Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Fidyenin Hükmü, Miktarı ve Verileceği Yerler Nedir?

Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
SORU :
Fidyenin Hükmü, Miktarı ve Verileceği Yerler Nedir?
- "(Size farz kılınan oruç), sayılı günlerdedir. İçinizden hasta olan veya yolculukta bulunan ise, diğer günlerde, tutamadığı günler sayısınca tutar. Ona dayanıp kalacaklar üzerine de bir yoksulu doyuracak kadar fidye gerekir. Her kim de hayrına fidyeyi artırırsa, hakkında daha hayırlıdır. Bununla beraber, eğer bilirseniz, oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır." (Bakara 184)

Fidye kelimesi, bir kimsenin şahsı için feda ettiği şey manasınadır. Şeriatta ise. gücünün yetmediği bir ibâdeti terk eden kimsenin, onun karşılığı olarak verdiği mala denir. Fidye, bazı yönleriyle de kefaretlere benzer.


«...Gücü Yetmeyenler Üzerine de Bir Yoksul Doyumu Fidye (Lazımdır)...» Âyetinde, «Gücü Yetmeyenler»den Maksad, Kimlerdir?


Çoğu alimlere göre oruç tutmak, başlangıçta muhayyerdi. İsteyen tutar, istemeyen de tutmaz, hergün için fidye verirdi. Daha sonra bu hüküm, «...İçinizden kim o aya erişirse onu (orucunu) tutsun...» âyetiyle nesh edilince, herkese oruç tutmak farz kılındı. Bunların delili. Buhari ve Muslim'in, Selmete bin el-Ekvâ (r.anh)'dan rivayet ettikleri hadistir.

«...Gücü yetmeyenler üzerine de bir yoksul doyumu fidye (lazımdır)...» âyeti nazil olunca bazılarımız oruç tuttu, bazılarımız da oruç tutmayarak fidye verdi. Daha sonra, «İçinizden kim o aya erişirse onu (orucunu) tutsun...» âyeti nazil olunca, bir önceki âyetin hükmünü neshettiğinden herkesin oruç tutması farz oldu» (Fahreddin er-Râzi - Tefsirû'l Kebir - C. 1. S. 80; Âlusi - Ruhu'l
Meani, C. 2, S. 58; İbn-i Cevzi - age - C 1. S. 180)
Bu görüş, İbn-i Mesud (r.anh), Muaz bin Cebel (r.anh), İbn-i Ömer (r.anh) ve bazı sahabilerden rivayet edilmiştir.

Diğer alimlere göre de: «...Gücü yetmeyenler üzerine bir yoksul doyumu fidye (lazımdır)» (Bakara 184) âyetinin hükmü, nesh edilmemiştir. Çünkü bu âyet çok yaşlı insanlar ile orucun çok rahatsız ettiği hasta kimseler için nazil olmuştur. Bu görüş, İbn-i Abbas (r.anhuma)'dan rivayet edilmiştir. O'nun görüşü ise şöyledir:
«Cok yaşlı insanların Ramadan orucu yemeleri, yerine her gün için bir fakir doyurmaları kaydıyla ruhsat olarak verilmiştir Onların oruçlarını tekrar kaza etmelerine gerek yoktur

(Ed-Dar Cutni ve Hâkim. İbn-i Abbas (r.anh)'dan rivayet yapmışlardır. Hadisin isnadı da sahihtir)

İhtiyarlık ve şifa ümidi olmayan bir hastalık sebebiyle oruç tutamayan kimse, daha sonra bu oruçları kaza etme imkânı bulamazsa, her gününe karşılık bir fidye öder. (Serahsî, el-Mebsût, III, 100; İbn Kudâme, el-Muğnî, IV, 395-397)
Şâfiîlere göre Ramadan ayının kaza borcu herhangi bir mazeret olmaksızın yerine getirilmeden, öteki Ramadan gelecek olursa, kaza borcuna ilaveten bir de fidye ödeme yükümlülüğü ortaya çıkar. (Nevevî, el-Mecmû’, VI, 364; Şirbînî, Muğni’l-muhtâc, I, 645)



Buhari, Atâ (r.anh)'dan, O'da İbn-i Abbas (r.anh)'dan: «Gücü yetmeyenler üzerine de 'bir yoksul doyumu fidye (lazımdır)...» âyetinin hükmü, neshedilmemiştir. Çünkü âyet çok yaşlı kadın ve erkekler hakkında nazil olmuştur. Onlar oruç tutmaya güçleri olmadığından yerler. Yedikleri her gün için de birer fakir doyururlar» (Ed-Dar Cutni ve Hâkim. İbn-i Abbas (r.anh.)'dan rivayet yapmışlardır. Hadisin isnadı da sahihtir) rivayetini yapmıştır.
Buhari'nin rivayetine göre, hükmü neshedilmeyen bu âyetin icmali manası şöyledir; «Orucu zorlukla tutabilecek kişiler, tutamadıkları takdirde, her günü için birer fakir doyururlar(
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/170)




Ayet-i Kerimede: "Kim kendi isteğiyle fazladan hayır yaparsa" buyurulmaktadır. Fazladan hayır yapmaktan maksat, bazı mufessirlere göre, fakire, belirlenen fidyeden daha fazlasını vermektir.

Mucâhid, Suddi ve Tâvûs bu ifadeyi bu şekilde izah etmişlerdir.

Mucâhid: "Bir fakire yanm sa' yerine bir sa' buğday verirse", Tavus: "Bir gün oruç yeme karşılığında bir fakirin yerine daha çok fakiri doyurursa"
Suddi: "Bir fakirin yerine iki fakiri doyurursa" fazladan hayır yapmış olur." demişlerdir.
Diğer bir kısım âlimler, "Fazladan hayır yapmak"tan maksadın, fidye vermekle birlikte oruç tutma olduğunu söylemişlerdir. İbni Şihab ez-Zuhrî bu görüştedir. Mucâhid ise "Fazladan hayır yapmak'tan maksadın, yoksula, yiyeceği yemekten daha fazlasını vermek" olduğunu söylemiştir.
Taberi, âyet-i kerimenin genel ifadesinin bütün bu görüşleri kapsadığını, âyeti bunlardan sadece birine tahsis etmenin doğru olmadığını söylemiştir.
Ayeti kerimenin sonunda; "Eğer bilirseniz, oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır." buyurulmaktadır. Bundan maksat, oruç tutma ile fidye verip orucu bozma arasında serbest bırakıldığı zaman fidye vermeyi bırakıp oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır." demektir.
(Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 1/424-429)

Fidyenin miktarı o yıl için baz alınan fitre miktarıdır.


Bir fidye -âyet-i kerîmede de belirtildiği gibi- bir fakiri tam bir gün doyurmaktır.
Bir günde ise iki öğün vardır. Fidyeler, yalnız bir fakire verilebileceği gibi, birden fazla fakirlere de verilebilir. Ramadan içinde verilebileceği gibi, evvelinde veya sonunda da verilebilir. Fakirleri sabah - akşam günde iki öğün doyurmak suretiyle olabileceği gibi, öğünlerin parasını vermek suretiyle de olabilir. Para toptan da verilebilir, her gün ayrı ayrı da...

Buna göre iki aylık
fidyeyi, zekat verilecek kimselerden istediklerinize verebilirsiniz.

İbadetlerde Fidye:

a- Oruçta Fidye:

İbn Abbas, İbn Ömer, İbn Mes'ûd, Muâz b. Cebel ve Seleme b. Ekva'ın da aralarında bulunduğu bir grup sahâbî, "Sizden ramadan ayına yetişenler o ayda oruç tutsun" (Bakara 185) mealindeki âyet nazil oluncaya kadar ashabtan dileyenin oruç tuttuğunu, dileyenin de oruç tutmayıp fidye verdiğini, bu âyet inince gücü yeten kimseler hakkında fidye hükmünün nesh edilip yalnız hasta ve yaşlılar için bir ruhsat olarak kaldığını belirtirler. (Muslim, "Sıyâm", 149-150; Cessâs, I, 218; İbn Kesir, I, 308-309)
Bundan dolayı oruç fidyesiyle ilgili âyet (Bakara 184), "Oruç tutmakta güçlük çekenlere (zorlukla güç yetirenlere veya güç yetiremeyenlere) bir fakir doyumu kadar fidye gerekir" şeklinde anlaşılmış, 185. âyetteki, "Sizden Ramadan Ay'ına yetişenler o ayda oruç tutsun" hükmünün tekidiyle de oruç tutmaya gücü yetenlerin fidye ödemesinin caiz olmadığı hususunda görüş birliğine varılmıştır.

Peygamber'in ve ashabın uygulaması da bu yönde olmuştur. İslâm âlimlerinin ortak kabulüne göre ihtiyarlık ve şifa ümidi kalmamış bir hastalık sebebiyle oruç tutamayan kimse, kaza etmesi mümkün olmadığı için tutamadığı gün sayısınca fidye öder. Bu durumdaki bir kimsenin fidye ödemesi fakihlerin büyük çoğunluğuna göre vâcib, Mâlikîler'e göre ise mustehabdır. Burada söz konusu olan ihtiyarlığın ölçüsünün kişiden kişiye değişeceği kabul edilmiş ve 'şeyh-i fânî'lik diye tanımlanan bu çağ "ölüme kadar her gün kuvvetin azalması" şeklinde açıklanmıştır. Bu çağa ulaşan kimse fidyesini ramadan ayının sonunda toptan veya Ramadan Ay'ı içinde günlük olarak ödeyebileceği gibi ramadan başında da verebilir. Yaşlı veya hasta olan kimse fidye ödemeden vefat etmişse artık onun adına fidye ödenmesi gerekmez.
Öte yandan, böyle bir kimsenin fidyesini ödedikten sonra iyileşmesi durumunda ödenen fidyenin yeterli olup olmayacağı hususunda mezhebler arasında görüş ayrılığı bulunmaktadır.

Hanbelî mezhebine göre bu durumdaki kişi borcunu ödemiş olup ayrıca kaza etmesine gerek yoktur (îbn Kudâme, III, 141-142)

Diğer üç mezhebe göre ise -fidyenin meşruiyetinin şartı "oruç tutmaya güç yetirememe" olduğundan- gücüne ve sağlığına kavuşan kimse tutamadığı oruçlarını kaza etmelidir.

Şafiî ve Hanbelîler'e göre, hamile veya emzikli bir kadının oruç tutmaya gücü yettiği halde çocuğun zarar görmemesi için tutmaması durumunda daha sonra kaza etmesinin yanı sıra fidye ödemesi de gerekir. Bu mezheblerin fakihleri delil olarak bu yöndeki bazı sahabe fetvalarını kabul ederler ve hamile veya emzikli kadının durumunun hasta ve şeyh-i fânîden farklı olması gerektiğini İleri sürerler. (Hattâbî, II, 739) Ancak böyle bir kadın kendisinin de zarar görmesinden endişe ederek oruç tutmamışsa o takdirde sadece kaza yeterli olur.
Hanefî fakihleriyle Evzâî, Sevrî gibi bazı âlimler hamile veya emziklinin, İmam Mâlik ise sadece hamilenin hasta hükmünde olduğu, yalnızca tutamadığı orucu kaza edeceği, ayrıca fidye ödemesinin gerekmediği görüşündedir (a.y.).
Hanefiler dışındaki üç mezhebe göre, mazereti olmadığı halde kaza borcunu bir sonraki Ramadan ayına kadar ödemeyen kimsenin kaza orucu ile birlikte fidye ödemesi de vacibdir. Kaza orucunu birkaç Ramadan tehir etmesi halinde fidyenin de geciktirilen Ramadan sayısınca tekerrur edip etmeyeceği konusunda bu üç mezheb arasında görüş ayrılığı vardır. Mâliki ve Hanbeliler fidyenin tekerrür etmeyeceği görüşünü benimserken Şafiî mezhebindeki kuvvetli görüşe göre malî haklardan sayılan fidye borcu Ramadan sayısınca tekerrur eder. Ayrıca fidye ancak bizâtihi asıl olan oruçta caizdir; kefaret orucu gibi başka bir şeyden dolayı tutulması gereken oruç için bu yola başvurulamaz.
Kazaya kalmış oruç borçlarını ödemeden ölen kimsenin eğer vasiyeti varsa malının üçte birinden fidyesi ödenir. Vasiyeti yoksa mirasçılarının teberru kabilinden bunu ödemeleri tavsiye edilmiştir. Bir kimsenin kılamadığı namazlar için ölümünden sonra fidye ödenmesinin (ıskat-i salât) Kur'an ve Sünnet'te bir dayanağı bulunmamakla birlikte, özellikle Hanefî âlimleri namaz için de fidye ödenmesini afva vesile olabileceği düşüncesiyle (fasid bir örf olarak) uygun görmüşlerdir.
Oruçta fidye miktarı, âyette geçen "bir fakirin doyumu" (Bakara 184) ifadesinden de hareketle bir kişiyi bir gûn için doyuracak iki öğün yiyecek olarak anlaşılmış olup bu da fitre miktarıyla uyum gösterir. Bu miktarın aynî olarak veya aynı değerde para yahud mal olarak verilmesi caizdir.

b- Hacda Fidye :
Hac veya umre yapmak maksadıyla ihrama giren kimseye tıraş olmak, tırnak kesmek, koku sürünmek, dikişli elbise giymek, avlanmak, cinsî munasebette bulunmak gibi bazı hususlar yasaklanmıştır. Bu fiillerden birini unutarak veya bir zaruretten dolayı bile olsa işleyen kimsenin kefaret olarak bir bedel ödemesi gerekir.
Kur'ân-ı Kerîm'de "fidye" olarak nitelendirilen bu kefaret türü için şöyle denilmektedir:
"Haca da umreyi de Allah için tam olarak eda edin. Eğer bunları edadan alıkonursanız kolayınıza gelen kurbanı gönderin. Kurban yerine varıncaya kadar başınızı tıraş etmeyin. Sizden biriniz hasta olur yahut başında bir rahatsızlığı bulunursa onun fidye olarak oruç tutması, sadaka vermesi veya kurban kesmesi gerekir" (Bakara 196).


Peygamber (s.a.v.)'de Hudeybiye'de Kâ'b b. Ucre adındaki sahâbîye başındaki rahatsızlığından dolayı, "Tıraş ol ve sonra da üç gün oruç tut, yahut altı fakiri doyur veya bir kurban kes" (Buhârî. "Muhsar", 5-8; "Merdâ", 16; "Keffârât", I; Muslim, "Hac", 80-86) diyerek âyette zikredilen fidye türlerine açıklık getirmiştir.
İhram yasağının ihlâli halinde fidye olarak tutulacak oruç fakihlerin büyük çoğunluğuna göre üç gün olup bu orucun peş peşe tutulması şart değildir. Âyette geçen "sadaka", bir fakiri bir gün için doyuracak kadar gıda maddesi şeklinde anlaşılmış olup bunun miktarı çoğunluğun görüşüne göre bir veya iki mud buğday, bazı fakihlere göre ise fitre miktarıdır. Ancak ihramda iken vuku bulan bazı küçük ihlâller karşılığında daha az miktarda ödenen sadakaların da fidye olarak anıldığı görülür.
Hasan-ı Basrî, İkrime, Nâfi' gibi bazı âlimler, ihramlının fidye olarak on gün oruç tutması veya on fakiri doyurması gerektiği görüşündedir. Âyette zikredilen kurbandan (nusk) maksat küçükbaş hayvanın kurban edilmesidir . İhramlının bazı ağır ihlâllerde ceza olarak kesmesi icap eden büyükbaş hayvan da (bedene) geniş anlamda fidye kavramıyla ifade edilir.
Hastalık veya başka bir rahatsızlık sebebiyle İhram yasaklarından birini çiğnemek (cinayet) zorunda kalan kimsenin, ilgili âyette ve hadiste geçtiği üzere fidye olarak üç gün oruç tutma veya altı fakiri doyurma ya da kurban kesme hususunda muhayyer olduğu konusunda bütün mezhebler görüş birliği içindedir. Bu yasakları kasten çiğneyen kimse hakkında ise görüş ayrılığı vardır.

Mâlikî, Şafiî ve Hanbelî mezheblerine göre yasakları kasten çiğneyen kimse yine fidye olarak anılan üç husustan dilediğini seçebilir. Hanefî fakihleri ise cezasının ağırlaştırılması amacıyla böyle bir kişinin muhayyerlik hakkının iptal edilmesi ve işlediği cinayetin türüne göre ya kurban kesmesi veya sadaka vermesinin gerekli olduğu kanaatindedir.
İhram yasaklarını bilerek ve kendi iradesiyle çiğneyen kimsenin fidye ödemesinin gerektiği hususunda görüş birliği olduğu halde uyku, bayılma, unutma, bilmeme veya zorlanma (ikrah) gibi sebeplerle yasakları ihlâl eden kimse hakkında görüş ayrılığı mevcuttur.

Hanefî ve Mâlikî fakihleri, böyle bir kimseyi de yasağı kasten çiğneyen kişi gibi değerlendirip aynı hükme tâbi tutarken Şafiî ve Hanbelî âlimleri bu şartlarda işlenen cinayeti iki kısma ayırırlar. Bunlara göre kıl koparmak, tıraş olmak ve tırnak kesmek gibi vücut üzerinde tasarrufla ilgili cinayetlerde fidye ödemek vâcibdir; elbise giyme, başı Örtme veya koku sürünme gibi ihlâllerde ise fidye gerekli değildir.
İhramlı kimsenin hangi tür fiillerinin ihram yasağına girdiği ve hangi aşamada hangi tür fidyenin gerekli olduğu konusunda, fakihler ve fıkıh mezhebleri arasında çoğu ayrıntı sayılabilecek bir hayli görüş farklılığı mevcuttur. Bu konuda literatürde yer alan ayrıntılar hem ihram yasaklarının sınır ve kapsamını belirleme, hem de bu yasakların ihlâli durumunda ne tür bir fidye ödeneceğini bir kurala bağlama gayretinden kaynaklanır. Meselâ Hanefî mezhebinde, saç veya sakalın dörtte birinden fazlasının tıraş edilmesi halinde fidye olarak ceza kurbanı kesilmesi gerekir. Öte yandan yasağın ihlâlinde verilecek fidye miktarı kişinin kasıtlı, hatalı veya mazeretli oluşuna veya yasağın derecesine göre değişebildiği gibi fakihlere ve ekollere göre de değişmektedir.
Diğer bazı görüş farklılıkları ihramlının tırnak kesmesi, güzel koku sürünmesi, avlanması, erkeklerin dikişli elbise giymeleri, başlarını örtmeleri, kadınların yüzlerini örtmeleri gibi ihram yasaklarının ihlâl edilmesi hallerinde de gündeme gelir.
Meselâ Hanefî mezhebinde, aynı mekânda el ve ayak tırnaklarının tamamını veya sadece bir elin ya da bir ayağın tırnaklarının tamamını kesen kimsenin ceza kurbanı kesmesi, beş tırnaktan daha az sayıda tırnak kesen ihramlının ise her tırnak için bir sadaka vermesi gerekli görülürken Şafiî ve Hanbelîler'e göre üç ve daha çok tırnak kesen kimsenin fidye ödemesi, bir ve iki tırnak kesenin ise bir mud ve iki mud buğday sadaka vermesi icab eder.

Erkeklerin dikişli elbise veya iç çamaşırı giymeleri, başlarını örtmeleri, bazı özel durumlar hariç kadınların yüzlerini örtmeleri de ihram yasaklan arasında bulunduğundan meselâ Hanefî mezhebine göre ihramlı kimse bir gün veya geceden daha uzun bir süre bu halde kalmışsa fidye olarak kurban kesmek zorundadır. Daha kısa bir süre için bu yasağı ihlâl edenlerin sadaka vermesi yeterlidir. Şafiî ve Hanbelî mezheblerinde ise süre kaydı gözetilmeksizin fidye gerekli görülürken Mâlikîler"de sürenin yanı sıra ihramlının kasıt ve amacı da dikkate alınır. Hanefiler, kokunun vücuda sürülmesiyle elbiseye veya ihram kıyafetine sürülmesini ayrı ayrı değerlendirerek el, kol veya Daş gibi bir organın bütününe sürülmesi halinde kokunun etkisi kısa süreli de olsa ceza kurbanı kesilmesinin vâcib olduğunu söylerken elbiseye sürüldüğünde kokunun etkisinin en az bir gün veya gece devam etmesi halinde bu hükmün verilebileceğini belirtmişlerdir. Gerek vücut gerekse elbise için ileri sürülen bu şartların gerçekleşmediği durumlarda ise sadaka verilmesi yeterli görülmüştür.
Âlimlerin çoğunluğu, böyle bir ayırıma gitmeyip vücuduna veya elbisesine koku süren kimsenin fidye ödemesinin vâcib olduğuna hükmetmiştir.
Kara hayvanı avlamanın ihramlı için yasak olduğu konusunda icmâ bulunduğu gibi yanlışlıkla yapılan avlanmaların da kasten yapılanla aynı hükme tâbi olacağı hususunda dört mezheb görüş birliği içindedir. Bunun cezası, âyette geçtiği üzere (Maide 95) avlanan hayvanın değerinin tesbit edilerek aynı değerde bir hayvanın kurban edilmesi veya her fakire bir fitre miktarı olmak üzere bu değerin tasadduk edilmesi, yahud her fitre miktarı karşılığında bir gün oruç tutulmasıdır. İhramlı iken cinsî munasebette bulunmaktan veya hac menâsikinden bazılarını yerine getirmemekten dolayı da kefaret olarak yerine göre büyük veya küçük baş bir hayvanın kesilmesi gerekmektedir.

Fidyenin ödeneceği yer konusunda fakihler arasında görüş ayrılığı bulunmaktadır. Hanefiler kurbanların Haram'de kesilmesinin gerektiğini, oruç tutma ve fakir doyurmanın ise her yerde olabileceğini söylerken Ahmed b. Hanbel ve Şafiî sadakanın da yalnızca Haram'de verilebileceğini belirtirler.
İmam Mâlik ise fidyenin üç türünün de her yerde ödenebileceği, "hedy" niteliğindeki kurbanın mutlaka Mekke'de kesilmesi gerektiği, fakat ceza mahiyetindeki kurbanın başka bir yerde kesilebileceği görüşündedir.

Bütün fakihlere göre, kasten çiğnenen bir ihram yasağı için fidye ödendikten sonra ayrıca tövbe etmek gerekir. Aksi halde cinayeti işleyen kimse fidye ödese bile günahkâr olarak kalmaya devam eder. Ayrıca fidye sadece fakirlere verilebilir, zekâtın ödeneceği diğer kişilere veya kurumlara verilemez.
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt