiliyordu? İşte aşağıda verilen ifadeler “gaybı bilmeyen” bir peygamberin bu konudaki endişe ve uyarısını dile getiriyor:

“Ben ancak bir beşerim. Siz bana bazı davalarla geliyorsunuz. Mümkündür ki bazınız (haksız olduğu halde) savunmasını (karşı taraftan) daha iyi yapabilir ve ben de duyduklarıma dayanarak (isabetsiz) bir hüküm verebilirim. Böyle bir durumda, kardeşinin hakkında kendi lehine bir şey hükmettiğim (haksız) bir kimse sakın onu almasın. Çünkü kendi lehine hükmettiğim (gerçekte) ateşten bir parçadır onun için.” [[1]]

Bu bölümü bitirirken, büyük imam ve büyük alim Ebu Hanife (r)’nin de gayb ile ilgili görüşünü verelim:

“..Kalblerde olanı ancak Allah ve Allah’ın kendisine vahyettiği bir peygamberden başka kimse bilemez. Vahiy olmadan, kalblerde bulunanı bildiğini iddia eden, Alemlerin Rabbi’nin ilmine sahip olduğunu iddia etmiş olur. Kalblerde ve hariçte, Allah’ın bildiğini kendisinin de bildiği iddiasında bulunan insan büyük bir cürüm işlemiş cehennem ve küfrü hak etmiş olur.” [[2]]

4. İstikbal Bilgisi ve Peygamber

Kur’an-ı Kerîm’de bütün peygamberlerin, kendilerinden sonraki olaylar hakkında bilgi sahibi olmadıklarına işaret eden ayetler vardır. (5/109, 116-117)

Son Peygamber Hz. Muhammed(s)’m de bu konuda bir ayrıcalığının olmadığı, yukarıda temas ettiğimiz “De ki: …Ve ben gaybı da bilmem…” (6/5O) ve “De ki:…Eğer gaybı bilseydim (daha) çok hayır elde ederdim..”(7/188) gibi ayetlerle açıklığa kavuşuyorsa da, ilave olarak iki ayet ve Resulullah (s)ın hayatından bu ayetleri te’yid eder birkaç olay vererek konuyu biraz daha netleştirmeye çahşacağız.

Birinci ayet :
“Kıyametin (ne zaman kopacağının) ilmi ancak Allah’ın katındadır. Yağmuru O yağdırır ve rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez ve hiç kimse nerede öleceğini bilemez. (Her şeyi) bilen ve (her şeyden) haberi olan Allah’tır.” (Lokman 34)
Bu ayetin meali, pek cüz’i farklarla hadis olarak da rivayet olunmuştur. [[3]] Hz. Aişe (r)’den aşağıya alacağımız rivayet ise, ayet mealindeki “Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez.” hükmünün şumülü hakkında bize fikir vermektedir.

Hz. Aişe (r)’den rivayet olunan biraz uzunca hadisin konumuzla ilgili olan bölümü şöyledir:

“Üç şey var ki, kim bunları iddia ederse Allah’a en büyük iftirayı yapmış olur. (…) Ve kim, O (Hz. Peygamber) yarın ne olacağını haber vermiştir, derse Allah’a en büyük iftirayı yapmış olur, çünkü Allah “De ki: Göklerde ve yerde Allah’tan başka kimse gaybı bilmez.”(28/65) buyurmuştur.” [[4]]
Buharî’de ise rivayetin son bölümü şöyledir:

“…Ve kim sana, O (Hz. Peygamber)yarın ne olacağını biliyordu, derse şüphesiz yalan söylemiş olur. Çünkü Allah “Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez (31/74) buyurmuştur.” (Buharî:K:65. Tefsir, Necm Suresi, B:1)

Buharî’den, ilgili bir olay daha: Bir evde toplanan ve def çalarak Bedr’de şehîd düşen yakınlarına ağıt yakan kadınların yanına Resulullah (s) girince, ağıtçı bir kadın aynı nağme ile “Ve aramızda yarını bilen bir Nebî var!” diye ağız değiştirince Resulullah (s) şöyle buyurur: “Hayır, böyle söyleme (başka bir yerde ‘bırak onu’) önceki söyledîklerini söyle!” [[5]]

Şarih İbn Hacer, bu haberden şu sonucu çıkarmaktadır. “Hadiste, gayb ilminin yaratılmışlardan bir kimseye nisbet edilemeyeceği hükmü de var.” [[6]]
İkinci ayet:
“De ki: (Diğer) Peygamberlerden benim bir yeniliğim (farkım veya üstünlüğüm) yok. Bana ve size ne yapılacağını bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyuyorum ve ben ancak apaçık bir uyarıcıyım:” (Ahqaf 9 ) (Ayetin ilk cümlesini Razî tefsirinde zikredilen bir görüşü tercih ederek meallendirdik)

Bazı müfessirler “Bana ve size ne yapılacağını bilmem.” cümlesiyle dünyadaki geleceğin kasdedildiğini belirtirler. (Taberî-Tefsîr, ilgili ayet) Ancak bize göre, ayetin manası, Allah’ın vahiyle bildiklerinin dışında dünyadaki geleceği de, ahirettekileri de kapsamaktadır. Aşağıda vereceğimiz olay bu kanaatımızı te’yid edici niteliktedir:

İlk müslümanlardan ve ilk muhacirlerden, ifrat derecede zahidane bir hayata düşkün Hz. Osman b. Maz’ün (r), Medine’de Ummu’l-Ala isminde bir kadının evinde misafirken vefat etmiştir. Resulullah(s) techîz ve tedfininde bulunmak üzere Ummu’l-Ala’nın evine vardığında kadın şöyle haykırmaktadır: “Ey Osman, şehadet ederim ki şu anda Allah sana ikram etmektedir.” Resulullah (s) hemen müdahale eder: “Allah’ın ona ikram ettiğini nereden biliyorsun” Kadın: “Anam babam sana feda olsun ya Resulullah, peki Allah (ona etmesin de) kime ikram etsin?” Resulullah(s) buyurur: “Bakın, Osman’a (Allah’ın takdir ettiği) ölüm ulaşmıştır. Ben-şahsen- onun için hayır ümit etmekteyim. Fakat -Vallahi- ben, peygamber olduğum halde, bana ve size ne yapılacağını bilmem.”
U
mmu’l-Ala (r) ilave ediyor” “Vallahi, bu olaydan sonra hiç kimseyi asla tezkiye etmedim. (Yani ahiretteki durumu hakkında konuşmadım)”

Bu rivayet Buharî’de çeşitli yerlerde (mesela, K:91, B:27) olmak üzere birçok kaynakta yer almaktadır.
Bu konuda son olarak İmam Malik (r)’ın Muvatta’sından bir rivayet verelim: “Resulullah (s) Uhud şehitleri için ‘Bunların lehinde (Allah katında) şehadet ederim” deyince, Ebu Bekr(r) ‘Ey Allah’ın Resulu, biz de onların kardeşleri değil miyiz?’ der. Bunun üzerine Resulullah (s) buyurur: ‘Doğru, fakat benden sonra neler yapacağınızı bilmiyorum ki” [[7]]
SON SÖZ
Kur’anî veriler ve Resulullah (s)’ın hayatından bu verileri te’yid eden olay ve rivayetlerle vardığımız sonuçları şöyle özetleyebiliriz:

1) Allah’tan başka hiçbir kimse gaybı bilemez.

2) Allah, her çeşit gayb haberlerinden dilediğini, yalnız peygamberlerine, vahyederek bildirmiştir.

3) Son Peygamber (s)’e bildirilen gayb haberleri, Kur’an’da yer almış olanlardan ibarettir.

4) Bunun dışında, “Allah gaybı, dilediğine -dilerse- bildirir” formülüyle, peygamberin dışındaki bazı kimselere de gaybın bildirildiği iddiası -nereden gelirse gelsin- batıldır.
Resulullah (s)’ın hayatına dair, Kur’an-ı Kerîm dışında bize intikal etmiş her eser (tefsîr, hadîs, sîret, tarih…) bu hususlar gözönüne alınarak okunursa ayıklanması gereken birçok rivayetlerin mevcudiyetinin hemen farkına varılacaktır.

Geçmişte ve günümüzde, hurafe ve safsatanın menfezi olan bu zihniyetin (gaybın bilinebileceği iddiasının) sahiplerini Kur’an-ı Kerîm’i ve Resulullah(s)’ın sarîh sünnetini -basiret üzere- anlamağa davet ediyoruz.
Hikmet Zeyveli, İktibas Dergisi, Sayı: 122, Şubat 1987

KAYNAKLAR
[1] (Muvatta: K:36, B:1; Buhari:K:46, B:16 ve diğer yerler Müslim: K:3O, hadîs:4 ve 5)

[2] (İmam-ı Azım’ın Beş Eseri, Çev. Mustafa öz, İstanbul, 1981, s.29, Arapça metin., s.24)

[3] (Mesela, Buharî: K:65, Tefsir, Luqman Suresi)

[4] (Müslim: K: 1, hadis: 287)

[5] (Buharî: 64, B:12, K:67. B:48)

[6] (Fethu’l Barî, s.7, s.316, hadis: 4001)

[7] (Muvatta, K:21, B:14, hadis: 32).


 
KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
İnsan-Gayb ilişkisi

Görünür alemde oldukları halde insanın zaman, mekan ve duyuların yetersizliği gibi engellerden ötürü göremediği, duyamadığı hakkında doğrudan bilgi sahibi olamadığı şeyler mevcuttur.

Duyularımızın sınırlılığı bizi gözümüzün önünde duran mikropları bile göremez durumda bırakır. Bilgimiz, bilmediklerimize göre çok sınırlıdır. Bu alemde vukubulan hadiselerin küçük bir bölümünü duyularımızla algılarız. Saniyede 30'dan az ve 2400'den fazla olan hava titreşimlerini algılayamıyoruz. Gözlerimiz yedi rengi görebilecek kapasitededir. Gözlerimizin göremediği ultra mavi ve kırmızı ışınları ancak gözden daha kuvvetli aygıtlar tespit edebilmektedir. Ayrıca X ışınlan, Gama ışınları, Kozmik ışınlar ve radyo dalgaları için gözlerimiz işe yaramıyor [[1]].

Bu durumda insan gayb olgusundan kurtulamamaktadır. İnsanoğlu sayısız bilinmeyenlerle karşı karşıyadır. Eğer insanoğlu neyin peşinde olduğunda hayırlı bir amel üzere olduğunu tespite edebilirse hüsrana uğramaktan kurtulacaktır. Bu sayede zanna ya da yakine tabi olup olmadığını farkedebilecektir.

A- Diğer dinlerde gayba ilgi:

Geleneksel dinlerden Konfüçyüsçülük'de Gök Tanrı'ya Tien denir. O, tabiat düzeninin idarecisi, herşeyin üzerinde olan varlık ve yaratıcı güçtür.

Hinduizm'de bir üçleme vardır. Brahma yaratıcıdır, Vişna koruyucu, Şiva ise yok edici tanrıdır. Hinduizm'de vahdet-i vücud inancı da bulunmaktadır.

Zerdüştlük'de tanrı Ahura Mazda, kötülüklerin kaynağı ise Ehrimen'dir.

Yahudilik'de tek tanrı inancı ve peygamberlere inanma söz konusudur.
Görüldüğü gibi dinlerdeki temel inanç esasları 'gayb' ile bağlantılıdır. Tarihte ve günümüzde insanoğlunun kahir ekseriyetini ilgilendiren din gayba büyük önem vermektedir.

B- İslami ekollerde gayba ilgi:

1- Kelamcıların ilgisi:

İslami kültürde Usulu'd-din ve Tevhid ilmi olarak da ele alınan kelam, Kur'an'ın gayb alemindeki varlıklar, onların nitelikleri ve gayb alanındaki oluşlardan söz eden ifadelerden kalkarak onların insan irade ve sorumluluğuyla ilgisi konusunda değerlendirmeler yapmışlardır.

Kelamcılar gaybi bilgilerin sadece vahiy ile elde edilebileceğini kabullenmelerine rağmen gaybın insan hayatındaki öneminden ziyade Allah'a ait olan kısma akılla nüfus etmeye çalıştılar[[2]].

Onlar genelde keşf ve ilham gibi tasavvufi bilgi anlayışına karşı çıkmalarına rağmen akli metoda o kadar güvendiler ki, gayb hakkında kesin yargılarda bulunmakta bir beis görmediler.

2- Mutasavvıfların ilgisi:

Tasavvufta hep görünmeyen üzerinde bir yoğunlaşma, bir tecrübe ve yaşantı hali olmuştur. Gayba doğrudan nüfuz etme çabası, görünen aleme pek önem vermeyiş genel temalardır. Mistik vahyi verilerin tanrı ve gaybla ilgili verdikleri bilgileri yeterli görmeyip görünmeyeni deruni bir tecrübeyle, tam bir içe dönüşle daha yakından görme, tanıma ve hissetme çabasındadır. Bu açıdan mistisizm gayb ile ilgilidir. Sufilere göre akıl ve nakil bilgilerin kaynağı kabul edilse de en ulvi, en kutsi bilgiler keşf ve ilhamla, yani sezgi ile elde edilir. Bu sufi tecrübenin ayırıcı özelliği doğrudanlık ve kesinliktir. İnsan zihninin sonsuz ve mutlak olanı kesinlikle bilebileceği iddiaları vardır. Mükaşefe halinde kul ile gayba ait hususlar arasında perde bulunmaz.

Sufilerin gaybi olan durumları bilmeye kalkmasının Kur'an çerçevesinde muhkem bir zemine oturtmanın imkanı yoktur. Tasavvufi bilgiye ulaşma arzusunda Kur'an'ın verdiği gaybi bilgilerle yetinmeme gibi bir düşünce sezilmektedir. Oysa Kur'an gaybi bilmemizi değil, gaybın varlığını derinden ve sürekli hissederek şehadette güzel faaliyetlerde bulunmamızı ister.

Kur'an'da gaybın bilinmesine yönelik bir amaçtan söz etmek mümkün değildir. Aksine bunun tersi vurgulanır. Müslümanın böyle bir bilgiyi amaç edinmesi doğru olmadığı gibi kul olarak böyle bir bilgi iddiasıyla da imtiyaz sahibi olunamaz. En doğru tutum, gaybın yegane sahibinin Allah, yegane güvenilir bilginin de vahyi veriler olduğunun benimsenmesidir. Bizim için gaybın bilgisi sadece Kur'an vahyi ile kayıtlıdır. Aksi takdirde istismarın önü alınmaz. Kur'an'daki gaybi bilgiler inanan insanın duygu ve düşünce dünyasında yaşanan gerçeklikler halini aldığı müddetçe ilave hiçbir gaybi bilgiye ihtiyaç duyulmadan Allah'ın dostluğu kazanılır.

3- Batinilerin gayba ilgisi:

İslam dünyasında batini yorumda yana olanlara baktığımızda mutasavvıfları ve Şiiliğin İsmailiye kolunu görürüz. İslami literatürde aslında batinilik denince akla hemen İsmaililik gelir. Batınilik 12. yy.'dan sonra varlığını daha çok bazı tasavvufi akımları içinde sürdürmüş ve Kalenderilik, Melametlik ve Hurufilik gibi tarikatlerin oluşumunu etkilemiştir.

Hurufilik; Fazlullah tarafından 800/1398 yılında Horasan'ın Esterabad kasabasında kurulmuş bir tarikattir. Hurufilik harf ve rakamların yorumlarıyla ilgili bütün eski birikimlerle tasavvufi, batini ve Şii inançların bir sentezinden oluşmuştur. Eski kültürlerde olduğu gibi İslam dünyasında da harflerin simgeselliği ve sayısal değerleri bir meşguliyet alanıdır.

İlm-i Hurufi denilen alanda harflerin sırları ve simgelediği anlamları araştıran çalışmalar lugaz, mevamma, remil, fal, cifr, vefk, azam ve nücum gibi bağımsız dalları ortaya çıkardı. Hurufiler Kur'an'daki el-Hurufu'l-Mukatta'yı çeşitli şekillerde yorumladılar. Hurufilik hususunda yapılan sufi tefsirlerde 2. yy.'dan başlamak üzere gelişmiş, İbnu'l Arabi'de zirveye ulaşmıştır.

4- Astrologların ilgisi:

Günümüzde özellikle gizli bilimler, astroloji, büyücülük, vs. yoluyla gayb hakkında bilgi edinme gayretlerinin revaç bulduğunu görmekteyiz. Bu yanlış adrese yönelmiş boş bir çabadır. Kur'an insanın önüne böyle bir amaç koymadığı gibi bünyesinde teşvik unsuru da barındırmaz. Gaybi bilgilere sahip olduklarını ileri sürenler bir temel üzerinde değildirler.

Medyumlar da cinlerle bağlantılı çalıştıklarından bahsederler.
- Halbuki cinler gaybi bilmekten aciz varlıklardır [Sebe 34/12-14].

- Teşebbüs etseler de gaybın bilgisine ulaşamazlar [Saffat 37/6-10].
- Bir de cinlerin insanlara düşman olanlarının [[3]], insanlarla uğraşanlarının [[4]] olması eklenince, onlar vasıtasıyla elde edilen bilgilerin zanniliği daha da muhkemleşmektedir.

Türkiye'deki iki meşhur medyuma bir çok yardımda tutunduğu iddia edilen cinlerin, onları gözaltına alma niyetine sahip polislerin gelişlerini haber ver(e)memeleri, ilişkinin –varsa eğer- anlamsızlığını göstermektedir.

5- Bilimin gayba ilgisi:

Bilimin pozitivist yorumu insanın bütünlüğünü ihmal ederek, onu olgusal alana hapseder ve insanın bu alanın dışıyla bir bağının olmadığını ileri sürer. Olgusal durum üzerine olmayan bir cümle anlamsızdır. Metafizik olan nesnel olmadığı için kabul edilemez. Dolayısıyla bir pozitivist, insanı sadece bilen bir varlık olarak alıyor gibidir. O, insanın aynı zamanda anlayan, sezen, idrak eden, kavrayan, inanan bir varlık olduğunu gözardı eder. Bu, insanı parçalayıp cüz veya bir yanını alarak 'insan bundan ibarettir' demek gibi anlamsız bir şeydir.

KAYNAKLAR

[1] Halis Albayrak, Kur'an'da İnsan-Gayb İlişkisi, Şule Yay., İst., 1993, s. 174-175


[2] A.g.e.,s.4O


[3] Enam 6/112

[4] Enam 6/128
 
KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
ARACILARIN GAYBI BİLDİĞİ İNANCI

Gayb, kişinin duyularından uzak ve hakkında bilgi sahibi olmadığı şeye denir[1]. Kıyametin vakti gibi Allah'tan başkasının bilemeyeceği şeyler gayb-ı mutlak, yani tam gaybdır. Hakkında bir bilgi ve belge kalmamış tarihi olaylar da mutlak gayba dönüşür. Bir başkasının bildiği şey ise göreceli gayb olur. Mesela içinizden ne geçtiğini ben bilemem ama siz bilirsiniz. O, bana göre gayb olur; size göre olmaz.

Gaybı ne insan, ne melek ne cin ne de Allah’ın Elçileri bilebilirler. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

قُلْ لَا يَعْلَمُ مَنْ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ الْغَيْبَ إِلَّا اللَّهُ وَمَا يَشْعُرُونَ أَيَّانَ يُبْعَثُونَ (65)

65- “De ki, göklerde ve yerde, hiç kimse gaybı bilmez,onu yalniz Allah bilir, ne zaman diriltileceklerini de bilmezler..”(Neml 27/65)

Şu ayetler, özellikle meleklerle ilgilidir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

وَلَقَدْ خَلَقْنَا اْلاِنْسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ (16) اِذْ يَتَلَقَّى الْمُتَلَقِّيَانِ عَنِ الْيَمِينِ وَعَنِ الشِّمَالِ قَعِيدٌ (17) مَا يَلْفِظُ مِنْ قَوْلٍ اِلاَّ لَدَيْهِ رَقِيبٌ عَتِيدٌ (18)

16- “Şurası bir gerçek ki, insanı yaratan biziz. Ona şahdamarından da yakın olduğumuzdan biz, içinin ona ne fısıldadığını biliriz.
17- Sağında ve solunda oturmuş iki kayıt memuru bulunur.

18- Bu sebeple ağzından çıkan her sözü kayıt için hazır bekleyen bir gözcü mutlaka vardır”.(Kaf 50/16-18)
Demek ki, Allah kişinin içini bildiği halde melekler ancak ağızdan çıkan sözü bilebilirler.

Cinlerin gaybı bilemeyecekleri ile ilgili olarak da şöyle buyurulur:

“… Rabbinin izniyle, yanında çalışacak cinleri Süleyman’ın emrine verdik. Onlardan hangisi buyruğumuzdan çıksa ona alevli ateşin azabını tattırırdık.
Süleyman’ın istediği her şeyi, yüksek binaları, heykelleri ve büyük havuzlara benzer çanakları ve taşınması güç kazanları yaparlardı. «Ey Davud ailesi, şükredin! Kullarımdan şükredenler pek azdır» dedik.

Süleyman’ın ölümüne karar verdiğimiz zaman, onun öldüğünü gösterecek bir işaret yoktu; yalnız bir güve böceği değneğini yiyordu. Ne zaman Süleyman yere yıkıldı, iyice ortaya çıktı ki eğer cinler gaybı bilselerdi, kendilerini küçük düşüren o azap içinde kalmazlardı.”(Sebe 34/12-14)

Peygamberler sadece Allah'ın kendilerine vahyettiği şeyleri bilirler. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

قُلْ لَا أَقُولُ لَكُمْ عِندِي خَزَائِنُ اللَّهِ وَلَا أَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلَا أَقُولُ لَكُمْ إِنِّي مَلَكٌ إِنْ أَتَّبِعُ إِلَّا مَا يُوحَى إِلَيَّ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الْأَعْمَى وَالْبَصِيرُ أَفَلَا تَتَفَكَّرُونَ (50)

50- "De ki: "Ben size, Allah'ın hazineleri yanımdadır, demiyorum. Gaybı da bilmem. Size, "işte ben bir meleğim." de demiyorum. Ben bana vahyolunandan başkasına uymam." De ki: "Görenle görmeyen bir olur mu? Hiç düşünmezmisiniz, zihninizi yormaz mısınız?"(En'am 6/50)

قُلْ لَا أَمْلِكُ لِنَفْسِي نَفْعًا وَلَا ضَرًّا إِلَّا مَا شَاءَ اللَّهُ وَلَوْ كُنتُ أَعْلَمُ الْغَيْبَ لَاسْتَكْثَرْتُ مِنْ الْخَيْرِ وَمَا مَسَّنِي السُّوءُ إِنْ أَنَا إِلَّا نَذِيرٌ وَبَشِيرٌ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ (188)

188- De ki, ben kendi kendime Allah'ın dilediğinden başka ne bir menfaat elde etmeye, ne de bir zararı önlemeye malik değilim. Ben eğer gaybı bilseydim daha çok hayır yapardım ve kötülük denilen şey yanıma uğramazdı. Ben iman edecek bir kavme müjde veren ve uyaran bir peygamberden başka biri değilim.(Araf 7/188)

Gayb ile ilgili bazı haberler, Allah Teâlâ tarafından peygamberlerine vahiy yoluyla bildirilir, biz de bunları o şekilde öğrenebiliriz. Ancak gerek Hıristiyanlar ve gerekse kimi tarikat ve cemaatler gaybın bilinebileceği iddiasındadırlar.

1- Katoliklerde Gayb Bilgisi

Daha önce görüldü ğü gibi Katolikler Mesih İsa’ya ve Kutsal Ruh’a Tanrı derler. Onlara göre Episkoposluk aşamasını alan kişi Mesih’in yerine geçer ve onun görevini üstlenir. Böyle birinin gaybı bileceğine tam bir inanç bulunur. Papazlar ise episkoposların yardımcılarıdır; onlar da gaybı bilirler. Katoliklerin konu ile ilgili görüşleri şöyledir:

“Mesih İsa’nın havarilerine emanet ettiği misyonu Kilise Ruhbanlık sırrı ile devam ettirir[2]. Episkoposluk ruhbanlık sırrının en yüksek derecesidir[3]. Episkoposluk aşamasını alan kişi, seçkin ve açık bir şekilde Efendi, Çoban ve Rahip olan Mesih’in yerini alır ve onun görevini üstlenmiş olur. Kendine verilmiş olan kutsal ruh sayesinde episkoposlar manevi krallık ya da çobanlık ve peygamberlik yetkilerine sahip olurlar[4]. Papazlar, episkoposların yardımcıları olarak Mesih’in emanet ettiği görevin gerçekleşmesine çalışırlar[5]. Kutsal ruhun özel lutfu, ruhbanlık sırrını alan kişiyi rahip, öğretmen ve çoban olarak tam Mesih İsa’ya benzetir[6].”

2- Tarikat ve Cemaatlerde Gayb Bilgisi

Bazı tarikat ve cemaatler, Allah’ın veli kulu diye niteledikleri bazı kişilerin gayb bilgisine sahip olduklarını iddia ederler. Mesela Said Nursi’ye göre, Hz. Ali ve Abdülkadir Geylani gibi zatlar gaybı bildikleri için asırlar öncesinden kendinden bahsetmişlerdir. O, iddiasını şöyle bir soru ve cevapla ortaya koyar:

Soru: Abdülkadir Geylânî gibi büyük veliler, bazı zamanlarda, geçmişi ve geleceği bugün gibi görüp bildikleri halde neden geçmişle ilgili olanları açıkça söylüyorlar da, gelecekten üstü kapalı simgeler ve gizli işaretlerle söz ediyorlar?

Cevap: “Gaybı Allah'tan başkası bilmez.” Ayeti ile, “O bütün gaybı bilir, gaybını kimseye açıklamaz. Ancak dilediği peygamber bunun dışındadır[7].” Ayetinin koyduğu kutsal yasağa karşı kulluğa yakışır bir güzel edep takınmak için açıklama yapmayıp işaretle söyleme yoluna girmişler, işaret ve simgeler kullanmışlardır ki, gayb ile ilgili bu bilginin, kendilerinin tercihi veya niyetiyle değil, Allah’ın öğretmesiyle olduğu anlaşılsın. Çünkü geleceğe ait gayb bilgileri kişinin şahsi tercihi ve niyeti ile verilmediği gibi niyet ile işe girmek, o yasağa karşı itaatsizlik havası veriyor[8].

Bu iddia 3 açıdan yanlıştır:

a-Gaybı kimse bilemez


Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Allah sizi, gaybı bilir hale getirecek değildir.” (Al-i imran 3/179)

Allah Teâlâ, açıklamak istediği gaybı, peygamberleri yoluyla açıklar. Bunun özel bir usulü vardır. O, şöyle buyurur:

“Allah bütün gaybı bilir, gaybını kimseye açıklamaz.
Dilediği peygamber bunun dışındadır. Onun önüne ve arkasına gözcüler diker.

Böylece o (peygamber) bilsin ki, onlar (o melekler) Allah’ın gönderdiklerini tastamam ulaştırmış, (kendisi de) onların yanında olanı kavramış ve her şeyi bir bir saymıştır.”(Cin 72/26-28)

Vahiyden sonra o bilgiler gayb olmaktan çıkar. Meleklerin gözcü yapılması, gelen bilgilerin Allah’tan olduğu konusunda, peygamber kuşku duymasın, diyedir. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Senden önce gönderdiğimiz bir tek nebi ve elçi yoktur ki, bir şeyi arzuladığı zaman, şeytan onun arzusuna vesvese sokuşturmuş olmasın. Allah şeytanın sokuşturduğunu giderir, sonra Allah kendi âyetlerini pekiştirir. Allah bilendir, hakîmdir.”(Hacc 22/52)

Bazı tefsirlerde, En'am suresinin inişi ile ilgili olarak Enes b. Malik'ten gelen şöyle bir rivayetten bahsedilir: "Allah'ın Elçisi dedi ki: Kur’ân'dan En'am suresinin dışında bir sure bana toptan inmedi. Şeytanlar, bu sure için toplandıkları kadar hiçbir sure için toplanmamışlardı. Bu sure bana, Cebrail ile, beraberinde elli bin melek olduğu halde gönderildi. Bunu kuşatmışlar, bir düğün debdebesiyle getirdiler[9]." Böylece o Elçi, kendine gelenin vahiy meleği olduğuna ve vahye, şeytan vesvesesi karışmadığına güvenmiş olur.

Said Nursî, Peygamberlere vahyin nasıl geldiğini bildiren yukarıdaki ayeti, velilerin gaybı öğrenebileceklerine delil getirmiştir. Doğrusu bu, çok şaşırtıcı bir iddiadır.

b-Geçmiş gaybı kimse bilemez

Said Nursî diyor ki; “Abdülkadir Geylânî gibi büyük veliler, bazı zamanlarda, geçmişi ve geleceği bugün gibi görüp bildikleri halde....[10].” Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Sekizinci Lem’a, c. II, 2091

Böyle bir iddia nasıl kabul edilebilir! Allah Teâlâ şöyle buyurur: “De ki, göklerde ve yerde, hiç kimse gaybı bilmez, onu sadece Allah bilir.” (Neml 27/65) Ayet, sadece insanların değil, meleklerin ve cinlerin de gaybı bilmediklerini bildirmektedir.

Allah Teâlâ Nuh aleyhisselamın başından geçenleri anlattıktan sonra Peygamberimize şöyle buyuruyor:

“Bunlar gayb haberlerindendir, onları sana vahyediyoruz. Bundan önce onları ne sen bilirdin, ne de senin kavmin.”(Hud 11/49)

Bu konuda çok sayıda ayet vardır. Şu ayetlere de bakılabilir: Ali İmran 3/44; Araf 7/101; Hud 11/120-123; Yusuf 12/102
c- “اللَّهُلَّا يَعْلَمُ الْغَيْبَ إِلَّا” (Gaybı Allah'tan başkası bilmez.) diye bir ayet yoktur. İçinde bu anlam olan ayet şöyledir: “قُل لَّا يَعْلَمُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ الْغَيْبَ إِلَّا اللَّهُ” “De ki, göklerde ve yerde, hiç kimse o gaybı bilmez, onu sadece Allah bilir.”(Neml 27/65) (Bu ayetten az önce bahsedilmişti.)

c-Kutsi yasak iddiası

Allah'tan başkasının gaybı bilemeyeceği konusu “kudsî yasak” diye ifade edilmiştir. Sanki Allah Teâlâ, “gaybı kimse bilemez” dememiş de ”Kimse, gelecekle ilgili bir açıklama yapmasın” diye yasak koymuştur. Bu iddia kişiyi, Allah karşısında çok kötü bir duruma sokar.Allah Teâlâ şöyle buyurur: “… Allah size gaybı bildirecek de değildir...”(Ali-İmran 3/179)

Yukarıda iki yanlış iddia daha vardır: Abdülkadir Geylânî gibi büyük velilerin gaybı bilmesi, “kendi tercihleri ve niyetleriyle değil, Allah’ın öğretmesiyle imiş.(!) İsteyerek gaybı bilme işine girişmeleri itaatsizlik havası verirmiş.(!)”

Demek ki, Allah, hem “Gaybı kimse bilmez, onu kimseye açıklamam” diyecek, hem de tutup bazı kimselere açıklayacak! O kimseler de geçmişle ilgili olanları açıklamakta bir sakınca görmeyecekler ama gelecekle ilgili gaybları, anlayan anlasın diye örtülü işaretlerle geçiştirecekler! Bunu, Allah’a karşı bir itaatsizlik havası doğmasın diye yapacaklar!

Bu inançtan Allah’a sığınmak gerekir.
 
KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
ARACILARIN ŞEFAAT EDECEĞİ İNANCI

1- Katoliklerde Şefaat İnancı

Katoliklere göre şefaat, İsa’nın duasına uyumlu kılan dilek duasıdır[1]. Onlar şefaat yerine “kurtarıcılık” kelimesini kullanırlar. Katoliklere göre“Mesih İsa, Baba’nın yanında Hıristiyanların avukatlığını yapıyor. Onlar lehine aracılık etmek için hep canlıdır. Allah’ın huzurunda daima hazır bulunur[2]. Kendisi aracılığı ile Allah’a yaklaşanları tamamen kurtarmaya gücü yeter[3].”

“Kutsal Ruh olmadan Tanrı’nın Oğlu’nu görmek mümkün değildir. Oğul olmadan da hiç kimse babaya yaklaşamaz. Çünkü Baba’yı tanımak Oğul’dur. Tanrı oğlunu tanımak da Kutsal Ruh aracılığıyla olur[4]”.

“Meryem Ana avukat ve yardımcıdır. “Meryem Ananın analığı bitmemiştir. Yinelenen arabuluculuğu ile ebedi esenlikler sağlayan armağanları garanti altına almaya devam etmektedir[5]”.

Katoliklere göre papaz “Allah’la ilgili konularda insanları temsil etmek için atanır[6]”. O, kişisel yetkisiyle insanlara; “Baba’nın adına seni bağışlıyorum diyebilir[7]”.

2- Tarikatlarda Şefaat İnancı

İncelediğimiz tarikatlarda da Katoiklerinkine benzer bir inanç vardır. Onlar, “kurtarıcılık” yerine daha çok “şefaatçilik” kelimesini kullanırlar. Bir Şeyh Efendi ve tarikatının ileri gelenleri ile yaptığımız görüşmenin konu ile ilgili bölümü şöyledir:

Mürit- Bizim Şeyh Efendi’ye bakışımız, onun bize yardımcı olacağı yolundadır. Mesela bugün mahkemede avukat tutma zorunluluğu yoktur. Ama genellikle avukat tutanlar davayı kazanırlar. Şeyh Efendi de bizim avukatımızdır.


Bayındır- Siz, gizli açık her şeyi bilen Allah’ı hakimle bir mi tutuyorsunuz? Allah Teâlâ şöyle buyurur:


يَوْمَ يَفِرُّ الْمَرْءُ مِنْ أَخِيهِ (34)وَأُمِّهِ وَأَبِيهِ (35)وَصَاحِبَتِهِ وَبَنِيهِ (36) لِكُلِّ امْرِئٍ مِنْهُمْ يَوْمَئِذٍ شَأْنٌ يُغْنِيهِ (37)

34-37- O gün kişi kardeşinden, anasından, babasından, eşinden ve oğullarından kaçacaktır. O gün herkesin işi başından aşacaktır.” (Abese 80/34-37)

Durum böyle iken Şeyh Efendi nereden fırsat bulacak da sizi savunacaktır?

Ensar’dan Ümmü’l-alâ diyor ki, muhacirlere kur’a çekilince bize Osman b. Maz’ûn düştü. Onu evlerimize yerleştirdik. Sonra ölümüne sebep olan hastalığa tutuldu. Vefat edince yıkandı ve kendi elbiseleri içine kefenlendi. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem içeri girdi. O sırada dedim ki, “Ebu’s-Sâib[8]! Allah sana rahmet eylesin. Allah’ın sana gerçekten ikramda bulunduğuna şahidim.” Bunun üzerine Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Allah’ın ona ikram ettiğini ne biliyorsun?” Dedim ki, “Babam sana kurban ey Allah’ın Elçisi! Allah ya kime ikram eder?” Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki, “Evet ona kaçınılmaz gerçek geldi. Vallahi onun için hep hayırlar bekliyorum. Ama ben Allah’ın Elçisi olduğum halde nasıl karşılanacağımı vallahi bilmiyorum.”
Ümmü’l-alâ dedi ki, “Vallahi bundan sonra hiç kimseyi aklamam[9].”

Ama siz şeyhinizin cennete gideceğinden şüphe etmediğiniz gibi Allah’ın huzurunda sizi savunacağını söyleme cesaretini bile gösteriyorsunuz.
Bize şah damarımızdan daha yakın olan Allah’ın gözünden kaçan bir şey mi var ki avukatlığınızı yapacak olan şeyh, hâşâ, Allah’ın huzurunda onu hatırlatacak? Ya da Allah, hâşâ, yargılamada hata mı yapacak ki, şeyhiniz ona engel olacak? Ne kadar yanlış bir yolda olduğunuzu anlıyorsunuz değil mi?
Mürit- Müftülükte bir müftü ile görüşmek istesen[10] araya bir kapıcının girmesi, bir kişinin seni müftüye takdim etmesi gerekir. Araya kimse girmeden bir yetkiliyle, bir bakanla pat diye görüşebilir misin? İşte Şeyh Efendi de bizimle Allah arasında bir vesile, bir vasıta olmaktadır.

Bayındır- Bize şah damarımızdan daha yakın olan Allah Teâlâ için bu söz nasıl söylenebilir!?..

Bu inanç insanı şirke sokar. Şirk zaten Allah ile kul arasına vasıta koymaktır. Zümer suresinde buna dikkat çekilmektedir:

“İyi bil ki, saf din Allah’ın dinidir. Onun yakınından veliler edinenler “Biz onlara başka değil sadece bizi Allah’a tam yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz.” derler. İşte Allah, onların aralarında tartışıp durdukları şeyde hükmünü verecektir. Allah, yalancı ve gerçekleri örtüp duran kimseleri doğru yola sokmaz.”(Zümer 39/3)

Bu tür inanışlardan lütfen vazgeçin. Çünkü şeytan insanı hep bu metotla saptırmaktadır.

Lütfen bana söyler misin, yaratan, besleyen, büyüten ve sana senden yakın olan Allah mı seni daha iyi tanır, yoksa Şeyh Efendi mi?

Mürit- Tabii ki, Allah tanır.

Bayındır - Peki Şeyh Efendi senin neyini Allah’a tanıtacak?

Mürit- ?!

Görüşme, şeyhin yanında gerçekleşmiş ve o, bu durumu onaylamıştır. Mürit kelimesi ile, konuşmaya katılan ve tarikatın ileri gelen alimlerinden olan kişiler kastedilmektedir[11].

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Allah’ın yakınından, öyle şeye kul olurlar ki, kendilerine ne bir fayda sağlayabilir ne de zarar verebilir. Derler ki, ‘Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimizdir’. De ki: ‘Göklerde ve yerde, Allah’ın bilmediği bir şeyi mi ona haber veriyorsunuz?’ Allah, onların ortak koştukları şeyden uzak ve yücedir.” (Yunus 10/18)

Allah kime şefaat yetkisi verirse yalnız onlar, Allah’ın dilediği kimselere şefaat edebilirler, kendi dilediklerine değil.

قُلْ لِلَّهِ الشَّفَاعَةُ جَمِيعًا لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَاْلأَرْضِِِ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ (44)
44- “De ki: Şefaat yetkisi, bütünüyle Allah’a aittirGöklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur. Sonra O'na döndürüleceksiniz.”(Zümer 39/44)

“Allah onların yaptıklarını da yapacaklarını da bilir. Şefaate yetkili kıldıkları, onun razı olduğu kişilerden başkasına şefaat edemezler. Kendileri de onun korkusundan titrerler.
Onlardan kim, “Ben Allah’a yakın bir ilahım” derse, onu cehennemle cezalandırırız. İşte o zalimleri böyle cezalandırırız.”(Enbiya 21/28)

Ebu Hureyre radiyellahu anh bildiriyor:

“Kabilenin en yakınlarını uyar.” (Şuarâ 26/214) ayeti inince Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kalktı ve şöyle bir konuşma yaptı:

“Ey Kureyş topluluğu! Kendinizi kurtarmaya bakın; Allah’ın yanında size hiç bir faydam olmaz. Ey Abdulmenaf oğulları! Allah’ın yanında size hiç bir faydam olmaz. Ey Abdulmuttalib oğlu Abbas[12]! Allah’ın yanında sana hiç bir faydam olmaz. Ey Safiyye, (Resulullah’ın halası)! Allah’ın yanında sana hiç bir faydam olmaz. Ey Muhammed’in kızı Fatma! Allah’ın yanında sana hiç bir faydam olmaz.”[13]

KAYNAKLAR

[1] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 2634.

[2] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 519.

[3] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 2634.

[4] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 683.

[5] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, paragraf 969.

[6] İbranilere Mektup, 5/1.

[7] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 878.

[8] Osman b. Maz'un radıyallahu anhın lakabıdır.

[9] Buhârî, Cenâiz, 3.

[10] Bu görüşmenin yapıldığı günlerde İstanbul Müftülüğünde çalışıyordum.

[11] Görüşmenin tamamı için bkz. Abdulaziz BAYINDIR, Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış, Dördüncü baskı, İstanbul 2005, s. 126-131.

[12] Peygamberimizin amcası.

[13] Buhârî, Vesâyâ, 11.
 
Enfal.571 Çevrimdışı

Enfal.571

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Asagidaki linkten verilen cok ilginc bir cevap var. Cin suresinin 27-ci ayetini ya anlamamis soruyu yanitlayan sahis veya anlamak istememis.

Bu site kimlere ait acaba? nurculara mi?

"Sorularla İslamiyet | Evliyalar gaybı bilebilir mi?"

güvenilir bir site degildir kardesim... dikkatli olun insaALLAH...
selametle
 
Ö Çevrimdışı

Ömer Hattab

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Allah (C.C.) razi olsun. Çok güzel bir konuyu açıklamışsınız. Böyle konuları aslında sabitleseniz iyi olur gerilerde kalınca kayboluyor.
 
osman1987 Çevrimdışı

osman1987

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Selamun Aleykum. Şeyhul İslam'ın bu sözleri tasavvuf kesiminin keşf görüşüyle örtüşmüyor mu?

İbni Teymiyye diyor ki: "...yani Allahu teala bazı kişilerin başkalarının kalplerinde sakladıklarını keşf yoluyla bilmelerine imkan sağladığına göre, kuldan sorumlu melek, kulun içinden geçenleri evleviyetle bilir"
(Mecmuul Fetava 4/225)
Bunu cübbeli söylese ne taşa tutmuştuk be...
Fetava'da başka yerlerde de buna benzer şeyler geçiyor ibni Teymiyye keramet sahibi Allah dostlarının nübüvvetten bir parça taşıdıklarını bu yüzden keramet ve keşif sahibi olduklarını söylüyor.

"Allah'ın isim ve sıfatlarının tecellisine tanık olan, O'nun nurundan ve hidayetinden kalblerine lutfettiği kimseler vardır.
O kimse bunu, sırf bir kıyas ve vecd ile değil, peygamberlerin haber verdiklerine uygun düşen ilmi bir tanıklık (şuhud) ile bilir. Ona tanık olduğu halin doğru olduğunu, bu halin peygamberlerin haber verdikleri talimata uygun düştüğü bildirilir. Böyle bir kimse için nübüvvetten bir pay hasıl olur.
Çünkü nübüvvet tümüyle sona ermiş olmakla beraber, bazı kısımların mevcudiyeti bakımından sona ermemiştir. Elbette ki, bazı hususlarda bu kimsenin peygamberin tanık olduğu şeylere şahit olmaması kaçınılmazdır
Ve bu hususlarda peygamberi tasdik etme durumundadır.
Çünkü o peygamberin haber verdiklerinin bir kısmına tanık olmuş ve bu cüzi tanıklığı, şahit olmadığı diğer hususların da sabit olduğuna delalet etmek üzere kendisinde devam etmiştir. İşte bu, peygamberlerle olan sıddık'ların halidir."
(ibni Teymiyye, mecmuu'l Fetava 2/104)
 
Abdullah el Hanbeli Çevrimdışı

Abdullah el Hanbeli

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Selamun Aleykum. Şeyhul İslam'ın bu sözleri tasavvuf kesiminin keşf görüşüyle örtüşmüyor mu?

İbni Teymiyye diyor ki: "...yani Allahu teala bazı kişilerin başkalarının kalplerinde sakladıklarını keşf yoluyla bilmelerine imkan sağladığına göre, kuldan sorumlu melek, kulun içinden geçenleri evleviyetle bilir"
(Mecmuul Fetava 4/225)
Bunu cübbeli söylese ne taşa tutmuştuk be...
Fetava'da başka yerlerde de buna benzer şeyler geçiyor ibni Teymiyye keramet sahibi Allah dostlarının nübüvvetten bir parça taşıdıklarını bu yüzden keramet ve keşif sahibi olduklarını söylüyor.

"Allah'ın isim ve sıfatlarının tecellisine tanık olan, O'nun nurundan ve hidayetinden kalblerine lutfettiği kimseler vardır.
O kimse bunu, sırf bir kıyas ve vecd ile değil, peygamberlerin haber verdiklerine uygun düşen ilmi bir tanıklık (şuhud) ile bilir. Ona tanık olduğu halin doğru olduğunu, bu halin peygamberlerin haber verdikleri talimata uygun düştüğü bildirilir. Böyle bir kimse için nübüvvetten bir pay hasıl olur.
Çünkü nübüvvet tümüyle sona ermiş olmakla beraber, bazı kısımların mevcudiyeti bakımından sona ermemiştir. Elbette ki, bazı hususlarda bu kimsenin peygamberin tanık olduğu şeylere şahit olmaması kaçınılmazdır
Ve bu hususlarda peygamberi tasdik etme durumundadır.
Çünkü o peygamberin haber verdiklerinin bir kısmına tanık olmuş ve bu cüzi tanıklığı, şahit olmadığı diğer hususların da sabit olduğuna delalet etmek üzere kendisinde devam etmiştir. İşte bu, peygamberlerle olan sıddık'ların halidir."
(ibni Teymiyye, mecmuu'l Fetava 2/104)

Ve aleykum selam ve rahmetullah

Keramet ; kerâmetin vuku bulması, salih kişinin ne iradesi ve ne de bilgisi dahilinde olan bir husustur, çoğu zamanda kerameti fark etmez, diğer insanlar fark eder.Kendisine gösterdiği kerametten bahsedilince mahcub olur, onu kendinden bilmez. İlâhî bir lutuf olmakla beraber keramete mazhar olan bir velî kendisinden böyle bir hal zuhur ettiği için bu halin bir mekr, istidrâc ve ibtilâ olmasından korkar. Bu ihtimali dikkate alan velî kerametle denenmek istendiğini düşünerek endişe eder. Bir yandan Allah'ın lutfuna nail olduğu için O'na şükreder, daha çok bağlanır, öte yandan da bunun sorumluluğundan ve getireceği sonuçlardan kaygılanır. Bundan dolayı kendisinden zuhur eden hali ifşa etmez ve bu hal sebebiyle insanların gösterdiği teveccuhun nefsini şımartabileceğin! hesaba kadar.

Rasulullah (s.a.v): "Sizden önceki ümmetlerde muhaddesler (yani ilhama mazhar olanlar) vardı. Eğer ümmetim de bunlardan biri varsa o da Ömer'dir." demiştir. (Buhârî, "Fezâilü ashâbı'n-nebî", 6,"Enbiyâ 3", 54; Müslim, "Fezâ'ilü's-sahâbe", 23)

İbn Teymiyye şöyle devam eder: ''Birçok hayalperest ve cahilin, 'Kalbim Rabbimden bana bunu ilham ediyor' dediği şeye gelince; kalbinin ona bir şeyler söylemiş olması doğrudur, fakat kimden? Şeytandan mı yoksa Rabbinden mi? 'Kalbim bana Rabbimden böyle ilham etti' derse, kendisine ilham edip etmediğini bilmediği birine söz isnad etmiş olur ki bu da yalandır. Bu ümmetin muhaddesi asla böyle söylemez, hiçbir zaman böyle bir şeyi ağzına almaz. Şüphesiz Allah Ömer'i, bunu söylemekten korumuştur. Bilakis, bir gün katibi 'Bu, müminlerin emiri Ömer b. Hattab'a Allah'ın gösterdiği (öğrettiği) şeydir' diye yazar. Ömer de 'Hayır, onu sil; bu Ömer b Hattab'ın gördüğü şeydir. Eğer o doğruysa Allah'tandır, yanlış ise Ömer'dendir. Allah ve Allah'ın Rasulü ondan beridir, uzaktır diye yaz' der. Ömer 'kelal' konusunda (miras hukukuyla ilgili bir kavramdır), 'Bu konuda kendi görüşümü söylüyorum; eğer doğruysa Allah'tan, şayet yanlış olursa benden ve şeytandandır.' demiştir. Rasulullah (s.a.v)'ın şehadeti ile muhaddes olanın sözü böyledir. Oysa sen ittihadinin, hululinin, şatahatlar söyleyen ibahinin, sema yapanların açıkça, ''Rabbim kalbime böyle ilham etti' dediğinin görürsün.''
Şimdi, bu iki sözü söyleyenlerin hallerine, sözlerine bak, her birinin hakkını ver ve hileli olanla halis olanı bir tutma!

(Medaricus Salikin - İbni Kayyım sy.47 48)

Gazzalî, Razî ve Âmidî gibi bazı kelâmcılar nazar ve istidlal söz konusu olmaksızın ilhamla yakînî ve kat'î bilgilerin elde edileceğini kabul ederler. Ancak ilham zannedilen şey vehim olabilir. Şeytan'ın vesvesesi olabilir. Bunun için ilhamı vehim ve vesveseden ayırabilmek için onun dine uygunluğunu âyetlerle ve hadislerle kontrol etmek gereklidir. Bu şekilde kabul edilen ilham bile dinler ve mezhebler konusundaki tartışmalarda ölçü değildir. (İsmail Hakkı İzmirli, Yeni İlm-i Kelâm, I, sf: 59)

Vahiy ile ilham arasındaki farklı yanlar şunlardır:
1. Vahiy yalnızca peygamberlere gelir.
2. İlhamda melek gözükmez.
3. Kendisine ilham gelen kişi bunu gizleyebilir. Hatta gizlemesi daha güzeldir. Peygamber vahyi gizleyemez,
4. Vahiyde kesinlik vardır. Peygamber vahyin, Allah'tan geldiğini kesin olarak bilir. İlham zannîdir.
(Zurkânî, Menâhilu'l-İrfân, Kahire 1954, I, 64).
İham, Batı dünyasında mistisizm; Doğu dünyasında ve özellikle İslâm aleminde tasavvufun gerçeğe ulaşma yollarından biri ve en önemlisi olan sezgi (hads-instuition) ile eş anlamlı kullanılmıştır. Sûfiler ilham'ı bir bilgi edinme yolu olarak kabul etmiştir. (Curcânî, Ta'rifât, sf: 35 ; Şamil İslam Ansiklopedisi)


Son cümlede gördüğümüz gibi , ehli sünnet müslümanlar değil , sufiyye bunu kendine kullanarak istediğini dizme imkânı bulmuş ve böyle ilim elde edilir itikadındadırlar. Fakat üst tarafta gördüğümüz gibi İslam akaidinde buna itibar eidlmez


https://www.islam-tr.org/konu/ilham-ilim-elde-etme-yolu-degildir.9569/

https://www.islam-tr.org/konu/islamda-keramet.22561/
 
Ömer2 Çevrimdışı

Ömer2

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Su konu ne zaman son bulacak acaba bunun gibi birkac konu daha.

Kardesler vakit kisitli ne kadar amel o kadar cok cennet sahabenin ve rasulallahin quranin ve sunnetin disina mumkunse cikmayin zaman kaybidir.
 
C Çevrimdışı

cuheyman el-uteybi

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Screenshot_2018-02-04-00-26-59.png
 
Üst Ana Sayfa Alt