Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Ibni Teymiyenin Kabirciler Hakkındaki Görüşü

E Çevrimdışı

Ehlitakwa

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
lailaheillallah5jx.gif

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
İbni Teymiyenin Kabirciler Hakkındaki Görüşü


Şeyhülislam'a soruluyor:

Kabir ehlinden medet uman, ondan acılarının yok edilmesini isteyen, kabri selamlayan, yüzünü ve gözünü kabre süren

"Ey Efendim! Ben sana kaldım!",

"Dileklerim Allah'ın ve Şeyh'in bereketiyle yerine getirildi" ve buna benzer şeyler söyleyenler hakkında İslam alimlerinin görüşü nedir?


Cevap:

Alemlerin Rabbi olan Allah-u Teâlâ'ya hamdolsun.

Rasullerini gönderdiği hak din için de O'na hamdolsun.

Kitaplarını onlara indirdi ki, burada bir tek Allah-u Teâlâ'ya ibadet emredilmektedir. O'nun ortağı da yoktur. Yardım O'ndandır. Yalnız O'na tevekkül ve dua edilir. Yarar sağlamak ve zararların giderilmesi için sadece O'ndan istekte bulunulur.

Nitekim O, şöyle buyurur:

"Biz sana Kitabı hakla indirdik. Öyle ise dini Allah için halis kılarak O'na ibadet et. Dikkat edin, halis din Allah'ındır. Allah'ı bırakıp O'ndan başka dostlar edinenler: 'Onlara, bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz' derler. Doğrusu Allah ayrılığa düştükleri şeylerde hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve inkarcı kimseyi doğru yola eriştirmez." (Zümer: 39/2-3)

"Mescitler Allah'ındır. Öyleyse oralarda hiçbir şeyi Allah'a eş koşmayın." (Cin: 72/18)

"De ki: "Rabbim adaleti emretti, her mescitte yüzünüzü O'na döndürün ve dinde samimi olarak O'na yalvarın. Sizi yarattığı gibi yine O'na döneceksiniz." (A'raf: 7/29)

"De ki: " Allah'tan başka ilah olduğunu sandıklarınızı çağırın; sizin bir sıkıntınızı gidermeye ve onu değiştirmeye güçleri yetmez." (İsra: 17/56)
Seleften bazıları der ki:

"Bazı kavimler Mesih'e, Uzeyr'e ve meleklere dua ediyorlardı. Allah-u Teâlâ, onlar hakkında şöyle buyurdu:

(Tıpkı sizin Benim rahmetimi umduğunuz, Benim azabımdan korktuğunuz gibi)

"Bu kullarım da benim rahmetimi umarlar ve benim azabımdan korkarlar." (İsra: 17/57)

Peygamberlere ve meleklere dua edenlerin durumu böyle olunca, onlardan daha aşağı derecedeki kimselere dua edip yakaranların hali nasıl olur?

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

"İnkar edenler, beni bırakıp da kullarımı dost edinmelerini yeterli mi sandılar? Doğrusu biz Cehennemi inkarcılara konak olarak hazırladık." (Kehf: 18/102)

"De ki: 'Allah'ı bırakıp da göklerde ve yerde zerre kadar bir şeye sahip olmadığı, her ikisinde de bir ortaklığı bulunmadığı ve hiçbiri Allah'a yardımcı olmadığı halde ilah olduklarını ileri sürdüklerinizi yardıma çağırsanıza!' Allah katında, kendisine izin verilenden başka kimse şefaat edemez. Sonunda, gönüllerindeki korku giderilince birbirlerine 'Rabbiniz ne söyledi?' diye sorarlar. 'Hak söyledi' derler. O, yücedir, büyüktür." (Sebe: 34/22-23)

Her şeyden münezzeh olan Allah'u Teala, meleklere, insanlara ve bunlar gibi hiçbir şeye malik olamayan ve zerrece bir şey başaramayan kimselere dua ederek, Allah-u Teâlâ'nın mülkünde O'ndan başkalarından isteyenlerle ilgili durumu açıklamıştır. Muhakkak ki, Allah-u Teâlâ'nın mülkünde ortağı yoktur.

"Göklerde ve yerde bulunanlar Allah'ı tesbih ederler. Hükümranlık O'nundur, övülmek O'na mahsustur. O her şeye kadirdir." (Teğabun: 64/1)
Allah-u Teâlâ'nın, (haşa) kralların yardımcıları ve bakanları gibi bir yardımcıya ihtiyacı yoktur. O'nun katında, ancak O'nun kendisinden razı olduğu kimseler şefaat edebilirler.

Bu konuda dört ihtimal vardır:

Allah'tan başka dua edilerek kendisinden istekte bulunulan;

- malik,

- malik değilse mülkte ortak,

- ortak da değilse yardımcıdır.

- Dördüncüsü ise, bunlardan ayrı olup Allah-u Teâlâ'nın iznine bağlıdır.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

"Allah, O'ndan başka ibadete layık ilah olmayan, kendisini uyuklama ve uyku tutmayan, diri, her an yarattıklarını gözetip durandır. Göklerde ve yerde olan ancak O'nundur. O'nun izni olmadan katında şefaat edecek kimdir? Onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir. Dilediğinden başka ilminden hiçbir şeyi kavrayamazlar. Kürsü'sü gökleri ve yeri kaplamıştır, onların gözetilmesi O'na ağır gelmez. O yücedir, büyüktür." (Bakara: 2/255)

"Allah, dilediğine ve hoşnut olduğuna izin vermedikçe, göklerde bulunan nice meleklerin şefaati bir şeye yaramaz." (Necm: 53/26)

"Allah'tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: "Onlar bir şeye sahip olmadıkları, akıl da edemedikleri halde mi şefaat edecekler?" De ki: "Bütün şefaat Allah'ındır. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Sonra O'na döneceksiniz." (Zümer: 39/43-44)

"Rablerine toplanacaklarından korkanları Kur'an'la uyar. O'ndan başka bir dost ve şefaatçileri yoktur. Umulur ki Allah'tan sakınırlar." (En'am: 6/51)

"Hiçbir insanın, Allah'ın kendisine kitap, hikmet ve peygamberlik vermesinden sonra insanlara: 'Allah'ı bırakıp bana ibadet edin' demesi mümkün değildir. Bilakis şöyle demesi gerekir: 'Öğrettiğiniz ve öğrenmekte olduğunuz Kitap uyarınca Rabbe halis kullar olun.' Size: 'Melekleri ve peygamberleri ilahlar edinin.' diye de emretmez. Müslüman olduktan sonra hiç size kafirliği emreder mi?" (Al-i İmran: 3/79-80)

Allah-u Teâlâ, tüm bu ayetlerde melekleri ve peygamberleri rab edinenlerin kafir olduklarını açıklamıştır. Durum böyle olunca, bunlardan daha alt derecede olan şeyhleri ve başkalarını rab edinenler için ne denir?

Bir meleğe, peygambere ya da (ölü yada diri) şeyhe;

"Benim günahlarımı bağışla, düşmanlarıma karşı bana yardım et, hastama şifa ver" veya benzeri şeyler söylemek kesinlikle caiz değildir.

Her kim bu gibi şeyleri bir mahluktan isterse, kendisinden istenenin durumu ne olursa olsun, Allah-u Teâlâ'ya şirk koşmuş olur.

Bunun durumu da meleklere, peygamberlere ve timsallere tapanlardan farksızdır. Göğüslerine timsaller resmedenler de adeta Mesih'e ve annesine tapan hrıstiyanlar gibidir.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

"Allah: 'Ey Meryemoğlu İsa! İnsanlara: 'Beni ve anamı, Allah'tan başka iki ilah bilin' diye sen mi dedin?" buyurduğu zaman o; şöyle dedi: "Haşa! Seni tenzih ederim; hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim Sen onu şüphesiz bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin. Halbuki ben Senin zatında olanı bilemem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca Sensin?" (Maide: 5/116)Eğer bir kimse:

"Ben ondan istiyorum; çünkü o bana göre Allah-u Teâlâ'ya daha yakındır. Nasıl bir sultan, ya da devlet başkanına yaklaşmak için, onun yakınlarından bilini vesile ediyorsak, ben de bunu Allah-u Teâlâ'ya vesile ediyorum" derse, bunun müşriklerle hristiyanların fiillerinden olduğu bilinmelidir. Çünkü bunlar da, alimlerini ve rahiplerini isteklerinin yerine getirilmesi için kendileri adına şefaatçi kılıyorlardı.

Allah-u Teâlâ, müşriklerin şöyle dediklerini bildiriyor:

"Dikkat edin halis din Allah'ındır. Allah'tan başka dostlar edinenler: 'Onlara bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz' derler. Allah ihtilafa düştükleri şeylerde hükmünü verecektir. Şüphesiz ki Allah yalancı ve inkarcı kimseyi hidayete erdirmez." (Zümer: 39/3)

"Yoksa Allah'tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: "Onlar bir şeye sahip olmadıkları, akıl da edemedikleri halde mi şefaat edecekler?' De ki: 'Bütün şefaat Allah'ındır. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. O'na döneceksiniz." (Zümer: 39/43-44)

"Gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden Allah'tır. Sizin O'ndan başka dostunuz ve şefaatçiniz yoktur. Düşünmüyor musunuz?" (Secde: 32/4)

"Allah, O'ndan başka ibadete layık ilah olmayan, kendisini uyuklama ve uyku tutmayan, diri, her an yarattıklarını gözetip durandır. Göklerde ve yerde olan ancak O'nundur. O'nun izni olmadan katında şefaat edecek kimdir? Onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir. Dilediğinden başka ilminden hiçbir şeyi kavrayamazlar. Kürsüsü gökleri ve yeri kaplamıştır, onların gözetilmesi O'na ağır gelmez. O yücedir, büyüktür." (Bakara: 2/255)

Allah-u Teâlâ kendisiyle yarattıkları arasındaki farkı açıklamıştır.

Halk, genel olarak bir büyükten bir şey isterken, onun yanında makbul olan birilerinin aracılığıyla ona yaklaşmak ister.

Bu kimse, istenecek şeyleri onlar adına bu büyükten ister, o da isteyenin ihtiyacını sevgisi, birtakım korkuları yada utanması sebebiyle veya başka bir sebeple yerine getirir.

Allah-u Teâlâ katında ise, Allah-u Teâlâ izin vermedikçe hiç kimse kendi başına şefaat edemez.

Allah-u Teâlâ dilediği kimse için şefaat etme ve şefaat edilme izni verir.

Bu bakımdan şefaatçinin şefaati Allah-u Teâlâ'nın iznine bağlıdır. Çünkü her şey Allah-u Teâlâ içindir, her emir O'na bağlıdır.


Rağbet'in (arzu ve istek) mutlaka O'na olması gerekir.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

"Öyleyse, bir işi bitirince diğerine giriş ve yalnız Rabbine rağbet et!" (İnşirah: 94/7-8)

Korku da Allah'tan olmalı, sadece O'ndan korkulmalıdır.

"Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi hatırlayın ve ahdimi yerine getirin ki, ben de yerine getireyim. Yalnızca benden korkun." (Bakara: 2/40)
"Doğrusu biz yol gösterici ve nurlandırıcı olarak Tevrat'ı indirdik. Kendisini Allah'a teslim etmiş peygamberler, Yahudi olanlara onunla hükmederlerdi. Rabbaniler ve bilginler de Allah'ın kitabından elde kalanla hükmederlerdi ve Tevrat'a şahittiler. O halde insanlardan korkmayın, benden korkun. Ayetlerimi hiçbir şeyle değiştirmeyin. Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar kafirlerdir." (Maide: 5/44)


Allah-u Teâlâ dua eden kimsenin Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'e salavat getirmesini emretmiş, bunu duaların kabulüne bir vesile kılmıştır.

Sapıklar;

"Bu kişi, Allah-u Teâlâ'ya benden daha yakındır ve ben ona göre uzağım.",

"Arada bu aracı olmaksızın dua etmemiz mümkün değildir." şeklinde sözler söyleyerek (onları duaların kabulü için vesile edinir) dururlar.

Bu tür sözler, müşriklerin sözlerindendir.

Oysa Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

"Kullarım sana beni sorarlarsa, bilsinler ki şüphesiz ben onlara yakınım. Bana dua edenin duasını kabul ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip bana inansınlar ki doğru yolda yürüyenlerden olsunlar." (Bakara: 2/186)
Rivayet edildiğine göre sahabeler:

"Ey Allah'ın Rasulü! Rabbimiz bize yakınsa, biz ona sessizce mi yakaralım, yoksa sesli mi yalvaralım?" demişler, bunun üzerine yukarıdaki ayet nazil olmuştur.

(Tirmizi Tefsir: (Bakara ve Mü'minun sureleri, Sure: 85): 1, Deavat: 78, 81, 26, Salat: 211, Nesai Cuma: 45, 114, Darimi Salat: 168, İbni Hibban Sahih (Duanın fazileti): 3828.)
Allah-u Teâlâ, tüm kullarına, namaz kılmalarını ve kendisine:

"Ancak sana ibadet eder, ancak senden yardım dileriz" (Fatiha: 1/4) diye dua etmelerini emretmiştir.


Daha sonra bu kişiye şöyle denir:

"Sen, o kimseyi çağırıp, ondan istekte bulunduğun zaman, onun senin halini gerçekten bildiğine, senin isteğini vermeye kadir olduğuna inanıyor musun?

O kimse sana karşı Allah-u Teâlâ'dan daha mı merhametlidir?

Doğrusu bu, cehalet, sapıklık ve küfürdür.

Eğer sen, Allah-u Teâlâ'nın her şeyi en iyi bildiğini, her şeye kadir olduğunu ve merhamet edenlerin en merhametlisi olduğunu biliyorsan, neden Allah-u Teâlâ'dan istemek yerine başkasından istiyorsun?"


Sen, o kimsenin Allah-u Teâlâ'ya senden daha yakın olduğunu biliyorsan ve Allah-u Teâlâ katındaki derecesinin seninkinden daha üstün olduğuna inanıyorsan, bu yaptığın; kendisiyle batıl aranan bir haktır.


Eğer o kimse gerçekten Allah-u Teâlâ'ya senden daha yakınsa ve derecesi de senden üstünse, bunun anlamı şudur:

Allah-u Teâlâ onu ödüllendirmiş ve istediğini ona vermiştir.

Yoksa bu, o kimseye dua ettiğin takdirde, bu isteğinin Allah-u Teâlâ'dan istemekten daha önce yerine getirileceği manasına gelmez.

Böyle bir düşünce ve inanç yanlıştır.

Çünkü eğer sen cezalandırılmaya hak kazanmışsan ve duan kabul edilmeyecekse, ister peygamber ister salih biri olsun Allah-u Teâlâ'nın istemediği bir şeyde asla saha yardımcı olamazlar.

Nitekim, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in müşriklere mağfiret dilemekten men edilmesi, İbrahim'in Aleyhisselam babası için mağfiret dilemekten men edilmesi, Nuh'un Aleyhisselam oğluyla olan durumu ayetlerde açık bir şekilde ortadadır.

Dolayısıyla böyle yapan yanlış yapmış olur.

Bunun için, Allah'ın gazabını çekecek bir tavır içine girilmemelidir. Çünkü yüce Allah-u Teâlâ merhamet etmeye ve duayı kabul etmeye en layık olandır.


Eğer:

"Bu kişi, Allah-u Teâlâ'ya dua edince duası hemen kabul edilenlerdendir. Oysa ben öyle değilim." diyecek olursan.

Bu, bir şeyin yapılmasını o kimseden istemek ve ona dua etmekle değil, o kimseden kendisi için dua etmesini istemekle olur.

Yaşayan bir kimseye, "Benim için dua et" demek gibi...

Nitekim sahabeler de, Rasulullah'tan SallAllahu Aleyhi ve Sellem kendileri için dua etmesini istemişlerdir. Bu, henüz hayatta olan birinden istendiği için meşrudur.

Ancak ölmüş olan peygamber, salih kimse veya başka bir kimseden isteniyorsa, meşru değildir. Yani şöyle demek meşru değildir:

"Ey burada yatan zat! Bizim için Rabbine dua et, bizim için Rabbinden şunu iste..."

Çünkü ne bir sahabi, ne de bir tabiin böyle bir şey yapmamışlar, müçtehit imamlardan herhangi biri de böyle bir şey emretmemiştir. Böyle yapılacağına dair hiçbir hadis de yoktur.

Ancak sahabeler, Ömer RadıyAllahu Anhu devrinde kıtlığa düştükleri zaman Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in amcasını vesile yaparak yağmur duasına çıkmışlar ve Ömer RadıyAllahu Anhu:

"Allah'ım! Biz kuraklık çektiğimizde, nebimizi vesile yaparak yağmur isterdik de bize yağmur verirdin. Şimdi biz nebimizin amcasını vesile ediyoruz, bize yine yağmur ihsan et." demiştir. (Buhari, İstiska: 3, Fadailü Eshabi'n-Nebi: 11.)Yoksa onlardan hiçbiri Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in kabrine gidip de:

"Ey Allah'ın Rasulü! Bizim için Allah-u Teâlâ'ya dua et, ya da bizim için yağmur iste, biz başımıza gelenler yüzünden sana şikayete geldik." dememişler, ashaptan hiç kimse asla kabir başına giderek böyle bir şey söylememiştir.

Böyle bir davranış bid'attır.


Sahabeler, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in kabri başına geldiklerinde, ona selam verirlerdi.

Dua etmek istediklerinde, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in kabrine değil, kıbleye dönerek başka yer ve zamanlarda dua ettikleri gibi ortağı olmayan Allah-u Teâlâ'ya dua ederlerdi.

Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

"Allah'ım! Kabrimi tapınılan bir put durumuna getirme. Peygamberlerinin kabirlerini mescide dönüştüren kavme Allah'ın gazabı şiddetlidir." (Muvatta Seferde Namazın Kısaltılması: 85, Müsned: 2/246, Ebu Nuaym Hilye: 7/317.)

Sünenlerde de şöyle geçmektedir:

Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki:

"Kabrimi bayram yerine dönüştürmeyin. Nerede bulunursanız bulunun, bana salavat getirin. Kesinlikle salavatınız bana ulaşır." (Ebu Davud Menasik: 96, Müsned: 2/367.)

Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, ölümüyle sonuçlanan hastalığı sırasında şöyle demiştir:

"Allah Yahudi ve hristiyanlara lanet etsin. Çünkü onlar peygamberlerinin kabirlerini mescitlere dönüştürdüler." (Buhari, Enbiya: 50, Müslim, Mesacid: 22, Nesai, Mesacid: 13, Darimi, Salat: 120, Ahmed: 6/220, 275.)

Aişe RadıyAllahu Anha şöyle diyor:

"Eğer böyle olmasaydı, kabri yükseltilirdi. Ancak mescit edinilmesinden korkuldu."

(Buhari Salat: 48-52, Teheccüd: 37, Cenaiz: 62, 96, Enbiya: 50, Meğazi: 83, Müslim Mesacid: 19-23, Ebu Davud Cenaiz: 72-73, Nesai Mesacid: 13, Cenaiz: 104-106, İbni Mace Cenaiz: 49, Tirmizi Salat: 121, Cenaiz: 61, Darimi Salat: 120, Muvatta Medine: 17, Müsned: 1/218, 229, 287, 324, 337, 2/260, 284, 285, 337, 356, 366, 454, 518, 5/184, 186, 204, 6/34, 80, 121, 146, 229, 252,255, 274, ve 275.)


Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

"Allah kabir ziyaretçisi kadınlara lanet etsin, kabirlerin üzerine mescit yapan ve orada kandil yakanlara da lanet etsin" (Önceki kaynaklar)

İşte bunun için İslam alimleri, kabirler üzerine mescit bina edilmesini caiz görmemişlerdir.

Bu hususta şöyle derler:

"Kabre adak adamak caiz değildir, kabirlerin çevresindekilere de para, yağ, mum, hayvan ve başka bir şey adanmaz. Bütün bu adaklar, haram olan adaklardır."

Müçtehit imamlardan herhangi biri, kabir ve benzeri yerlerde namaz kılmanın müstahaplığını, oralarda dua etmenin faziletli olduğunu ifade etmemişlerdir.

İttifak ettikleri nokta; kabir ve türbelerde namaz kılmanın caiz olmadığı, böyle yapıldığı takdirde oranın mescit edinilmiş olacağı, yapılan ibadetlerin de kabirde yatana has kılınarak Allah-u Teâlâ'ya şirk koşulmuş olacağıdır."


Allah-u Teâlâ, türbe ve benzeri yerlerde değil, mescitlerde namaz kılmayı meşru kılmıştır.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

"Allah'ın mescitlerinde O'nun isminin anılmasını yasak eden ve oraların harap olması için çalışan kimseden daha zalim kim vardır? Onların oralara korkarak girmeleri gerekir. Dünyada rezillik, ahirette de büyük azap onlaradır." (Bakara: 2/114)

"De ki: "Rabbim adaleti emretti, her mescitte yüzünüzü O'na döndürün ve dinde samimi olarak O'na yalvarın. Sizi yarattığı gibi yine O'na döneceksiniz." (A'raf: 7/29)

"Allah'ın mescitlerini ancak, Allah'a ve Ahiret Gününe inanan, namaz kılan, zekat veren ve yalnız Allah'tan korkan kimseler onarır. İşte onlar doğru yolda bulunanlardan olabilirler." (Tevbe: 9/18)

Buhari, Taberi ve başkaları:

"İlahlarınızı sakın bırakmayın, Vedd, Suva', Yeğus, Yeuk ve Nasr'dan asla vazgeçmeyin" dediler." (Nuh: 71/23) ayetiyle ilgili olarak şöyle demişlerdir:

"Bu isimler, Nuh'un Aleyhisselam kavminden bazı salih kimselerin adlarıdır. Bunlar ölünce, insanlar bunların kabirleri üzerinde ibadet eder oldular. Aradan uzun zaman geçince de, onların timsallerini put edindiler." (Buhari Nuh Suresi Tefsiri: 40.)

Kabirler üzerinde ibadet etmek, el-yüz sürerek onları meshetmek, öpmek, oralarda dua etmek şirkin temelini oluşturmuş, putperestliğin aslını meydana getirmiştir.

Bu bakımdan İslam alimleri; Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in, başka bir peygamberin veya salihlerden birinin kabrini ziyaret ederken, bunların meshedilmemesinde, öpülmemesinde ittifak etmişlerdir. Dinde onların öpülmesini meşru kılan bir esas yoktur. Sadece Hacerü'l-Esved öpülür.

Ömer b. Hattab RadıyAllahu Anhu şöyle demiştir:

"VAllahi, senin zarar ve fayda vermeyen bir taş olduğunu kesin olarak biliyorum. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in öptüğünü görmeseydim, seni öpmezdim." (Buhari Hacc: 60, Müslim Hacc: 249-251, Nesai Menasik: 148, Muvatta Hacc: 115, Müsned: 1/21, 26, 34, 35, 39, 46, 51; 53, 54, Tirmizi Hacc: 37, İbni Mace Menasik: 27.)
İşte bu bakımdan, Hacerü'l-Esved'i izleyen ve beytin iki rüknü olan yerlerin öpülmesi ve istilamı sünnet olarak görülmüştür.

Bu açıdan Beytullah'ın duvarları, Makam-ı İbrahim, Kudüs'teki kaya ve salih bir kimsenin kabri de öpülmez.


Şeyhülislam İbni Teymiyye Rahimehullah, Bekri'nin daha önce geçen bir sözünü cevaplarken der ki:

"Yalnızca Allah'ın yapmaya kadir olduğu şeylerden birisini medet umarak veya sebep edinerek yaratılmışlardan isteyen kimdir?

Peygamber veya bir başkası olsun, ölü ya da gaib olan bir beşerden medet bekleyen, bunun rızık kazanılmasına yardımcı olduğuna, hidayete ve sadece Allah-u Teâlâ'nın kadir olduğu bir şeye kadir olduğuna inanan kimdir?

Bütün bunların meşruluğunu kabul edip emreden kimdir?

Peygamberlerden, sahabeden ve tabiinden kim bunları yapmıştır?


Bu husus iki şekilde ele alınmalıdır:

Birincisi: Bütün bunlar ancak Allah'ın elindedir, O'ndan başkası bunlara asla kadir değildir.

İkincisi: Bu sebepler meşrudur, yapılması haram değildir. Çünkü bu, kevni olan her sebebin alınıp verilmesi, teatisi caiz değildir... diye devam, eder ve der ki:

"İşte bu müşriklerin sapıklıklarının ortaya çıktığı bir durumdur. İster yaratma ister emir açısından olsun bu böyledir. Onlar:

"Allah, yarattığı kulları için ölüden veya gaibten istekte bulunmayı, medet beklemeyi meşru kılmıştır. Bu, o kimsenin kabri başında olsun ya da olmasın, caizdir." diye bir hüküm bildirilmesini istiyorlar.
Biz ise şunu söylemekteyiz:

"Peygamber olsun veya olmasın herhangi bir ölü veya gaibten istekte bulunmak, tüm müçtehit imamlarca reddedilmiştir ve haramdır. Bunlar İslam dininde bilinmesi zorunlu olan gerçeklerdir.

Ne Allah ve Rasulü bunu emretmişler, ne de ashab veya tabiinden biri böyle bir iş yapmıştır.

Müçtehit imamlardan herhangi biri de böyle bir şeyin müstahaplığından söz etmemiştir.

Onlardan hiçbirisi başlarına bir sıkıntı, bir bela geldiğinde veya bir ihtiyaçları olduğunda ölülere veya gaiblere:

"Ey falan efendi! Ben sana muhtacım"

ya da:

"Benim ihtiyacımı gider" diye dua etmemişlerdir.

Sahabelerden hiçbirisi, ölümünden sonra Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem'den ya da başka bir peygamberden yardım istememişler, onların kabirlerinin yanında böyle bir şey yapmamışlardır.

Onlardan uzakta oldukları bir zamanda da böyle bir girişimleri olmamıştır.

Aksine asla bir mahluku, Allah-u Teâlâ'nın yanında bir yetki sahibi kabul ederek onlara yemin etmemişler, peygamberlerin veya başkalarının kabirleri yanında, onlardan istekte bulunmamışlar ve oralarda namaz kılmamışlardır.

İmam Malik ve başka alimler;

bir kimsenin Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in kabri yanında kendisi için dua etmesini bid'at kabul etmişler ve buna seleften kimsenin böyle bir şey yapmadığını delil getirmişlerdir."


"O kabir, meşhur bir kabirdir, (orada yatan) bilinen biridir.",

"O tecrübe edilip denenmiştir.",

"Falancanın kabri yanında dua edilir." şeklindeki sözler ve kimi şeyhlerin:

"Eğer bir ihtiyacın olursa, benden yardım iste" ya da;

"Kabrimin yanma gelip benden yardım iste" gibi sözleri, son devirde ortaya çıkan sözlerdir.

Bütün bunlar, o altın çağın ardından gelen bid'at ve uydurmalardır.

Nitekim kabirler üzerine yapılan mescit ve ziyaretgahlar, buralara yapılan seferler tümüyle sonradan uydurulan şeyler olup, bid'attir. Bunların hiçbirisi üç altın devir olan, Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem ve ashabı, tabiin, tebei tabiin devirlerinde olmayan şeylerdir.

Nitekim Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ölmeden beş gün önce şöyle buyurmuşlardır:

"Sizden öncekiler kabirleri mescit ediniyorlardı. Kabirleri mescit edinmeyin. Sizi böyle bir şeyden menediyorum."

(Buhari Salat: 48-52, Teheccüd: 37, Cenaiz: 62, 96, Enbiya: 50, Meğazi: 83, Müslim Mesacid: 19-23, Ebu Davud Cenaiz: 72-73, Nesai Mesacid: 13, Cenaiz: 104-106, İbni Mace Cenaiz: 49, Tirmizi Salat: 121, Cenaiz: 61, Darimi Salat: 120, Muvatta Medine: 17, Müsned: 1/218, 229, 287, 324, 337, 2/260, 284, 285, 337, 356, 366, 454, 518, 5/184, 186, 204, 6/34, 80, 121, 146, 229, 252,255, 274, ve 275.)

Yine Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem:

"Allah Yahudi ve hristiyanlara lanet etsin. Peygamberlerinin kabirlerini mescit (ibadet edilen yer) haline getirdiler." buyurarak, onların yaptıkları bu kötü işler konusunda uyarıda bulunuyordu. (Buhari, Enbiya: 50, Müslim, Mesacid: 22, Nesai, Mesacid: 13, Darimi, Salat: 120, Ahmed: 6/220, 275.)

Hz. Aişe RadıyAllahu Anha diyor ki:

"Eğer bu yasak olmasaydı, kesinlikle Rasulullah'ın kabri yükseltilirdi. Ancak, onun mescit edinilmesini hoş görmedi

(Buhari Salat: 48-52, Teheccüd: 37, Cenaiz: 62, 96, Enbiya: 50, Meğazi: 83, Müslim Mesacid: 19-23, Ebu Davud Cenaiz: 72-73, Nesai Mesacid: 13, Cenaiz: 104-106, İbni Mace Cenaiz: 49, Tirmizi Salat: 121, Cenaiz: 61, Darimi Salat: 120, Muvatta Medine: 17, Müsned: 1/218, 229, 287, 324, 337, 2/260, 284, 285, 337, 356, 366, 454, 518, 5/184, 186, 204, 6/34, 80, 121, 146, 229, 252,255, 274, ve 275.)

Daha önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi;

Ömer RadıyAllahu Anhu döneminde kuraklık olduğunda, sahabeler Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in amcası Abbas'ı vesile edinerek yağmur duasına çıkmışlar, ve Ömer RadıyAllahu Anhu şöyle dua etmişti:

"Allah'ım! Biz kuraklık çektiğimizde, nebimizle birlikte yağmur duasına çıkar, onu vesile edinirdik de bize yağmur verirdin. (Şu anda) Biz sana nebimizin amcasını vesile ediyoruz. Bizi sula (bize yağmur ver)." (Buhari, İstiska: 3, Fadailü Eshabi'n-Nebi: 11.)

Görüldüğü gibi onlar Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in kabrine gitmemişler, bir ölüyü veya gaibi değil de, o anda hayatta olan Abbas RadıyAllahu Anhu'yu vesile edinmişlerdi. Onların Abbas'ı vesile edinmeleri, onun duasını vesile edinmeleri şeklindeydi. Tıpkı imam ve cemaat ilişkisinde olduğu gibi. Tabii ki bu olay, onun ölümünden sonra devam etmemiştir.

Ancak, ölmüş bir peygamber veya salihlerden biri hakkında:

"Allah'ım! Ben falanca aşkına, falancanın hürmetine istiyorum" tarzındaki yakarmalara gelince;

Böyle bir şey ne Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, ne ashab ve ne de tabiinden rivayet edilmemiştir.

Bir çok alimin, delilleriyle beraber bildirdiklerine göre, böyle bir şey caiz değildir. Nasıl olur da, birileri kalkıp ölmüş birisine:

"Ben senden yardım istiyorum, senden ecir bekliyorum, sensin beni kurtaracak, Allah'tan benim için iste" gibi sözler söyleyebilir?


Artık bütün bunların meşru sebepler olmadıkları ve kendilerinden yardım istenenlerin herhangi bir etkilerinin bulunmadığı ortaya çıkmış bulunuyor. Diyelim ki bunların bir etkisi olsun. Peki, ya doğru ve uygun bir etkileri yoksa ne olacak?

Bilindiği gibi bazı kimseler uzakta olan birilerinden, bir ölüden veya şeytanların kendisi için vesvese verdikleri birilerinden medet beklerler. Çoğu zaman şeytan, kendisini uzaktaki kişinin kılığında göstererek bu adamla konuşur ya da onun bazı isteklerini yerine getirir. Tıpkı putların şeytanlarının yaptıkları gibi...


Gerçekte hiçbir peygamber ve salih kişiye hayatlarında ibadet edilmemiştir. Böyle bir şey kesin olarak yasaklandığı için peygamber ya da salih kimseler hayatlarında böyle bir duruma meydan vermemişlerdir.

Fakat ölümlerinden sonra, böyle bir imkan olmadığı için, onların kabirleri ibadet edilen putlar haline getirilmiştir. İşte bu yüzden Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

"Kabrimi bayram yeri haline getirmeyin."

"Allah'ım! Kabrimi ibadet edilen bir put haline getirme."


Seleften bir çokları da:

"Sakın ilahlarınızı bırakmayın, Vedd, Suva', Yeğus, Yeuk ve Nesr putlarından asla vazgeçmeyin" dediler." (Nuh: 71/23) ayetiyle ilgili olarak şöyle demişlerdir:

"Ayette sözü geçen kimseler, Nuh Aleyhisselam'ın kavminden salih kimselerdir.

Bunların ölümlerinden sonra, kabirlerinin başında toplanmaya başladılar. Daha sonra bunların timsallerini (heykelleri) yaptılar. Aradan zaman geçtikçe de, onlara ibadet etmeye başladılar.

İşte bu yüzden, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, peygamberlerin ve salihlerin kabirlerini mescit edinenlere lanet etmiştir."

Zübeyr, bazı kimselerin Makam-ı İbrahim'e yüz-göz sürdüklerini görmüş ve onlara şöyle demiştir:

"Siz bununla emrolunmadınız. Siz Makam-ı İbrahim'in yanında namaz kılmakla emrolundunuz." (İbn Ebi Şeybe)

Katade:

"Kabe'yi, insanlar için toplanma ve güven yeri kılmıştık. 'İbrahim'in makamını namaz yeri edinin. Evimi, ziyaret edenler, kendini ibadete verenler, rüku ve secde edenler için temiz tutun' diye İbrahim ve İsmail'e ahd verdik." (Bakara: 2/125) ayetiyle ilgili olarak şöyle demiştir:

"Orada namaz kılmakla emrolunmuşlardır, yüz-göz sürmekle değil." (Abd b. Humeyd, İbni Cerir ve İbni Münzir)


Bu ümmet de önceki ümmetler gibi bazı şeyleri kendilerine külfet haline getirdiler.

Eğer itirazcı, Şeyhülislamın sözünü delil getiriyorsa, işte bu, onun sözünün yalanlayan açık bir delildir.

Alimlerin Şeyh'in sözü gibi bir çok sözleri vardır, bunların tümünü anlatacak olursak cevap uzar.
 
Üst Ana Sayfa Alt