Ülkelerin kaderlerini belirleyen, uluslararası antlaşmalar tarih boyunca tartışılır olmuştur. Ülkemizde ise, sınırlarımızı ve kaderimizi belirleyen Lozan antlaşması; bırakın tartışmayı, sorgulamak ve hatta en küçük menfi görüş bildirmek bile cesaret isteyen konulardandır. Çünkü her an yobaz, irticacı, işbirlikçi ve vatan haini gibi yaftalarla karşılaşmayı göze almak durumundasınızdır.
Çünkü, Lozanda verilen tavizlerin ve taahhüdlerin yalnız hesabını sormak için değil, telafi çarelerini aramak için de halka hakikatleri olduğu gibi söylemek misyonunu da yüklenen Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının başına gelenleri anlamadan, vatan hainliği kavramının nasıl ucuzlatıldığını anlayamazsınız. Aynı şekilde irtica, laiklik vb. kavramların, tam ve net bir tanımının günümüze kadar neden yapılmadığını da anlayamazsınız.
Bugün irtica tehlikesinden bahsedenlere, “İrtica” nedir ? “Nasıl bir tehlikedir ?” diye sorsanız, politik ve yuvarlak cevaplardan başka tatmin edici bir cevap alacağınızı hiç düşünmüyorum.
Resmi söylemin ezber ve sloganlarını eğitim zanneden, ve böylesi bir milli öğütüm tezgahlarından geçtikleri için, analoji ve sorgulama yoksunu zihinler, Sevr’i utanç ve zillet belgesi, Lozan’ı da zafer anıtı olarak gören bir değirmende öğütüldükleri için, yazacaklarım çoğu kimsenin hoşuna gitmeyecektir muhtemelen.
Ancak gerçeklerin er yada geç ortaya çıkmak gibi kötü (iyi) bir huyu vardır ve aslında tarihi çeşitli sorularla ve sorgularla çeşitli yerlerinden deşmek, buzdağının görünmeyen kısımlarına ışıklar tutmak ve ortaya çıkacak yeni ve süpriz sonuçlara açık olmak ve bu doğrultuda ön yargılarımızı yıkmak hepimizin görevi olmalı değil midir ?
Aksi takdirde tarihi olmuş, bitmiş ve kemale ermiş dokunulmaz bir sihirli küre ve kıymeti kendinken menkul değerler manzumesi gibi algılarsak derin yanılgılara düşeriz.
Tarihi anlama konusunda en büyük yanılgılardan biri de, olayları etik doğru ve yanlışlar bazında değil de, kişiler bazında ele alışımız olmuştur. Bu yanılgıdır ki, tarihimizi gerçek ve normal düzleminden çıkarmış, efsane haline getirmiştir.
Oysa realite şudur ki; milletler tarihini, geçmişinden ders çıkarmak, gününü ve geleceğini anlamlandırmak için okurlar, efsaneler oluşturmak için değil.
Söylemek istediğim esas meseleye gelirsek;
Lozan antlaşmasını, kuru bir toprak parçasının kavgası olarak görmek, büyük tabloyu görememekle eşdeğerdir. Kendimizi aldatmadır.
Çünkü bu tip antlaşmalar, çok boyutludur ve çok derin hesaplar sonucu ortaya çıkarlar.
Bu antlaşmalarda, toprak kaygısından çok, stratejik güvenlik, ekonomik kaygılar, potansiyel tehdit unsurları, yeni yada mevcut dünya düzenine uygunluk ve buna benzer konular alır.
Bir diğer önemli husus ise, meydanlarda kazanılmış savaşlar, tek başlarına hiç bir öneme haiz olmayabilirler. Bu başarıyı siyasi diplomatlarınızla masa başında da devam ettiremezseniz, meydanda kazandığınızı zannettiğiniz zafer bir anda hezimete de dönüşebilir. Tarih bunun gibi ibretlik olaylarla doludur. Kesin bir zafer için hem meydan da hem de masa başında başarı şarttır.
-Ekonomik Kaygılar ve Toprak Kaygısı Açısından LOZAN :
Hemen söylemeliyim ki, Lozan’da ekonomik olarak çok büyük kayıplar verdik. Bütün faturaları ödemeye razı geldik. Hatta Osmanlının eski borçlarını bile ödemeyi kabul ettik.
“Sen fazla oldun dur artık! Kapitülasyonları kaldırdık onu niye söylemiyorsun” dediğinizi duyar gibiyim.
Bilelim ki, Türk hukuk devrimi, kapitülasyonların kaldırılmasının bedelidir.”Türk hukuk devrimi” denilen ve 1928′e kadar devam eden Avrupa’nın çeşitli ülkelerinin kanunlarının çeviri veya uyarlama yoluyla “evlatlık alınması” sürecinin bizzat Lozan’da taahhüt altına alındığı genellikle gözden kaçırılır.
O halde öve öve bitiremediğimiz Hukuk Devrimimiz de kanaatimce, bu şartlar ve taahhüdler altında tartışılması gereken bir pozisyondadır
Hadi onu da geçtim. meseleye toprak meselesi olarak baksak bile, yine yaya kaldığımızı görürüz ve Lozan’ı neresinden tutarsanız tutun, hep elinizde kalacaktır.
Mesela Lozan’da Filistin toprakları için ne yaptık ?
Koca bir HİÇ… Hatta görüşmeler sırasında Filistinli kardeşlerimiz TBMM kapısında günlerce, ‘Bizi İngiliz kurtlarına teslim etmeyin’ diye yalvar yakar dolaşmışlardı. Aldıkları cevap, önce oyalama, sonra da kendi başınızın çaresine bakın, olmuştu.
Lozan’ın asıl tartışmamız gereken boyutu, Ortadoğu’nun paylaşılması ve sınırların yeniden çizilmesi karşısında aldığı uysal tavırdır. Böylece İngilizlere petrol alanlarını, kontrol etme şansını da vermiştik.
Ancak can yakıcı acı gerçek:
Lozan zaferiyle! diğer Arap topraklarında olduğu gibi Filistin’de de Sevr’in bütün istekleri olduğu gibi kabul edilmiştir. Hatta Filistin’de İngiliz manda rejimi, İsmet Paşanın Lozan’daki imzasıyla resmiyet kazanmış, böylece İsrail’in kuruluşuna giden yolda en büyük engellerden biri daha bertaraf edilmişti.
Ayrıca bir kenara not edin;
İmadiye ilçesi Sevr’de bizde görünür ama Lozan’da Irak’a bırakılmıştır.
Ayrıca Çanakkale şehitliğini, Lozan’da, ebediyen itilaf devletlerine bırakmıştık.
Daha Lozan’da Yunanlılardan almamız gereken savaş tazminatından neden vazgeçtiğimizi, Batı Trakya’yı, Batum’u, Oniki Ada’yı, Musul’u, Kerkük’ü, Süleymaniye’yi kaybedişimizi anlatmadım bile….
Canınızı acıtmamak ve sıkmamak için detaylara girmiyorum.
Çünkü, Lozanda verilen tavizlerin ve taahhüdlerin yalnız hesabını sormak için değil, telafi çarelerini aramak için de halka hakikatleri olduğu gibi söylemek misyonunu da yüklenen Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının başına gelenleri anlamadan, vatan hainliği kavramının nasıl ucuzlatıldığını anlayamazsınız. Aynı şekilde irtica, laiklik vb. kavramların, tam ve net bir tanımının günümüze kadar neden yapılmadığını da anlayamazsınız.
Bugün irtica tehlikesinden bahsedenlere, “İrtica” nedir ? “Nasıl bir tehlikedir ?” diye sorsanız, politik ve yuvarlak cevaplardan başka tatmin edici bir cevap alacağınızı hiç düşünmüyorum.
Resmi söylemin ezber ve sloganlarını eğitim zanneden, ve böylesi bir milli öğütüm tezgahlarından geçtikleri için, analoji ve sorgulama yoksunu zihinler, Sevr’i utanç ve zillet belgesi, Lozan’ı da zafer anıtı olarak gören bir değirmende öğütüldükleri için, yazacaklarım çoğu kimsenin hoşuna gitmeyecektir muhtemelen.
Ancak gerçeklerin er yada geç ortaya çıkmak gibi kötü (iyi) bir huyu vardır ve aslında tarihi çeşitli sorularla ve sorgularla çeşitli yerlerinden deşmek, buzdağının görünmeyen kısımlarına ışıklar tutmak ve ortaya çıkacak yeni ve süpriz sonuçlara açık olmak ve bu doğrultuda ön yargılarımızı yıkmak hepimizin görevi olmalı değil midir ?
Aksi takdirde tarihi olmuş, bitmiş ve kemale ermiş dokunulmaz bir sihirli küre ve kıymeti kendinken menkul değerler manzumesi gibi algılarsak derin yanılgılara düşeriz.
Tarihi anlama konusunda en büyük yanılgılardan biri de, olayları etik doğru ve yanlışlar bazında değil de, kişiler bazında ele alışımız olmuştur. Bu yanılgıdır ki, tarihimizi gerçek ve normal düzleminden çıkarmış, efsane haline getirmiştir.
Oysa realite şudur ki; milletler tarihini, geçmişinden ders çıkarmak, gününü ve geleceğini anlamlandırmak için okurlar, efsaneler oluşturmak için değil.
Söylemek istediğim esas meseleye gelirsek;
Lozan antlaşmasını, kuru bir toprak parçasının kavgası olarak görmek, büyük tabloyu görememekle eşdeğerdir. Kendimizi aldatmadır.
Çünkü bu tip antlaşmalar, çok boyutludur ve çok derin hesaplar sonucu ortaya çıkarlar.
Bu antlaşmalarda, toprak kaygısından çok, stratejik güvenlik, ekonomik kaygılar, potansiyel tehdit unsurları, yeni yada mevcut dünya düzenine uygunluk ve buna benzer konular alır.
Bir diğer önemli husus ise, meydanlarda kazanılmış savaşlar, tek başlarına hiç bir öneme haiz olmayabilirler. Bu başarıyı siyasi diplomatlarınızla masa başında da devam ettiremezseniz, meydanda kazandığınızı zannettiğiniz zafer bir anda hezimete de dönüşebilir. Tarih bunun gibi ibretlik olaylarla doludur. Kesin bir zafer için hem meydan da hem de masa başında başarı şarttır.
-Ekonomik Kaygılar ve Toprak Kaygısı Açısından LOZAN :
Hemen söylemeliyim ki, Lozan’da ekonomik olarak çok büyük kayıplar verdik. Bütün faturaları ödemeye razı geldik. Hatta Osmanlının eski borçlarını bile ödemeyi kabul ettik.
“Sen fazla oldun dur artık! Kapitülasyonları kaldırdık onu niye söylemiyorsun” dediğinizi duyar gibiyim.
Bilelim ki, Türk hukuk devrimi, kapitülasyonların kaldırılmasının bedelidir.”Türk hukuk devrimi” denilen ve 1928′e kadar devam eden Avrupa’nın çeşitli ülkelerinin kanunlarının çeviri veya uyarlama yoluyla “evlatlık alınması” sürecinin bizzat Lozan’da taahhüt altına alındığı genellikle gözden kaçırılır.
O halde öve öve bitiremediğimiz Hukuk Devrimimiz de kanaatimce, bu şartlar ve taahhüdler altında tartışılması gereken bir pozisyondadır
Hadi onu da geçtim. meseleye toprak meselesi olarak baksak bile, yine yaya kaldığımızı görürüz ve Lozan’ı neresinden tutarsanız tutun, hep elinizde kalacaktır.
Mesela Lozan’da Filistin toprakları için ne yaptık ?
Koca bir HİÇ… Hatta görüşmeler sırasında Filistinli kardeşlerimiz TBMM kapısında günlerce, ‘Bizi İngiliz kurtlarına teslim etmeyin’ diye yalvar yakar dolaşmışlardı. Aldıkları cevap, önce oyalama, sonra da kendi başınızın çaresine bakın, olmuştu.
Lozan’ın asıl tartışmamız gereken boyutu, Ortadoğu’nun paylaşılması ve sınırların yeniden çizilmesi karşısında aldığı uysal tavırdır. Böylece İngilizlere petrol alanlarını, kontrol etme şansını da vermiştik.
Ancak can yakıcı acı gerçek:
Lozan zaferiyle! diğer Arap topraklarında olduğu gibi Filistin’de de Sevr’in bütün istekleri olduğu gibi kabul edilmiştir. Hatta Filistin’de İngiliz manda rejimi, İsmet Paşanın Lozan’daki imzasıyla resmiyet kazanmış, böylece İsrail’in kuruluşuna giden yolda en büyük engellerden biri daha bertaraf edilmişti.
Ayrıca bir kenara not edin;
İmadiye ilçesi Sevr’de bizde görünür ama Lozan’da Irak’a bırakılmıştır.
Ayrıca Çanakkale şehitliğini, Lozan’da, ebediyen itilaf devletlerine bırakmıştık.
Daha Lozan’da Yunanlılardan almamız gereken savaş tazminatından neden vazgeçtiğimizi, Batı Trakya’yı, Batum’u, Oniki Ada’yı, Musul’u, Kerkük’ü, Süleymaniye’yi kaybedişimizi anlatmadım bile….
Canınızı acıtmamak ve sıkmamak için detaylara girmiyorum.