E
Çevrimdışı
Ey Vahyin Çocukları!
DİRENİN
Tek bir ümmet olarak Allah'ın nurunu söndürmeye çalışmalarına rağmen "Kafirler hoşlanmasalar dahi…" (61, Saff/8) nurunu tamamlayacağını vadeden alemlerin rabbi Allah'a hamdolsun. Salât ve selam tarihin her döneminde hak üzere Allah yolunda mücadele edecek Müslümanların varlığını bizlere haber veren ve "Onları yalnız bıra¬kanlar veya kendilerine mu¬halefet edenler, onlara hiç bir şekilde zarar veremezler" buyurarak mü'minlerin kalbine sebatı aşılayan Rasulullah (sallallahu aleyhi ve selem)'in, O'nun ailesinin, ashabının ve kıyamet gününe kadar O'nun sancağını taşıyanların üzerine olsun.
Hiç şüphesiz ki 11 Eylül günü büyük şeytan ABD'nin kendi evinde bütün dünyanın gözü önünde gururunun kırılması dünya tarihinin seyri açısından yeni bir başlangıç olmuştur. Kan emici bir sülük misali İslam topraklarından faydalanmayı kendisine adet edinmiş ABD, bu olayı bir fırsat bilmiş ve "Büyüklük olumsuz durumlardan kârlı çıkmayı bilmektir" mantığı gereğince ilk iş olarak masum Afgan halkının topraklarını işgal etmiştir.
Ancak işgalin ardından işinin pek de kolay olmayacağını gören ABD, hemen müttefiklerini yardımına çağırmış ve "Bu bir haçlı savaşıdır" diyerek de savaşın adını koymuştur. Artık ya haçlılarla beraber olmak vardır ya da haçlıların karşısında olmak…
Elbette tüm dünya Müslümanları, ABD'nin bu çağrısına sessiz kalmamışlar ve saflarını hiçbir kapalılığa gereksinim hissettirmeyecek derecede açık ve net olarak ilan etmişlerdir. Müslümanların safı ancak ve ancak haçlılara karşı mücahidlerin safı olmuştur.
Mustazaf İslam ümmetinin göstermiş olduğu bu şahsiyetli ve erdemli duruşu ne yazık ki İslam coğrafyasının yöneticileri gösterememişler, kendilerini Müslüman olarak isimlendirmelerine rağmen İslam'dan fersah fersah uzak olduklarını açıkça ızhar ettikleri gibi insanlık, şahsiyet ve karakter gibi erdemli vasıflardan da ne kadar yoksun olduklarını tüm dünyanın gözü önünde sergilemişlerdir. Nasıl ki İslam ümmeti hiçbir kapalılığa yer vermeyecek şekilde saflarını mücahidlerin yanı olarak belirlemişse, bu yöneticiler de açık, net ve sarih bir şekilde saflarını belirlemişler, ABD'nin kuyruğunda yer almayı kendilerine saf olarak tercih etmişlerdir. Ve artık dünya iki safa ayrılmıştır… Haçlılar ve onların karşısında duran İslam ümmeti…
“İşte şu ikisi Rableri hakkında tartışmaya girmiş iki düşmandırlar." (22, Hac/19)
İlk etapta ABD İslam ümmetinin kendisine karşı topyekûn bir direniş sergileyeceğini hesaba katmamış, yandaşlarından sadece askerî alanda destek istemekle yetinmiştir. Ancak Allah'a verdikleri ahdi yerine getirme adına İslam coğrafyasının dört bir tarafından bu topraklara akın ederek şehadete koşan, şahitlik ettikleri gerçekleri bilfiil dile getirmek isteyen mü'minlerin tarihe geçecek bir direniş göstermeleri ABD'nin özellikle Afganistan'da ve arkasından da Irak'ta bütünüyle köşeye sıkışmasına, umduğuna ulaşamamasına neden olmuştur. İster istemez bunun neticesinde ise büyük şeytan ABD, müttefiklerinden yeni siyasi taleplerde bulunmuş, müttefiklerinin kendisine gereken her türlü desteği vermemelerini onlardan istemiştir. Bununla birlikte kendi safında yer almama gibi bir gaflette bulunma ihtimali olan devletlere de aba altından sopa göstermeyi ihmal etmemiştir.
ABD'nin askeri ve siyasi taleplerine olumlu cevap verenlerin başında hiç şüphesiz T.C devleti ve özellikle de AKP hükümeti gelmiştir. Müslümanlarla sadece Afganistan'da ve Irak'ta savaşılmamasının gerektiğini, bu savaşın dünyanın her bir karışında ve topyekûn olarak sürdürülmesinin lüzumunu açıkça dile getiren ABD'nin bu talepleri kısa sürede Türk Hükümeti katında olumlu cevap bulmuş ve artık Müslümanlar kendi ülkelerinde dahi adım adım takip edilmeye başlanmış, sistemin kolluk kuvvetleri tarafından fişlenme altına alınmışlardır.
T.C Emiyet(siz) Güçleri tarafından Müslümanlara karşı ilk olarak 2002 yılının Şubat ayı başında Konya ve Bursa merkezli olmak üzere küçük çaplı operasyonlar yapılmış, Müslümanlar o güne kadar isimlerini dahi bilmedikleri örgütlere üye olmak iftirasıyla tutuklanarak ceza evine gönderilmişlerdir. Ancak özellikle AKP hükümetinin iktidara gelmesi ve yine bununla beraber Türkiyeli mücahidlerin cihad bölgelerine akın akın hicret etmesi ve orada ABD güçlerine büyük kayıplar verdirmesi ister istemez gerek ABD'nin gerekse onun kuklası AKP'nin bütün dikkatlerini Türkiye'ye sınırları içine çevirmiştir.
Cephede erkekçe Müslümanlara karşı göğüs göğse savaşamayacağını anlayan ABD suyu kaynağından kesmeyi murat etmiş ve bu amaçla Müslümanların cihad bölgelerine hicret edememesi adına ülkelerinde göz altına alınmalarını, tutuklanmalarını talep etmiştir. İşte ABD'nin bu talebi onun emrini hazır kıta yerine getirme görevini kendisine din edinmiş AKP hükümeti tarafından eksiksiz yerine getirilmeye başlanmıştır. İlk etapta yılda bir veya iki kez Müslümanların evlerine tecavüz eden, zindanlarını ümmetin gençleri ile doldurmaya çalışan demokratik diktatörlük ABD'nin bu isteğinden sonra haddini aşmıştır. Artık namus, ırz, şeref ve haysiyete yönelik bu saldırılar neredeyse ayda bir yapılır hale gelmiştir. Özellikle son dönemde sadece belirli bölgelerle sınırlı kalmayan operasyonlarda en ilgi çekici nokta operasyonların medyanın gözü önünde yapılması olmuştur. Özellikle yazılı ve görsel medya operasyonlara büyük yer vermiş ve bu şekilde zaten bütün medyayı elinde bulunduran AKP hükümeti ABD'ye karşı ne denli itaatkâr bir hizmetçi olduğunu tüm dünyaya duyurmuştur. Bununla beraber medyada çıkan haberlerde ilginç nokta Müslümanlara yönelik adice iftiraların ön plana çıkarılması olmuştur. Bundan 3 yıl önce Konya merkezli olmak üzere Türkiye'nin 5 ayrı ilinde düzenlenen ve yaklaşık 48 kişinin gözaltına alındığı operasyonda Müslümanların devlet yöneticilerine suikast düzenleyecekleri ve yine aynı şekilde kimyasal madde üretiminde bulunan fabrikalara bombalı saldırılarda bulunacakları iftiraları hemen hemen bütün yazılı ve görsel basında ilk haber olarak yer almıştır. Aradan çok zaman geçmeden Gaziantep operasyonu düzenlenmiş, uzun yıllardır şehir içinde PKK'ya dahi silah sıkmayı beceremeyen kolluk kuvvetleri bu operasyonda bütün insanlık ilkelerini göz ardı ederek Müslümanları şehit etmiştir.
Ve arkasından tüm Türkiye'de operasyonlara hız verilmiş, ülkenin birçok yöresinde Müslümanlar ABD'nin arzularını tatmin edebilme adına tağutların zindanlarında esaret altına alınmıştır. Elbette bunlar bilinçli olarak yapılan bir oyunun parçalarıdır. Özellikle son operasyonlarda Müslümanlara, toplumun gözünde değersiz bir konuma sokma adına gasp, hırsızlık gibi iftiraların yönlendirilmesi her devirde tevhid erlerine karşı savaşan cahiliyenin genel ahlakından başka bir şey değildir.
Ancak tüm bu gayretler İslam ümmetinin üzerinde hiçbir olumsuz neticeye sebep olmamış bilakis Müslümanlar kendilerinden "Sadece Aziz ve Hamid olan Allah'a iman etmeleri nedeniyle intikam alındığının" (85, Buruc/8) bilinciyle davalarına karşı daha bir samimiyetle sarılmışlardır. İşte tam bu noktada bütün Müslümanların yakînen bildikleri bazı gerçekleri "O halde hatırlatmak fayda verirse hatırlat" (87, Ala/9) emri gereğince ve hatırlatmanın mü'min gönüllere fayda vereceği bilinci ile burada maddeler halinde tekrar dile getirmekte yarar vardır.
O Halde Ne Yapmalı?
1- Öncelikle topyekûn İslam ümmetine karşı savaş açan kafirlerin güç ve kuvveti karşısında acziyete düşmememiz, hedefimizden sapmamamız, gayret ve cehdimizi terk etmememiz gerekmektedir. Bizler Allah (sb)'nın “Allah’ın izniyle büyük bir topluluğa galip gelen nice küçük topluluklar vardır. Allah, sabredenlerle beraberdir.” (2, Bakara/249) buyruğunu gönüllerine nakşetmiş bir ümmetin temsilcileriyiz. Bu yüzden kafirlerin bizden sayıca çok olmaları, teknik olarak büyük imkanları barındırmaları, bizlerde kesinlikle zerre kadar bir ümitsizliğe ve gevşekliğe yol açmamalıdır. Zira;
“Kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez.” (12, Yusuf/87)
2- Bu savaşta galibiyetin ancak Allah'ın yardımına bağlı olduğu bilinci devamlı surette zihinlerde canlı tutulmalıdır. Allah'ın yardımından mahrum kalmanın ise sonucunun dünyada ve ahirette hüsran olduğu unutulmamalıdır.
"Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa, ondan sonra size kim yardım edebilir? Mü’minler, ancak Allah’a tevekkül etsinler" (3, Ali İmran/160)
3- Zaferin Allah'ın yardımına bağlı olduğu esası bizleri "Allah kimlere yardım eder?" sorusuna doğru cevap bulmaya sevketmelidir. Zira bu soruya vereceğimiz doğru cevap ve bu cevabın pratize edilmesi zaferin temel anahtarıdır. Ve Allah (sb) bu sorunun cevabını da bizlere net ve sarih olarak şu şekilde bildirmiştir:
"Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz (emrini tutar, dinini uygularsanız), O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır." (47, Muhammed/7)
Bilinmelidir ki Allah'ın yardımı ancak Allah'ın dinine yardım etmeye azmedenlere yöneliktir. Aynı zamanda bu mü'minlerin sağlam temeller üzerinde yürüyebilmelerinin de kesin bir şartıdır. O halde ilk etapta "Allah kimlere yardım eder?" sorusunun doğru cevabı "Allah kendi dinine yardım edenlere yardım eder" şeklinde bulunduktan sonra ikinci aşamada "Ben nasıl bu dine yardım edebilirim?" sorusunun cevaı aranmalıdır
4- Mutlak surette her birimizin Allah'ın dinine yardım etme adına yapabileceğimiz birçok şey vardır. Bunların başında ise davet, tebliğ ve irşad faaliyetleri gelmektedir. Şayet bilfiil cihad bölgelerine giderek Müslümanlarla beraber şeytanın taraftarlarına karşı cihad etmeye çeşitli sebeplerden dolayı nail olamamışsak dahi bulunduğumuz yerde Allah'ın dinini hiçbir kapalılığa yer vermeksizin haykırmak, şahitlik ettiğimiz esasları bütün çıplaklığıyla dile getirmek temel görevimiz olmalıdır. Bilinmelidir ki, davet, tebliğ ve irşad faaliyetleri cihad ahkamının icrasının temel direğidir. Bu yüzden Allah (Subhanehu ve Tealâ) "Ve onlara karşı (Kur'an'la) büyük bir cihad ver" (25, Furkan/52) buyurarak kafirlere yönelik tebliğ, davet ve irşad faaliyetini cihad amelinin en üst mertebesi olarak vasıflandırmıştır. Unutmamamız gerekir ki bugün İslam topraklarının bütünlüğü adına savaşan, Müslümanların namuslarını koruma adına canlarını siper eden mücahidler dün kendilerine yapılan açık tebliğler sonucunda İslam şuuruna erişmişlerdir. Bugün tebliğ, davet ve irşad çalışması sonucunda davaya kazandıracağımız her yeni bireyin cihad ahkâmının bilfiil icra edildiği topraklarda filiz açacağı gerçeğini bir an olsa dahi zihnimizden çıkarmamamız gerekmektedir. Bundan dolayı her Müslümanın, bütün gücü ile ve meşru bütün vesilelere sarılarak davet, tebliğ ve irşad çalışmasına katılması, bu çalışmadan zerre kadar dahi ödün vermeksizin bir hayat sürdürmesi temel ve başlıca görevidir.
5- Allah'ın dinine yardım sadece tebliğ, davet ve irşad faaliyetleri ile sınırlı kalmamalıdır. Bunun yanı sıra daha yapılması gereken birçok görevlerimiz mevcuttur. Bunların başında ise emanetlerimize sahip çıkmak vardır. Zira bizler biliyoruz ki emanetlere gereken özeni göstermeyenler ve emanetlere riayet etmeyenler nifaktan bir haslet taşımaktadırlar. Emanetlere hıyanet etmek öncelikle bize yönelik Allah'ın yardımının kesilmesine sebep olacaktır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Allah'ın yardımının bizden uzaklaşması ise düşmanların galibiyeti ve zaferin avuçlarımızın arasından uçup gitmesi demektir.
"Eğer Allah yardımsız bırakırsa, ondan sonra size kim yardım edebilir?" (3, Ali İmran/160)
Ey İslam ümmeti! Gerek cephede savaşan, gerek şehid olan, gerekse de şu an tağutların zindanlarında esaret altında bulunan bütün Müslümanların kadınları ve çocukları bizim üzerimize asli bir emanettir. Onların namusu bizim namusumuz, onların şerefi bizim şerefimizdir. O halde tüm İslam ümmetinin, kendi namuslarına ve şereflerine sahip çıkmaları hem dinlerinin hem de insanlıklarının asli bir gereğidir. Üzerinde yaşadığımız şu topraklarda ihtiyaç sahibi bir tane şehit, mücahid ve esir ailesi kalmamalıdır. Onlar açken tok geceleyenler, nefisleri için arzu ettiklerini onlar için arzu etmeyenler, şehid, mücahid ve esirlerinin ailelerinin nefislerini kendi nefislerine tercih etmeyenler, onlar şu kış soğuğunda üşürken sıcak yuvalarında keyif çatanlar vallahi iman etmiş kimseler değillerdir. O halde acilen bir seferberlik ilan edilmesi ve bütün Müslümanların zaruri ihtiyaçlarının dışında kalan mallarını şehid, mücahid ve esir Müslümanların ailelerine sevketmeleri iman etmelerinin kaçınılmaz bir gereğidir.
6- Dua ibadetin kendisi ve mü'minin silahıdır. Duasız mü'minin misali silahsız savaşçının misalinden farksızdır. O halde atılması gereken ilk adımlardan bir tanesi de gece ve gündüz demeksizin dua silahına sarılmaktır. Özellikle zor ve sıkıntılı zamanlar yapışılması gereken sabah ve akşam kunutları asla ihmal edilmemeli, böyle günlerde her mü'minin zorunlu olarak ifa etmesi gereken gece kıyam ve secdeleri dualarla süslenmelidir. Dualarımızda Allah'tan devamlı surette af ve mağfiret dilememiz, günahlarımızdan ve nefsimizin kötülüklerinden Allah'a sığınmamız, yeryüzünün neresinde olursa olsun tüm Müslümanlar için zafer niyaz etmemiz ve kafirlerin kahrolması adına Allah'a yalvarıp yakarmamız gerekmektedir. Aklımızdan biran bile çıkarmamamız gereken temel esas duamız olmadan rabbimizin bize hiçbir surette değer vermeyeceği esası olmalıdır.
"Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin." (25, Furkan/77)
7- Allah (Subhanehu ve Tealâ) bizlere, bir çıkış yolu ve işlerimizde kolaylık olması adına açık bir kapı göstermiştir. O kapı takva kapısıdır. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve selem) ise "Allah'a yemin olsun ki insanlar ona sarılırlarsa o tüm insanlara yetecektir" buyurarak bizleri takva kapısından girmeye davet etmiştir.
"Kim Allah’a karşı takva sahibi olursa, Allah ona bir çıkış yolu açar." (65, Talak/2)
"Kim Allah’a karşı takva sahibi olursa, Allah ona işinde bir kolaylık verir." (65, Talak/4)
Bugün içinde bulunduğumuz şu zor ve sıkıntılı durumdan çıkış sağlamamız ancak takvaya sarılmamızla mümkündür. Ve yine bu çıkış yolunun kolaylaşması da takva ile mümkündür. Takva ise kulun Allah'a karşı sorumluluklarının bilinci ile hareket etmesidir. Kul düşünürken, konuşurken ve hareket ederken devamlı surette Allah'a karşı kendisini sorumlu hissetmeli ve Allah'ın razı olmayacağı amellerden kaçınarak Allah razı edecek amellere sarılmalıdır. İşte bugün içinde bulunduğumuz şu durumdan kurtuluşun yegane anahtarlarından bir tanesi takva elbisesine bürünmektir.
8- Hatırlamamız gereken diğer bir husus ise Müslümanlar arasındaki ihtilafın körüklenmesi ancak şeytanın bir planıdır. Nitekim Müslümanlarla mücadele etme adına kurulan komisyonun bu noktada aldığı ilk karar Afganistan'da mücahidlerin direnişini kırabilme adına Arap mücahidlerle Afganlı mücahidlerin arasında akîdevî alanda fikri ayrılıklar ve ihtilaflar çıkarmak olmuştur. Bu kararın hemen arkasından Suud tağutunun belamları Afganistan halkının akîdevi ve ameli alanda büyük sorunları olduğunu, kabirlerden yardım dileme gibi şirk amellerinin varlığını dile getirmeye başlamışlardır. Diğer taraftan itikadi olarak Maturidi itikadına sahip olmaları sebebiyle büyük bir dalalette olduklarını mırıldanıp durmaktadırlar. Yine İslam ümmeti arasında İrca ve Havariç çekişmesinin altında yatan temel etken de şeytan dostlarının bu sinsi planlarıdır. Bundan dolayı özellikle bugün bizlerin gerek reel, gerekse internet ortamında aramızda ihtilafa ve kutuplaşmalara sebep verecek konuları gündemde tutmaktan sakınmamız temel görevimizdir. Allah'a yemin olsun ki İslam ümmetinin fertlerinin arasında ittifak ettikleri hususlar ihtilaf ettikleri hususlardan çok daha fazladır. Ve mutlak surette bilmemiz gerekir ki ihtilaflarımızım temel çözüm noktası İslam bayrağının dalgalanması ve tağutların yeryüzünden sökülüp atılmasıdır.
O halde aramızdaki ihtilafları gidermenin en kolay ve de geçerli yolu bu ihtilafları gündemden kaldırarak bütün gücümüzü İslam bayrağının dalgalanması ve yeryüzünde fitnenin kaldırılması noktasına odaklamaktır.
Sonuç olarak; tevhid ve şirk savaşı insanlığın tarihi ile aynı yaştadır. Bu savaş bugün yeni başlamış bir savaş değildir. Allah'ın göndermiş olduğu nebiler kervanı bu savaşın öncülüğünü zerre kadar tereddüt etmeksizin yerine getirmiştir. Ve bu savaş bugün aynı hızıyla devam etmektedir.
Özellikle şu üzerinde yaşadığımız coğrafyada son dönemde Müslümanlara yönelik baskı ve zulüm politikasının artması hiç birimizi şaşkınlığa sevketmemelidir. Zira bu, tevhid ve şirk savaşının doğal bir sonucudur. Önemli olan ise bizlerin bu savaşta yerini alması ve üzerine düşeni hiç bir şekilde vakit kaybetmeksizin yerine getirmesidir.
Küfür tek millettir. Onlar tek bir millet olarak Müslümanların en kutsallarına saldırmaya devam etmektedirler. Diğer bir ifade ile onlar küfürlerinin gereğini yerine getirmektedirler. Bize düşen ise İslam olmamız ve kendimizi Müslüman olarak isimlendirmemizin tabî bir gereği olarak sorumluluklarımızı yerine getirmemizdir.
Bırakalım kafirler hayvanlar misali diledikleri gibi hareket etsinler. Müslümanların hanelerine tecavüz etmek, Müslümanlara silah doğrultmak, ümmetin gençlerini zindanlara atmak gibi Allah'ın öfkesini celbeden amellerle oyalanıp dursunlar. Biz ise sadece ama sadece Rabbimizi razı edebilme gayretinde olalım. Yaşadığımız şu günün büyük bir imtihan günü olduğunu ve bu imtihanı kazanmanın ise durmaksızın Allah'ın dinine yardım etmeğe bağlı olduğu bilincini biran içinde olsa aklımızdan çıkarmayalım.
"Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz (emrini tutar, dinini uygularsanız), O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır." (47, Muhammed/7)
Hiç şüphesiz yüce Allah doğru söylemiştir.
"O halde dileyen Rabbine varan bir yol tutsun." (78, Nebe/39)
DİRENİN
Tek bir ümmet olarak Allah'ın nurunu söndürmeye çalışmalarına rağmen "Kafirler hoşlanmasalar dahi…" (61, Saff/8) nurunu tamamlayacağını vadeden alemlerin rabbi Allah'a hamdolsun. Salât ve selam tarihin her döneminde hak üzere Allah yolunda mücadele edecek Müslümanların varlığını bizlere haber veren ve "Onları yalnız bıra¬kanlar veya kendilerine mu¬halefet edenler, onlara hiç bir şekilde zarar veremezler" buyurarak mü'minlerin kalbine sebatı aşılayan Rasulullah (sallallahu aleyhi ve selem)'in, O'nun ailesinin, ashabının ve kıyamet gününe kadar O'nun sancağını taşıyanların üzerine olsun.
Hiç şüphesiz ki 11 Eylül günü büyük şeytan ABD'nin kendi evinde bütün dünyanın gözü önünde gururunun kırılması dünya tarihinin seyri açısından yeni bir başlangıç olmuştur. Kan emici bir sülük misali İslam topraklarından faydalanmayı kendisine adet edinmiş ABD, bu olayı bir fırsat bilmiş ve "Büyüklük olumsuz durumlardan kârlı çıkmayı bilmektir" mantığı gereğince ilk iş olarak masum Afgan halkının topraklarını işgal etmiştir.
Ancak işgalin ardından işinin pek de kolay olmayacağını gören ABD, hemen müttefiklerini yardımına çağırmış ve "Bu bir haçlı savaşıdır" diyerek de savaşın adını koymuştur. Artık ya haçlılarla beraber olmak vardır ya da haçlıların karşısında olmak…
Elbette tüm dünya Müslümanları, ABD'nin bu çağrısına sessiz kalmamışlar ve saflarını hiçbir kapalılığa gereksinim hissettirmeyecek derecede açık ve net olarak ilan etmişlerdir. Müslümanların safı ancak ve ancak haçlılara karşı mücahidlerin safı olmuştur.
Mustazaf İslam ümmetinin göstermiş olduğu bu şahsiyetli ve erdemli duruşu ne yazık ki İslam coğrafyasının yöneticileri gösterememişler, kendilerini Müslüman olarak isimlendirmelerine rağmen İslam'dan fersah fersah uzak olduklarını açıkça ızhar ettikleri gibi insanlık, şahsiyet ve karakter gibi erdemli vasıflardan da ne kadar yoksun olduklarını tüm dünyanın gözü önünde sergilemişlerdir. Nasıl ki İslam ümmeti hiçbir kapalılığa yer vermeyecek şekilde saflarını mücahidlerin yanı olarak belirlemişse, bu yöneticiler de açık, net ve sarih bir şekilde saflarını belirlemişler, ABD'nin kuyruğunda yer almayı kendilerine saf olarak tercih etmişlerdir. Ve artık dünya iki safa ayrılmıştır… Haçlılar ve onların karşısında duran İslam ümmeti…
“İşte şu ikisi Rableri hakkında tartışmaya girmiş iki düşmandırlar." (22, Hac/19)
İlk etapta ABD İslam ümmetinin kendisine karşı topyekûn bir direniş sergileyeceğini hesaba katmamış, yandaşlarından sadece askerî alanda destek istemekle yetinmiştir. Ancak Allah'a verdikleri ahdi yerine getirme adına İslam coğrafyasının dört bir tarafından bu topraklara akın ederek şehadete koşan, şahitlik ettikleri gerçekleri bilfiil dile getirmek isteyen mü'minlerin tarihe geçecek bir direniş göstermeleri ABD'nin özellikle Afganistan'da ve arkasından da Irak'ta bütünüyle köşeye sıkışmasına, umduğuna ulaşamamasına neden olmuştur. İster istemez bunun neticesinde ise büyük şeytan ABD, müttefiklerinden yeni siyasi taleplerde bulunmuş, müttefiklerinin kendisine gereken her türlü desteği vermemelerini onlardan istemiştir. Bununla birlikte kendi safında yer almama gibi bir gaflette bulunma ihtimali olan devletlere de aba altından sopa göstermeyi ihmal etmemiştir.
ABD'nin askeri ve siyasi taleplerine olumlu cevap verenlerin başında hiç şüphesiz T.C devleti ve özellikle de AKP hükümeti gelmiştir. Müslümanlarla sadece Afganistan'da ve Irak'ta savaşılmamasının gerektiğini, bu savaşın dünyanın her bir karışında ve topyekûn olarak sürdürülmesinin lüzumunu açıkça dile getiren ABD'nin bu talepleri kısa sürede Türk Hükümeti katında olumlu cevap bulmuş ve artık Müslümanlar kendi ülkelerinde dahi adım adım takip edilmeye başlanmış, sistemin kolluk kuvvetleri tarafından fişlenme altına alınmışlardır.
T.C Emiyet(siz) Güçleri tarafından Müslümanlara karşı ilk olarak 2002 yılının Şubat ayı başında Konya ve Bursa merkezli olmak üzere küçük çaplı operasyonlar yapılmış, Müslümanlar o güne kadar isimlerini dahi bilmedikleri örgütlere üye olmak iftirasıyla tutuklanarak ceza evine gönderilmişlerdir. Ancak özellikle AKP hükümetinin iktidara gelmesi ve yine bununla beraber Türkiyeli mücahidlerin cihad bölgelerine akın akın hicret etmesi ve orada ABD güçlerine büyük kayıplar verdirmesi ister istemez gerek ABD'nin gerekse onun kuklası AKP'nin bütün dikkatlerini Türkiye'ye sınırları içine çevirmiştir.
Cephede erkekçe Müslümanlara karşı göğüs göğse savaşamayacağını anlayan ABD suyu kaynağından kesmeyi murat etmiş ve bu amaçla Müslümanların cihad bölgelerine hicret edememesi adına ülkelerinde göz altına alınmalarını, tutuklanmalarını talep etmiştir. İşte ABD'nin bu talebi onun emrini hazır kıta yerine getirme görevini kendisine din edinmiş AKP hükümeti tarafından eksiksiz yerine getirilmeye başlanmıştır. İlk etapta yılda bir veya iki kez Müslümanların evlerine tecavüz eden, zindanlarını ümmetin gençleri ile doldurmaya çalışan demokratik diktatörlük ABD'nin bu isteğinden sonra haddini aşmıştır. Artık namus, ırz, şeref ve haysiyete yönelik bu saldırılar neredeyse ayda bir yapılır hale gelmiştir. Özellikle son dönemde sadece belirli bölgelerle sınırlı kalmayan operasyonlarda en ilgi çekici nokta operasyonların medyanın gözü önünde yapılması olmuştur. Özellikle yazılı ve görsel medya operasyonlara büyük yer vermiş ve bu şekilde zaten bütün medyayı elinde bulunduran AKP hükümeti ABD'ye karşı ne denli itaatkâr bir hizmetçi olduğunu tüm dünyaya duyurmuştur. Bununla beraber medyada çıkan haberlerde ilginç nokta Müslümanlara yönelik adice iftiraların ön plana çıkarılması olmuştur. Bundan 3 yıl önce Konya merkezli olmak üzere Türkiye'nin 5 ayrı ilinde düzenlenen ve yaklaşık 48 kişinin gözaltına alındığı operasyonda Müslümanların devlet yöneticilerine suikast düzenleyecekleri ve yine aynı şekilde kimyasal madde üretiminde bulunan fabrikalara bombalı saldırılarda bulunacakları iftiraları hemen hemen bütün yazılı ve görsel basında ilk haber olarak yer almıştır. Aradan çok zaman geçmeden Gaziantep operasyonu düzenlenmiş, uzun yıllardır şehir içinde PKK'ya dahi silah sıkmayı beceremeyen kolluk kuvvetleri bu operasyonda bütün insanlık ilkelerini göz ardı ederek Müslümanları şehit etmiştir.
Ve arkasından tüm Türkiye'de operasyonlara hız verilmiş, ülkenin birçok yöresinde Müslümanlar ABD'nin arzularını tatmin edebilme adına tağutların zindanlarında esaret altına alınmıştır. Elbette bunlar bilinçli olarak yapılan bir oyunun parçalarıdır. Özellikle son operasyonlarda Müslümanlara, toplumun gözünde değersiz bir konuma sokma adına gasp, hırsızlık gibi iftiraların yönlendirilmesi her devirde tevhid erlerine karşı savaşan cahiliyenin genel ahlakından başka bir şey değildir.
Ancak tüm bu gayretler İslam ümmetinin üzerinde hiçbir olumsuz neticeye sebep olmamış bilakis Müslümanlar kendilerinden "Sadece Aziz ve Hamid olan Allah'a iman etmeleri nedeniyle intikam alındığının" (85, Buruc/8) bilinciyle davalarına karşı daha bir samimiyetle sarılmışlardır. İşte tam bu noktada bütün Müslümanların yakînen bildikleri bazı gerçekleri "O halde hatırlatmak fayda verirse hatırlat" (87, Ala/9) emri gereğince ve hatırlatmanın mü'min gönüllere fayda vereceği bilinci ile burada maddeler halinde tekrar dile getirmekte yarar vardır.
O Halde Ne Yapmalı?
1- Öncelikle topyekûn İslam ümmetine karşı savaş açan kafirlerin güç ve kuvveti karşısında acziyete düşmememiz, hedefimizden sapmamamız, gayret ve cehdimizi terk etmememiz gerekmektedir. Bizler Allah (sb)'nın “Allah’ın izniyle büyük bir topluluğa galip gelen nice küçük topluluklar vardır. Allah, sabredenlerle beraberdir.” (2, Bakara/249) buyruğunu gönüllerine nakşetmiş bir ümmetin temsilcileriyiz. Bu yüzden kafirlerin bizden sayıca çok olmaları, teknik olarak büyük imkanları barındırmaları, bizlerde kesinlikle zerre kadar bir ümitsizliğe ve gevşekliğe yol açmamalıdır. Zira;
“Kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez.” (12, Yusuf/87)
2- Bu savaşta galibiyetin ancak Allah'ın yardımına bağlı olduğu bilinci devamlı surette zihinlerde canlı tutulmalıdır. Allah'ın yardımından mahrum kalmanın ise sonucunun dünyada ve ahirette hüsran olduğu unutulmamalıdır.
"Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa, ondan sonra size kim yardım edebilir? Mü’minler, ancak Allah’a tevekkül etsinler" (3, Ali İmran/160)
3- Zaferin Allah'ın yardımına bağlı olduğu esası bizleri "Allah kimlere yardım eder?" sorusuna doğru cevap bulmaya sevketmelidir. Zira bu soruya vereceğimiz doğru cevap ve bu cevabın pratize edilmesi zaferin temel anahtarıdır. Ve Allah (sb) bu sorunun cevabını da bizlere net ve sarih olarak şu şekilde bildirmiştir:
"Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz (emrini tutar, dinini uygularsanız), O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır." (47, Muhammed/7)
Bilinmelidir ki Allah'ın yardımı ancak Allah'ın dinine yardım etmeye azmedenlere yöneliktir. Aynı zamanda bu mü'minlerin sağlam temeller üzerinde yürüyebilmelerinin de kesin bir şartıdır. O halde ilk etapta "Allah kimlere yardım eder?" sorusunun doğru cevabı "Allah kendi dinine yardım edenlere yardım eder" şeklinde bulunduktan sonra ikinci aşamada "Ben nasıl bu dine yardım edebilirim?" sorusunun cevaı aranmalıdır
4- Mutlak surette her birimizin Allah'ın dinine yardım etme adına yapabileceğimiz birçok şey vardır. Bunların başında ise davet, tebliğ ve irşad faaliyetleri gelmektedir. Şayet bilfiil cihad bölgelerine giderek Müslümanlarla beraber şeytanın taraftarlarına karşı cihad etmeye çeşitli sebeplerden dolayı nail olamamışsak dahi bulunduğumuz yerde Allah'ın dinini hiçbir kapalılığa yer vermeksizin haykırmak, şahitlik ettiğimiz esasları bütün çıplaklığıyla dile getirmek temel görevimiz olmalıdır. Bilinmelidir ki, davet, tebliğ ve irşad faaliyetleri cihad ahkamının icrasının temel direğidir. Bu yüzden Allah (Subhanehu ve Tealâ) "Ve onlara karşı (Kur'an'la) büyük bir cihad ver" (25, Furkan/52) buyurarak kafirlere yönelik tebliğ, davet ve irşad faaliyetini cihad amelinin en üst mertebesi olarak vasıflandırmıştır. Unutmamamız gerekir ki bugün İslam topraklarının bütünlüğü adına savaşan, Müslümanların namuslarını koruma adına canlarını siper eden mücahidler dün kendilerine yapılan açık tebliğler sonucunda İslam şuuruna erişmişlerdir. Bugün tebliğ, davet ve irşad çalışması sonucunda davaya kazandıracağımız her yeni bireyin cihad ahkâmının bilfiil icra edildiği topraklarda filiz açacağı gerçeğini bir an olsa dahi zihnimizden çıkarmamamız gerekmektedir. Bundan dolayı her Müslümanın, bütün gücü ile ve meşru bütün vesilelere sarılarak davet, tebliğ ve irşad çalışmasına katılması, bu çalışmadan zerre kadar dahi ödün vermeksizin bir hayat sürdürmesi temel ve başlıca görevidir.
5- Allah'ın dinine yardım sadece tebliğ, davet ve irşad faaliyetleri ile sınırlı kalmamalıdır. Bunun yanı sıra daha yapılması gereken birçok görevlerimiz mevcuttur. Bunların başında ise emanetlerimize sahip çıkmak vardır. Zira bizler biliyoruz ki emanetlere gereken özeni göstermeyenler ve emanetlere riayet etmeyenler nifaktan bir haslet taşımaktadırlar. Emanetlere hıyanet etmek öncelikle bize yönelik Allah'ın yardımının kesilmesine sebep olacaktır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Allah'ın yardımının bizden uzaklaşması ise düşmanların galibiyeti ve zaferin avuçlarımızın arasından uçup gitmesi demektir.
"Eğer Allah yardımsız bırakırsa, ondan sonra size kim yardım edebilir?" (3, Ali İmran/160)
Ey İslam ümmeti! Gerek cephede savaşan, gerek şehid olan, gerekse de şu an tağutların zindanlarında esaret altında bulunan bütün Müslümanların kadınları ve çocukları bizim üzerimize asli bir emanettir. Onların namusu bizim namusumuz, onların şerefi bizim şerefimizdir. O halde tüm İslam ümmetinin, kendi namuslarına ve şereflerine sahip çıkmaları hem dinlerinin hem de insanlıklarının asli bir gereğidir. Üzerinde yaşadığımız şu topraklarda ihtiyaç sahibi bir tane şehit, mücahid ve esir ailesi kalmamalıdır. Onlar açken tok geceleyenler, nefisleri için arzu ettiklerini onlar için arzu etmeyenler, şehid, mücahid ve esirlerinin ailelerinin nefislerini kendi nefislerine tercih etmeyenler, onlar şu kış soğuğunda üşürken sıcak yuvalarında keyif çatanlar vallahi iman etmiş kimseler değillerdir. O halde acilen bir seferberlik ilan edilmesi ve bütün Müslümanların zaruri ihtiyaçlarının dışında kalan mallarını şehid, mücahid ve esir Müslümanların ailelerine sevketmeleri iman etmelerinin kaçınılmaz bir gereğidir.
6- Dua ibadetin kendisi ve mü'minin silahıdır. Duasız mü'minin misali silahsız savaşçının misalinden farksızdır. O halde atılması gereken ilk adımlardan bir tanesi de gece ve gündüz demeksizin dua silahına sarılmaktır. Özellikle zor ve sıkıntılı zamanlar yapışılması gereken sabah ve akşam kunutları asla ihmal edilmemeli, böyle günlerde her mü'minin zorunlu olarak ifa etmesi gereken gece kıyam ve secdeleri dualarla süslenmelidir. Dualarımızda Allah'tan devamlı surette af ve mağfiret dilememiz, günahlarımızdan ve nefsimizin kötülüklerinden Allah'a sığınmamız, yeryüzünün neresinde olursa olsun tüm Müslümanlar için zafer niyaz etmemiz ve kafirlerin kahrolması adına Allah'a yalvarıp yakarmamız gerekmektedir. Aklımızdan biran bile çıkarmamamız gereken temel esas duamız olmadan rabbimizin bize hiçbir surette değer vermeyeceği esası olmalıdır.
"Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin." (25, Furkan/77)
7- Allah (Subhanehu ve Tealâ) bizlere, bir çıkış yolu ve işlerimizde kolaylık olması adına açık bir kapı göstermiştir. O kapı takva kapısıdır. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve selem) ise "Allah'a yemin olsun ki insanlar ona sarılırlarsa o tüm insanlara yetecektir" buyurarak bizleri takva kapısından girmeye davet etmiştir.
"Kim Allah’a karşı takva sahibi olursa, Allah ona bir çıkış yolu açar." (65, Talak/2)
"Kim Allah’a karşı takva sahibi olursa, Allah ona işinde bir kolaylık verir." (65, Talak/4)
Bugün içinde bulunduğumuz şu zor ve sıkıntılı durumdan çıkış sağlamamız ancak takvaya sarılmamızla mümkündür. Ve yine bu çıkış yolunun kolaylaşması da takva ile mümkündür. Takva ise kulun Allah'a karşı sorumluluklarının bilinci ile hareket etmesidir. Kul düşünürken, konuşurken ve hareket ederken devamlı surette Allah'a karşı kendisini sorumlu hissetmeli ve Allah'ın razı olmayacağı amellerden kaçınarak Allah razı edecek amellere sarılmalıdır. İşte bugün içinde bulunduğumuz şu durumdan kurtuluşun yegane anahtarlarından bir tanesi takva elbisesine bürünmektir.
8- Hatırlamamız gereken diğer bir husus ise Müslümanlar arasındaki ihtilafın körüklenmesi ancak şeytanın bir planıdır. Nitekim Müslümanlarla mücadele etme adına kurulan komisyonun bu noktada aldığı ilk karar Afganistan'da mücahidlerin direnişini kırabilme adına Arap mücahidlerle Afganlı mücahidlerin arasında akîdevî alanda fikri ayrılıklar ve ihtilaflar çıkarmak olmuştur. Bu kararın hemen arkasından Suud tağutunun belamları Afganistan halkının akîdevi ve ameli alanda büyük sorunları olduğunu, kabirlerden yardım dileme gibi şirk amellerinin varlığını dile getirmeye başlamışlardır. Diğer taraftan itikadi olarak Maturidi itikadına sahip olmaları sebebiyle büyük bir dalalette olduklarını mırıldanıp durmaktadırlar. Yine İslam ümmeti arasında İrca ve Havariç çekişmesinin altında yatan temel etken de şeytan dostlarının bu sinsi planlarıdır. Bundan dolayı özellikle bugün bizlerin gerek reel, gerekse internet ortamında aramızda ihtilafa ve kutuplaşmalara sebep verecek konuları gündemde tutmaktan sakınmamız temel görevimizdir. Allah'a yemin olsun ki İslam ümmetinin fertlerinin arasında ittifak ettikleri hususlar ihtilaf ettikleri hususlardan çok daha fazladır. Ve mutlak surette bilmemiz gerekir ki ihtilaflarımızım temel çözüm noktası İslam bayrağının dalgalanması ve tağutların yeryüzünden sökülüp atılmasıdır.
O halde aramızdaki ihtilafları gidermenin en kolay ve de geçerli yolu bu ihtilafları gündemden kaldırarak bütün gücümüzü İslam bayrağının dalgalanması ve yeryüzünde fitnenin kaldırılması noktasına odaklamaktır.
Sonuç olarak; tevhid ve şirk savaşı insanlığın tarihi ile aynı yaştadır. Bu savaş bugün yeni başlamış bir savaş değildir. Allah'ın göndermiş olduğu nebiler kervanı bu savaşın öncülüğünü zerre kadar tereddüt etmeksizin yerine getirmiştir. Ve bu savaş bugün aynı hızıyla devam etmektedir.
Özellikle şu üzerinde yaşadığımız coğrafyada son dönemde Müslümanlara yönelik baskı ve zulüm politikasının artması hiç birimizi şaşkınlığa sevketmemelidir. Zira bu, tevhid ve şirk savaşının doğal bir sonucudur. Önemli olan ise bizlerin bu savaşta yerini alması ve üzerine düşeni hiç bir şekilde vakit kaybetmeksizin yerine getirmesidir.
Küfür tek millettir. Onlar tek bir millet olarak Müslümanların en kutsallarına saldırmaya devam etmektedirler. Diğer bir ifade ile onlar küfürlerinin gereğini yerine getirmektedirler. Bize düşen ise İslam olmamız ve kendimizi Müslüman olarak isimlendirmemizin tabî bir gereği olarak sorumluluklarımızı yerine getirmemizdir.
Bırakalım kafirler hayvanlar misali diledikleri gibi hareket etsinler. Müslümanların hanelerine tecavüz etmek, Müslümanlara silah doğrultmak, ümmetin gençlerini zindanlara atmak gibi Allah'ın öfkesini celbeden amellerle oyalanıp dursunlar. Biz ise sadece ama sadece Rabbimizi razı edebilme gayretinde olalım. Yaşadığımız şu günün büyük bir imtihan günü olduğunu ve bu imtihanı kazanmanın ise durmaksızın Allah'ın dinine yardım etmeğe bağlı olduğu bilincini biran içinde olsa aklımızdan çıkarmayalım.
"Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz (emrini tutar, dinini uygularsanız), O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır." (47, Muhammed/7)
Hiç şüphesiz yüce Allah doğru söylemiştir.
"O halde dileyen Rabbine varan bir yol tutsun." (78, Nebe/39)