Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Hakk'a Itaat Zulme Isyanın Adı: Asiye

rucane Çevrimdışı

rucane

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
asiyenne-m.jpg








lr2qp.jpg






Hakk'a İtaat Zulme İsyanın Adı: Asiye


Her insan yaşadığı hayatla bir hikâye yazar, aslında kendi hikâyesini. Yaşadıklarıyla bir yandan da kendini sürekli ve yeniden inşa eder insan. Hayatın sadece birkaç yıla (geçmişimize) mahkûm kalmadan yepyeni açılımlarla nasıl örülebileceğini keşfeder böylece.

Hikâyelerimizin seyrini kim olduğumuz ve neleri, hangi kriterlere göre seçtiğimiz belirler. Bu demektir ki neyi seçiyorsak oyuzdur.

İsimlerimiz ne kadar önemli olabilir ki? Nasıl yaşadığımız değil midir bizi unutulmaktan kurtaran? Siz yeter ki “merak edilesi” bir hayat yaşayın, isminiz asla kaybolmaz, unutulmaz. Tıpkı Asiye validemiz gibi. Kur’ân’da adı geçmez, ama tüm mü’minlere örnek gösterilir bu cennet kadını. (66/11)

**

Kur’ân’ın yaklaşık üçte birini oluşturan kıssalarda sunulan mesajlar bu isimsiz(!) kahramanların somut örneklerini bolca sunar bize. Tüm yönlerimizle kendimizi bulduğumuz bu ayna hayatlarla öğreniriz kalıcı olmak, iz bırakmak için nasıl bir hayat sürmek gerektiğini. Bir kadın olarak mesela Havva olur Âdem (as)’i tamamlarız. İnsanlığın doğuşuna ortak oluruz. Şeytanın tuzağına birlikte dalar, yine büyük kurtuluş adımını birlikte atarız. Havva olmasaydı adem (yokluk) olacak bir Âdem (as) görürüz sanki. Birbirine dayanarak hayatı yaşamanın sorumluluğunu buluruz karşımızda. Bir isme can yoldaşı oluruz.

Bazen bizzat isim olur, Meryem (as) oluruz; adanmışlığın bedelinin ne kadar ağır olduğunu yüreğimizde hisseder, iffet ve metanetin bir kadına ne kadar yakıştığını öğreniriz.

Asiye (as) oluruz mesela… Bir kadını sevgi- merhamet- cesaret- feragat ve sabrın nasıl kuşatabildiğine şahit oluruz. İsmimiz firavunun karısı olarak şerrin doruğuna izafe edilse de “cennet hatunu” nasıl olunabilir sorusunun cevabı oluruz. (“Cennet kadınlarının en üstünleri Hatice b. Hüveylid, Muhammed’in kızı Fatıma, Meryem b. İmran ve firavunun zevcesi Asiye b. Müzahimdir” İ.Hanbel, Müsned, 1/36)

“Tertemiz eşler” “ezvac-ı tahirat” oluruz, ümmete “ümm” yani anne yani imam yani önder olabilmenin sorumluluğunu taşırız omuzlarımızda. Artık biz başka kadınlar gibi olmadığımızın bilincindeyizdir. (Ahzab 33/32)

**

Asiye (as)’nin hikâyesi bir rüyayla başlar bir duayla biter Kur’ân’a göre. Hikâyelerin birçoğunun ama özellikle, Musa (as)’nın, Asiye (as)’nin, firavunun hikâyelerinin kesiştiği bir kavşakta, Mısır’da yaşanır her şey. Bir rüya görür firavun, kendisi için kâbus, İsrailoğulları için muştu sayılabilecek bir rüya… Varlığı ve saltanatını tehdit eden o rüyada, İsrailoğulları arasından gelecek bir çocukla uyarılmıştı firavun. Tarih boyunca iktidarı korumak, en güçlü olmak sevdasıyla işlenmemiş miydi bütün zulümler; bu defa da öyle oldu; katliama başladı firavun. Gölgesinden korkan bütün “cüce”ler gibi… Acımasızca ve vahşice… Hayata merhaba deme fırsatını dahi bulamadan kıyılıyordu körpe fidanlara.

Hz. Musa (as)’nın sandığa konulup Nil Nehri’ne bırakılması işte böyle bir demde oldu. Bir sandığın içinde bir bilinmeze doğru yolculuğa çıktı suyun çocuğu. Arkasında gözyaşlarını ve bastırılmış çığlıkları bırakarak. Evlat endişesinin pârelediği bir kadının eliyle bırakıldığı sudan yine evlat hasretinin kor düşürdüğü bir başka yüreği serinletmek üzere çıkarıldı kıyıya.

Asiye (as)’nin sahnede görülmesiyle tevekkül ile başlayan yolculuğu taaccüb ve merhametle bitmiş oldu bebek Musa (as)’nın. Asiye (as) sevgiydi, şefkatti, merhametti; Allah’ın korumayı murat ettiği Musa (as) için bir limandı. Kadınların tasallutundan zindana göndererek Yusuf (as)’u koruyan Allah (Yusuf 12/34–35), Asiye (as) vasıtasıyla firavunun hışmından kurtarıyordu bebek Musa (as)’yı: “Ve elkaytü aleyke mehabbeten minni: Sana, sevilesin diye tarafımdan bir sevgi bıraktım.” (Ta-Ha 20/39)

Asiye (as)’nin sahnede görülmesiyle tevekkül ile başlayan yolculuğu taaccüb ve merhametle bitmiş oldu bebek Musa (as)’nın. Asiye (as) sevgiydi, şefkatti, merhametti; Allah’ın korumayı murat ettiği Musa (as) için bir limandı.

(Yüce Allah’ın himayesi nice göründü sana ey kâri’ ?)

Kimsesiz, ilgi ve şefkate muhtaç olan bebeğe sahip çıkmanın, kol kanat gerip firavuna karşı kalkan olarak Musa (as)’yı kucaklamanın adı Asiye (as) oluyordu. Şimdi düşünme vakti: Onun sevgisi ve merhameti sadece bir bebeği mi kurtarmıştı? Bir kadının merhametiyle dünya dönüşebilir miydi? Hz. Asiye (as) olmasaydı bu sorunun cevabını bulmak biraz daha zor olmayacak mıydı?

Daha sonra bebek katili firavunu Musa (as)’yı öldürmemeye ikna edişiyle sarsar bizi Asiye (as). Bu ikinci sahnede yılanı deliğinden çıkaran sihri kullanarak despotlarla konuşma siyasetini öğretir. Muhatabında henüz tamamen yok olmamış olduğu anlaşılan o hassas noktaya dokunur: “Bana da sana da göz aydınlığı (bir çocuk)! Sakın onu öldürmeyin. Belki bize faydası dokunur ya da onu evlat ediniriz.” (Kasas 28/9) İşe yarar nitekim. Kaderin kendisine hazırladığı sürprizlerden habersiz, firavun razı olur, Musa (as) sarayda kalır, ama Asiye (as)’nin hatırına. Başka çocuklar için kara mahkeme olan saray, Musa (as)’ya ev olur.

“Anne” olabilmenin bir başka boyutunu görürüz ilerleyen süreçte. Biyolojik anneliğin gerçek “anne” olabilmek için tek ve yeter neden olmadığını fark ederiz. Bir kadın olarak “zorba” bir kocaya rağmen merhamet kuşağını çıkarmamanın nice Musalar yetiştirmeye vesile olabileceğini anlar, ümit bağının güllerini devşirmeye devam ederiz. Her durum ve şartta merhamet…

**

Yıllar geçer… Zamanın koynunda Musa (as), Kelimullah olmuştur. Ya Asiye (as)? O yine Musa (as)’nın yanında. Bir farkla ki bedenen değil de ruhen bu defa. İman ettiği Musa peygambere dualarıyla destek olarak sadece. Küfrün ve zulmün en ağır kokusuyla boğulduğu sarayda bir başka âlemden en latif rayihaları alabiliyordu gizli mü’min Asiye (as). Hz. Asiye (as)’nin hayatının bu üçüncü sahnesi her şeye rağmen imanı beslemeyi öğretir bize. Gizli de olsa ibadetle duayla desteklenmeli iman. Bahanelerin ardına sığınma kolaylığından kaçmalı. Yine, yeniden öğreniyoruz ki dini yaşayamamanın bahanesi olur, sebebi değil.

**

Dedik ya seçimlerimiz kim olduğumuzu belirler diye… Ortada bir zulüm varsa ne yapmak gerekir peki? İnsan ya zulme sebep olur, ya ortak… Ya seyirci kalır ya da karşı çıkar. Mazlum da değilseniz nerede olmayı seçersiniz? İşte, Hz. Asiye (ra) de firavunun İslam’a ve Müslümanlara zulmüne seyirci kalmanın zamanla insanı dönüştürüp duyarsızlaştırabileceğini fark ederek safını belirlemişti. Bardak doluyordu, taşmak için son damlayı bekliyordu.

**

Firavunun kızlarının dadısı, mü’min olduğu aşikâr olduktan sonra işkenceyle öldürülmüş, kadın şehitler kervanına birisi daha eklenmişti. Sarayın penceresi, olan bitene şahit bir çift gözle yan yana bu zulme tanık olmuştu. Ama Asiye’nin gözleri bir şey daha gördü; muhtemeldir ki ondan başka kimsenin göremediği bir şey: meleklerin gökten inerek türlü ikramlarla bu şehit kadıncağızın ruhunu göklere çıkarmıştı. İnancı daha da perçinlendi Hz. Asiye (as)’nin. Zulme şahit olana yakışanı yapmaya karar verdi; zulme karşı çıkacaktı. Firavunsa bu defa yumuşamadı. İmanını yüzüne haykıran bu kadın, kendi hanımı da olsa, uzun yılları beraber de devirmiş olsalar, rububiyyet iddiasını en yakınına dahi kabul ettirememiş olmanın ezikliğini kendine yediremezdi.

Asiye (as)’nin imanını firavunun yüzüne haykırışı, izlediği idam sahnesinden kaynaklanan bir duygu patlaması değildi kuşkusuz. Olan bitenler sadece süreci kolaylaştırmıştı diyelim. Hafiflemiş miydi Asiye (as)’nin yüreği bu itirafla? Belki. Ama dönüşü olmayan bir yola girdiğinin farkında, dimdik karşısındaydı firavunun. Firavunsa olan biteni bir cinnetten ibaret gibi görmeye meyyal, Asiye (as)’yi annesinin ikna etmesini bekledi. O da başaramazsa yapılacak bir şey yoktu, kaçınılmaz son malumdu.

Âh merhamet! Marazi olduğunda hedefi ıskalayan ok gibi değil midir? Anne merhametinin marazi boyutuyla karşılaşırız bu sahnede. Kızının başına gelebileceklerden korktuğu için “vazgeç” der kızına Asiye (as)’nin annesi, “vazgeç ki hayat bulasın.” Oysa kızı asıl hayat damarından beslenmektedir nice zamandan beri. Bilemez kadın, nereden bilsin imanın tadını?

Bazen en yakınlarımızın, desteğine en çok ihtiyaç duyduklarımızın, yanımızda değil de karşımızda olduğunu fark ediveririz hüzünle. Bizi en çok onların anlamalarını, kabul etmelerini isteriz oysa. Biraz ağır imtihandır, Allah’tan başkasına iltica ve itibar etmemek gerektiğini öğrenirken çok duvarlara toslar insan. Sonunda Allah’a itaatle mahlûka itaatin rakip olduğu yerde mü’min için seçenek olmadığını anlar.
“Anne” olabilmenin bir başka boyutunu görürüz ilerleyen süreçte. Biyolojik anneliğin gerçek “anne” olabilmek için tek ve yeter neden olmadığını fark ederiz. Bir kadın olarak “zorba” bir kocaya rağmen merhamet kuşağını çıkarmamanın nice Musalar yetiştirmeye vesile olabileceğini anlar, ümit bağının güllerini devşirmeye devam ederiz.

**

Asiye (as) kararlı, “kazık sahibi” firavun (Fecr 89/10) kararlı; Asiye (as) cesur, firavun acımasız… Asiye (as) adanmış, firavun aldanmış. Asiye (as) inandığına sadık, vefalı; firavun bir kadından ve imanından korkulu. Asiye (as) direnişte, firavun işkencede. Asiye (as) duada, firavun korkuda.

Allah, inananlara Firavun'un karısını misal gösterir: O vakit o demişti ki: “Ya Rab! Katında benim için Cennet’te bir ev yap! (Bu suretle) beni Firavun'dan ve onun işlediklerinden kurtar.”(Tahrim, 66/11)


Kazıklara bağlanarak işkence edilen Asiye (as), bedenlere hâkim olunabileceğini ama ruhlara asla erişilemeyeceğini öğretir son olarak. Firavunun (ve onun gibi düşünenlerin) kafası karışık: bir kadını mutlu edebilecek en cazip imkânlara sahipken –prestijli bir hayat, toplumsal statü, imajı yüksek bir koca, zenginlik, iktidar…- derdi neydi bu kadının?
 
ruveyda Çevrimdışı

ruveyda

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
  • HZ.Asiye

    Kur'an-ı Kerîm'de "Firavun'un karısı" diye söz edilen (bk. el-Kasas, 28/9; et-Tahrîm, 66/11.) Âsiye'nin adı, hadislerde açıkça ifade edilmiştir. (bk. Buhârî, Enbiyâ, 32, 46.) Tarih ve tefsir kaynaklarında onun nesli Âsiye binti Muzâhim b. Ubeyd b. Reyyân b. Velîd olarak zikredilir. (Taberî, Târih, I, 386; Sa'lebî, Arâisü'l-Mecâlis, Kahire 1301, s: 127, 128.)
    Âsiye'nin büyük dedesi Velîd, Hz. Yusuf devrindeki Mısır Firavunudur. Diğer yandan Âsiye'nin İsrailoğullarından Hz. Musa'nın halası olduğu da nakledilmiştir. (el-Kurtubî, a.g.e., XVIII, 132.)

    Mısır'da Firavun'un gördüğü rüya üzerine bir kâhin, İsrailoğulları içinde yetişecek bir çocuğun, mülkünü elinden alacağını söylemişti. Bunun üzerine Firavun İsrailoğullarının doğacak bütün erkek çocuklarının öldürülmesini emretti.

    Allahû Teâlâ bu olayı şöyle haber verir: "Firavun (Mısır) toprağında azmış, toplumunu parçalara ayırmıştı. Onlardan bir grubu güçsüz buluyor, bunların oğullarını boğazlıyor, kızlarını ise sağ bırakıyordu. Şüphesiz o, bozgunculardandı." (el-Kasas, 28/4.)

    İşte İsrailoğullarının ezildiği, büyük zulüm ve işkenceler altında inlediği bir sırada, Yüce Allah onlardan olan bir çocuğu koruma altına alacak ve onu Firavun'un sarayında barındıracaktı.

    Annesi Hz. Musa'yı dünyaya getirmiş ve öldürülmesinden korktuğu için vahiy ve ilham gereği bir sandık içinde Nil Nehri'ne bırakmıştır. İçinde Musa'nın bulunduğu sandık Firavun'un sarayı yakınına gelince onu alıp saraya götürdüler: Âsiye kocası Firavun'u ikna ederek Musa'yı öldürtmedi ve şöyle dedi: "Benim de senin de gözün aydın olsun. Bu çocuğu öldürmeyin, belki büyüyünce işimize yarar veya onu evlat ediniriz. Halbuki onlar ileride olacaklardan habersizdiler." (el-Kasas, 28/9.)


    Hz. Musa'nın annesi ilk gece meraktan ve çocuğuna olan hasretinden çıldıracak gibi olmuştu. Allahû Teâlâ kalbine sükûnet vermese, neredeyse işi açığa çıkaracaktı. Bu arada Musa'nın kızkardeşinden, çocuğun izini takip etmesini istemişti.

    Ertesi gün saraydan çocuğa süt anne aranıyor, fakat çocuk hiçbir kadının sütünü emmiyordu. Musa'nın kızkardeşi saraya sokularak, çocuğa iyi bir süt anne bulabileceğini bildirdi. Böylece Musa öz annesinin bakım ve eğitimine girmiş oldu. Bütün bunlar Allahû Teâlâ'nın takdiri ile cereyan ediyordu. (bk. el-Kasas, 28/10-13.)


    Hz. Musa büyüyüp peygamber olunca ona ilk iman edenlerden birisi de Hz. Âsiye olmuştu. Onun iman edişiyle ilgili iki rivayet vardır. Bir rivayete göre, sarayda bir hizmetçi kadın Allah'a iman ettiği için, fırında yakılmış, onun ruhunun melekler tarafından gökyüzüne çıkarıldığını gören Âsiye de Allah'a ve peygamberi Musa'ya iman etmiştir. (İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, I, 184, 185.) Başka bir rivayete göre, Âsiye, Hz. Musa'nın Firavun'un sihirbazları karşısında üstün gelmesi üzerine iman etmiştir. (Taberi, Tefsir, XXVIII,, 110; Aynî, Umdetü'l-Kârî, Kahire 1392/1972, XIII, 47.)


    Firavun, karısının iman ettiğini anlayınca, onu ellerinden ve ayaklarından kazıklara bağlatmış, güneş altında bırakarak işkence yaptırmıştır. Üzerine büyük bir kaya parçası atılacağı sırada Allahü Teâlâ'ya şöyle dua etmiştir:
    "Ey Rabbim!. Bana kendi katında, cennetin içinde bir ev yap, beni Firavun'dan ve onun (kötü) işinden kurtar. Ve beni şu zalim toplumdan kurtar." (et-Tahrîm 66/11.)


    Hz. Âsiye'nin duası kabul edilmiş, o sırada cennetteki makamı gösterilmiş ve hiçbir acı duymaksızın ruhu alınmış, üstüne konulan kaya ruhsuz kalan cesedinin üzerine düşmüştür. Böylece o, şehadet şerbetini içmiş, cennetü'l-Me'vâ'daki ebedi dinlenme yerini seyrederek bu dünyadan ayrılmıştır. Selman el-Fârisî şöyle demiştir: "Âsiye'ye güneşin altında işkence edilirken, güneş sıcaklığı eza verince, melekler kanatları ile güneşe gölge yapıyorlardı." (bk. el-Kurtubî, a.g.e., XVIII, 132; Elmalılı, a.g.e, VIII 168, 169.)


    Hz. Peygamber (s.a.s.), kemâle eren kadınlardan söz ederken şöyle buyurmuştur: "Erkeklerden kemâle eren çoktur, kadınlardan ise Firavun'un karısı Âsiye ve İmran kızı Meryem dışında kemâle eren olmamıştır. Âişe (r. anhâ)'nın diğer kadınlara üstünlüğü ise, tiridin öbür yemeklere üstünlüğü gibidir." (Buhari, Enbiyâ, 32, 46; bk. Miras, Tecrîd-sarih Terc., IX, 148 vd; A. Davudoğlu, Sahîh-i Müslim, Terc. X, 285 vd.)


    Sonuç olarak Kur'an-ı Kerim'de Âsiye ve Hz. Meryem'in örnek gösterilmesi, Hz. Aişe ve Hz. Hafsa'nın, bir ara Nebî (s.a.s)'in peygamberlik mücedelesinde ona yeteri kadar destek olmamaları ve bazı dünyalık isteğinde bulunmaları yüzünden olmuştur. (bk. el-Kurtubî, XVIII, 132.) Kendisini ilâh olarak ilân eden, Allah'ı inkâr eden bir erkeğin nikâhı altında Âsiye'nin sabredip, sonunda yüce Allah'tan yardım istemesi, kocaları İslâm'a karşı büyük bir düşmanlık içinde bulunan mü'min hanımlara güzel bir örnektir.

    Hangi şart ve sıkıntılar içinde olursa olsun iman ve hidayet en yüce değerdir. Bu manevî değer hiçbir bedelle değiştirilemez. Bu konuda şehit olmayı göze alan ve daha ruhunu teslim etmeden cenneteki makamını gören Hz. Âsiye bu ümmete gösterilen örnek, yıldız bir kadındır






 
Üst Ana Sayfa Alt