HİLFUL FUDUL TEŞKİLATI
Rabbimiz Kasas suresi ayet. 79,80 ve 83.te mealen şöyle buyurmaktadır: *** Siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz, siz dünyanın geçici mallarını istiyorsunuz, halbuki Allah (sizin için) ahireti istiyor. Dünya hayatını arzulayanlar keşke bize de Kurana verilenin bir misli verilse derler, muhakkak ki o büyük bir pay sahip. Kendilerine İLİM verilmiş olanlar ise : size yazıklar olsun Allahın mükafatı inanıp salih amel işleyenler için daha iyidir. Ona da ancak sabredenler ulaşabilir. Bu Ahiret yurdunu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculugu istemeyen kimselere veririz. Akibet muttakilerindir...***
Hilful Fudul: Zulme karşı İslâm öncesi Arapların yaptığı Hz. Peygamber'in de katıldığı antlaşma. Mekke şehrinde, Cürhüm kabilesi zamanında Fazıl isminde üç kişi, zulme ve haksızlıga ugrayanların yardımına koşmak üzere bir birlik kurdular; ayrıca, haksızlıga ugrayanların yardımına koşacaklarına dair de yemin ettiler. Bu cemiyeti Fazıl ismindeki şahıslar yemin ederek kurdukları için, *Fazılların yemini* anlamına gelecek * Hilful Fudul* denildi. Zamanla bu teşkilat tarihe karıştı. Fakat Mekkede haksızlıklar çogaldıgı için, bu teşkilatın yeniden kurulmasına ihtiyaç hissedildi...
Bütün cahili toplumlar gibi İslam öncesi Arap toplumu da kuvvet sahibi zorbaların hâkim olduğu, zulüm ve haksızlığın kol gezdiği bir toplumdu. Fil olayının yirminci yılında Ficâr savaşı olarak adlandırılan kanlı kabile kavgalarından sonra Mekke'de hiçbir yabancı ve koruyucusuz kimsenin mal, can ve namus güvenliği kalmamıştı. İşler çığırından çıkmıştı. Yabancı tacirlerin malları alınır, parası ödenmezdi. Hac için gelenlerin hoşa giden kadın ve kızları zorla ellerinden alınır, kimsenin feryadına kulak asılmazdı.
Böyle bir ortamda Yemen Zebid kabilesinden bir adam Mekke'ye satmak için bir deve yükü mal getirmişti. Mekke'nin ileri gelenlerinden As b. Vail, Zebidî'nin mallarını almış fakat parasını ödememişti. Zavallı Zebidî parasını almak için Mekke'nin güçlü ailelerine başvurdu ise de bir sonuç alamadı. Başvurduğu kimseler yardım etmek bir yana, aşağılayarak kovmuşlardı adamı. Uğradığı zulümden bağrı yanan Zebidî, bir sabah Ebu Kubeys dağına çıkarak Kâbe çevresinde toplanan Mekke halkına, "ey Fihr halkı" hitabıyla uğradığı zulmü şiir biçiminde haykırdır30;
Bunun üzerine Hz. Peygamber'in amcası Zübeyr bir daha böyle olayların tekrarlanmasını engellemek düşüncesiyle girişimlerde bulundu. Kendisine katılan Hâşim, Muttalib, Zühre, Esed, Hâris ve Teymoğullarının ileri gelenleri ile birlikte Mekke'nin zengin ve saygı değer adamlarından Abdullah b. Cud'an'ın evinde toplandılar. Uzun görüşmelerden sonra Mekke'de hiçbir yabancı ve yerli kimsenin zulme uğramasına meydan verilmemesi, hakları alınıncaya kadar mazlumların yanında hareket edilmesi yolunda karar aldılarr30;
Peygamber efendimizin (sav) amcası zübeyir b. Abdulmuttalip şehrin ileri gelenlerini Abdullah b. Cudanr17;ın evinde topladılar ve *Hilf ul Fudul Teşkilatını* yeniden kurdular. Bu cemiyetin gayesi, şu şekilde ilan edildi: * Bu teşkilatın mensupları, Mekkede ister yerli ve ister yabancı bir şahıs haksızlıga ugradıgı zaman, onun yardımına koşulacaktı.
Yakubî'ye göre antlaşma şu şekilde gerçekleştirildi: Abdulmuttalib'in kızı Atike veya Beyda ortaya hazırladığı bir çanak koku koydu. Oradakiler birer birer ayağa kalkıp elini çanaktaki kokuya batırarak, "VAllahi, bundan böyle Mekke'de yerli olsun, yabancı olsun, zulme uğramış hiç bir kimse bırakmayacağız. Zulme meydan vermeyeceğiz. Mazlumlar zalimlerden haklarını alıncaya kadar mazlumlarla birlikte hareket edeceğiz. Denizlerin bir kıl parçasını ıslatacak suları kalmayıncaya, Hira ve Sebir dağları yerlerinden silinip gidinceye, Kâbe'ye istilam ibadeti ortadan kalkıncaya kadar bu ahdimizde sebat edeceğiz" diye and içtiler.
Bu antlaşma, daha önceki zamanlarda aynı amaçla Cürhüm ve Katura kabilesinde Fadl ve Hidayl adlı bir kaç kişinin yaptıkları andlaşmaya çok benzediği için onların adına izafe edilerek "Fadl'ların andlaşması" anlamındaki "Hıtfu'l-Fudûl" olarak adlandırılmıştır. Fudûl kelimesi "fazlalık şey" anlamına da gelmektedir. Bu antlaşmayı yapanlar zulmedenlere fazladan zulmen alınan mallarını geri vermek üzere yemin ettikleri için bu isimle anılmıştır da denilir.
Andlaşmaya katılanlar ilk iş olarak As b. Vail'in kapısı önüne dikilmiş ve ondan Zebidî'nin hakkını almışlardır. Daha sonra da benzeri olaylarda zulmün ortadan kaldırılması yolunda başarılı girişimleri olmuştur. Bunlara örnek olarak anılan iki olay şöyledir: Has'am kabilesinden birisi kızı ile birlikte Hac için Mekke'ye gelir. Mekke'nin güçlü kişilerinden Nübeyh b. Haccac çok beğendiği kızı babasının elinden zorla alarak evine kapatır. Kızını kurtarmak için çırpınıp duran adama Hılfu'l-Fudûl'a başvurması tavsiye edilir. Adamın başvurusu üzerine hemen Nubeyh'in evi kuşatılır ve çaresiz kalan zalim, kızı babasına teslim eder.
Sumale kabilesinden bir tacir mallarını bir kısmını Mekke reislerinden Ubey b. Halef'e satar. Ancak Ubey üzerinde anlaştıkları bedeli tacire ödemez. Hılfu'l-Fudûl'a başvuran adama, "şimdi sen hemen Ubey'e git ve ona Fudulî'lerden geldiğini, ödemeyi derhal yapmazsa bizim gelişimizi beklemesini söyle" derler. Bu haber Ubey'e ulaşınca vakit geçirmeden adamın parasını öderr30;(Şamil i.asskl.)
Peygamber efendimizde (sav) bu teşkilata iştirak edenler arasında idi. Hatta, Peygamber efendimize (sav) sonraki bir tarihte bu teşkilattan bahsettiklerinde: ** Ahmed b. Hanbel'in rivayetine göre Hazret-i Peygamber bu antlaşma hakkında şöyle demiştir: "Âbdullah b. Cud'an'ın evinde yapılan And'da ben de bulundum. Bence o and kırmızı tüylü bir deve sürüsüne malik olmaktan daha sevgilidir. O zaman Haşim, Zühre ve Teym Oğulları, deniz bir kıl parçasını ıslatacak kadar suya malik oldukça mazlumlarla birlikte bulunacaklarına and içmişlerdi. Ben ona İslâm devrinde bile çağrılsam icabet ederdim"(Ahmed b. Hanbel, I,190, 193).**
Bu rivayetten, Peygamber efendimizin (sav) * Hilful Fudul* teşkilatı için verdigi yemine sadakat gösterdigini ve bilfiil de haksızlıga ugrayanların yardımına koştugunu islam tarihlerinden okuyoruz. Andlaşmaya katılanlar sonradan aralarına başka kimseleri alamadıkları için onların ölümüyle "hılfu'l-fudûl" son bulmuştur. Fakat fiilen devam etmese de yıllarca sonra bile hılfu'l-Fudûl'dan söz etmek zalimleri korkutmaya yetmiştir. Nitekim Muaviye'nin yönetimi döneminde,Hazreti Ali efendimizin oglu, Hazreti Hüseyin ile Medine valisi olan Velid b. Utbe arasında bir anlaşmazlık çıkmıştı.
Medine valisi Velid b. Utbe, bir meseleden dolayı kendisine zulmetmeye kalkışınca Hazreti Hüseyin (ra), "vAllahi, ya adalete riayet eder hakkımı verirsin, yahut kılıcımı sıyırarak Rasûlullah'ın Mescidi'nin kapısına dikilir halkı Hılfu'l-Fudûl'a davet ederim." diyerek onu tehdit etmiştir. Bunu duyan Abdullah b. Zübeyr, "VAllahi, eğer Hüseyin böyle bir davette bulunacak olursa, ben de kılıcımı çeker, ona adalet üzerine hakkı verilinceye kadar onunla birlikte ayaklanırım, yahut hep r11;beraber- ölürüz" demiş, buna daha başkaları da katılınca Velid çaresiz Hazreti Hüseyin'e hakkını teslim etmiştirr30;
Dikkat edilirse buraya kadar olan izahlarımızda hayırlı, faziletli bir toplulugun, haksızlıklar karşısında susmadan ve her hangi bir dogruyu, hakikati gizlemeden insanların hayrına olan hususlarda birleşip yine insanların haklarını, haksızlık yapanlardan mümkünse iyilikle yok mümkün olmuyorsa zorla almanın yollarını araştıran bir bir birlik kurup, insanların haklarını korumayı amaçlamışlardır ki bu adil sistem, hak ve özgürlükler, adalet herkese lazım olacaktır...
Başlangıcından günümüze kadar tarihi seyir içerisine bakacak olursak haksızlık yapanları da, haksızlıga ugrayanlarıda ve hak için mücadele edenleride görmemiz mümkündür. Zulme ve haksızlıga ugramak çok acı olan bir gerçektir. Eger bu zulüm ve haksızlıgın karşısında bir de sizin yanınızda yardımcınız yoksa o zaman hayat daha da yaşanılmaz bir durum almaktadır. Şu hususa kesinlikle inanıyoruz ki; Hiç bir haksızlık ve zulüm ahiret te cezasız bırakılmıyacaktır...
İnancımız ugruna hayatımızı karartanlar, yeni yeni yasalarla günlerimizi zehir etmeye çalışanlar, güç ve otoritesine güvenerek zor ve baskı yoluyla gayrımeşru hücumlarını artıranlar, insan hak ve hürriyetlerini hergün yeni yeni ideolojik düşünceleriyle zindana çevirenler zamanımızda oldugu gibi, yaşanan her devirde az ya da çok şeytani hükümlerini yürütmeye çalışmışlar insanlara hayatı zindan etmek için ellerinden gelen her türlü olumsuzlıkları yapmışlardır...
Günümüzden bazı örnekleri sıralayacak olursak; İnanan insanlar rabbimiz böyle buyuruyor iye hayatın içinde örnegin tesettürle yaşamak istemektedirler. Zorba ve otoriter güçler ise Bunun karşısında doksan senedir yaptırmamak için bin dereden su getirme gayret ve öçabasını sürdürmektedirler. Açıkça bizler Allaha inanmıyoruz diyemiyen, insan beyninin ortaya koymuş oldugu ideolojileri, Allahın, Rasulleri vasıtasıyla göndermiş oldugu nizama ve ilahi sisteme tercih eden laik kafalar bu düzenlerini anayasal hak olarak görüyorlarda, Müslümanların inanma ve iman etme hakkını yok sayıyorlar...
Müslümanlar her şeyin farkında olarak mutlak surette mücadelelerini sürdürmenin bilinci içerisindedirler. Nasılki önceki dönemlerde her türlü insan hakları ihlalleri olduysa, başta o toplum yapısını düzeltme, sapıklıga set çekme ve Islah etme göreviyle gelen Peygamberler olmak üzere tarihin her döneminde haksızlıga teşkilatlanmış ya da bireysel olarak baş kaldıran Muvahhidler mutlaka olmuştur...
Peygamber efendimiz (sav) Buharide rivayet edilen bir hadiste mealen şöyle buyurmaktadır: ** Kim Allaha ve ahiret gününe inanıyorsa hayır söylesin ya da sussun. Allaha ve ahiret gününe inanan , komşusuna ikramda bulunsun. Allaha ve ahiret gününe inanan misafirine ikramda bulunsun...**
Evet bu hadise baktıgımızda insanlar hem ruhen ve hemde bedenen yüksek bir egitimden geçmektedirler. Zaten Darul Erkamda yapılan bu yüksek egitimin sonucu olarak, başlangıçta pek bir şey bilmeyen Sahabe toplulugu kısa bir müddet sonra hiç bir devletin ve zorba hükümdarların boyundurugu altında kalmadan dünya hakimiyetini kısa süre içerisinde gerçekleştirmişler, dünyaya devlet idaresi yolunda her türlü ilmi ve pratigi aşılamışlardır...
İnançlarının şekillendirdigi bu insanlar büyük bir devlet adamı, büyük bir idareci, adil bir vali, her yönüyle mükemmel bir alim, bir ilim adamı velhasıl sosyal sistemin her türlü gereklerini yerine getiren seçkin ve mümtaz bir toplumun öncüsü olmuşlar. Peygamber efendimizin * Hayırda örnek olunuz* emrini en kısa zamanda hayata hakim kılmaya muvaffak olamuşlardır. Allah hepsinden razı olsun...
İnanan İnsanlar, yaşadıkları dönem içerisinde hayırlı çalışmaların azına çoguna bakmadan hayırda yarışmanın mücadelesini sürdürmektedirler. Bunun en güzel örneklerini yaşadıkları her türlü olumsuzlıklara ragmen, insanlara faydalı olabilmek için çaba sarfeden Vahdet vakfı gibi, Ribat egitim vakfı gibi, Mazlum der gibi teşkilatlarda görmekteyiz. Şükürler olsun ki bu hayırda yarışan kurumların adetleri gün geçtikçe artmakta, sadece konuşmak yerine insanlara fayda saglamayı gaye edinen bir çalışmayı sürdürmektedirler. Allah Celle şanuhu gayret, çaba ve sayılarını artırsın...
Müslümanlar hayır yarışında ellerinden ve dillerinden geldigi kadar çaba sarfedecekler, hiç bir zalimin zulmüne seyirci kalmamaya özen göstereceklerdir. İnanıyoruz ki hayır konuşmak susmaktan daha hayırlı bir ameldir. Hayırlı sözlerin konuşulması gereken yerde konuşmayıp, susmak bilinmelidir ki takva ve imanın alameti degildir. Dikkat edilirse bizlere hep susmamız yolunda ögütler verilir. Lakin nerede susup nerede konuşmamız gerektigi üzerinde fazla bilgi verilmez. Sadece susmak hep altın, konuşmak ve söz söylemek ise gümüş degerinde oldugu telkinleri yapılır...
Burada en önemli husus her hangi bir hususta konuşması icap edecek kişinin neyin hayır, neyin de şer oldugunu bilme zorunlulugu vardır. Örnegin, Kuran okunmadan, Peygamber efendimizin sünneti seniyyesi tanınmadan hayırlı oldugu söylenen kavram tam anlamıyla bilinemez. Aksi takdirde hayır konuştugumuzu zannederek şer konuşmaktan kıendimizi alamayız ya da her hangi bir zalimin söz ve fiillerine tepki verecegimiz yerde susarsak yine yanlış bir fiilin icrasını yerine getirmiş oluruz...
İnanıyoruz ki; ayet ve hadislerde insanların konuştuklarını yazan görevli Meleklerin varlıgından bahsedilir. Melekler söylenen hayır ve şer her şeyi yazarlar. Perşembe günü bunlar Allaha sunulur. Bunların bir kısmı baki kalır, bir kısmı da imha edilir. Bu görüş, Ali ibni ebi Talha ve İbni Abbasın (ra) görüşüdür. Rabbimiz Rad suresi ayet.39.da mealen şöyle buyurmaktadır: *** Allah diledigini imha eder, diledigini de sabit kılar. Kitabın anası kendi katındadır...**
Yine inanıyoruz ki konuşulan şeyler hayır ve ya şer ile karşılıklarını görürler. Fakat cezası ve mükafatı olmayan şeyler yüzünden insanlar ahirette üzülüp hasret, kınama içinde olacaklar: keşke onları yapmasaydım da hayırlı işlerle meşgul olsaydım diye tesessür içerisinde olacaklardır... Bu hususla alakalı gelen rivayet mealen şöyledir: ** Bir toplum bir mecliste otururlar da Allahın adını zikretmeden kalkarlarsa tıpkı eşek leşinden kalkmış gibidirler. Bu hal kendileri için bir hasret-özlem olacaktır...**
Başka bir hadisi şerif Ebu Hureyreden (ra) gelmektedir mealen şöyle buyuruluyor: ** Cennete gitseler bile, teessür içerisinde olacaklardır...** En Nehai diyorki: *Kıyamet günü insanlara dünyadaki bazı saatler gösterilir de, insan Allahı anmadıgı saatler için hasret çekecektir. İnsanları fazla söz ve mal helak eder. Boş yere çok konuşmak, kişinin kalbini karartır ve katılaştırır...*
Tirmizi de geçen bir rivayet mealen şöyle: ** Allahın zikri dışında çok konuşmayın, çünkü zikrullahsız çok konuşmak, kalbi katılaştırır. İnsanların Allaha en uzak olanları, kalpleri katı olanlardır...** Hazreti Ömer efendimiz de şöyle buyuruyor: * Çok konuşan çok hata eder, çok hata eden çok günah işler. Günahı çok olan ise cehenneme girer...* İslam alimleri ancak şu dört hususta konuşma caizdir demişlerdir: * Zikrullah - Allahın adını zikretmek, Kuran okumak, İlim için çalışmak ve dünya işlerinde kişiyi ilgilendiren hususlardır...*
İnşaAllah dilimizi hayır söylemeye alıştırırız, her hangi bir zulmü gördügümüzde sessiz kalmayız ve dinimize, Müslümanlara açık açık hakaretler edildigini gördügümüzde de susmayız. Her zaman ifade etmekten şeref duydugumuz bir gerçek vardır o da: İslam dini, hak, adalet, dogruluk, güzellik dinidir. İslami haysiyetini, şerefini yitirenler bu hususu anlıyamazlar. Bu kişilerin zihinleri şüphelerle, acabalarla ve hep korkularla doludur...
İslamın her hangi bir hükmünü mesela Allahın emri olan Tesettür farzını söylediginizde, Tesettür İmanın ya da İslamın şartımıdır diye boş boş söz söylerler. Eger Allahın emir ve yasaklarına bir bütün olarak bakmazsak, Allah korusun bu sakat mantıgın sonu gelmez. İçki içmekte islamın şartları arasında zikredilmiyor ama haram. Domuz eti yemek te imanın şartları arasında geçmiyor ama haram...
Zina etmek, adam öldürmek ve bilinen büyük ve küçük günahların hepside İmanın ve İslamın şartı degil ama Allahın emri oldugundan dolayıdır ki kaçınılması emir buyurulmuş. Efendim sen şu hocaefendiden dahamı iyi biliyorsun, gibi sululuklar ancak malayani sözlerden ileri gitmiyecek ifadelerdir. Söylenen sözler siyasi ve otoriter iradenin istegi dogrultusunda ifade edildigi müddetçe yani Allahın kitabı Rasulünün sünneti seniyyesi esas alınmadıgı müddetçe ve icmaaya, kıyasa uygun düşmedigi, müddetçe söylenen sözleri reddetmek en dogal hakkımızdır...
Allah celle şanuhu Kuranı kerimde * ey akıl sahipleri * diye hitap ediyor. Şükürler olsunki aklımız, fikrimiz, duyu organlarımız yerinde. Her türlü imkanlarımızda var. Önceki dönemler gibi Bilgiyi, ilmi, mutlak dogruların üstünü de artık örtemiyorlar. Bu din de sadece hocaların dini olmadıgına göre hepimiz sorumlu, mesul ve dinimiz hakkında görev ve vazifelerimiz vardır diye inanıyoruz. Bu manada eger dogruları gündeme getirmezsek, mutlak dogruları, gerçekleri insanlara anlatmazsak Allah korusun dilsiz şeytan durumuna düşeriz...
Önceki tasavvuf uleması şimdiki ne okudugundan habersiz olan çakma tarikatçılardan degildi. İlmin her dalından haberi olan Allahın emir ve yasaklarına karşı saygılı ve Peygamber efendimize (sav) karşı itaatlı insanlardı. Çünkü onlar *Kamil insanlardı* İnsanlıgı en iyiye, en güzele ve en dogruya davet eder hak bildigini, Peygamber mirasçısı alimler olması münasebetiyle korkusuzca ifade ederlerdi...
Bu İslam alimlerinden biriside gönül sultanlarından Şakiki Belhi hazretleri idi şöyle buyuruyor: *Bir adamı tanımak istersen Allahın kendisine vaadettikleriyle, insanların ona vaadettiklerinden hangisine kalbi daha çok inanıyorsa, hüviyetini, kişiligini, şahsiyetini, kim olup olmadıgını- derhal ögrenirsin. Keza bir adamın takvasını anlamak istersen, kabul ettigine, reddettigine ve sözüne bak...*
Şu hususa kesin olarak inanıyoruz ki; İnsanın degeri, sahip çıktıgını söyledigi ve aynı zamanda yaşadıgı yaşattıgı dava ile ölçülür. Yoksa bildigimiz şekliyle et, kemik, güzellik, çirkinlik, fakirlik, zenginlik gibi durumlar ile insanlar birbirinden üstün veya aşagı olamazlar. Nasıl olması gerektigini yine insanlar kendi amelleriyle ortaya koyuyorlar, ya hayra anahtar oluyor ya da engel oluyor, ya şerrin önderligini yapıyor veya bir kötülügü yok ediyor. Müminler daima hayırlı işleri müdafaa ederler ve devamlı iyilerle beraber ve içiçe yaşarlar diye düşünüyoruz...
Biliyoruz ki; İnsan sosyal bir varlıktır ve diger insanlardan ayrı kalması da düşünülemez bu manadan olarak İbni Abbas (ra) diyorki: * Bir kişiyi- Allahım, beni insanlardan müstagni-tok gözlü, başkalarından bir şey beklemeyen- kıl r11; şeklinde DUA ederken işitmiş, ona: Ey adam, görüyorum ki sen, Allahtan ancak ölümü istiyorsun. Zira insanlar hayatları boyunca birbirinden müstagni r11;kopuk r11; olamazlar. Digerleri ile beraber olmak mecburiyetindedirler. İnsanlar tıpkı birbirinden uzak olamayan bir bedenin organları gibi yaratılmışlardır. Birbirleriyle ünsiyetleri sebebiylede İNSAN olarak isimlendirilmişlerdir...*
İnsanlarla beraber olmak demek, onların yaptıkları kötülüklere iştirak etmek r11; katılmak- , onlar iyi olursa iyi, kötü olursa kötü olmak degildir. Böylelerini Peygamber efendimiz (sav) *şahsiyetsiz ve karaktersiz* olarak nitelemiştir. İnsanlarla beraber olmak, hangi şartlar altında olursa olsun İslam dininden, mukaddes degerlerimizden taviz vermemek olarak anlaşılmalıdır. Şurası bilinmelidir ki; insanların isyan, kusur, hata ve işledikleri kötülüklere karşı gelmek ve en güzel şekliyle islami yapıyı ortaya koymak gerekmektedir...
Bu manada Cüneydi Bagdadi (Rh.a) diyorki: * Rasulullahın sünnetine ait yoldan başka bütün yollar halka kapalıdır. Yani o yolların hiç biri insanı hakka götürmez. Bütün ömrünce Hakka yüzünü yöneltmiş olan bir kimse, bir lahza- an için yüzünü çevirse, kaybı o güne kadar olan kazancından daha çoktur...*
Pakistanın kurucularından mütefekkir, Muhammed İkbal diyorki: * Mümin şahsiyetini güzelce egittigi ve varlıgının degerini bildigi an, dünyada her şey onun istedigi ve arzuladıgı şekilde olacaktır...* Denilmiştir ki; Müslüman yapacagım dedimi yapmalı. Sözünün arkasından kan ter içinde koşmayan insan, İslam davasına zarar verir. Şurası bir gerçektir ki insanları mevki, makam, şöhret, meslek mal ve mülküne göre degerlendirmemek lazımdır bunlar geçici olan hususlardır...
Eşya, insanlara deger ve kıymet verseydi, Firavunlar, Karunlar, Krallar en iyi yerlerde olurlardı, cenneti doldururlardı. Bilinmelidir ki; Sıfatlar ve eşya insanla deger kazanır. Bu günün insanı parasını eşyaya verip ondan bir şeref bekliyorsa onları sırtından çıkarınca şeref gidyormu düşünmek lazım. Bunu şu husus için gündeme getiriyoruz; kim olursa olsun eger haksızlık yapıyorsa, zorbalık yapıyorsa, zalimlik yapıyorsa görevi, meslegi, toplum içindeki hali ne olursa olsun çekinmeden hak olanı, hakkı yüzlerine ifade edebilmemiz gerekir diye düşünüyoruz. Yoksa Allah korusun insan çok çabuk Belam zihniyetinin sahibi olabiliyor...
Önceki zamanda böyleydi lakin günümüzde daha belirgin bir şekil aldı ki, Dindar insanlar ne zamanki, siyasi ve otoriter olan çevrenin içine dahil oluyorlar gidiş o gidiş. Eger o çevrenin içinden çıkamazsa İslami çalışmalar sekteye ugrar ve ne yazıkki bildiklerini de unutur, dini hükümleri saklamaya, yutmaya yok saymaya başlar bir zaman sonra da aynı onlar dedigi, kişiler gibi olur çıkar. Her hangi bir grubu kötülemekten ziyade amellerini kabul etmedigimden dolayı gündeme getirmek istedigim bir husus var konumuza birebir uyan örnek şöyleki.
Bundan on on beş sene öncesine kadar Hilal mevzuunda kimselere söz söyletmeyen, söyliyenleride çok agır ifadelerle haşlayan bir grup kendi liderleri iktidar olduktan sonra Hilali görüp Ramazana başlamayı unuttu, Hilali görüp Bayram yapmayı terk etti. Tam bir TAKVİM cemaatı kesildi. Belki basit gibi görülen bir ayrıntı ama İnanıyoruz ki, İslam dininin hiç bir hükmü basite ve kolaycılıga alnacak tarafı yoktur diyoruz. O yüzden haykırışımız duyulurmu bilmem sözümüz o dur ki:
Allah kelamının haykırıldıgı her yer zaten Allahın arzıdır ve Müslüman için de zaten cephe hükmündedir. Nerede Allahın bir hükmünü ifade etseniz mutlaka bir karşıt ses sizi tehdit edecektir. Eger siz davanızda sadık ve samimi iseniz sizi en azılı terörist ilan edecekleri gayet açıktır. Aslında Müslümana, İslama savaşı açanlarda din karşıtları, savaşı körükleyenlerde din karşıtlarıdır. Bu yüzden Müslümanın tek mübarek bagı vardır onu Allaha teslimiyetle baglayan İMAN bagıdır. Bu bagı koparmaya çalışanlarla mücadelemiz hem hakkımız ve hem de vazifemizdir diye inanıyoruz...
Müslüman yani teslim olan bir insan olarak birinci vazifemiz İlahi emirlere eksiksiz ve tavizsiz uymak ve hayata hakim kılma çabamızdır. Onunla birlikte Peygamber efendimizin (sav) sünneti seniyyesini hayatımıza aktarıp oldugu gibi yani o dogrultuda yaşama gayreti içerisinde olmamızdır. Bu manada bir Müslüman olarak, İslam büyüklerinden başka bir lider arama sıkıntımız yol şükürler olsun. Bu manada bir Müslüman nefsini Din ölçüleriyle yetiştirdigi gibi, kendinden sonra gelenleride yani neslini de aynı inançla yetiştirmenin derdiyle dertlenir diye düşünüyoruz...
Bir Müslüman olarak İslami VAHDET için ne gerekiyorsa o çalışmanın, gayretin ve çabanın içerisinde olmak lazımdır inancındayız. Firaset sahibi olması zaruri olan Müslüman tabiidirki dostunu ve düşmanını seçmede çok titiz ve hassas davranmalıdır diyoruz. Her yerde ve her zaman bir Müslüman eline, diline ve beline sahip olması zaruridir yoksa saniyede rezil oldugunun resmidir diyoruz, tabiidirki ahiretteki rezilliginden haberimiz olamaz. Müslüman şahıs bir defa dogdugunu ve bir defa öleceginin bilincinde olmalıdır. Lakin bu süre içinde geçen ömrü Allah yolunda olması icab eder diye düşünüyoruz...
Mümin, ahirette sadece Allaha hesap verecegini bilir, Onun için dünyada Allah davası için çalışır. Müslüman sevdigini Allah için sever ve sevmedigini de yine Allah için sevmez yani ölçü bellidir. Müslüman, Allahı ve Onun yolunda yürüyenleri razı etmek için gayret sarfeder. Çünkü bilir ki Allahın rızası kazanıldıktan sonra, bütün sapıklar razı olmasada hiç bir önemi yoktur. Zira bizler Cenabı Hakkın kuluyuz halkın degil...
Rabiya tül Adeviyye yi burada Rahmetle anıyoruz: Ya Rabbi diyordu duasında, yeterki senin dostluguna ulaşayım. Senin dostlugun olduktan sonra herkes düşmanım olsa hiç fark etmez, yeterki sen bana dost ol... İnanan insan, gerçek dostunun yine kendisi gibi düşünen ve yaşayan İmanlı kimselerin oldugunu bildiginden dolayı, Laik, ateist, ataist ve o yönlü inanç sahiplerinden fayda gelmeyecegini bilen kişidir. Müslümanın özlemi İslamı dünyaya , hakim kılma mücadelesinden zaferle çıkıldıgını görmektir...
Lakin düşünce olarak, yeterki Allahın dini yeryüzüne hakim olsun ama ben görmesemde olur diyoruz. Yine Müslümanın özlemi son nefesini Şehadet ve İmanla Rabbına teslim edip, Ahirette kurtuluşa ermektir. Müslüman Rasulullahın (sav) Cenabı Haktan alıp İnsan ve cinne teblig edip bildirdigi İlahi nizama gönül veren Onu Örnek ve önderinin yaşadıgı gibi yaşatmak istiyen, insanlıga duyurmak, onları saadet ve hakiki selamete, kurtuluşa erdirmek için çırpınan insan oldugundan en küçük tavizden bile sakınan bir yapının sahibidir diyoruz...
Hayatta her şey İslam dinine uygun olmasıyla güzeldir veya ne kadar İslama uyarsa belli bir deger kazanır. İslama uymayan bir şey ise asla kabul edilenmez. Abdul kadir Geylani hazretleri diyorki: * Şeriatın şahitlik etmedigi her hakikat iddiası zındıklıktır. O halde sen Cenabı hakka kitap ve sünnet kanatlarıyla uç. Elin Rasulullahın elinde oldugu halde Hakkın huzuruna gir. Rasulullahı mürşid ve muallim yap. Her kim, seni ona karşı çıkmaya teşvik eder, ifsada çalışırsa, onun elini bırak. Farz olan ibadetleri terk etmek, cihad, infak, namaz gibi zındıklıktır. Dinin yasak gördüklerini yapmak Hakka isyandır. Farzlar hiç bir hal ve durumda terk edilemez, kimseden kaldırılamaz...Ribat.s.25.sayfa.7*
Muhammed Zahid Kotku (Rh.a) diyorki: *Zalimin yüzüne gülmek ve ona sadakat ızhar ederek onunla dostluk yapmak büyük günahlardandır. Zalime nasihat edip onu zulmünden vazgeçirmek icabederken; bilakis zalimin yüzüne gülmek, onunla dostluk etmek, onunla birlikte olmak, onun yaptıgı zulmü hoş görmek demektir. Zulümde onunla müşterek olmak demektir. Zira zulüm ehli ve onların yardımcıları cehennemdedirler...* Bir ayet meali ile konumuzu bitirelim inşaAllah. Rabbimiz hud suresi ayet.113.te mealen şöyle buyurmaktadır: *** Zulme sapanlara egilim göstermeyin, yoksa size ateş dokunur...***
Allahım bizlere senin sevdiklerini sevdir. Bizleri zulmedenlere, haksızlık yapanlara ve isyankarlara karşı elimizle, dilimizle ve gönlümüzle kuvvetli eyle. Bizleri hakkı hak bilip hakkı ifade eden, batılı batıl bilip batıldan kaçınan kulların zümresine dahil eyle. Bizleri her ne olursa olsun dinden taviz verenler sınıfına dahil eyleme. Bizleri Ehli sünnet vel cemaat yolunda devamlı yürüyenlere arkadaş eyle. Bizleri sıratı müstakimden ayırma.
Sen her şeye kadirsin Allahım...Amin...
alıntı
Rabbimiz Kasas suresi ayet. 79,80 ve 83.te mealen şöyle buyurmaktadır: *** Siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz, siz dünyanın geçici mallarını istiyorsunuz, halbuki Allah (sizin için) ahireti istiyor. Dünya hayatını arzulayanlar keşke bize de Kurana verilenin bir misli verilse derler, muhakkak ki o büyük bir pay sahip. Kendilerine İLİM verilmiş olanlar ise : size yazıklar olsun Allahın mükafatı inanıp salih amel işleyenler için daha iyidir. Ona da ancak sabredenler ulaşabilir. Bu Ahiret yurdunu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculugu istemeyen kimselere veririz. Akibet muttakilerindir...***
Hilful Fudul: Zulme karşı İslâm öncesi Arapların yaptığı Hz. Peygamber'in de katıldığı antlaşma. Mekke şehrinde, Cürhüm kabilesi zamanında Fazıl isminde üç kişi, zulme ve haksızlıga ugrayanların yardımına koşmak üzere bir birlik kurdular; ayrıca, haksızlıga ugrayanların yardımına koşacaklarına dair de yemin ettiler. Bu cemiyeti Fazıl ismindeki şahıslar yemin ederek kurdukları için, *Fazılların yemini* anlamına gelecek * Hilful Fudul* denildi. Zamanla bu teşkilat tarihe karıştı. Fakat Mekkede haksızlıklar çogaldıgı için, bu teşkilatın yeniden kurulmasına ihtiyaç hissedildi...
Bütün cahili toplumlar gibi İslam öncesi Arap toplumu da kuvvet sahibi zorbaların hâkim olduğu, zulüm ve haksızlığın kol gezdiği bir toplumdu. Fil olayının yirminci yılında Ficâr savaşı olarak adlandırılan kanlı kabile kavgalarından sonra Mekke'de hiçbir yabancı ve koruyucusuz kimsenin mal, can ve namus güvenliği kalmamıştı. İşler çığırından çıkmıştı. Yabancı tacirlerin malları alınır, parası ödenmezdi. Hac için gelenlerin hoşa giden kadın ve kızları zorla ellerinden alınır, kimsenin feryadına kulak asılmazdı.
Böyle bir ortamda Yemen Zebid kabilesinden bir adam Mekke'ye satmak için bir deve yükü mal getirmişti. Mekke'nin ileri gelenlerinden As b. Vail, Zebidî'nin mallarını almış fakat parasını ödememişti. Zavallı Zebidî parasını almak için Mekke'nin güçlü ailelerine başvurdu ise de bir sonuç alamadı. Başvurduğu kimseler yardım etmek bir yana, aşağılayarak kovmuşlardı adamı. Uğradığı zulümden bağrı yanan Zebidî, bir sabah Ebu Kubeys dağına çıkarak Kâbe çevresinde toplanan Mekke halkına, "ey Fihr halkı" hitabıyla uğradığı zulmü şiir biçiminde haykırdır30;
Bunun üzerine Hz. Peygamber'in amcası Zübeyr bir daha böyle olayların tekrarlanmasını engellemek düşüncesiyle girişimlerde bulundu. Kendisine katılan Hâşim, Muttalib, Zühre, Esed, Hâris ve Teymoğullarının ileri gelenleri ile birlikte Mekke'nin zengin ve saygı değer adamlarından Abdullah b. Cud'an'ın evinde toplandılar. Uzun görüşmelerden sonra Mekke'de hiçbir yabancı ve yerli kimsenin zulme uğramasına meydan verilmemesi, hakları alınıncaya kadar mazlumların yanında hareket edilmesi yolunda karar aldılarr30;
Peygamber efendimizin (sav) amcası zübeyir b. Abdulmuttalip şehrin ileri gelenlerini Abdullah b. Cudanr17;ın evinde topladılar ve *Hilf ul Fudul Teşkilatını* yeniden kurdular. Bu cemiyetin gayesi, şu şekilde ilan edildi: * Bu teşkilatın mensupları, Mekkede ister yerli ve ister yabancı bir şahıs haksızlıga ugradıgı zaman, onun yardımına koşulacaktı.
Yakubî'ye göre antlaşma şu şekilde gerçekleştirildi: Abdulmuttalib'in kızı Atike veya Beyda ortaya hazırladığı bir çanak koku koydu. Oradakiler birer birer ayağa kalkıp elini çanaktaki kokuya batırarak, "VAllahi, bundan böyle Mekke'de yerli olsun, yabancı olsun, zulme uğramış hiç bir kimse bırakmayacağız. Zulme meydan vermeyeceğiz. Mazlumlar zalimlerden haklarını alıncaya kadar mazlumlarla birlikte hareket edeceğiz. Denizlerin bir kıl parçasını ıslatacak suları kalmayıncaya, Hira ve Sebir dağları yerlerinden silinip gidinceye, Kâbe'ye istilam ibadeti ortadan kalkıncaya kadar bu ahdimizde sebat edeceğiz" diye and içtiler.
Bu antlaşma, daha önceki zamanlarda aynı amaçla Cürhüm ve Katura kabilesinde Fadl ve Hidayl adlı bir kaç kişinin yaptıkları andlaşmaya çok benzediği için onların adına izafe edilerek "Fadl'ların andlaşması" anlamındaki "Hıtfu'l-Fudûl" olarak adlandırılmıştır. Fudûl kelimesi "fazlalık şey" anlamına da gelmektedir. Bu antlaşmayı yapanlar zulmedenlere fazladan zulmen alınan mallarını geri vermek üzere yemin ettikleri için bu isimle anılmıştır da denilir.
Andlaşmaya katılanlar ilk iş olarak As b. Vail'in kapısı önüne dikilmiş ve ondan Zebidî'nin hakkını almışlardır. Daha sonra da benzeri olaylarda zulmün ortadan kaldırılması yolunda başarılı girişimleri olmuştur. Bunlara örnek olarak anılan iki olay şöyledir: Has'am kabilesinden birisi kızı ile birlikte Hac için Mekke'ye gelir. Mekke'nin güçlü kişilerinden Nübeyh b. Haccac çok beğendiği kızı babasının elinden zorla alarak evine kapatır. Kızını kurtarmak için çırpınıp duran adama Hılfu'l-Fudûl'a başvurması tavsiye edilir. Adamın başvurusu üzerine hemen Nubeyh'in evi kuşatılır ve çaresiz kalan zalim, kızı babasına teslim eder.
Sumale kabilesinden bir tacir mallarını bir kısmını Mekke reislerinden Ubey b. Halef'e satar. Ancak Ubey üzerinde anlaştıkları bedeli tacire ödemez. Hılfu'l-Fudûl'a başvuran adama, "şimdi sen hemen Ubey'e git ve ona Fudulî'lerden geldiğini, ödemeyi derhal yapmazsa bizim gelişimizi beklemesini söyle" derler. Bu haber Ubey'e ulaşınca vakit geçirmeden adamın parasını öderr30;(Şamil i.asskl.)
Peygamber efendimizde (sav) bu teşkilata iştirak edenler arasında idi. Hatta, Peygamber efendimize (sav) sonraki bir tarihte bu teşkilattan bahsettiklerinde: ** Ahmed b. Hanbel'in rivayetine göre Hazret-i Peygamber bu antlaşma hakkında şöyle demiştir: "Âbdullah b. Cud'an'ın evinde yapılan And'da ben de bulundum. Bence o and kırmızı tüylü bir deve sürüsüne malik olmaktan daha sevgilidir. O zaman Haşim, Zühre ve Teym Oğulları, deniz bir kıl parçasını ıslatacak kadar suya malik oldukça mazlumlarla birlikte bulunacaklarına and içmişlerdi. Ben ona İslâm devrinde bile çağrılsam icabet ederdim"(Ahmed b. Hanbel, I,190, 193).**
Bu rivayetten, Peygamber efendimizin (sav) * Hilful Fudul* teşkilatı için verdigi yemine sadakat gösterdigini ve bilfiil de haksızlıga ugrayanların yardımına koştugunu islam tarihlerinden okuyoruz. Andlaşmaya katılanlar sonradan aralarına başka kimseleri alamadıkları için onların ölümüyle "hılfu'l-fudûl" son bulmuştur. Fakat fiilen devam etmese de yıllarca sonra bile hılfu'l-Fudûl'dan söz etmek zalimleri korkutmaya yetmiştir. Nitekim Muaviye'nin yönetimi döneminde,Hazreti Ali efendimizin oglu, Hazreti Hüseyin ile Medine valisi olan Velid b. Utbe arasında bir anlaşmazlık çıkmıştı.
Medine valisi Velid b. Utbe, bir meseleden dolayı kendisine zulmetmeye kalkışınca Hazreti Hüseyin (ra), "vAllahi, ya adalete riayet eder hakkımı verirsin, yahut kılıcımı sıyırarak Rasûlullah'ın Mescidi'nin kapısına dikilir halkı Hılfu'l-Fudûl'a davet ederim." diyerek onu tehdit etmiştir. Bunu duyan Abdullah b. Zübeyr, "VAllahi, eğer Hüseyin böyle bir davette bulunacak olursa, ben de kılıcımı çeker, ona adalet üzerine hakkı verilinceye kadar onunla birlikte ayaklanırım, yahut hep r11;beraber- ölürüz" demiş, buna daha başkaları da katılınca Velid çaresiz Hazreti Hüseyin'e hakkını teslim etmiştirr30;
Dikkat edilirse buraya kadar olan izahlarımızda hayırlı, faziletli bir toplulugun, haksızlıklar karşısında susmadan ve her hangi bir dogruyu, hakikati gizlemeden insanların hayrına olan hususlarda birleşip yine insanların haklarını, haksızlık yapanlardan mümkünse iyilikle yok mümkün olmuyorsa zorla almanın yollarını araştıran bir bir birlik kurup, insanların haklarını korumayı amaçlamışlardır ki bu adil sistem, hak ve özgürlükler, adalet herkese lazım olacaktır...
Başlangıcından günümüze kadar tarihi seyir içerisine bakacak olursak haksızlık yapanları da, haksızlıga ugrayanlarıda ve hak için mücadele edenleride görmemiz mümkündür. Zulme ve haksızlıga ugramak çok acı olan bir gerçektir. Eger bu zulüm ve haksızlıgın karşısında bir de sizin yanınızda yardımcınız yoksa o zaman hayat daha da yaşanılmaz bir durum almaktadır. Şu hususa kesinlikle inanıyoruz ki; Hiç bir haksızlık ve zulüm ahiret te cezasız bırakılmıyacaktır...
İnancımız ugruna hayatımızı karartanlar, yeni yeni yasalarla günlerimizi zehir etmeye çalışanlar, güç ve otoritesine güvenerek zor ve baskı yoluyla gayrımeşru hücumlarını artıranlar, insan hak ve hürriyetlerini hergün yeni yeni ideolojik düşünceleriyle zindana çevirenler zamanımızda oldugu gibi, yaşanan her devirde az ya da çok şeytani hükümlerini yürütmeye çalışmışlar insanlara hayatı zindan etmek için ellerinden gelen her türlü olumsuzlıkları yapmışlardır...
Günümüzden bazı örnekleri sıralayacak olursak; İnanan insanlar rabbimiz böyle buyuruyor iye hayatın içinde örnegin tesettürle yaşamak istemektedirler. Zorba ve otoriter güçler ise Bunun karşısında doksan senedir yaptırmamak için bin dereden su getirme gayret ve öçabasını sürdürmektedirler. Açıkça bizler Allaha inanmıyoruz diyemiyen, insan beyninin ortaya koymuş oldugu ideolojileri, Allahın, Rasulleri vasıtasıyla göndermiş oldugu nizama ve ilahi sisteme tercih eden laik kafalar bu düzenlerini anayasal hak olarak görüyorlarda, Müslümanların inanma ve iman etme hakkını yok sayıyorlar...
Müslümanlar her şeyin farkında olarak mutlak surette mücadelelerini sürdürmenin bilinci içerisindedirler. Nasılki önceki dönemlerde her türlü insan hakları ihlalleri olduysa, başta o toplum yapısını düzeltme, sapıklıga set çekme ve Islah etme göreviyle gelen Peygamberler olmak üzere tarihin her döneminde haksızlıga teşkilatlanmış ya da bireysel olarak baş kaldıran Muvahhidler mutlaka olmuştur...
Peygamber efendimiz (sav) Buharide rivayet edilen bir hadiste mealen şöyle buyurmaktadır: ** Kim Allaha ve ahiret gününe inanıyorsa hayır söylesin ya da sussun. Allaha ve ahiret gününe inanan , komşusuna ikramda bulunsun. Allaha ve ahiret gününe inanan misafirine ikramda bulunsun...**
Evet bu hadise baktıgımızda insanlar hem ruhen ve hemde bedenen yüksek bir egitimden geçmektedirler. Zaten Darul Erkamda yapılan bu yüksek egitimin sonucu olarak, başlangıçta pek bir şey bilmeyen Sahabe toplulugu kısa bir müddet sonra hiç bir devletin ve zorba hükümdarların boyundurugu altında kalmadan dünya hakimiyetini kısa süre içerisinde gerçekleştirmişler, dünyaya devlet idaresi yolunda her türlü ilmi ve pratigi aşılamışlardır...
İnançlarının şekillendirdigi bu insanlar büyük bir devlet adamı, büyük bir idareci, adil bir vali, her yönüyle mükemmel bir alim, bir ilim adamı velhasıl sosyal sistemin her türlü gereklerini yerine getiren seçkin ve mümtaz bir toplumun öncüsü olmuşlar. Peygamber efendimizin * Hayırda örnek olunuz* emrini en kısa zamanda hayata hakim kılmaya muvaffak olamuşlardır. Allah hepsinden razı olsun...
İnanan İnsanlar, yaşadıkları dönem içerisinde hayırlı çalışmaların azına çoguna bakmadan hayırda yarışmanın mücadelesini sürdürmektedirler. Bunun en güzel örneklerini yaşadıkları her türlü olumsuzlıklara ragmen, insanlara faydalı olabilmek için çaba sarfeden Vahdet vakfı gibi, Ribat egitim vakfı gibi, Mazlum der gibi teşkilatlarda görmekteyiz. Şükürler olsun ki bu hayırda yarışan kurumların adetleri gün geçtikçe artmakta, sadece konuşmak yerine insanlara fayda saglamayı gaye edinen bir çalışmayı sürdürmektedirler. Allah Celle şanuhu gayret, çaba ve sayılarını artırsın...
Müslümanlar hayır yarışında ellerinden ve dillerinden geldigi kadar çaba sarfedecekler, hiç bir zalimin zulmüne seyirci kalmamaya özen göstereceklerdir. İnanıyoruz ki hayır konuşmak susmaktan daha hayırlı bir ameldir. Hayırlı sözlerin konuşulması gereken yerde konuşmayıp, susmak bilinmelidir ki takva ve imanın alameti degildir. Dikkat edilirse bizlere hep susmamız yolunda ögütler verilir. Lakin nerede susup nerede konuşmamız gerektigi üzerinde fazla bilgi verilmez. Sadece susmak hep altın, konuşmak ve söz söylemek ise gümüş degerinde oldugu telkinleri yapılır...
Burada en önemli husus her hangi bir hususta konuşması icap edecek kişinin neyin hayır, neyin de şer oldugunu bilme zorunlulugu vardır. Örnegin, Kuran okunmadan, Peygamber efendimizin sünneti seniyyesi tanınmadan hayırlı oldugu söylenen kavram tam anlamıyla bilinemez. Aksi takdirde hayır konuştugumuzu zannederek şer konuşmaktan kıendimizi alamayız ya da her hangi bir zalimin söz ve fiillerine tepki verecegimiz yerde susarsak yine yanlış bir fiilin icrasını yerine getirmiş oluruz...
İnanıyoruz ki; ayet ve hadislerde insanların konuştuklarını yazan görevli Meleklerin varlıgından bahsedilir. Melekler söylenen hayır ve şer her şeyi yazarlar. Perşembe günü bunlar Allaha sunulur. Bunların bir kısmı baki kalır, bir kısmı da imha edilir. Bu görüş, Ali ibni ebi Talha ve İbni Abbasın (ra) görüşüdür. Rabbimiz Rad suresi ayet.39.da mealen şöyle buyurmaktadır: *** Allah diledigini imha eder, diledigini de sabit kılar. Kitabın anası kendi katındadır...**
Yine inanıyoruz ki konuşulan şeyler hayır ve ya şer ile karşılıklarını görürler. Fakat cezası ve mükafatı olmayan şeyler yüzünden insanlar ahirette üzülüp hasret, kınama içinde olacaklar: keşke onları yapmasaydım da hayırlı işlerle meşgul olsaydım diye tesessür içerisinde olacaklardır... Bu hususla alakalı gelen rivayet mealen şöyledir: ** Bir toplum bir mecliste otururlar da Allahın adını zikretmeden kalkarlarsa tıpkı eşek leşinden kalkmış gibidirler. Bu hal kendileri için bir hasret-özlem olacaktır...**
Başka bir hadisi şerif Ebu Hureyreden (ra) gelmektedir mealen şöyle buyuruluyor: ** Cennete gitseler bile, teessür içerisinde olacaklardır...** En Nehai diyorki: *Kıyamet günü insanlara dünyadaki bazı saatler gösterilir de, insan Allahı anmadıgı saatler için hasret çekecektir. İnsanları fazla söz ve mal helak eder. Boş yere çok konuşmak, kişinin kalbini karartır ve katılaştırır...*
Tirmizi de geçen bir rivayet mealen şöyle: ** Allahın zikri dışında çok konuşmayın, çünkü zikrullahsız çok konuşmak, kalbi katılaştırır. İnsanların Allaha en uzak olanları, kalpleri katı olanlardır...** Hazreti Ömer efendimiz de şöyle buyuruyor: * Çok konuşan çok hata eder, çok hata eden çok günah işler. Günahı çok olan ise cehenneme girer...* İslam alimleri ancak şu dört hususta konuşma caizdir demişlerdir: * Zikrullah - Allahın adını zikretmek, Kuran okumak, İlim için çalışmak ve dünya işlerinde kişiyi ilgilendiren hususlardır...*
İnşaAllah dilimizi hayır söylemeye alıştırırız, her hangi bir zulmü gördügümüzde sessiz kalmayız ve dinimize, Müslümanlara açık açık hakaretler edildigini gördügümüzde de susmayız. Her zaman ifade etmekten şeref duydugumuz bir gerçek vardır o da: İslam dini, hak, adalet, dogruluk, güzellik dinidir. İslami haysiyetini, şerefini yitirenler bu hususu anlıyamazlar. Bu kişilerin zihinleri şüphelerle, acabalarla ve hep korkularla doludur...
İslamın her hangi bir hükmünü mesela Allahın emri olan Tesettür farzını söylediginizde, Tesettür İmanın ya da İslamın şartımıdır diye boş boş söz söylerler. Eger Allahın emir ve yasaklarına bir bütün olarak bakmazsak, Allah korusun bu sakat mantıgın sonu gelmez. İçki içmekte islamın şartları arasında zikredilmiyor ama haram. Domuz eti yemek te imanın şartları arasında geçmiyor ama haram...
Zina etmek, adam öldürmek ve bilinen büyük ve küçük günahların hepside İmanın ve İslamın şartı degil ama Allahın emri oldugundan dolayıdır ki kaçınılması emir buyurulmuş. Efendim sen şu hocaefendiden dahamı iyi biliyorsun, gibi sululuklar ancak malayani sözlerden ileri gitmiyecek ifadelerdir. Söylenen sözler siyasi ve otoriter iradenin istegi dogrultusunda ifade edildigi müddetçe yani Allahın kitabı Rasulünün sünneti seniyyesi esas alınmadıgı müddetçe ve icmaaya, kıyasa uygun düşmedigi, müddetçe söylenen sözleri reddetmek en dogal hakkımızdır...
Allah celle şanuhu Kuranı kerimde * ey akıl sahipleri * diye hitap ediyor. Şükürler olsunki aklımız, fikrimiz, duyu organlarımız yerinde. Her türlü imkanlarımızda var. Önceki dönemler gibi Bilgiyi, ilmi, mutlak dogruların üstünü de artık örtemiyorlar. Bu din de sadece hocaların dini olmadıgına göre hepimiz sorumlu, mesul ve dinimiz hakkında görev ve vazifelerimiz vardır diye inanıyoruz. Bu manada eger dogruları gündeme getirmezsek, mutlak dogruları, gerçekleri insanlara anlatmazsak Allah korusun dilsiz şeytan durumuna düşeriz...
Önceki tasavvuf uleması şimdiki ne okudugundan habersiz olan çakma tarikatçılardan degildi. İlmin her dalından haberi olan Allahın emir ve yasaklarına karşı saygılı ve Peygamber efendimize (sav) karşı itaatlı insanlardı. Çünkü onlar *Kamil insanlardı* İnsanlıgı en iyiye, en güzele ve en dogruya davet eder hak bildigini, Peygamber mirasçısı alimler olması münasebetiyle korkusuzca ifade ederlerdi...
Bu İslam alimlerinden biriside gönül sultanlarından Şakiki Belhi hazretleri idi şöyle buyuruyor: *Bir adamı tanımak istersen Allahın kendisine vaadettikleriyle, insanların ona vaadettiklerinden hangisine kalbi daha çok inanıyorsa, hüviyetini, kişiligini, şahsiyetini, kim olup olmadıgını- derhal ögrenirsin. Keza bir adamın takvasını anlamak istersen, kabul ettigine, reddettigine ve sözüne bak...*
Şu hususa kesin olarak inanıyoruz ki; İnsanın degeri, sahip çıktıgını söyledigi ve aynı zamanda yaşadıgı yaşattıgı dava ile ölçülür. Yoksa bildigimiz şekliyle et, kemik, güzellik, çirkinlik, fakirlik, zenginlik gibi durumlar ile insanlar birbirinden üstün veya aşagı olamazlar. Nasıl olması gerektigini yine insanlar kendi amelleriyle ortaya koyuyorlar, ya hayra anahtar oluyor ya da engel oluyor, ya şerrin önderligini yapıyor veya bir kötülügü yok ediyor. Müminler daima hayırlı işleri müdafaa ederler ve devamlı iyilerle beraber ve içiçe yaşarlar diye düşünüyoruz...
Biliyoruz ki; İnsan sosyal bir varlıktır ve diger insanlardan ayrı kalması da düşünülemez bu manadan olarak İbni Abbas (ra) diyorki: * Bir kişiyi- Allahım, beni insanlardan müstagni-tok gözlü, başkalarından bir şey beklemeyen- kıl r11; şeklinde DUA ederken işitmiş, ona: Ey adam, görüyorum ki sen, Allahtan ancak ölümü istiyorsun. Zira insanlar hayatları boyunca birbirinden müstagni r11;kopuk r11; olamazlar. Digerleri ile beraber olmak mecburiyetindedirler. İnsanlar tıpkı birbirinden uzak olamayan bir bedenin organları gibi yaratılmışlardır. Birbirleriyle ünsiyetleri sebebiylede İNSAN olarak isimlendirilmişlerdir...*
İnsanlarla beraber olmak demek, onların yaptıkları kötülüklere iştirak etmek r11; katılmak- , onlar iyi olursa iyi, kötü olursa kötü olmak degildir. Böylelerini Peygamber efendimiz (sav) *şahsiyetsiz ve karaktersiz* olarak nitelemiştir. İnsanlarla beraber olmak, hangi şartlar altında olursa olsun İslam dininden, mukaddes degerlerimizden taviz vermemek olarak anlaşılmalıdır. Şurası bilinmelidir ki; insanların isyan, kusur, hata ve işledikleri kötülüklere karşı gelmek ve en güzel şekliyle islami yapıyı ortaya koymak gerekmektedir...
Bu manada Cüneydi Bagdadi (Rh.a) diyorki: * Rasulullahın sünnetine ait yoldan başka bütün yollar halka kapalıdır. Yani o yolların hiç biri insanı hakka götürmez. Bütün ömrünce Hakka yüzünü yöneltmiş olan bir kimse, bir lahza- an için yüzünü çevirse, kaybı o güne kadar olan kazancından daha çoktur...*
Pakistanın kurucularından mütefekkir, Muhammed İkbal diyorki: * Mümin şahsiyetini güzelce egittigi ve varlıgının degerini bildigi an, dünyada her şey onun istedigi ve arzuladıgı şekilde olacaktır...* Denilmiştir ki; Müslüman yapacagım dedimi yapmalı. Sözünün arkasından kan ter içinde koşmayan insan, İslam davasına zarar verir. Şurası bir gerçektir ki insanları mevki, makam, şöhret, meslek mal ve mülküne göre degerlendirmemek lazımdır bunlar geçici olan hususlardır...
Eşya, insanlara deger ve kıymet verseydi, Firavunlar, Karunlar, Krallar en iyi yerlerde olurlardı, cenneti doldururlardı. Bilinmelidir ki; Sıfatlar ve eşya insanla deger kazanır. Bu günün insanı parasını eşyaya verip ondan bir şeref bekliyorsa onları sırtından çıkarınca şeref gidyormu düşünmek lazım. Bunu şu husus için gündeme getiriyoruz; kim olursa olsun eger haksızlık yapıyorsa, zorbalık yapıyorsa, zalimlik yapıyorsa görevi, meslegi, toplum içindeki hali ne olursa olsun çekinmeden hak olanı, hakkı yüzlerine ifade edebilmemiz gerekir diye düşünüyoruz. Yoksa Allah korusun insan çok çabuk Belam zihniyetinin sahibi olabiliyor...
Önceki zamanda böyleydi lakin günümüzde daha belirgin bir şekil aldı ki, Dindar insanlar ne zamanki, siyasi ve otoriter olan çevrenin içine dahil oluyorlar gidiş o gidiş. Eger o çevrenin içinden çıkamazsa İslami çalışmalar sekteye ugrar ve ne yazıkki bildiklerini de unutur, dini hükümleri saklamaya, yutmaya yok saymaya başlar bir zaman sonra da aynı onlar dedigi, kişiler gibi olur çıkar. Her hangi bir grubu kötülemekten ziyade amellerini kabul etmedigimden dolayı gündeme getirmek istedigim bir husus var konumuza birebir uyan örnek şöyleki.
Bundan on on beş sene öncesine kadar Hilal mevzuunda kimselere söz söyletmeyen, söyliyenleride çok agır ifadelerle haşlayan bir grup kendi liderleri iktidar olduktan sonra Hilali görüp Ramazana başlamayı unuttu, Hilali görüp Bayram yapmayı terk etti. Tam bir TAKVİM cemaatı kesildi. Belki basit gibi görülen bir ayrıntı ama İnanıyoruz ki, İslam dininin hiç bir hükmü basite ve kolaycılıga alnacak tarafı yoktur diyoruz. O yüzden haykırışımız duyulurmu bilmem sözümüz o dur ki:
Allah kelamının haykırıldıgı her yer zaten Allahın arzıdır ve Müslüman için de zaten cephe hükmündedir. Nerede Allahın bir hükmünü ifade etseniz mutlaka bir karşıt ses sizi tehdit edecektir. Eger siz davanızda sadık ve samimi iseniz sizi en azılı terörist ilan edecekleri gayet açıktır. Aslında Müslümana, İslama savaşı açanlarda din karşıtları, savaşı körükleyenlerde din karşıtlarıdır. Bu yüzden Müslümanın tek mübarek bagı vardır onu Allaha teslimiyetle baglayan İMAN bagıdır. Bu bagı koparmaya çalışanlarla mücadelemiz hem hakkımız ve hem de vazifemizdir diye inanıyoruz...
Müslüman yani teslim olan bir insan olarak birinci vazifemiz İlahi emirlere eksiksiz ve tavizsiz uymak ve hayata hakim kılma çabamızdır. Onunla birlikte Peygamber efendimizin (sav) sünneti seniyyesini hayatımıza aktarıp oldugu gibi yani o dogrultuda yaşama gayreti içerisinde olmamızdır. Bu manada bir Müslüman olarak, İslam büyüklerinden başka bir lider arama sıkıntımız yol şükürler olsun. Bu manada bir Müslüman nefsini Din ölçüleriyle yetiştirdigi gibi, kendinden sonra gelenleride yani neslini de aynı inançla yetiştirmenin derdiyle dertlenir diye düşünüyoruz...
Bir Müslüman olarak İslami VAHDET için ne gerekiyorsa o çalışmanın, gayretin ve çabanın içerisinde olmak lazımdır inancındayız. Firaset sahibi olması zaruri olan Müslüman tabiidirki dostunu ve düşmanını seçmede çok titiz ve hassas davranmalıdır diyoruz. Her yerde ve her zaman bir Müslüman eline, diline ve beline sahip olması zaruridir yoksa saniyede rezil oldugunun resmidir diyoruz, tabiidirki ahiretteki rezilliginden haberimiz olamaz. Müslüman şahıs bir defa dogdugunu ve bir defa öleceginin bilincinde olmalıdır. Lakin bu süre içinde geçen ömrü Allah yolunda olması icab eder diye düşünüyoruz...
Mümin, ahirette sadece Allaha hesap verecegini bilir, Onun için dünyada Allah davası için çalışır. Müslüman sevdigini Allah için sever ve sevmedigini de yine Allah için sevmez yani ölçü bellidir. Müslüman, Allahı ve Onun yolunda yürüyenleri razı etmek için gayret sarfeder. Çünkü bilir ki Allahın rızası kazanıldıktan sonra, bütün sapıklar razı olmasada hiç bir önemi yoktur. Zira bizler Cenabı Hakkın kuluyuz halkın degil...
Rabiya tül Adeviyye yi burada Rahmetle anıyoruz: Ya Rabbi diyordu duasında, yeterki senin dostluguna ulaşayım. Senin dostlugun olduktan sonra herkes düşmanım olsa hiç fark etmez, yeterki sen bana dost ol... İnanan insan, gerçek dostunun yine kendisi gibi düşünen ve yaşayan İmanlı kimselerin oldugunu bildiginden dolayı, Laik, ateist, ataist ve o yönlü inanç sahiplerinden fayda gelmeyecegini bilen kişidir. Müslümanın özlemi İslamı dünyaya , hakim kılma mücadelesinden zaferle çıkıldıgını görmektir...
Lakin düşünce olarak, yeterki Allahın dini yeryüzüne hakim olsun ama ben görmesemde olur diyoruz. Yine Müslümanın özlemi son nefesini Şehadet ve İmanla Rabbına teslim edip, Ahirette kurtuluşa ermektir. Müslüman Rasulullahın (sav) Cenabı Haktan alıp İnsan ve cinne teblig edip bildirdigi İlahi nizama gönül veren Onu Örnek ve önderinin yaşadıgı gibi yaşatmak istiyen, insanlıga duyurmak, onları saadet ve hakiki selamete, kurtuluşa erdirmek için çırpınan insan oldugundan en küçük tavizden bile sakınan bir yapının sahibidir diyoruz...
Hayatta her şey İslam dinine uygun olmasıyla güzeldir veya ne kadar İslama uyarsa belli bir deger kazanır. İslama uymayan bir şey ise asla kabul edilenmez. Abdul kadir Geylani hazretleri diyorki: * Şeriatın şahitlik etmedigi her hakikat iddiası zındıklıktır. O halde sen Cenabı hakka kitap ve sünnet kanatlarıyla uç. Elin Rasulullahın elinde oldugu halde Hakkın huzuruna gir. Rasulullahı mürşid ve muallim yap. Her kim, seni ona karşı çıkmaya teşvik eder, ifsada çalışırsa, onun elini bırak. Farz olan ibadetleri terk etmek, cihad, infak, namaz gibi zındıklıktır. Dinin yasak gördüklerini yapmak Hakka isyandır. Farzlar hiç bir hal ve durumda terk edilemez, kimseden kaldırılamaz...Ribat.s.25.sayfa.7*
Muhammed Zahid Kotku (Rh.a) diyorki: *Zalimin yüzüne gülmek ve ona sadakat ızhar ederek onunla dostluk yapmak büyük günahlardandır. Zalime nasihat edip onu zulmünden vazgeçirmek icabederken; bilakis zalimin yüzüne gülmek, onunla dostluk etmek, onunla birlikte olmak, onun yaptıgı zulmü hoş görmek demektir. Zulümde onunla müşterek olmak demektir. Zira zulüm ehli ve onların yardımcıları cehennemdedirler...* Bir ayet meali ile konumuzu bitirelim inşaAllah. Rabbimiz hud suresi ayet.113.te mealen şöyle buyurmaktadır: *** Zulme sapanlara egilim göstermeyin, yoksa size ateş dokunur...***
Allahım bizlere senin sevdiklerini sevdir. Bizleri zulmedenlere, haksızlık yapanlara ve isyankarlara karşı elimizle, dilimizle ve gönlümüzle kuvvetli eyle. Bizleri hakkı hak bilip hakkı ifade eden, batılı batıl bilip batıldan kaçınan kulların zümresine dahil eyle. Bizleri her ne olursa olsun dinden taviz verenler sınıfına dahil eyleme. Bizleri Ehli sünnet vel cemaat yolunda devamlı yürüyenlere arkadaş eyle. Bizleri sıratı müstakimden ayırma.
Sen her şeye kadirsin Allahım...Amin...
alıntı