E
Çevrimdışı
Ebu & Dücane
Misafir
Bir zamanlar bu mısraları nağme olarak dinler ve mırıldanırdık. Şimdi ise bütün boyutu ile bu tufanın tam da ortasında –yaşamaksa- yaşamaya devam ediyoruz. Umarım ki bu tufanda geminin içinde kalanlardan oluruz. Evet, siyasette, ekonomide ahlakta ve ilimde tam manasıyla tufanın korkunç dalgalarıyla iç içe kaldık. “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü yasaklayan bir topluluk bulunsun İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Ali İmran 104).
Kurtuluş reçetesinin Emr-i bil Maruf ve Nehi Anil Münker olduğu hususunda hiç mi hiç şüphem yoktur. Bu ayet-i kerimede ifade edilen hayır, Kur´an ve sünnete tabi olmaktır. Rasullallah´a insanların en hayırlısı sorulduğu zaman ‘iyiliği emredip kötülüğü yasaklayanlar´ buyurduğu hayırlı zümreden olmak ve o zümreyi ayakta tutmak bu ümmete farzdır. İşte bu seçkin ümmet, ibadetleri titizlikle işlemeye günahlardan son derece kaçınmaya sabrederek hayırlı ümmet olma hususunda yarışmalıdır. “Gökten düşmek bana Allah (c.c)´ın hükmetmiş olduğu bir şeye keşke öyle olmasaydı demekten daha sevimli gelir.” diyen Abdullah bin Abbas rızasıyla hükme razı hayırlı ümmet mutlaka her devirde bulunmalıdır.
Allah (c.c) aşkına zahiri kıblesiyle kalbinin kıblesi birbirini tutmayan sözde takva müminlerin toplumu böyle mi olmalıydı! Dünyevi azık uğruna ahiret azığını rafa kaldıran sözde zahit Müslümanların toplumu böyle mi olmalıydı? Hayır Asla! “(Ey Müminler) ahiret için azık toplayınız. Şüphesiz ki en hayırlı azık takva azığıdır.” (Bakara 197)
Ebul Ferec Cevzi der ki: İblis bir kavmi aldattı. Onlar biz Allah (c.c) ‘a tevekkül edenleriz deyip azık almadan Hac yoluna çıktılar. Hâlbuki şeytan onları aldattı.”
Hakkın yolunda olduğunu zanneden niceleri hakikatte şeytanın oyuncağı olmuş zavallılardır. Ahiret azığı, Kur´an ve sünnet terk edilip nice bidatleri din diye yaşamakla elde edilemez. Ahiret azığı Allah (c.c)´ın kitabı ve dini sadece mescitlerde hatırlanmakla asla elde edilemez. İnsanın bu dünyada iki seferi vardır. Birincisi dünyada yapmış olduğu seferlerdir. Dünyadaki seferleri menziline göre azık ister. Binek ister, refik ister. İkinci sefer ise dünyadan Ahirete yapılacak olan seferidir. Bu uzun sefer de azıksız olmaz. İman, ihsan, hicret, cihad ve Emr-i Bil Maruf Nehyi Anil Münker ise bu seferin azığıdır.
Hz. Mevlana insanları şu misallerle vasfediyor: “Düşünün ki her iki arı da (bal ve eşek arısı) aynı çiçeği emer fakat birinden bal diğerinden zehir meydana gelir. Her iki kamış da (saz ve şeker kamışı) bir sulakta biter fakat birinin içi boş diğerinin içi şeker doludur.”
Bal arısı: Mü´min, eşek arısı kafir ikisi de aynı dünyada yaşıyor.
Şeker kamışı mü´min, saz kamışı kafir ikisi de aynı gıda ile besleniyor. İşte beşeriyet olarak aynı alemde yaşadığımız bu alemde bal arısı gibi hakikat çiçeklerinden alıp aleme bal ikram etmek için şu kıymetli nasihatten istifade etmemiz gerekir. Büyüklerden birisi der ki:
Elli yıl ibadet ettim ta ki şu üç şeyi terk edinceye kadar ibadetlerimden hiç zevk alamadım:
1-İnsanların rızasını terk edip Hakk´ı razı etme derdine düştüm, ağzımdan Hak dışında hiçbir kelam çıkmadı.
2-Fasıkların sohbetini terk ettim, salihlerin sohbetine sarıldım.
3-Dünya lezzetlerini terk ettim, ahiret tadları almaya başladım.
Bu dünyadaki Müslüman vasfı dışındaki sıfatlar hep gelip geçicidir. Aslolan bu sıfatla ölüm şerbetini içmektir. Müslüman dışında bir isimle ölmeyelim yoksa o günün hesabında hay halimize vay.. İbni Semmak şöyle anlatıyor: Heyecanlı bir şekilde balık avlamaya gelen avcı denize ağını attı ve ağdan bir insan kafatası çıktı. Avcı ona baktı ve ağlayarak şöyle dedi: Eğer azizsen izzetin seni terk etmedi mi? Zenginsen zenginliğin seni terk etmedi mi?
Fakirsen fakirliğin seni terk etmedi mi? Cömertsen cömertliğin seni terk etmedi mi? Kuvvetliysen kuvvetin seni terk etmedi mi? Âlimsen ilmin seni terk etmedi mi? Adam bunları tekrarlayarak ağladı. Evet, şimdi sen ey adam Müslüman sıfatıyla ölmediysen ne kıymeti kaldı ki başka başka sıfatların.
Evet, bizler istikameti bulmadıkça felaha eremeyiz. Çeşit çeşit meşrebi nostaljilerimizi bırakıp da Kuran –Sünnet çizgisinde istikamet üzere bir hayat tarzı sürmedikçe Allah katında da kullar katında da azizler olamayız. Zillet damgası yemiş zeliller olmaktan kurtulamayız. Tevbe suresinde ifade edilen şu üç sevgi her müminde hakiki manada oluşmadıkça kişi istikameti bulamaz.
1-Allah sevgisi
2-Rasulullah sevgisi
3-Cihad sevgisi
Bu üç sevginin önüne aldığımız her sevgiyi bizler farklı farklı isimlendirsek de Haktan alıkoyan Tağut ve nefsimizin ilah edinmiş olduğu bir puttan başka bir şey değildir. İbn Ebi-dünyadan rivayetle Ebu Hazım buyuruyor ki on dört düşman beni gözlüyor. Bunların dördü canlı düşmandır:
1-Beni saptırmak isteyen şeytan,
2-Bana haset eden mümin,
3-Bana savaş ilan eden kâfir,
4-Bana buğzeden münafık.
On tanesi ise şunlardır:
1-Açlık 2-Susuzluk 3-Sıcaklık 4-Soğukluk 5-Çıplaklık 6-Bunaklık 7-Hastalık 8-Fakirlik 9-Ölüm 10-Cehennem Ateşi
Ben bu düşmanların hepsiyle ancak her zaman ve zeminde işleyen bir silahla baş edebilirim. Ben takvadan daha üstün bir silah bulamıyorum.”
Evet işte zahiri, batini ve doğal düşmanların tamamına karşı kişiyi muhafaza edecek yegane silah takva silahıdır. Müslümanlar her zaman ve her zeminde hak çizgisinde birbirine destekçi ve yardımcı pozisyonunda olmalıdır. İslam dini müminlere topyekûn iyilik ve takva üzere birbirleriyle yardımlaşmayı emrediyor şöyle ki; “İyilik ve takva üzere yardımlaşınız. Günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayınız. Allah (c.c.)´tan korkun, çünkü Allah (c.c.) ‘ın cezası pek şiddetlidir.” (Maide 2) Emr-i bil maruf ve nehyi anil münkeri göz ardı ederek sadece ferdi ibadetlerle meşgul olmak dinin bir kısmını alıp diğer bir kısmını ihmal etmek manasına gelir ki bu asla caiz olmaz. İnsanların içine karışıp onları Allah (c.c.) ‘ın dinine davet esnasında kişinin başına gelen sıkıntılara katlanmak Rasulullah Efendimizin övdüğü hayırlı müminlerin sıfatıdır.
Günahlar toplumu ayrık otları gibi sarmışken; Bu toplumu ayrık otlarından temizleyip hayır ve takva tohumu ekecek bir nesil mutlaka hazır bulunmalıdır. Tarlayı istila etmiş ayrık otlarını ekmek için belki bir grup bahçıvana ihtiyaç yoktur. Çünkü bu ayrık otları kendiliğinden çoğalıp biter. Ama tarlayı bu ayrık otlarından temizleyip ürün veren bir hububat ekmek için mutlaka bahçıvan ve ameleye ihtiyaç vardır. İşte dünya tarlasındaki enva-ı çeşit ürüne zarar veren ayrık otlarından dünya tarlasını temizlemek için bir zümre mutlaka hazır bulunmalıdır.
Allah (c.c.) için Hakkı ayakta tutma derdinde olan bir zümre asla kınayanın kınamasından korkmaz. İnsanların korkusu sebebiyle Hakkı söylemekten kaçınmaz. Adaleti ayakta tutmak ise ancak şahsında salih amellere gayretli, dış alemde de rızayı bariyi isteyerek Emr-i Bil Maruf Nehyi Anil Münker yaparak tahakkuk eder. Nasıl ki kurumuş topraklar ve ölü araziler yağmur suyuyla ihya olmayı bekler. ölü kalpler de Allah ve Rasulünün çağrısıyla hayat bulmayı bekler. Mümin öncelikle İslam´ın bad-ı sabasıyla hayat bulur, vahyin soluklarıyla ihya olur sonra da Bereket bulutu olup âlemin her tarafına bereket yağmurları olarak sağanak sağanak rahmetle iner. “Ey iman edenler! Allah ve Rasulü size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman icabet edin.” (Enfal 24) Müfessirlerin bir kısmı bu ayetteki hayat verecek şeyi Allah yolunda cihad olarak tefsir etmiştir. Unutmamak gerekir ki dünya hayatı bir imtihandır. Allah (c.c.) ‘ın taraftarlarının ve şeytanın taraftarlarının birbirinden ayrıldığı makamdır. Ahiretin tarlası olan bu dünya Allah (c.c.) ın ve şeytanın taraftarlarının birbiriyle yapmış olduğu çok mücadeleye şahitlik etti. Etmeye de devam edecektir. İman boyasıyla boyanan müminler bu boyayı antipas (astar boya) olarak görüp de üzerine şehevi duyguların ve sapık ideolojilerin boyalarıyla boyanmadıkça azizdir, dünya ve ahiret saadetine müstahaktır. Aksi halde üzerine sürmüş olduğu yalancı boyalar hakikat yağmurlarıyla ayan beyan gün yüzüne renksiz olarak atılıverdiği O gün hüsrana uğrayanlardandır. Ahir zamanın fitne ve fücur fırtınası olanca gücüyle eserken Allah (c.c.)´a iman ettim istikamet üzere kalıp istikamet üzere ölmeye azmettim diyen itikadı sağlam bir topluluk âlemin ıslahı için var gücüyle çalışmalıdır. Bu zümre ilimde, irfanda, ahlakta ve en güzel mücadele metotlarına ehil bir yapıya sahip olmalıdır. Ahir zamanda belki davetçilerin çok olduğunu düşünebiliriz. Ama maalesef pek çoğu kendisine çağırıyor. Allah (c.c.)´a ve dinine değil. Nefsi hesap ve menfaatlerden arınmış yalnızca Allah (c.c.)´ın dininin yücelmesine hizmet eden davet netice itibarıyla övülmüştür. Bu evsaf üzere olanlar da şüphesiz ki ümmetin baş tacıdır. Göz nurudur. Halimiz böyleyken;
Ey otorite sahipleri! Şunu unutmayınız ki ümmetin bu hale gelmesinden ilk sorulacak sizlersiniz. Geçici olan o makamlar sizleri sırat ortasında durdurup da ateşe döken ateş atları olmasın. Dünyanın dört bir yanında Müslümanların başında bulunan yöneticiler! Şunu unutmayınız ki ümmetin dünya ve ahiret saadetini temin etmek için çalışmak sizin asli vazifenizdir. Bu vazifeyi size verenin huzurunda hesap vereceğinizi asla unutmayınız.
Cahil bırakılmış halklarınızın cehaletinden, aç ve sefil duruma düşürülmüş toplumlarınızın sefaletinden, ahlaksızlık ve fuhşiyyatta sınır tanımaz hale gelmiş avamın ahvalinden, mustazaf düşürülerek akıtılan masum kanlardan, mukaddesata uzanan dillerden, anne ve babasını katletmeyi bile mübah görecek kadar azan serkeşlerden, Allah(c.c)tan ve ona kulluktan uzaklaştırılan nesillerden üç- beş kuruş menfaat elde etme uğruna Siyonist kulüplerine burs için sıraya dizilmiş gençlerden, içki, kumar ve uyuşturucu sebebiyle dağılan yuvalardan; yalan talan soygun ve ihanet şebekelerinden dolayı huzurullahta hesaba çekilmekten hiç mi korkmuyorsunuz hiç mi?
Sonuç olarak sizler; Egemen güçlerin taşeronluğundan, rantiyecilerin gölgesinden, diyalogcuların güdümünden, global ve yerel menfaat hanedanlarından kurtulmadıkça ne Hakkı ne de halklarınızı memnun edemezsiniz. Ey Müslüman Alimler! Şunu unutmayınız ki sizler Hakkın sözcüsü ve hakikatin önderisiniz. Allahın Rasulünün varisisiniz. Sizin mesleğiniz Allah(c.c)ın kullarına Allah(c.c)ı sevdirmektir. Allah(c.c) ile kulları arasına şehvet ve menfaat perdeleri çekenlere arka çıkmak değildir. Hak namına haykırman gereken yerde susmak değildir. Batılın ve yaranının Belamı olmak değildir.
Dünyanın dört bir yanında Allah (c.c)´ın koymuş olduğu sınırlar çiğnendikçe susmaya devam ederseniz vebali sizlerin üzerinedir. İnsanlar bu dinin asla zalimlerden yana olamayacağını sizlerin sözlerinizden ve yaşantınızdan öğrenecekler. Peki ya sizler zalim ve despotların akıl hocaları gibi zalimler yanında vitrinlenirseniz mahşeri kübrada hangi vitrine konulacağınızı hiç düşünmez misiniz? Ve şunu hiçbir İslam âlimi unutmamalıdır; ya Allah (c.c) ve Rasulü adına iş gören Rabbani âlimler olursunuz ki işte o zaman makamınınız Nebilerle haşrolmaktır, ya da ilim sıfatıyla övünüp yaratanına karşı ilk filozof çığırı açan şeytanın bile maskarası olursunuz.
Ey Ümmetin Âlimleri! Müslümanlar ümmet olma bilincini, bir Halife etrafında cemaat olma şuurunu sizden öğrenecek. Bir halifeye biat etmeden ölmenin cahiliye ölümü üzere ölmek olduğunu sizden öğrenecek. Kudsü Şerif´in mahzuniyetinin ilk çehresini sizin mana dolu bakışlarınızla sezecek. Gözü yaşlı dualarına dünyanın dört bir tarafında inim inim inleyen Müslüman kardeşlerini katmasını sizden öğrenecek. Sizler yaptığınız işlerde usulüne riayet etmedikçe fıkha uygunluğunu gözetmedikçe muamelatın doğru olup olmadığına bakmadıkça insanlara kötü örnek oluyorsunuz. Peşinize taktığınız insanlara yaptığınız şey yanlıştır diye iyi niyetle uyarılmak istense bile sen falan hocadan, falan efendiden, falan abiden, falan üstazdan daha mı iyi biliyorsun cevabı alınmak suretiyle onların da doğru yoldan sapmasına sebep olabiliyorsunuz. Peygamberler dışında masumiyet yani günah işlemekten ve hata yapmaktan kimse korunmuş değildir. Hatadan dönmek ve bilemediğini açıkça söyleyebilmek Ehlisünnet ulemanın şiarıdır.
Ey Müslüman halklar! Ey İnsanlık! Daha hala Batıldan Hak´ka, zulümden adalete, cehaletten ilme ve irfana, çıplaklıktan tesettüre, küfür´den imana, karanlıktan aydınlığa, şirkten tevhide, günahlardan tevbeye, zilletten izzete, haramlardan helallere, nefsaniyetten hakkaniyete, dünya sevgisinden ahirete, şehvetten kur´an ve sünnete, şeytanın yolundan Allah´ın yoluna, fesattan ıslaha, beşeri İdollerin zilletinden İslam´ın izzetine dönme vakti gelmedi mi? Makamına mahkûm, nefsine memur, servetine mağrur, şehvetine esir, menfaatine kesir (çok), haksız kazancına mesrur bir toplum asla iflah olmaz. Hal böyleyken:
Ömer ARİF
Kurtuluş reçetesinin Emr-i bil Maruf ve Nehi Anil Münker olduğu hususunda hiç mi hiç şüphem yoktur. Bu ayet-i kerimede ifade edilen hayır, Kur´an ve sünnete tabi olmaktır. Rasullallah´a insanların en hayırlısı sorulduğu zaman ‘iyiliği emredip kötülüğü yasaklayanlar´ buyurduğu hayırlı zümreden olmak ve o zümreyi ayakta tutmak bu ümmete farzdır. İşte bu seçkin ümmet, ibadetleri titizlikle işlemeye günahlardan son derece kaçınmaya sabrederek hayırlı ümmet olma hususunda yarışmalıdır. “Gökten düşmek bana Allah (c.c)´ın hükmetmiş olduğu bir şeye keşke öyle olmasaydı demekten daha sevimli gelir.” diyen Abdullah bin Abbas rızasıyla hükme razı hayırlı ümmet mutlaka her devirde bulunmalıdır.
Allah (c.c) aşkına zahiri kıblesiyle kalbinin kıblesi birbirini tutmayan sözde takva müminlerin toplumu böyle mi olmalıydı! Dünyevi azık uğruna ahiret azığını rafa kaldıran sözde zahit Müslümanların toplumu böyle mi olmalıydı? Hayır Asla! “(Ey Müminler) ahiret için azık toplayınız. Şüphesiz ki en hayırlı azık takva azığıdır.” (Bakara 197)
Ebul Ferec Cevzi der ki: İblis bir kavmi aldattı. Onlar biz Allah (c.c) ‘a tevekkül edenleriz deyip azık almadan Hac yoluna çıktılar. Hâlbuki şeytan onları aldattı.”
Hakkın yolunda olduğunu zanneden niceleri hakikatte şeytanın oyuncağı olmuş zavallılardır. Ahiret azığı, Kur´an ve sünnet terk edilip nice bidatleri din diye yaşamakla elde edilemez. Ahiret azığı Allah (c.c)´ın kitabı ve dini sadece mescitlerde hatırlanmakla asla elde edilemez. İnsanın bu dünyada iki seferi vardır. Birincisi dünyada yapmış olduğu seferlerdir. Dünyadaki seferleri menziline göre azık ister. Binek ister, refik ister. İkinci sefer ise dünyadan Ahirete yapılacak olan seferidir. Bu uzun sefer de azıksız olmaz. İman, ihsan, hicret, cihad ve Emr-i Bil Maruf Nehyi Anil Münker ise bu seferin azığıdır.
Hz. Mevlana insanları şu misallerle vasfediyor: “Düşünün ki her iki arı da (bal ve eşek arısı) aynı çiçeği emer fakat birinden bal diğerinden zehir meydana gelir. Her iki kamış da (saz ve şeker kamışı) bir sulakta biter fakat birinin içi boş diğerinin içi şeker doludur.”
Bal arısı: Mü´min, eşek arısı kafir ikisi de aynı dünyada yaşıyor.
Şeker kamışı mü´min, saz kamışı kafir ikisi de aynı gıda ile besleniyor. İşte beşeriyet olarak aynı alemde yaşadığımız bu alemde bal arısı gibi hakikat çiçeklerinden alıp aleme bal ikram etmek için şu kıymetli nasihatten istifade etmemiz gerekir. Büyüklerden birisi der ki:
Elli yıl ibadet ettim ta ki şu üç şeyi terk edinceye kadar ibadetlerimden hiç zevk alamadım:
1-İnsanların rızasını terk edip Hakk´ı razı etme derdine düştüm, ağzımdan Hak dışında hiçbir kelam çıkmadı.
2-Fasıkların sohbetini terk ettim, salihlerin sohbetine sarıldım.
3-Dünya lezzetlerini terk ettim, ahiret tadları almaya başladım.
Bu dünyadaki Müslüman vasfı dışındaki sıfatlar hep gelip geçicidir. Aslolan bu sıfatla ölüm şerbetini içmektir. Müslüman dışında bir isimle ölmeyelim yoksa o günün hesabında hay halimize vay.. İbni Semmak şöyle anlatıyor: Heyecanlı bir şekilde balık avlamaya gelen avcı denize ağını attı ve ağdan bir insan kafatası çıktı. Avcı ona baktı ve ağlayarak şöyle dedi: Eğer azizsen izzetin seni terk etmedi mi? Zenginsen zenginliğin seni terk etmedi mi?
Fakirsen fakirliğin seni terk etmedi mi? Cömertsen cömertliğin seni terk etmedi mi? Kuvvetliysen kuvvetin seni terk etmedi mi? Âlimsen ilmin seni terk etmedi mi? Adam bunları tekrarlayarak ağladı. Evet, şimdi sen ey adam Müslüman sıfatıyla ölmediysen ne kıymeti kaldı ki başka başka sıfatların.
Evet, bizler istikameti bulmadıkça felaha eremeyiz. Çeşit çeşit meşrebi nostaljilerimizi bırakıp da Kuran –Sünnet çizgisinde istikamet üzere bir hayat tarzı sürmedikçe Allah katında da kullar katında da azizler olamayız. Zillet damgası yemiş zeliller olmaktan kurtulamayız. Tevbe suresinde ifade edilen şu üç sevgi her müminde hakiki manada oluşmadıkça kişi istikameti bulamaz.
1-Allah sevgisi
2-Rasulullah sevgisi
3-Cihad sevgisi
Bu üç sevginin önüne aldığımız her sevgiyi bizler farklı farklı isimlendirsek de Haktan alıkoyan Tağut ve nefsimizin ilah edinmiş olduğu bir puttan başka bir şey değildir. İbn Ebi-dünyadan rivayetle Ebu Hazım buyuruyor ki on dört düşman beni gözlüyor. Bunların dördü canlı düşmandır:
1-Beni saptırmak isteyen şeytan,
2-Bana haset eden mümin,
3-Bana savaş ilan eden kâfir,
4-Bana buğzeden münafık.
On tanesi ise şunlardır:
1-Açlık 2-Susuzluk 3-Sıcaklık 4-Soğukluk 5-Çıplaklık 6-Bunaklık 7-Hastalık 8-Fakirlik 9-Ölüm 10-Cehennem Ateşi
Ben bu düşmanların hepsiyle ancak her zaman ve zeminde işleyen bir silahla baş edebilirim. Ben takvadan daha üstün bir silah bulamıyorum.”
Evet işte zahiri, batini ve doğal düşmanların tamamına karşı kişiyi muhafaza edecek yegane silah takva silahıdır. Müslümanlar her zaman ve her zeminde hak çizgisinde birbirine destekçi ve yardımcı pozisyonunda olmalıdır. İslam dini müminlere topyekûn iyilik ve takva üzere birbirleriyle yardımlaşmayı emrediyor şöyle ki; “İyilik ve takva üzere yardımlaşınız. Günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayınız. Allah (c.c.)´tan korkun, çünkü Allah (c.c.) ‘ın cezası pek şiddetlidir.” (Maide 2) Emr-i bil maruf ve nehyi anil münkeri göz ardı ederek sadece ferdi ibadetlerle meşgul olmak dinin bir kısmını alıp diğer bir kısmını ihmal etmek manasına gelir ki bu asla caiz olmaz. İnsanların içine karışıp onları Allah (c.c.) ‘ın dinine davet esnasında kişinin başına gelen sıkıntılara katlanmak Rasulullah Efendimizin övdüğü hayırlı müminlerin sıfatıdır.
Günahlar toplumu ayrık otları gibi sarmışken; Bu toplumu ayrık otlarından temizleyip hayır ve takva tohumu ekecek bir nesil mutlaka hazır bulunmalıdır. Tarlayı istila etmiş ayrık otlarını ekmek için belki bir grup bahçıvana ihtiyaç yoktur. Çünkü bu ayrık otları kendiliğinden çoğalıp biter. Ama tarlayı bu ayrık otlarından temizleyip ürün veren bir hububat ekmek için mutlaka bahçıvan ve ameleye ihtiyaç vardır. İşte dünya tarlasındaki enva-ı çeşit ürüne zarar veren ayrık otlarından dünya tarlasını temizlemek için bir zümre mutlaka hazır bulunmalıdır.
Allah (c.c.) için Hakkı ayakta tutma derdinde olan bir zümre asla kınayanın kınamasından korkmaz. İnsanların korkusu sebebiyle Hakkı söylemekten kaçınmaz. Adaleti ayakta tutmak ise ancak şahsında salih amellere gayretli, dış alemde de rızayı bariyi isteyerek Emr-i Bil Maruf Nehyi Anil Münker yaparak tahakkuk eder. Nasıl ki kurumuş topraklar ve ölü araziler yağmur suyuyla ihya olmayı bekler. ölü kalpler de Allah ve Rasulünün çağrısıyla hayat bulmayı bekler. Mümin öncelikle İslam´ın bad-ı sabasıyla hayat bulur, vahyin soluklarıyla ihya olur sonra da Bereket bulutu olup âlemin her tarafına bereket yağmurları olarak sağanak sağanak rahmetle iner. “Ey iman edenler! Allah ve Rasulü size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman icabet edin.” (Enfal 24) Müfessirlerin bir kısmı bu ayetteki hayat verecek şeyi Allah yolunda cihad olarak tefsir etmiştir. Unutmamak gerekir ki dünya hayatı bir imtihandır. Allah (c.c.) ‘ın taraftarlarının ve şeytanın taraftarlarının birbirinden ayrıldığı makamdır. Ahiretin tarlası olan bu dünya Allah (c.c.) ın ve şeytanın taraftarlarının birbiriyle yapmış olduğu çok mücadeleye şahitlik etti. Etmeye de devam edecektir. İman boyasıyla boyanan müminler bu boyayı antipas (astar boya) olarak görüp de üzerine şehevi duyguların ve sapık ideolojilerin boyalarıyla boyanmadıkça azizdir, dünya ve ahiret saadetine müstahaktır. Aksi halde üzerine sürmüş olduğu yalancı boyalar hakikat yağmurlarıyla ayan beyan gün yüzüne renksiz olarak atılıverdiği O gün hüsrana uğrayanlardandır. Ahir zamanın fitne ve fücur fırtınası olanca gücüyle eserken Allah (c.c.)´a iman ettim istikamet üzere kalıp istikamet üzere ölmeye azmettim diyen itikadı sağlam bir topluluk âlemin ıslahı için var gücüyle çalışmalıdır. Bu zümre ilimde, irfanda, ahlakta ve en güzel mücadele metotlarına ehil bir yapıya sahip olmalıdır. Ahir zamanda belki davetçilerin çok olduğunu düşünebiliriz. Ama maalesef pek çoğu kendisine çağırıyor. Allah (c.c.)´a ve dinine değil. Nefsi hesap ve menfaatlerden arınmış yalnızca Allah (c.c.)´ın dininin yücelmesine hizmet eden davet netice itibarıyla övülmüştür. Bu evsaf üzere olanlar da şüphesiz ki ümmetin baş tacıdır. Göz nurudur. Halimiz böyleyken;
Ey otorite sahipleri! Şunu unutmayınız ki ümmetin bu hale gelmesinden ilk sorulacak sizlersiniz. Geçici olan o makamlar sizleri sırat ortasında durdurup da ateşe döken ateş atları olmasın. Dünyanın dört bir yanında Müslümanların başında bulunan yöneticiler! Şunu unutmayınız ki ümmetin dünya ve ahiret saadetini temin etmek için çalışmak sizin asli vazifenizdir. Bu vazifeyi size verenin huzurunda hesap vereceğinizi asla unutmayınız.
Cahil bırakılmış halklarınızın cehaletinden, aç ve sefil duruma düşürülmüş toplumlarınızın sefaletinden, ahlaksızlık ve fuhşiyyatta sınır tanımaz hale gelmiş avamın ahvalinden, mustazaf düşürülerek akıtılan masum kanlardan, mukaddesata uzanan dillerden, anne ve babasını katletmeyi bile mübah görecek kadar azan serkeşlerden, Allah(c.c)tan ve ona kulluktan uzaklaştırılan nesillerden üç- beş kuruş menfaat elde etme uğruna Siyonist kulüplerine burs için sıraya dizilmiş gençlerden, içki, kumar ve uyuşturucu sebebiyle dağılan yuvalardan; yalan talan soygun ve ihanet şebekelerinden dolayı huzurullahta hesaba çekilmekten hiç mi korkmuyorsunuz hiç mi?
Sonuç olarak sizler; Egemen güçlerin taşeronluğundan, rantiyecilerin gölgesinden, diyalogcuların güdümünden, global ve yerel menfaat hanedanlarından kurtulmadıkça ne Hakkı ne de halklarınızı memnun edemezsiniz. Ey Müslüman Alimler! Şunu unutmayınız ki sizler Hakkın sözcüsü ve hakikatin önderisiniz. Allahın Rasulünün varisisiniz. Sizin mesleğiniz Allah(c.c)ın kullarına Allah(c.c)ı sevdirmektir. Allah(c.c) ile kulları arasına şehvet ve menfaat perdeleri çekenlere arka çıkmak değildir. Hak namına haykırman gereken yerde susmak değildir. Batılın ve yaranının Belamı olmak değildir.
Dünyanın dört bir yanında Allah (c.c)´ın koymuş olduğu sınırlar çiğnendikçe susmaya devam ederseniz vebali sizlerin üzerinedir. İnsanlar bu dinin asla zalimlerden yana olamayacağını sizlerin sözlerinizden ve yaşantınızdan öğrenecekler. Peki ya sizler zalim ve despotların akıl hocaları gibi zalimler yanında vitrinlenirseniz mahşeri kübrada hangi vitrine konulacağınızı hiç düşünmez misiniz? Ve şunu hiçbir İslam âlimi unutmamalıdır; ya Allah (c.c) ve Rasulü adına iş gören Rabbani âlimler olursunuz ki işte o zaman makamınınız Nebilerle haşrolmaktır, ya da ilim sıfatıyla övünüp yaratanına karşı ilk filozof çığırı açan şeytanın bile maskarası olursunuz.
Ey Ümmetin Âlimleri! Müslümanlar ümmet olma bilincini, bir Halife etrafında cemaat olma şuurunu sizden öğrenecek. Bir halifeye biat etmeden ölmenin cahiliye ölümü üzere ölmek olduğunu sizden öğrenecek. Kudsü Şerif´in mahzuniyetinin ilk çehresini sizin mana dolu bakışlarınızla sezecek. Gözü yaşlı dualarına dünyanın dört bir tarafında inim inim inleyen Müslüman kardeşlerini katmasını sizden öğrenecek. Sizler yaptığınız işlerde usulüne riayet etmedikçe fıkha uygunluğunu gözetmedikçe muamelatın doğru olup olmadığına bakmadıkça insanlara kötü örnek oluyorsunuz. Peşinize taktığınız insanlara yaptığınız şey yanlıştır diye iyi niyetle uyarılmak istense bile sen falan hocadan, falan efendiden, falan abiden, falan üstazdan daha mı iyi biliyorsun cevabı alınmak suretiyle onların da doğru yoldan sapmasına sebep olabiliyorsunuz. Peygamberler dışında masumiyet yani günah işlemekten ve hata yapmaktan kimse korunmuş değildir. Hatadan dönmek ve bilemediğini açıkça söyleyebilmek Ehlisünnet ulemanın şiarıdır.
Ey Müslüman halklar! Ey İnsanlık! Daha hala Batıldan Hak´ka, zulümden adalete, cehaletten ilme ve irfana, çıplaklıktan tesettüre, küfür´den imana, karanlıktan aydınlığa, şirkten tevhide, günahlardan tevbeye, zilletten izzete, haramlardan helallere, nefsaniyetten hakkaniyete, dünya sevgisinden ahirete, şehvetten kur´an ve sünnete, şeytanın yolundan Allah´ın yoluna, fesattan ıslaha, beşeri İdollerin zilletinden İslam´ın izzetine dönme vakti gelmedi mi? Makamına mahkûm, nefsine memur, servetine mağrur, şehvetine esir, menfaatine kesir (çok), haksız kazancına mesrur bir toplum asla iflah olmaz. Hal böyleyken:
Ömer ARİF