Müslümanlara Karşı Hüsn-ü zan ya da Sû-i zan Sahibi Olmak
“… Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki Sen çok şefkatli, çok merhametlisin!”[1]
Şairin dediği gibi “Kardeşler arasında heyhat, sû-i zan düştü / Zedelendi sağduyu; körleşen iz’an düştü.”
Ey kardeşim! Kardeşinin ihtimal taşıyan davranışını kötüye yorumluyor, hakkında duyduğun şüphe, ona karşı kalbindeki düşünceyi değiştiriyor ve seni ondan uzaklaştırıp onu sevmene, ona yardım etmene, ikramda bulunmana ve onun başına gelen kötü bir şeye üzülmene engel oluyor ise, kardeşine karşı “sû-i zan” besliyorsun demektir.
Mü’minde asıl olan, kardeşinin ihtimal taşıyan söz ve fiillerinin iyiye yorulması/ona karşı hüsn-ü zan beslenilmesidir. Unutma ki insanların kalbini açıp bakmak gibi ne bir yeteneğin ne de böyle bir görevin var.
Şeytan, küçük şüphelerle kardeşlerinin hakkında seni kötü düşünmeye sevk eder ve bunu sana keskin zekân sayesinde keşfetmiş olduğunu hissettirir.
Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O hâlde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.[2]
Bil ki, kardeşine sû-i zan ile bakarsan bununla yetinmeyip zannını doğru çıkarmak için, kardeşinin kusurlarını araştırabilir, eksiklerini bulup hesapta ıslah etme gayesiyle, bunu başka bir kardeşinle konuşup, onun gıybetini yapabilirsin.
İbn-i Hacer el-Heytemi sû-i zannın büyük günahlardan olduğunu söyleyip diyor ki: ‘Kişinin zina veya içki yoluyla kendisine vermiş olduğu zarar, sû-i zan ile vermiş olduğu zarardan çok daha azdır. Çünkü sû-i zan kalbî bir amel olup kimse görmediğinden kişi kınanmaktan korkup bunu terk etmez. Hem de kalbî bir amel olması hasebiyle kalbe bıraktığı tesir de çok fazladır. Bu yönden sû-i zan içki ve zinadan daha da şerlidir.
Hasan el-Basri
(rahimehullah) “Biz insanlar hakkında sû-i zan beslenmesinin haram olduğu bir zamanda yaşadık. Senin yaşadığın şu zamanın ölçüsü ise “Yap, sus ve insanlar hakkında dilediğin şekilde sû-i zanda bulun” olmuş.
Seleften birisi şöyle der: “Sû-i zan, kişinin kendi kalbinin pisliğini gösterir. Kendi içindeki pislik başkalarında açığa çıkmıştır.”
Bundan dolayı göz kalbin aynasıdır, denilmiştir. Kalbin ne kadar güzelse o kadar güzelliği görür. Ne kadar habisse o kadar olumsuzlukları görür.
“Birbirinizle hasetleşmeyiniz… Birbirinize kin ve nefret beslemeyiniz… Birbirinize darılıp yüz çevirmeyiniz… Müslüman kardeşini hakir görmek, mü’mine şer olarak yeter…”
Buhari, Müslim
“Allah’a ve Peygamberine itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin! Yoksa çözülüp yılgınlaşırsınız ve rüzgârınız (gücünüz, devletiniz) gider…” [3] İşte şaşmaz bir sünnetullah ve bizim için erken bir uyarı! Kardeşliği bilmeyen, mücadeleyi becerebilir mi? Allah ve Rasûlü’nün düşmanlarına karşı acziyetimizi, “düşman(!)” kardeşlere karşı olan heybetimizle mi örtmek istiyoruz? Subhanallah.
Birisi, Ömer
(radiyallahu anhu)’nun oğlu Abdullah
(radiyallahu anhu)’ya Müslümanlar arasındaki Cemel ve Sıffin Savaşları sürecinde ‘niçin taraf olmadığını’ sorar. Abdullah
(radiyallahu anhu) bu soruyu sorana “Allah Müslüman kanı dökmeyi haram kıldı” cevabını verir. Adam üsteler ve “Ama Allah ‘Fitne kalmayıncaya ve Din yalnız Allah’ın oluncaya kadar savaşın’
[4] buyurdu” der. Bunun üzerine Abdullah b. Ömer ona şu cevabı verir: “Evet savaştık; ta ki Din yalnız Allah’ın oldu. Ama siz neredeyse Din Allah’tan başkalarının olsun diye birbirinizle savaşı sürdürüyorsunuz.”
“Mü’minin mü’mine kanı, malı, ırzı ve sû-i zannı haramdır.”
[5]
“Sakın zanna yer vermeyin. Zira zan sözlerin en yalanıdır. Tecessüs etmeyin, haber koklamayın, rekabet etmeyin, hasedleşmeyin, birbirinize buğzetmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları! Allah’ın emrettiği şekilde kardeş olun.” [6]
İnsan haklarını tesis edip korumak iddiasında olan hangi demokrasi ve benzerleri olan beşeri düzenler bu ayet ve hadislerin insanlara seslendiği hükümlerin yerine ulaşabilir. Hâlbuki Müslüman topluluk fiilen bu gerçekler üzerine yükselmiş, önce kalplerde sonra hayatta bu prensipleri gerçekleştirmiştir.
“Hüsn-ü zan kalbin duasıdır.” “Sû-i zan kalbin bedduasıdır.”
“Sû-i zan yanlış karar vermeye sebep olur.”
[7] Kalbe gelen düşünce sû-i zan olmaz. Eğer kalp o tarafa meylederse sû-i zan olur.
İslam, kendi toplumunu sürekli güvene ve kardeşler arası şüpheleri giderecek bir şeffaflığa sevkeder.
Mü’minlerin annesi Safiyye (radiyallahu anha) şöyle anlatıyor: “Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) mescidde itikafta iken, onu geceleyin ziyarete gelmiştim. Onunla biraz konuştuktan sonra dönmek üzere ayağa kalkmıştım. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de beni yerime göndermek üzere ayağa kalkmıştı. Ensardan iki kişi oradan geçiyordu. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’i görünce süratle yürüdüler. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) onlara, “Acele etmeyiniz. Yanımdaki kadın, Safiyye bint-i Huyey’dir.” dedi.
Onlar da “Subhanallah! Hakkınızda hayırdan, hüsn-ü zandan başka ne düşünebiliriz?” dediler. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) de “Şeytan insanın vücudunda dolaşan kan mesabesindedir. Ben sizin kalplerinize şeytanın kötü bir şüphe bırakmasından korkuyorum.” buyurdu.”[8]
Ey Kardeşim! Ömer
(radiyallahu anhu) şüphe ve sû-i zannı def etmek için vali tayin edeceği kişilerin mallarını işin başında ve sonunda kayıt altına alırmış. Sorulduğunda “İhanetleri değil ama ticaretleri arttı.” dermiş.
Bir kişi, bir kadınla şüphe uyandıracak şekilde konuşuyordu. Ömer
(radiyallahu anhu) onun yanına varıp, öfkeli şekilde bakınca o kişi, “Bu benim hanımım” dedi. Ömer
(radiyallahu anhu)“Peki hanımın ise, ne diye üzerinize şüphe çekecek şekilde konuşuyorsunuz?” diye cevapladı.
“Ben tanıdıklara sordum, onun akidesinde sorun var” deyip zanla hareket edenler; bu dava zan ile hareket eden insanlarla ayakta kalmayacaktır.
Konuştuğun her kelimede ve verdiğin her hükümde şu ayeti hatırla:
“Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.”[9]
Ey kardeşim, yakinen bilmediğin bir meselenin iç yüzünü öğreninceye kadar o mesele hakkında kat’i bir söz söyleme. Zira konuştuğun her kelime bir melek tarafından kaydedilmektedir.
“Sağında ve solunda onunla beraber oturan iki alıcı melek, yanında hazır birer gözcü olarak söylediği her sözü zapt eder.”[10]
“
Kişi Allah’ın rızasına uygun bir kelime konuşur da bu kelimenin kendisini Allah katında ulaştıracağı yüksek mertebeyi hiç ummaz. (Hâlbuki) Allah kendine kavuşacağı güne kadar ona rızasını yazar. Bir kişi de Allah’ın azabını celbeden bir kelime konuşur da bu kelimenin onu ne dereceye düşüreceğini tahmin edemez. (Hâlbuki) Allah bu kelimeye karşılık ona kıyamet gününe kadar gazabını yazar.”[11]
Adalet ehli ol ki hem dünya hayatında hem öldükten sonra arkandan konuşan insanların yanında hem de Rabbinin huzurunda adaletle bahsedilesin.
Enes İbn Malik (radiyallahu anhu)’dan gelen bir rivayette Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:
Miraca çıkarıldığım vakit bakırdan tırnakları bulunan, onlarla yüzlerini ve göğüslerini yırtan bir kavme uğradım. Bunlar kimlerdir ey Cibril, diye sordum. Cibril, bunlar gıybet ederek insanların etini yiyen ve onların hatalarına kapılıp onlarla uğraşan kimselerdir, dedi.[12]
Gıybet… Kardeşlik ülfetini ifsad edici illet… Zannı kendine yol edinirsen sonun dedikodu ve gıybet yolu olur.
Akıllı insan, kardeşine karşı daima zilleti seçen ve hüsn-ü zanda bulunan insandır. Kardeşlik nimetini ufak sebeplere tercih etme. Rabbinle karşılaşacağın günü unutma. Unutma ki bizim gerçek vatanımız dünya değil, ahirettir.
Ömer
(radiyallahu anhu)’nun kardeşiniz için 70 özür arayın dediğini unutma! “Belki onu kastetmemiştir” deyip güzel yere hamletmelisin.
Zannı hakikate çevirdiğinde davet ortamında tekfir, cihad ortamında kardeşkanı akar. Müslümanın temeli ilimdir.
Ey Kardeşim! Kardeşine karşı sû-i zan besleyip sonrasında düşündüğün şeyin onda olmadığını anladığında kalbinde ona karşı üzüntü olmuyorsa, içinden ondan af dilemek gelmiyorsa kalbin hastalıklıdır.
Ey Kardeşim! Kesin bir bilgin olmadan zan ve şüpheye dayanarak kardeşlerini suçlama. Çünkü zan, Rasûlullah’ın buyurduğu gibi sözlerin en yalanıdır. Açık ve tercihe şayan bir delilin olmadan benim hakkımda bir hüküm ve bana zanna göre davranma. Mü’min kimse kardeşi hakkında ancak hayrı düşünür ve ondan daima özür diler.
Ey Kardeşim! Zan ve şüphelerine hâkim olamıyorsan en azından onları içinden atmaya çalış veya onları başkalarına kesinlikle anlatma. Eğer bunları yapamayacaksan hemen kardeşinin yanına git ve anlat ki gerçeği sana açıklayabilsin.
Ey kardeşim! Duyduğun veya gördüğün bir haberi alırken, kulaklarını ana kaynak olarak görme. Bilakis aldığın haberin hakikatini bizzat kendin araştır ve o habere gözlerinle şahit ol. Çünkü insanlar kendilerine ulaşan haberi muhafaza etme noktasında bir değillerdir.
“Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın.”[13]
Haberi nakleden kişi adil bile olsa ne tasdik ne de tekzip etmek gerekir. Durup bekle ve kendine şöyle sor: “Anlatılanlar bana kapalı konulardır. Meselenin aslı ortaya çıkana kadar duymamış gibi hareket etmeliyim.”
“Haberlerin ziyan olması onu başkasına kendi zanlarıyla nakledenler sebebiyledir.”
Rasûlullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) “Kişiye duyduğu her şeyi söylemesi yalan (günah) olarak yeter.”[14] buyurmuşlardır.
Hatırla, Allah
(azze ve celle)’nin ifk hadisesinde haklarında şöyle buyurduğu mü’minlerin durumunu: “Bu iftirayı işittiğinizde erkek ve kadın mü’minlerin kendi vicdanları ile hüsn-ü zanda bulunup da: «Bu, apaçık bir iftiradır» demeleri gerekmez miydi?”
[15] “Çünkü siz bu iftirayı, dilden dile birbirinize aktarıyor, hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyi ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Hâlbuki bu Allah katında çok büyük (bir suç)tur.”
[16]
Ey kardeşim! Hakkımda sana bir bilgi ulaşır da duyduğun şey içinde bir sıkıntı meydana getirir, buna rağmen onu bana anlatmaktan çekinirsen duyduğun şeyi çevrendeki hiç kimseye anlatma. Büyük olaylar küçük alevlerle olur. Ufak meseleler konuştukça büyür. Şu ayeti hatırla:
“Onlara güven veya korkuya dair bir haber gelince hemen onu yayarlar; hâlbuki onu, Rasûl’e veya aralarında yetki sahibi kimselere götürselerdi, onların arasından işin içyüzünü anlayanlar, onun ne olduğunu bilirlerdi…”[17]
Bir mü’minin nazarında, sû-i zanda isabet etmektense hüsn-ü zanda yanılmak daha hayırlıdır. Nifak emareleri taşıyan insanlara hüsn-ü zan edebilirsin fakat onlara sırlarını da açmamalısın. Böylece onu utandırmamış, uzaklaştırmamış ve nifak sıfatlarından arınması için ona fırsat vermiş, hem de ona karşı tedbirli ve ihtiyatlı davranarak ondan gelebilecek tehlikelerin önünü kesmiş olursun. Ama Müslümanlara zarar veriyor ve fitne çıkarıyorsa bu durumu emir sahiplerine anlatmalısın.
Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor: “
Sahabelerimden hiç kimse bir kimseden bana (beni rahatsız edebilecek) bir şey iletmesin. Çünkü ben sizin yanınıza çıkınca (size karşı her türlü güvensizlikten tamamen) salim olan bir kalple çıkmayı arzu ederim.”[18]
Kardeşlerim hakkında bana sadece güzel olan şeyleri ilet ki göğsümde onlara karşı kötü bir his taşıyarak önlerine çıkmayayım. Efendimiz şöyle buyuruyor:
“Zandan sakının. Çünkü zan sözün en yalanıdır. İnsanların gizli ve eksik şeylerini araştırmayın, topluluğun konuşmasını işitmeye çalışmayın, birbirinizle öfke yarışına girişmeyin. Ey Allah’ın kulları birbirinizle kardeşler olunuz.”[19]
Şair der ki: “İnsanların gizledikleri fenalıkları araştırma ki Allah da senin ayıplarını ortaya atmasın. İnsanların güzelliklerini anlat; ayıplarını anlatma! İhtimal ki senin de ayıpların vardır.”
Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor
: “Kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesi, kişinin iyi bir Müslüman olduğunun işaretidir.”[20]
Allah
(azze ve celle) şöyle buyuruyor.
“Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler. Sonra şeytan aralarını bozar.”[21] Konuşurken kullanacağın lafızları özenle seç. Zira yeri ve zamanında söylenmeyen bir söz, onu işiten kimsenin içinde kötü izler bırakabilir.
Kendisinde gurur, kibir, riya ve haset olan insan başkalarında da bunlar varmış gibi zanla hareket eder ve başkalarındaki kemalatları göremez.
Sû-i zan temelsiz ve mesnetsiz olduğu için seni hikmet ve hakikatten uzaklaştırır. Gerçeklik alt yapısı olmadığı için hükmü zulümdür.
Elinde olmadan aklına ve hayaline gelen görüntülerden ve düşüncelerden sorumlu olmazsın. Sorumluluk ancak iradî fiiller içindir. Yani insan kendi isteğiyle, kendi iradesiyle bir iş yaptığında o işin getireceği sorumluluğu da yüklenmiş olur.
Sû-i zandan kurtulabilmek için;
-Mü’minlerin senin hakkında sû-i zan etmelerine sebep olabilecek töhmet noktalarından uzak dur ve gerekli olduğunda töhmeti ortadan kaldıracak beyanat getirmelisin.
-Şüpheci, tartışmacı, yorumcu kişi ve ortamlardan uzak dur.
-Açık bir beyan ve net bir belge görmedikçe kınama, ayıplama ve geçmişle yerme.
-Seni kışkırtan, seni kardeşine karşı töhmet altında bırakan insanlardan uzak dur. Takvasına güvendiğin ilim ehli ve gördüğünde Allah’ı hatırlatan sadık kardeşlerinle beraber ol.
Duamızın sonu Allah-u Teâlâ’ya hamd etmektir.
M. Fatih Saban