Ümmetin en fazîletlisi olan Hz. Ebû Bekir (ra), halîfe seçildiğinde de minbere çıkarak büyük bir tevâzû içinde şöyle hitâb etti:
“Ey insanlar! En hayırlınız olmadığım hâlde sizin başınıza halîfe seçilmiş bulunuyorum. Şayet vazîfemi hakkıyla yaparsam bana yardım ediniz. Yanlış hareket edersem bana doğru yolu gösteriniz…” (İbn-i Sa’d, III, 182-183; Süyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, s. 69, 71-72; Hamîdullah, İslâm Peygamberi, II, 1181)
Yâni o büyük sahâbî, “îkaz ve tembih kabûl etme” fazîletini de büyük bir tevâzu ve olgunlukla yaşadı. Halk kendisine bey’at ederken de şöyle buyurdu:
“Ben, hiçbir zaman hilâfet istemedim, ona rağbet de etmedim. Gizli ve âşikâr hiçbir şekilde bunu Allah’tan dilemedim. Çünkü (mes’ûliyet endişesinden dolayı) halîfelikte bana rahatlık yoktur.”
Gerçekten de Ebû Bekir (ra) halîfe olunca, önceki hayâtına göre daha mütevâzı, daha zâhidâne, daha müstağnî bir hâle bürünmüştü. Halîfe olmadan önce çevresindeki yetim kızların koyunlarını sağıverir, ihtiyaçlarını karşılardı. Halîfe olduktan sonra komşuları, artık onun meşgalelerinin artacağını, belki hayat şartlarının değişeceğini, bundan böyle yetimlerin koyunlarını sağmayacağını düşünmeye başlamışlardı. Ancak değişen bir şey olmadı. O, aynı mütevâzı hâliyle yetimlerin koyunlarını sağmaya ve ihtiyaçlarını bizzat karşılamaya devâm etti. (Süyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, s. 80; Sarıçam, Hz. Ebû Bekir, s. 82 )