Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Her 100 Yılda Bir Muceddid (Dini Güncelleyen) Gelir mi?

H Çevrimdışı

hüdhüd

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
arkadaşlar nurculardan birisi bana dediki saidi nursi müceddid diyor ben ona şüphesiz inanıyorum diyor peygamber efendimizin (s.a.s) hadisi şerifi varmış diyor 100 yılda bir müceddid gelecegi ile ilgili hadis varmış diyor böyle bir hadis varmı (said nursi gerçegi ile ilgili videolarınızı izlettim nurculara inkar ediyolar video abartmıs böyle seyler olamaz diyolar
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır :
"Şubhesiz ki, Allah her yüzyılın başında bu ummete dinî işlerini yenileyecek bir muceddid gönderecektir"

(Ebu Davûd, Mişkât, 1/82 , K. Melahim, Bab 1, Hadis no: 4291; Ebu't-Tayyib Muhammed Şemsu'l-Hak b. Emîr Alî ed-Diyânuvî el-Azîmâbâdî , 11 / 387, 389)

(Ebû Davud diyor ki: Abdurrahman b. Şureyh el - İskenderanî hadisi Şerâhil aşmadan -Ebu Alkame ve Ebu Hurayra'yi anmadan- rivayet etti)
(Bu hadis iki yoldan rivayet edilmiştir. Birisi metinde olduğu gibi musneddir. Öbüründe ise Abdurrahman b. Şureyh, Ebu Alkame ve Ebu Hurayra'yi anmadan, sanki Şerahîl Rasullullah'tan duymuş gibi rivayet etmiştir. Bu şekilde aynı yerde iki veya daha çok ravi düşürülerek rivayet edilen hadislere Mu'dal Hadis denilir. Ancak Abdurrahman sika bîr ravidir. Buhari ve Muslim onunla ihticac etmişlerdir. Bu hadisi sadece Ebû Davud rivâyel etmiştir.
Hakim, Beyhaki, Zeynu'l-Irakî ve Hafız İbn Hacer gibi alimler bu hadisin sahih olduğunu ifade etmişlerdir. Mu'dal oluşu bir açıdan sakıncalı değildir. Çünkü hem başka bir yoldan musned olarak rivayet edilmiştir, hem de adi yapan Abdurrahman b. Şureyh el- İskendereyanî sika bir ravidir.

Ebu Alkame'nin, "Bildiğim kadarıyla Ebu Hurayra hadisi Peygamberden nakletmiştir." demesi, hadisin merfu oluşu konusundaki şubhesini ifade etmektedir. Yani ravi hadisin mevkuf mu yoksa merfumu olduğunda şubhe etmiş, ancak ağırlıklı kanaatinin merfu olduğu istikamette olduğuna işaret etmiştir.
Ebu Davud, 4, 156; es Sehavi, Mekasıd, sf: 121 Es Sehavi, bu ibarenin şubhe ifade etmediği konusunda ısrarlı olmakla beraber, bana göre bu aşırı ısrar tam tersini gösteriyor. Krş. el Azimabadi, 11 / 385.
Diğer versiyonda ebu Hurayra şu açıklamayı yapar: "Bildiğim kadarıyla O aslında Peygamberden geliyor" İbn Hâcer, Tevali, sf: 47; el Hakim, 4 / 522)

(Ebû Dâvûd gibi hadîs âlimlerinin naklettiği bu hadîsin sıhhatini Irâkî, Askalânî, Hâkim, Zehebî gibi otoriteler de kabul etmişlerdir. Kaynakları için Suyûtî, Kitabu't-tenbîh, Suleymaniye kütüphanesi, No. 708, vr. 58/b-65/a.)


Şah Veliyyullah mezkur hadîsin şu hadîs ile açıklandığına işaret eder:
"Bu ilmi her neslin kâmil kişileri taşıyacak; onu aşırı gidenlerin bozmasından, bâtıl inançlıların karıştırmasından ve bilgisizlerin yanlış yorumlamasından koruyacaklardır." (Prof. Afîfî, "et-Tecdîd fi'l-İslâm", el-Ezher dergisi, c. X, s. 202 vd.)

Hadisi şerifte geçen ifadeleri için Pakistanlı alim Ebu'l-A'lâ el-Mevdûdî, tecdîd ve teceddud kelimelerini titizlikle birbirinden ayırmaktadır. O'na göre tecdîd kemâle doğru şu basamakları tırmanarak seyreder:

1 - Muceddid (tecdîd hareketini yürüten kişi veya zumre) önce içinde yaşadığı çevrenin hastalığını teşhis eder; gayr-i İslâmî tesirlerin giriş yollarını, yerleşme merkezlerini, derinliğini, yayılma hızını... tesbit eder.
2 - İslâh ve tedâvi çarelerini gösterir.
3 - Kendi gücünü ve imkânlarını, faâliyetinin saha ve sınırını tesbit eder; netice alabileceği sahayı seçer.
4 - Bütün imkânlarını seferber ederek bir kültür ve zihniyet inkılâbı meydana getirmeye çalışır.
5 - Amelî ıslâhâta teşebbus eder; gayr-ı İslâmî davranışları ve ahlâkı, İslâmî olanlarıyla değiştirmeye, gönülleri İslâm sevgisiyle doldurmaya çalışır.
6 - İctihad eder; dinin prensiplerini ve yaşadığı asırda hâkim olan medeniyetin husûsiyetlerini kavrar; İslâm'ın bütün dünyaya yeni bir medeniyetin müjdesini götürme yollarını çizer, vâsıtalarını tâyin eder.
7 - İslâm'ı kökünden kazımak için faâliyet gösteren güçlerle mücâdele eder.
8 - Asr-ı Saâdet nizamına yeniden hayatiyet kazandırır.
9 - İslâm'ın saâdet pınarından bütün dünyanın kana kana içmesini sağlamak için gayret eder.
Teceddud ise tecdîdin tam aksine, İslâmî olan ile olmayanı birbirine karıştırmak, tâvizler ve te'villerle barışmazı barışır, bağdaşmazı bağdaşır kılmaya çalışmaktır.

Bu önekleri daha da çoğaltmak mümkündür. Ancak bunlar da şu neticeyi tesbit etmemiz için kâfidir: Tecdîd üzerine düşünen ve yazanların çoğunun birleştiği bir mefhum vardır; bunu ifadelendirecek olursak tecdîd: "Esasını bozmadan dîni korumak, toplumun ihtiyaçlarını, onun katkısız ve tükenmez kaynaklardan karşılamak, ilâhî nizamdan sapmaları düzeltmek ve önlemek, İslâm'ı asrın anlayışına söyletmektir. Tecdîd toplumun kalkınması ve dünyada refahı, âhirette felâhı için gereken her tedbirin alınması; nazarî, fikrî, amelî faaliyetlerin icrâsıdır."
Ancak bu mefhumu tecdîd, ıslâh, reform, İslâmlaşmak... terimlerinden birisi ile ifade etmekte birlik hâsıl olmamıştır. Bu terimler bazan zıt mânâda kullanılmış, bu da zihinlerin karışmasına sebep olmuştur.
Biz, bu yazıda, İslâm'ın ruhuna uygun ve hadîs-i şerifin ifade ettiği ıslâhât için "tecdîd", bunu yürüten ıslâhâtçı kişiler için de "muceddid" terimlerini kullanacağız. Günümüzde daha çok kullanılan "reform" tâbirini ise, İslâm ile bağdaşmayan bir ıslâhâtı ve protestanlığın doğmasını sağlayan hareketleri andırdığı, yanlış anlamalara meydan verdiği için tecdîd mânâsında kullanmayacağız.

Mevdudi , ayrıca hadis hakkında şunları açıklamaktadır :
Maalesef, bazı kimseler bu hadiste beyan edilen "dinin ihyâ edilmesi" deyimini çok yanlış anlamışlardır. Bu kimseler her yüzyılın başı ve sonunda mutlaka bir tek "muceddid"in (din'i ihya eden, yenileyen) doğduğunu farz etmişlerdir ve buna göre İslâmiyet'in doğuşundan beri her yüzyılın başında bir "muceddid" aramaya çalışmışlardır. Hadis'te geçen Arapça "re's" kelimesi mutlaka "uç veya baş" anlamına gelmelidir. Aynı şekilde geçen "men" kelimesi de bir tek kişiye mahsus bir deyim değildir. Burada yüzyılın başında değil de yüzyıla damgasını vuran kişi desek daha doğru olur. Yani bu kişi o asrın ilim, fikir ve akımlarına kendi damgasını vurmuş olmalıdır. Ayrıca, Arapçada 'men' kelimesi hem tekil, hem çoğul için kullanıldığı için müceddid, "bir tek kişi" de olabilir, "birkaç kişi" de, hatta bu bir grup ve topluluk da. Bu açıklamadan sonra, sanıyorum her asrın başında ve sonunda birer müceddid aranmasına ihtiyaç kalmayacaktır. Cenâb-ı Rasûlullah (s.a.v.)'ın demek istediği şudur. İnşallah, İslâm tarihinin her yüzyılında ve döneminde, cahiliyye'nin karşısına dikilecek ve İslâmiyet'i gerçek ruh ve yapısıyla canlandıracak ve tesis edecek kişi ve topluluklar her zaman bulunacaktır. O halde, her yüzyılda bir değil, birçok muceddid olabilir ve bir tek İslâm ülkesinde değil, birçok ülkede olabilir. Dini ihyâ ve tesis etmeye çalışanlara mutlaka "muceddid" ünvanı verilmesi de şart değildir. Bu ünvan ve şeref dine ancak büyük hizmetlerde bulunmuş ve bu uğurda eşi görülmemiş fedakârlıklarda bulunmuş olan kimseye verilebilir.

(Mevdudi ; Rasullerin Tevhid Mucadelesi)




Toplum icinde çıkan bid'atlara karşı koyacak, dine yapılan saldırılar karşısında dini savunacak, yeni meselelere bir çözüm bulabilecek ve müslümanlara yeniden dinlerini öğretip onları yönlendirecek şahsiyetlere de bu ölçüde ihtiyac hissedilir ki, peygamberlik muessesi sona erdiğinden ve bundan sonra artık peygamber gelmeyeceğinden bu görev Peygamberimizin ummetinden çıkan alimlere düşmektedir. Bu alimlere dini litaraturde "muceddid" denilmektedir.

Aliyyu’l- Kari: Muceddidler ilmin azaldığı, sünnetin terk edilmeye yüz tuttuğu, cehalet ve bidatların yayınlaştığı bir dönemde çıkacaklarını belirtir.

Hafız Munavi: Dini yenilemekten maksadın, bidatları sünnetten ayırmak, ilmi yaygınlaştırmak, ilimle uğraşanlara destek olmak ve bidat sahiplerini zelil ve perişan etmek olduğunu söylüyor.

Alkami : “Kitap ve sünnetten yaşanılmayan ve unutulanları tekrar canlandırmak ve emir gereğince davranılmasını sağlamak” diye yorumlar.


100 yılda bir gelip, dini bidatlerden temizleyen imam, ne 'iradesiz yazdırılan kitap sahibi' Said Nursi, ne Rabıtacı 'Mahmud Ustaosmanoğlu' ile uzaktan yakından alakası yoktur!
Türkiyeli Tasavvufcuların dünyası misak-ı milli sınırlı olduğu için, gaybdan haber veren, İradesi dışında kitap yazan , ebced ve cifir yapan asıl Bidatçinin Kendisi olan birine sevdalı olduklarından , maşuklarını 'kargaya yavrusu şahan görünür' misali muctehid görünmüştür. Halbuki hadisteki dini yenileyecek olan muctehidin mucadelesini yapacağı kişilerdendir!
Oysa bahsi geçen yüz yılda, İslam dunyasının her yerini genel olarak düşündüğümüzde, pek çok muvahhid, mucahid alimler dururken "Celculetiye duasını manevi alemde Ali' (r.anh)'den aldığını iddia eden Cinli olamaz. Bu onların vehimlerinden başka bir şey değildir!
 
eL_Muhacir Çevrimdışı

eL_Muhacir

İlimsiz Mucâhid, kâtil; Cihâdsız âlim, belâm olur
Frm. Yöneticisi
Üst Ana Sayfa Alt