Usul âlimlerine göre “Teda’uf”, Yani birisine göre “sahih” kabul edilen bir hadis, diğer muhaddise göre "hasen" veya “zayıf” bulunabilir, çünkü hadis kabul etme şartları farklı farklıdır. Bir muhaddis doğru olduğuna inandığı bazı kıstaslar koyar ve sadece o yolla gelen hadisleri kitaplarına alır bir başkası başka kıstaslar koyar... Mesela bir muhaddis, ravi zincirinden birbirinden hadis alan iki kişinin yüzyüze görüşme şartını ileri sürerken bir diğer muhaddis görüşmüş olma ihtimali varsa rivayet edilen o hadis alır ve kabul eder. Raviler aynı tarihte aynı şehirde bulunmuşsa, onların ilme, hadise olan rağbetlerini ve rıhletlerini bildiği için görüşmüştür diyerek hadislerini kabul edip alır. Bu hadisleri daha sonra gelen muhaddisler değerlendirmeye alırlar. Tabi ki bunu kafirlerin anlamasını beklemiyoruz. Zaten bunu anlayacak kapasiteleri olsaydı kafir olmazlardı. (Bu yazdıklarımızı anlayabilecek zekaya sahip olan kafir var mı bilmiyorum. Genelde "...Yani birisine göre “sahih” kabul edilen bir hadis, diğer muhaddise göre "hasen" veya “zayıf” olabilir çünkü hadis kabul etme şartları farklı farklıdır..." cümlesine kadar okuyabilip, anlayabilen dinsizler, gerisini anlama çabasına bile girmemekte, mal bulmuş gavur gibi islama ve müslümanlara saldırmaktadırlar.)
Hanefî ve Hanbeli muctehidlerince, gusulde ağzın içini yıkamak farz iken, Mâlikî ve Sâfiî'de farz değildir. Bunun için mezhebin birine doğru, ötekine yanlış denemez.
Her muctehidin bir hadîsten hüküm çıkarması farklıdır. Bir muctehidin sahîh dediği bir hadîse, baska bir muctehid mevdû (uydurma) diyebilir.
Muhaddis mevdu derse
Hadîs ilminde muctehid bir âlim, bir hadîse mevdû' derse, diger muctehidler buna sahîh diyebilir. Çünkü mevdû' diyen muctehid, bir hadîsin sahîh olmasi için luzûm gördüğü şartları taşımayan bir hadîs için, "Mezhebimin usûlunun kâidelerine göre mevdû'dur" der. Ya'nî bu sözün hadîs olduğu bence anlaşılamamıştır, der. Yoksa, "Bu söz, Peygamber efendimizin sözü değildir" demek istemez.
Aynı hadîs için başka bir muctehid sahîhtir diyebilir. Sahîh olduğunu söyleyen muctehid ötekine, "Peygamber efendimizin bu sözüne nasıl mevdû' dersin?" demediği gibi, öteki de, "Bu uydurma söze sen nasıl (sahih) hadîs diyebilirsin?" demez.
Ancak, bugün bir kimse "bu rivayete alimlerimiz hadis demiş ama ben bunu hadis olmaktan çıkarıyorum" diyemez. Bu anlamda "ayıklama" yapılamaz. Böyle bir anlayış ve uyglama hem hadis ilmi açısından hem de diğer kurallar bakımından uygun değildir.
Tedrîbu'r-Râvî'de şöyle denir: "Ravînin fısk veya kizbinden dolayı zayıf olan hadise kendisi değerinde bir başka hadîsin muvâfakat etmesinin değeri yoktur, çünkü böyle bir zaaf kuvvetlidir ve sebebi kolayca izâle olamayacak cinstendir. Ancak tarîklerin mecmûu ile münker veya asılsız olmaktan kurtulur. Bu hususu Şeyhu'l-İslâm, yani Hâfız İbnu Hacer açıklar ve der ki: "Bâzan tarîkler sayıca artar ve hadîsi mestûr ve seyyiul hıfz mertebesine yükseltir. O şekilde ki eğer onun için, içerisinde muhtemel yakın bir zaaf varsa bunlar tümüyle hasen derecesine yükselirler.
Allâme muhaddis Şarânî -ki Hâfız Suyûtî'nin talebesidir- el-Mîzân'da şöyle der: "Muhaddislerin cumhur'u, tarîklerin çoğalma durumunda zayıf hadisle ihticâc ettiler ve onu bazan sahîh'e, bazan da hasen'e ilhâk ettiler. Zayıfın bu nev'ine, Beyhakî'nin es-Sunen u'l-Kubbrâ'sında rastlanır. Bu kitap, imamların ve onların ashabı olan âlimlerin sözleriyle ihticâc için te'lif edilmiştir. Çünkü bir imam ve onun mukallidlerinden birinin bir sözüne delil teşkil edecek sahih veya hasen bir hadis bulmazsa falanca falanca tarîkden bir zayıf hadis rivayet eder ve bununla iktifa ederek der ki: "Bu tarîkler birbirlerini takviye ederler".