Genetiği Değiştirilmiş "Dindarlık"
Tarım Bakanlığı’nın son yönetmeliği vesilesiyle “Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar” (GDO) meselesi yeniden gündeme oturmuş durumda. GDO’lu ürünlerin insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri üzerine basın açıklamaları yapılıyor, eylemler düzenleniyor, boykot çağrıları yapılıyor. GDO üreticisi küresel şirketlere gelince, onlar tüm çabalarının Afrika’da açlık çeken insanlar için olduğunu savunuyorlar!
Alemlerin Rabbi yüce Allah’a, O’nun canlılar için takdir ettiği doğal işleyişe ve bu işleyişle uyumlu bir dünya için bildirdiği ölçülere karşı insanlık tarihinin en büyük tuğyanlarından biri olarak kendini gösteren Batılı paradigmanın ekini ve nesli tehdit eden bu tamahkâr ifsad girişimine karşı çıkmak insani ve İslami bir yükümlülük olarak önümüzde duruyor. Bununla birlikte, GDO meselesinin bir sonuç olduğunu bilmek ve sonuçlardan çok sonuçları doğuran sebeplerle ilgilenmek ve çözüm çabalarını bu yönde analize etmek gerektiği aşikârdır.
Genetiği değiştirilmiş ürünler meselesinin temelindeki “genetiği değiştirilmiş insanlık” sorununu teşhis etmeden söylenecek sözler, gösterilecek tepkiler yüzeysel kalmaya mahkûmdur. GDO meselesine de kaynaklık eden Batı kapitalizminin insanlığın zihinsel genetiği üzerindeki tahribatını anlamadan ve ona karşı sahici bir duruş geliştirmeden insanlığı köleleştiren bu işleyişe dur demek mümkün görünmüyor. Aksi takdirde kapitalizmin GDO’suna hayır derken, aynı kapitalizmin “Siz hâlâ mobilyanızı değiştirmediniz mi!” sloganının ardına düşüp yeni bir taksit yükünün altına girmeniz uzak bir ihtimal değildir.
Meselenin bir diğer boyutu ise, “genetiği değiştirilmiş dindarlık” sorunudur. Seküler Batılı paradigma tarafından zihinsel genetiği değiştirilen günümüz toplumlarının din algısı baştan sona sorunludur. Allah’ın dinini bir hayat nizamı olmaktan çok bir vicdan ve kişisel arınma meselesi olarak algılayan kalabalıkların yanı sıra, kendilerini dindar olarak tanımlayan kesimlerdeki din algısı da giderek daha sorunlu bir hal almaktadır. Allah’ın ölçülerine teslim olmak yerine, o ölçüleri teslim almaya dayalı bir dindarlık anlayışı yaygınlaşmaktadır. İslam’ın ilke ve ölçüleri üzere bir hayatın inşası bilinci yerine, İslam’ı, sekülerizmin belirleyici olduğu mevcut işleyişe iliştirme tavrı öne çıkmaktadır. Bu dindarlıkta Allah’ın dini kurucu bir paradigma olarak değil, kapitalist üretim ve tüketim süreçlerinin belirleyici olduğu mevcut işleyişe ahlaki bir vasıf kazandırma aracı olarak işlev görmektedir.
Hayır diyebilen, imandan kaynaklanan değişmez ölçüleri ve kırmızı çizgileri olan ve böylece kapitalist ifsada direnmeyi sürdüren Müslümanların sayısı, bunca bilinçlenme süreçlerine rağmen artacak yerde azalıyor. Yaşanılan politik süreçler yılların birikimi olan bilinçlenme süreçlerini ters yüz ederek bâtıldan ayrışma yerine entegrasyona hayat veriyor. Kimsenin “müteahhit” olmasına sözümüz yok, fakat hem Müslüman olduğunu söyleyip hem de “her şeye müsait olmak” ciddi bir sorun oluşturuyor.
İslam’ın devrimci tutumundan uzaklaşıp kapitalist üretim ve tüketim ilişkilerine entegre olanlar kendileri hayır demeyi unuttuğu gibi, kendilerinin evet dediğine İslam’ın da evet demesini istiyor, bunun peşine düşüyor. Kitab’a uymak yerine kitabına uydurmak şeklindeki kadim sapma, dünyevileşme trendindeki yükselişe paralel daha bir etkili olmaya başlıyor.
Allah’ın dinini, insanlık tarihinin en büyük ifsad odağı olan kapitalizme iliştirilmiş bir ahlaki iyileştirme aracına indirgemeye yönelik çok ciddi çabalar söz konusu. Bu konuda küresel ve yerel istikbar odaklarının proje üstüne proje kotardıkları ve İslam’ın genetiğine müdahale edebilmek için “Ilımlı İslam”dan “Euro İslam”ına, “Türk İslamı”ndan “Mistik İslam”a çeşitli “alternatif İslamlar” icad ettiklerini biliyoruz. Tüm bu şeytani plan ve projelerin Kur’an ve ahlakı Kur’an olan Hz. Peygamber’in yaşayan sünneti engelini aşamadıklarını ve bu sebeple bu yöndeki tüm çabalarına karşın İslam’ın genetiğine dokunmaya güçlerinin yetmediğini de tabii…
Dolayısıyla Allah’ın dininden yana kimsenin bir endişesi olmamalıdır. Rabbimiz dininin muhafazasını kendi üzerine almıştır. Bizim üzerinde durmamız gereken, kapitalist ifsadın din anlayışımızın genetik yapısı üzerinde gerçekleştirmeye yöneldiği tahribata karşı durmaktır.
Şükrü Hüseyinoğlu
Tarım Bakanlığı’nın son yönetmeliği vesilesiyle “Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar” (GDO) meselesi yeniden gündeme oturmuş durumda. GDO’lu ürünlerin insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri üzerine basın açıklamaları yapılıyor, eylemler düzenleniyor, boykot çağrıları yapılıyor. GDO üreticisi küresel şirketlere gelince, onlar tüm çabalarının Afrika’da açlık çeken insanlar için olduğunu savunuyorlar!
Alemlerin Rabbi yüce Allah’a, O’nun canlılar için takdir ettiği doğal işleyişe ve bu işleyişle uyumlu bir dünya için bildirdiği ölçülere karşı insanlık tarihinin en büyük tuğyanlarından biri olarak kendini gösteren Batılı paradigmanın ekini ve nesli tehdit eden bu tamahkâr ifsad girişimine karşı çıkmak insani ve İslami bir yükümlülük olarak önümüzde duruyor. Bununla birlikte, GDO meselesinin bir sonuç olduğunu bilmek ve sonuçlardan çok sonuçları doğuran sebeplerle ilgilenmek ve çözüm çabalarını bu yönde analize etmek gerektiği aşikârdır.
Genetiği değiştirilmiş ürünler meselesinin temelindeki “genetiği değiştirilmiş insanlık” sorununu teşhis etmeden söylenecek sözler, gösterilecek tepkiler yüzeysel kalmaya mahkûmdur. GDO meselesine de kaynaklık eden Batı kapitalizminin insanlığın zihinsel genetiği üzerindeki tahribatını anlamadan ve ona karşı sahici bir duruş geliştirmeden insanlığı köleleştiren bu işleyişe dur demek mümkün görünmüyor. Aksi takdirde kapitalizmin GDO’suna hayır derken, aynı kapitalizmin “Siz hâlâ mobilyanızı değiştirmediniz mi!” sloganının ardına düşüp yeni bir taksit yükünün altına girmeniz uzak bir ihtimal değildir.
Meselenin bir diğer boyutu ise, “genetiği değiştirilmiş dindarlık” sorunudur. Seküler Batılı paradigma tarafından zihinsel genetiği değiştirilen günümüz toplumlarının din algısı baştan sona sorunludur. Allah’ın dinini bir hayat nizamı olmaktan çok bir vicdan ve kişisel arınma meselesi olarak algılayan kalabalıkların yanı sıra, kendilerini dindar olarak tanımlayan kesimlerdeki din algısı da giderek daha sorunlu bir hal almaktadır. Allah’ın ölçülerine teslim olmak yerine, o ölçüleri teslim almaya dayalı bir dindarlık anlayışı yaygınlaşmaktadır. İslam’ın ilke ve ölçüleri üzere bir hayatın inşası bilinci yerine, İslam’ı, sekülerizmin belirleyici olduğu mevcut işleyişe iliştirme tavrı öne çıkmaktadır. Bu dindarlıkta Allah’ın dini kurucu bir paradigma olarak değil, kapitalist üretim ve tüketim süreçlerinin belirleyici olduğu mevcut işleyişe ahlaki bir vasıf kazandırma aracı olarak işlev görmektedir.
Hayır diyebilen, imandan kaynaklanan değişmez ölçüleri ve kırmızı çizgileri olan ve böylece kapitalist ifsada direnmeyi sürdüren Müslümanların sayısı, bunca bilinçlenme süreçlerine rağmen artacak yerde azalıyor. Yaşanılan politik süreçler yılların birikimi olan bilinçlenme süreçlerini ters yüz ederek bâtıldan ayrışma yerine entegrasyona hayat veriyor. Kimsenin “müteahhit” olmasına sözümüz yok, fakat hem Müslüman olduğunu söyleyip hem de “her şeye müsait olmak” ciddi bir sorun oluşturuyor.
İslam’ın devrimci tutumundan uzaklaşıp kapitalist üretim ve tüketim ilişkilerine entegre olanlar kendileri hayır demeyi unuttuğu gibi, kendilerinin evet dediğine İslam’ın da evet demesini istiyor, bunun peşine düşüyor. Kitab’a uymak yerine kitabına uydurmak şeklindeki kadim sapma, dünyevileşme trendindeki yükselişe paralel daha bir etkili olmaya başlıyor.
Allah’ın dinini, insanlık tarihinin en büyük ifsad odağı olan kapitalizme iliştirilmiş bir ahlaki iyileştirme aracına indirgemeye yönelik çok ciddi çabalar söz konusu. Bu konuda küresel ve yerel istikbar odaklarının proje üstüne proje kotardıkları ve İslam’ın genetiğine müdahale edebilmek için “Ilımlı İslam”dan “Euro İslam”ına, “Türk İslamı”ndan “Mistik İslam”a çeşitli “alternatif İslamlar” icad ettiklerini biliyoruz. Tüm bu şeytani plan ve projelerin Kur’an ve ahlakı Kur’an olan Hz. Peygamber’in yaşayan sünneti engelini aşamadıklarını ve bu sebeple bu yöndeki tüm çabalarına karşın İslam’ın genetiğine dokunmaya güçlerinin yetmediğini de tabii…
Dolayısıyla Allah’ın dininden yana kimsenin bir endişesi olmamalıdır. Rabbimiz dininin muhafazasını kendi üzerine almıştır. Bizim üzerinde durmamız gereken, kapitalist ifsadın din anlayışımızın genetik yapısı üzerinde gerçekleştirmeye yöneldiği tahribata karşı durmaktır.
Şükrü Hüseyinoğlu