Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Hucurat Suresi İniş Sebebi

Ummu Aişe Çevrimdışı

Ummu Aişe

حسبنا الله ونعم الوكيل
Site Emektarı
49- el-HUCURÂT SÛRESİ


Medine-i Münevvere'de ve Mücâdile Sûresinden sonra nazil olmuştur.[1]

l. Ey o iman etmiş olanlar, Allah'ın ve Rasûlü'nün huzurunda öne geçmeyin. Allah'tan takva üzere olun. Muhakkak ki Allah Semî'dir, Alîm'dir.

a) el-Hasen ibn Muhammed kanalıyla Abdullah ibnu'z-Zübeyr'den rivayete göre Allah'ın Rasûlü (sa)'ne Temîm oğulları kafilesi geldiğinde Ebu Bekr: "Onların üzerine el-Ka'kâ' ibn Ma'bed'i emir tayin et." dedi. Ömer de: "el-Akra' ibn Habis'i emir tayin et." dedi. Ebu Bekr: "Sen ancak bana muhalefet etmek istedin." dedi. Ömer: "Hayır, sana muhalefet etmek istemedim." dedi ve tartışırlarken sesleri yükseldi de bu hususta âyetin sonuna kadar olmak üzere "Ey o iman etmiş olanlar, Allah'ın ve Rasûlü'nün huzurunda öne geçmeyin..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[2]

Vâhıdî'nin kendi isnadıyla Abdullah ibnu'z-Zubeyr'den rivayetine göre o şöyle anlatmış: Temîm oğullarından bir grup Rasûlullah (sa)'a gelmişlerdi. Bunların başına emîr olarak kimin tayin edileceği mes'elesinde Hz. Ebu Bekr ile Hz. Ömer ihtilâf ettiler. Hz. Ebu Bekr, Ey Allah'ın elçisi Ka'kâ' ibn Ma'bed'i emir tayin et derken Hz. Ömer de: "Hayır, bilakis el-Akra' ibn Habis'i emîr tayin et dedi. Hz. Ebu Bekr: "Sen sırf bana muhalefet etmek için böyle yapıyorsun." dedi. Hz. Ömer: "Hayır, sana muhalefet etmek istemedim." dedi ve biraz tartıştılar, bu arada sesleri de yükselmişti. İşte bunun (seslerini yükseltmeleri) hakkında "Sen onlara çıkıncaya kadar sabretmiş olsalardı..."ya kadar olmak üzere "Ey o iman etmiş olanlar, Allah'ın ve Rasûlü'nün huzurunda öne geçmeyin..." âyet-i kerimelerini indirdi.[3] Bu hadise Buhârî'de, bu Sûrenin ikinci âyetinin nüzul sebebi olarak zikredilmiştir ki birazdan gelecektir.

b)İbnu'l-Münzir'in el-Hasen'den rivayetine göre bazı kimseler Kurban bayramı günü Hz. Peygamber (sa)'den önce kurbanlarını kesmişler de Hz. Peygamber kurbanlarını iade etmelerini, yeniden kurban kesmelerini emretmiş ve işte bunun üzerine Allah Tealâ: "Ey o iman etmiş olanlar, Allah'ın ve Rasûlü'nün huzurunda öne geçmeyin..." âyet-i kerimesini indirmiş.

İbn Ebi'd-Dünyâ'nın Kitâbu'l-Edâhî'deki ifadeleri ise şöyledir: "Bir adam (Kurban bayramı günü bayram) namazından önce kurban kesti de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu."

c) Taberânî'nin el-Mu'cemu'l-Evsat'ta Hz. Aişe'den rivayetle zikrettiğine göre bazı kimseler oruç ayı girmeden bu ayı oruçla karşılamak için Hz. Peygamber (sa)'den önce oruca başladılar da Allah Tealâ bunun üzerine "Ey o iman etmiş olanlar, Allah'ın ve Rasûlü'nün huzurunda öne geçmeyin..." âyet-i kerimesini indirdi.[4]

d) Mâverdî'nin Dahhâk'ten, onun da İbn Abbâs'tan rivayetinde o şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber (sa), Amir oğullarına ashabından 24 (bir rivayette 27) kişi seçerek (seriyye veya muallim olarak) göndermişti. Amir oğullarının başında Amir ibnu't-Tufeyl vardı ve Hz. Peygamber (sa)'in bu gönderdiklerini öldürdüler. Ancak onlardan (yolda yürürlerken) geri kalan üçü öldürülmekten kurtulup Medine-i Münevvere'ye geri döndüler. Yolda Süleym oğullarından iki kişiye rastladılar ve hangi kabileden olduklarını sordular. Onlar da Süleym oğulları kabilesinden daha güçlü olduğu için Süleym oğullarından olduklarını gizleyip "Amir oğullarındanız." dediler. Bu üç sahabi de onları Amir oğullarından zannederek öldürdüler, yanlarında bulunan eşyaları da ganimet olarak alıp Medine'ye girdiler. Hz. Peygamber onlara: "Ne kötü yaptınız, onlar Süleym oğullarındandı." veya "Onlar bizimle aralarında antlaşma olan bir kavimdendiler." buyurdular.

Daha sonra Süleym oğullarından bir hey'et gelip: "Biz sizinle antlaşmalı olduğumuz halde bizden iki kişi sizin tarafınızdan öldürüldü." deyip diyetini istediler. Hz. Peygamber (sa) de onların diyeti olarak onlara yüz deve verdi ve işte o iki Süleymlinin öldürülmesi hakkında bu âyet-i kerime nazil oldu.[5] İbnu's-Sâib ise o iki Süleymliyi Amr ibn Ümeyye ed-Damrî'nin öldürdüğünü ve âyetin onun hakkında indiğini söylemiştir.[6]


2. Ey o iman etmiş olanlar, seslerinizi O Peygamber'in sesinden yüksek çıkarmayın. Birbirinize bağırdığınız gibi O'na bağırmayın. Yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gider.

Yesera ibn Safvân kanalıyla İbn Ebî Müleyke'den rivayette o şöyle anlatıyor: (Bu ümmetin) iki en hayırlısı, Ebu Bekr ve Ömer az daha helak olacakdılar. Temîm oğullan kafilesi geldiğinde Hz. Peygamber (sa)'in huzurunda seslerini yükselttiler. Birisi (bu kafile üzerine emir olarak Mücâşi' oğulları kardeşi el-Akra' ibn Hâbis'i emir tayin edilmesini işaret ederken diğeri bir başkasını -râvî Nâfi' onun ismini ezberlemedim, diyor- işaret etti. Ebu Bekr, Ömer'e: "Sen bununla ancak bana muhalefet etmek istedin." dedi. Ömer de: "Hayır, sana muhalefet etmek istemedim." dedi ve bu tartışma sırasında sesleri yükseldi. İşte bunun üzerine Allah Tealâ "Ey o iman etmiş olanlar, seslerinizi yükseltmeyin..." âyet-i kerimesini indirdi.[7]


3. Rasûlullah'ın yanında seslerini kısanlar, muhakkak ki onlar, Allah'ın kalblerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlar için mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır.

a) "Ey iman etmiş olanlar, seslerinizi O Peygamber'in sesinden yüksek çıkarmayın." âyet-i kerimesi nazil olunca Ebu Bekr, Hz. Peygamber'le ancak sırdaş olanın konuştuğu gibi çok alçak sesle konuşmaya başladı da Allah Tealâ Ebu Bekr hakkında bu âyet-i kerimeyi indirdi.[8]

b) Taberî'nin Ebu Küreyb kanalıyla Muhammed ibn Sabit ibn Kays'dan rivayetinde o şöyle anlatıyor: "Seslerinizi O Peygamber'in sesinden yüksek çıkarmayın. Birbirinize bağırdığınız gibi O Peygamber'e bağırmayın." âyet-i kerimesi nazil olduğunda Sabit ibn Kays yolda ağlıyarak oturmuştu. Aclân oğullarından Asım ibn Adiyy yolda ona rastlayıp "Ey Sabit seni ağlatan nedir?" diye sordu.. Sabit: "Şu âyet-i kerimedir; benim hakkımda nazil olmuş olmasından korkuyorum. Ben, yüksek ve gür sesliyim." dedi. Asım ibn Adiyy, Hz. Peygamber (sa)'e giderken Sabit de hıçkırıklara boğulmuştu. Sonra evine gitti ve Abdullah ibn Übeyy ibn Selûl'un kızı olan karısı Cemîle geldiğinde ona: "Kısrağımın ahırına gireyim de üzerime kol demirini vurarak kol demirini çivile." dedi. Cemîle de çiviyi o kadar kuvvetle çaktı ki sonunda çivinin ucu öbür taraftan çıktı. Sabit: "Allah canımı alıncaya veya Allah'ın rasûlü benden hoşnut oluncaya kadar buradan çıkmayacağım, dedi. Asım ise Rasûlullah (sa)'a gelerek onun durumunu haber verdi. Rasûlullah (sa): "Git onu bana çağır." buyurdu. Asım, Sâbit'i görmüş olduğu yere geldi, onu bulamadı, evine geldi ve onu kısrağının ahırında bularak ona: "Rasûlullah seni çağırıyor." dedi. Sabit: "Kol demirini (veya kapıyı) kır." dedi ve birlikte çıktılar, Hz. Peygamber (sa)'e geldiler. Rasûlullah (sa), Sabit'e: "Ey Sabit, seni ağlatan nedir?" diye sordu. Sabit: "Ben gür sesliyim. Bu yüzden "Seslerinizi Peygamber'in sesinden yüksek çıkarmayın ve birbirinize bağırdığınız gibi O Peygamber'e bağırmayın." âyetinin benim hakkımda nazil olmuş olmasından korkuyorum." dedi. Hz. Peygamber (sa) ona: "Övülmüş olarak yaşamak, şehid olarak ölmek ve cennete girmek istemez misin?" buyurdular. Sabit der ki: "Allah ve Rasûlü'nün müjdesinden hoşnut olarak bir daha asla sesimi Allah'ın Rasûlü'nün sesinden yüksek çıkarmadım ve işte bunun üzerine Allah Tealâ: "Rasûlullah'm yanında seslerini kısanlar, muhakkak ki onlar, Allah'ın kalblerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir..." âyet-i kerimesini indirdi.[9] Nitekim Sabit ibn Kayş, Yemâme'de müslümanlar açılıp bozgun alâmetleri gösterdiklerinde: "Ey Allahım, şunlara ve tapındıklarına yuh olsun. Şunlara (müslümanlara) ve yaptıklarına da yuh olsun." deyip ilerlemiş ve şehid oluncaya kadar savaşmıştır.[10]

Taberî'nin İbn Humeyd kanalıyla Şimr ibn Atıyye'den rivayetine göre ise Sabit'in bu korkusunun sebebi ağır işitmesi sebebiyle bağırarak konuşmuş olmasıdır ve bizzat kendisi gelip Hz. Peygamber (sa)'e "Seslerinizi Peygamber'in sesinden yüksek çıkarmayın ve birbirinize bağırdığınız gibi O Peygamber'e bağırmayın." âyetinin nüzulünden dolayı üzüldüğünü ve bu âyetin kendisi hakkında inmiş olmasından korktuğunu söylemiş.[11]


4. Muhakkak ki sana hücrelerin ardından seslenenlerin çoğunun akılları ermez.

5. Eğer onlar, sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi, kendileri için elbette daha hayırlı olurdu. Allah Ğafûr'dur, Rahîm'dir.

a) Ahmed ibn Ubeydullah el-Muhalledî kanalıyla Zeyd ibn Erkam'dan rivayette o şöyle demiştir: Bir kısım insanlar Hz. Peygamber (sa)'e geldiler ve Efendimiz odalarında iken dışardan: "Ey Muhammed, ey Muhammedi" diye seslenmeye başladılar da bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeleri indirdi.[12]

İbn Ebî Hatim bu olayı biraz daha ayrıntılı olarak Zeyd ibn Erkam'dan rivayetle şöyle anlatmıştır: Araplardan bazı kimseler bir araya gelmişler ve kendi aralarında: "Şu adama (Hz. Peygamber'i kastediyorlar) gidelim. Eğer o bir peygamber ise insanların en mutlusu bizler oluruz. Yok eğer peygamber değil de kralsa onun kanatları altında geçiniriz." demişler. Bu konuşmaları duyan Zeyd ibn Erkam da Hz. peygamber (sa)'e gelerek onların konuşmalarını haber vermiş. Nitekim çok geçmeden o araplar Efendimiz (sa)'e gelerek O, odasında iken odanın dışından: "Ey Muhammed, ey Muhammed!" diye seslenmeye başlamışlar ve işte bunun üzerine Allah Tealâ: "Muhakkak ki sana hücrelerin ardından seslenenlerin çoğunun akılları ermez." âyet-i kerimesini indirmiş. Zeyd der ki: Rasûlullah (sa) kulağımdan tuttu, uzattı ve: "Ey Zeyd Allah senin sözünü doğruladı, ey Zeyd Allah senin sözünü doğruladı." Buyurdular.[13]

b) Muhammed ibn İshak ve başkalarının anlattığına göre bu âyet-i kerimeler Temîm oğullarından kaba saba bazı adamlar hakkında nazil olmuştur. Bunlardan 70 veya seksen kişiden oluşan bir elçi hey'eti Hz. Peygamber (sa)'e gelmiş, mescid-i nebevîye girmiş ve Hz. Peygamber (sa)'e hücresinin arkasından: "Ey Muhammed yanımıza çık gel, bizim övgümüz süstür, yergimiz ise bir ayıp, bir lekedir." diye seslenmişler. Onların böyle odasının arkasından seslenmelerine Hz. Peygamber (sa) üzülmüş, yanlarına çıkmıştı. Onlar: "Ey Muhammed, biz sana, seninle karşılıklı olarak övünmek üzere geldik." demişler ve bunun üzerine onlar hakkında "Muhakkak ki sana hücrelerin ardından seslenenlerin çoğunun akılları ermez..." âyet-i kerimeleri nazil olmuştur. Bu gelenlerin içinde Akra' ibn Habis, Uyeyne ibn Hısn, Zeberkan ibn Bedr, Kays ibn Asım, Halid ibn Mâlik, Süveyd ibn Hişâm, el-Ka'kâ' ibn Ma'bed, Atâ' ibn Habis, Utârid ibn Hâcib ibn Zürâra, Kays ibnu'l-Hâris, Amr ibnu'l-Ehtemm ve Vekî' ibn Vekî' de varmış. Onların bu övünmeleri kıssası Ebu İshak Ahmed ibn Muhammed el-Mukri' kanalıyla Câbir ibn Abdullah'tan rivayet edildiğine göre şöyle olmuştur:

Temim oğulları (hey'eti) Hz. Peygamber (sa)'e geldiler ve kapıda durarak: "Ey Muhammed, yanımıza çık; Hiç şüphe yok bizim övmemiz süs, yermemiz de bir kusur ve ayıptır." diye seslendiler. Onların bu seslenmelerini duyan Hz. Peygamber (sa): "Hiç kuşkusuz övgüsü süs, yermesi de ayıp ve kusur olan Allah Tealâ'dır." buyurarak onların yanına çıktı. "Biz, Temîm oğullarındanız; şair ve hatibimizle birlikte geldik ki şiir ve karşılıklı övünmede seninle yarışalım." dediler. Rasûlullah (sa): "Ben şiirle gönderilmedim, karşılıklı övünmeyle de emrolunmadım. Fakat haydi getirin (şiirlerinizi)!." buyurdular. Zeberkan ibn Bedr, içlerindeki gençlerden birisine: "Kalk, kendinin ve kavminin faziletlerini zikret." dedi. O genç kalktı ve: "Bizi, yarattıklarının en hayırlısı kılan, dilediğimiz gibi harcamamız için bize mallar veren Allah'a hamdolsun. Bizler yeryüzü halkının en hayırlılarından, sayıları, malları ve silâhları en çok olanlarındanız. Bizim bu sözümüzü inkâr edecek olan kişi bizim sözümüzden daha güzelini, bizim işlerimizden daha güzel bir işi yapıp getirsin." dedi. Rasûlullah (sa), Sabit ibn Kays ibn Şemmâs'a: "Kalk ve cevap ver." buyurdular. Kays kalktı ve: "Allah'a hamdolsun, O'na hamdeder, O'ndan yardım diler ve O'na iman eder, ona tevekkül ederim. Ben şehadet ederim ki tek ve ortağı olmayan yegâne ilâh Allah'tır ve ben şehadet ederim ki Muhammed O'nun kulu ve elçisidir..." diyerek Rasûlullah'ın ve mü'minlerin faziletlerini anlattı. Zeberkan, genç şairlerinden birine işaret etti. O da kalkıp kendisinin ve kavminin faziletlerini anlatan bir şiir söyledi. Hz. Peygamber (sa) şâiri Hassan ibn Sâbit'e haber gönderdi de o da geldi ve Rasûl-i Ekrem'i ve mü'minleri öven bir şiir söyledi. Onların şairlerinden olan Akra' ibn Habis kalkıp bir şiir söyledi, Rasûl-i Ekrem tekrar Hassan ibn Sâbit'e: "Şuna cevap ver." buyurdular, Hassan da ona cevap verince Akra' ibn Habis kalkıp "Hiç şüphesiz Muhammed gerçek Efendidir. Vallahi ben bu iş nedir bilmezdim; bizim hatibimiz kalkıp konuştu, onların hatibi bizimkinden daha güzel konuştu. Şairimiz kalkıp şiir söyledi, onların şairi bizimkinden daha şair çıktı." dedi sonra yaklaşıp Hz. Peygamber (sa)'in yanına geldi ve kelime-i tevhidi getirerek müslüman oldu. İşte bunun üzerine sesler yükseldi ve birbirine karıştı da Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[14]

el-Hasen ibn Ebî Yahya el-Mukaddemî kanalıyla Akra' ibn Habis et-Temîmî'den rivayete göre "Ey Muhammed, benim övgüm süs, sövmem ise bir kusur ve bir ayıptır." diye seslenen bizzat kendisidir.[15]

c) İbn Abbâs anlatıyor: Rasûlullah (sa)i Anber oğulları üzerine bir seriyye göndermiş ve seriyyenin başına Uyeyne ibn Hısn el-Fezârî'yi emîr tayin etmişti. Anber oğulları bunu duyunca ailelerini bırakarak kaçmışlar, Uyeyne de onları esir ederek Medine'ye dönmüş; Arkasından işte bu Anber oğulları erkekleri esirlerinin fidyelerini vererek kurtarmak için tam öğle vakti Medine-i Münevvere'ye gelmişler. O sırada Rasûl-i Ekrem kaylûle uykusundalarmış. Dışardan, O'nu uyandırıncaya kadar: "Ey Muhammed, yanımıza çık." diye bağırmışlar da bu âyet bunun üzerine nazil olmuş.[16]

Vâkıdî (Hâtıbu leyi) ise üzerlerine seriyye gönderilenleri Temîm oğulları olarak verir ve şöyle anlatır: Onlar, Huzâa'ya karşı silâh çekmişler (silâh kullanmışlar), bunun üzerine Hz. Peygamber de onların üzerine 50 kişilik bir seriyye göndermişti. Bu seriyye onlardan 12 erkek, 11 kadın ve 30 çocuğu esir edip Medine-i Münevvere'ye getirmişlerdi, işte bu esirlerinin fidyesini verip onları kurtarmak üzere Temîm oğullarının ileri gelenlerinden oluşan 70 veya 80 kişilik bir hey'et Medine-i Münevvere'ye geldiler. Utârid, Zeberkan, Kays ibn Asım, Kays ibnu'l-Hâris, Nuaym ibn Sa'd, el-Akra' ibn Habis, Riyâh ibnu'l-Hâris ve Amr ibnu'l-Ehtemm de içlerindeydi. Bilâl öğle ezanını okumuş ashab Hz. Peygamber (sa)'in Mescid-i Nebevî'ye çıkmasını beklerlerken Mescid-i Nebevî'ye girmişler ve Rasûlullah (sa)'ın gelmesini beklemeyip yanlarına çıkması için seslenmişler ve işte bu âyet onlar hakkında nazil olmuştur.[17]


6. Ey o iman etmiş olanlar, bir fâsık size bir haber getirdiği zaman onu iyice araştırın...

Müfessirlerden birçoğu bu âyet-i kerimenin el-Velîd ibn Ukbe ibn Ebî Muayt hakkında nazil olduğunu zikrederler.

İbn İshâk der ki: Mustalik oğulları müslüman olduktan sonra Rasûlullah (sa), zekâtlarını toplamak (teslim almak) üzere el-Velîd ibn Ukbe ibn Ebî Muayt'ı gönderdi. Velîd'in kendilerine zekât memuru olarak gelmekte olduğunu duyunca onu karşılamaya çıktılar. Velîd, karşısına atlılar çıkınca kendisini öldürmeye geliyorlar diye korkup geri döndü ve Rasûlullah (sa)'a geldi. Mustalik oğullarının kendisini öldürmeye kalkıştıklarını, vermeleri gereken zekâtı da vermediklerini haber verdi. Müslümanlar zekâtı men'eden ve zekât memurunu öldürmeye kalkışan Mustalik oğulları ile savaş konusunu çokça konuşmaya başladılar da bu düşünce müslümanlar arasında yayıldı ve hattâ Rasûlullah bile onlar üzerine bir gazveye çıkmaya niyyetlenmişti ki Mustalik oğullarından bir elçi hey'eti Medine'ye çıkageldi ve: "Ey Allah'ın elçisi, bize göndermiş olduğun elçinin gelmekte olduğunu duyunca onu karşılamaya çıktık. Niyyetimiz ona ikramda bulunmak ve zekâtımızı kendisine vermekti. Bizi görünce geri dönüp hızla kaçtı. Bize gelen habere göre Allah'ın Rasûlü'ne, kendisini öldürmek üzere karşı çıktığımızı söylemiş. Allah'a yemin ederiz ki onu öldürmek için gelmedik." dediler. Allah Tealâ onun hakkında ve bunlar (Mustalik oğulları) hakkında "Ey İman edenler, bir fâsık size bir haber getirdiği zaman onu iyice araştırın..." âyet-i kerimesini indirdi.[18]

Hadise en ayrıntılı biçimde İmam Ahmed'in müsned'indedir. Ayrıca Mustalik oğulları reisi Haris ibn Dırâr el-Huzâî'den nakledilmiş olmakla rivayetlerin en sahih olanıdır. Bu Haris ibn Dırâr aynı zamanda Hz. Peygamber (sa)'in hanımlarından Cüveyriyye'nin babası olan Hâris'tir. Bu rivayette Haris şöyle anlatıyor:

Allah'ın Rasûlü (sa)'ne geldim. Beni İslâm'a davet etti, İslâm'a girdim ve ikrar eyledim. Beni zekât vermeye davet etti, kabul ettim ve: "Ey Allah'ın elçisi, kavmime döneyim, onları İslâm'a ve zekât vermeye davet edeyim. Onlardan her kim davetime icabet ederse zekâtını toplayayım. Allah'ın Rasûlü (sa) bana, falan zamanda bir elçi göndersin de toplamış olduğum zekâtı getirsin." dedim. Olayın bundan sonrasını ravi şöyle anlatır: Haris, davetine icabet edenlerden zekâtı toplayıp da Rasûlullah (sa)'ın kendisine zekâtı götürecek birisini göndermesi zamanı gelince Hâris'e elçi gelmedi. Haris zannetti ki kendisi hakkında Allah'tan ve Rasûlü'nden bir öfke hasıl olmuştur. Kavminin eşrafını davet edip onlara: "Şüphesiz ki Allah'ın elçisi bana bir vakit tayin etmişti. O vakitte yanımdaki zekâtı almak üzere bir elçi gönderecekti. Allah'ın Rasûlü (sa) sözünden dönmez. O'nun elçisinin gelmemesinin bir tek sebebi Rasûlullah'ın öfkelenmiş olmasıdır. Gidelim, Rasûlullah'a varalım." dedi.

Rasûlullah (sa), Haris'in yanında toplanmış olan zekâtı almak üzere el-Velîd ibn Ukbe'yi göndermişti. Velîd yola çıkıp yolun bir kısmında iken korkmuş, geri dönmüş ve Rasûlullah (sa)'a gelip: "Ey Allah'ın elçisi, Haris, zekâtını bana vermedi ve beni öldürmek istedi." demiş; Rasûlullah (sa) da Hâris'e bir hey'et göndermişti. Bu arada Haris de ashabı ile birlikte Rasûlullah (sa)'a gelmekteydi. İşte Rasûlullah (sa)'ın göndermiş olduğu hey'et yola çıkıp Medine'den ayrıldıklarında Haris onlarla karşılaştı. Hey'ettekiler: "İşte şu gelen Hâris'tir." dediler. Karşı karşıya geldiklerinde Haris onlara: "Kime gönderildiniz?" diye sordu. Hey'ettekiler: "Sana gönderildik." diye cevapladılar. Haris: "Niçin?" diye sordu. Onlar: "Rasûlullah (sa) sana el-Velîd ibn Ukbe'yi göndermişti. O, senin, kendisine zekâtı vermediğini ve onu öldürmek istediğini iddia ediyor." dediler. Haris: "Hayır, Muhammed'i hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki onu görmedim, bana gelmedi." dedi. Hep birlikte dönüp Medine-i Münevvere'ye, Rasûlullah (sa)'ın huzuruna geldiklerinde Allah'ın rasûlü (sa): "Zekâtı vermedin ve elçimi öldürmek istedin, öyle mi?" diye sordu. Haris: "Hayır, seni hak ile gönderene yemin ederim ki onu görmedim ve bana gelmedi. Rasûlullah'ın elçisinin bana gelmemesi durumu karşısında O'na yönelip gelmemin bir tek sebebi vardır ki o da Allah'tan ve Rasûlü'nden bir öfkenin sadır olmasından korkmuş olmamdır." dedi.

Râvî der ki: İşte bunun üzerine "Ve Allah Alîm'dir, Hakîm'dir."e kadar olmak üzere "Ey iman etmiş olanlar, eğer bir fasık size bir haber getirirse onu iyice araştırın..." âyet-i kerimeleri nazil oldu.[19]

İbn Cerîr Taberî olayı biraz daha farklı naklediyor. Onun, Ebu Küreyb kanalıyla Ümmü Seleme'den rivayet ettiği haber şöyledir:

Allah'ın Rasûlü (sa) Mustalik oğulları hadisesinden sonra Mustalik oğulları'nın zekâtını alıp gelmek üzere birisini göndermişti. Kavim (Mustalik oğulları) bunu duyup onu karşılamaya çıktılar, Rasûlullah (sa)'ın emrini tazimle kabullendiler. Ancak şeytan, gönderilen kişinin kalbine "onların kendisini öldürmek istedikleri" fikrini yerleştirdi de yarı yoldan dönüp Allah'ın Rasûlü (sa)'ne: "Mustalik oğulları zekâtlarını bana vermediler." dedi. Rasûlullah (sa) ve müslümanlar öfkelendiler.

Öte yandan Mustalik oğullarına, Hz. Peygamber (sa)'in elçisinin geri döndüğü haberi ulaşınca Rasûlullah (sa)'a geldiler ve O'nun, öğle namazını kıldığı sırada karşısında saf bağlıyarak: "Allah'ın ve Rasûlü'nün gazabından Allah'a sığınırız. Zekât toplamak üzere bize birisini gönderdin. Buna sevindik ve gözlerimiz aydın oldu. Sonra o, yoldan geri dönmüş. Bunun, Allah'ın ve Rasûlü'nün öfkesinden kaynaklanmış olmasından korktuk." dediler. Bilâl gelip ikindi namazı için ezan okuyuncaya kadar konuşmaya devam ettiler.

Ümmü Seleme der ki: "Ey iman etmiş olanlar, eğer bir fâsık size bir haber getirirse onu iyice araştırın. Yoksa bilmeden bir kavme sataşırsınız da sonra ettiğinize pişman olursunuz." âyet-i kerimesi nazil oldu.[20]

Taberî bu hadiseyi ayrıntılarda küçük farklarla İbn Abbâs'tan şöyle rivayet ediyor: Rasûlullah (sa), el-Velîd ibn Ukbe ibn Ebî Muayt'ı, zekâtlarını almak üzere Mustalik oğullarına göndermişti. Bu haber Mustalik oğullarına ulaşınca sevindiler ve Rasûlullah (sa)'ın elçisini karşılamak üzere çıktılar. Velîd de zannetti ki Mustalik oğulları kendisini öldürmek üzere çıktılar. Bunun üzerine Velîd geri dönüp Hz. Peygamber (sa)'e: "Ey Allah'ın elçisi, Mustalik oğulları zekâtlarını vermediler." dedi. Allah'ın Rasûlü (sa) buna şiddetle öfkelendi ve kendi kendine onlarla savaşmayı düşündüğü sırada Mustalik oğullarının elçileri çıkageldi ve: "Ey Allah'ın elçisi, haber aldığımıza göre senin elçin yolun yarısından geri dönmüş. Onun, senin bize kızgınlığından dolayı göndermiş olduğun bir mektup sebebiyle dönmüş olmasından korktuk. Allah'ın gazabından ve Rasûlü'nün gazabından Allah'a sığınırız." dediler de Allah Tealâ onların mazur olduklarını kitabında inzal edip: "Ey iman etmiş olanlar, eğer bir fasık size bir haber getirirse..." buyurdu.[21]

Mücâhid ve Katâde ise olayı daha farklı bir biçimde anlatırlar. Buna göre Hz. Peygamber (sa), Mustalik oğulları'nın zekâtı vermedikleri (hattâ irtidad ettikleri) haberi kendisine gelince Hâlid ibnu'l-Velîd'i üzerlerine göndermiş ve onlarla savaşmada acele etmemesini, teennî ile hareket edip durumu iyice araştırmasını emretmiş. Hâlid de yola çıkıp geceleyin onlara varmış ve gözcüler gönderip durumlarını öğrenmek istemiş. Gönderdiği gözcüler Mustalik oğullarının İslâm'a sarılmış olduklarını, ezan okuyup namaz kıldıkları haberini getirmişler. Sabah olunca Hâlid, Mustalik oğullarına varıp kendi gözüyle onu hayretlere düşüren durumu görüp dönmüş ve Mustalik oğullarının gerçek haberini Hz. Peygamber (sa)'e iletmiş ve işte bunun üzerine bu âyet-i kerime
nazil olmuş.[22]

Vahidî de aynı hadiseyi nakletmekle birlikte el-Velîd ibn Ukbe ile Mustalik oğulları arasında cahiliye devrinde bir düşmanlık olduğu ayrıntısına da yer vermiştir.[23]


9. Eğer mü'minlerden iki taife çarpışacak olurlarsa aralarını düzeltin. Şayet biri, diğerinin üzerine saldırırsa, saldıranlarla Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar savaşın.Eğer dönerlerse artık adaletle aralarını bulun ve âdil davranın. Hiç şüphesiz Allah, adaletli davrananları sever.

Bu âyet-i kerimenin nüzul sebebinde başlıca üç rivayet vardır: a)Buhârî, Müslim, Ahmed ibn Hanbel ve Vahidî'nin Enes ibn Malik'ten rivayetinde o şöyle anlatıyor: "Ey Allah'ın peygamberi, Abdullah ibn Übeyy'e gitsen." denilmişti. Rasûlullah da ona gitmek üzere yola çıktı. Bir merkebe binmişti. Müslümanlardan bazıları da yanında yürüyorlardı. Abdullah ibn Übeyy'in durduğu yer tozlu idi. Hz. Peygamber (sa) yanına gelince: "Benden uzak dur, vallahi merkebinin kokusu bana eziyet veriyor." dedi. Ansardan birisi: "Şurası muhakkak ki Rasûlullah'ın eşeğinin kokusu senden daha hoştur." dedi. Abdullah ibn Übeyy'in kabilesinden birisi de ona kızdı ve her iki taraftan kızanlar olunca orada bir arbede oldu ve ellerindeki dallarla, elleriyle ve na'linleriyle birbirlerine vurmaya kalktılar. Bize ulaştığına göre işte onlar hakkında "Eğer mü'minlerden iki taife çarpışacak olurlarsa aralarını düzeltin..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[24]

İbn Şihâb ve başkalarından rivayete göre bir gün Rasûlullah (sa) bir meclisde otururken Abdullah ibn Revâha ve Abdullah ibn Übeyy ibn Selûl da oradalarmış. Rasûlullah kalkıp gidince Abdullah ibn Übeyy ibn Selûl: "Onun merkebinin sidiği bizi rahatsız etti ve rahatımızı bozdu." demiş. Onun bu sözü üzerine Abdullah ibn Revâha ile aralarında bir atışma olmuş, hattâ silâhlarını çıkarmışlar (silâhlarını çekmişler), ama Rasûlullah (sa) geri dönüp aralarına girmiş ve işte bunun üzerine ve onlar hakkında bu âyet-i kerime nazil olmuş.[25]

Bir rivayette de bu olay, Hz. Peygamber (sa), hasta olan Sa'd ibn Ubâde'yi ziyarete giderken yolda meydana gelmiş Abdullah ibn Übeyy, Hz. Peygamber (sa)'in merkebinin çıkardığı tozdan veya kokusundan rahatsız olup aykırı lâf edince Abdullah ibn Revâha dayanamayıp karşılık vermiş; oradakilerin bir kısmı İbn Übeyy'e, bir kısmı da İbn Revâha'ya arka çıkmışlar ve bir arbede olmuş (Müslim, Cihâd, 116) da âyet bunun üzerine nazil olmuş ve Hz. Peygamber (sa) bu âyet-i kerimeyi onlara okuyunca kavgayı bırakıp barışmışlar.

Unutmamak gerekir ki İbn Übeyy Evs'ten, İbn Revâha ise Hazrec'tendir.[26]

b) Süddî anlatıyor: Ansar'dan İmrân adında bir adam, bunun da Ümmü Zeyd adında bir hanımı vardı. Kadın bir gün, ailesini ziyarete gitmek istedi. Adam da bunu kabul etmeyip karısını kendisinden başka kimsenin girmediği bir odaya hapsetti. Kadın bir yolunu bulup ailesine haber gönderdi. Kadının kabilesi de gelip onu hapis olduğu odadan çıkarıp götürmek istediler. Adam daha önce evden çıkmıştı. Adamın ailesi çevreden yardım istediler de kadınla ailesi arasına girmek üzere adamın amcasının oğulları geldiler ve çekişmeye başladılar, na'linlerle birbirlerine vurdular da işte onlar hakkında bu âyet-i kerime nazil oldu. Rasûlullah (sa) bu âyet-i kerimeyi onlara gönderdi de iki tarafta Allah'ın emrine döndüler.[27]

c) Katâde'den rivayette o şöyle anlatıyor: Bize anlatıldığına göre bu âyet-i kerime ansardan iki kişi hakkında nazil olmuştur. Bunlar arasında bir hak mes'elesinde anlaşmazlık varmış. Birisi, kabile ve akrabalarının çokluğuna güvenerek: "Bu hakkı senden baskınla, zor kullanarak alacağım." demiş. Diğeri de Hz. Peygamber (sa)'in hakemliğine müracaat edelim." demiş anlaşamamışlar ve arada bir takım itişip kakışmalar ve birbirlerine elleriyle ve nalinleriyle vurmuşlar ama kılıçlarla vuruşma olmamış.[28]


11. Ey iman etmiş olanlar, bir topluluk, diğer bir toplulukla alay etmesin. Belki de onlar, kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kadınlar da diğer kadınlarla. Belki de onlar, kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendi kendinizi ayıplamayın ve birbirinizi kötü lâkablarla çağırmayın. İmandan sonra fâsıklık ne kötü addır. Kim de tevbe etmezse işte onlar, zalimlerin ta kendileridir.

a) Abdullah ibn İshak el-Cevherî kanalıyla Ebu Cübeyre ibnu'd-Dahhâk'ten rivayette o şöyle anlatıyor: Allah'ın Rasûlü (sa) Medine'ye bize geldiğinde bizde kişilerin bazan iki, bazan üç adı olurdu ve bunlardan biriyle çağrılması da hoşuna gitmedi de etrafında olanlar: "Ey Allah'ın elçisi, bu, bu adla çağrılmasına kızıyor." dediler ve işte bunun üzerine "Birbirinizi kötü lâkablarla çağırmayın..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[29]

Hâkim ve başkalarının da Ebu Cübeyre ibnu'd-Dahhâk'ten rivayetlerinde o şöyle anlatmış: Câhiliye devrinde insanlara lâkablar takılırdı. Bir gün Rasûlullah (sa) birisini câhiliye devrinde kendisine takılan lâkablardan birisiyle çağırmıştı. Yanında olanlar: "Ey Allah'ın elçisi, o kişi bu lâkabından hoşlanmıyor." dediler ve işte bunun üzerine Allah Tealâ: "birbirinizi kötü lâkablarla çağırmayın..." âyet-i kerimesini indirdi.[30]

İmam Ahmed, Ebu Davud ve İbn Mâce'nin Ebu Cübeyre ibnu'd-Dahhâk'tan rivayetle tahric ettiği bir hadiste o şöyle anlatıyor: "birbirinizi kötü lâkablarla çağırmayın..." âyet-i kerimesi biz Seleme oğulları hakkında nazil oldu. Hz. Peygamber (sa) Medine'ye geldiğinde bizde herkesin ya iki ya üç ismi vardı. Hz. Peygamber bir keresinde onlardan birini bu isimlerinden biriyle çağırmıştı: "Ey Allah'ın elçisi, o, bu isimle çağrılmasına kızıyor." dediler de âyet bunun üzerine nazil oldu

Alûsî bu rivayetin Buhârî, Tirmizî ve Neseî tarafından da tahric edildiği bilgisine de yer verir.[31]

b) Vahidî ise durumu biraz daha müşahhas hale getirerek Sabit ibn Kays ibn Şemmâs hakkında nazil olduğunu söyler. Ona göre âyetin inişine sebep olan hadise şöyle olmuştur: Sabit ibn Kays ibn Şemmâs'ın kulakları ağır duyardı. Rasûlullah (sa)'ın meclisine geldiğinde ona yer açarlar, o da gider Hz. Peygamber (sa)'in yanına otururdu. Bir gün meclise biraz geç geldi. İnsanlar Hz. Peygamber (sa)'in meclisindeki yerlerini almışlardı. İnsanların omuzlarına basarak ilerlemeye çalıştı, bir yandan da"yer açın, yer açın." diyordu. Bir adam: "Mecliste olanlara eziyet verdin, otur." dedi. Sabit kızgın bir şekilde oturdu. Ona oturmasını söyleyen adam için iğneli bir sesle: "Bu da kim?" dedi. Adam: "Ben filancayım." dedi. Sabit: Falanca kadının oğlu mu?!" diye câhiliye devrinde ayıplanan bir kadın olan annesine nisbetle sordu. Adam da utanarak başını yere eğdi ve işte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[32]

c) Dahhâk der ki: Bu âyet-i kerime de sûrenin başında zikri geçen Temîm oğulları hey'eti hakkında nazil olan âyetlerdendir. Ammâr, Habbâb, İbn Füheyre, Bilâl, Suheyb, Selmân, Huzeyfe'nin kölesi Salim gibi fakir müslümanların perişan hallerini görünce onların bu yoksul halleriyle alay etmişler ve bu âyet-i kerime de bunun üzerine nazil olmuş.[33]

d) Ayet-i kerimenin "Kadınlar da diğer kadınlarla. Belki de onlar, kendilerinden daha hayırlıdırlar. " kısmının nüzul sebebinin ise Hz. Peygamber (sa)'in hanımları olduğu rivayet edilir. Bu konudaki rivayetlerden birinde alay edilenin Ümmü Seleme, birinde de Safiyye bint Huyey olduğu zikredilmektedir. Enes'den rivayete göre Hz. Peygamber (sa)'in hanımlarından bazıları Ümmü Seleme'nin boyunun kısalığıyla alay etmişler de âyet bunun üzerine nazil olmuş.[34] Başka bir rivayette ise Ümmü Seleme'nin iki böğrünü beyaz bir elbiseyle bağlaması, bir ucunu arkasından sallandırması üzerine Hz. Aişe ve Hz. Hafsa'nın bu elbise giyme şekliyle, o arkasında sallanan ucunu göstererek: "Sanki köpek dili gibi." diye alay etmeleri üzerine bu âyet-i kerimenin nazil olduğu belirtilmektedir.[35]

İbn Abbâs'tan rivayete göre ise alay edilen Huyeyy ibn Ahtab'ın kızı olan Safıyye'dir. Bir gün Hz. Peygamber (sa)'e gelmiş ve: "Ey Allah'ın elçisi, kadınlar beni ayıplıyor ve "Ey iki yahudinin kızı olan yahudi kadın." diyorlar." diye şikâyette bulunmuştu. Hz. Peygamber (sa) de ona: "Babam Harun, amcam Musa, zevcim de Muhammed." deseydin ya." buyurdular.[36]

e) el-Hasen der ki: Ebu Zerr ile birisi arasında bir tartışma olmuş ve adam da Ebu Zerr'e: "Ey yahudi kadının oğlu." demişti. İşte bunun üzerine "Kendi kendinizi ayıplamayın ve birbirinizi kötü lâkablarla çağırmayın." nazil oldu.

f) Mukâtil der ki: Ka'b ibn Mâlik el-Ansârî ile Abdullah ibn Ebî Hadrad el-Eslemî arasında bir tartışma olmuş Ka'b: "Ey bedevi" demiş, Abdullah da ona: "Ey yahudi" demiş ve işte bunun üzerine ikisi hakkında Kendi kendinizi ayıplamayın ve birbirinizi kötü lâkablarla çağırmayın." nazil olmuş.[37]

g) Bu âyet-i kerimenin İkrime ibn Ebî Cehl hakkında nazil olduğu da söylenmiştir. Rivayete göre o, Medine-i Münevvere sokaklarında yürürken bir takım kimseler: "İşte bu ümmetin fır'avunun oğlu bu." demişler. Bu da onun ağırına gitmiş ve gelip Hz. Peygamber (sa)'e şikâyette bulunmuş ve âyet bunun üzerine nazil olmuş.[38]


12. Ey iman etmiş olanlar, zannın bir çoğundan kaçının, çünkü zannın bazısı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın, kiminiz kiminizi arkasından çekiştirip gıybet etmesin. Hangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır? Bundan tiksindiniz değil mi? Allah'tan takva üzere olun ki Allah hiç şüphesiz Tevvâb'dır, Rahîm'dir.

Süddî der ki: Anlatıldığına göre Selmân el-Fârisî bir seferde Hz. Peygamber (sa)'in ashabından iki kişi ile -bir rivayette Hz. Ebu Bekr ve Hz. Ömer ile- beraberdi. Onların hizmetlerini görür ve yemeklerinden yerdi. Bir gün insanlar yürüdüğünde Selmân uyuyakalmış ve onlarla birlikte yürüyememişti. İki arkadaşı onu arayıp bulamayınca çadırlarını kendileri kurarak konakladılar ve: "Selmân -veya şu köle demişlerdir- pişmiş yemeğe ve kurulmuş çadıra gelmekten başka bir şey bilmiyor." dediler. Selmân geldiğinde de onu, kendilerine katık istemek üzere Hz. Peygamber (sa)'e gönderdiler. Selmân, elinde bir kabla Rasûlullah (sa)'ın yanına vardı: "Ey Allah'ın elçisi, şayet senin yanında katık varsa kendilerine vermen için arkadaşlarım beni sana gönderdiler." dedi. Allah'ın Rasûlü (sa): "Arkadaşların katığı ne yapacaklar, onlar katıklarını yediler." buyurdu. Selmân dönerek o ikisine Rasûlullah (sa)'ın sözlerini haber verdi. Kalkıp Rasûlullah (sa)'ın yanına geldiler ve: "Hayır, seni hak ile gönderene yemin olsun ki konakladığımızdan beri biz herhangi bir yemek yemedik." dediler. Rasûlullah (sa): "Konuşmalarınızla siz Selmân'ı katık olarak yediniz." buyurdu, peşinden de: "Hangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır?" âyet-i kerimesi nazil oldu.[39]


13. Ey insanlar, doğrusu Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışasınız diye sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Gerçekten Allah katında sizin en değerliniz, O 'ndan en çok takva üzere olanınızdır. Hiç şüphesiz Allah Alîm'dir, Habîr'dir.

a)İbn Abbâs der ki: Sabit ibn Kays ve biraz önce geçen hadisede kendisine yer açmayan adam hakkındaki sözü sebebiyle nazil olmuştur. O hadisede Rasûl-i Ekrem: "Biraz önce kadını zikreden, birisini annesine nisbet eden kimdir?" buyurdular. Sabit kalkıp: "Benim ey Allah'ın elçisi." dedi. Allah'ın Rasûlü (sa): "Mecliste olanların yüzlerine bak." buyurdular, o da baktı. "Ne gördün ey Sabit?" diye sordular, "Beyaz, kırmızı ve siyah yüzler gördüm." dedi. "İşte sen onlardan ancak din ve takva bakımından üstün olabilirsin." buyurdular da Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[40]

b) Mukatil de şöyle anlatıyor: Mekke'nin fethi günü Hz. Peygamber (sa), Bilâl'e Ka'be'nin üstüne çıkıp ezan okumasını emretmişti. Attâb ibn Esîd ibn Ebi'l-îys: "Allah'a hamdolsun ki babam daha önceden öldü de bugünü görmedi." dedi. el-Hâris ibn Hişâm da: "Muhammed, müezzin olarak şu kara kargadan başkasını bulamamış mı?" dedi. Süheyl ibn Amr da: "Allah bir şeyi diledi mi onu değiştirir." dedi. Ebu Süfyân ise: "Ben bir şey söylemeyeceğim. Çünkü ona semânın Rabbının bunları haber vermesinden korkarım." dedi. Cibrîl, Hz. Peygamber (sa)'e gelerek onların söylediklerini haber verdi ve Hz. Peygamber (sa) onları çağırıp ne söylediklerini sordu. Konuştuklarını ikrarla kabul ettiler ve bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirerek soy sopla, mal ve mülkün çokluğuyla birbirlerine karşı övünmekten ve fakirlerle alay etmekten onları men'etti.[41] Kurtubî de bu hadiseyi İbn Abbâs'tan rivayetle zikretmiştir.[42]

c) Vâhıdî'nin Yezîd ibnu'ş-Şuhayr'dan rivayet ettiği bir hadis ise şöyledir: Allah'ın Rasûlü (sa) bir gün Medine-i Münevvere'deki çarşılardan birisine uğradı. Çarşıda siyahî bir köle mezatla satılıyordu. Köle: "Beni alacak olana bir şartım var." diyordu. Alıcılardan birisi: "Nedir o şart?" diye sordu. Köle: "Benim, Rasûlullah'ın arkasında farz namazlarımı kılmamı engellemeyecek." dedi ve o adam bu şartı kabul ederek o köleyi satın aldı. Rasûlullah (sa) o köleyi hep farz namazlarda görürdü. Bir gün yine bakındı ve o köleyi göremedi.

Sahibine: "Kölen nerede?" diye sordu. Adam: "Ey Allah'ın Rasûlü, o hummaya yakalandı." dedi. Rasûl-i Ekrem ashabına: "Kalkın onu ziyarete gidelim." buyurdular; ashabı O'nunla birlikte kalktılar ve gidip geçmiş olsun ziyaretinde bulundular. Birkaç gün sonra o kölenin sahibine: "Kölenin hali nicedir?" diye sordular. Adam: "Ey Allah'ın elçisi, onun ölümü yakındır." deyince Efendimiz (sa) kalkıp kölenin yanma gittiler ve o ölüm halindeyken yanına girdiler. Köle o sırada vefat edince onun teçhiz ve tekfinini Rasûlullah (sa) üstlendi ve götürüp defnetti.

Ashabı bu durumu garipsediler. Muhacirler: "Biz, vatanımızı mallarımızı, ailemizi terkedip buraya geldik; hiçbirimiz Rasûlullah'tan şu kölenin gördüğü muameleyi hayatında, hastalığında ve ölümünde görmedi." dediler. Ansar: "O'nu barındırdık, yardım ettik ve mallarımızla onu destekledik ama habeşli bir köleyi bize tercih etti." dediler. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[43]

d) İbn Asâkir'in Mübhemât'ında zikrettiğine göre bu âyet-i kerime Ebu Hind hakkında nazil olmuştur. Rasûlullah (sa), Beyaza oğullarına onu, kadınlarından birisiyle evlendirmelerini emretmişti. Onlar da: "Ey Allah'ın elçisi, kızlarımızı kölelerimizle mi evlendireceğiz?" demişler ve işte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş.[44]


14. Bedevîler: "İman ettik. " dediler. De ki: "Siz iman etmediniz, ama müslüman olduk, deyin. İman henüz kalblerinize yerleşmedi. Şayet Allah 'a ve Rasûlü 'ne itaat ederseniz O, amellerinizden hiçbir şey eksiltmez. Muhakkak ki Allah Ğafûr'dur, Rahîm'dir.

a) Mücâhid bu âyet-i kerimenin Esed ibn Huzeyme oğulları bedevileri hakkında nazil olduğunu söylerken Katâde de isim vermeden "Mü'min oldukları için Hz. Peygamber'e minnette bulunan bir topluluk" hakkında nazil olduğunu söylemiştir.[45]

Mücâhid der ki: Bu âyet-i kerime Esed ibn Huzeyme oğulları bedevileri hakkında nazil oldu. Başkaları da bu bedevilerin, âyetin inmesine sebep olan hallerini şöyle açıklamışlardır: Kuraklık olduğu bir sene Medine-i Münevvere'ye geldiler. Mü'min olmadıkları halde müslüman olmuş göründüler. Medine yollarını pislediler, fiyatların yükselmesine sebep oldular. Öte yandan Hz. Peygamber (sa)'e minnette bulunuyorlar: "Biz ağırlıklarımızla ve ailelerimizle sana geldik, seninle savaşmadık." diyorlardı. İşte onlar hakkında bu âyet-i kerime nazil oldu.

b) Süddî der ki: Müzeyne, Cüheyne, Eşlem, Eşca' ve Ğıfâr bedevîleri hakkında nazil oldu. Allah Tealâ'nın Feth Sûresinde (âyet: 11) bahsettiği bedeviler de bunlardır. Müslümanlara karşı canlarını kurtarmak için "Allah'a iman ettik." diyorlardı. Ne zaman ki Hz. Peygamber (sa) Hudeybiye'ye çıkacağında onların da kendileriyle birlikte çıkmalarını emretti, geri durdular ve çıkmadılar. İşte bu âyet-i kerime de onlar hakkında nazil oldu.

Mukâtil der ki: Onların evleri Mekke ile Medine arasındaydı. Rasûlullah (sa)'ın serriyyelerinden bir seriyye onlara uğradığı vakit kanlarına ve mallarına bir halel gelmemesi için "İman ettik." diyorlardı. Ama Rasûlullah (sa) Hudeybiye'ye yürüyüp onlara da kendileriyle beraber yürümelerini emredince gelmediler.[46]

c) Bişr kanalıyla Katâde'den rivayette o şöyle demiştir: "Allah'a yemin olsun ki bu âyet-i kerime bütün bedeviler hakkında değildir. Onlardan Allah'a ve âhiret gününe iman etmiş olanlar da vardır. Bu âyet-i kerime bedevî kabilelerinden müslüman oldukları için Hz. Peygamber (sa)'e minnette bulunan ve: "Bizler müslüman olduk ve filân filân oğulları gibi seninle savaşmadık." diyen bir kabile hakkında nazil oldu.[47]


17. Müslüman oldukları için seni minnet altında bırakıyorlar. De ki: "Müslümanlığınızla beni minnet altında tutmayın. Bilakis sizi imana erdirdiği için Allah sizi minnet altında bırakır. Şayet sâdıklardan iseniz.

Hafız Ebu Bekr el-Bezzâr'ın İbrahim ibn Saîd el-Cevherî kanalıyla İbn Abbâs'tan rivayetinde o şöyle demiştir: Esed oğulları, Rasûlullah (sa)'a geldiler ve: "Ey Muhammed, Bizler müslüman olduk ve Araplar seninle savaştılar ama biz seninle savaşmadık." dediler. Hz. Peygamber (sa): "Şunların anlayışı ne kadar az! Şeytanlar onların dilinde konuşuyor sanki." buyurdular ve bu âyet-i kerime nazil oldu.[48] İbn Ebî Hâtim'in el-Hasen'den rivayetine göre bu hadise Mekke fethedildiğinde meydana gelmiştir.[49]

İbn Sa'd'in Muhammed ibn Ka'b el-Kurazî'den rivayetinde o şöyle anlatıyor: Esed oğullarından on kişi Rasûlullah (sa)'a geldiler. İçlerinde Tuleyha ibn Huveylid de vardı. Rasûlullah (sa), ashabıyla birlikte Mescid-i Nebevî'de idiler. Gelip selâm verdiler. Onlar adına konuşanları: "Ey Allah'ın elçisi, bizler, tek ve ortağı olmayan Allah'ın yegâne ilâh olduğuna, senin de O'nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet eyledik. Ey Allah'ın elçisi, bizler, üzerimize sen bir ordu göndermeden kendiliğimizden gelip müslüman olduk ve arkamızda bıraktıklarımızın da seninle barış halinde olacaklarına kefiliz." dedi ve işte bunun üzerine Allah Tealâ: "Müslüman oldukları için seni minnet altında bırakıyorlar..." âyet-i kerimesini indirdi.[50]





[1] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/817.
[2] Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, Hucurât, 49/2; Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, Hucurât, 49/1, hadis no: 3266.
[3] Vahidî, age. s. 273.
[4] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukul, 11,124-125.
[5] Kurtubî, age. xvi, 199; aiûsî, age. xxvi, 133.
[6] İbnul-Cevzî, age. VI1.455.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/817-818.
[7] Buhârî, Tefsîru'i-Kur'ân, Hucurât, 49/1.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/818-819.
[8] Vahidî, age. s. 274.
[9] Taberî, age. xxvi,75.
[10] Taberî. age. XXVI,75-76; İbnu'l-Esîr, Üsdü'l-Ğâbe, 1,275.
[11] Taberî, age. xxvı,75.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/819-820.
[12] Vahidî, age. s. 274.
[13] Taberî, age. XXV1,77; tbn Kesîr, age. V1I.349.
[14] Vahidî, age. s. 275-277; İbnu'l-Cevzî, age. VII.458-459; Alûsî, age. XXVI,141.
[15] Taberî, age. xxvi/77.
[16] İbnu'l-Cevzî, age. vn,459.
[17] Alûsî. Age XXVI, 142.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/820-822.
[18] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-Nebeviyye, Mısır 1375/1955,11,296.
[19] Ahmed ibn Hanbd, MUsned, rv,279.
[20] Taberî, Câmiul-Beyân,xxvi,78.
[21] Taberî, age. xxvi,78.
[22] Taberî, age. XXVI,79.
[23] Vahidî, age. s. 277.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/822-825.
[24] Buhârî, Sulh, I; Müslim, Cihâd, 117; Vahidî, age. s.278-279; Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 111,157, 219; Tabetî, age. XXVI,81.
[25] Taberî, age. XXVI,82.
[26] Alûsî, age. XXVI, 150.
[27] İbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, vn,354.
[28] Suyûtî, Lübâbun-Nukûl, ıı,i33.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/825-826.
[29] Tirmizî, Tefsîrı'l-Kur'ân, Hucurât, 49/3, hadis no: 3268; Ahmed ibn Hanbel, Müsned, IV,260.
[30] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, n, 134.
[31] Alûsî, age. xxvi,i54.
[32] Vahidî, age. s. 279.
[33] Kurtubî, age. xvi,2i3.
[34] Vahidî, age. s. 279.
[35] Alûsî, age, xxvi.m
[36] Vahidî, age. s. 279.
[37] İbnu’l-Cevzî, age. VII.467.
[38] Alûsî, age. xxvi,i52.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/826-828.
[39] İbn Kesîr, age. vn,363.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/828-829.
[40] Vahidî, age. s. 280.
[41] Vahidî, age. s. 280.
[42] Kurtubî, age. xvi,223.
[43] Vahidî, age. s. 280-281.
[44] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 11,136.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/829-830.
[45] Taberî, age. XXVI,89; İbn Kesîr, age. VII.368.
[46] İbnu'l-Cevzî, age. VII.475-476.
[47] Taberî, age. xxvi,90.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/830-831.
[48] İbn Kesîr, age. vn,369.
[49] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl,. iu.m
[50] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, ıı,i37.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/831.
 
~LãL~ Çevrimdışı

~LãL~

لاَ تَحْزَنْ إِنَّ اللّهَ مَعَنَا
İslam-TR Üyesi
HUCURAT SURESİ – 11/12. AYETLER


يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا يَسْخَرْ قَومٌ مِّن قَوْمٍعَسَى أَن يَكُونُوا خَيْراً مِّنْهُمْ وَلَا نِسَاء مِّن نِّسَاء عَسَى أَن يَكُنَّ خَيْراًمِّنْهُنَّ وَلَا تَلْمِزُوا أَنفُسَكُمْ وَلَا تَنَابَزُوا بِالْأَلْقَابِ بِئْسَ الاِسْمُالْفُسُوقُ بَعْدَ الْإِيمَانِ وَمَن لَّمْ يَتُبْ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ:يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيراً مِّنَ الظَّنِّ إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌوَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَب بَّعْضُكُم بَعْضاً أَيُحِبُّ أَحَدُكُمْ أَنيَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتاً فَكَرِهْتُمُوهُ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ تَوَّابٌرَّحِيمٌ:


MEALİ :


11-) “Ey iman edenler! Sizden bir kavim diğeriyle alay etmesin. Olabilir ki alay edilenler, alay edenlerden daha hayırlıdır. Bir kısım kadınlar da diğerleriyle alay etmesinler. Umulur ki alay edilen kadınlar, alay eden kadınlardan daha hayırlıdır. Kendi kendinizi ayıplamayın, kötü lakaplarla sataşıp atışmayın. İman nimetine eriştikten sonra din ve ahlak sınırlarını aşmakla ilgili isim ne kötüdür. Kim tevbe etmezse, işte onlar, evet onlar zalimlerdir.

12-) “Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Şüphesiz ki zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın. Sizden biriniz, ölen kardeşinin etini yemek ister mi? Ondan tiksinirsiniz. Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah tevbeleri çokça kabul edendir, çok merhametlidir.” (HUCURAT SURESİ – 11/12. AYETLER)


İNİŞ SEBEBİ


Ashab-ı Kiram’dan Sabit b. Kays (RA)’ın kulakları ağır işittiğinden, mecliste Hz Peygamber (SAV)’e en yakın yere oturmayı tercih ederdi. Bir gün sabah namazına biraz gecikerek geldiğinde, ancak bir rekâtına yetişebilmişti. Hz Peygamber (SAV) selam verince o kalkıp yetişemediği rekâtı kılıp tamamlarken herkes Resülullah (SAV)’ın huzurunda yerini almış oldu. Sabit b. Kays namazı bitirip selam verdikten sonra kalktı ve Hz Peygamber (SAV)’e yakın oturabilmek için cemaatin omuzlarını aşarak ilerlemeye başladı. O kadar ki, Hz Peygamber (SAV)’le arasında bir adam kaldı. Onu da aşmak isteyince, adam ona: “Otur oturduğun yere, zaten yeterince cemaati rahatsız edip buraya kadar geldin.” dedi. Bunun üzerine Sabit b. Kays (RA) oturdu ama o adama karşı içinde bir öfke belirdi. Toplantı sona erip Ashap dağılmaya başlayınca, Sabit b. Kays (RA) o adamı çimdikleyip: “Sen kimsin?” diye sordu. O da: “Ben, falan adamım.” dedi. Sabit (RA) baklayı ağzından çıkarıp: “Sen falan adam değil, falan kadının oğlusun.” diyerek onu cahiliye dönemindeki durumuyla ayıplayıp kınadı ve alaya aldı.

Bunun üzerine yukarıdaki ayetler nazil oldu.

Diğer bir rivayete göre: Beni Temim Kabilesi’nden gelen temsilciler; İslam’a ilk girenlerden Ammar, Habbab, Bilal, Süheyb, Salim ve benzeri fakirleri alaya alıp onların perişan hallerine gülmüşlerdi. O nedenle bu ayetler inmiştir.

Ayrıca Hz Safiye (RA) hakkında bazı kadınlar: “Yahudi kızı Yahudi” diye dedikodu yapmışlardı. Hz Safiye (RA) buna üzülerek olup bitenleri Hz Peygamber (SAV)’e anlattı. Hz Peygamber (SAV) ona: “Üzülme ve sen onlara atam Harun (AS)’dır ve amcam Musa (AS)’dır; kocam da Hz Muhammed (SAV)’dir deseydin ya.” buyurarak teselli etti.

Başka bir rivayete göre: Ebu Cübeyr b. Dahhak şöyle haber vermiştir: “11. Ayet, Beni Seleme Kabilesi hakkında inmiştir. Şöyle ki: Hz Peygamber (SAV)’in Medine’ye teşriflerinde bizden her adamın iki, üç ismi vardı. Adam o isimlerinden biriyle çağrılınca, arkadaşlar: “Ya Rasülallah! O, bu isimle çağrılmaktan hoşlanmaz.” derlerdi. Bunun üzerine: “Kötü lakaplarla sataşıp atışmayın.” mealindeki ayet indi.


İLGİLİ HADİSLER


Abdullah b. Ömer (RA) diyor ki: “Hz Peygamber (SAV)’i Kâbe’yi tavaf ederken gördüm, şöyle diyordu: “Ne güzelsin sen, kokun da ne kadar hoştur. Ne kadar çok büyüksün ve ne kadar çok tazime layıksın. Muhammed’in canını kudret elinde tutan zata yemin ederim ki, Allah yanında müminin hürmeti senin hürmetinden daha büyüktür.”

“Zandan sakının. Çünkü zan, sözün en yalanıdır. Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın; birbirinizin (özel hayatına) göz ve kulak dikip (kusur aramayın); birbirinizi kötülüğe teşvik etmeyin; birbirinizi kıskanmayın; birbirinize kızıp öfkelenmeyin; birbirinize (küsüp) arkanızı çevirmeyin. Ey Allah’ın, kardeş olun. Hiç bir Müslüman’a kardeşiyle üç günden fazla küs kalmak helal olmaz.”

“Üç şey ümmetim hakkında sürüp giden kötü hasletlerdendir:

1-) Kötü zan beslemek 2-) Haset etmek 3-) Bazı şeyleri uğursuz saymak

Bunun üzerine soruldu: “Ya Rasülallah! Bunları gidermenin yolu nedir?” Hz Peygamber (SAV) cevap verdi: “Zanna kapıldığında araştırıcı olma. Haset ettiğinde Allah’tan bağışlanma dile. Bir şeye bakıp uğursuz saydığında (onun vehim olduğunu düşünerek) üzerinde durma geç.”

“Kim bir müminin ayıbını gizleyip örterse, toprağa diri gömülen bir kız çocuğunu diriltmiş gibi (sevap kazanmış) olur.”

“Adamın biri sordu: Ya Rasülallah! Gıybet nedir? Hz Peygamber (SAV) cevap verdi: “Kardeşini hoşlanmayacağı şeyle anmandır.”

“Müslüman’ın her şeyi: Malı, ırzı ve kanı Müslüman’a haramdır. Müslüman’a şer olarak Müslüman kardeşini küçümseyip horlaması yeter.”
 
Üst Ana Sayfa Alt