P
Çevrimdışı
PhiloSophiaLoren
Misafir
Ey Çocuk;
"Ne yaman iştir bu çölde susuz, sen İsmail misin, Hacer mi annen senin, hırkanda kum nakışları, yaman hattat elinden gözlerin ateş körfezi, yüreğin hançer ağzından sulanan zemzem, söyle çöl senin neyin?"
Mustafa Yılmaz Hikayatı Ebu Zer
Bizler namazda dahi gözleri kapatıp hayattan soyutlanmanın mekruh olduğu bir inanca sahibiz. Hiçbir zulme göz yumamayız. Hiçbir özelliğine, farklılığına bakmaksızın mazlumun yanında, zalim “müslüman” da olsa ona zulmüne mani olarak "yardım" etmekle bizi mükkellef kılan bir imana sahibiz! Fakat öyle bir duruma geldik ki kendinden daha zenginini burjuva zanneden kendini bilmez, nemelazımcı (muhafazakar veya değil) burjuvalar da, kendinden daha zalimini zalim zanneden zalimler de imtihanımız oldu...
Uzaktaki zulümlere dair tepki çok bedel ödemeden “gösterilebiliyor” ama yakınımızdakilere dair aynı tepki sıcak temas bir bedel istiyor. Yaşanan zulümler ne ilk ne de sadece Gazzeyle sınırlı! Aynı kalabalıkları neden başka zulümler için toplayamıyoruz?! Vicdani Red'den tutun tüm dayatlamara dair... Her zulüm birinci dereceden derdimiz olmadıkça, sistem değil sistemin elinden çıkan zulümler parça parça gözlerimize battıkça çözümden hep uzaklara düşeceğiz.
Kirpiklerinde göz yaşlarından beyaz tuz tortularıyla, insan olanlar ve yüreklerini sol yanında uyutmayanlar, ağlıyorlar, ya erken büyüyen ya da erken ölen çocuklar ve insanlık onuru için. Çocukların bu iki acı arasında gerilen ruhları, göğe doğru sayısız ah okları fırlatıyor. Ne hakkımız var onları erken ihtiyarlatan zamanın sabahlarına doğurmaya?!
https://gctdfw.bay.livefilestore.co...zHk57QdngEL2lReEr2N9ZBE/cocuklar_ve_kucak.jpg
Şimdilerde Filistinli çocuklar bağdaş kurup çocukluk hayallerinin üzerine, yerle bir edilmemiş sofralarında Gazze'nin, çaya batırılmış bisküvileri üzerine peynir ufalayıp, ağızlarını şapırdatarak yemeliydiler. Oysa canlarına aş eren, insanlığın onurunu dişlileri arasında öğüten tanklar yediler onları... Ve biz başka başka helvadan putlarımızın ardına saklanarak izledik, izliyoruz bu tek dişine rağmen bizim yüzümüzden insanlığın ırzına diş geçiren, tecavüz edenleri!
İnsanlığın hırs boynuzlarında çalkalanıp seyirten dünya; hayatından bezmiş, yer yine sallanıyor muhtelif beldelerde. Toprağın içi kalkıyor bu kadar kan kokusuna. Masum hayatlara aş erenleri arıyor bela. Lakin ah; "Onlar, bulut gölgeleri içinde Allah'ın meleklerle onlara gelmesini ve emrinin gerçekleşmesini mi gözlüyorlar?.." diyor Rabbimiz.
“İnsan olan yerlerimiz acıyor.” Acıyı etimize bastırıyoruz, gittikçe daha derine. Genelde insanlığın, özelde ümmetin birlik ruhuna, ortak paydasına, anahtar taşına uzanabilmek için ayaklarımızın altına bunca çocuk bedeni almak gerekli miyidi?! Başka türlü uzanamaz mıyız kardeşliğin ve adaletin vicdanına, tek gözlü ve tek dişli “dev”lerin böğrüne, göz bebeklerine... Yine de zulmü yaralanacağı yerden vurabilmiş değiliz... Buna muvaffak olabilmek için daha kaç masum gerek ayaklarımız altına?!.
Bizim ellerimizle ve dualarımızla olmasa da elbet çocuk misketleri, misket bombalarına galip gelecektir. Zira Allah'ın vadidir; “Yeryüzüne ezilenler varis olacak!”tır Kasas 28/5. Fakat her giden çocuk yarım kalan oyunlarını ve boşta kalan ana kucaklarını şikayet ediyorsa Rabbe bizim sonumuz ne olacak!?
https://gctdfw.bay.livefilestore.co...z4g5sexNW-pCSILqZYazb46OIvLAiej0wR2U/agit.jpghttps://t60sxq.bay.livefilestore.co...UW7kxupeEG9g-CeXMKcm_VPjWz-3GZK0ljVY/agit.jpg
Ey cennet kuşları çocuklar, ah etimin yanmakta olan yerleri, toparlanın yarı saydam bedenleriniz ve sağlam kalanlarınızla... Toparlanın ve elleriniz birbirinize kenetli, İsmail'in topuğunu vurduğu gibi bu kurak cesedine dünyanın, bir defa “Bismillah” ile burkulan topuklarınızı vurun! Eğer hakkıyla sarsılmazsa bir de “Kahhar” diyerek vurun! Pasını silkeleyin ılımlı rehavet etiketlerinin. Bir kara sıva gibi dökülsün zulm ve nemelazımcılığımız, akletmeyen kalplerimiz, direnmeyen fikrimiz! Ellerimize bakan dualarımız utanırken, insanlık fevç fevç sarsılarak hatırlasın varlık sebebini, şahitlik sorumluluğunu... Taraf olmanın kime yaslanmak olduğunu, Allah'tan başka kimseye yaslanmayanların aslında ne kadar da güçlü olduklarını hatırlatın insanlığa böylelikle. Ve haykırın, Ebu Leheb gibi eli ve fani kudreti kuruyacak olan zulüm ehlinin eşlerinin, yardakçılarının da kurtulamayacaklarını Allah'ın gazabından! Karunlarla birlikte kervanlarının da yerin dibine geçtiğini, haykırın! Firavunlar kadar Hamanların da boyunlarına asılacağını yaşanan zilletin bedelinin!
Toplanın ve topuklarınızı vurun bu çilekeş toprağın bağrına, İsmailce... Ve anneler, titreyip kendine geliş gününün susuzluğuyla, koşun elleriniz bir başınızda bir dizlerinizde, Hacerce! Belki yıkanırız hırçın ve sorgulayan bakışlarınızda ve soyulur bu kendi özünü törpüleyen uyuşukluğumuz.
MERYEM RABİA TAŞBİLEK
"Ne yaman iştir bu çölde susuz, sen İsmail misin, Hacer mi annen senin, hırkanda kum nakışları, yaman hattat elinden gözlerin ateş körfezi, yüreğin hançer ağzından sulanan zemzem, söyle çöl senin neyin?"
Mustafa Yılmaz Hikayatı Ebu Zer
Bizler namazda dahi gözleri kapatıp hayattan soyutlanmanın mekruh olduğu bir inanca sahibiz. Hiçbir zulme göz yumamayız. Hiçbir özelliğine, farklılığına bakmaksızın mazlumun yanında, zalim “müslüman” da olsa ona zulmüne mani olarak "yardım" etmekle bizi mükkellef kılan bir imana sahibiz! Fakat öyle bir duruma geldik ki kendinden daha zenginini burjuva zanneden kendini bilmez, nemelazımcı (muhafazakar veya değil) burjuvalar da, kendinden daha zalimini zalim zanneden zalimler de imtihanımız oldu...
Uzaktaki zulümlere dair tepki çok bedel ödemeden “gösterilebiliyor” ama yakınımızdakilere dair aynı tepki sıcak temas bir bedel istiyor. Yaşanan zulümler ne ilk ne de sadece Gazzeyle sınırlı! Aynı kalabalıkları neden başka zulümler için toplayamıyoruz?! Vicdani Red'den tutun tüm dayatlamara dair... Her zulüm birinci dereceden derdimiz olmadıkça, sistem değil sistemin elinden çıkan zulümler parça parça gözlerimize battıkça çözümden hep uzaklara düşeceğiz.
Kirpiklerinde göz yaşlarından beyaz tuz tortularıyla, insan olanlar ve yüreklerini sol yanında uyutmayanlar, ağlıyorlar, ya erken büyüyen ya da erken ölen çocuklar ve insanlık onuru için. Çocukların bu iki acı arasında gerilen ruhları, göğe doğru sayısız ah okları fırlatıyor. Ne hakkımız var onları erken ihtiyarlatan zamanın sabahlarına doğurmaya?!
https://gctdfw.bay.livefilestore.co...zHk57QdngEL2lReEr2N9ZBE/cocuklar_ve_kucak.jpg
Şimdilerde Filistinli çocuklar bağdaş kurup çocukluk hayallerinin üzerine, yerle bir edilmemiş sofralarında Gazze'nin, çaya batırılmış bisküvileri üzerine peynir ufalayıp, ağızlarını şapırdatarak yemeliydiler. Oysa canlarına aş eren, insanlığın onurunu dişlileri arasında öğüten tanklar yediler onları... Ve biz başka başka helvadan putlarımızın ardına saklanarak izledik, izliyoruz bu tek dişine rağmen bizim yüzümüzden insanlığın ırzına diş geçiren, tecavüz edenleri!
İnsanlığın hırs boynuzlarında çalkalanıp seyirten dünya; hayatından bezmiş, yer yine sallanıyor muhtelif beldelerde. Toprağın içi kalkıyor bu kadar kan kokusuna. Masum hayatlara aş erenleri arıyor bela. Lakin ah; "Onlar, bulut gölgeleri içinde Allah'ın meleklerle onlara gelmesini ve emrinin gerçekleşmesini mi gözlüyorlar?.." diyor Rabbimiz.
“İnsan olan yerlerimiz acıyor.” Acıyı etimize bastırıyoruz, gittikçe daha derine. Genelde insanlığın, özelde ümmetin birlik ruhuna, ortak paydasına, anahtar taşına uzanabilmek için ayaklarımızın altına bunca çocuk bedeni almak gerekli miyidi?! Başka türlü uzanamaz mıyız kardeşliğin ve adaletin vicdanına, tek gözlü ve tek dişli “dev”lerin böğrüne, göz bebeklerine... Yine de zulmü yaralanacağı yerden vurabilmiş değiliz... Buna muvaffak olabilmek için daha kaç masum gerek ayaklarımız altına?!.
Bizim ellerimizle ve dualarımızla olmasa da elbet çocuk misketleri, misket bombalarına galip gelecektir. Zira Allah'ın vadidir; “Yeryüzüne ezilenler varis olacak!”tır Kasas 28/5. Fakat her giden çocuk yarım kalan oyunlarını ve boşta kalan ana kucaklarını şikayet ediyorsa Rabbe bizim sonumuz ne olacak!?
https://gctdfw.bay.livefilestore.co...z4g5sexNW-pCSILqZYazb46OIvLAiej0wR2U/agit.jpghttps://t60sxq.bay.livefilestore.co...UW7kxupeEG9g-CeXMKcm_VPjWz-3GZK0ljVY/agit.jpg
Ey cennet kuşları çocuklar, ah etimin yanmakta olan yerleri, toparlanın yarı saydam bedenleriniz ve sağlam kalanlarınızla... Toparlanın ve elleriniz birbirinize kenetli, İsmail'in topuğunu vurduğu gibi bu kurak cesedine dünyanın, bir defa “Bismillah” ile burkulan topuklarınızı vurun! Eğer hakkıyla sarsılmazsa bir de “Kahhar” diyerek vurun! Pasını silkeleyin ılımlı rehavet etiketlerinin. Bir kara sıva gibi dökülsün zulm ve nemelazımcılığımız, akletmeyen kalplerimiz, direnmeyen fikrimiz! Ellerimize bakan dualarımız utanırken, insanlık fevç fevç sarsılarak hatırlasın varlık sebebini, şahitlik sorumluluğunu... Taraf olmanın kime yaslanmak olduğunu, Allah'tan başka kimseye yaslanmayanların aslında ne kadar da güçlü olduklarını hatırlatın insanlığa böylelikle. Ve haykırın, Ebu Leheb gibi eli ve fani kudreti kuruyacak olan zulüm ehlinin eşlerinin, yardakçılarının da kurtulamayacaklarını Allah'ın gazabından! Karunlarla birlikte kervanlarının da yerin dibine geçtiğini, haykırın! Firavunlar kadar Hamanların da boyunlarına asılacağını yaşanan zilletin bedelinin!
Toplanın ve topuklarınızı vurun bu çilekeş toprağın bağrına, İsmailce... Ve anneler, titreyip kendine geliş gününün susuzluğuyla, koşun elleriniz bir başınızda bir dizlerinizde, Hacerce! Belki yıkanırız hırçın ve sorgulayan bakışlarınızda ve soyulur bu kendi özünü törpüleyen uyuşukluğumuz.
MERYEM RABİA TAŞBİLEK