Hak Nereden Gelirse Gelsin Kabul Edilmelidir
Samimi bir Müslümanın hak kimden gelirse gelsin isterse düşmanından gelsin onu kabul edip ona teslim olması gerekir.
Hak hak olduğu için kabul edilir, yoksa nefsin hoşuna gittiği veya heva ve hevese uygun olduğu ya da sevilen bir kişiden geldiği için değil. Bu yüzden hakkın geldiği yer önemli değildir.
Bir şeyin hak olduğunu bildiği halde sırf bu hak sevmediği bir yerden geldiği yahut kendi milletinden gelmediği için kabul etmeyip reddetmek, Allah düşmanı yahudilerin karakteridir.
Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e risalet gelmeden önce yahudiler yakında bir rasul gönderileceğini ve gelecek rasulün sıfatlarını biliyorlardı. Onlar gelecek rasulün sıfatlarının Tevrat’ta yazılı olduğunu görüyorlar ve o rasulün yakında çıkacağından ve onun sahip olduğu sıfatlardan, kendi çocuklarından daha emindiler. Fakat onlar bu rasulün kendi aralarından çıkmasını umuyorlardı.
Daha sonra Tevrat’ta yazılı buldukları sıfatlarda bir rasul geldiğinde, onun Allah’ın rasulü olduğunu kesin olarak bilmelerine rağmen sırf o kendi milletlerinden olmadığı için onu reddedip düşman oldular.
Samimi bir Müslümanın makam, mevki, hased gibi dünyalık çıkarlar için hakkı kabul etmemesi doğru değildir ve bu şeytanı sevindirecek bir ameldir.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem kavmine gönderildiğinde hanif dinine mensup bir kişi olan Umeyye b. Ebi Salt yakında bir rasul gönderileceğini biliyordu.
Fakat o bu rasulün Allah’a yaptığı ibadetlerin çokluğu sebebiyle kendisi olacağını umuyor ve bunu insanlara yayıyordu.
Daha sonra Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem rasul olarak gönderilince bu kişi onun rasul olduğunu çok iyi bilmesine rağmen, insanlara kendisinin rasul olarak gönderileceğini söylemiş olduğu için, bu sözünden dönmekten utandı ve Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in rasullüğünü kabul etmeyip ona tabi olmadı ve sonuçta kafir olarak öldü.
Bu kişinin huyunun benzeri huyu bugün alim geçinen bazı kimselerde de görmekteyiz.
Onlardan birisi bir konuda bir görüş veya fetva bildiriyor. Fakat daha sonra açıklamış olduğu bu fetva veya görüşün yanlış olduğunu anlıyor. Fetvasının yanlış olduğunu anlamasına rağmen Umeyye b. Ebi Salt’ın insanlardan utanıp söylediği sözden dönmemesi gibi sırf insanlardan utandığı için bu hakkı insanlara açıklamaktan çekiniyor.
Halbuki bu hakkı gizlemektir ki Allah-u Teâlâ kitabında bunun apaçık bir küfür olduğunu bildirmektedir.
Yine zamanımızda Müslüman olduğunu iddia eden bir takım kimselerin sırf hak kendi kavim ve milletlerine mensup olan kimselerden gelmediği, başka kavimlere mensup kimselerden geldiği için o hakkı kabul etmediklerine de şahit olmaktayız.
Bütün bunlar, İslam akidesine zıttır, Allah ve din düşmanı yahudilerin karakteridir.
Şu halde samimi bir Müslüman'ın hakkı kabul ederken onun kimden geldiğine değil, onun hak olup olmadığına bakması gerekir.
Böyle yapmadığı takdirde İslam düşünce ve akidesine zıt bir hareket içinde bulunduğunu bilmelidir.
Bir kısım kafirlerin Kur’an’a inanmamalarının sebebi ise; makam ve mevkilerine olan düşkünlükleridir. İslam tarihinde bunun birçok örneğine rastlamaktayız.
Örneğin; bir gün Mekke’nin ileri gelenleri Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e gelip zayıf ve kölelerin onlarla aynı toplumda bulunmamaları halinde İslam’ı kabul edebileceklerini söylemişlerdi. Allah-u Teâlâ ise böyle bir şey yapmasından Rasulünü sakındırmıştı.
Yine haniflerden olan Umeyye b. Ebi Salt’ın rasul olma sevdası da onu Rasule imandan alıkoymuştu.
Şu halde Müslümanın, kafirlerin adetlerinden olan dünyalık çıkarlar uğruna hakkı reddedip kabul etmeme gibi küfri tutumlardan şiddetle kaçınmaları gerekir.
kaynak islamın haraket metodu
RASÛLULLAH SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM'İN BİSETTEN ÖNCEKİ HAYATI
Samimi bir Müslümanın hak kimden gelirse gelsin isterse düşmanından gelsin onu kabul edip ona teslim olması gerekir.
Hak hak olduğu için kabul edilir, yoksa nefsin hoşuna gittiği veya heva ve hevese uygun olduğu ya da sevilen bir kişiden geldiği için değil. Bu yüzden hakkın geldiği yer önemli değildir.
Bir şeyin hak olduğunu bildiği halde sırf bu hak sevmediği bir yerden geldiği yahut kendi milletinden gelmediği için kabul etmeyip reddetmek, Allah düşmanı yahudilerin karakteridir.
Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e risalet gelmeden önce yahudiler yakında bir rasul gönderileceğini ve gelecek rasulün sıfatlarını biliyorlardı. Onlar gelecek rasulün sıfatlarının Tevrat’ta yazılı olduğunu görüyorlar ve o rasulün yakında çıkacağından ve onun sahip olduğu sıfatlardan, kendi çocuklarından daha emindiler. Fakat onlar bu rasulün kendi aralarından çıkmasını umuyorlardı.
Daha sonra Tevrat’ta yazılı buldukları sıfatlarda bir rasul geldiğinde, onun Allah’ın rasulü olduğunu kesin olarak bilmelerine rağmen sırf o kendi milletlerinden olmadığı için onu reddedip düşman oldular.
Samimi bir Müslümanın makam, mevki, hased gibi dünyalık çıkarlar için hakkı kabul etmemesi doğru değildir ve bu şeytanı sevindirecek bir ameldir.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem kavmine gönderildiğinde hanif dinine mensup bir kişi olan Umeyye b. Ebi Salt yakında bir rasul gönderileceğini biliyordu.
Fakat o bu rasulün Allah’a yaptığı ibadetlerin çokluğu sebebiyle kendisi olacağını umuyor ve bunu insanlara yayıyordu.
Daha sonra Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem rasul olarak gönderilince bu kişi onun rasul olduğunu çok iyi bilmesine rağmen, insanlara kendisinin rasul olarak gönderileceğini söylemiş olduğu için, bu sözünden dönmekten utandı ve Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in rasullüğünü kabul etmeyip ona tabi olmadı ve sonuçta kafir olarak öldü.
Bu kişinin huyunun benzeri huyu bugün alim geçinen bazı kimselerde de görmekteyiz.
Onlardan birisi bir konuda bir görüş veya fetva bildiriyor. Fakat daha sonra açıklamış olduğu bu fetva veya görüşün yanlış olduğunu anlıyor. Fetvasının yanlış olduğunu anlamasına rağmen Umeyye b. Ebi Salt’ın insanlardan utanıp söylediği sözden dönmemesi gibi sırf insanlardan utandığı için bu hakkı insanlara açıklamaktan çekiniyor.
Halbuki bu hakkı gizlemektir ki Allah-u Teâlâ kitabında bunun apaçık bir küfür olduğunu bildirmektedir.
Yine zamanımızda Müslüman olduğunu iddia eden bir takım kimselerin sırf hak kendi kavim ve milletlerine mensup olan kimselerden gelmediği, başka kavimlere mensup kimselerden geldiği için o hakkı kabul etmediklerine de şahit olmaktayız.
Bütün bunlar, İslam akidesine zıttır, Allah ve din düşmanı yahudilerin karakteridir.
Şu halde samimi bir Müslüman'ın hakkı kabul ederken onun kimden geldiğine değil, onun hak olup olmadığına bakması gerekir.
Böyle yapmadığı takdirde İslam düşünce ve akidesine zıt bir hareket içinde bulunduğunu bilmelidir.
Bir kısım kafirlerin Kur’an’a inanmamalarının sebebi ise; makam ve mevkilerine olan düşkünlükleridir. İslam tarihinde bunun birçok örneğine rastlamaktayız.
Örneğin; bir gün Mekke’nin ileri gelenleri Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e gelip zayıf ve kölelerin onlarla aynı toplumda bulunmamaları halinde İslam’ı kabul edebileceklerini söylemişlerdi. Allah-u Teâlâ ise böyle bir şey yapmasından Rasulünü sakındırmıştı.
Yine haniflerden olan Umeyye b. Ebi Salt’ın rasul olma sevdası da onu Rasule imandan alıkoymuştu.
Şu halde Müslümanın, kafirlerin adetlerinden olan dünyalık çıkarlar uğruna hakkı reddedip kabul etmeme gibi küfri tutumlardan şiddetle kaçınmaları gerekir.
kaynak islamın haraket metodu
RASÛLULLAH SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM'İN BİSETTEN ÖNCEKİ HAYATI