İBN TEYMİYYE'Yİ TAHKİR VESLİLELERİ ARAYANLAR EHL-İ SÜNNET VE'L-CEMAAT AKİDESİNE VE MEZHEPLERİNE DÜŞMAN OLANLARIN HAKİMİYETİNİ KOLAYLAŞTIRIYORLAR
İbn Teymiyye'yi (rh.a) çeşitli vesilelerle, Müslümanların gözünde eskiden olduğu gibi, şimdi de aşağılayıcı kalem sahiplerine rastlıyoruz.
Bunun iki temel sebebi var: Tasavvuf ve ırkçılık damarı. Türk tasavvufu İran ve Şia tasavvufunun sonradan sahiplendiği ve tebenni de bulunduğu çocuğudur.
İslam tasavvufu (!) tabirini kullananlar "Tasavvuf" adıyla Allah'ın dinine sokulan batılları ve bid'atleri Kelam ilminin cedel vesileleriyle destekleyip te'vil mezheplerinin yolunu izlerler.
Tasavvuf Ehli, İbn Teymiyye'yi; batıllarını ve dalaletlerini izhar ettiği ve hüccetlerini imha ettiği ve tasavvufun karanlık yüzünü ümmete gösterdiği için sevmezler. İbn Teymiyye, Sultanlara nasihat ederek ve onları Allah yolunda Cihad'a teşvik ederek aralarındaki ihtilafı kaldırdı. Onu sevmeyen âlimler ise, çoğu mezhep taassubu ve saltanata yaranmak için onu dini bozmakla suçluyorlar ve onu te'villeri önünde en büyük engel gördükleri için onunla alenen ve gizli olarak mücadele ediyorlardı.
İbn Teymiyye'nin kim olduğunu öğrenmek için onun niçin tasavvuf ehlinden zeyğ ve dalal üzere olanların neden onu sevmediklerini değil , Şia'nın ve Batınîlerin neden onun sevmediğini ve hangi sebeplerle ona saldırdıklarını bilmeliyiz. Bu gerçeği bilmeyen tasavvuf ehli, İslamda Yedinci Yüzyıldan sonraki bütün dalalatleri, neredeyse ona mal etmeye çalışıyorlar.
Tasavvuf ehlinin ne kadar dalalet ve batıl inşa ettiğini ve te'vil mezhebini Ehl-i Sünnet, yani selefin mezhebi olarak göstermek istediğini hepimiz biliyoruz.
İbn Teymiyye, Batınîliğin ve sapık felsefi medreselerin ve Kur'an'ı tahrifinin önünde bir İman ordusu gibi durdu ve Kur'an'ı sapkın te'villere karşı savundu.
İbn Teymiyye, akide alanında aynı gayreti göstermiş ve Kur'an ile Sünneti savunmayı, Allah yolunda Cihaddan bilerek ömrünü bu uğruda harcamıştır. Haçlılara ve Moğollara karşı Cihadına rağmen dağılmak ve paramparça olmak üzere olan İslam âlemini; gayreti ve firaseti sebebiyle dağılmaktan biiznillah kurtaran İbn Teymiyye olmuştur.
Ama mezhepçi ve basiretsiz taassub ehli ve saltanatın hadimi âlimlerimiz ise, onu zindanlarda çürütmek için ellerinden geleni yapıyorlar onu sapkınlık ve dalalet ile suçluyorlardı.
O ise, başları bulutların üzerinde yüce bir dağı gibi ilmin semasını aydınlatıyor ve hakkın sarsılmaz gücü ve akidemizin kınına girmeyen kılıcı olarak batılların denizinde akide korsanları ve sahte alimlerle ve zahidlerle hüccet ikame savaşını sürdürüyordu.
İbn Teymiyye'yi karalamak ve onun hakkında; katı, bağnaz, huysuz, hırçın, saldırgan diyenler; Allah'tan korkmayan zalimler ya da nefislerini hevaya teslim etmiş olan sefihlerdi.
Şunu hiç unutmayın; İbn Teymiyye ve selef akidesi düşmanlığı; dalalet yollarını açmak ve Şia'nın sahabeye olan düşmanlığını ve Allah'ın dininin tahrifini gizlemek içindir.
Size bir gerçeği daha söyleyeyim. Şia; genel anlamda tasavvufu destekler ve batınîdir. Hallacı ve İbn Arabî’yi Ehl-i Sünnet olduğunu söyleyen batınîlerimizin edebiyatından çıkarın atın, göreceksiniz ki, Şia'ya İbn Teymiyye'den de daha düşman olacaklardır.
Hiç düşündünüz mü; bütün İbn Arabîci ve Hallac'cı Tasavvuf hareketlerinin aslında Şia'dan beslendiğini? Bâtınîlik ve ruhların tasarrufuna inanmak bize, Batinîlerden ve Şamanizm'den geçmiştir. Tasavvuf da kısmen şamanist akidelerden etkilenmiştir.
Tasavvuf ile Teşeyyu'un ne kadar içe içe olduğunu ve tasavvufun Sünnî Şiilik olduğunu çoğumuz bilmeyiz. Selefîlik ile Şia'nın aynı kulvarda yürüdüklerini ve Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat'ın akidesine zarar verdiğini söyleyen kardeşlerimiz; gerçekleri çarpıtıyorlar ve hakikatı ters yüz ediyorlar. Aslında tasavvuf Şia'nın ve teşeyyu'un çocuğudur. Orada doğdu ve oradan besleniyor.
Yoksa Hallac gibi bir Batınîyi ve Karmatî'yi bizimkiler neden savunsundu? Şia ve Bâtınîlik; Ehl-i Sünnet mezheplerinin içerisine böyle sızmakta ve sahih akidemize tasavvuf adına İbn Arabî ve Hallac savunması üzerinden saldırmakta ve bu temiz akideyi tahrif etmektedir.
İbn Arabî'yi ve Hallacı alıp atın dinimizden ve hayat menhecimizden hiç birşey kaybetmeyiz. Ama İbn Arabiyi ve Hallacı ve bunlarla dine sokulan batılları atın, inanın tasavvuf diye bir şey kalmaz. Bizim akidemiz sahabenin ve umum selefin akidesidir. Ogün onların din edinmediğini biz de bugün din edinmiyoruz.
İbn Teymiye düşmanlığı ve selef akidesiyle savaş; Batınî Şia ve tasavvufun ortak çalışmasıdır. İslam âleminde fikri ve düşünsel olarak Şia'ya en yakın olan fırkalar tasavvufi fırkalar ve tarikatlardır. Bunların Ehl-i Sünnet'le irtibatları, bazı farizalar ve sahabe hakkında akideleridir. Yoksa bâtın ilmi adıyla ya da "ilmu ledun" adıyla yaydıkları düşünceler arasında Şia'nın inkâr edilemeyecek kadar te'sirleri vardır.
Selefîlik ile Şiîliğin aynı şey olduğunu veya aynı hedefe doğru birlikte çalıştıklarını söylemek; tarih ve akidemiz hakkında sergilenen büyük bir yanılgı ya da cehalettir. Şia'nın ve Batınîlerin (İsmailiyye, Durziler, Nusayriler, Fatımiler) vd.lerinin İbn Teymiyye'ye düşmanlıklarını, İbn Teymiyye'de aramak ona ve gerçeklere zulümdür. Haçlı savaşlarında ve Moğol işgalinde onların oynadıkları yıkıcı rolü bilmeyen kelamcılarımız ve tasavvufçularımız ne yazık ki; Batınîliğin en büyük düşmanı İbn Teymiyye gibi bir âlimin izinden gidenleri ve selefin akidesini öğrenmeye çalışanları, İrancılık ve Şiîlik damgası ile kirletmek istiyorlar.
Selefin ilmini ihya etmeyenler İbn Teymiyye'yi ve talebelerini Şia ile yanı tahribatı yapmakla suçluyorlar. Ama Suriye'de olanların ise karşısında susuyorlar. Zahid el-Kevserî bile İbn Teymiyye'yi fetvalarından dolayı kınayarak, onu aşağılar. Suriye dağlarındaki İsmailî ve Batınîler hakkında verdiği fetvaları eleştirir. Buradan da Şiîlelerle iletişim kanalı oluşturmayı arar. Hatta Batınî Safevi Devletinin kurulmasına sebep olarak da İbn Teymiyye'yi gösterir.
Ama aynı âlim, Siyonist İsrail'in kuruluşu hakkında bir tek makale yazmaz. Batınîler ve Nusayrîler hakkında ve Şia'ın Moğol istilasında Moğollarla ve Fatımîlerin Haçlılarla nasıl işbirliği ettiğine ise hiç değinmez.
İbn Arabî ve Hallac tağutuna karşı gerçekleri kaleme alan İbn Teymiyye ise, sanki Moğolları ve Haçlıları İslam topraklarına davet eden adam..!? İnanın, İbn Teymiye hem mutasavvıf, hem de batınî bir te'vil ehli olsaydı ve aynı zamanda da Haçlılara öncülük etmiş olsaydı, ona bu kadar düşmanlık etmezlerdi. Zira M. Zahid el-Kevserî'nin Lübnan ve Suriye dağlarındaki Bâtınilere gösterdiği şefkati, İbn Teymiyye'ye göstermemesi bunun en açık delilidir. Bunun bir diğeri delili de; el-Kevserî'nin İbn Mutahhir el-Hillî'den (Minhacu'l-Kerame sahibi) tevazu' ile söz ederken, İbn Teymiyyeyi aşağılamasıdır. Sahabeyi aşağılayanı tahsin ve tebcil, sahabeyi seveni ise tahkir ve terzîl. İşte Selefiliğin Şia ile aynîliği değil mi (!?)
Soruyorum; madem biz Ehl-i Sünnet isek, neden Şia ve Batınîler İbn Teymiyye'yi en büyük düşmanları ilan ettikleri halde, el-Kevserî'yi hiç eleştirmiyorlar? Sebebi basit; bazı te'vil anlayşılarında ortak oluşları. Ruhlardan istimdada inanmaları. İbn Arab'i de fıkıhta Sünnet mezhebine bağlıdır; peki nasıl oluyor da Ebu Bekr ve Ömer (radiyallahu anhuma) Şia'ya göre tağut ve kafir iken, İbn Arabi ve Celaluddin er-Rumi İran ve Şia nezdinde kutsallar?
el-Kevserî, sahabeyi tekfir edenler hakkında ise aynı düşmanlığı ve ağır eleştiri ve tahkir dilini kullanmaz. Acaba neden ki? Ona göre Ahmed İbn Hanbel'in oğlu dünyanın en büyük müşriki iken, sahabeyi tahkir eden İbn Mutahhir ona göre saygın bir âlim oluyor?
Bütün bunlara rağmen, Selefîleri ve Şia'yı Türkiye'de aynı madalyonun iki yüzü görmek, olsa olsa ya hased ve derin bir kin, ya da cehalet olabilir. Osmanlı Sultanlarının hangi akide üzere olduklarını tartışmayacağım. Ama Osmanlı Sultanlarının hayatları ve amelleri ortada. Osmanlı'da ilim ve alimlerin saltanatla ilişkisi ve Sultanların akidesi üzerine henüz ciddi bir çalışma yapılmamıştır, yapılması da zordur.
Eğer Osmanlı'da insaf ve adalet ehli âlimler olmasa idi, durum daha vahim olacaktı. Osmanlı'yı yıkan akidevî sebepler üzerinde kimse durmazken, İbn Teymiyye'yi ve İbm Kayyim'i put ilan etmek çok ucuz ve değersiz bir töhmetten başka bir şey değildir.
Hele onu; "ardını yıkarken önünü kirleten adam" diye terbiyesizce ve hayâsızca vasfedenler; olsa olsa ancak âlimlerimizin düşmanı MÜNAFIKLAR olabilir. Sahabeye küfreden ve İslam halifelerini tekfir edenler hakkında tek adil bir söz söyleyemeyenler; Şia’yı derinden savunup onların bu ülkedeki zihinsel ve siyasî işgalini kolaylaştırıyorlar.
Türkiye'de tasavvufi (sermayeye) yakın olmak isteyen, İbn Teymiyye'ye hakaret etsin onun ikbalinin (!) açık olduğunu söyleyebilirim. Çok İbn Teymiyye düşmanı alim gördüm; onların bir çoğu cahillerin önünde bellerini büküyorlar neden, onların gücü ve imkanları olduğundan.
Siz İbn Mutahhir el-Hıllî'yi veya el-Meclisî'yi eleştirerek Şia'nın saflarına sızamazsınız, ama onların; tavavvuf ehli arasında İbn Teymiyye düşmanlığı yaparak ve İbn Arabî'yi ta'zim ederek sızdıklarını çok rahat görebilirisiniz.
Şia, birçok alanda kendisi yerine tasavvufçular güreşiyor. Bunu tasavvuf ehli cehaletinden ötürü bilmiyor. İbn Teymiyye düşmanı olmak ve onun sapkın olduğunu söylemek ve âlimlerimize muhalefet ettiğini söylemek, onların en büyük savaşıdır. Şimdi selefîliğin Şia ile nasıl Ehl-i Sünnet akidesine karşı mücadele etiklerini anlayabilirisiniz.
28.09.2013
Mehmet Emin Akın
İbn Teymiyye'yi (rh.a) çeşitli vesilelerle, Müslümanların gözünde eskiden olduğu gibi, şimdi de aşağılayıcı kalem sahiplerine rastlıyoruz.
Bunun iki temel sebebi var: Tasavvuf ve ırkçılık damarı. Türk tasavvufu İran ve Şia tasavvufunun sonradan sahiplendiği ve tebenni de bulunduğu çocuğudur.
İslam tasavvufu (!) tabirini kullananlar "Tasavvuf" adıyla Allah'ın dinine sokulan batılları ve bid'atleri Kelam ilminin cedel vesileleriyle destekleyip te'vil mezheplerinin yolunu izlerler.
Tasavvuf Ehli, İbn Teymiyye'yi; batıllarını ve dalaletlerini izhar ettiği ve hüccetlerini imha ettiği ve tasavvufun karanlık yüzünü ümmete gösterdiği için sevmezler. İbn Teymiyye, Sultanlara nasihat ederek ve onları Allah yolunda Cihad'a teşvik ederek aralarındaki ihtilafı kaldırdı. Onu sevmeyen âlimler ise, çoğu mezhep taassubu ve saltanata yaranmak için onu dini bozmakla suçluyorlar ve onu te'villeri önünde en büyük engel gördükleri için onunla alenen ve gizli olarak mücadele ediyorlardı.
İbn Teymiyye'nin kim olduğunu öğrenmek için onun niçin tasavvuf ehlinden zeyğ ve dalal üzere olanların neden onu sevmediklerini değil , Şia'nın ve Batınîlerin neden onun sevmediğini ve hangi sebeplerle ona saldırdıklarını bilmeliyiz. Bu gerçeği bilmeyen tasavvuf ehli, İslamda Yedinci Yüzyıldan sonraki bütün dalalatleri, neredeyse ona mal etmeye çalışıyorlar.
Tasavvuf ehlinin ne kadar dalalet ve batıl inşa ettiğini ve te'vil mezhebini Ehl-i Sünnet, yani selefin mezhebi olarak göstermek istediğini hepimiz biliyoruz.
İbn Teymiyye, Batınîliğin ve sapık felsefi medreselerin ve Kur'an'ı tahrifinin önünde bir İman ordusu gibi durdu ve Kur'an'ı sapkın te'villere karşı savundu.
İbn Teymiyye, akide alanında aynı gayreti göstermiş ve Kur'an ile Sünneti savunmayı, Allah yolunda Cihaddan bilerek ömrünü bu uğruda harcamıştır. Haçlılara ve Moğollara karşı Cihadına rağmen dağılmak ve paramparça olmak üzere olan İslam âlemini; gayreti ve firaseti sebebiyle dağılmaktan biiznillah kurtaran İbn Teymiyye olmuştur.
Ama mezhepçi ve basiretsiz taassub ehli ve saltanatın hadimi âlimlerimiz ise, onu zindanlarda çürütmek için ellerinden geleni yapıyorlar onu sapkınlık ve dalalet ile suçluyorlardı.
O ise, başları bulutların üzerinde yüce bir dağı gibi ilmin semasını aydınlatıyor ve hakkın sarsılmaz gücü ve akidemizin kınına girmeyen kılıcı olarak batılların denizinde akide korsanları ve sahte alimlerle ve zahidlerle hüccet ikame savaşını sürdürüyordu.
İbn Teymiyye'yi karalamak ve onun hakkında; katı, bağnaz, huysuz, hırçın, saldırgan diyenler; Allah'tan korkmayan zalimler ya da nefislerini hevaya teslim etmiş olan sefihlerdi.
Şunu hiç unutmayın; İbn Teymiyye ve selef akidesi düşmanlığı; dalalet yollarını açmak ve Şia'nın sahabeye olan düşmanlığını ve Allah'ın dininin tahrifini gizlemek içindir.
Size bir gerçeği daha söyleyeyim. Şia; genel anlamda tasavvufu destekler ve batınîdir. Hallacı ve İbn Arabî’yi Ehl-i Sünnet olduğunu söyleyen batınîlerimizin edebiyatından çıkarın atın, göreceksiniz ki, Şia'ya İbn Teymiyye'den de daha düşman olacaklardır.
Hiç düşündünüz mü; bütün İbn Arabîci ve Hallac'cı Tasavvuf hareketlerinin aslında Şia'dan beslendiğini? Bâtınîlik ve ruhların tasarrufuna inanmak bize, Batinîlerden ve Şamanizm'den geçmiştir. Tasavvuf da kısmen şamanist akidelerden etkilenmiştir.
Tasavvuf ile Teşeyyu'un ne kadar içe içe olduğunu ve tasavvufun Sünnî Şiilik olduğunu çoğumuz bilmeyiz. Selefîlik ile Şia'nın aynı kulvarda yürüdüklerini ve Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat'ın akidesine zarar verdiğini söyleyen kardeşlerimiz; gerçekleri çarpıtıyorlar ve hakikatı ters yüz ediyorlar. Aslında tasavvuf Şia'nın ve teşeyyu'un çocuğudur. Orada doğdu ve oradan besleniyor.
Yoksa Hallac gibi bir Batınîyi ve Karmatî'yi bizimkiler neden savunsundu? Şia ve Bâtınîlik; Ehl-i Sünnet mezheplerinin içerisine böyle sızmakta ve sahih akidemize tasavvuf adına İbn Arabî ve Hallac savunması üzerinden saldırmakta ve bu temiz akideyi tahrif etmektedir.
İbn Arabî'yi ve Hallacı alıp atın dinimizden ve hayat menhecimizden hiç birşey kaybetmeyiz. Ama İbn Arabiyi ve Hallacı ve bunlarla dine sokulan batılları atın, inanın tasavvuf diye bir şey kalmaz. Bizim akidemiz sahabenin ve umum selefin akidesidir. Ogün onların din edinmediğini biz de bugün din edinmiyoruz.
İbn Teymiye düşmanlığı ve selef akidesiyle savaş; Batınî Şia ve tasavvufun ortak çalışmasıdır. İslam âleminde fikri ve düşünsel olarak Şia'ya en yakın olan fırkalar tasavvufi fırkalar ve tarikatlardır. Bunların Ehl-i Sünnet'le irtibatları, bazı farizalar ve sahabe hakkında akideleridir. Yoksa bâtın ilmi adıyla ya da "ilmu ledun" adıyla yaydıkları düşünceler arasında Şia'nın inkâr edilemeyecek kadar te'sirleri vardır.
Selefîlik ile Şiîliğin aynı şey olduğunu veya aynı hedefe doğru birlikte çalıştıklarını söylemek; tarih ve akidemiz hakkında sergilenen büyük bir yanılgı ya da cehalettir. Şia'nın ve Batınîlerin (İsmailiyye, Durziler, Nusayriler, Fatımiler) vd.lerinin İbn Teymiyye'ye düşmanlıklarını, İbn Teymiyye'de aramak ona ve gerçeklere zulümdür. Haçlı savaşlarında ve Moğol işgalinde onların oynadıkları yıkıcı rolü bilmeyen kelamcılarımız ve tasavvufçularımız ne yazık ki; Batınîliğin en büyük düşmanı İbn Teymiyye gibi bir âlimin izinden gidenleri ve selefin akidesini öğrenmeye çalışanları, İrancılık ve Şiîlik damgası ile kirletmek istiyorlar.
Selefin ilmini ihya etmeyenler İbn Teymiyye'yi ve talebelerini Şia ile yanı tahribatı yapmakla suçluyorlar. Ama Suriye'de olanların ise karşısında susuyorlar. Zahid el-Kevserî bile İbn Teymiyye'yi fetvalarından dolayı kınayarak, onu aşağılar. Suriye dağlarındaki İsmailî ve Batınîler hakkında verdiği fetvaları eleştirir. Buradan da Şiîlelerle iletişim kanalı oluşturmayı arar. Hatta Batınî Safevi Devletinin kurulmasına sebep olarak da İbn Teymiyye'yi gösterir.
Ama aynı âlim, Siyonist İsrail'in kuruluşu hakkında bir tek makale yazmaz. Batınîler ve Nusayrîler hakkında ve Şia'ın Moğol istilasında Moğollarla ve Fatımîlerin Haçlılarla nasıl işbirliği ettiğine ise hiç değinmez.
İbn Arabî ve Hallac tağutuna karşı gerçekleri kaleme alan İbn Teymiyye ise, sanki Moğolları ve Haçlıları İslam topraklarına davet eden adam..!? İnanın, İbn Teymiye hem mutasavvıf, hem de batınî bir te'vil ehli olsaydı ve aynı zamanda da Haçlılara öncülük etmiş olsaydı, ona bu kadar düşmanlık etmezlerdi. Zira M. Zahid el-Kevserî'nin Lübnan ve Suriye dağlarındaki Bâtınilere gösterdiği şefkati, İbn Teymiyye'ye göstermemesi bunun en açık delilidir. Bunun bir diğeri delili de; el-Kevserî'nin İbn Mutahhir el-Hillî'den (Minhacu'l-Kerame sahibi) tevazu' ile söz ederken, İbn Teymiyyeyi aşağılamasıdır. Sahabeyi aşağılayanı tahsin ve tebcil, sahabeyi seveni ise tahkir ve terzîl. İşte Selefiliğin Şia ile aynîliği değil mi (!?)
Soruyorum; madem biz Ehl-i Sünnet isek, neden Şia ve Batınîler İbn Teymiyye'yi en büyük düşmanları ilan ettikleri halde, el-Kevserî'yi hiç eleştirmiyorlar? Sebebi basit; bazı te'vil anlayşılarında ortak oluşları. Ruhlardan istimdada inanmaları. İbn Arab'i de fıkıhta Sünnet mezhebine bağlıdır; peki nasıl oluyor da Ebu Bekr ve Ömer (radiyallahu anhuma) Şia'ya göre tağut ve kafir iken, İbn Arabi ve Celaluddin er-Rumi İran ve Şia nezdinde kutsallar?
el-Kevserî, sahabeyi tekfir edenler hakkında ise aynı düşmanlığı ve ağır eleştiri ve tahkir dilini kullanmaz. Acaba neden ki? Ona göre Ahmed İbn Hanbel'in oğlu dünyanın en büyük müşriki iken, sahabeyi tahkir eden İbn Mutahhir ona göre saygın bir âlim oluyor?
Bütün bunlara rağmen, Selefîleri ve Şia'yı Türkiye'de aynı madalyonun iki yüzü görmek, olsa olsa ya hased ve derin bir kin, ya da cehalet olabilir. Osmanlı Sultanlarının hangi akide üzere olduklarını tartışmayacağım. Ama Osmanlı Sultanlarının hayatları ve amelleri ortada. Osmanlı'da ilim ve alimlerin saltanatla ilişkisi ve Sultanların akidesi üzerine henüz ciddi bir çalışma yapılmamıştır, yapılması da zordur.
Eğer Osmanlı'da insaf ve adalet ehli âlimler olmasa idi, durum daha vahim olacaktı. Osmanlı'yı yıkan akidevî sebepler üzerinde kimse durmazken, İbn Teymiyye'yi ve İbm Kayyim'i put ilan etmek çok ucuz ve değersiz bir töhmetten başka bir şey değildir.
Hele onu; "ardını yıkarken önünü kirleten adam" diye terbiyesizce ve hayâsızca vasfedenler; olsa olsa ancak âlimlerimizin düşmanı MÜNAFIKLAR olabilir. Sahabeye küfreden ve İslam halifelerini tekfir edenler hakkında tek adil bir söz söyleyemeyenler; Şia’yı derinden savunup onların bu ülkedeki zihinsel ve siyasî işgalini kolaylaştırıyorlar.
Türkiye'de tasavvufi (sermayeye) yakın olmak isteyen, İbn Teymiyye'ye hakaret etsin onun ikbalinin (!) açık olduğunu söyleyebilirim. Çok İbn Teymiyye düşmanı alim gördüm; onların bir çoğu cahillerin önünde bellerini büküyorlar neden, onların gücü ve imkanları olduğundan.
Siz İbn Mutahhir el-Hıllî'yi veya el-Meclisî'yi eleştirerek Şia'nın saflarına sızamazsınız, ama onların; tavavvuf ehli arasında İbn Teymiyye düşmanlığı yaparak ve İbn Arabî'yi ta'zim ederek sızdıklarını çok rahat görebilirisiniz.
Şia, birçok alanda kendisi yerine tasavvufçular güreşiyor. Bunu tasavvuf ehli cehaletinden ötürü bilmiyor. İbn Teymiyye düşmanı olmak ve onun sapkın olduğunu söylemek ve âlimlerimize muhalefet ettiğini söylemek, onların en büyük savaşıdır. Şimdi selefîliğin Şia ile nasıl Ehl-i Sünnet akidesine karşı mücadele etiklerini anlayabilirisiniz.
28.09.2013
Mehmet Emin Akın