Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İbrahimi Teslimiyet

Hafsa binti Ömer Çevrimdışı

Hafsa binti Ömer

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
"Allah'ın dostu" anlamına gelen "Halîlullah" ünvanına sahip İbrâhim (a.s.) "ulü'l-azm" denilen büyük peygamberlerden biridir. Ulü'l-azm pâyesine erişen diğer peygamberler ise Nûh (a.s.), Mûsâ (a.s.), İsa (a.s.) ve Muhammed (a.s.)'dır. Hz. İbrâhim'in Halîlullah lakabını alması, Allah'a olan sevgi ve bağlılığındandır. Bir rivâyete göre Hz. İbrâhim, insanlara karşı çok cömert olduğu ve onlardan hiçbir şey istemediği için "Halîlullah" diye nitelendirilmiştir.

Rabbi İbrâhim'e "müslüman ol!" dediğinde, "Âlemlerin rabbine teslim oldum, müslüman oldum" (2/Bakara, 131) diyerek bu dâvete icâbet etmiştir. Hz. Nûh'a verilenler Hz. İbrâhim'e de tavsiye edilmiş (42/Şûrâ, 13), ona sahifeler (küçük kitap) verilmiştir (53/Necm, 36-37; 87/A'lâ, 19). Müslüman tarihçiler Hz. İbrâhim'e on sahife indirildiğini, bunların mesellerden ibâret olduğunu bildirirler. Hz. İbrâhim, peygamber olarak seçilip kavmine gönderildiğinde önce babasına hak dini tebliği etmişse de, babası onu kovmakla tehdit etmiştir (19/Meryem, 42/46). İbrâhim daha sonra kavmini de dine dâvet etmiş, ancak olumlu sonuç alamamıştır (6/En'âm, 80-81; 21/Enbiyâ, 51-73; 26/Şuarâ, 70-89; 29/Ankebût, 16-27). Kur'an'da Hz. İbrâhim'in babası için Allah'tan af dilediği, fakat bu dileğinin kabul edilmediği belirtilmektedir (19/Meryem, 41-50; 9/Tevbe, 114).

Kur'an'ın çeşitli sûrelerinde İbrâhim’in (a.s.), babasının ve kavminin taptığı putlara karşı mücâdele ettiği ve bir tek Allah inancını savunduğu; gök cisimlerine ve bunların sembolleri olan putlara tapmanın mânâsız olduğunu, hiç kimseye fayda veya zarar vermesi mümkün olmayan bu cisimlere tapmaktan vazgeçmeleri gerektiğini söylediği ifade edilir.

Hz. İbrâhim'in putları kırması ve bu yüzden putperestlerce ateşe atılmasına rağmen ateşin kendisini yakmaması, onun tevhid mücâdelesinin güzel bir hâtırası olarak Kur'an'da ve bazı ayrıntılarla birlikte diğer kaynaklarda yer alır. Buna göre İbrâhim (a.s.), taptıkları putların ne kadar âciz ve işe yaramaz olduğunu kavmine göstermek üzere fırsat kollar. Nihayet bir bayram günü, halk şenlik için şehir dışına çıkınca (37/Sâffât, 88-90) put evine giderek en büyük put dışındaki bütün putları kırar. Kavmi döndüğünde durumu görüp İbrâhim'i sorguya çeker. İbrâhim (a.s.), "Belki de şu büyükleri yapmıştır, ona sorun" der (21/Enbiyâ, 57-67; 37/Sâffât, 88-96). Nihayet putperest yönetim İbrâhim (a.s.)'i ateşe atmak sûretiyle cezalandırmaya kalkışır (21/Enbiyâ, 68; 29/Ankebût, 24). Ancak Allah'ın, "Ey ateş, İbrâhim'e serinlik ve esenlik ol!" emri üzerine ateş İbrâhim'i yakmaz (21/Enbiyâ, 68-70). Tarih ve tefsir kaynaklarının çoğunda, Bakara sûresinde (2/258) Hz. İbrâhim'le tartışarak tanrılık iddiasında bulunduğu, fakat İbrâhim'in ortaya koyduğu deliller karşısında yenik düştüğü bildirilen kişinin, onu ateşe atan toplumun lideri Nemrut olduğu kabul edilir.

Hâcer ile İsmâil'i Mekke'nin bulunduğu yere bırakan ve kendisi Filistin'de yaşayan Hz. İbrâhim, ilk çocuğu koşar çağa gelince onu kurban etmekle imtihan edilir. Hz. İbrâhim, bu imtihanı başarır ve mükâfat olarak geriden gelecekler arasında ismi ebedîleşir (37/Sâffât, 101-112).

Kur'an'da Hz. İbrâhim'in şahsiyet özellikleri, mânevî ve ahlâkî nitelikleri hakkında geniş bilgi verilmektedir. Buna göre İbrâhim, mü'minlerin babası, Allah'ın dostudur. Kendisine göklerin ve yerin melekûtu gösterilmiş, Rabbinin emrettiği yere hicret etmiştir. Onun soyuna da peygamberlik ve kitap verilmiştir. Hz. İbrâhim'in tevhid akîdesini çağında yeniden tesis etmesi yanında, oğlu İsmâil ile birlikte Kâbe'yi inşâ etmesi, Kur'an'da müslümanlardan biri olarak gösterilmesi ve kendisine itibarlı bir yer verilmesine vesile olmuştur. Allah tarafından Beytullah'ın yeri bildirildikten sonra İbrâhim, oğlu İsmâil ile beraber Kâbe'nin temellerini yükseltmiş ve bir olan Allah'a adanan ilk mâbed olarak Kâbe inşâ edilmiştir. İbrâhim'den insanlar arasında haccı ilân etmesi, Beytullah'ı temiz tutması istenmiş, böylece bu kutsal mekân bütün müslümanlar için hac yeri ve kıble yapılmıştır.


Hz. İbrâhim, son derece ağır başlı, yumuşak huyluydu, varlığını Allah'a adamıştı (9/Tevbe, 114; 11/Hûd, 75). Kendisi ve eşi ileri yaşta olduğu halde duâsı kabul edilerek ona akıllı, iyi huylu ve bilgili iki oğlu olacağı müjdelenmiştir (15/Hicr, 53; 37/Sâffât, 101, 112). Sadece kendisi değil; âilesi de Allah'ın rahmet ve bereketine mazhar olmuştur (11/Hûd, 73). İbrâhim (a.s.) çok misafirperverdir (15/Hicr, 51), sıdkı bütün bir peygamberdir (19/Meryem, 41). Bu sebeple İbrâhim'de ve onunla beraber olanlarda mü'minler için güzel örnekler bulunduğu bildirilmiştir (60/Mümtehine, 4).

Kur'ân-ı Kerim'de "İbrâhîm" ismi 69 yerde geçer. 25 ayrı sûrede Hz. İbrâhim'den değişik vesilelerle bahsedilir. Hz. Mûsâ’dan sonra, Kur’ân-ı Kerim’de isminden en çok bahsedilen ikinci peygamber İbrâhim (a.s.)’dir. Bunun yanında, 213 âyet, Hz. İbrâhim’le (hayatı, mücâdelesi, mesajı, duâları ile) ilgilidir.

Kur'an'da Hz. İbrâhim, değişik sıfatlarla anılmış ve kendisinden övgüyle bahsedilmiştir. Kur'an'da geçen sıfatlarından bazıları; Evvâh: Başkalarına çok üzülüp âh eden, bağrı yanık (9/Tevbe, 114; 11/Hûd, 75), Halîm: Çok yumuşak huylu (9/Tevbe, 114; 11/Hûd, 75), Münîb: Allah'a sığınan (11/Hûd, 75), Hanîf: Allah'ı bir tanıyan, Hakka yönelmiş(2/Bakara, 135, 3/Âl-i İmrân, 67, 95; 4/Nisâ, 125 vd.), Halîl (Halîlullah): Dost, Allah dostu (4/Nisâ, 125), Kaanit: Allah'a kulluk eden (16/Nahl, 120), Şâkir (Allah'a çok şükreden (16/Nahl, 121).

İbrâhim (a.s.)’in Sınavları
Dünya, ne seçim, ne geçim dünyasıdır. Dünya, tüm insanlar için bir sınav salonundan; hayat da imtihandan başka bir şey değildir. İnsanlar zaman zaman sıkıntı ve zorluklarla, zaman zaman da rahatlık ve imkânlarla sınanırlar. Sınavı başaran, daha zor sınava alınır, onu da başaran daha da zoruna... Ta ki, doğrularla sahtekârlar belli olsun, başaranlarla elenenler anlaşılsın, yarışmaya devam edeceklerle dökülenler ortaya çıksın. Sınav, hayatla birlikte sona erer. Öteki âlemde ise ödül veya ceza. “O (öyle Yüce Allah) ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır.” (67/Mülk, 2) “İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece ‘iman ettik’ demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar? Andolsun ki, Biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirdik. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.” (29/Ankebût, 3) “Andolsun ki sizi biraz korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azalma (fakirlik) ile imtihan eder, deneriz. (Ey Peygamber!) Sen sabırlı davrananları müjdele.” (2/Bakara, 155)

Herkes gücünün yettiğinden sorumlu olduğu için, güçlü insanların da sınavı, güçleri nisbetindedir. Devlerin yükü de, sınavı da ağır olur. Peygamberlerin imtihanı, sınavların en zor olanıdır. “İnsanların belâ/imtihan yönünden en şiddetlisi, en çok belâya müptelâ olanları peygamberlerdir. Sonra sâlihler, sonra da derece derece iyi hal sahibi diğer mü’minlerdir.” (Dârimî, c. 2, s. 320). Sahâbelerden Sa’d rivâyet ediyor: “Dedim ki: ‘Ya Rasûlallah, insanların imtihanı en çetin olanı kimdir?’ Buyurdu ki: “Peygamberler ve sonra da derece derece mü’minlerdir. Kişi, dini oranında belâ görür/imtihan edilir. Dini kuvvetli ve sağlam ise belâsı/imtihanı ağır olur. Dininde zayıflık söz konusu ise, dini kadar sınava tâbi tutulur. Belâ insanın yakasına öylesine yapışır ki, günahsız gezene kadar peşini bırakmaz.” (Tirmizî, c. 7, s. 78).

Bir insan düşünün; başına gelmedik kalmamakta. En zor sınavlarla, en çetin problemlerle denendiği halde en küçük bir sızlanma ve şikâyette bulunmama... İmtihanın biri bitmeden daha zor bir diğeri başlamakta, ama hiç sarsılmadan o hep şükretmekte, sadece Allah’a dayanmakta. Putperest baba ile imtihan, çocuksuzlukla imtihan, sonra evlâttan vazgeçmekle imtihan, en sevdiğini kurban etmekle/fedâ etmekle imtihan, evlâdı dağ başına bırakmakla imtihan... Çevre şartlarının en olumsuzu ile, toplumda tek başına olmakla, ahlâksız ve putperest insanlarla sınav, tâğutların en inkârcılarından biriyle, yaratıcı ve öldürücü bir rab olduğunu iddia eden biriyle, sadistlikte Neron’a örnek olan gaddar Nemrut’la denenme, putperest düzenle sınanma, ateşle imtihan... Fakirlikle imtihan olmaktan çok daha zor olan zenginlikle, malı infak etmekle, misafirlere ikramla imtihan. İnsanlarla imtihan olduğu gibi hayvanlarla da imtihan. Hicretle, yeni vatan arayışlarıyla imtihan. Aile ile, çevre ile, devletle imtihanın her çeşidini tadan ve bütün sınavlardan başarıyla geçen kimsenin dünyada da avans cinsinden ödülü vardır: İmamlık/önderlik.

“Bizim şartlarımız başka, ülkenin durumu, yasalar, yasaklar, çevre şartları, konjonktür...” diye bin dereden su getirip kendini temize çıkarmaya çalışanların, “yenim dar, yerim dar” diyenlerin kulakları çınlasın! Ve bu tavrın dünyada avans cinsinden cezası da aynı âyette vurgulanır: “...Ben seni insanlara imam/önder yapacağım' demişti. 'Soyumdan da (imamlar/önderler yap, yâ Rabbi!)' dedi. Allah: 'Ahdim zâlimlere ermez (onlar için söz vermem)' buyurdu." (2/Bakara, 124). Yâni zâlimlerin önder olmaya hakları yoktur. Allah’ın ahdi, her şartta Allah’ı seçenleredir. İmam/önder, örnek olma liyakatini gösteremeyenler, gerçek imamları, peygamberleri önder ve örnek kabul etmezlerse, kâfirlerin elinde oyuncak olmaktan kurtulamayacaktır. Bugünkü her çeşit problemin temeli bundan ibarettir.

“Rabbi İbrâhim'i birtakım kelimelerle sınamış, onları tam olarak yerine getirince; 'Ben seni insanlara imam/önder yapacağım' demişti...” (2/Bakara, 124). Bu sınavların neler olduğu hakkında müfessirlerin çeşitli yorumları vardır. İbn Kesir bu konuyu şöyle açıklıyor: “Muhammed İbn İshak... İbn Abbas’tan nakleder ki, o şöyle demiştir: Allah’ın Hz. İbrâhim’i deneyip de onun hepsini yerine getirdiği imtihanın kelimeleri şunlardır: Allah Teâlâ, İbrâhim’in kavminden ayrılmasını emrettiğinde İbrâhim (a.s.) Allah adına kavminden ayrılmıştı. Sonra Nemrud onu ateşe atıp yakmak istemiş, İbrâhim de Allah uğrunda buna dayanmıştır. Sonra Allah Teâlâ’nın yolunda hicret etmiştir. Yine Allah onu canı ve malıyla imtihan edip konuklar kıssasında anlatıldığı üzere onun durumunu ve tahammülünü ölçmüştü. Allah, oğlunu kurban etmesini emretmiş, o da bu imtihanda başarı göstererek oğlunu fedâ etmeye koyulmuştur. Bütün bunlardan sonra her şeyiyle Allah yoluna koyulup tüm bu imtihanlarda başarı gösterince, Allah ona “teslim ol/İslâm ol” demiş; o da “ben âlemlerin Rabbine teslim oldum/müslüman oldum” demişti. Halkın aksine ve onlardan ayrı olarak Nemrud’a değil; âlemlerin Rabbine teslim olmuştur (İbn Kesîr, Tefsir, c. 2, s. 530).

İbrâhim (a.s.), Allah’ın bu çetin sınavlarını en güzel şekilde başarınca Allah da İbrâhim’i insanlara imam/önder kılacağını beyan etmiştir.


İbrâhim (a.s.) ile İlgili Âyetlerden Bazı Tespitler

Kendisinden Korkulmaya Kim Lâyık? Ve hangi Gurup Emniyette?: “Siz, Allah'ın size hakkında hiçbir hüküm göndermediği şeyleri Ona şirk/ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin ortak koştuğunuz putlardan nasıl korkarım! Şimdi biliyorsanız söyleyin iki gruptan hangisi güvendeolmaya daha lâyıktır?” (6/En’âm, 81)

Mücâdele esnâsında arkasındaki bu gücü hissedebilen müminin gösteremeyeceği tavır olamaz. Gücünü bu tanımdan değil de farklı şeylerden alan her şahıs ise dayandığı o fânîlerin gücü miktarınca kendini emniyette hissetmelidir.

Kurban: "İşte o zaman biz onu uslu bir oğul ile müjdeledik. Babasıyla beraber yürüyüp gezecek çağa erişince ‘Yavrucuğum rüyada seni boğazladığımı (kurban ettiğimi) görüyorum, bir düşün ne dersin?’ dedi. O da cevâben: ‘Babacığım emrolunduğun şeyi yap. İnşâallah beni sabredenlerden bulursun’ dedi. Her ikisi de teslim olup onu alnı üzerine yatırınca; ‘Ey İbrâhim! Rüyayı doğruladın Biz muhsinleri böyle mükâfatlandırırız. Çünkü bu gerçekten çok açık bir imtihandır’ dedik. Biz oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik..." (37/Sâffât, 101-107)

En düşkün olduklarımızdan, en sevdiğimiz için vazgeçtiğimiz an... Dinin en çok lezzetine varılan an. “Sadece Senin için veririm, başka hiçbir şey için bu bedeli vermem!” dediğimiz an. İşte o an yani kurbanımızı O’na takdim ettiğimiz an. Bu anlamda ve seviyede verilen kurbanda asla riyâ olmaz. Duygu ve düşüncelerde saklı ve O’nun rızâsı öncesine geçen bir art niyet gizlenemez. Çünkü o an arkasına gizlenilecek herhangi bir şey de kalmamıştır. Bir ömür beklenip sonunda mûcize olarak kavuşulan bir sevginin, o en büyük sevgi adına fedâsı. Kalpteki en ufak bir pıhtı büyüklüğündeki farklı bir niyetin dahi temizlendiği son gönül operasyonu. Gönlümüzde hiçbir şeyin sevgisinin önü alınamaz şekilde ve O’na gölge yapıcı tarzda boy atmasına izin vermemeliyiz.

Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığına tüm hücreleriyle iman ve şehâdet eden muvahhid mü’min, Allah’tan başka kendisi için kurban edilecek ve kurban olunacak hiçbir varlık kabul edemez. Tek güç kaynağı olan mutlak kudret sahibine kurban bilinciyle adanmadan, harcanmaktan ve esaretten kurtulmanın çaresi yok. Ancak İslâm’a teslim olan insan özgürleşebilir, gerçek hürriyetine kavuşabilir. Kim Allah’a sahip o neden mahrum? Kim Allah’tan mahrum o neye sahip?

Çağdaş sahte ilâhlar, modern tanrılar sadece insan bedenini kurban almakla yetinmiyor, onların ruhlarını, yüreklerini de istiyor. Bedenlerden çok daha önemli olan beyinler, gönüller tâğutlara, beşerî ideolojilere, zâlim düzenlere kurban ediliyor. Doğru kurban anlayış ve uygulamasının sonu cennet, yanlış kurban anlayışının sonu da zillet ve âhirette de dehşet.

Kendi hevâsına, eşyaya, ideolojilere, tâğutlara kurban edilen insanlığın yeniden izzete kavuşması için Allah’tan başkasına kul olmaması, her ibâdetinin yalnızca Allah için olması gerekiyor. Aziz, onurlu ve erdemli insan olmanın yolunu gösteriyor Rabbimiz: “De ki: Benim namazım, ibâdetlerim, hayatım ve ölümüm, âlemlerin Rabbi olan ve ortağı bulunmayan Allah içindir. Ben, bununla emrolundum ve (böyle inanarak) Müslüman olanların ilki de benim.” (6/En’âm, 162-163). Bu âyetteki ifadeyle kendimizi Allah’a adayarak armağan edip şöyle ant içmiş oluyoruz: “Benim tüm istek ve arzum, kurbanım ve bütün ibâdetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah’a armağan olsun! Ulûhiyetinde O’nun ortağı yoktur. Ben, işte bu tevhid ile emrolundum ve ben varlığını kayıtsız şartsız Allah’a teslim edenlerin öncüsü olacağım!”

İnsanların sahte tanrılara böylesine dünya çapında kurban edildiği, İslâm düşmanı zâlim işgalcilerin kurban yerine Müslümanları kesip onların kanını sel gibi akıttıkları zamanları bayram sevincinden ziyade, ümmetin muhâsebesini yaparak kurtuluş planlarıyla değerlendirmeliyiz.

Fesâdın ve şirkin egemen olduğu böyle bir dünyada, İslâm’ın getirdiği kurban ibâdeti bu çarpık zihniyete bir tavır alıştır, bir meydan okumadır. Evet, bir yanıyla tam bir teslimiyet olan kurban bilinci, diğer yanıyla isyan ateşini yakmak, Allah’a isyan edenlere isyan bayrağını çekmektir. “Lâ”sı olmayan, tahrif edilip yumuşatılmış, ısıtılıp ılımanlaştırılmış din anlayışından, hayatın merkezine başka şeylerin konulduğu şirk anlayışından kurtulmak için O’nun yoluna her şeyimizi kurban edebilmeye hazır olmamız ve kendimiz de kurban olma için can atmamız gerekiyor. Ancak bu bilinç bizi dünyada izzete, âhirette cennete kavuşturur.

Bu anlamda kurban, varlığın, esas sahibine iâde edilişini, emanet şuurunu sembolize eder. İnsanın hizmetine sunulan maddenin esâretinden kurtulmak, Allah dışında hiçbir şeyin ve hiçbir kimsenin önünde belimizi bükmemek, hayvan sürüsü gibi güdülmemek, parlak kurbanlık bıçaklarına boyun uzatmamak bilincidir bu. Kurban, malın da canın da gerçek sahibini tanıyıp mülkün sahibinin istediğini istediği gibi yerine getirmektir. Kurban, Allah’a; kurban ettiği hayvan için “o benim kurbanımdı, ben ise Senin kurbanınım” diyebilmektir. Diyebilmek, sadece dille değil, bütün organlarla; diyebilmek ve gerektiğinde uygulayabilmektir.

Et değil, kan değil; Allah’a takvâ ulaşır (22/Hac, 37). Kurban bizim takvâmızı içerdiği oranda makbul bir ibâdet… Füzeden çok daha hızlı yücelere yol alacak şekilde İlâhî rızâya ihlâsımız ölçüsünde bizi ulaştıracak bineğimizdir, kurbanımız…

Paradan, maldan, candan geçme ile ortaya konan kurban, Allah sevgisinin ve Rasûl’e tâbî olmanın ispatıdır. Kurban, Yaratan’ı her şeyden çok sevdiğimizi göstermek, yaratılan mallardan ve canlardan bazılarını O’nun uğrunda fedâ ederek bu sevgiyi yerli yerine koymak, sevgi sınavını kazanmaktır.

Kurban ibâdeti, İbrahim’in ve İsmail’in şehâdetini bu çağa taşımaktır. Bunu kimileri kurban keserek sembolik olarak yapar. Kimileri de canlarını Allah yolunda vererek fiilî olarak gerçekleştirir. Allah için kurban kesen, Allah yolunda gerektiğinde kan akıtmaya veya kendi kanını akıtıp canını vermeye hazır bir cihad eridir. Allah emretse oğlunu ve kendini kurban edebilecek olan muvahhid mü’min, gerektiğinde oğluyla karşılaştırılmayacak kadar kıymetsiz olan İslâm düşmanının kanını akıtmaya, gerektiğinde İsmail Peygamber’den kıymetli olmayan canını fedâ etmeye, Allah yolunda kıyâm edip cihad etmeye can atmakta, esas bayramın şehid veya gâzi rütbelerinde olduğuna inanmaktadır. İslâm dünyası, Allah yolunda mallarını ve canlarını kurban olarak fedâ eden veya etmeye hazır olan, çağdaş İbrahim ve İsmail’ler eliyle yücelecektir.

İbrahim olup İsmail’imizi, İsmail olup gerektiğinde kendi nefsimizi O’nun yolunda seve seve fedâ edebilme bilincine ulaşmak için Hakk’a teslim olmak ve Allah yolunda kurban adayı, cihad eri, canlı şehid olarak yaşamak gerekir.

Hz. İbrâhim ve Putlar: "Allah'a yemin ederim ki, siz ayrılıp gittikten soraputlarınıza bir oyun oynayacağım. Sonunda İbrâhim onları paramparça etti. Yalnızonların büyüğünü bıraktı. Belki ona mürâcaat ederler diye. ‘Bunu tanrılarımıza kim yaptı? Muhakkak o zâlimlerden biridir’ dediler. Bir kısmı; ‘Bunları diline dolayan bir genç duyduk, kendisine İbrâhim denilirmiş’ dediler. ‘O halde onu hemen insanların gözü önüne getirin!’ dediler. ‘Belki şâhitlik ederler.’ ‘Bunu ilâhlarımıza sen mi yaptın ey İbrâhim?’ dediler. O, ‘belki de bu işi şu büyükleri yapmıştır. Haydi onlara sorun eğer konuşuyorlarsa’ dedi. Bunun üzerine kendi vicdanlarına dönüp ‘biz zâlim insanların kendisiyiz’ dediler. Sonra tekrar eski tartışmalara döndüler: ‘Sen bunların konuşmayacaklarını pekâlâ biliyorsun’ dediler." (21/Enbiyâ, 57-65)

Müşriklerin kutsallarının açıkları ve izledikleri yollardaki mantık hataları gibi öğeler, dâvetçi tarafından gözler önüne serilmelidir. Rasullerin topluluklar önünde ileri gelenlerle karşılaşmaları, topluma yönelerek, onların zayıf ve çaresiz yönlerini göstermeleri farklı farklı zeminlerde olagelmiştir (Hz. Mûsâ'nın bir bayram günü toplumun gözleri önünde sihirbazları yenilgiye uğratması ve çaresizliklerini ortaya koyması gibi).

Önünde kulluk sergiledikleri, kendilerini ne duyan ne duâlarına cevap verebilenbu âciz nesneleri bir an olsun sorgulayabilecek bir zemin oluşturmanın bir pratiğidir, Hz.İbrâhim'in put kırışı. Bir an kendi vicdanlarıyla baş başa kalan fertler kendilerini zâlimlikle sıfatlamışlardır. Ancak bu düşünebilme zemini kısa sürmüş ve içinde bulundukları pratik ağır basmıştır. Bir an olsun câhiliyyenin pratiklerine “dur!” denilir ve sâlim kafayla insanların vahiyle muhâtaplıkları sağlanabilirse ağızlardan bu cümlenin döküldüğüne bizler de şâhit olabiliriz. Sonrasında câhilî pratiğin ve iktidarın devamını engelleyemeyen her İbrâhimî eylem halklara bir bahar soluğu verse de, vahiyle bir an olumlu bir karşılaşma zemini oluştursa da bundan ötesini getirmemektedir. Bu amelle, vicdanların bir an gerçeği algılamasının daha ötesi (toplumun düşünsel ve eylemsel dönüşümü) öngörülmemişti. Bunları öngören bir hareket, İbrâhimî bu örnekliğe, farklı ve yeni unsurlar eklemek durumundadır.

“Ey iman edenler, Allah’tan nasıl korkup sakınmak gerekiyorsa öylece korkup sakının ve siz, müslüman olmaktan başka bir din ve tutum üzerinde ölmeyin.” (3/Âl-i İmrân, 102) Allah’a yaraşır şekilde Allah’tan korkmak demek, Allah’ın adını yükseltmek, O’nun emir ve yasaklarına riâyet ederek gösterdiği yolda yürümek demektir. Onun dışında edinilen tüm ilâh ve rabların hükümranlığına son vermektir: “Benden başka ilâh yoktur; şu halde Benden korkup sakının diye uyarıp korkutun.” (16/Nahl, 2) Bir mü’min için; şeytanın taraftarları ile işgal edilmiş bir dünyada, Allah’tan başka ilâh ve rab olmadığını deklare etmek demek, zulme karşı Hz. İbrâhim gibi meydan okumak, kıyâma kalkmak demektir. İşte böyle bir durumda dimdik ayakta durabilmek için, Hz. İbrâhim’in ateşe atılırken “Allah bana kâfidir” şeklindeki sözünü diyebilme güç, irâde ve bilincinde olmak gerekir. Bunun yolu da, Allah’a güvenip dayanmak, O’na teslim olmak, O’ndan gereği gibi korkup O’na yönelmektir.

Zâlimleri etkisiz hale getirmenin yolu mücâdeledir. İnatla, sabırla ve meşrûiyet içinde yürütülecek bir mücâdele ile bütün engeller aşılabilir, kurulan tuzaklar işe yaramaz hale getirilebilir. Bütün korkulardan arınıp yalnızca Allah’tan korkarak, O’na güvenip dayanarak, O’na sığınarak Allah’ın gösterdiği dosdoğru yolda İbrâhimî duruşu göstererek ve bu yolda tüm mazlumlara kimlikleri sorulmadan birlik içinde sahip çıkarak zulme son verilebilir. [1]


İlâhî Emirler Karşısında Tek Sözümüz “Lebbeyk”: “Rabbi ona ‘İslâm ol’ dediğinde, ‘Âlemlerin Rabbine teslim oldum’ demişti.” [2]

Mü’min bir ağza İlâhî emirler karşısında tek yakışan şey “Lebbeyk”dir. İlâhî lutuflar ve emirler karşısında itiraz eden; teslimiyet ve itaat yerine nefsinin hevâsını ve arzularını koyan beşer tipi eleştirilmiştir. Çünkü bu duruş, kulluktan öte bir tarzdır.

İslâm’ın mânâsı, teslim olmaktır; Allah’ın emir ve yasaklarına teslim olmak. Allah’ın hükümlerine teslim olmaksızın İslâm olmaz.[3] İnsan, Allah’ın yarattığı kuldur. Allah, ilmiyle her şeyi kuşattığından ve hikmet sahibi olduğundan kulluğun gereği, O’na teslim olmaktır. Hayatın kanunları insanın Allah’a teslim olmasını gerektirir. Çünkü bu kanunları da, insanı da en iyi bilen, Allah’tır.

Bütün kâinat ve içindeki her şey o yaratıcının kanunlarına itaat etmektedir. O yüzden bütün kâinatın dini İslâm’dır. Güneş, ay, yıldızlar hep müslümandır. Dünya, hava, su, ışık, ağaçlar, taşlar ve hayvanlar da müslümandır. İslâm, Allah’a itaat edip teslim olmak demek olduğu için, bütün bu varlıkların isyan etmeden Allah’a itaat ettiklerini görmekteyiz. Yani teslim oluşlarına, müslüman oluşlarına şâhidiz. “Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde olanların hepsi ister istemez O’na teslim olmuştur ve O’na döndürülüp götürüleceklerdir.”[4] Bu âyette gökte ve yerde olanların teslimiyeti insana örnek olarak gösteriliyor ve deniliyor ki “Ey insan, İşte sen de böyle teslim olmalısın!” Hz. Ali’nin de dediği gibi “İslâm teslimdir, teslimiyettir.” Allah’a teslim olmayan kimse, müslüman sayılmaz. İnsan neye teslim olmuşsa ona kul olmuş demektir. İslâm, imanın bir tezâhürü, dışa yansımasıdır. İman etmeden teslimiyet, yani imansız İslâm olur mu? Olsa bile makbul değildir. Münâfıklar inanmadan teslimiyet gösteren insanlardır. Günümüzde de gerektiği şekilde iman etmediği, Allah’ın hükümlerini içine sindiremediği, başka ideolojileri (dinleri) benimsediği halde kendilerini “müslüman” olarak tanıtan insanlar bu sınıfa girerler. İslâmîyetin (teslimiyetin) geçerli olabilmesi için gönül rızâsıyla, kayıtsız ve şartsız tam bir teslimiyetle Allah’ın şeriatına teslim olmak gerekir.

İnsan da kendi hür irâdesi ve tercihiyle Allah’a teslim olursa, İslâm’ı seçip müslümanca yaşarsa, kâinatın boyun eğdiğine teslim olduğundan artık o, kâinatla barışıp uyum sağlar. Böylece bu insan, dünyada halife olur.

İslâm, insanın içi ve dışı, kalbi ve kalıbı, aklı ve vicdanı, arzusu ve nefreti, duygusu ve hassâsiyetiyle Allah’a teslim olup boyun eğmesidir. Kalbini ve aklını, elini ve eteğini, içini ve dışını Allah’ın hükmü dışındaki her türlü etkiden kurtarmaktır

"O'nda Güzel Örnekler Vardır"
"İbrâhim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: 'Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz/reddediyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.' 'Rabbimiz! Ancak Sana tevekkül edip dayandık, Sana yöneldik. Dönüş de ancak Sanadır. Andolsun, onlar sizin için, Allah'ı ve âhiret gününü arzu edenler için güzel bir örnektir. Kim yüz çevirirse şüphesiz Allah ğanîdir (zengindir), hamîddir, hamde lâyık olandır." (60/Mümtehıne, 4, 6)

Kur’an, “üsvetün hasenetün (güzel örnek)” ifadesiyle tüm müslümanlara örnek gösterdiği Muhammed Mustafâ’dan (s.a.s.) başka sadece Hz. İbrâhim’in adını verir (33/Ahzâb, 21; 60/Mümtehıne, 4, 6). Bu, Hz. İbrâhim’in Allah katındaki faziletini gösterdiği gibi, bizim de pratik hayatımızda Hz. İbrâhim’i model almamız, onun davranışlarını hayatımıza geçirmemiz için de her dönem referansımız olması açısından önemlidir.

Kur’an’ın üçte birini teşkil eden kıssalar, binlerce hikmetle yüklüdür. Zâhiren olmuş bitmiş bir olayı anlatıyor gibi gözüken peygamber kıssaları, her dönem için nice örnekler taşıyan önemli referanslardır. Bu kıssalar, olanı anlatırken olması gerekeni bildirir bize; elbette, olmaması gerekeni de. Bu kıssalarda şahsî hayata, aile hayatına, toplum hayatına, hayatın tüm alanlarına ilişkin mânidar dersler verilir. İbrâhim (a.s.) ile ilgili kıssada da, nefis terbiyesinden çocuk terbiyesine, câhiliyye ile tek başına mücâdeleden cemaat ve ümmet olmaya kadar hayatın birçok alanında engin ibretler, zengin dersler vardır.

İbrâhim (a.s.) putları parçaladıktan sonra kavmiyle diyaloga girmektedir. İbrâhim (a.s.) putların kırılmasıyla ilgili olarak kendisine soru sorulduğunda bundan en büyük putu sorumlu tutmuş ve kavminden eğer konuşma güçleri varsa onlara sormalarını istemiştir. Sapıklık içinde yaşayan toplumun durumuna karşı hissettiğimiz bazı durumlarda bu üslûba ihtiyaç duyabiliriz. Toplumda, sahiplerinin dahi farkında olmadıkları bazı küçük ve büyük boşluklardan yararlanarak onlarla mücâdele sürecine girebiliriz. İnanç ve davranışlarındaki hataları yüzlerine vurarak bu kimseleri zayıf konuma düşürebiliriz. Bu girişimimiz sonucunda karşımızdakiler şu iki tavırdan birini alacaklardır. Ya hatalarını görerek hakikati kabullenecekler, ya da inat edip ve büyüklük taslayarak hatalarında ısrar edeceklerdir. Bu ikinci tavır, onların başkaları yanında saygınlıklarını yitirmelerine yol açacak, kendi iç bütünlüklerini kaybettirecektir. Dolayısıyla diğer insanları sapıklık ve çarpıklığa sürükleme çabalarındaki etkinlikleri zayıflayacaktır.

Bu üslûbu izlerken, diğerlerinin düşünce ve uygulamalarını iyi tanımamız gerekmektedir. Onların zayıf ve güçlü noktalarını ancak bu şekilde öğrenebiliriz. Daha sonraki diyaloglarımızda akîdeyi anlatmak için bu bilgilerden yararlanmamız mümkün olacaktır.

Nemrut’la konuşmasına gelince; burada İbrâhim peygamberin, dünya tarihinde yaşamış tâğutların en büyüklerinden biriyle yaptığı mücâdeleye şâhit olmaktayız. Nemrut’un azgınlığı o dereceye varmıştır ki, kendisini ilâh olarak görmeye başlamış ve insanlardan Allah’ı bırakıp kendisine kulluk etmelerini istemiştir. İbrâhim (a.s.), Nemrut’a karşı katı ve kararlı bir tavır sergilemiş, ilâhlığın mutlak güce dayanması gerektiğini, oysa Nemrut’un buna sahip olmadığı tezini işlemiştir. Ardından hayat ve ölüm meselesinden bahsederek kendi Rabbinin ölümsüz olduğunu söylemiştir. Bu tâğut da, İbrâhim (a.s.)’in taraftarlarının saflığını kullanarak sözcüklerle oynamak sûretiyle onları kandırmaya çalışmıştır. İbrâhim (a.s.) ona Rabbinin dirilten ve öldüren olduğunu söylediğinde o, kendisinin de dilediğini öldürüp dilediğini dirilttiğini iddia etmiştir. O, adamları tarafından tutuklanan insanlardan bazılarını astırıp bazılarını sağ bırakarak öldürme ve diriltme gücüne ve dolayısıyla ilâhlık vasıflarına sahip olduğunu ileri sürmüştür. İbrâhim (a.s.) bu tâğutun sözkonusu altın fırsatı kullanarak övünüp böbürlenmesine fırsat vermemiş ve Allah’ın kâinatta yarattığı tabiat hârikalarını ön plâna çıkararak Nemrut’tan eğer gerçekten ilâhsa bunları değiştirmesini istemiştir. İnkârcı Nemrut, bu istek karşısında çaresiz kalmış ve verecek cevap bulamamıştır.

Bu diyalogda bizim yararlanacağımız nokta şudur: Günümüzde gerçekleri çarpıtmak isteyen çevreler saf ve basit insanları ikna edip kandırmak için bazı yollara başvurmaktadırlar. Halkın kandırılmaya çalışıldığı konular, bazen akîdeyle ilgili hususlar, bazen de günlük hayatla ilgili meseleler olabilmektedir. Biz bu gibi çevrelerin çabalarına karşı İbrâhim (a.s.)’in üslûbundan ilham alabiliriz. O, Nemrut’un benzeri girişimlerine karşı açık meydan okuma yoluna başvurmuş ve neticede saptırma ve karalama çabalarını boşa çıkarmıştır.

Bu hedefe ulaşabilmek için saf insanların alt oldukları çarpıtma ve saptırma yollarının iç yüzüne vâkıf olmamız gerekir. Tabii ki, meydan okuma gücüne sahip açıklama yollarını da bilmemiz gerekir. Bütün bunlar dâvetçilerin yaşadıkları vâkıayı, bu gerçeğe hâkim olan üslûpları ve vâkıanın seyir biçimini bilinçli, dikkatli ve kapsamlı bir şekilde izlemelerini zarûri kılmaktadır. (M. Hüseyin Fadlullah, Kuram ve Eylem, c. 2, s. 141)

"Bir zaman İbrâhim, babasına ve kavmine demişti ki: 'Ben sizin taptıklarınızdan uzağım. Ben yalnız beni yaratana kulluk yaparım. Çünkü O, beni doğru yola iletecektir. Bu sözü, ardından geleceklere devamlı kalacak bir miras olarak bıraktı ki, insanlar (onun dinine) dönsünler." (43/Zuhruf, 26-28)

Başta İbrâhim (a.s.) olmak üzere peygamberlerin tevhid mücâdeleleri, yozlaşmış bir toplum içinde, bireyin nasıl mümtaz bir yaşam süreceği, onurlu bir direniş ve muhâlefeti nasıl ortaya koyacağı sorusuna verilen cevabın etrafını örmektedir.

"İbrâhim'de, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır.” (60/Mümtehıne, 4)O, öyle bir örnektir ki, baba sevgi ve saygısı, onu dâvâsından tâvize mecbur edemediği gibi, evlât sevgisi de ilâhî emrin önüne geçirememiştir. En inatçı müşrik bile olsa, babaya dâvâ anlatılırken nasıl bir üslûp kullanılması gerektiğini öğreten bir evlâttır o. Ne saygı ve sevgiden dolayı tâviz; ne de hakkı anlatırken haksız duruma düşüren kabalık, küstahlık, saygısızlık ve ukalâlık... Babasının, putperestlerin önde geleni olmasına rağmen, onun eylemlerine Allah için buğzederken, “yâ ebetî, yâ ebetî” hitabıyla babasını fıtratının sesine çağırmıştır. “Babacığım, ey babacığım” gibi hem hürmet, hem şefkat yüklü bir hitapla babasını şeytanın icat ettiği putlara tapmaktan alıkoymaya çalışan bir peygamberdir o. Her yanı küfür ateşinin sardığı bir ortamda yakıcı ateşler içinde kalmış, ama yanmamıştır. Hiçbir ânını ve hiçbir duygusunu küfür ateşine atmamış; o yüzden, yıllar sonra Nemrut’un dağ gibi ateşleri bile, Allah’ın izniyle onu yakmamıştır.

İbrâhim (a.s.)’i örnek almak demek; İbrâhim olup Allah’tan başka en çok sevdiğimiz İsmâil’lerimizi Allah yoluna fedâ edebilmek demektir.

Putlara, putlaştırmaya ve putçulara karşı tek başımıza da olsa mücâdele edebilmektir.

Âhiret ateşine atılmamak için dünya ateşlerinden korkmamak, ateşle imtihanı göze alabilmektir.

Babamız ya da zâlim devlet reisi de olsa muhâtaplarımıza hakkı haykırabilmektir.

İbrâhim olup sevdiğimizi, İsmâil olup nefsimizi Allah'a adama bilinci, tavsiyesi ve duâsıyla...

Hz. İbrâhim'in putperestlerin yüzüne haykırdığını, çağdaş putçulara biz de tekrarlıyoruz: "Yuh olsun size ve Allah'tan başka taptıklarınıza! Siz, aklınızı kullanmaz mısınız?" (21/Enbiyâ, 67)



[1] 8/Enfâl, 45-47; Yıldırım Canoğlu, İbrâhimî Duruş, Umran, sayı: 77, Ocak 2001


[2] 2/Bakara, 131


[3] Bak. 6/En’âm, 162 ve 4/Nisâ, 65


[4] 3/Âl-i İmran, 83
 
H Çevrimdışı

Habibullah

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
ALLAH celle celaluhu hepimize bu yaziyi kendimizle kiyaslayarak okumayi,kiyaslayarak muhakeme etmeyi,vede davranabilme becerisini nasip eylesin....
 
Hafsa binti Ömer Çevrimdışı

Hafsa binti Ömer

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Amin kardeşim amiin ..okumak la olmaz hayatımıza geçirmektir mühim olan..hayatımıza geçirebilenlerden oluruz inşeAllah..
 
P Çevrimdışı

PhiloSophiaLoren

Guest
"İbrahim ateşe atılana kadar, insanlar ateşin yakacağına inanıyorlardı.
Ancak o gün, ateş İbrahim'i yakmadı.
Bizi ateşin yakacağına inandırmaya çalışıyorlar.
Oysa biz, İbrahim'e inanmalıyız."

| Tarık Tufan |
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt