Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Fesubhânallâh! Ben Beşer Peygamberden Başka Bir Şey Miyim?”

KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
FESUBHÂNALLÂH! BEN BEŞER PEYGAMBERDEN BAŞKA BİR ŞEY MİYİM?”



Allah’ın, dinini tebliğ etmeleri için gönderdiği peygamberlerin birer beşer / insan olmalarını, inanmayanlar bir türlü kabullenmek istememişlerdir. Ta Nuh (as) zamanında başlayan bu kabullenemeyiş, son peygamber Muhammed (sav)’e gelinceye kadar böyle devam etmiştir. Nuh (as), kavmine elçi olarak gönderildiğinde ona şöyle itiraz edilmişti


فَقَالَ الْمَلأُ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِن قِوْمِهِ مَا نَرَاكَ إِلاَّ بَشَراًمِّثْلَنَا وَمَا نَرَاكَ اتَّبَعَكَ إِلاَّ الَّذِينَ هُمْ أَرَاذِلُنَا بَادِيَالرَّأْيِ وَمَا نَرَى لَكُمْ عَلَيْنَا مِن فَضْلٍ بَلْ نَظُنُّكُمْ كَاذِبِينَ{27}


“(Nuh’un) Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki: Biz seni sadece bizim gibi bir beşer olarak görüyoruzİlk bakışta bizim ayak takımımızdan başkasının senin arkana düştüğünü görmüyoruz. Sizin bizden fazla bir meziyetinizi de görmüyoruz. Aksine sizi yalancılar sanıyoruz." (Hûd, 11/27)



Bu tür itirazlar sadece Nuh (as)’un kavmi ile sınırlı değildi. Hud (as)’un kavmi olan Âd, Sâlih (as)’in kavmi Semûd ve onlardan sonra gelen peygamberlere de kendi kavimleri hep aynı itirazda bulundular: “Sizin bizden ne farkınız var? Siz de bizim gibi bir insansınız.


” Allah Teala şöyle buyurmaktadır:



9-“Sizden öncekilerin, Nuh, Âd ve Semûd kavimlerinin ve onlardan sonrakilerin haberleri size gelmedi mi? Onları Allah'tan başkası bilmez. Peygamberleri kendilerine mucizeler getirdi de onlar, ellerini peygamberlerinin ağızlarına bastılar ve dediler ki: Biz, size gönderileni inkâr ettik ve bizi kendisine çağırdığınız şeye karşı derin bir kuşku içindeyiz.



10-Peygamberleri dedi ki: Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var? Hâlbuki O, sizin günahlarınızdan bir kısmını bağışlamak ve sizi muayyen bir vakte kadar yaşatmak için sizi (hak dine) çağırıyor. Onlar dediler ki: Siz de bizim gibi bir beşerden başka bir şey değilsiniz. Siz bizi atalarımızın tapmış olduğu şeylerden döndürmek istiyorsunuz. Öyleyse bize, apaçık bir delil getirin!”
(İbrâhîm, 14/9–10)



Mekkeliler de aynı sözleri Peygamberimiz için söylemişlerdi:


وَقَالُوامَالِ هَذَا الرَّسُولِ يَأْكُلُ الطَّعَامَ وَيَمْشِي فِي الْأَسْوَاقِ
لَوْلَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مَلَكٌ فَيَكُونَ مَعَهُ نَذِيراً {7}


Bu elçinin özelliği ne ki? O da yemek yiyor, o da sokaklarda geziyor! Ona bir melek indirilse de birlikte uyarıcılık yapsa olmaz mı?” (Furkân, 25/7)




مَا يَأْتِيهِم مِّن ذِكْرٍ مَّن رَّبِّهِم مُّحْدَثٍ إِلَّا اسْتَمَعُوهُ وَهُمْيَلْعَبُونَ {2} لَاهِيَةً قُلُوبُهُمْ وَأَسَرُّواْ النَّجْوَى الَّذِينَ ظَلَمُواْهَلْ هَذَا إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ أَفَتَأْتُونَ السِّحْرَوَأَنتُمْتُبْصِرُونَ {3}


Rablerinden kendilerine ne zaman yeni bir ihtar gelse, onlar bunu, hep alaya alarak, kalpleri oyuna, eğlenceye dalarak dinlemişlerdir. O zalimler şöyle fısıldaştılar: Bu (Muhammed), sizin gibi bir beşer olmaktan başka nedir ki! Siz şimdi gözünüz göre göre büyüye mi kapılıyorsunuz?” (Enbiyâ, 21/2–3)



Allah’ın peygamberleri için sarf edilen bu kabullenememe cümleleri inanmayanların en büyük engelleriydi:


وَمَا مَنَعَ النَّاسَ أَن يُؤْمِنُواْ إِذْ جَاءهُمُالْهُدَى إِلاَّ أَن قَالُواْ أَبَعَثَ اللّهُ بَشَراً رَّسُولاً {94}


İnsanlara doğru yolu gösteren bir elçi geldiği zaman


inanmalarına tek engel, onların şu sözleri olmuştur: “Allah elçi olarak bir beşer mi gönderir?”(İsrâ, 17–94)



Bu itirazlar inanmayanlar açısından bir parça makul görülebilir. Zira inanmamaları için aradıkları bahanelerin en büyüğünü bu cümlelerde bulabiliyorlardı. Bu akla göre Allah, insanlar içerisinden bir peygamber göndermez fakat gönderse bile bunu mutlaka ileri gelenler takımından (mele’) seçerdi![1] Bu da olmazsa, onlara göre geriye tek bir seçenek kalıyordu: Melek Peygamber! Şöyle demişti Nuh (as)’un kavminin inkârcı ileri gelenleri:


فَقَالَ الْمَلَأُ الَّذِينَ كَفَرُوا مِن قَوْمِهِ مَا هَذَاإِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ يُرِيدُ أَن يَتَفَضَّلَ عَلَيْكُمْ وَلَوْ شَاء اللَّهُ لَأَنزَلَمَلَائِكَةً مَّا سَمِعْنَا بِهَذَا فِي آبَائِنَا الْأَوَّلِينَ {24}



Bu, sadece sizin gibi bir beşerdir. Size üstün ve hâkim olmak istiyor. Eğer Allah (peygamber göndermek) isteseydi, muhakkak ki melekler gönderirdi. Biz geçmişteki atalarımızdan böyle bir şey duymadık.” (Mu’minûn, 23/24)



Fakat peygamberlerin meleklerden olmasını isteyenlerin unuttukları bir başka


gerçek vardı:



قُل لَّوْ كَانَفِي الأَرْضِ مَلآئِكَةٌ يَمْشُونَ مُطْمَئِنِّينَ لَنَزَّلْنَا


عَلَيْهِممِّنَ السَّمَاءِ مَلَكاً رَّسُولاً {95}


“De ki: “Yeryüzünde dolaşanlar melek olsaydı ve oraya yerleşmiş bulunsalardı, biz de onlara elçi olarak gökten bir melek indirirdik.” (İsrâ, 17/95)

Bu itirazlar, inanmayanlar tarafından yapılıyordu. Peki, inananlar tarafından peygamberlerin beşer / insan oldukları gerçeğine nasıl bakılmıştır?

Peygamberlerinin “insanlığı” ile oynayanların en bariz örneği Hıristiyanlardır. Onlar, peygamberleri konusunda aşırı gitmişler, onu tanrı edinmişlerdir. Yeni Papa 16. Benediktus başkanlığında kurulan bir heyet tarafından hazırlanan Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri adlı kitaba göre “İsa olmasaydı kâinat yaratılmazdı. Göklerde ve yeryüzünde görünen ve görünmeyen şeyler, tahtlar, egemenlikler, yönetimler ve hükümranlıklar… Her şey onun aracılığıyla ve onun için yaratılmıştır.
”[2]


Bu yanlış inanç, Müslümanların inancına da karışmıştır.”[3] Halk arasında oldukça yaygın olan ve birçok âlim tarafından açıkça uydurma[4] olduğu belirtilen “sen olmasaydın ben kâinatı yaratmazdım (levlâke levlâke lemâ halaktu’l-eflâk)” sözü bu iddiayı haklı çıkarmaktadır.

Bazı Müslümanlar tarafından aslı astarı olmayan bu rivayete dayanarak ilk yaratılan şeyin hakikat-ı Muhammediye olduğu, yaratılan her şeyin ondan ve onun adına yaratıldığı iddia edilmiştir. Muhyiddin İbnü’l-Arabî başta olmak üzere birtakım mutasavvıflar tarafından ortaya atılan ve geliştirilen hakikat-i Muhammediye inancı, kısaca şöyle özetlenebilir:

“Hz. Peygamberin altmış üç senelik zamanla sınırlı cismanî hayatından ayrı bir varlığı daha mevcuttur. Allah’tan başka hiçbir şey yokken ilk defa hakikat-i Muhammediye var olmuş, bütün yaratıklar bu hakikatten ve onun için halk edilmiştir. Âlemin var olma sebebi, maddesi ve gayesi bu hakikattir. (…) Resûli Ekrem’in ruhu ve nuru bütün insanlardan, peygamberlerden, hatta meleklerden önce var olduğundan Peygamber insanlığın manevi babasıdır. (…) (Muhyiddin) İbnü’l-Arabî’ye göre hakikat-i Muhammediye nur olması bakımından âlemi yaratma ilkesi ve onun aslıdır. Varlık şeklinde zâhir olan ilâhî tecellinin ilk mertebesidir.”[5]

Menşeinin Yeni Eflatunculuk’taki “logos” veya İskendireyeli Aziz Clemens’in peygamberlik konusundaki görüşlerine dayandığı ileri sürülen[6] bu anlayış, en hafif tabirle Kur’an’ın şekillendirdiği peygamber tasavvurunu yerle bir etmektir! Nitekim başta hadis alimleri ve Hanbelîler olmak üzere bir çok alim Hz. Peygamberin bu şekilde anlaşılmasının onu ilahlaştırmak anlamına geleceğini söyleyerek bu inancı küfür ve şirk saymışlar, daha önceki ümmetlerin de peygamberleri konusundaki aşırılıkları sebebiyle sapıklığa düştüklerini söylemişlerdir.[7]

Nitekim bir hadislerinde Peygamberimiz bu konuda sahabe-i kirâmı şöyle uyarmıştır:

"Hıristiyanların Meryem oğlu İsa’yı aşırı surette methettikleri gibi, sakın sizler de beni methederken aşırı gitmeyiniz. Şüphesiz ki, ben sadece bir kulum. Onun için bana (sadece) Allah'ın kulu ve resûlü deyiniz."[8]

Enes b. Malik (ra)’in rivayet ettiği bir hadise göre bir adam Peygamberimize “ya seyyidî / ey efendim, efendimin oğlu! Ey bizim en hayırlımız, en hayırlımızın oğlu! Diye seslenmişti. Buna cevaben Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:

“Ey insanlar! Allah’a karşı olan sorumluluğunuzun bilincinde olun ki şeytan sizi aldatmasın. Ben Abdullah’ın oğlu Muhammed’im. Allah’ın kulu ve resulüyüm. Allah’a yemin ederim ki beni, Allah’ın bana verdiği makamın üstüne çıkarmanızı sevmiyorum.”[9]

“Peygamberimizin her zaman ve her durumda insan olduğu, Allah’ın ancak bir kulu olup yalnız ona kulluk yaptığı açık ve kesin iken, İslam’a mensup kimi çevreler onun hakkında aşırı gitmekte, kulluğa yakışmayan kimi nitelemelerle nitelemektedir. Yüce Allah, onun için ve başkaları için
إِنَّكَ مَيِّتٌ وَإِنَّهُم مَّيِّتُونَ{30}

“Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler.” (Zümer, 39/30)

dediği halde kimileri, başka insanlardan ayırarak bedeni ve ruhu ile yaşadığı, insanlar arasında dolaştığı, rüyalarına girdiği veya toplantılarına katılarak kendileriyle konuştuğu, kendisi ile görüşüp hadis rivayetlerinin sahih olup olmadığını kendisinden sorup öğrendikleri, kabrinde diri olup kendisine yapılan seslenmeleri ve duaları işittiği gibi şeylere inanmakta ve seslendirmektedir.”[10]
 
KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Üstte ki Konunun Devamıdır...

Hakikat-ı Muhammediye inancında sınır tanımayan Hasan Sezai Gülşenî gibi bazı mutasavvıflar ise:

“Muhammed’dir cemâl-i Hakk’a mir’ât,
Muhammed’den göründü kendi bizzat”
diyerek Allah Teala’nın Muhammed (sav)’in bedeninden bizlere göründüğünü söyleyecek kadar ileri gitmişlerdir.[11]


Bununla da yetinmeyip işi daha da ileri götürenler olmuştur:


“Ahmed’de gizlenen, ‘Hû’dur. Sufiler bunu ifade etmek için perde-i mîm deyişine sıklıkla baş vurur ve “Ahmed’deki mim perdesini kaldır da bir bak, ardında kim duruyor!” derler. Arapça’daki “Ahmed” kelimesinin yazılışındaki mim harfi kaldırılırsa, geriye “Ahad” kalır.”[
12]


İlk bakışta peygamberimizin Allah’la bir tutulduğu izlenimini veren bu ifadelere daha dikkatli bakıldığında, durumun zannedilenden daha vahim olduğu görülmektedir. Zira Ahad (أحد) ile Ahmed (أحمد) kelimeleri arasında farklı olarak bir mîm (م) harfi vardır. Bu fark yazılıştadır ve Ahmed’in lehinedir. Çünkü onlara göre bütün âlem o mîm harfinin içindedir!..[13] Yani mahiyet itibariyle ‘Ahmed’ (Peygamberimiz) hâşâ ‘Ahad

’ (Allah)’dan bir adım öndedir!!


“Bu tür ifadelerin Allah’ın kulu ve elçisi olan beşer peygamber tasavvuru ile uzaktan yakından ilgisi olmadığını anlamak için “akletmek gerekir” dememiz gerekirken, bu inanç sahipleri tarafından karşımıza büyük bir engel çıkarılmaktadır: “Bunun böyle olduğunu idrak etmek doğrusu pek güçtür, çünkü bu meydanda akıllar kesmez olur


.”[14]



Hâlbuki diğer taraftan Allah şöyle buyurur:


وَمَاكَانَ لِنَفْسٍ أَن تُؤْمِنَ إِلاَّ بِإِذْنِ اللّهِ وَيَجْعَلُ الرِّجْسَعَلَى الَّذِينَ لاَ يَعْقِلُونَ


Allah'ın izni olmaksızın, hiç kimse için iman etme (imkanı) yoktur. Allah aklını kullanmayanların üstüne pislik yığar.” (Yûnus, 10/100)


Bir tarafta aklı kullanmaya azami derecede teşvik eden ve akletmeyenleri pisliğe bulaşacakları yönünde tehdit eden Allah’ın ayetleri, diğer tarafta “bu meydanda akıllar kesmez” diyerek aklı devre dışı bırakan zihniyet…


İslam’ın öğretilerine aykırı bir iş yahut bir durum söz konusu olduğunda


“Hz. Muhammed’in karşısına nasıl çıkarız, onun yüzüne nasıl bakarız, ona nasıl hesap veririz” diyen Müslümanlara da rastlanmaktadır. Bunlara söylenecek sözler şunlardır:


“Hz. Muhammed peygamberlik görevini yapmış ve Hz. Ebu Bekir’in “Kim Muhammed’e tapmışsa, Muhammed ölmüştür.” dediği gibi, ölmüştür. İnsanlar onun huzuruna değil, Allah’ın huzuruna çıkacaklar ve yaptıklarının hesabını ona değil, Allah’a vereceklerdir. Ceza veya mükafatlarını o değil, Allah verecektir.




Mevcut Hıristiyanlık'ta hemen her şey Hz. İsa’dan istendiği ve onun her şeyi yapması beklendiği gibi, Hz. Muhammed insanları yargılamayacak, insanları iyi ve kötü diye tasnif etmeyecek (…) şu veya bu şeylerden veya yerlerden kurtarmayacaktır.”[15]


Allah’ın bizlere öğrettiği sağlam ve her türlü aşırılıktan uzak “beşer peygamber” tasavvurunu gözden geçirmek için yine O’nun sözlerine başvurmak gerekmektedir. Allah




Teala şöyle buyurmaktadır:








وَمَا مُحَمَّدٌإِلاَّ رَسُولٌ قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِهِ الرُّسُلُ أَفَإِن مَّاتَ أَوْ قُتِلَانقَلَبْتُمْ عَلَى


أَعْقَابِكُمْ وَمَن يَنقَلِبْ عَلَىَ عَقِبَيْهِ فَلَن يَضُرَّاللّهَ شَيْئاً وَسَيَجْزِي اللّهُ الشَّاكِرِينَ {144}



“Muhammed, sadece bir resûldür / elçidir. Ondan önce de nice elçiler gelip geçmiştir. Şimdi o ölürse ya da öldürülürse, siz topuklarınız üzerinde gerisin geriye mi döneceksiniz? İki topuğu üzerinde gerisin geri dönen kimse, Allah'a kesinlikle zarar veremez. Allah, şükredenleri pek yakında ödüllendirecektir. (Âl-i İmrân, 3/144)









أَوْ يَكُونَ لَكَ بَيْتٌ مِّن زُخْرُفٍ أَوْ تَرْقَى فِي السَّمَاء وَلَن نُّؤْمِنَلِرُقِيِّكَ حَتَّىتُنَزِّلَ عَلَيْنَا كِتَاباً نَّقْرَؤُهُ قُلْ سُبْحَانَ رَبِّي هَلْكُنتُ إَلاَّ بَشَراً رَّسُولاً {93}



Yahut altından bir evin olmalı veya gökyüzüne yükselmelisin. Üzerimize bizim okuyabileceğimiz bir kitap indirinceye kadar senin yükselişine de inanmayız. De ki: «Fesubhânallâh! Ben beşer peygamberden başka bir şey miyim?» (İsrâ, 17/93)







قُلْإِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَمَن كَانَ يَرْجُو


لِقَاء رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلاً صَالِحاً وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَداً {110}



“De ki, ben de tıpkı sizin gibi bir beşerim. Bana, ilâhınızın bir tek ilâh olduğu bildiriliyor. Artık kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa hemen iyi bir iş yapsın ve Rabbine ibadette kimseyi ortak etmesin.” (Kehf, 18/110)






وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ{107}



“Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ, 21/107)







يَا أَيُّهَاالنَّبِيُّ إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ شَاهِداً وَمُبَشِّراً وَنَذِيراً {45} وَدَاعِياًإِلَى اللَّهِ بِإِذْنِهِ وَسِرَاجاً مُّنِيراً {46}



“Biz seni şahit, müjdeci, uyarıcı; Allah'ın izniyle O'na çağıran, nurlandıran bir ışık olarak gönderdik.” (Ahzâb, 33/45–46)



قُلْ مَا كُنتُ بِدْعاً مِّنْ الرُّسُلِوَمَا أَدْرِي مَا يُفْعَلُ بِي وَلَا بِكُمْ إِنْ أَتَّبِعُ إِلَّا مَايُوحَى إِلَيَّ وَمَا أَنَاإِلَّا نَذِيرٌ مُّبِينٌ {9}



“De ki: «Ben peygamberlerin ilki değilim; benim ve sizin başınıza gelecekleri bilmem; ben ancak bana vahyolunana uymaktayım; ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.»


(Ahkâf, 46/9)






قُل لاَّ أَقُولُ لَكُمْعِندِي خَزَآئِنُ اللّهِ وَلا أَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلا أَقُولُ لَكُمْ إِنِّي مَلَكٌ


إِنْ أَتَّبِعُ إِلاَّ مَا يُوحَى إِلَيَّ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الأَعْمَى وَالْبَصِيرُ أَفَلاَ تَتَفَكَّرُونَ


“De ki: Ben size, Allah'ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyarım. De ki: Kör ile gören hiç bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?” (En’âm, 6/50)




Ayetler gayet açık ve net.. Biz, “yüzü suyu hürmetine tüm kâinatın yaratıldığı ve kendisinde Allah’ın tecelli ettiğine” inanılan insanüstü bir peygambere değil; tıpkı bizim gibi bir beşer olan ve bu yüzden bize örnek gösterilen, melek olmayan, gaybı bilmeyen, yeri geldiğinde Rabbinden azar işiten[16] ama risâleti açısından âlemlere rahmet olarak gönderilen beşer peygambere iman etmekle mükellefiz.


KAYNAKLAR:


--------------------------------------------------------------------------------
[1] Bkz. Seyyid Kutub, Fî Zilâli’l-Kur’ân, 12. Bs., Dâru’ş-Şurûk, 1986, C: 4, s: 1872. (Hûd Suresi 28. ayetin tefsiri)
[2] Katolik Kilisesi Din Ve Ahlak İlkeleri, Çev. Dominik Pamir, İstanbul, 2000, s: 95, par. 331.
[3] Abdulaziz Bayındır, Kur’an Işığında Aracılık Ve Şirk, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2005, s. 82.
[4] Muhammed b. Ali b. Muhammed eş-Şevkâni, el-Fevâidu’l-Mecmûa fi’l-Ahâdîsi’l-Mevdûa, Thk. Abdurrahman el-Muallimî, el-Mektebetu’l-İslâmî, 2. Bs., Beyrut, 1392 h., s. 326.
[5] Mehmet Demirci, “Hakîkat-i Muhammediyye”, Diyanet İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, 1997, C: 15, s: 179-180.
[6] Mehmet Demirci, “Hakîkat-i Muhammediyye”, DİA, C: 15, s: 180.
[7] Mehmet Demirci, “Hakîkat-i Muhammediyye”, DİA, C: 15, s: 180.
[8] Buhârî, Enbiyâ, 48.
[9] Ahmed b. Hanbel, 3/153, 241, 4/25, 40. Benzer bir hadis için bkz.: Ebû Davud, Edeb, 9.
[10] İbrahim Sarmış, Hz. Muhammed’i Doğru Anlamak, Ekin Yayınları, 3. Bs., İstanbul, 2007, cilt: 1 s: 95.
[11] Cihat Arınç, “Hakk’ın En Parlak Aynası: Ahmed-i Muhammed”, Anlayış Dergisi, Nisan 2006, sayı: 35, s. 77.
[12] Cihat Arınç, “Hakk’ın En Parlak Aynası: Ahmed-i Muhammed”, s. 77.
[13] Abdulaziz Bayındır, Kur’an Işığında Aracılık Ve Şirk, s. 83.
[14] Cihat Arınç, “Hakk’ın En Parlak Aynası: Ahmed-i Muhammed”, s. 77.
[15] İbrahim Sarmış, Hz. Muhammed’i Doğru Anlamak, cilt: 1 s: 96.
[16] İlgili ayetler için bkz: Enfal, 8/67–68; Tevbe, 9/43; Ahzâb, 33/37; Tahrîm, 66/1; Abese, 80/1–16.

Yahya ŞENOL 29. 03. 2007
 
H Çevrimdışı

Habibullah

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
"De ki: "Allah'ın dışında (ilah diye) öne sürdüklerinizi çağırın: Onların göklerde ve yerde bir zerre ağırlığınca bile (hiç bir şeye) güçleri yetmez; onların bu ikisinde hiç bir ortaklığı olmadığı gibi, O'nun bunlardan hiç bir destekçi olanı da yoktur."
"O'nun katında, kendisine izin verdiği kimsenin dışında şefaati yarar sağlamaz. En sonunda kalplerinden korku giderilince (birbirlerine:) "Rabbiniz ne buyurdu?" derler, "Hak olanı" derler. O, çok yüce olandır, çok büyük olandır." (34 Sebe' 22-23.)
Allah Teâlâ bu âyetlerde, kendisinden başka herhangi bir şeye dua edeni tehdit etmiş, O'nun dışındakilerinin hiçbir hükümranlıklarının olmadığını, mülkünde O'na hiçbir ortak ve yardımcı bulunmadığını açıklamıştır.
Kalblerin umut, korku, ibadet ve yardım isteme konusunda hiçbir yaratığa bağlanamıyacağını kesin olarak bildirmiştir.
Ortada kala kala ancak şefaat kalmıştır ki, şefaat haktır. Lâkin bu hususta da "Allah katında O'nun izin verdiği kimselerden başkasına şefaat fayda vermez" buyurmuştur.
Kıyamet günündeki şefaat konusunu anlatan sahih hadîslerin de işaret ettiği budur:
İnsanlar Âdem (a.s.)'a, sonra sırasıyla ülü'l-azm peygamberlere, yani Nuh, İbrahim, Musa ve Meryem oğlu İsâ'ya başvuracaklar; onlardan her biri insanları kendinden sonraki peygambere gönderecek ve nihayet İsa Mesih'e geldiklerinde, O diyecek ki:
"Sizler, Allah'ın geçmiş ve gelecek tüm günahlarını affettiği kula, Muhammed'e gidin"
Resûlüllah (sallallahu aleyhi ve sellem)buyurur ki:
"Nihayet bana gelecekler; ben de Rabbime gideceğim. O'nu görünce secdeye kapanacağım. Rabbime, beni o an muvaffak kılacağı hamdlerle hamdedeceğim, ki şu anda onları tam ve kâmil mânada bilmem. Nihayet bana denecek ki :
- Ey Muhammed, kaldır başını. Söyle dinleneceksin. İste verilecek. Şefaat et, kabul edilecek. Ve Rabbim bana bir yer belirleyecek; ben de orada bulunan insanları cennete girdireceğim."
Resûlüllah (sallallahu aleyhi ve sellem) haberin tamamını anlatmıştır. (Buhârî, Tevhid 19, Enbiyâ 3)
Mesih (a.s.), Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in, şefaati kabul olunacak bir şefaatçi olduğunu, zira Allah Teâlâ'nın O'nun geçmiş ve gelecek günahlarını affettiğini açıklamıştır.
En üstün yaratık, en saygın ve itibarlı şefaatçi, Allah katında en kıymetli insan olan Allah'ın kulu ve Resulü Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)de belirtmiştir k: kendisi gelecek, Rabbin huzurunda secdeye kapanacak ve hamdedecek. Hemen şefaate başlamayacak. Nihayet kendisine izin verilecek ve şöyle denecek:
- Kaldır başını! İste verilecek, şefaat et kabul edilecek. Hadiste belirtildiğine göre, Rabbi O'na (sallallahu aleyhi ve sellem) bir yer belirleyecek; O da oradaki insanları cennete sokacak.
Bütün bunlar açıkça ortaya koyuyor ki:
Emir ve yetkinin tümü Allah'ındır; şefaatçiye şefaat izni lütfedecek olan O'dur. Şefaatçi, ancak Allah'ın izin vereceği kimselere şefaat edecek; sonra da şefaatçi için bir sınır tayin edecek; o da oradakileri Cennete girdirecek. Bütün her şey, O'nun (c.c.) dilemesi, kudreti ve ihtiyariyledir.
Bu saygın ve en üstün şefaatçi ise, Allah'a olan mükemmel kulluğu, itaati, yönelişi ve Rabbinin razı olduğu şeylere uyması sebebiyle Allah tarafından başkalarına tercih edilen ve seçilen kişi (Muhammed) (sallallahu aleyhi ve sellem)'dir.
sirk ve tevessul-ibn teymiye
 
alpsanli Çevrimdışı

alpsanli

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Bizi aydınlattın. Benim de mutasavvuflar kafamı karıştırdığı sıralarda bunu okumam çok iyi oldu.
 
Üst Ana Sayfa Alt