İhsan Şenocak’ın Cumhurbaşkanına Yazdığı Mektuba Mehmed Emin Akın Hoca’dan Cevap
İhsan Şenocak’ın Erdoğan’a Mektubu Ne Anlama Geliyor?
İhsan Şenocak Hoca ‘İslam Gençliğinden Cumhurbaşkanına Mektup’ başlığıyla Cumhurbaşkan’ı Erdoğan’a hitaben ilginç bir mektup yayınladı. Mektubu, bir fikriyyatın sesi ve tercümesi olması niyetiyle kalem almış ve ma’kul ve bazı şer’î nasihatleri içermekle birlikte abartı ve yersiz takdir ve tazimler içermektedir. Adeta Erdoğan’ı halife makamında gören bir heyecan ve üslupla yazılmış.
AKP’nin iktidar olduğu dönemde ülkenin nasıl helaka doğru gittiğini görmezden gelen ve ahlaksızlaşmada AKP döneminde nasıl ölümcül değişimlerin olduğunu unutarak. Mektup abartılar içeriyor ve nedenini anlayamadığımız bir özgüven diliyle Erdoğan’ı muhatap alıyor.
Mektup, Erdoğan’a övgü, vehhabilik/Işıd/selefilik uyarısıyla devam ediyor ve AKP iktidarı döneminde yapılan olumlu işlere rağmen partililerin İslam dışı davranışta bulunuşlarından örnekler veriyor.
Mektubun ana konuları, Erdoğan’ın tebrik edilmesi, vehhabilik/Işıd tehlikesi karşısında Osmanlı Medrese geleneğinin yeniden ihyasını etrafında dönüp dolaşıyor. Açık mektup olması hasebiyle, hassas ve ciddi meselelere değinmiyor derinlikli konuları ele alamıyor ve olması gereken İslami nasihatı yerine getiremiyor. Mektupta Şenocak’ın imzasının kullanılması, yaşı ve sahip olduğunu konum gereği Cumhurbaşkanlığı makamı gibi bir kurumun başında bulunan insanın yaşına ve konumuna göre etkisi zayıf hafif kalmış bir mektup hüviyetindedir.
Erdoğan Mahmut Efendi’yi ziyaret ettikten sonra, Büyük veli bildikleri bir insanı Cumhurbaşkanlığı kesin olan Erdoğan’ın ziyaretine rağmen zannediyorum ki, bu mektup gereksiz olmuştur. Çünkü İstanbul’daki Büyük veli gerekeni mutlaka Erdoğan’a söylemiş ve onu İslamî olarak uyarmış olmalıdır değil mi?
O zaman bu mektuba kim vazife çıkarmıştır ve vazife vermiştir?
Erdoğan’ın İstanbul’da ayağına kadar gittiği bir veliye tabi olmaya ve onun da muhtemel nasihatine rağmen, bu mektup nasıl siyğasına uygun düşecekti? İslam Gençliği ifadesi kullanılarak, dolayısıyla böylece makam-ı velayet ile ters düşülmemiş olunacaktı. Böylece mektup olması gereken üslup ve ağırlıkta olmasa bile, gençliğin sesi olarak halka da duyurulmuş olacaktı.
Şenocak, Erdoğan’a adeta laik bir devletin başı değilmiş gibi İslamî bir görev ve mektubuna da Hilafet yolundaki nasihatler manasında anlamlar yüklüyor diye düşünüyorum.
Oysa AKP hükümeti laik ve dindışı bir Anayasa’yı ülkenin tüm kurumlarının üstünde tutarak bu ülkeyi mevcut laik ve materyalist yasalarla yönetiyor ve hükümleri Kur’an’a ve Sünnete aykırı bir yasamanın başında bulunuyor. Söz konusu mektup, asla bunlara yer vermiyor, Erdoğan’a edebi destek ve nasihat içeriyor. Mektup, AKP’nin İslam’a göre ne ve nerede olduğunu değil, Erdoğan’ın kim olup olmadığı üzerine bina edilmiş. Bu belki de bilinçli olarak tercih edilmiş bir husustur.
AKP döneminde çıplaklığın, zinanın, uyuşturucunun ve içki tüketiminin ve sokaklarda çıplak gezmenin ne kadar yaygınlaştığı ve okullarda işlenen suçların türleri ve sayısı hakkında konuşmayacağım. Arife ta’rif gerekmez.
İhsan Şenocak, AKP kadrolarında, Modernistlerin, Allah’ın şeriatını hiçe sayan, İran ve Şia bağlantılı kadroların ve beyinlerin hükümeti ve hatta Erdoğan’ı nasıl etkilediklerinin farkında değil.
İhsan Şenocak, mensup olduğu cemaat veya camiayı temsilen, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yazdığı mektupla; Erdoğan’ı Kur’an’la uyaracağına Büyük Velilerden ve onların ruhaniyetinden söz ediyor. Demokrasiye nasıl baktığını ve demokrasi içinde Müslümanların maslahatı uğruna işlenen maddi cürümlerin bazısını eleştirmekle beraber akide hususunda nasıl İslam dışı amellerin ahkamı hakkında işi geçiştirdiğini ortaya koymuştur. Zira onları yazmak ve konuşmak Türkiye’de Vehhabililik/Işıd ve selefilik çizgisinin ve tekfir cemaatlarının işi oluyor. Türkiye’de tarikatlara muhabbet beslememek ve demokratik yapılarda yer almamak bu suçlamalar için yeter sebep haline geldi.
Bu açıdan Mahmut Efendi’nin Çeçenistan gezisi projesi aslında bize Türkiye’de tarikatların konumu ve dünya devletlerinin de hali hazırda küfr ile İslam arasındaki savaşta nasıl bir değere sahip olduğunu ve nerede durduklarını da bize söylemektedir. Rusya’nın bile Selefi mücahidlere karşı tarikatlara ve tasavvuf ehline daha sıcak baktığını söylemek iftira değildir. Bu Rusya ile işbirliği anlamında değil, tarikatların Selefilere bakışı sebebiyle Rusya’nın ve ABD’nin kullanmak istediği bir duruştur.
Suriye cihadında bile zamanında Şam’da iken eleştirdiğimiz bazı Suriyeli alimlerin bu savaşta yerlerinin ne olup olmadığını bilenler az değil. Ğaybi yardımı Allah’tan önce evliyayaya havale eden miskinler ve yalancılar güruhu; Suriye’de evliya dediklerinin ve kerametlerinin nasıl döküldüğünü ve hiçleştiklerini görsünler.
Adamın nerdeyse çorabı kaybolsa o bunu bile Abdulkadir Geylani’den isteyecek kadar dalalette olan önderlerin hâkim olduğu zihniyet bugün Şam beldesinde ortalıkta yoklar. Laik ve dinsiz Suriyeli kadrolar yılarca Türkiye’de cirit attılar ABD ve AB desteğinde Türkiye’yi de meşgul ettiler ama âlimler çıkıp dünyaya Müslümanlar adına seslenemediler ve Suriye cihadını içerde yalnız bıraktılar. İçerde kalanlar da zaten daha önce zindanlarda çile dolduran Müslümanlardı.
Hâsılı anlaşılan o ki; mensup olduğu İslam Gençliği Şenocak’ın adının Erdoğan’ın kulağına çalınmasını istiyor. Zira bu mektubu – kendi adına değil, mensûb olduğu camia adına kalem almış ya da alınması kendisinden istenmiş ya da ittifak sonucu kalem alınmıştır. Dolayısıyla mektup, mevcut iktidarı meşrulaştırıp demokrasiyi eleştiriden uzak tutuyor ve Vehhabilik uyarısıyla, Erdoğan’ın kutlu bir yolda olduğu takdiriyle devam ediyor.
Türkiye’de Din için dini, demokrasinin ve kemalizmin ilkelerinden olan laik Anayasal laik rejim için kullanan siyasi partileri eleştirdiğinizde; Haricilik ve Selefilikle suçlanacağınız adeta İhsan Şenocak’ın mektubunda okunur gibi. Üstelik Vahhabi/ışıd terkibi gerçekten çok ince göndermeler içeriyor. Sağ olsun (!) Mısır Selefileri aklettiler de böyle bir ittihamdan kendilerini kurtarmayı (!) başardılar. Fakat bu kez de Allah’ın ve tarihin hükmüne mahkûm oldular.
Âlimlerimizin bazısı; Demokrasi’nin Allah’ın hükümlerini reddeden bir siyasal ve felsefi sistem olduğunu söylediğiniz zaman; bununla hükmetmenin küfr olmadığına bir dizi delil zikrederler. Yine bazılarının ayetlerin zahiriyle anlaşılmaması gerektiğinden ve demokrasi karşıtlarının hemen Hariciliğinden ve tekfirciliğinden söz edeceklerini biliyorum. Bir zamanlar Cübbeli Hoca da demokrasi ve laikle ilgili laflar etti. Sonunda soluğu hapiste alınca, artık ne laiklik hakkında ve ne de demokrasi hakkında konuşamaz oldu, birileri onu susturdu. Belki de onu susturan AKP idi.
Tarikatlar nezdinde Selefilik, laiklikten ve demokrasiden daha tehlikeli. Çünkü Türkiye laikliği ve demokrasisi; çıkarları için tarikatları ve şeyhleri kollar ama ABD ve diğer kâfir devletlerin hatta Vehhabilikle suçladıkları selefilere S.Arabistan’ın bile düşman olduğu gerçeğini unutarak. Neden S:Arabistan Vehhabiyken aynı zamanda hem selefilere ve hem de Vehhabilere karşı savaş ilan etmiştir, bunu hiç mi düşünmüyoruz?
Tarikatlardaki münkerlere rıza gösterenler; Müslümanların demokrasi içinde içinde işledikleri münkerlere ve şirklere ise hiç ses çıkarmıyorlar. Sebebi de; Türkiye’de “devlet” “tarikat” ve “ulusalcılık”ın birbirine olan ihtiyacıdır. Onun için bütün tarikatlar devlete ve rejime yakınlık aramakla kendi geleceklerini selamete almaya çalışıyorlar. Hâlbuki 28 Şubatta kendileri de zulüm gördü. Ama mesele selefilik olunca; devleti ve kolluk kuvvetlerini imâlı bir biçimde göreve davet ediyorlar. Allah’ın hükümleriyle hükmetmeyenleri Müslümanların üzerine saldırtmaya çalışıyorlar. Peki, o zaman Mahmut Efendi’nin Kadirov’u ziyaretinde ne sakınca vardı da engel olundu?
İhsan Şenocak’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yazdığı mektubun başlığı şöyle:
‘İslam Gençliğinden Cumhurbaşkanına Mektup’
İhsan Şenocak’ın hangi fikri akıma bağlı olduğu veya kendini nisbet ederek bu mensubiyetin dilini kullandığını bilenler; onun bu mektubunda, Erdoğan’a; adeta, ‘işte bakın İslam gençliği biziz, senin arkanda duruyoruz. Bizlerin dışında ne bir İslam gençliği vardır ve ne de onların çoğu senin gittiğini yolun doğru olduğuna inanıyorlar’ demeye getiriyor.
İhsan Şenocak’ın gözünde İslam gençliği, AKP’ye oy veren ve onun işlediği birçok günahı ve AB ‘ye girme yolunda ittikab ettiği münkerleri ve İslam’a karşı verilen savaşta nerde olduğunu unuturcasına ve BOP denen mel’anet projeyi hiç aklına getirmezcesine konuşması, gerçekten düşündürücü.
Acaba İhsan Şenocak Yahudilerin neden Türkiye’de diledikleri gibi toprak satın aldıkları hakkında bir şeyler yazabilir mi? Türkiye’nin tarım arazileri zengin işadamlarına peşkeş çekiliyor. Türkiye tarım ülkesi olmasına rağmen, bu sene açlık sınırının da altında yaşıyoruz desek inanır mı? Tarımda AKP geldi geleli borçlardan ve sıkıntılardan kurtulamadık. Ülke satılıyor kimsenin haberi yok. Hatay’ın topraklarının 1/3’ünün satıldığını Hataylıların kendileri dillendiriyorlar. Harran Ovasında yabancılar durmadan arazi alıyorlar. Bu siyaset Türkiye’nin dört bir yanında işliyor.
Münbit bereketli araziler nasıl yenilip yutuluyor ve Türkiye’deki insanlar açlığa sürükleniyor kimse bunun farkında değil.
15 yıl sürmeyecek köylerde arazilerini sürecek insan kalmayacak. Bu araziler kimi olacak. 5+3 yıllık zulüm sistemle Türkiye fakirleştirildi ve çölleştirildi hayvani serveti tükenme noktasına getirildi. Bunu elbetteki sadece 12 yıllık AKP iktidarının suçu değildir.
Köylerin tekrar hayat kazanması için 4+4+4 sitemi hiçbir fayda vermemiş ve zulmü daha devam ettirmektedir. Köyler tekrar gerçek hüviyetine kavuşturulmalı; köyler tekrar Türkiye’nin beğenmediğimiz o klasik konumuna icra edilmelidir. Ama AKP ne yapıyor? Şehirlerin alanını alabildiğince genişletiyor ve köyleri yutuyor insanların kimliği üzerinde oynuyor.
AKP Hükümeti değil mi İstanbulu korkunç ve iğreti bir sömürge kolonisi şehre döndüren ve kâfir ülkelerle dalalet yarışına sokan? Görmüyor musunuz, İstanbul’da İslam’ın alametlerini teker teker yok ediyorlar. Şehrin nasıl kapitalist emperyal ticarî kulelerle donatıldığının farkında mısınız?
İstanbul, fahişeler şehri Hong Kong’u geride bırakmış! Otel odaları kadınlı erkekli gruplar tarafından zina hanları (kardeşlik odaları diyorlar) olarak kullanılıyor. AB uyum süreci uğruna bunların hepsine göz yuman kim? İstanbul’daki fuhşu ve rezillikleri şehri tamamen bir günah labirenti haline getirip gizleyerek meşrulaştıranlar kim? 12 yıldır iktidarda kim var?
Gazze olayları sırasında hatırlar mısınız bu partinin üyelerinden kaçta kaçı İsrail Dostluk Derneğine kayıtlıydı?
İslam Geçliği adına Erdoğan’a mektup yazmak yetmiyor; bakın yakınındaki müsteşar ve danışmanlarına hangisi ne kadar İslam’dan haberdar ve İslamı biliyor? Bilseler ne olacak? İslamın politikada ne kadar yeri var?
İran’la büyük kalabalık bir heyet halindeki ziyarette imzalanan anlaşmalar hakkında sizin de bizim de bir bilgimiz yok. Neden bu halk AKP Hükümetinin İran’la yaptığı anlaşmaların neler içerdiğini bilmiyor ve neden bu halk BOP’ta Erdoğan’ın altına imza attığı meseleler hakkında bilgi sahibi değil? Ortadoğu’da haritaların değişimi bu anlaşmalarda Erdoğan’ın altına imza attığı konular arasında mı değil mi? İftira etmek için bunları yazmıyorum gerçek bu. Neden bir şey bilmiyoruz?
AKP, İslamı yaşanabilir kılmıyor, AKP batılı modern hayatı İslam’la yan yana yaşanabilir kılmaya çalışıyor. Tabii ki bu “İslamî” dediğimiz hayatın ne kadar İslamî kaldığını yaptıklarımız gösteriyor. Bunun müsebbibi kim? Vehhabiler ve selefiler mi?
İstanbul’da Bira fıçısından içeri girilip de alenen fuhuş yapılan ve insanların da bunu seyrettiği yerler varmış bunu gazete haberlerinde okuyoruz, AKP iktidarı döneminde bu konuda ne yapmış? Herkesin yaşam tarzına saygı korkaklığı ve tavizi İslamın önünü mü açıyor? AB’yi memnun etmek için çıkarılan yasalar plajlarda çıplakları ve üstsüzleri tatmin hâlâ tatmin etmiyor ki, alenen üstsüz geziyorlarmış. Bu Belediyelerin bazısı da AKP’nin elinde.
2023 hedefi ne ola ki? Bunları bertaraf etme tarihi mi? Yarın Suriye ve Irak olmayacağımıza dair sanki birileri ilahi bir güvence almış gibi konuşuyor. AKP basireti kör bir partidir ve Ümmetin yozlaşmasını daha da yoğunlaştırıyor.
Sanki Hoca, AKP’nin iktidar olduğu dönemde ülkenin ahlaksızlaşmada ve uyuşturucu kullanımında nasıl ölümcül bozuluşlara sahne olduğunu unutuyor ve Türkiye’deki İslam Gençliğinin (!) sesi imiş gibi Erdoğan’a hitap ediyor. Türkiye’deki İslam gençliği de ne ve kimler oluyor? Tarikat menşe’li gençlik mi? İşte tarikatın liderleri, TV’lerde onların âlimlerinin nasıl istismar edildiklerini görüyoruz.
Burada AKP döneminde çıplaklığın, zinanın, uyuşturucunun, içki tüketimi ve sokaklarda çıplak gezmenin ne kadar yayıldığını ve okullarda işlenen suçların türleri ve sayısı hakkında konuşmayacağım. Arife ta’rif gerekmez.
İhsan Şenocak, AKP kadrolarında, bulunan Modernistlerin, Allah’ın hükümlerinin değişeceğine inanan, İran ve Şia bağlantılı kadroların ve beyinlerin hükümeti ve hatta Erdoğan’ı nasıl etkilediklerinin farkında değil..
Fazlurrahmancılar bu partinin kadrosunda şu anda bakanlık yapıyorlar. Rio’ya gittiklerinde kadınların dansını ibadete benzeten adam şimdi Kültür Bakanı. Bu adam Sünneti inkâr ediyor; kendisiyle bazı tartışmalarımda bunu gördüm. Hadislerin bazısını hükmünü inkâr eden Hüseyin Atay’ın (tez danışmanlarımdandı) safında bize karşı mücadele ediyordu. Recmi ve kadınların hayz halinde namaz kılmamasını inkâr ediyor. İhsan Şenocak, herhalde Türkiye’de Fazlurrahman denen münafıkın ve zındıkın adına “Sempozyum” düzenleyen Belediye’nin başında bir zamanlar R.Tayyip Erdoğan’ın olduğunu unutuyor. Erdoğan’ın Cidde’de faiz konusundaki açıklamaları Fazlurrahmancıların onu ikna etmesiyle miydi diye şüphe ediyorum.
( II )
Suriye konusunda AKP hükümetinin –iyi niyetine rağmen- attığı can alıcı yanlış adımlar ve İran karşısında bütün gördüklerine rağmen sessizliği, Irak’ta zamanında Müslümanların yanında durmaması sebebiyledir. Irak’ta Müslümanların yanında değil, gizlice ABD ile birlikte oldular. Hâlâ da öyleler. Şenocak, bütün bunları bildiği halde, adeta Erdoğan’ı Halife makamına oturtarak mektup yazıyor ona..Şenocak, elbette bazı şeyleri görüyordur. Türkiye’de ahlaka ve İslami ilimlere değer verilmesi gerektiği konusunda teklifine katılıyorum.
Ama asıl görmediği ya da göstermek istemediği: AKP’nin demokratik bir parti olarak laiklik ve Kemalist ilkeler üzerine and içerek hükümet olmasıdır. İhsan Şenocak ve Türkiye’deki birçok yazar ve çizer, Millici ve maneviyatçı kesim ve ilim ehli toplumda yaygın hale gelen ahlaksızlıktan şikayetlenirlerken, okullarda hâlâ İslam akidesinin nasıl bir tehdit ve tehlike altında olduğunu görmüyorlar..
Hocalar ve âlimler; AKP’nin vb. partilerin Kur’an’a ve Sünnet’e göre nasıl bir dini hükmünün olduğunu ise asla konuşmuyorlar ya da konuşamıyorlar. Sanki konuşurlarsa, Vehhabi/selefî olacaklar. Allah’ın emirleriyle hükmedip etmemeyi konuşmak; sanki Ebu Hanife’nin akidesinin ve fıkhının konularından değilmiş de Vehhabiliğin ihtisas alanıymış gibi göstermeye çalışıyorlar. Neden acaba?
Peki, okullardaki şirk içeren bazı törenlere ve genelevlerine ruhsat vermeye ve faizle ilgili yasalar çıkarmaya ve zinayı suç görmeyen AB uğruna uyum yasaları çıkarmaya ve Kur’an’ın demokrasi ile ilkeler bazında çelişmediğini söylemeye kadar, daha nice dalalet olan sözleri bu partinin milletvekillerinin ve bakanlarının ağzından çıkmasına ne demeli? İhsan Şenocak, putçuluğun anlamını sen bu millete öğrettin tarzındaki abartıyla Erdoğan’ın Anıtkabirde duruşunu ve Azerbaycan’da Aliyev’in kabrine çelenk koyarken ruku’ eder gibi eğilen resmini ise galiba hatırlamıyor. Eğer bunu bilmiyorsa diyecek bir şey yok, biliyor ise durum daha vahim. Zira bu amel kâfirlerin büyüklerine gösterdikleri tazimdendir ve onlara göre bir nevi ibadettir.
Türkiye’de ulema ve Şeyhler bunun şirk amellerinden olduğunu elbette söylemezler. Çünkü AKP ve daha önce seçtikleri partilerin iktidar ya da iktidar ortağı olmalarında dünyalık menfaatleri var da ondan. Allah’ın dini bu amelleri caiz görmediği gibi buna ihtiyacı da yoktur.
Samsun’daki heykelleri misal vermesine rağmen, Erdoğan’ı övme sadedinde diyor ki:
”17. Ebu’l-Hasan Harakani Hazretleri’nin şehit düştüğü dağın eteğine dikilen heykellerin Anadolu’nun İslam’a aidiyetini silmeye matuf bir hamle olduğunu fark edince her nevi tepkiyi göze alarak esaslı bir duruş sergilemiştiniz. Mahşerde karşınıza “hayırlı bir amel” olarak çıkacak o konuşma ile tarihe şu notu düştünüz: “Allah Resulü’nün fethin ilk alameti olarak Ka’be’nin etrafındaki putları, ‘Hak geldi batıl zâil oldu.’ ayet-i kerimesini okuyarak yıkması, putun, batılın sembolü olduğunu ilan amacını taşımaktaydı.
Bin yıl önce Anadolu kıtasında cereyan eden Hak-Batıl hesaplaşmasını kaybeden küfür cephesi, uygarlığın yekün ifadesi olarak gördüğü heykeli getirip Büyük Veli’nin huzuruna dikerek, ”Biz yıkılmadık, hesaplaşmaya hazırız.” mesajı vermişti. Böyle bir zamanda mevzuyu Ebu’l-Hasan Harakani Hazretleri merkezli ele alıp, heykelin siyasi mesajın ötesinde insanlık için bir mana ifade etmeyeceğini ona “ucube” diyerek izah ettiniz. Bu duruşunuz Müslüman gençler tarafından, “Batılın bütün unsurlarıyla yekpare olması müslümanın hakkı söylemesine mani olmaz.” şeklinde anlaşıldı. Ne var ki partinize mensup bir belediye başkanı bir Karadeniz vilayetini(*)putlarla doldurdu. Şehrin nesebini başka uygarlıklara isnat etmek için çabalayan bir adam gibi, İslam’dan önceki dönemlere ait ne kadar şahıs bulabildiyse adlarına heykel dikti. En son inşa ettiği bir sanat merkezinin (!) avlusuna da yarı çıplak bir kadın heykeli koyarak “ucube” dediğiniz suretten binlerce kat daha fazla şenaati barındıran bir ameliyeye imza attı. ”
Evet, bu nasihat tarzındaki serzenişlerin aynı zamanda nasıl ince göndermeler de içerdiğini bu sözlerde görmek mümkün. Dolayısıyla, hani gözle medih ve hangi gözle eleştiri ve ma’rufu emr? Bu mu Hakk’ın yanında olma? Bu mu Anadolu’da küfür cephesinin mevzi’ kaybedişi? Bu sözler bile kendi başına AKP’nin Erdoğan’ın çizdiği siyaset yöntemine zarar vericidir. Bu itiraz edilen ve şenaat diye nitelendirilen hususlarda kimin ne kadar sorumlu olduğu ve sorumluluk alanlarının sadece bunlar olduğunu söylemek mümkün müdür?
Adamlar Allah’a ortak koşuyorlar, Hoca ise, büyük bir velinin huzurundan söz ediyor. Büyük Allah’ın huzuru nerede? Erdoğan neden tevhidi merkeze almamış da Ebu’l-Hasen el-Harakanî’yi merkeze almış oluyor? Neden Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) putları kıran sünnetini merkeze almamış?
Neden Alp Arslan’ı merkeze almamış?
Anadolu’nun birçok yerinde AKP Belediye başkanları genelevi olan belediyelerde başkanlık yapıyorlar. Akşehir’de de önceki başkanın diktiği putlar meydanlarda.
Türkiye’de şu anki model hükümet tarzı ABD’nin ve AB’nin istediği, İslamsız İslam’ın laiklik ve demokrasiyle en iyi uyumu olarak gösterilmiyor mu? Ne demek; İslam ile demokrasinin uyum içinde olduğunu söylemek? Bu söz aslında İslam’ın bittiğini ve içinde ölümcül bir kırılmaya ve çürümeye maruz kaldığını göstermektedir.
Şenocak Hoca, sanki Erdoğan’ın Kars’taki ucubeyi sadece bir Veli’nin manevi huzurundaki mana için kınadığını söylerek bunu Anadolu’nun yeniden uyanışına bağlaması en hafif ifadeyle acelecilik.
Türkler, nedense Andolu’nun fethine hep kendilerine mal ediyorlar. Anadolu, Halife Ömer (radiyallahu anhu) zamanında fethedilmiştir. Bunu her ne hikmetse zikretmeye yanaşmıyorlar. Rodos’un ve Kıbrıs’ın fethi gibi.
Türkiye’de Vehhabî,/Işıd masalını Müslümanlara yutturmanın bir hased ve bağda olduğunu elbette kimse itiraf etmeye yanaşmaz. Çünkü bununla aynı zamanda iki kuş (!) avlanacak. Biri Şia ve teşeyyu’un Anadolu’da yeniden dirilmesi, diğeri de Vahhabilik’in önlenmesi. Bu topraklarda Türklerin Acem hayranlığı ve tarih körlüğü sebebiyle Şiilik yayılacak ve Vehhabilik dedikleri şey ise gerileyecektir. Şenocak sanmasın ki gariban Vehhabilerin ardında durduğunu sandığı güç kadar Şiiliğin arkasında duran güç kadar etkili desise ve siyaset sahibi bir derinliğe sahiptir. Arapların İran kadar bir derinliği ve desise siyasetleri yoktur. En azından takiyyeyi bilmezler. Ama nedense, Türkiye’deki Sünnî (!) zekâsı, Vehhabilik ile Şiiliği aynı kefeye koymaktan zevk duyarcasına ve bütün İslamî sorumluluğunu yerine getirmişçesine bir edayla, Anadoluculuk savunması yapıyor. Hâlbuki Vehhabilik/selefilik düşmanlığı; tarikatlar tarafından ülkenin İran’ın kucağına itilmesine en büyük yardımı ve desteği sağlıyor. Türkiye’de nice Hanefi olduğunu veya Şafiî olduğunu söyleyen kesim var ki, İran’ın derin siyasetine hizmet ediyor.
AKP ve SP, CHP ve vd. bazı kesimlerin teşeyyu’ karşısında gösterdiği kırılganlığı, ne yazık ki görmeyenler Selef akidesini bu memlekette durdurmak için İran’ın yayılmacı siyasetine yardımcı oluyorlar.
Özellikle SP ve Hüda-Par’ın İran ve teşeyyu konusunda kafaları bulandıran ve bulanık siyasetinin, gelecekte nasıl bir seyir alacağına Şenocak işaret etmiyor. Hizbullah’ın geçmişi bu insanların bu konuları ele almalarına mani mi oluyor?
Türkiye’de Vehhabilik üzerinde yürütülen selefilik ve İbn Temiyye düşmanlığı; teşeyyu’un daha yayılmasına yol açmaktadır. Çünkü Şiilikteki tasavvuf anlayışı ve cihad-ı ekber ve cihad-ı esğar ayrımı ve vahdeti vücud anlayışı ve Tasavvuf’un bazı sembolleri üzerinde müşterek sevgi bağı; Şia ile tasavvufu, vehhabi sapkınlığı (!) ve selefilik dalaleti (!) üzerinde bir araya getirmektedir. Selefilik ve Vehhabilik düşmanlığı, dinî değil, ırkî bir düşmanlık ve eleştiri esasına da dayanmaktadır. Acemin ve Etrâk’ın Arap düşmanlığı. Türk tasavvufunun anlayamadığı ve bindiği dalı kesmeye benzeyen intihar girişimi de burada saklı.
Tasavvuf ve tarikat kültürü Kur’anî bir “velâyet” akidesini öğretmek yerine; temelde sırf keramet ve kişisel taabbüd çerçevesiyle sınırlı ve asla cihadı esas almayan bir “velâyet” kavramının kavgasını veriyor. Kur’an ve Nebevî Sünnet üzerine inşa edilmiş bir velâyet anlayışı ise, Vehhabilik’in ve selefilik’in malzemesi diye tarif ediliyor.
Türkiye’deki “velâyet” anlayışı tamamen tarikat menkıbeleriyle örülü bir anlayıştır; tevhid ve şirk savaşı üzerine kurulu değildir. “Veli” Anadolu’nun diğer ucundan sopasını nasıl atarsa, bilmem neredeki zalimin elini ve kolunu kırarmış, şarkta ve ğarbda bir müridi Abdulkadir Geylanî’den meded dilerse, anında yanında olurmuş ve ona yardım edermiş.! Bu gibi masallar ve hikâyeler Türkiye’de umum tarikat ve tasavvuf kültüründeki veli tasvirinin esasını teşkil eder. Abdulkadir Geylanî neden Irak’ta ve Şam’da da bir keramet gösteremiyor. Üstelik Bağdad’da kabri bombalandığı halde.
Abdukadir Geylani veya diğer her hangi bir “veli” dikkat edin “velayet” tanımı ve kapsamı katledilerek yapılan bir tarif bu – niçin âlim ve ulema değil de “veli”? Tasavvufun en çok kullandığı ve istismar ettiği bir kavramdır “veli” kavramı. Geylani istismarı aslında şeyhlerinin keramet ve velayetinin ispatı için gerekiyor. Yoksa Abdulkadir Geylanî’nin böyle şirk olan bir sözü söylemiş olduğundan değil. Abdulkadir Geylanî, ğaybî yardım konusunda nasıl olur da kendisini hâşâ Allah’ın yardımına takdim eder?
Neden Cübbeli efendileri, doğrudan ğaybî yardımı Allah’tan istemeyi “doğrudan Allah’a bağlanmak şeytana bağlanmaktır” diye tavsif ettiği halde, hiç birinden Işıd ve Vehhabilik hakkında feryad ettikleri gibi bir ses çıkmadı? Çünkü dalalet kendilerinden, onun için susmayı tercih ediyorlar.
Bunların nezdinde Ahmed İbn Hanbel ve sapık (!) İbn Teymiyye ve M. İbn Abdilvehhab’ın bu tarz kerametleri ve velâyet alametleri olmadığı (!) inancı ma’lumdur. Dolayısıyla bir zerre bile (!) kerametleri olmayan bu insanları “evliya” edinmek Türk tarikat ve Şia geleneğinde yoktur.
Türkiye tasavvufu, ülkeyi bu anlayışla Şia’nın ve İran’ın daha da kucağına itecek. Çünkü kelam tartışmalarında “iman” ve “amel” konusunda ve Allah’ın isim ve sıfatlarını te’vil meselesindeki katılığı ve inadı gençlerimizi Şia’nın safına itmiştir. Eskiden selef akidesiyle yola çıkan birçok insan da mezhep katılığı yüzünden bu kez de Şia’nın saflarına geçebilmiştir.
Eski İbn Teymiyye okuyucuları -ki bunlar henüz yolun başındayken istikamet kaybedenlerdi- şimdi İbn Arabî hayranı olmalarının ve Vehhabî/selefi denen bir insanın çok farklı bir şekilde tasavvufun farklı bir sahası olan Şiiliğe kaymasının ve tasavvufa akraba oluşunun sebebi ne?
Bu anlayış çerçevesinde Şia/tasavvuf /tarikat uyumu vehhabilik/şia uyumundan çok daha açık bir tarzda ortaya çıkmaktadır. Türkiye’de vehhabî/selefî karşıtlığının sebep olduğu kafa karışıklığı Ehl-i Sünnet akidesine hizmet etmeyecektir.
Hakeza, çok ilginçtir, Şia tasavvufu’nunun ve Sünni tasavvufunun keramet, cihad-ı ekber ve cihad-ı esğar ve ğaybi yardım konusunda ve velilerin menkıbelerinde benzer bir anlayışa sahip olup İbn Teymiyye ve M. İbn Abdilvehhab düşmanlığı ve selef akidesini küçümsemelerindeki işbirliği hiç görülmemektedir. Türkiye’nin kendi başına nasıl bir bela ördüğünü göremeyen AKP ve Erdoğan hayranı dindarların en büyük basiret ve siyasi körlüğü de burada.
Âlimlerimiz hakkı gizliyorlar ve söylemiyorlar. Neyin nereye kadar ruhsat ve ikrah olduğunu bildikleri halde, Nübüvvet yoluna aykırı olan bu siyasi çizgiyi destekliyorlar ve halkın kafasında putçuluğa çıkarları için göz yuman bir din tasavvurunun yerleşmesine sebep oluyorlar. Nisa suresi 115. ayet- kerimede Allah Azze ve Celle “mümin olmayanların yolundan “ ne diye söz etmiştir o zaman?
Putlara çelenk koymak ve tağutların önünde eğilmek, kâfirlerin âdeti ve ibadetidir. Oy verdikleri partilerin tamamında bu şirk mevcut ve dünya çıkarları için bunu yapıyorlar. Siyasi partiler; İslam’ın tevhid üzere bina edilmiş kimliğini bozmakta ve zihinlerde şirkle ve küfürle ortak yanları olan bir din tasavvuru ve nifak ahlakını insanların kafasına yerleştiriyor. Bu davranış acaba Büyük Velinin huzuruyla (!) hiç mi çelişmiyor?
Aşağıda Hoca’nın söylediklerine bakınız: Bütün mahkemelerde Allah’ın dini dışında; Kur’an’la Sünneti inkâr eden hükümlerle hükmedilirken, Şenocak Hoca hiç rahatsız olmuyormuş gibi, ya da bunun dinde hiçbir hükmü yokmuş gibi, Selef akidesi üzere olanları ABD ve Rusya’nın yaptığı gibi Vehhabilkle suçluyor ve Erdoğan’ı Vehhabilikle savaşmaya ve tedbir almaya davet ediyor. Bu kelimenin tam anlamıyla acizliktir, tahammülsüzlüktür. Türkiye’de Vehhabi (selefî) düşmanlığı; adeta selef akidesine mensup bütün Müslümanları; ABD, Rusya ve diğer münafık devletler gibi düşman ilan etmeye doğru bir seyir izliyor.
Rusya’nın Çeçenya cihadında Türkiye’ye neden baskı yaptığını biliyorsunuz değil mi? Biz de bunun için zindanlarda ömür geçirdik. Amaç Selefîlerin Çeçen Cihadına destek vermelerini engellemekti. “İsmailağa Cemaati”nin müridlerinin Çeçenistan’daki cihada katılmalarına engel olmak için değil. Rusya ve Amerika öyle istiyordu. Ecevit ve MHP iktidarı da buna alet oldu.
Hoş, onlar da katılsa Rusya bunu da istemeyecektir. Fakat öyle bir durum söz konusu olsaydı; Mahmut Efendi Çeçenistan ziyaretini kabul etmeye yeltenir miydi? Şenocak Hoca, Vehhabilik ve Işıdı aynı anlamda ele alıyor ve Erdoğan’a eğer durumu tedarik etmezseniz İmam Hatipler bile onların eline geçecek diye feryat ediyor:
“7 yıl İmam-Hatip’te, 5 yıl İlahiyat’ta okuyan hatta akademik kariyer yapanlar sistem kurbanı olduklarından, iki yıl vehhabi/İşid kamplarında hadis okuyanlar karşısında varlık gösterememektedir. Zira, biri, “İlmihalde böyle yazıyor.” diye cevap verirken; Vahhabi ise aynı mevzuda, “Kâle Rasulullah/Allah Rasulü buyurdu ki” diyerek hadis okumaktadır. Irak ve Suriye’yi yangın yerine çeviren, Batı ve Balkanlar’da hızla yayılan, İmam-Hatipler vasıtasıyla Türkiye’de de zemin arayan Vehabbiliği/İŞİD’i etkisiz hale getirecek yegâne formül, Osmanlı Devleti’ni zor bir coğrafyada altı asır ayakta tutan medresenin çağın ihtiyaçlarını da dikkate alarak İmam-Hatip ve İlahiyat Fakültelerinde ki programlara tatbik edilmesidir. ”
Bu korku ne Allah aşkına? İran ve Irak Şia’sı Iraklı Müslümanlara neler yaptı? İran ve Irak Şialığını ve Erdoğan’ın eşinin Halkalı’daki sahabeye küfretme törenlerine katılmasını neden tehlikeli görmediniz? Asıl tehlike AKP’nin İran karşısında içine düştüğü acizliktir. Ehl-i Sünnet Türkiye’de bazı vilayetlerde neredeyse yaşayamayacak hale geldi. AKP neden İran karşısında bu kadar tavizkâr? Körfezden gelen sermaye kimin, Arapların mı Şia’nın mı? Bazı bürokratlara bile İran’a yakınlığı olanlar talimat veriyormuş nasıl ve hangi cesaretle? Bunların bazısını isim olarak biliyoruz.
Vahhabilik -yanlış yazıyor-(Muhammed İbn Abdilvehhab’ nisbeten) Şenocak’a göre Türkiye’deki tek tehlike. Fakat tarikatlarda öğretilen dinin içinde ne kadar şirk olduğu ise Hoca’nın hiç umurunda değil. Selefilik/Vehhabilik dediğiniz şey neyse ondan önce bu memlekette tarikatlar ve tasavvuf insanların dini hayatına hâkimdi. Biz, tarikatların ve tasavvufun da Osmanlının yıkılışında ve kemalizmin Türkiye’yi laikleştirmesindeki konumunu biliyoruz. Tanzimatta da tarikatlar ve tasavvuf vardı. İşte Türkiye’de sonuç işte Türkiye’nin hali.
Erdoğan ve partisi ve daha önce de MSP Türkiye’de Şiiliğin bilerek veya bilemeyerek önünü açtı şimdi SP İran’la kolkola. Sahabeye küfreden ve Beşşar’ın yanında Müslümanlara karşı savaşı farz gören ve Suriye’deki bütün katliamları destekleyen ve Erdoğan’ı ABD’ye tapmakla suçlayan bir adam var İstanbul’da. Bu adam Çankaya’da Gül’ün sofrasında ikram ve izzet gördü. Bunun hakkında neler yazıp söyledik acaba? Sizin adeta halife gibi gördüğünüz Erdoğan; acaba Türkiye’de bunların önünü nasıl açmıştır diye bir araştırma yapsanız iyi olur.
( III )
AKP, İran ve Şia kuşatmasında. Neden bu konuda Erdoğan’a bir mektup yazmadınız? Irak’ı kan gölüne çevirenlerden söz ediyorsunuz. (Işıd demek istiyor) Yeni mi gördünüz kardeşim Irak’taki kan göllerini? Irak Müslümanların kanlarından nehir olmuştu da gafil Müslüman Türk medyası, İran’ın hatırına bunu yalayıp yutuyordu. Amerika, İran ve Irak Şia’sı yoksa Irak’ı güllerle mi donattılar da biz bilmiyoruz.?
“Allah Teâlâ sizi mazlum ümmet için “umut” haline getirdi.” Dediğiniz Erdoğan ve Partisi Afganistan’da hangi beyaz sayfaları bu ümmetin çocuklarına hediye etmişler? Suriye kimin yüzünden hâlâ kan gölü? Işıd’ın Irak’taki eylemlerini (Irak aşiretlerini destekleme adı altında) üç yıla yakındır Kuveyt’le ve S. Arabistan’la birlikte İstanbul’daki toplantılarda kim organize ediyordu?
Işıd eleştirisi ve Vehhabilik yaftası üzerinden devletin kurumlarını selef akidesine mensup Müslümanların üzerine saldırtmak için girişilmiş bir linç hareketiyle karşı karşıyayız. Irak’taki katliamlarda Müslümanlara zerre kadar maddi ve manevi katkıları olmayanlar ise, şimdi Işıd’ın neden müfritleştiğini konuşma hakkına sahip değillerdir.
Herkes o kanlı savaşlarda Şia’nın, ABD’nin ve müttefiklerinin zulmüne karşı onlara fiske yardım etmedi. Ama Gazze’ye gelince milyar dolarları seferber ediveriyorlar.
Şimdi kalkıp ne diye ABD gibi, Işıd’ı düşman ilan ediyorsunuz? Haydi, Işıd ABD ile işbirliği yapıyormuş diyelim.. Peki, ABD neden bunların en büyük düşmanı? Yeni proje de ABD’nin olacak..Sanki Müslüman olduğunu söyleyen ülkelerin kendi topraklarında bile gerçek bir hakimiyetleri mi varmış? Işıd’dan önce bütün siyasi yapılanmaların da ABD ürünü olduğunu söyleyebilme gücümüz ve dürüstlüğümüz var mı? Onları buna iten kaç sebebi biliyoruz?
Bu fitneden hangi çağdaş İslami hareket korunmuş söyleyebilir miyiz? Türkiye’nin nerdeyse bütün sırları uluslararası istihbarat devlerinin elinde. İçerde bunları yapanlarla savaşmıyor mu hükümet? O zaman neyi nasıl ele alacağız?
Bırakalım Işıd ABD’nin ve İran’ın burnunu sürtsün. Işıd, aslında sizin için savaşıyor bilmiyorsunuz. Çok alimseniz alimleriniz gidip onları ıslah etsin ve onlara sahih olan din neyse onu öğretsinler.! Var mısınız? Daha Somali’de Müslümanlar arasındaki savaşta Müslümanca davranmayı bilmeyen bir devletten ve hükümetten (onların yaptıkları zulümleri ve aşırılıkları desteklememekle beraber) Işıd’a karşı Haçlıların savaş ilanını gibi savaş ilan etmesini istemeyi anlayamıyoruz.
Niye Siyonist ırkçı İsrail’e karşı değil de Işıd’a karşı? Niye Beşşar’a karşı değil de Işıd’a karşı? ABD denen Efendi öyle istiyor diye mi? Bu sözler ya Erdoğan’ı anlamamaktır ya da onu hiç tanımamaktadır. Adamın bunda kendince izlediği bir politikası var. Beklemek zorundayız adamı.
Işıd’ı ABD’nin çıkarlarına hizmet edecek bir mantıkla eleştirmezsiniz. Çünkü onlara yapılanı ne biliyoruz ve ne de yaşadık ve belki de yaşayanlarla hiç karşılaşmadık. Bu fakir en azından yaşamadıysa da biliyor ve yaşayanlarla defalarca karşılaştı. Amerika’nın kan deryasına çevirdiği İslam aleminin halini gören Müslümanlar niçin bir gün bile camilerinde ABD aleyhine n dua edemezler? S.Arabistan’ın Amerikancılığı ile Türkiye’nin Amerikancılığı arasında ne fark var? Vehhabi Amerikancılığı ile Türkiye Sünni demokrat Amerikancılığı; dini kurumları ABD’yi ve İsraili koruyucu bir tavır izliyor Cuma ve Bayram hutbelerinde. Türkiye’de Cami İmamaları, “gerçekten Allah katında Din İslam’dır “ ayetinin bile Türkçesini söyleyemiyorlar.
Şenocak’ın Işıd çıkışının ABD veya Nato’nun Işıd’ı vurma arefesinde rastlaması belki tesadüftür. Onların kabul etmediğimiz davranışlarına rağmen, onlar İslam ümmetinin bir parçasıdırlar. ABD’nin İslamla savaşında yanında yer alanların kim olduklarını âlimlerimiz hiç söylemeye yaklaşamazken Vehhabilik ve selefilik edebiyatını çok rahatlıkla yapabiliyorlar.
Ziyad Berri ve Bin Ali gibi zalimleri ve İslam düşmanlarını koruyan ve Lübnan’da Şiilere silah veren S.Arabistan’ın yanında Türkiye’nin Işıd’a karşı savaşması asla aklın alabileceği bir durum değildir. Onları desteklememek ayrı, onları bahane ederek ABD’nin yeniden Irak’a girmesini istemek ayrıdır.
Erdoğan aklını peynir ekmekle yemiş bir adam değil..! Erdoğan dengeleri Türkiye’nin içinde bulunduğu zor şartlara -ki gerçekten zor- göre kullanmaya çalışıyor. İş hiç de öyle bildiğimiz gibi değil. AKP’nin politikaları ve parti olarak içerideki ve dışarıdaki birçok politikalarını kabul etmemekle beraber, Erdoğan’ı anlamanın zor olduğunu söylemek isterim.
Müslümanların bu tavrı Sisi’yi haklı çıkarıcı bir mantığa kadar uzanabilir. Şenocak Hoca da Mısır’daki Sisi rejimini kınamakta; fakat aynı zaman da bir Amerikan projesi olan Irak’ı Müslümanlara kan gölüne çevirme taburunda farkında olmadan fetva verenler arasına katılmak gibi bir talihsizlikle de yüzyüze kaldığını unutmasın. ABD Müslüman din adamlarından da fetva alarak Irak’ta uyanan Müslümanların yeniden kanlarını akıtmak istiyor. Işıd’ın akıttığı Müslüman kanlarına gelince, onun hesabını sormak İslam ümmetinin âlimlerinin kuracağı mahkemenin sorumluluğudur.
Selefileri,Vehhabileri/Işıd’ı Erdoğan’ın ABD ile birlikte hedef almasını ve onlara karşı savaş ilan etmesini istemekle; bu tavsiyeler ve uyarılar arasında bir fark göremiyoruz.
Şunu bir kez bilmek gerek, Allah’ın kitabı şimdi hükümet olan AKP ve çıkardığı yasalar ve tatbik ettiği mevcut yasalar hakkında ne diyor? Siz bu hükümeti ve bu devleti İslam devleti mi görüyorsunuz?
İhsan Şenocak, devlet ve hükümet olarak AKP’nin Kur’an’ın hükümlerini nasıl çiğnediğini anlatmak ve Müslümanlara Allah’ın dinine karşı ilan edilmiş bir Anayasa’ya and ile bağlılığını ilan etmesinin İslamdaki hükmünü konuşmak yerine; Erdoğan’ı vehhabilik/Işıd karşısında uyarıyor ve “Büyük Doğu ideolocyası” gibi N.Fazıl’ın felsefi ve Milli modelini ona hatırlatıyor. Hatırlatmasına gerek yok. Erdoğan N.Fazılı ondan daha iyi bilir.
İhsan Şenocak’ın mektubunda elbette Allah’ın rızasını gözeterek kaleme alınmış sözler ve cümleler olduğunu ben de kabul ediyorum; ama tabirimi bağışlasınlar, Sultanların İslamı tatbik ettikleri zamanda yazılacak mektup ile Kur’an dışı yasaları tatbik ettiklerinde yazılacak olan mektup, bu üslüpla yazılacak mektup değildir.
Vehhabilik ve Osmanlıcılık çatışması veya ayrıştırmasının temelinde mezhep saiki yatmaktadır. Statükoya ve sâd olan iktidar ve sulta hakkında kimsenin bir itirazının olmaması. Tıpkı Ka’be’nin etrafında bid’at ve dalalet makamlarının ihdas edilmesine ses çıkaramamak gibi. Bunu zalim sultanlar yapmış ve ğafil Osmanlı padişahları da buna ses çıkaramamıştı. İşte bunları izale etmek Vehhabilik oldu. Vehhabilik ile Osmanlı valisi şerif Hüseyin olayını çoğu birbirine karıştırıyor. Muhammed İbn Abdilvehhab bile bugün sahip olduğu ilimle hayatta olsaydı, Al-i Suudu belki tekfir edecek ve demokratların da kâfir olduğu fetvasını verecekti. İşte Vehhabilik dedikleri bu, tarikat ve tasavvufun şirk içeren edebiyatını reddetmek. Sanki el-Leknevî ve Aliyyu’l-Karî reddetmedi.
Özellikle İbn Teymiyye düşmanlığını ve nefretini anlamak asla mümkün değil. En ılımlı duruş sergileyen Nureddin Hoca bile İbn Teymiyye’yi anlatırken; sanki ‘ O, çok iyi, bir âlimdi, Muhaddis idi, Onun hadis demediği söze âlimler hadis demezdi. Müfessirdi ve bütün İslami ilimlerinde deniz gibi idi, Hadis İmamı ve hafızı idi. Fakihti, müctehiddi ve ve.. ama ne yazık ki edebi zayıf ahlak sorunu olan bir adam idi” gibi anlaşılmaya yol açacak tarzdaki 2 saate yakın konferansında onun İbn Teymiyye’yi överken, nasıl ayıpladığını görmeyen var mı? Bunun için yeter artık anlamında bir yazı yayınlamıştım.
Türkiye’de Selefi olduklarını söyleyen gençlere de 13 sayfa bir mektup yayınladım ve bazılarının izledikleri yanlış ve fıkıhtan mahrum yöntemlerini eleştirdim.
Âcizane düşüncem; bizlerin İmam İbn Teymiyye’ye hakaret ederken, Allah’ın hükümleriyle hükmetmeyen bir idare hakkında; Kur’an’ın ve Sünnet’in ahkâmını dile getirerek konuşalım dediğimizde; neden küfürle hükmetmek, Haricilikten daha az tehlikeli bir mesele konumuna indirgeniyor ve Allah’ın hükümleriyle hükmetmememe meselesine gelindiğinde, derhal devreye Haricilik giriyor bunun fıkhî ve akidevî hikmetini anlamak mümkün değil.
Türkiye’de birçok ilim adamı; ilmi ketmettiği ve Allah’ın hükümlerini tahrif ettiği halde, kendilerini Hanefi mezhebine (ki Bu mezhebin fıkhını ve İmamlarını bundan tenzih ederim) nisbet etmektedirler.
Osmanlı’da Batılı yasalara geçişi Sultanlar başlattı. Namaz kılmayan ve şarap içen askerleri, Osmanlı idaresi ordularına komutan yaptı.
Şimdi de namaz kılmayan ve tesettüre riayet etmeyen ve Allah’a isyan eden birçok kadın AKP safında. Erdoğan bile uluslararası bir kadın olan Ajda’yı Somali’ye götürmedi mi, o da orada Somalili facire kadınlarla birlikte dansetmedi mi? Şarap, faiz ve genelevlerden sağlanan gelirle; yol, köprü su getirilmiyor mu, İmamların maaşları ödenmiyor mu?
( IV )
İhsan Şenocak’ın yazısını “Hüküm”den okumadım. Akit gazetesinin haberinden aldım. İhsan Şenocak yazısında; İran’ı ve Şia’yı işaret eder ve bunun karşısında dikkatli olunması gerektiğini söylerken- ki buna katılıyorum-ne yazık ki aynı gazetenin Işıd’la ilgili haberinde İranlılara ve Şia’sına Safeviler demesiyle nasıl alay edici bir üslupla söz ettiğinden de haberi olmalıydı.. (sözde Safevi..) Bu gazete yıllarca İran’ın ve Hizbullah’ın kılıcını çaldı. Biz bunları yazarken İhsan Şenocak vb. Müslümanlar bunun karşısında susuyorlardı.
Halkalı’daki sahabeye küfretme törenlerinde ağlayan hanımefendinin çok büyük bir yanlış yaptığını; Ömer’in, Osman’ın ve Ali’nin de (radiyallahu anhum) şehid edildiğini ve neden bir gün onlar için ağlamadığını da yazıp eleştirdik. O zaman neredeydiniz? 115 ilahiyatçı Fethullah Gülen’i eleştiren bir beyan verdiler. Bunlar 28 Şubatta biz Cuntayı eleştirirken ve bunun için 24 yılla yargılanıp demir parmaklıkların ardında yılları sayarken, Vehhabi düşmanı kardeşler neredeydiler? Onlardan birisini çok iyi hatırlıyorum (Ankara’da) bir dostun, evinde bir dostumuz; neden Y.N. Öztürk’ün dalaletlerini ve Sünnete olan düşmanlığını yazmıyorsunuz dediğinde; o hoca Efendi de, bunları da siz yazın demişti.
O da zannediyorum, şu tarzda bir cevap vermişti: “Zindanlar bize, ünvanlar size öyle mi?” Evet zindanlar bizim oldu, ünvanlar ise onların..! Sünneti inkâr edenlerle Mezhep ve tarikatlar adına Müslümanlardan selefi olduklarını söyleyenleri Vehhabi diye suçlayanların oldu.
İki yıl önce Erdoğan’a 22 sayfalık bir rapor gönderdiğimde henüz hiç bir kardeşimiz bu konuları gündeme getirmiyordu. Erdoğan’ın etrafının tamamen İran muhibbi tecrübesiz ve Din hakkında bilgisi olmayan insanlarla sarılı olduğunu yazdığımızda kimsenin sesi çıkmıyordu.
AKP İran adına propaganda yapan dünya kadar müteahhidin kuşatmasında. İran’ın Suriye’deki savaşının tarihi, akidevi ve felsefi arka planı hakkında 3 yıl boyunca yazdığımız yazılarımıza ve ortaya koyduğumuz belgelere Hanefi kardeşlerden iltifat eden kimse olmadı (bir iki site müstesna)
Hâlbuki Türkiye’de İslamcıyım diyenlerin tarihinde görmedikleri ve bilmedikleri belgelerdi bunlar. Ama biz yazdığımız için bir değeri olmadı. Şimdi Akit gazetesi kalkmış İhsan Şenocak’ın mektubunu; sanki Ahmed İbn Hanbel mektup yazmış gibi Erdoğan’ı taltif makamında yayınlıyor.
mehmeteminakın.com adlı sitemde Ali Hameini’ye yazdığım 48 sayfalık mektubu neden bir tek Müslüman gazete haber konusu yapmadı veya yapamadı? Çünkü cinslerinden değildik de ondan. Özellikle de Akit ve Yeni şafak neden acaba?
Kimse SP’yi İran ve Suriye rejimi yanlısı tavrından ötürü eleştirmedi.
Fakat Allah’ın hükümleriyle hükmetmemenin hükmünü konuşalım dediğinizde; hemen rejimin yanında yer almak için Müslüman olduğunu söyleyen milyonlarca insan ve yüzlerce âlim karşınızda tek saf halinde durur ve avazı çıktığı kadar Allah’ın hükmüyle hükmetmeyenlerin hükmü meselesinin bir Haricilik meselesi olduğunu söyleyip sizi sistemlerin literatüründe terörist ilan etmek için yazılar döşerler, makale ve konferans dizileriyle size cevap verirler.
O halde mesele nedir? Mesele, Vehhabilik meselesi mi? Şenocak neden Türkiye’de yüzbinlerce genci töhmet altında bırakacak ifadeleri kullanıyor? Bunların çoğu Selef akidesine mensup insanlar ve gerçekten samimi Allah’ı tevhid eden kardeşler..
Hoca’yı dinleyelim:
“Sahabe tenkidini ya da Ebû Hanife eleştirisini akademik duruşun gereği olarak gören fakat emperyalizmle hesaplaşma, İŞİD gibi çağdaş haricilik üzerine beyanat verme gibi mevzuları, “görev alanıma girmiyor.” diyerek reddedenler, bu reddedişle İmam-Hatiplerde mayalanacak yeni neslin mimarı değil ancak büyük bir felaketin habercileri olabilir. Allah Rasulü’ne yapılan bir hakarete, “Hocam siz akademisyensiniz bu mevzuda sizin konuşmanız doğru olur.” dendiğinde “Ben ilim adamıyım kardeşim, Peygamber’in avukatı değilim.” diye cevap veren, 28 Şubat’ta da, Gezi olaylarında da, 17 Aralık’ta da hakikatten yana olmakta tereddüt eden bu güruhtur.
Akademik terazi, Türkiye’nin İslam dünyasındaki ağırlığını çekemez. Bütün meselesi, evini, arabasını değiştirmek, daha konforlu bir hayat yaşamak, birkaç saat daha ek ders alabilmek olan kadrolar -hafizanallah- yarın sıkıntılı bir durum zahir olduğunda, “Bu kadar da ileri gitmeseydi.” diye İslam adına yaptıklarınızı tenkid edip ya kenara çekilecek ya da karşı safa geçecektir”
Evet, bu sözlerin doğrusuna doğru diyoruz. Modernizm’in içinde nifakı barındırdığını bu fakir de kendileri gibi düşünüyor. Şia’dan şikayetleniyor, tarikat ehli ve tasavvufçular. Peki, İbn Teymiyye ki, onların belini kırmış olmasına rağmen Şia’nın ekmeğine yağ sürercesine bu İbn Teymiyye düşmanlığınız nedir?
İmam eş-Şevkanî’nin “ Mevzu Hadisler”le ilgili kitabının tercümesinin 2. baskısına eklediğimiz notlarda M.Zahid el-Kevserî’nin İbn Teymiyye düşmanlığı yüzünden nasıl hakikatlere zulmettiğini kendi sözlerinden misaller vererek gösterdik. Bu ümmetin âlimlerinin geleneğinde bu kadar ağır tahkir ve düşmanca tavırlar çok nadirâttandır.
İbn Teymiyye’nin iki suçu vardı; birisi selefiyyu’l-akide (tasavvuf ehli olmaması) olması, diğeri de Kürt olması. Bunu belki birçoğumuz göremeyiz, fakat Osmanlıcılık ve bazılarındaki Haneficilik taassubu, maalesef böyle bir saklı temel üzerine bina ediyor düşmanlığını. Kürt sufilerin de ona düşmanlığı tasavvuf meselesi yüzündendir.
İhsan Şenocak’ın edebine ve tevazuna inanmak istediğimi ifade edeyim. Bir ilim talebesi, fakat lütfen bu yazdıklarının ne demek olduğunu önce kendisi bilmeli ve bu ülkedeki gençleri teröristlerin listesinde askıya çıkarmamalıdır. Dünyadaki Cihadı ve Şam’daki Cihadı öven hutbeleri kendisi okumadı mı? Peki, soruyorum kimin öğrencileri bunlar? Kendisiyle övündüğünüz bu İslamî kıyam, hangi akidenin ürünü, aynı soruları şimdi Dr. olan bir dostumuza da sormuştum.
Şimdi, hem selefî Müslümanların cihadını sermaye edineceksiniz, hem de ardından İbn Teymiyye’nin talebelerini Vehhabi/Işıd diye karalayacaksınız, tarife bakınız: “Vehhabi/Işıd ”
Peki, İhsan Hoca, bu kadar tarikatınız ve içindeki sapkınlıklar ve şirkler ne demek oluyor? Tasavvuf ehlinin içine düştüğü hiçbir şirki bugüne kadar yazdığınızı görmedik. Varsa Allah cehaletimi affetsin.
Sayın Hocam, lütfen artık daha Müslümanları cemedici ve Sünnet üzere birleştirici bir yol izleyelim. Siz de biliyorsunuz bu fakir Türkiye’de Sünneti inkâr eden Kadiyanîlerin ve Nübüvvet düşmanı Kur’ancılara ve onların yazdıkları küfriyyata karşı yıllardır tek başına bir mücadele veriyor, Rabbim riyadan ve ucbdan beni de sizi de muhafaza buyursun.. Âmîn..
Ehl-i Sünnet tanımını; kelam, tasavvuf ve Hanefilik ve Maturidilik çerçevesine sığıştrıdınız Allah’’ın geniş kıldığını daralttınız. Bugünlerde Yusuf Kaplan’nın da yeniden depreşen Maturidiliği ve Eşariliği gibi. Allah için söyleyelim bu Maturîdilik ve Eş’arîlik meselesinin İslam alemini içinde bulunduğu çıkmazdan kurtaracak bir ilaç ve çözüm olduğu iddiasının Kur’anî ve Nebevî esası nedir?
Vehhabiliği ve selefiliği mezhepçilik veya mezhepsizlikle suçlarken bu mezhep çığırtkanlığı ve yaygarası ne acaba? Yusuf Kaplan hangi akidevî ve fıkhî mezhep üzereymiş ki, selefilik konusunda Batılıların ve S.Arabistan Krallığı’nın korkuları gibi korkuları yaşıyor? Sonra da Sisi’yi eleştiriyor?
Yusuf Kaplan’a da buradan soruyorum; Ümmet neden bu halde? Osmanlı Hanefi ve Maturidî değil miydi? Sonu ne oldu?
Selefilik ve Vehhabilik yaptığı için mi yıkılıp yok oldu? İbn Teymiyye’nin akidesi mi Osmanlı’yı tarih sahnesinden silip atmıştır?
Selefilik ve Vehhabilik çamuruna sarılanlar önce bir dünya devleti olan İslam devleti Osmanlı’yı nasıl yıktıklarını ve hangi mezhebin faziletlerinin bu yıkılışa neden olduğunu konuşsunlar bizimle.
Mesele bilimsel olarak hangi mezhep üzere olmamız gerektiği meselesi değil, mesele tamamen akide meselesidir. Osmanlı’nın Allah’ın hükümleriyle hükmetme konusunda akidesi bozulduğu için Osmanlı yıkılmıştır.
Ama Ehl-i Sünnet ve Hanefi olduğunu söyleyen bir tek âlimden bu yazdıklarımızın Ümmetin çocuklarına ulaştırılmasında bir katkı olmadı (Nebevi Hayat Dergisi hariç)
M.İslamoğlu’nun dalaletlerini ve Allah’ın kitabını nasıl tahrif ettiğine dair yaptığımız çalışmamız ortada [Te’vil’in Tahrife Dönüşmesi] “salâvât” konusundaki sözlerine yazdığımız reddiyelerimiz ortada. Nerede koca tarikat âlimleri ve kutuplarımız (!) neden bu konuda tek kelime etmiyorlar?
Ayıp mı olur, karizmalarına zarar mı gelir? Bu adam sahabe dâhil, nerdeyse Ümmetin bütün âlimlerine dil uzatıp edepsizce hakaret ederken, kimseden adam gibi yiğit bir ses çıkmıyor. Adama karşı terbiyeli ve edebli olmaya zorluyoruz kendimizi, adam ise âlimlerimize düşmanlıkta bütün edeb sınırlarını yıkmış haberimiz yok.
İşte Vehhabi ve selefi dedikleri kardeşiniz..İşte ulemamız. Muhammed Esed gibi Yahudilik kültürüyle Kadıyanîliği, İsmailîlikle (Bâtınilik) Bahaîliği Kur’an tercümesinde bala katılmış zehir gibi bu Ümmete yediren bir adamın tefsirine yazdığımız 4400 sayfalık çalışmamız (KUŞ RİSALESİ) ne yazık ki imkansızlıklar sebebiyle yayınlanamadı. İşte Vehhabilik (!) ve selefilik..
Özellikle İbn Teymiyye’yle ilgili dört yazınıza herhangi bir cevabı şimdiye kadar düşünmüş değildim. Kardeşimiz Y. Dinçkan’ın mail adresinize gönderdiği mektup bu fakirin sözlerine pek gerek bırakmıyor, velev ki sizin kadar ilim (âlim) olmasa da, ama imanına ve takvasına güvendiğim bir kardeşimizdir.(Allah daha iyi bilir)
( V )
Şenocak kardeşim, Selefiler bu ülkede tevhid ve sahih bir menhec üzere olmayı arayan insanlardır. Eğer Türkiye’deki Müslümanlar; onları anlasalardı, onlara mezhepsiz, Vehhabi ve sapık diye saldırmasalardı ve hatta bazen de tekfir edip dışlamak yerine, onlara kardeş muamelesi yapsalardı durum bu raddeye gelmezdi. Cübbeli iki de bir TV’lerde onların sakallarına kadar varan hakaretleri acaba niçin yapıyordu? Kendisiyle alay eder gibi cübbesinin kumaşının ve düğmelerinin bile hangi İngiliz firmasından olduğunu bile söyleyerek dalga geçen fasıklar ve facirlere bile tek kelime edemeyen adam, acaba kimin güvencesiyle Selefileri aşağılayan yorumlarda bulunuyordu? İnsanlar bilmese bile biz bunun fakındayız.
Ben öyle inanıyorum ki, bu gençler herşeye rağmen, bu memlekette iman ve tevhid davasının yayılmasında sufilerden daha hayırlı ve faziletli, olan işler yapmışlardır ve yapmaktadırlar. Bizim ise gayretimiz onları Vehhabi/Işıd diye dışlamak değil, kardeş bilip onları anlamaktır.
Şunu soruyorum; Türkiye’de mademki Müslümanların çoğunluğu – öyle değil ya-
haydi kalsın bu bahis şimdilik- Hanefi mezhebine müntesiptir; mahkemelerde Allah’ın indirmediğiyle onlar hükmetmiyorlar mı? Onlar asker olmuyor mu? Onlar Milletvekili, onlar bakan ve hükümet.. Bu kadar cenaze camilere geriliyor, hepsi İslam üzeri mi ölmüş ki, hepsinin cenaze namazı kıldırılıyor? -fahişeler, kadın tacirleri genelevi işletmecileri, kafirler ve müşrikler (laikler,liberaller Masonlar ve ve..) hepsinin üzerlerine musallada namaz kılınıyor.Bunların cenaze namazlarını Vehhabiler/Işıdcılar değil sizler kıldırıyorsunuz.
Bu hangi akideye mensup olmanın bir gereğidir?
İslam’a ve şeriatına düşmanların bile cenazeleri üzerine bu camilerde namaz kılınıp kaldırılmıyor mu? Kabirlerde kâfir ve müşriklere de dahi imamlar Kur’an okumuyor mu?
Hangi dindir bu din?
Vehhabilik/Işıd dini mi, yoksa Mürcie dini (kasdım akidesi) mi?
Irak’ta öyle zulümler öyle tecavüzler ve işkenceler yapıldı ki, Türkiye Müslümanlarının vurdumduymaz tavrı ABD’ye, Irak ve İran Şia’sına cesaret verdi. O zaman neredeydiniz?
Afganistan’da ve Somali’de Allah’ın dininin hakimiyeti için cihad eden Müslümanların en seçkinlerini İHA’yla vuran ABD ile Türkiye, Erdoğan ve AKP hükümeti müttefik..!
Şenocak Hocam, Hanefi fıkhına göre bunun; iman mı küfr mü ya da nifak olup olmadığını ortaya koyan bir söz ettiniz mi? Kâfirlere Müslümanların ırzlarını ve kanlarını helal edici bir savaşta “bir tek” kelime ile bile yardım etmenin hükmü varken, siz nasıl Erdoğan’ın Şia’yı ve Vehhabileri/Işıd (selefilik) aynı kefeye koymasını ve ondan Vehhabilere (selefilere ve belki de Hanbelilere) savaş ilan etmesini bekliyorsunuz ve onları- cümleten ve tafsilen- Harici ilan ediyorsunuz?
Bugün yeryüzünde kimi âlimler Allahın dinini katledip ahkâmını gizliyor iken bu gençler canları ve kanlarını Allah yolunda feda ediyorlar. Biz ise korkaklarla birlikte dünyaya esi olmuş bu memlekette Müslümancılık yapıyoruz ve iktidarlardan meded umuyoruz.
Sizin neredeyse İslam dediğiniz iktidarlar, Allah’a isyan eden zalim iktidarlar; rantiye iktidarları, içinde her akideden insanların bulunduğu partileriniz, Allah’a davet eden ve Hanefi olmayanı düşman görenler.
Kafir Kadirov’u ziyarete gitmeye yeltenen “Kutup”lar bu memlekette insanları dinen sömürürken bir şey demediniz, üstelik de onu şu sözlerle övüyorsunuz:
“Bize islam’ın ne olduğunu ve yeniden hayata nasıl tatbik edileceğini bizzat mücadelesi ile öğreten; ahir ömründe şiddetli hastalıklar içerisinde de gece kıyamlarına devam eden o Büyük Veliyi, Baseyevin, Dudayevin, Selimhan Yandarbiyevin Ulu Hocasını gafillerin yok edici planından muhafaza eden ve bu muhafazayla Şeriatı ve ondan doğan tasavvufu da himaye eden Allah Azze ve Celle’ye namütenâhi hamdü senalar olsun.”
İbarelerdeki abartıya ve tazime bakınız..! “şeriattan doğan tasavvufu himaye eden Allah Azze ve Celle”!?
Allah tasavvufu koruyor öyle mi? Bu nasıl bir anlayış? Bu noktadan sonra, hangi ilim ve hüccetle biz ehl-i tasavvufla konuşabiliriz ki? Tasavvufu reddetmek, Allah’ın koruduğunu reddetmek olmayacak mı?
Madem Mahmut Efendi Allah’ın büyük velisidir. Kadirov gibi bir kâfirin ziyaret edilmesini nasıl kabul ediyordu? Madem büyük bir veliydi, bu veli zatı neden Andolu’dan gelen birçok ihvanı uyarmak zorunda kalıyormuş? Sizce Kadirov onu öldürmek için mi Çeçenistan’a davet ediyormuş? O zaman bu keramet sahibine birçok şey bildirildiği halde neden bunun sırrı bildirilmemiş oluyor?
İşte bunu imâ eden bir “Hüküm Dergisi” yazısı:
“Bir Büyük Veli İle Kadirov”:
http://muhammedzahid.com/bir-buyuk-veli-ve-kadirov/
İşte bu ayıbı örtmeye yönelik Yeni Şafak’ın haberi:
“Mahmut Efendi oyunu bozdu”:
Mahmut Efendi oyunu bozdu | Gündem Haberleri
İşte bir diğer haber:
“Kadirov Mahmut Hocaefendi’yi Çeçenistan’a Götürmeye Hazırlanıyor : İsmailağa’da Kadirov İsyanı”
http://www.ihvanforum.org/showthread.php?146409-Kadirov-Mahmut-Hocaefendi-yi
Sonra Vehhabilikten dem vuruyorsunuz ve onların Haricî olduğunu söylüyorsunuz, ama Kadirov gibi bir münafıkı ziyarete gitmek isteyen Şeyh Efendi için hiçbir şey söylemediniz ve tarikatının mensuplarıyla ilişkileriniz devam ediyor. Böyle bir kâfiri taltif manasına gelecek bir ziyaretin; acaba siyasi ve dini kazanımları ne olacaktı ki, bunun karşısında sustunuz ve tek kelime konuşmadınız.
Bu Şeyhler bir gün olsun Suriye’deki Mücahid kardeşlerimizi ziyaret edemediler. Ama dünyada tarikatlarının propagandası olsun diye Çeçenistan’da mazlum kardeşlerimizin kanına basa basa Kadirov’un sofrasında ikram göreceklerdi ve onun Müslümanların kanlarına bulaşmış olan ekmeğinden yiyeceklerdi öyle mi?
Kim Vehhabi, kim harici, kim Müslüman?
Selefi ve Vehhabi dediğiniz hiçbir Müslüman; Çeçenistan’da kâfirlerle birlikte Müslümanların canlarına ve ırzlarına tasallutta bulunan bir kâfire bu tarikatın gösterdiği iltifatı göstermez ve onun gibi bir kâfirin ziyaretini kabul etmez
Cübbeli denen adam, din adına birçok batılı ve avaz avaz anlatırken ve bunu TV’lerden savunurken sustunuz onunla Anadolu gezilerine çıktınız? Vehhabileri sorgulamadan önce muhterem Hocam kendinizi sorgulayın ve Türkiye’de yeni yeşeren Tevhid akidesine müntesip gençlerin karşısında yer almayınız. Arkanızı Türkiye’deki zengin tarikatlara ve rejime yaslayarak kardeşlerimize düşmanlık etmeyin!
Bu yanlış yolu ve üslubu lütfen terk edin; bu hem sizin için ve hem de onlar için daha hayırlı olur. İslam’da kardeşiz ve bunu şu ve buna menfaatler ve kavmiyetle iç içe girmiş bir din anlayışı uğruna zarar vermeyelim.
Eğer onların ve Müslümanların hayrını istiyorsanız; İmam İbn Teymiyye gibi bir alimi ve İmamı makamından alaşağı etme çabasına lütfen yeltenmeyin.! Kim İbn Teymiyye’nin ilmi ve akidesiyle savaşmışsa ya helak olmuştur ya da fitneye düşmüştür. İbn Teymiyye ilminde ve akidesinde Rabbani olan bir âlimdi ve fitne ehli ulemanın dünyaya ve sultanlara meyletmiş âlimlerin iftirasına uğradı.
Zalim ve müfsid Müslüman yöneticiler yüzünden İslam âlemi bu halde. Bakın dünyanın dört bir yanında cihadı ve küfrden beraati kim bayraklaştırmış, ondan sonra konuşun.
Onlarca yıldır Hanefi Taliban’ın yanında cihad eden sapık selefiler ve Vehhabiler (!) değil mi? Tarikatlardan kaç kişi bu cihadda yer almış gösterebilir misiniz?
Hocam, önce görev yaptığınız camianın İslamlaşması için mücadele verin. Rejimin kürsüsünden Müslümanlara seslenmeyin. Memuru olduğunuz devletin size bu konularda nasıl izin verdiğine şaşmıyor değilim. İzin veriyor ki, memur olmanıza rağmen çok rahat ve güven içinde bu konuları konuşabiliyorsunuz.
Sayın Hocam diyorum; siz Selefiliği bu memlekette Vehhebilikle eş tutmakla çok yanlış bir yol izliyorsunuz. Nice âlim, Hanefi mezhebinden olmakla birlikte selef akidesi üzereydi. Diğer mezhepler de öyle. Neden her Vehhabi, selefi ve her selefi Vehhabi oluyormuş? M. İbn Abdilvehhab’ın kaç risalesini ve eserini okudunuz ve kaç fetvasını tedris ettiniz?
İbn Teymiyye hakkındaki dört makalenizi Allah için söyleyin, hangi amaçla kaleme aldınız?
Sayın Hocam: Vehhabi/Işıdcıların dalalet ve Haricîliğinden önce AKP’nin nasıl Kur’an dışına huruc eden bir parti olmadığını CHP vd. partilerin İslam dışı olup olmadığını da bir yazın. Diyanet’in Hac paralarını nasıl kullandığını ve faizde işletip işletmediğini bir yazın. Diyanet’in içindeki istihbaratı yazın.
Camilerde sahih bir Din’in nasıl anlatılmadığını ve hutbelerin bile siparişle dışarı yazdırtılıp yazdırtılmadığını ve bu kadar hocanızın hala sakallarını kazıdıklarını ve namaz kılmayan Müftülerinizin olduğunu, bayram ve Cuma hariç birçok Müftünün camilerde kendi imamlarının ardında bile namaz kılmadıklarını da yazın. İstihbarat gibi imamları ve hocaları fişleyen ırkçı ve Milliyetçi, Müftülerinizin nasıl İmamlarının canına okuduğunu yazın. Dekolte meselesinde Görmez Hoca’yı verdiği beyanatlardan ötürü eleştirin..Orhan Çeker Hoca’nın canına okudular. Samsun Müftüsü Hayreddin Hoca’nın hikâyesi uzak değil. Mevla’nın mesnevilerini bile daha camilere sokamadıklarından TRT’de şikayetlenerek anlatan Mehmet Görmez Hoca değil mi? Celaluddin Rumi gibi bir adam, Şia daisi mi, yoksa bu Ümmet’in değerlerinden mi? Kabrine bakınız sanki Firavun kabri..!
Hasılı Hocam.. Kardeşliğimizi koruyalım ve bunun esaslarına zarar vermeyelim. Bugün bu fakir bunları size bir nasihat olarak yazdım. Kusura bakmayınız ama siz zaman ve maslahat gözetmeden adeta devlet ricali, nezdinde ihbarda bulunuyor ve kendinize gelecek için bir yer hazırlıyorsunuz zannına kapılıyoruz.
Sizden ricamız; selefi dediğiniz gençliği artık Vehhabilikle suçlamaktan vazgeçin.. Kendiniz de itiraf ediyorsunuz; gençler Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) sünnetini önemsiyorlar, hadisleri okuyorlar. Bize düşen onları kardeş bilmek ve ıslah etmek ve sahih olan Ümmetin Müctehid imamlarının menheci üzere tutmak.
Bakın Vehhabilik derken unutmayın bu ülkede Nakşilik, Kadirilik,Mevlevilik, Halvetilik, Cerrahilik, Rufaîlik gibi mezhepler de (tarikatler demek istiyoruz) var.
Peki, bunlar Kur’an ve Sahih bir nübüvvet akidesinin yanında ne oluyor? Bunlar “La Yus’el” mi? Neden bunları konuşamıyorsunuz? Bunlar masum mudurlar? Neden Muhammed İbn Abdilvehhab’ın (rahimehullah) ay gibi pırıl pırıl ışıyan akidesi tasavvuf ehlinin düşmanlık ettiği en öndeki akidelerden oluyor? Bu akidede şirk ve dalalet olduğunu ispat edecek âlimleri Kur’an ve Sünnet bekliyor; buyursunlar bu insanın akidesindeki dalaleti ve hâşâ varsa şirki ispat etsinler.
Şunu âcizane size hatırlatıyorum: Kimse selef akidesinin yayılmasının önünde duramayacak devlet bile. Bu insan fıtratına aykırı olan bir şeydir. Üstelik bu Ümmetin yolu. Bizim gayemiz; fıkhın ve mezheplerin İslamdaki önemini güzelce anlatmak ve bu ülkedeki tepkisel mezhepçiliği ve selefiliği ıslah etmektir.
Vehhabilik dediğiniz şey; Hanbelî mezhebi menşeli bir tevhid hareketidir. İfrat ve tefritler, bütün Müslüman mezhep müntesiplerinde söz konusu olmuştur. Türkler Vehhabiliği (!) kendi varlıklarını tehdit eden bir unsur gibi görüyorlar. Şunu da unutmamak gerekir ki, İslam her hangi bir mezhebi Müslümanlara dayatmak için veya ona düşmanlığı ilan ve te’yid için gelmiş bir din değildir. Allah’ın kullarından istemediğini biz isteyemeyiz. Esas olan ilim ve ictihaddır mezhep ancak bundan ibarettir ve bu çerçevenin dışında bir mezhep anlayışımız yoktur..
Türkiye’de İslam davasına hizmet etmek isteyenler; tarikat ve tasavvufu batıl te’villerle İslamileştirmek için Vehhabiliği ve Selefiliği öcü olarak ulanıyorlar. Türkiye’de insanlar ve iktidar Hanefi ağırlıklı bir mezhep mensubuysa bunun Hanefi fıkhıyla ve İslamla ne kadar ilgisi olup olmadığını hepimiz görüyoruz.
Tarikat ve tasavvuf Türklüğün Şamanist mistikliğini bir şekilde içinde barındırmaktadır. Tarikat geleneği bir yönüyle Türk Irkçılığı ve Miliyetçilik anlayışını yansıtmaktadır ve ruhanilik iddiasında eski geleneklere ve bu geleneğin henüz islamı Kitap ve Sünnet esaslı bir kaideye oturtamadıkları dönemlerdeki kültürle bağlantılıdır. Bugün Türkiye’deki Nakşîlik geleneği de kısmen bu karakteri göstermektedir. Hata bazı kollarında daha da koyu bir Türkçülük misali sergilemektedir. Mesela bir Cemaat; AP, MHP; Demokrat Parti, CHP ve ANAP’a kadar birçok partiyi çıkarları için destekleyip bu rejimle asla ilmi ve akidevi bir ihtilafta olduğunu, onunla akidevi ve dinî bir kavga içinde olduğunu göstermeden herkesin gemilerinin yakıldığı bir zamanda gemilerini yaktırmaktan kurtarabilmiştir. Peki, bu cemaat acaba hangi saikle bunu yapıyor? Sırf fıkhî ve akidevi bir cevaz olması sebebiyle mi, yoksa temelde Nakşîliğin bir Türk tarikatı oluşu sebebiyle mi? Biraz zor bir mesele değil mi? Yoksa bu cemaatler doğrudan devlet tarafından Türk modeli bir Din anlayışını hâkim kılmak için mi kurulmuştur?
Benim bu yazıdaki gayem, AKP’nin küfrünü ve şirklerini ispat meselesi değildir. İhsan Şenocak Hoca, Kur’an’daki ve Sünnetteki nassları bildiğine göre. O zaman lütfen Kur’an ve Sünnet bağlamında, AKP hükümetlerinin ve Erdoğan’ın Başbakan iken yaptığı siyasi ve yasal icraatların ve imzaladığı uluslararası anlaşmaların tamamının nasıl İslamla çelişmediğini partisinden bazı bakanların (Ahmet Davutoğlu) Kur’anla demokrasinin ilkelerinin birbiriyle çelişmediğini söylediğinde neden bunların da İslam gençliği tarafından kabul gördüğüne dair bir yazı yazmamıştır?
Ama Vehhabi/selefi diye suçlanan ve aşağılan bir Müslüman, o vakit Dışişleri bakanı olan şimdiki Başbakan Ahmet Davutoğlu’na bunun cevabını verdi.
O zaman ona sormuştum: siz Kur’an alimi misiniz, müftü müsünüz yoksa Kâdı ve müctehid mi? Kimin adına ve hangi dini nassın hükmüyle bu sözleri sarfediyorsunuz diye?. Şimdi aynı sözleri kısmen de olsa Şenocak Hoca’ya soruyorum:
AKP’nin kimî çalışmalarının fayda babında ben de sonuçlarını görüyorum -bunlar bir hükümetin Müslüman olduğunu veya iktidardaki partinin İslama mensubiyeti ve maslahat cihetiyle dünyevi ve bazı dini maslahatı temini sebebiyle; onların Allah’ın indirmediği hükümlerle bizleri idare etmesine ve Allah’ın bir tek hükmüne dayanmayan kanunlarla insanları cezalandırmalarına göz yummaları acaba hangi Kur’anî nasslarla caizdir?
Allah’ın indirmediği hükümleri çıkarmak ve onlarla hükmetmek ve T.C Anayasa’sının ilke ve gayelerine namusu ve şerefi üzere and içmek (yemin etmek değil) ve sonra da Müslüman olduğunu söylemek ve bu raddeden sonra asla iman ve İslamı söz konusu etmemek, hangi Kur’anî ve nebevi nassın hükmü mucibincedir?
İnanın bunu tekfir sadedinde sormuyorum. Bunu Türkiye’de demokratik yasama için sandıklara giden ve ulema sınıfına mensup tüm ilim ehlinden Ümmetin İmamlarının ictihadlarından deliller zikrederek bunu Müslümanlara açıklamaları gerektiğini belirtmek için soruyorum. Bizim bu konuyu bilmediğimizi, Kur’an’ın ve Sünnet’in nasıl hakkında Allah’ın bir sultan indirmediği halde; kanun koyucu ve uygulayıcı olmaya cevaz verdiğini Türkiyeli âlimlerin kalemlerinden öğrenmek istediğimiz için yazdığımızı farzedin.
Ali (radiyallahu anhu) ile Haricilerin konumundan; hangi kıyasla ve mantıkla, demokratik (Allah’ın dininden olmayan) laik İslam dışı yasalarla hükmedilmesini reddeden Müslümanların çağdaş harici olduklarının ispatına çalışılmasını ise aklım bir türlü almıyor.
Bu yazımı, Şenocak Hoca’nın kanaatini değiştirmek için yazmıyorum. Şenocak Hoca bu sözlerini Allah’ın kitabının nasslarına dayanarak yazmışsa diyecek ne sözümüz olabilir ki?
Fakat, hem İslam dışı yasalarla hükmetme gibi bir fetva ve Din meselesiyle karşı karşıya oldukları halde, bunun Kur’an ve Sünnete göre hükmünden söz etmeyecekler, hem de bunu meşru imiş gibi bir algıya kapılmamıza sebep olacaklar ve sonra da vehhabilik/selefilik/Işıd edebiyatı yapacaklar..
Şenocak Hoca’nın bununla Türkiye’’de nasıl bir ortamda söz söylediğini ve hangi minberden seslendiğini bilmek ve buna göre geleceğimizi düşünmek ve diğer Müslümanlara da kitap ve Sünnet’in imanî ve akidevî çerçevesi dâhilinde bakmak gerektiğini hatırlamaları için bu fanî, bu sözleri; bir nasihat olarak söylüyorum.
Bu fakir, ilminin killetini biliyor ve bu konuda bütün Müslümanlar gibi Kur’an’a ve Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) mübarek sünnetine iman eden birisi olarak, Hoca’ya bir nebze de olsa hatırlatmalarda bulunmak ve “İslam Gençliği” dediği gençliğin; “tevhid” “şirk” ve “küfr” konusunda hatırlattıklarım üzerinde düşünme gereğini ne kadar duyup duymadıklarını ve duyuyorlarsa ona göre bir “menhec” ve “akide” üzere bu sözleri sarfetmeleri gerektiğini hatırlatmaktır.
Biz Müslüman olarak asla “zühd” ve “takva”nın Kur’an ve Sünneti nebeviyeyle taçlandırılmış olan ilmine ve imamlarına söz söylemek gibi bir yanlışı tasdik etmiyoruz. Özellikle müctehid İmamlarımızın cümlesi -Allah onlardan razı olsun ve rahmet eylesin ve bizleri onların şefaatından mahrum eylemesin-ne muhabbeti ve ihtiramı dinden bildiğimizi burada hatırlatmak isterim..
Kardeşlerimizin cümlesinin şunu bilmeleri istiyorum:
Siz hem Hanefi mezhebinin fıkhı ve ictihadlarına tabii olabilir, hem de selefin akidesi üzerine olabilirsiniz.
Diğer mezhep İmamları da bizim imamlarımızdır, ihtilaflarında ümmet için rahmet vardır.Onların ictihadlarının da bu rahmet kapısından bir cüz olduğunu unutmayalım.
Gençler sahih bir hadisi okuyor bununla amel ettiklerinde (namazda raf’ul-yedeyn gibi) Sünnete tabii olmaya gayret gösteren bu Müslümanları illa da Şafii, Maliki ve Hanbeli mezhebindendir diye tarif etmeye çalışmayalım.
Bir Hanefi de bunun Sünnet olduğunu kabul ettiğinde; İmamız, Hüda İmamı Ebu Hanife’nin (rahimehullah) dinine ve fıkhına ta’n”da mı bulunulmuş olur, yoksa onun da mezhebi buydu mu denmiş olur. Biz sahih olan akide de Kur’an ve Sünnetin emri ve nasslarıyla kıyamet gününe kadar kardeşiz..Bu farzı ikame etmek herhangi bir mezhep ve tarikat adına cidal etmekten ve birbirimiz yaralamaktan çok daha hayırlıdır. İslam’ın hem içerden ve hem de dışarıdan çok ağır ve öldürücü saldırılara maruz kaldığı bir zamanda yek vücud olmalıyız.
Lafzî ihtilaflar yüzünden birbirimizi düşman ilan edip ilimde ifrata ve tefrite gidenlerin taassubu yüzünden “Millet-i İbrahim’i ikame cihadı”nda fırkalara ayrılıp birbirimizle uğraşamayız. Birbirimizi Allah için anlamak ve Kur’an ve Sünnet dışında ve imamlarımızın ahlakı ve adabı dışında olan hiç bir şeyle ilzam etmeye gitmemeliyiz ve vacib olmayanı “mülzem” görmemeliyiz.
Biz Müslüman olarak demokrasiyi reddediyor ve demokratik laik ve materyalist yasalarla Müslümanları idare etmeyi kabul etmiyoruz yasamaya ortak olmuyoruz ve bunu meşru da görmüyoruz.
Bunu kabul edenler ve bu yasalarla idare edilmesine ses çıkarmayanları da hüccetimiz kasır kalmış da ikna edemiyorsak, Allaha havale ediyoruz. Zira hüccet bizim anlayışımız değil, Allah Aze ve Celle’nin kitabı ve O’nun Rasulü’nün (salallahu aleyhi ve sellem) Sünnetidir.
En doğruyu bilen Allah Azze ve Celle’dir. Doğrular ondan hatalar nefsimizdendir.
13.09.2014
İhsan Şenocak’ın Erdoğan’a Mektubu: 'İslam gençliğinden Cumhurbaşkanına mektup'
Kaynaksozunhaysiyeti
İhsan Şenocak’ın Erdoğan’a Mektubu Ne Anlama Geliyor?
İhsan Şenocak Hoca ‘İslam Gençliğinden Cumhurbaşkanına Mektup’ başlığıyla Cumhurbaşkan’ı Erdoğan’a hitaben ilginç bir mektup yayınladı. Mektubu, bir fikriyyatın sesi ve tercümesi olması niyetiyle kalem almış ve ma’kul ve bazı şer’î nasihatleri içermekle birlikte abartı ve yersiz takdir ve tazimler içermektedir. Adeta Erdoğan’ı halife makamında gören bir heyecan ve üslupla yazılmış.
AKP’nin iktidar olduğu dönemde ülkenin nasıl helaka doğru gittiğini görmezden gelen ve ahlaksızlaşmada AKP döneminde nasıl ölümcül değişimlerin olduğunu unutarak. Mektup abartılar içeriyor ve nedenini anlayamadığımız bir özgüven diliyle Erdoğan’ı muhatap alıyor.
Mektup, Erdoğan’a övgü, vehhabilik/Işıd/selefilik uyarısıyla devam ediyor ve AKP iktidarı döneminde yapılan olumlu işlere rağmen partililerin İslam dışı davranışta bulunuşlarından örnekler veriyor.
Mektubun ana konuları, Erdoğan’ın tebrik edilmesi, vehhabilik/Işıd tehlikesi karşısında Osmanlı Medrese geleneğinin yeniden ihyasını etrafında dönüp dolaşıyor. Açık mektup olması hasebiyle, hassas ve ciddi meselelere değinmiyor derinlikli konuları ele alamıyor ve olması gereken İslami nasihatı yerine getiremiyor. Mektupta Şenocak’ın imzasının kullanılması, yaşı ve sahip olduğunu konum gereği Cumhurbaşkanlığı makamı gibi bir kurumun başında bulunan insanın yaşına ve konumuna göre etkisi zayıf hafif kalmış bir mektup hüviyetindedir.
Erdoğan Mahmut Efendi’yi ziyaret ettikten sonra, Büyük veli bildikleri bir insanı Cumhurbaşkanlığı kesin olan Erdoğan’ın ziyaretine rağmen zannediyorum ki, bu mektup gereksiz olmuştur. Çünkü İstanbul’daki Büyük veli gerekeni mutlaka Erdoğan’a söylemiş ve onu İslamî olarak uyarmış olmalıdır değil mi?
O zaman bu mektuba kim vazife çıkarmıştır ve vazife vermiştir?
Erdoğan’ın İstanbul’da ayağına kadar gittiği bir veliye tabi olmaya ve onun da muhtemel nasihatine rağmen, bu mektup nasıl siyğasına uygun düşecekti? İslam Gençliği ifadesi kullanılarak, dolayısıyla böylece makam-ı velayet ile ters düşülmemiş olunacaktı. Böylece mektup olması gereken üslup ve ağırlıkta olmasa bile, gençliğin sesi olarak halka da duyurulmuş olacaktı.
Şenocak, Erdoğan’a adeta laik bir devletin başı değilmiş gibi İslamî bir görev ve mektubuna da Hilafet yolundaki nasihatler manasında anlamlar yüklüyor diye düşünüyorum.
Oysa AKP hükümeti laik ve dindışı bir Anayasa’yı ülkenin tüm kurumlarının üstünde tutarak bu ülkeyi mevcut laik ve materyalist yasalarla yönetiyor ve hükümleri Kur’an’a ve Sünnete aykırı bir yasamanın başında bulunuyor. Söz konusu mektup, asla bunlara yer vermiyor, Erdoğan’a edebi destek ve nasihat içeriyor. Mektup, AKP’nin İslam’a göre ne ve nerede olduğunu değil, Erdoğan’ın kim olup olmadığı üzerine bina edilmiş. Bu belki de bilinçli olarak tercih edilmiş bir husustur.
AKP döneminde çıplaklığın, zinanın, uyuşturucunun ve içki tüketiminin ve sokaklarda çıplak gezmenin ne kadar yaygınlaştığı ve okullarda işlenen suçların türleri ve sayısı hakkında konuşmayacağım. Arife ta’rif gerekmez.
İhsan Şenocak, AKP kadrolarında, Modernistlerin, Allah’ın şeriatını hiçe sayan, İran ve Şia bağlantılı kadroların ve beyinlerin hükümeti ve hatta Erdoğan’ı nasıl etkilediklerinin farkında değil.
İhsan Şenocak, mensup olduğu cemaat veya camiayı temsilen, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yazdığı mektupla; Erdoğan’ı Kur’an’la uyaracağına Büyük Velilerden ve onların ruhaniyetinden söz ediyor. Demokrasiye nasıl baktığını ve demokrasi içinde Müslümanların maslahatı uğruna işlenen maddi cürümlerin bazısını eleştirmekle beraber akide hususunda nasıl İslam dışı amellerin ahkamı hakkında işi geçiştirdiğini ortaya koymuştur. Zira onları yazmak ve konuşmak Türkiye’de Vehhabililik/Işıd ve selefilik çizgisinin ve tekfir cemaatlarının işi oluyor. Türkiye’de tarikatlara muhabbet beslememek ve demokratik yapılarda yer almamak bu suçlamalar için yeter sebep haline geldi.
Bu açıdan Mahmut Efendi’nin Çeçenistan gezisi projesi aslında bize Türkiye’de tarikatların konumu ve dünya devletlerinin de hali hazırda küfr ile İslam arasındaki savaşta nasıl bir değere sahip olduğunu ve nerede durduklarını da bize söylemektedir. Rusya’nın bile Selefi mücahidlere karşı tarikatlara ve tasavvuf ehline daha sıcak baktığını söylemek iftira değildir. Bu Rusya ile işbirliği anlamında değil, tarikatların Selefilere bakışı sebebiyle Rusya’nın ve ABD’nin kullanmak istediği bir duruştur.
Suriye cihadında bile zamanında Şam’da iken eleştirdiğimiz bazı Suriyeli alimlerin bu savaşta yerlerinin ne olup olmadığını bilenler az değil. Ğaybi yardımı Allah’tan önce evliyayaya havale eden miskinler ve yalancılar güruhu; Suriye’de evliya dediklerinin ve kerametlerinin nasıl döküldüğünü ve hiçleştiklerini görsünler.
Adamın nerdeyse çorabı kaybolsa o bunu bile Abdulkadir Geylani’den isteyecek kadar dalalette olan önderlerin hâkim olduğu zihniyet bugün Şam beldesinde ortalıkta yoklar. Laik ve dinsiz Suriyeli kadrolar yılarca Türkiye’de cirit attılar ABD ve AB desteğinde Türkiye’yi de meşgul ettiler ama âlimler çıkıp dünyaya Müslümanlar adına seslenemediler ve Suriye cihadını içerde yalnız bıraktılar. İçerde kalanlar da zaten daha önce zindanlarda çile dolduran Müslümanlardı.
Hâsılı anlaşılan o ki; mensup olduğu İslam Gençliği Şenocak’ın adının Erdoğan’ın kulağına çalınmasını istiyor. Zira bu mektubu – kendi adına değil, mensûb olduğu camia adına kalem almış ya da alınması kendisinden istenmiş ya da ittifak sonucu kalem alınmıştır. Dolayısıyla mektup, mevcut iktidarı meşrulaştırıp demokrasiyi eleştiriden uzak tutuyor ve Vehhabilik uyarısıyla, Erdoğan’ın kutlu bir yolda olduğu takdiriyle devam ediyor.
Türkiye’de Din için dini, demokrasinin ve kemalizmin ilkelerinden olan laik Anayasal laik rejim için kullanan siyasi partileri eleştirdiğinizde; Haricilik ve Selefilikle suçlanacağınız adeta İhsan Şenocak’ın mektubunda okunur gibi. Üstelik Vahhabi/ışıd terkibi gerçekten çok ince göndermeler içeriyor. Sağ olsun (!) Mısır Selefileri aklettiler de böyle bir ittihamdan kendilerini kurtarmayı (!) başardılar. Fakat bu kez de Allah’ın ve tarihin hükmüne mahkûm oldular.
Âlimlerimizin bazısı; Demokrasi’nin Allah’ın hükümlerini reddeden bir siyasal ve felsefi sistem olduğunu söylediğiniz zaman; bununla hükmetmenin küfr olmadığına bir dizi delil zikrederler. Yine bazılarının ayetlerin zahiriyle anlaşılmaması gerektiğinden ve demokrasi karşıtlarının hemen Hariciliğinden ve tekfirciliğinden söz edeceklerini biliyorum. Bir zamanlar Cübbeli Hoca da demokrasi ve laikle ilgili laflar etti. Sonunda soluğu hapiste alınca, artık ne laiklik hakkında ve ne de demokrasi hakkında konuşamaz oldu, birileri onu susturdu. Belki de onu susturan AKP idi.
Tarikatlar nezdinde Selefilik, laiklikten ve demokrasiden daha tehlikeli. Çünkü Türkiye laikliği ve demokrasisi; çıkarları için tarikatları ve şeyhleri kollar ama ABD ve diğer kâfir devletlerin hatta Vehhabilikle suçladıkları selefilere S.Arabistan’ın bile düşman olduğu gerçeğini unutarak. Neden S:Arabistan Vehhabiyken aynı zamanda hem selefilere ve hem de Vehhabilere karşı savaş ilan etmiştir, bunu hiç mi düşünmüyoruz?
Tarikatlardaki münkerlere rıza gösterenler; Müslümanların demokrasi içinde içinde işledikleri münkerlere ve şirklere ise hiç ses çıkarmıyorlar. Sebebi de; Türkiye’de “devlet” “tarikat” ve “ulusalcılık”ın birbirine olan ihtiyacıdır. Onun için bütün tarikatlar devlete ve rejime yakınlık aramakla kendi geleceklerini selamete almaya çalışıyorlar. Hâlbuki 28 Şubatta kendileri de zulüm gördü. Ama mesele selefilik olunca; devleti ve kolluk kuvvetlerini imâlı bir biçimde göreve davet ediyorlar. Allah’ın hükümleriyle hükmetmeyenleri Müslümanların üzerine saldırtmaya çalışıyorlar. Peki, o zaman Mahmut Efendi’nin Kadirov’u ziyaretinde ne sakınca vardı da engel olundu?
İhsan Şenocak’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yazdığı mektubun başlığı şöyle:
‘İslam Gençliğinden Cumhurbaşkanına Mektup’
İhsan Şenocak’ın hangi fikri akıma bağlı olduğu veya kendini nisbet ederek bu mensubiyetin dilini kullandığını bilenler; onun bu mektubunda, Erdoğan’a; adeta, ‘işte bakın İslam gençliği biziz, senin arkanda duruyoruz. Bizlerin dışında ne bir İslam gençliği vardır ve ne de onların çoğu senin gittiğini yolun doğru olduğuna inanıyorlar’ demeye getiriyor.
İhsan Şenocak’ın gözünde İslam gençliği, AKP’ye oy veren ve onun işlediği birçok günahı ve AB ‘ye girme yolunda ittikab ettiği münkerleri ve İslam’a karşı verilen savaşta nerde olduğunu unuturcasına ve BOP denen mel’anet projeyi hiç aklına getirmezcesine konuşması, gerçekten düşündürücü.
Acaba İhsan Şenocak Yahudilerin neden Türkiye’de diledikleri gibi toprak satın aldıkları hakkında bir şeyler yazabilir mi? Türkiye’nin tarım arazileri zengin işadamlarına peşkeş çekiliyor. Türkiye tarım ülkesi olmasına rağmen, bu sene açlık sınırının da altında yaşıyoruz desek inanır mı? Tarımda AKP geldi geleli borçlardan ve sıkıntılardan kurtulamadık. Ülke satılıyor kimsenin haberi yok. Hatay’ın topraklarının 1/3’ünün satıldığını Hataylıların kendileri dillendiriyorlar. Harran Ovasında yabancılar durmadan arazi alıyorlar. Bu siyaset Türkiye’nin dört bir yanında işliyor.
Münbit bereketli araziler nasıl yenilip yutuluyor ve Türkiye’deki insanlar açlığa sürükleniyor kimse bunun farkında değil.
15 yıl sürmeyecek köylerde arazilerini sürecek insan kalmayacak. Bu araziler kimi olacak. 5+3 yıllık zulüm sistemle Türkiye fakirleştirildi ve çölleştirildi hayvani serveti tükenme noktasına getirildi. Bunu elbetteki sadece 12 yıllık AKP iktidarının suçu değildir.
Köylerin tekrar hayat kazanması için 4+4+4 sitemi hiçbir fayda vermemiş ve zulmü daha devam ettirmektedir. Köyler tekrar gerçek hüviyetine kavuşturulmalı; köyler tekrar Türkiye’nin beğenmediğimiz o klasik konumuna icra edilmelidir. Ama AKP ne yapıyor? Şehirlerin alanını alabildiğince genişletiyor ve köyleri yutuyor insanların kimliği üzerinde oynuyor.
AKP Hükümeti değil mi İstanbulu korkunç ve iğreti bir sömürge kolonisi şehre döndüren ve kâfir ülkelerle dalalet yarışına sokan? Görmüyor musunuz, İstanbul’da İslam’ın alametlerini teker teker yok ediyorlar. Şehrin nasıl kapitalist emperyal ticarî kulelerle donatıldığının farkında mısınız?
İstanbul, fahişeler şehri Hong Kong’u geride bırakmış! Otel odaları kadınlı erkekli gruplar tarafından zina hanları (kardeşlik odaları diyorlar) olarak kullanılıyor. AB uyum süreci uğruna bunların hepsine göz yuman kim? İstanbul’daki fuhşu ve rezillikleri şehri tamamen bir günah labirenti haline getirip gizleyerek meşrulaştıranlar kim? 12 yıldır iktidarda kim var?
Gazze olayları sırasında hatırlar mısınız bu partinin üyelerinden kaçta kaçı İsrail Dostluk Derneğine kayıtlıydı?
İslam Geçliği adına Erdoğan’a mektup yazmak yetmiyor; bakın yakınındaki müsteşar ve danışmanlarına hangisi ne kadar İslam’dan haberdar ve İslamı biliyor? Bilseler ne olacak? İslamın politikada ne kadar yeri var?
İran’la büyük kalabalık bir heyet halindeki ziyarette imzalanan anlaşmalar hakkında sizin de bizim de bir bilgimiz yok. Neden bu halk AKP Hükümetinin İran’la yaptığı anlaşmaların neler içerdiğini bilmiyor ve neden bu halk BOP’ta Erdoğan’ın altına imza attığı meseleler hakkında bilgi sahibi değil? Ortadoğu’da haritaların değişimi bu anlaşmalarda Erdoğan’ın altına imza attığı konular arasında mı değil mi? İftira etmek için bunları yazmıyorum gerçek bu. Neden bir şey bilmiyoruz?
AKP, İslamı yaşanabilir kılmıyor, AKP batılı modern hayatı İslam’la yan yana yaşanabilir kılmaya çalışıyor. Tabii ki bu “İslamî” dediğimiz hayatın ne kadar İslamî kaldığını yaptıklarımız gösteriyor. Bunun müsebbibi kim? Vehhabiler ve selefiler mi?
İstanbul’da Bira fıçısından içeri girilip de alenen fuhuş yapılan ve insanların da bunu seyrettiği yerler varmış bunu gazete haberlerinde okuyoruz, AKP iktidarı döneminde bu konuda ne yapmış? Herkesin yaşam tarzına saygı korkaklığı ve tavizi İslamın önünü mü açıyor? AB’yi memnun etmek için çıkarılan yasalar plajlarda çıplakları ve üstsüzleri tatmin hâlâ tatmin etmiyor ki, alenen üstsüz geziyorlarmış. Bu Belediyelerin bazısı da AKP’nin elinde.
2023 hedefi ne ola ki? Bunları bertaraf etme tarihi mi? Yarın Suriye ve Irak olmayacağımıza dair sanki birileri ilahi bir güvence almış gibi konuşuyor. AKP basireti kör bir partidir ve Ümmetin yozlaşmasını daha da yoğunlaştırıyor.
Sanki Hoca, AKP’nin iktidar olduğu dönemde ülkenin ahlaksızlaşmada ve uyuşturucu kullanımında nasıl ölümcül bozuluşlara sahne olduğunu unutuyor ve Türkiye’deki İslam Gençliğinin (!) sesi imiş gibi Erdoğan’a hitap ediyor. Türkiye’deki İslam gençliği de ne ve kimler oluyor? Tarikat menşe’li gençlik mi? İşte tarikatın liderleri, TV’lerde onların âlimlerinin nasıl istismar edildiklerini görüyoruz.
Burada AKP döneminde çıplaklığın, zinanın, uyuşturucunun, içki tüketimi ve sokaklarda çıplak gezmenin ne kadar yayıldığını ve okullarda işlenen suçların türleri ve sayısı hakkında konuşmayacağım. Arife ta’rif gerekmez.
İhsan Şenocak, AKP kadrolarında, bulunan Modernistlerin, Allah’ın hükümlerinin değişeceğine inanan, İran ve Şia bağlantılı kadroların ve beyinlerin hükümeti ve hatta Erdoğan’ı nasıl etkilediklerinin farkında değil..
Fazlurrahmancılar bu partinin kadrosunda şu anda bakanlık yapıyorlar. Rio’ya gittiklerinde kadınların dansını ibadete benzeten adam şimdi Kültür Bakanı. Bu adam Sünneti inkâr ediyor; kendisiyle bazı tartışmalarımda bunu gördüm. Hadislerin bazısını hükmünü inkâr eden Hüseyin Atay’ın (tez danışmanlarımdandı) safında bize karşı mücadele ediyordu. Recmi ve kadınların hayz halinde namaz kılmamasını inkâr ediyor. İhsan Şenocak, herhalde Türkiye’de Fazlurrahman denen münafıkın ve zındıkın adına “Sempozyum” düzenleyen Belediye’nin başında bir zamanlar R.Tayyip Erdoğan’ın olduğunu unutuyor. Erdoğan’ın Cidde’de faiz konusundaki açıklamaları Fazlurrahmancıların onu ikna etmesiyle miydi diye şüphe ediyorum.
( II )
Suriye konusunda AKP hükümetinin –iyi niyetine rağmen- attığı can alıcı yanlış adımlar ve İran karşısında bütün gördüklerine rağmen sessizliği, Irak’ta zamanında Müslümanların yanında durmaması sebebiyledir. Irak’ta Müslümanların yanında değil, gizlice ABD ile birlikte oldular. Hâlâ da öyleler. Şenocak, bütün bunları bildiği halde, adeta Erdoğan’ı Halife makamına oturtarak mektup yazıyor ona..Şenocak, elbette bazı şeyleri görüyordur. Türkiye’de ahlaka ve İslami ilimlere değer verilmesi gerektiği konusunda teklifine katılıyorum.
Ama asıl görmediği ya da göstermek istemediği: AKP’nin demokratik bir parti olarak laiklik ve Kemalist ilkeler üzerine and içerek hükümet olmasıdır. İhsan Şenocak ve Türkiye’deki birçok yazar ve çizer, Millici ve maneviyatçı kesim ve ilim ehli toplumda yaygın hale gelen ahlaksızlıktan şikayetlenirlerken, okullarda hâlâ İslam akidesinin nasıl bir tehdit ve tehlike altında olduğunu görmüyorlar..
Hocalar ve âlimler; AKP’nin vb. partilerin Kur’an’a ve Sünnet’e göre nasıl bir dini hükmünün olduğunu ise asla konuşmuyorlar ya da konuşamıyorlar. Sanki konuşurlarsa, Vehhabi/selefî olacaklar. Allah’ın emirleriyle hükmedip etmemeyi konuşmak; sanki Ebu Hanife’nin akidesinin ve fıkhının konularından değilmiş de Vehhabiliğin ihtisas alanıymış gibi göstermeye çalışıyorlar. Neden acaba?
Peki, okullardaki şirk içeren bazı törenlere ve genelevlerine ruhsat vermeye ve faizle ilgili yasalar çıkarmaya ve zinayı suç görmeyen AB uğruna uyum yasaları çıkarmaya ve Kur’an’ın demokrasi ile ilkeler bazında çelişmediğini söylemeye kadar, daha nice dalalet olan sözleri bu partinin milletvekillerinin ve bakanlarının ağzından çıkmasına ne demeli? İhsan Şenocak, putçuluğun anlamını sen bu millete öğrettin tarzındaki abartıyla Erdoğan’ın Anıtkabirde duruşunu ve Azerbaycan’da Aliyev’in kabrine çelenk koyarken ruku’ eder gibi eğilen resmini ise galiba hatırlamıyor. Eğer bunu bilmiyorsa diyecek bir şey yok, biliyor ise durum daha vahim. Zira bu amel kâfirlerin büyüklerine gösterdikleri tazimdendir ve onlara göre bir nevi ibadettir.
Türkiye’de ulema ve Şeyhler bunun şirk amellerinden olduğunu elbette söylemezler. Çünkü AKP ve daha önce seçtikleri partilerin iktidar ya da iktidar ortağı olmalarında dünyalık menfaatleri var da ondan. Allah’ın dini bu amelleri caiz görmediği gibi buna ihtiyacı da yoktur.
Samsun’daki heykelleri misal vermesine rağmen, Erdoğan’ı övme sadedinde diyor ki:
”17. Ebu’l-Hasan Harakani Hazretleri’nin şehit düştüğü dağın eteğine dikilen heykellerin Anadolu’nun İslam’a aidiyetini silmeye matuf bir hamle olduğunu fark edince her nevi tepkiyi göze alarak esaslı bir duruş sergilemiştiniz. Mahşerde karşınıza “hayırlı bir amel” olarak çıkacak o konuşma ile tarihe şu notu düştünüz: “Allah Resulü’nün fethin ilk alameti olarak Ka’be’nin etrafındaki putları, ‘Hak geldi batıl zâil oldu.’ ayet-i kerimesini okuyarak yıkması, putun, batılın sembolü olduğunu ilan amacını taşımaktaydı.
Bin yıl önce Anadolu kıtasında cereyan eden Hak-Batıl hesaplaşmasını kaybeden küfür cephesi, uygarlığın yekün ifadesi olarak gördüğü heykeli getirip Büyük Veli’nin huzuruna dikerek, ”Biz yıkılmadık, hesaplaşmaya hazırız.” mesajı vermişti. Böyle bir zamanda mevzuyu Ebu’l-Hasan Harakani Hazretleri merkezli ele alıp, heykelin siyasi mesajın ötesinde insanlık için bir mana ifade etmeyeceğini ona “ucube” diyerek izah ettiniz. Bu duruşunuz Müslüman gençler tarafından, “Batılın bütün unsurlarıyla yekpare olması müslümanın hakkı söylemesine mani olmaz.” şeklinde anlaşıldı. Ne var ki partinize mensup bir belediye başkanı bir Karadeniz vilayetini(*)putlarla doldurdu. Şehrin nesebini başka uygarlıklara isnat etmek için çabalayan bir adam gibi, İslam’dan önceki dönemlere ait ne kadar şahıs bulabildiyse adlarına heykel dikti. En son inşa ettiği bir sanat merkezinin (!) avlusuna da yarı çıplak bir kadın heykeli koyarak “ucube” dediğiniz suretten binlerce kat daha fazla şenaati barındıran bir ameliyeye imza attı. ”
Evet, bu nasihat tarzındaki serzenişlerin aynı zamanda nasıl ince göndermeler de içerdiğini bu sözlerde görmek mümkün. Dolayısıyla, hani gözle medih ve hangi gözle eleştiri ve ma’rufu emr? Bu mu Hakk’ın yanında olma? Bu mu Anadolu’da küfür cephesinin mevzi’ kaybedişi? Bu sözler bile kendi başına AKP’nin Erdoğan’ın çizdiği siyaset yöntemine zarar vericidir. Bu itiraz edilen ve şenaat diye nitelendirilen hususlarda kimin ne kadar sorumlu olduğu ve sorumluluk alanlarının sadece bunlar olduğunu söylemek mümkün müdür?
Adamlar Allah’a ortak koşuyorlar, Hoca ise, büyük bir velinin huzurundan söz ediyor. Büyük Allah’ın huzuru nerede? Erdoğan neden tevhidi merkeze almamış da Ebu’l-Hasen el-Harakanî’yi merkeze almış oluyor? Neden Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) putları kıran sünnetini merkeze almamış?
Neden Alp Arslan’ı merkeze almamış?
Anadolu’nun birçok yerinde AKP Belediye başkanları genelevi olan belediyelerde başkanlık yapıyorlar. Akşehir’de de önceki başkanın diktiği putlar meydanlarda.
Türkiye’de şu anki model hükümet tarzı ABD’nin ve AB’nin istediği, İslamsız İslam’ın laiklik ve demokrasiyle en iyi uyumu olarak gösterilmiyor mu? Ne demek; İslam ile demokrasinin uyum içinde olduğunu söylemek? Bu söz aslında İslam’ın bittiğini ve içinde ölümcül bir kırılmaya ve çürümeye maruz kaldığını göstermektedir.
Şenocak Hoca, sanki Erdoğan’ın Kars’taki ucubeyi sadece bir Veli’nin manevi huzurundaki mana için kınadığını söylerek bunu Anadolu’nun yeniden uyanışına bağlaması en hafif ifadeyle acelecilik.
Türkler, nedense Andolu’nun fethine hep kendilerine mal ediyorlar. Anadolu, Halife Ömer (radiyallahu anhu) zamanında fethedilmiştir. Bunu her ne hikmetse zikretmeye yanaşmıyorlar. Rodos’un ve Kıbrıs’ın fethi gibi.
Türkiye’de Vehhabî,/Işıd masalını Müslümanlara yutturmanın bir hased ve bağda olduğunu elbette kimse itiraf etmeye yanaşmaz. Çünkü bununla aynı zamanda iki kuş (!) avlanacak. Biri Şia ve teşeyyu’un Anadolu’da yeniden dirilmesi, diğeri de Vahhabilik’in önlenmesi. Bu topraklarda Türklerin Acem hayranlığı ve tarih körlüğü sebebiyle Şiilik yayılacak ve Vehhabilik dedikleri şey ise gerileyecektir. Şenocak sanmasın ki gariban Vehhabilerin ardında durduğunu sandığı güç kadar Şiiliğin arkasında duran güç kadar etkili desise ve siyaset sahibi bir derinliğe sahiptir. Arapların İran kadar bir derinliği ve desise siyasetleri yoktur. En azından takiyyeyi bilmezler. Ama nedense, Türkiye’deki Sünnî (!) zekâsı, Vehhabilik ile Şiiliği aynı kefeye koymaktan zevk duyarcasına ve bütün İslamî sorumluluğunu yerine getirmişçesine bir edayla, Anadoluculuk savunması yapıyor. Hâlbuki Vehhabilik/selefilik düşmanlığı; tarikatlar tarafından ülkenin İran’ın kucağına itilmesine en büyük yardımı ve desteği sağlıyor. Türkiye’de nice Hanefi olduğunu veya Şafiî olduğunu söyleyen kesim var ki, İran’ın derin siyasetine hizmet ediyor.
AKP ve SP, CHP ve vd. bazı kesimlerin teşeyyu’ karşısında gösterdiği kırılganlığı, ne yazık ki görmeyenler Selef akidesini bu memlekette durdurmak için İran’ın yayılmacı siyasetine yardımcı oluyorlar.
Özellikle SP ve Hüda-Par’ın İran ve teşeyyu konusunda kafaları bulandıran ve bulanık siyasetinin, gelecekte nasıl bir seyir alacağına Şenocak işaret etmiyor. Hizbullah’ın geçmişi bu insanların bu konuları ele almalarına mani mi oluyor?
Türkiye’de Vehhabilik üzerinde yürütülen selefilik ve İbn Temiyye düşmanlığı; teşeyyu’un daha yayılmasına yol açmaktadır. Çünkü Şiilikteki tasavvuf anlayışı ve cihad-ı ekber ve cihad-ı esğar ayrımı ve vahdeti vücud anlayışı ve Tasavvuf’un bazı sembolleri üzerinde müşterek sevgi bağı; Şia ile tasavvufu, vehhabi sapkınlığı (!) ve selefilik dalaleti (!) üzerinde bir araya getirmektedir. Selefilik ve Vehhabilik düşmanlığı, dinî değil, ırkî bir düşmanlık ve eleştiri esasına da dayanmaktadır. Acemin ve Etrâk’ın Arap düşmanlığı. Türk tasavvufunun anlayamadığı ve bindiği dalı kesmeye benzeyen intihar girişimi de burada saklı.
Tasavvuf ve tarikat kültürü Kur’anî bir “velâyet” akidesini öğretmek yerine; temelde sırf keramet ve kişisel taabbüd çerçevesiyle sınırlı ve asla cihadı esas almayan bir “velâyet” kavramının kavgasını veriyor. Kur’an ve Nebevî Sünnet üzerine inşa edilmiş bir velâyet anlayışı ise, Vehhabilik’in ve selefilik’in malzemesi diye tarif ediliyor.
Türkiye’deki “velâyet” anlayışı tamamen tarikat menkıbeleriyle örülü bir anlayıştır; tevhid ve şirk savaşı üzerine kurulu değildir. “Veli” Anadolu’nun diğer ucundan sopasını nasıl atarsa, bilmem neredeki zalimin elini ve kolunu kırarmış, şarkta ve ğarbda bir müridi Abdulkadir Geylanî’den meded dilerse, anında yanında olurmuş ve ona yardım edermiş.! Bu gibi masallar ve hikâyeler Türkiye’de umum tarikat ve tasavvuf kültüründeki veli tasvirinin esasını teşkil eder. Abdulkadir Geylanî neden Irak’ta ve Şam’da da bir keramet gösteremiyor. Üstelik Bağdad’da kabri bombalandığı halde.
Abdukadir Geylani veya diğer her hangi bir “veli” dikkat edin “velayet” tanımı ve kapsamı katledilerek yapılan bir tarif bu – niçin âlim ve ulema değil de “veli”? Tasavvufun en çok kullandığı ve istismar ettiği bir kavramdır “veli” kavramı. Geylani istismarı aslında şeyhlerinin keramet ve velayetinin ispatı için gerekiyor. Yoksa Abdulkadir Geylanî’nin böyle şirk olan bir sözü söylemiş olduğundan değil. Abdulkadir Geylanî, ğaybî yardım konusunda nasıl olur da kendisini hâşâ Allah’ın yardımına takdim eder?
Neden Cübbeli efendileri, doğrudan ğaybî yardımı Allah’tan istemeyi “doğrudan Allah’a bağlanmak şeytana bağlanmaktır” diye tavsif ettiği halde, hiç birinden Işıd ve Vehhabilik hakkında feryad ettikleri gibi bir ses çıkmadı? Çünkü dalalet kendilerinden, onun için susmayı tercih ediyorlar.
Bunların nezdinde Ahmed İbn Hanbel ve sapık (!) İbn Teymiyye ve M. İbn Abdilvehhab’ın bu tarz kerametleri ve velâyet alametleri olmadığı (!) inancı ma’lumdur. Dolayısıyla bir zerre bile (!) kerametleri olmayan bu insanları “evliya” edinmek Türk tarikat ve Şia geleneğinde yoktur.
Türkiye tasavvufu, ülkeyi bu anlayışla Şia’nın ve İran’ın daha da kucağına itecek. Çünkü kelam tartışmalarında “iman” ve “amel” konusunda ve Allah’ın isim ve sıfatlarını te’vil meselesindeki katılığı ve inadı gençlerimizi Şia’nın safına itmiştir. Eskiden selef akidesiyle yola çıkan birçok insan da mezhep katılığı yüzünden bu kez de Şia’nın saflarına geçebilmiştir.
Eski İbn Teymiyye okuyucuları -ki bunlar henüz yolun başındayken istikamet kaybedenlerdi- şimdi İbn Arabî hayranı olmalarının ve Vehhabî/selefi denen bir insanın çok farklı bir şekilde tasavvufun farklı bir sahası olan Şiiliğe kaymasının ve tasavvufa akraba oluşunun sebebi ne?
Bu anlayış çerçevesinde Şia/tasavvuf /tarikat uyumu vehhabilik/şia uyumundan çok daha açık bir tarzda ortaya çıkmaktadır. Türkiye’de vehhabî/selefî karşıtlığının sebep olduğu kafa karışıklığı Ehl-i Sünnet akidesine hizmet etmeyecektir.
Hakeza, çok ilginçtir, Şia tasavvufu’nunun ve Sünni tasavvufunun keramet, cihad-ı ekber ve cihad-ı esğar ve ğaybi yardım konusunda ve velilerin menkıbelerinde benzer bir anlayışa sahip olup İbn Teymiyye ve M. İbn Abdilvehhab düşmanlığı ve selef akidesini küçümsemelerindeki işbirliği hiç görülmemektedir. Türkiye’nin kendi başına nasıl bir bela ördüğünü göremeyen AKP ve Erdoğan hayranı dindarların en büyük basiret ve siyasi körlüğü de burada.
Âlimlerimiz hakkı gizliyorlar ve söylemiyorlar. Neyin nereye kadar ruhsat ve ikrah olduğunu bildikleri halde, Nübüvvet yoluna aykırı olan bu siyasi çizgiyi destekliyorlar ve halkın kafasında putçuluğa çıkarları için göz yuman bir din tasavvurunun yerleşmesine sebep oluyorlar. Nisa suresi 115. ayet- kerimede Allah Azze ve Celle “mümin olmayanların yolundan “ ne diye söz etmiştir o zaman?
Putlara çelenk koymak ve tağutların önünde eğilmek, kâfirlerin âdeti ve ibadetidir. Oy verdikleri partilerin tamamında bu şirk mevcut ve dünya çıkarları için bunu yapıyorlar. Siyasi partiler; İslam’ın tevhid üzere bina edilmiş kimliğini bozmakta ve zihinlerde şirkle ve küfürle ortak yanları olan bir din tasavvuru ve nifak ahlakını insanların kafasına yerleştiriyor. Bu davranış acaba Büyük Velinin huzuruyla (!) hiç mi çelişmiyor?
Aşağıda Hoca’nın söylediklerine bakınız: Bütün mahkemelerde Allah’ın dini dışında; Kur’an’la Sünneti inkâr eden hükümlerle hükmedilirken, Şenocak Hoca hiç rahatsız olmuyormuş gibi, ya da bunun dinde hiçbir hükmü yokmuş gibi, Selef akidesi üzere olanları ABD ve Rusya’nın yaptığı gibi Vehhabilkle suçluyor ve Erdoğan’ı Vehhabilikle savaşmaya ve tedbir almaya davet ediyor. Bu kelimenin tam anlamıyla acizliktir, tahammülsüzlüktür. Türkiye’de Vehhabi (selefî) düşmanlığı; adeta selef akidesine mensup bütün Müslümanları; ABD, Rusya ve diğer münafık devletler gibi düşman ilan etmeye doğru bir seyir izliyor.
Rusya’nın Çeçenya cihadında Türkiye’ye neden baskı yaptığını biliyorsunuz değil mi? Biz de bunun için zindanlarda ömür geçirdik. Amaç Selefîlerin Çeçen Cihadına destek vermelerini engellemekti. “İsmailağa Cemaati”nin müridlerinin Çeçenistan’daki cihada katılmalarına engel olmak için değil. Rusya ve Amerika öyle istiyordu. Ecevit ve MHP iktidarı da buna alet oldu.
Hoş, onlar da katılsa Rusya bunu da istemeyecektir. Fakat öyle bir durum söz konusu olsaydı; Mahmut Efendi Çeçenistan ziyaretini kabul etmeye yeltenir miydi? Şenocak Hoca, Vehhabilik ve Işıdı aynı anlamda ele alıyor ve Erdoğan’a eğer durumu tedarik etmezseniz İmam Hatipler bile onların eline geçecek diye feryat ediyor:
“7 yıl İmam-Hatip’te, 5 yıl İlahiyat’ta okuyan hatta akademik kariyer yapanlar sistem kurbanı olduklarından, iki yıl vehhabi/İşid kamplarında hadis okuyanlar karşısında varlık gösterememektedir. Zira, biri, “İlmihalde böyle yazıyor.” diye cevap verirken; Vahhabi ise aynı mevzuda, “Kâle Rasulullah/Allah Rasulü buyurdu ki” diyerek hadis okumaktadır. Irak ve Suriye’yi yangın yerine çeviren, Batı ve Balkanlar’da hızla yayılan, İmam-Hatipler vasıtasıyla Türkiye’de de zemin arayan Vehabbiliği/İŞİD’i etkisiz hale getirecek yegâne formül, Osmanlı Devleti’ni zor bir coğrafyada altı asır ayakta tutan medresenin çağın ihtiyaçlarını da dikkate alarak İmam-Hatip ve İlahiyat Fakültelerinde ki programlara tatbik edilmesidir. ”
Bu korku ne Allah aşkına? İran ve Irak Şia’sı Iraklı Müslümanlara neler yaptı? İran ve Irak Şialığını ve Erdoğan’ın eşinin Halkalı’daki sahabeye küfretme törenlerine katılmasını neden tehlikeli görmediniz? Asıl tehlike AKP’nin İran karşısında içine düştüğü acizliktir. Ehl-i Sünnet Türkiye’de bazı vilayetlerde neredeyse yaşayamayacak hale geldi. AKP neden İran karşısında bu kadar tavizkâr? Körfezden gelen sermaye kimin, Arapların mı Şia’nın mı? Bazı bürokratlara bile İran’a yakınlığı olanlar talimat veriyormuş nasıl ve hangi cesaretle? Bunların bazısını isim olarak biliyoruz.
Vahhabilik -yanlış yazıyor-(Muhammed İbn Abdilvehhab’ nisbeten) Şenocak’a göre Türkiye’deki tek tehlike. Fakat tarikatlarda öğretilen dinin içinde ne kadar şirk olduğu ise Hoca’nın hiç umurunda değil. Selefilik/Vehhabilik dediğiniz şey neyse ondan önce bu memlekette tarikatlar ve tasavvuf insanların dini hayatına hâkimdi. Biz, tarikatların ve tasavvufun da Osmanlının yıkılışında ve kemalizmin Türkiye’yi laikleştirmesindeki konumunu biliyoruz. Tanzimatta da tarikatlar ve tasavvuf vardı. İşte Türkiye’de sonuç işte Türkiye’nin hali.
Erdoğan ve partisi ve daha önce de MSP Türkiye’de Şiiliğin bilerek veya bilemeyerek önünü açtı şimdi SP İran’la kolkola. Sahabeye küfreden ve Beşşar’ın yanında Müslümanlara karşı savaşı farz gören ve Suriye’deki bütün katliamları destekleyen ve Erdoğan’ı ABD’ye tapmakla suçlayan bir adam var İstanbul’da. Bu adam Çankaya’da Gül’ün sofrasında ikram ve izzet gördü. Bunun hakkında neler yazıp söyledik acaba? Sizin adeta halife gibi gördüğünüz Erdoğan; acaba Türkiye’de bunların önünü nasıl açmıştır diye bir araştırma yapsanız iyi olur.
( III )
AKP, İran ve Şia kuşatmasında. Neden bu konuda Erdoğan’a bir mektup yazmadınız? Irak’ı kan gölüne çevirenlerden söz ediyorsunuz. (Işıd demek istiyor) Yeni mi gördünüz kardeşim Irak’taki kan göllerini? Irak Müslümanların kanlarından nehir olmuştu da gafil Müslüman Türk medyası, İran’ın hatırına bunu yalayıp yutuyordu. Amerika, İran ve Irak Şia’sı yoksa Irak’ı güllerle mi donattılar da biz bilmiyoruz.?
“Allah Teâlâ sizi mazlum ümmet için “umut” haline getirdi.” Dediğiniz Erdoğan ve Partisi Afganistan’da hangi beyaz sayfaları bu ümmetin çocuklarına hediye etmişler? Suriye kimin yüzünden hâlâ kan gölü? Işıd’ın Irak’taki eylemlerini (Irak aşiretlerini destekleme adı altında) üç yıla yakındır Kuveyt’le ve S. Arabistan’la birlikte İstanbul’daki toplantılarda kim organize ediyordu?
Işıd eleştirisi ve Vehhabilik yaftası üzerinden devletin kurumlarını selef akidesine mensup Müslümanların üzerine saldırtmak için girişilmiş bir linç hareketiyle karşı karşıyayız. Irak’taki katliamlarda Müslümanlara zerre kadar maddi ve manevi katkıları olmayanlar ise, şimdi Işıd’ın neden müfritleştiğini konuşma hakkına sahip değillerdir.
Herkes o kanlı savaşlarda Şia’nın, ABD’nin ve müttefiklerinin zulmüne karşı onlara fiske yardım etmedi. Ama Gazze’ye gelince milyar dolarları seferber ediveriyorlar.
Şimdi kalkıp ne diye ABD gibi, Işıd’ı düşman ilan ediyorsunuz? Haydi, Işıd ABD ile işbirliği yapıyormuş diyelim.. Peki, ABD neden bunların en büyük düşmanı? Yeni proje de ABD’nin olacak..Sanki Müslüman olduğunu söyleyen ülkelerin kendi topraklarında bile gerçek bir hakimiyetleri mi varmış? Işıd’dan önce bütün siyasi yapılanmaların da ABD ürünü olduğunu söyleyebilme gücümüz ve dürüstlüğümüz var mı? Onları buna iten kaç sebebi biliyoruz?
Bu fitneden hangi çağdaş İslami hareket korunmuş söyleyebilir miyiz? Türkiye’nin nerdeyse bütün sırları uluslararası istihbarat devlerinin elinde. İçerde bunları yapanlarla savaşmıyor mu hükümet? O zaman neyi nasıl ele alacağız?
Bırakalım Işıd ABD’nin ve İran’ın burnunu sürtsün. Işıd, aslında sizin için savaşıyor bilmiyorsunuz. Çok alimseniz alimleriniz gidip onları ıslah etsin ve onlara sahih olan din neyse onu öğretsinler.! Var mısınız? Daha Somali’de Müslümanlar arasındaki savaşta Müslümanca davranmayı bilmeyen bir devletten ve hükümetten (onların yaptıkları zulümleri ve aşırılıkları desteklememekle beraber) Işıd’a karşı Haçlıların savaş ilanını gibi savaş ilan etmesini istemeyi anlayamıyoruz.
Niye Siyonist ırkçı İsrail’e karşı değil de Işıd’a karşı? Niye Beşşar’a karşı değil de Işıd’a karşı? ABD denen Efendi öyle istiyor diye mi? Bu sözler ya Erdoğan’ı anlamamaktır ya da onu hiç tanımamaktadır. Adamın bunda kendince izlediği bir politikası var. Beklemek zorundayız adamı.
Işıd’ı ABD’nin çıkarlarına hizmet edecek bir mantıkla eleştirmezsiniz. Çünkü onlara yapılanı ne biliyoruz ve ne de yaşadık ve belki de yaşayanlarla hiç karşılaşmadık. Bu fakir en azından yaşamadıysa da biliyor ve yaşayanlarla defalarca karşılaştı. Amerika’nın kan deryasına çevirdiği İslam aleminin halini gören Müslümanlar niçin bir gün bile camilerinde ABD aleyhine n dua edemezler? S.Arabistan’ın Amerikancılığı ile Türkiye’nin Amerikancılığı arasında ne fark var? Vehhabi Amerikancılığı ile Türkiye Sünni demokrat Amerikancılığı; dini kurumları ABD’yi ve İsraili koruyucu bir tavır izliyor Cuma ve Bayram hutbelerinde. Türkiye’de Cami İmamaları, “gerçekten Allah katında Din İslam’dır “ ayetinin bile Türkçesini söyleyemiyorlar.
Şenocak’ın Işıd çıkışının ABD veya Nato’nun Işıd’ı vurma arefesinde rastlaması belki tesadüftür. Onların kabul etmediğimiz davranışlarına rağmen, onlar İslam ümmetinin bir parçasıdırlar. ABD’nin İslamla savaşında yanında yer alanların kim olduklarını âlimlerimiz hiç söylemeye yaklaşamazken Vehhabilik ve selefilik edebiyatını çok rahatlıkla yapabiliyorlar.
Ziyad Berri ve Bin Ali gibi zalimleri ve İslam düşmanlarını koruyan ve Lübnan’da Şiilere silah veren S.Arabistan’ın yanında Türkiye’nin Işıd’a karşı savaşması asla aklın alabileceği bir durum değildir. Onları desteklememek ayrı, onları bahane ederek ABD’nin yeniden Irak’a girmesini istemek ayrıdır.
Erdoğan aklını peynir ekmekle yemiş bir adam değil..! Erdoğan dengeleri Türkiye’nin içinde bulunduğu zor şartlara -ki gerçekten zor- göre kullanmaya çalışıyor. İş hiç de öyle bildiğimiz gibi değil. AKP’nin politikaları ve parti olarak içerideki ve dışarıdaki birçok politikalarını kabul etmemekle beraber, Erdoğan’ı anlamanın zor olduğunu söylemek isterim.
Müslümanların bu tavrı Sisi’yi haklı çıkarıcı bir mantığa kadar uzanabilir. Şenocak Hoca da Mısır’daki Sisi rejimini kınamakta; fakat aynı zaman da bir Amerikan projesi olan Irak’ı Müslümanlara kan gölüne çevirme taburunda farkında olmadan fetva verenler arasına katılmak gibi bir talihsizlikle de yüzyüze kaldığını unutmasın. ABD Müslüman din adamlarından da fetva alarak Irak’ta uyanan Müslümanların yeniden kanlarını akıtmak istiyor. Işıd’ın akıttığı Müslüman kanlarına gelince, onun hesabını sormak İslam ümmetinin âlimlerinin kuracağı mahkemenin sorumluluğudur.
Selefileri,Vehhabileri/Işıd’ı Erdoğan’ın ABD ile birlikte hedef almasını ve onlara karşı savaş ilan etmesini istemekle; bu tavsiyeler ve uyarılar arasında bir fark göremiyoruz.
Şunu bir kez bilmek gerek, Allah’ın kitabı şimdi hükümet olan AKP ve çıkardığı yasalar ve tatbik ettiği mevcut yasalar hakkında ne diyor? Siz bu hükümeti ve bu devleti İslam devleti mi görüyorsunuz?
İhsan Şenocak, devlet ve hükümet olarak AKP’nin Kur’an’ın hükümlerini nasıl çiğnediğini anlatmak ve Müslümanlara Allah’ın dinine karşı ilan edilmiş bir Anayasa’ya and ile bağlılığını ilan etmesinin İslamdaki hükmünü konuşmak yerine; Erdoğan’ı vehhabilik/Işıd karşısında uyarıyor ve “Büyük Doğu ideolocyası” gibi N.Fazıl’ın felsefi ve Milli modelini ona hatırlatıyor. Hatırlatmasına gerek yok. Erdoğan N.Fazılı ondan daha iyi bilir.
İhsan Şenocak’ın mektubunda elbette Allah’ın rızasını gözeterek kaleme alınmış sözler ve cümleler olduğunu ben de kabul ediyorum; ama tabirimi bağışlasınlar, Sultanların İslamı tatbik ettikleri zamanda yazılacak mektup ile Kur’an dışı yasaları tatbik ettiklerinde yazılacak olan mektup, bu üslüpla yazılacak mektup değildir.
Vehhabilik ve Osmanlıcılık çatışması veya ayrıştırmasının temelinde mezhep saiki yatmaktadır. Statükoya ve sâd olan iktidar ve sulta hakkında kimsenin bir itirazının olmaması. Tıpkı Ka’be’nin etrafında bid’at ve dalalet makamlarının ihdas edilmesine ses çıkaramamak gibi. Bunu zalim sultanlar yapmış ve ğafil Osmanlı padişahları da buna ses çıkaramamıştı. İşte bunları izale etmek Vehhabilik oldu. Vehhabilik ile Osmanlı valisi şerif Hüseyin olayını çoğu birbirine karıştırıyor. Muhammed İbn Abdilvehhab bile bugün sahip olduğu ilimle hayatta olsaydı, Al-i Suudu belki tekfir edecek ve demokratların da kâfir olduğu fetvasını verecekti. İşte Vehhabilik dedikleri bu, tarikat ve tasavvufun şirk içeren edebiyatını reddetmek. Sanki el-Leknevî ve Aliyyu’l-Karî reddetmedi.
Özellikle İbn Teymiyye düşmanlığını ve nefretini anlamak asla mümkün değil. En ılımlı duruş sergileyen Nureddin Hoca bile İbn Teymiyye’yi anlatırken; sanki ‘ O, çok iyi, bir âlimdi, Muhaddis idi, Onun hadis demediği söze âlimler hadis demezdi. Müfessirdi ve bütün İslami ilimlerinde deniz gibi idi, Hadis İmamı ve hafızı idi. Fakihti, müctehiddi ve ve.. ama ne yazık ki edebi zayıf ahlak sorunu olan bir adam idi” gibi anlaşılmaya yol açacak tarzdaki 2 saate yakın konferansında onun İbn Teymiyye’yi överken, nasıl ayıpladığını görmeyen var mı? Bunun için yeter artık anlamında bir yazı yayınlamıştım.
Türkiye’de Selefi olduklarını söyleyen gençlere de 13 sayfa bir mektup yayınladım ve bazılarının izledikleri yanlış ve fıkıhtan mahrum yöntemlerini eleştirdim.
Âcizane düşüncem; bizlerin İmam İbn Teymiyye’ye hakaret ederken, Allah’ın hükümleriyle hükmetmeyen bir idare hakkında; Kur’an’ın ve Sünnet’in ahkâmını dile getirerek konuşalım dediğimizde; neden küfürle hükmetmek, Haricilikten daha az tehlikeli bir mesele konumuna indirgeniyor ve Allah’ın hükümleriyle hükmetmememe meselesine gelindiğinde, derhal devreye Haricilik giriyor bunun fıkhî ve akidevî hikmetini anlamak mümkün değil.
Türkiye’de birçok ilim adamı; ilmi ketmettiği ve Allah’ın hükümlerini tahrif ettiği halde, kendilerini Hanefi mezhebine (ki Bu mezhebin fıkhını ve İmamlarını bundan tenzih ederim) nisbet etmektedirler.
Osmanlı’da Batılı yasalara geçişi Sultanlar başlattı. Namaz kılmayan ve şarap içen askerleri, Osmanlı idaresi ordularına komutan yaptı.
Şimdi de namaz kılmayan ve tesettüre riayet etmeyen ve Allah’a isyan eden birçok kadın AKP safında. Erdoğan bile uluslararası bir kadın olan Ajda’yı Somali’ye götürmedi mi, o da orada Somalili facire kadınlarla birlikte dansetmedi mi? Şarap, faiz ve genelevlerden sağlanan gelirle; yol, köprü su getirilmiyor mu, İmamların maaşları ödenmiyor mu?
( IV )
İhsan Şenocak’ın yazısını “Hüküm”den okumadım. Akit gazetesinin haberinden aldım. İhsan Şenocak yazısında; İran’ı ve Şia’yı işaret eder ve bunun karşısında dikkatli olunması gerektiğini söylerken- ki buna katılıyorum-ne yazık ki aynı gazetenin Işıd’la ilgili haberinde İranlılara ve Şia’sına Safeviler demesiyle nasıl alay edici bir üslupla söz ettiğinden de haberi olmalıydı.. (sözde Safevi..) Bu gazete yıllarca İran’ın ve Hizbullah’ın kılıcını çaldı. Biz bunları yazarken İhsan Şenocak vb. Müslümanlar bunun karşısında susuyorlardı.
Halkalı’daki sahabeye küfretme törenlerinde ağlayan hanımefendinin çok büyük bir yanlış yaptığını; Ömer’in, Osman’ın ve Ali’nin de (radiyallahu anhum) şehid edildiğini ve neden bir gün onlar için ağlamadığını da yazıp eleştirdik. O zaman neredeydiniz? 115 ilahiyatçı Fethullah Gülen’i eleştiren bir beyan verdiler. Bunlar 28 Şubatta biz Cuntayı eleştirirken ve bunun için 24 yılla yargılanıp demir parmaklıkların ardında yılları sayarken, Vehhabi düşmanı kardeşler neredeydiler? Onlardan birisini çok iyi hatırlıyorum (Ankara’da) bir dostun, evinde bir dostumuz; neden Y.N. Öztürk’ün dalaletlerini ve Sünnete olan düşmanlığını yazmıyorsunuz dediğinde; o hoca Efendi de, bunları da siz yazın demişti.
O da zannediyorum, şu tarzda bir cevap vermişti: “Zindanlar bize, ünvanlar size öyle mi?” Evet zindanlar bizim oldu, ünvanlar ise onların..! Sünneti inkâr edenlerle Mezhep ve tarikatlar adına Müslümanlardan selefi olduklarını söyleyenleri Vehhabi diye suçlayanların oldu.
İki yıl önce Erdoğan’a 22 sayfalık bir rapor gönderdiğimde henüz hiç bir kardeşimiz bu konuları gündeme getirmiyordu. Erdoğan’ın etrafının tamamen İran muhibbi tecrübesiz ve Din hakkında bilgisi olmayan insanlarla sarılı olduğunu yazdığımızda kimsenin sesi çıkmıyordu.
AKP İran adına propaganda yapan dünya kadar müteahhidin kuşatmasında. İran’ın Suriye’deki savaşının tarihi, akidevi ve felsefi arka planı hakkında 3 yıl boyunca yazdığımız yazılarımıza ve ortaya koyduğumuz belgelere Hanefi kardeşlerden iltifat eden kimse olmadı (bir iki site müstesna)
Hâlbuki Türkiye’de İslamcıyım diyenlerin tarihinde görmedikleri ve bilmedikleri belgelerdi bunlar. Ama biz yazdığımız için bir değeri olmadı. Şimdi Akit gazetesi kalkmış İhsan Şenocak’ın mektubunu; sanki Ahmed İbn Hanbel mektup yazmış gibi Erdoğan’ı taltif makamında yayınlıyor.
mehmeteminakın.com adlı sitemde Ali Hameini’ye yazdığım 48 sayfalık mektubu neden bir tek Müslüman gazete haber konusu yapmadı veya yapamadı? Çünkü cinslerinden değildik de ondan. Özellikle de Akit ve Yeni şafak neden acaba?
Kimse SP’yi İran ve Suriye rejimi yanlısı tavrından ötürü eleştirmedi.
Fakat Allah’ın hükümleriyle hükmetmemenin hükmünü konuşalım dediğinizde; hemen rejimin yanında yer almak için Müslüman olduğunu söyleyen milyonlarca insan ve yüzlerce âlim karşınızda tek saf halinde durur ve avazı çıktığı kadar Allah’ın hükmüyle hükmetmeyenlerin hükmü meselesinin bir Haricilik meselesi olduğunu söyleyip sizi sistemlerin literatüründe terörist ilan etmek için yazılar döşerler, makale ve konferans dizileriyle size cevap verirler.
O halde mesele nedir? Mesele, Vehhabilik meselesi mi? Şenocak neden Türkiye’de yüzbinlerce genci töhmet altında bırakacak ifadeleri kullanıyor? Bunların çoğu Selef akidesine mensup insanlar ve gerçekten samimi Allah’ı tevhid eden kardeşler..
Hoca’yı dinleyelim:
“Sahabe tenkidini ya da Ebû Hanife eleştirisini akademik duruşun gereği olarak gören fakat emperyalizmle hesaplaşma, İŞİD gibi çağdaş haricilik üzerine beyanat verme gibi mevzuları, “görev alanıma girmiyor.” diyerek reddedenler, bu reddedişle İmam-Hatiplerde mayalanacak yeni neslin mimarı değil ancak büyük bir felaketin habercileri olabilir. Allah Rasulü’ne yapılan bir hakarete, “Hocam siz akademisyensiniz bu mevzuda sizin konuşmanız doğru olur.” dendiğinde “Ben ilim adamıyım kardeşim, Peygamber’in avukatı değilim.” diye cevap veren, 28 Şubat’ta da, Gezi olaylarında da, 17 Aralık’ta da hakikatten yana olmakta tereddüt eden bu güruhtur.
Akademik terazi, Türkiye’nin İslam dünyasındaki ağırlığını çekemez. Bütün meselesi, evini, arabasını değiştirmek, daha konforlu bir hayat yaşamak, birkaç saat daha ek ders alabilmek olan kadrolar -hafizanallah- yarın sıkıntılı bir durum zahir olduğunda, “Bu kadar da ileri gitmeseydi.” diye İslam adına yaptıklarınızı tenkid edip ya kenara çekilecek ya da karşı safa geçecektir”
Evet, bu sözlerin doğrusuna doğru diyoruz. Modernizm’in içinde nifakı barındırdığını bu fakir de kendileri gibi düşünüyor. Şia’dan şikayetleniyor, tarikat ehli ve tasavvufçular. Peki, İbn Teymiyye ki, onların belini kırmış olmasına rağmen Şia’nın ekmeğine yağ sürercesine bu İbn Teymiyye düşmanlığınız nedir?
İmam eş-Şevkanî’nin “ Mevzu Hadisler”le ilgili kitabının tercümesinin 2. baskısına eklediğimiz notlarda M.Zahid el-Kevserî’nin İbn Teymiyye düşmanlığı yüzünden nasıl hakikatlere zulmettiğini kendi sözlerinden misaller vererek gösterdik. Bu ümmetin âlimlerinin geleneğinde bu kadar ağır tahkir ve düşmanca tavırlar çok nadirâttandır.
İbn Teymiyye’nin iki suçu vardı; birisi selefiyyu’l-akide (tasavvuf ehli olmaması) olması, diğeri de Kürt olması. Bunu belki birçoğumuz göremeyiz, fakat Osmanlıcılık ve bazılarındaki Haneficilik taassubu, maalesef böyle bir saklı temel üzerine bina ediyor düşmanlığını. Kürt sufilerin de ona düşmanlığı tasavvuf meselesi yüzündendir.
İhsan Şenocak’ın edebine ve tevazuna inanmak istediğimi ifade edeyim. Bir ilim talebesi, fakat lütfen bu yazdıklarının ne demek olduğunu önce kendisi bilmeli ve bu ülkedeki gençleri teröristlerin listesinde askıya çıkarmamalıdır. Dünyadaki Cihadı ve Şam’daki Cihadı öven hutbeleri kendisi okumadı mı? Peki, soruyorum kimin öğrencileri bunlar? Kendisiyle övündüğünüz bu İslamî kıyam, hangi akidenin ürünü, aynı soruları şimdi Dr. olan bir dostumuza da sormuştum.
Şimdi, hem selefî Müslümanların cihadını sermaye edineceksiniz, hem de ardından İbn Teymiyye’nin talebelerini Vehhabi/Işıd diye karalayacaksınız, tarife bakınız: “Vehhabi/Işıd ”
Peki, İhsan Hoca, bu kadar tarikatınız ve içindeki sapkınlıklar ve şirkler ne demek oluyor? Tasavvuf ehlinin içine düştüğü hiçbir şirki bugüne kadar yazdığınızı görmedik. Varsa Allah cehaletimi affetsin.
Sayın Hocam, lütfen artık daha Müslümanları cemedici ve Sünnet üzere birleştirici bir yol izleyelim. Siz de biliyorsunuz bu fakir Türkiye’de Sünneti inkâr eden Kadiyanîlerin ve Nübüvvet düşmanı Kur’ancılara ve onların yazdıkları küfriyyata karşı yıllardır tek başına bir mücadele veriyor, Rabbim riyadan ve ucbdan beni de sizi de muhafaza buyursun.. Âmîn..
Ehl-i Sünnet tanımını; kelam, tasavvuf ve Hanefilik ve Maturidilik çerçevesine sığıştrıdınız Allah’’ın geniş kıldığını daralttınız. Bugünlerde Yusuf Kaplan’nın da yeniden depreşen Maturidiliği ve Eşariliği gibi. Allah için söyleyelim bu Maturîdilik ve Eş’arîlik meselesinin İslam alemini içinde bulunduğu çıkmazdan kurtaracak bir ilaç ve çözüm olduğu iddiasının Kur’anî ve Nebevî esası nedir?
Vehhabiliği ve selefiliği mezhepçilik veya mezhepsizlikle suçlarken bu mezhep çığırtkanlığı ve yaygarası ne acaba? Yusuf Kaplan hangi akidevî ve fıkhî mezhep üzereymiş ki, selefilik konusunda Batılıların ve S.Arabistan Krallığı’nın korkuları gibi korkuları yaşıyor? Sonra da Sisi’yi eleştiriyor?
Yusuf Kaplan’a da buradan soruyorum; Ümmet neden bu halde? Osmanlı Hanefi ve Maturidî değil miydi? Sonu ne oldu?
Selefilik ve Vehhabilik yaptığı için mi yıkılıp yok oldu? İbn Teymiyye’nin akidesi mi Osmanlı’yı tarih sahnesinden silip atmıştır?
Selefilik ve Vehhabilik çamuruna sarılanlar önce bir dünya devleti olan İslam devleti Osmanlı’yı nasıl yıktıklarını ve hangi mezhebin faziletlerinin bu yıkılışa neden olduğunu konuşsunlar bizimle.
Mesele bilimsel olarak hangi mezhep üzere olmamız gerektiği meselesi değil, mesele tamamen akide meselesidir. Osmanlı’nın Allah’ın hükümleriyle hükmetme konusunda akidesi bozulduğu için Osmanlı yıkılmıştır.
Ama Ehl-i Sünnet ve Hanefi olduğunu söyleyen bir tek âlimden bu yazdıklarımızın Ümmetin çocuklarına ulaştırılmasında bir katkı olmadı (Nebevi Hayat Dergisi hariç)
M.İslamoğlu’nun dalaletlerini ve Allah’ın kitabını nasıl tahrif ettiğine dair yaptığımız çalışmamız ortada [Te’vil’in Tahrife Dönüşmesi] “salâvât” konusundaki sözlerine yazdığımız reddiyelerimiz ortada. Nerede koca tarikat âlimleri ve kutuplarımız (!) neden bu konuda tek kelime etmiyorlar?
Ayıp mı olur, karizmalarına zarar mı gelir? Bu adam sahabe dâhil, nerdeyse Ümmetin bütün âlimlerine dil uzatıp edepsizce hakaret ederken, kimseden adam gibi yiğit bir ses çıkmıyor. Adama karşı terbiyeli ve edebli olmaya zorluyoruz kendimizi, adam ise âlimlerimize düşmanlıkta bütün edeb sınırlarını yıkmış haberimiz yok.
İşte Vehhabi ve selefi dedikleri kardeşiniz..İşte ulemamız. Muhammed Esed gibi Yahudilik kültürüyle Kadıyanîliği, İsmailîlikle (Bâtınilik) Bahaîliği Kur’an tercümesinde bala katılmış zehir gibi bu Ümmete yediren bir adamın tefsirine yazdığımız 4400 sayfalık çalışmamız (KUŞ RİSALESİ) ne yazık ki imkansızlıklar sebebiyle yayınlanamadı. İşte Vehhabilik (!) ve selefilik..
Özellikle İbn Teymiyye’yle ilgili dört yazınıza herhangi bir cevabı şimdiye kadar düşünmüş değildim. Kardeşimiz Y. Dinçkan’ın mail adresinize gönderdiği mektup bu fakirin sözlerine pek gerek bırakmıyor, velev ki sizin kadar ilim (âlim) olmasa da, ama imanına ve takvasına güvendiğim bir kardeşimizdir.(Allah daha iyi bilir)
( V )
Şenocak kardeşim, Selefiler bu ülkede tevhid ve sahih bir menhec üzere olmayı arayan insanlardır. Eğer Türkiye’deki Müslümanlar; onları anlasalardı, onlara mezhepsiz, Vehhabi ve sapık diye saldırmasalardı ve hatta bazen de tekfir edip dışlamak yerine, onlara kardeş muamelesi yapsalardı durum bu raddeye gelmezdi. Cübbeli iki de bir TV’lerde onların sakallarına kadar varan hakaretleri acaba niçin yapıyordu? Kendisiyle alay eder gibi cübbesinin kumaşının ve düğmelerinin bile hangi İngiliz firmasından olduğunu bile söyleyerek dalga geçen fasıklar ve facirlere bile tek kelime edemeyen adam, acaba kimin güvencesiyle Selefileri aşağılayan yorumlarda bulunuyordu? İnsanlar bilmese bile biz bunun fakındayız.
Ben öyle inanıyorum ki, bu gençler herşeye rağmen, bu memlekette iman ve tevhid davasının yayılmasında sufilerden daha hayırlı ve faziletli, olan işler yapmışlardır ve yapmaktadırlar. Bizim ise gayretimiz onları Vehhabi/Işıd diye dışlamak değil, kardeş bilip onları anlamaktır.
Şunu soruyorum; Türkiye’de mademki Müslümanların çoğunluğu – öyle değil ya-
haydi kalsın bu bahis şimdilik- Hanefi mezhebine müntesiptir; mahkemelerde Allah’ın indirmediğiyle onlar hükmetmiyorlar mı? Onlar asker olmuyor mu? Onlar Milletvekili, onlar bakan ve hükümet.. Bu kadar cenaze camilere geriliyor, hepsi İslam üzeri mi ölmüş ki, hepsinin cenaze namazı kıldırılıyor? -fahişeler, kadın tacirleri genelevi işletmecileri, kafirler ve müşrikler (laikler,liberaller Masonlar ve ve..) hepsinin üzerlerine musallada namaz kılınıyor.Bunların cenaze namazlarını Vehhabiler/Işıdcılar değil sizler kıldırıyorsunuz.
Bu hangi akideye mensup olmanın bir gereğidir?
İslam’a ve şeriatına düşmanların bile cenazeleri üzerine bu camilerde namaz kılınıp kaldırılmıyor mu? Kabirlerde kâfir ve müşriklere de dahi imamlar Kur’an okumuyor mu?
Hangi dindir bu din?
Vehhabilik/Işıd dini mi, yoksa Mürcie dini (kasdım akidesi) mi?
Irak’ta öyle zulümler öyle tecavüzler ve işkenceler yapıldı ki, Türkiye Müslümanlarının vurdumduymaz tavrı ABD’ye, Irak ve İran Şia’sına cesaret verdi. O zaman neredeydiniz?
Afganistan’da ve Somali’de Allah’ın dininin hakimiyeti için cihad eden Müslümanların en seçkinlerini İHA’yla vuran ABD ile Türkiye, Erdoğan ve AKP hükümeti müttefik..!
Şenocak Hocam, Hanefi fıkhına göre bunun; iman mı küfr mü ya da nifak olup olmadığını ortaya koyan bir söz ettiniz mi? Kâfirlere Müslümanların ırzlarını ve kanlarını helal edici bir savaşta “bir tek” kelime ile bile yardım etmenin hükmü varken, siz nasıl Erdoğan’ın Şia’yı ve Vehhabileri/Işıd (selefilik) aynı kefeye koymasını ve ondan Vehhabilere (selefilere ve belki de Hanbelilere) savaş ilan etmesini bekliyorsunuz ve onları- cümleten ve tafsilen- Harici ilan ediyorsunuz?
Bugün yeryüzünde kimi âlimler Allahın dinini katledip ahkâmını gizliyor iken bu gençler canları ve kanlarını Allah yolunda feda ediyorlar. Biz ise korkaklarla birlikte dünyaya esi olmuş bu memlekette Müslümancılık yapıyoruz ve iktidarlardan meded umuyoruz.
Sizin neredeyse İslam dediğiniz iktidarlar, Allah’a isyan eden zalim iktidarlar; rantiye iktidarları, içinde her akideden insanların bulunduğu partileriniz, Allah’a davet eden ve Hanefi olmayanı düşman görenler.
Kafir Kadirov’u ziyarete gitmeye yeltenen “Kutup”lar bu memlekette insanları dinen sömürürken bir şey demediniz, üstelik de onu şu sözlerle övüyorsunuz:
“Bize islam’ın ne olduğunu ve yeniden hayata nasıl tatbik edileceğini bizzat mücadelesi ile öğreten; ahir ömründe şiddetli hastalıklar içerisinde de gece kıyamlarına devam eden o Büyük Veliyi, Baseyevin, Dudayevin, Selimhan Yandarbiyevin Ulu Hocasını gafillerin yok edici planından muhafaza eden ve bu muhafazayla Şeriatı ve ondan doğan tasavvufu da himaye eden Allah Azze ve Celle’ye namütenâhi hamdü senalar olsun.”
İbarelerdeki abartıya ve tazime bakınız..! “şeriattan doğan tasavvufu himaye eden Allah Azze ve Celle”!?
Allah tasavvufu koruyor öyle mi? Bu nasıl bir anlayış? Bu noktadan sonra, hangi ilim ve hüccetle biz ehl-i tasavvufla konuşabiliriz ki? Tasavvufu reddetmek, Allah’ın koruduğunu reddetmek olmayacak mı?
Madem Mahmut Efendi Allah’ın büyük velisidir. Kadirov gibi bir kâfirin ziyaret edilmesini nasıl kabul ediyordu? Madem büyük bir veliydi, bu veli zatı neden Andolu’dan gelen birçok ihvanı uyarmak zorunda kalıyormuş? Sizce Kadirov onu öldürmek için mi Çeçenistan’a davet ediyormuş? O zaman bu keramet sahibine birçok şey bildirildiği halde neden bunun sırrı bildirilmemiş oluyor?
İşte bunu imâ eden bir “Hüküm Dergisi” yazısı:
“Bir Büyük Veli İle Kadirov”:
http://muhammedzahid.com/bir-buyuk-veli-ve-kadirov/
İşte bu ayıbı örtmeye yönelik Yeni Şafak’ın haberi:
“Mahmut Efendi oyunu bozdu”:
Mahmut Efendi oyunu bozdu | Gündem Haberleri
İşte bir diğer haber:
“Kadirov Mahmut Hocaefendi’yi Çeçenistan’a Götürmeye Hazırlanıyor : İsmailağa’da Kadirov İsyanı”
http://www.ihvanforum.org/showthread.php?146409-Kadirov-Mahmut-Hocaefendi-yi
Sonra Vehhabilikten dem vuruyorsunuz ve onların Haricî olduğunu söylüyorsunuz, ama Kadirov gibi bir münafıkı ziyarete gitmek isteyen Şeyh Efendi için hiçbir şey söylemediniz ve tarikatının mensuplarıyla ilişkileriniz devam ediyor. Böyle bir kâfiri taltif manasına gelecek bir ziyaretin; acaba siyasi ve dini kazanımları ne olacaktı ki, bunun karşısında sustunuz ve tek kelime konuşmadınız.
Bu Şeyhler bir gün olsun Suriye’deki Mücahid kardeşlerimizi ziyaret edemediler. Ama dünyada tarikatlarının propagandası olsun diye Çeçenistan’da mazlum kardeşlerimizin kanına basa basa Kadirov’un sofrasında ikram göreceklerdi ve onun Müslümanların kanlarına bulaşmış olan ekmeğinden yiyeceklerdi öyle mi?
Kim Vehhabi, kim harici, kim Müslüman?
Selefi ve Vehhabi dediğiniz hiçbir Müslüman; Çeçenistan’da kâfirlerle birlikte Müslümanların canlarına ve ırzlarına tasallutta bulunan bir kâfire bu tarikatın gösterdiği iltifatı göstermez ve onun gibi bir kâfirin ziyaretini kabul etmez
Cübbeli denen adam, din adına birçok batılı ve avaz avaz anlatırken ve bunu TV’lerden savunurken sustunuz onunla Anadolu gezilerine çıktınız? Vehhabileri sorgulamadan önce muhterem Hocam kendinizi sorgulayın ve Türkiye’de yeni yeşeren Tevhid akidesine müntesip gençlerin karşısında yer almayınız. Arkanızı Türkiye’deki zengin tarikatlara ve rejime yaslayarak kardeşlerimize düşmanlık etmeyin!
Bu yanlış yolu ve üslubu lütfen terk edin; bu hem sizin için ve hem de onlar için daha hayırlı olur. İslam’da kardeşiz ve bunu şu ve buna menfaatler ve kavmiyetle iç içe girmiş bir din anlayışı uğruna zarar vermeyelim.
Eğer onların ve Müslümanların hayrını istiyorsanız; İmam İbn Teymiyye gibi bir alimi ve İmamı makamından alaşağı etme çabasına lütfen yeltenmeyin.! Kim İbn Teymiyye’nin ilmi ve akidesiyle savaşmışsa ya helak olmuştur ya da fitneye düşmüştür. İbn Teymiyye ilminde ve akidesinde Rabbani olan bir âlimdi ve fitne ehli ulemanın dünyaya ve sultanlara meyletmiş âlimlerin iftirasına uğradı.
Zalim ve müfsid Müslüman yöneticiler yüzünden İslam âlemi bu halde. Bakın dünyanın dört bir yanında cihadı ve küfrden beraati kim bayraklaştırmış, ondan sonra konuşun.
Onlarca yıldır Hanefi Taliban’ın yanında cihad eden sapık selefiler ve Vehhabiler (!) değil mi? Tarikatlardan kaç kişi bu cihadda yer almış gösterebilir misiniz?
Hocam, önce görev yaptığınız camianın İslamlaşması için mücadele verin. Rejimin kürsüsünden Müslümanlara seslenmeyin. Memuru olduğunuz devletin size bu konularda nasıl izin verdiğine şaşmıyor değilim. İzin veriyor ki, memur olmanıza rağmen çok rahat ve güven içinde bu konuları konuşabiliyorsunuz.
Sayın Hocam diyorum; siz Selefiliği bu memlekette Vehhebilikle eş tutmakla çok yanlış bir yol izliyorsunuz. Nice âlim, Hanefi mezhebinden olmakla birlikte selef akidesi üzereydi. Diğer mezhepler de öyle. Neden her Vehhabi, selefi ve her selefi Vehhabi oluyormuş? M. İbn Abdilvehhab’ın kaç risalesini ve eserini okudunuz ve kaç fetvasını tedris ettiniz?
İbn Teymiyye hakkındaki dört makalenizi Allah için söyleyin, hangi amaçla kaleme aldınız?
Sayın Hocam: Vehhabi/Işıdcıların dalalet ve Haricîliğinden önce AKP’nin nasıl Kur’an dışına huruc eden bir parti olmadığını CHP vd. partilerin İslam dışı olup olmadığını da bir yazın. Diyanet’in Hac paralarını nasıl kullandığını ve faizde işletip işletmediğini bir yazın. Diyanet’in içindeki istihbaratı yazın.
Camilerde sahih bir Din’in nasıl anlatılmadığını ve hutbelerin bile siparişle dışarı yazdırtılıp yazdırtılmadığını ve bu kadar hocanızın hala sakallarını kazıdıklarını ve namaz kılmayan Müftülerinizin olduğunu, bayram ve Cuma hariç birçok Müftünün camilerde kendi imamlarının ardında bile namaz kılmadıklarını da yazın. İstihbarat gibi imamları ve hocaları fişleyen ırkçı ve Milliyetçi, Müftülerinizin nasıl İmamlarının canına okuduğunu yazın. Dekolte meselesinde Görmez Hoca’yı verdiği beyanatlardan ötürü eleştirin..Orhan Çeker Hoca’nın canına okudular. Samsun Müftüsü Hayreddin Hoca’nın hikâyesi uzak değil. Mevla’nın mesnevilerini bile daha camilere sokamadıklarından TRT’de şikayetlenerek anlatan Mehmet Görmez Hoca değil mi? Celaluddin Rumi gibi bir adam, Şia daisi mi, yoksa bu Ümmet’in değerlerinden mi? Kabrine bakınız sanki Firavun kabri..!
Hasılı Hocam.. Kardeşliğimizi koruyalım ve bunun esaslarına zarar vermeyelim. Bugün bu fakir bunları size bir nasihat olarak yazdım. Kusura bakmayınız ama siz zaman ve maslahat gözetmeden adeta devlet ricali, nezdinde ihbarda bulunuyor ve kendinize gelecek için bir yer hazırlıyorsunuz zannına kapılıyoruz.
Sizden ricamız; selefi dediğiniz gençliği artık Vehhabilikle suçlamaktan vazgeçin.. Kendiniz de itiraf ediyorsunuz; gençler Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) sünnetini önemsiyorlar, hadisleri okuyorlar. Bize düşen onları kardeş bilmek ve ıslah etmek ve sahih olan Ümmetin Müctehid imamlarının menheci üzere tutmak.
Bakın Vehhabilik derken unutmayın bu ülkede Nakşilik, Kadirilik,Mevlevilik, Halvetilik, Cerrahilik, Rufaîlik gibi mezhepler de (tarikatler demek istiyoruz) var.
Peki, bunlar Kur’an ve Sahih bir nübüvvet akidesinin yanında ne oluyor? Bunlar “La Yus’el” mi? Neden bunları konuşamıyorsunuz? Bunlar masum mudurlar? Neden Muhammed İbn Abdilvehhab’ın (rahimehullah) ay gibi pırıl pırıl ışıyan akidesi tasavvuf ehlinin düşmanlık ettiği en öndeki akidelerden oluyor? Bu akidede şirk ve dalalet olduğunu ispat edecek âlimleri Kur’an ve Sünnet bekliyor; buyursunlar bu insanın akidesindeki dalaleti ve hâşâ varsa şirki ispat etsinler.
Şunu âcizane size hatırlatıyorum: Kimse selef akidesinin yayılmasının önünde duramayacak devlet bile. Bu insan fıtratına aykırı olan bir şeydir. Üstelik bu Ümmetin yolu. Bizim gayemiz; fıkhın ve mezheplerin İslamdaki önemini güzelce anlatmak ve bu ülkedeki tepkisel mezhepçiliği ve selefiliği ıslah etmektir.
Vehhabilik dediğiniz şey; Hanbelî mezhebi menşeli bir tevhid hareketidir. İfrat ve tefritler, bütün Müslüman mezhep müntesiplerinde söz konusu olmuştur. Türkler Vehhabiliği (!) kendi varlıklarını tehdit eden bir unsur gibi görüyorlar. Şunu da unutmamak gerekir ki, İslam her hangi bir mezhebi Müslümanlara dayatmak için veya ona düşmanlığı ilan ve te’yid için gelmiş bir din değildir. Allah’ın kullarından istemediğini biz isteyemeyiz. Esas olan ilim ve ictihaddır mezhep ancak bundan ibarettir ve bu çerçevenin dışında bir mezhep anlayışımız yoktur..
Türkiye’de İslam davasına hizmet etmek isteyenler; tarikat ve tasavvufu batıl te’villerle İslamileştirmek için Vehhabiliği ve Selefiliği öcü olarak ulanıyorlar. Türkiye’de insanlar ve iktidar Hanefi ağırlıklı bir mezhep mensubuysa bunun Hanefi fıkhıyla ve İslamla ne kadar ilgisi olup olmadığını hepimiz görüyoruz.
Tarikat ve tasavvuf Türklüğün Şamanist mistikliğini bir şekilde içinde barındırmaktadır. Tarikat geleneği bir yönüyle Türk Irkçılığı ve Miliyetçilik anlayışını yansıtmaktadır ve ruhanilik iddiasında eski geleneklere ve bu geleneğin henüz islamı Kitap ve Sünnet esaslı bir kaideye oturtamadıkları dönemlerdeki kültürle bağlantılıdır. Bugün Türkiye’deki Nakşîlik geleneği de kısmen bu karakteri göstermektedir. Hata bazı kollarında daha da koyu bir Türkçülük misali sergilemektedir. Mesela bir Cemaat; AP, MHP; Demokrat Parti, CHP ve ANAP’a kadar birçok partiyi çıkarları için destekleyip bu rejimle asla ilmi ve akidevi bir ihtilafta olduğunu, onunla akidevi ve dinî bir kavga içinde olduğunu göstermeden herkesin gemilerinin yakıldığı bir zamanda gemilerini yaktırmaktan kurtarabilmiştir. Peki, bu cemaat acaba hangi saikle bunu yapıyor? Sırf fıkhî ve akidevi bir cevaz olması sebebiyle mi, yoksa temelde Nakşîliğin bir Türk tarikatı oluşu sebebiyle mi? Biraz zor bir mesele değil mi? Yoksa bu cemaatler doğrudan devlet tarafından Türk modeli bir Din anlayışını hâkim kılmak için mi kurulmuştur?
Benim bu yazıdaki gayem, AKP’nin küfrünü ve şirklerini ispat meselesi değildir. İhsan Şenocak Hoca, Kur’an’daki ve Sünnetteki nassları bildiğine göre. O zaman lütfen Kur’an ve Sünnet bağlamında, AKP hükümetlerinin ve Erdoğan’ın Başbakan iken yaptığı siyasi ve yasal icraatların ve imzaladığı uluslararası anlaşmaların tamamının nasıl İslamla çelişmediğini partisinden bazı bakanların (Ahmet Davutoğlu) Kur’anla demokrasinin ilkelerinin birbiriyle çelişmediğini söylediğinde neden bunların da İslam gençliği tarafından kabul gördüğüne dair bir yazı yazmamıştır?
Ama Vehhabi/selefi diye suçlanan ve aşağılan bir Müslüman, o vakit Dışişleri bakanı olan şimdiki Başbakan Ahmet Davutoğlu’na bunun cevabını verdi.
O zaman ona sormuştum: siz Kur’an alimi misiniz, müftü müsünüz yoksa Kâdı ve müctehid mi? Kimin adına ve hangi dini nassın hükmüyle bu sözleri sarfediyorsunuz diye?. Şimdi aynı sözleri kısmen de olsa Şenocak Hoca’ya soruyorum:
AKP’nin kimî çalışmalarının fayda babında ben de sonuçlarını görüyorum -bunlar bir hükümetin Müslüman olduğunu veya iktidardaki partinin İslama mensubiyeti ve maslahat cihetiyle dünyevi ve bazı dini maslahatı temini sebebiyle; onların Allah’ın indirmediği hükümlerle bizleri idare etmesine ve Allah’ın bir tek hükmüne dayanmayan kanunlarla insanları cezalandırmalarına göz yummaları acaba hangi Kur’anî nasslarla caizdir?
Allah’ın indirmediği hükümleri çıkarmak ve onlarla hükmetmek ve T.C Anayasa’sının ilke ve gayelerine namusu ve şerefi üzere and içmek (yemin etmek değil) ve sonra da Müslüman olduğunu söylemek ve bu raddeden sonra asla iman ve İslamı söz konusu etmemek, hangi Kur’anî ve nebevi nassın hükmü mucibincedir?
İnanın bunu tekfir sadedinde sormuyorum. Bunu Türkiye’de demokratik yasama için sandıklara giden ve ulema sınıfına mensup tüm ilim ehlinden Ümmetin İmamlarının ictihadlarından deliller zikrederek bunu Müslümanlara açıklamaları gerektiğini belirtmek için soruyorum. Bizim bu konuyu bilmediğimizi, Kur’an’ın ve Sünnet’in nasıl hakkında Allah’ın bir sultan indirmediği halde; kanun koyucu ve uygulayıcı olmaya cevaz verdiğini Türkiyeli âlimlerin kalemlerinden öğrenmek istediğimiz için yazdığımızı farzedin.
Ali (radiyallahu anhu) ile Haricilerin konumundan; hangi kıyasla ve mantıkla, demokratik (Allah’ın dininden olmayan) laik İslam dışı yasalarla hükmedilmesini reddeden Müslümanların çağdaş harici olduklarının ispatına çalışılmasını ise aklım bir türlü almıyor.
Bu yazımı, Şenocak Hoca’nın kanaatini değiştirmek için yazmıyorum. Şenocak Hoca bu sözlerini Allah’ın kitabının nasslarına dayanarak yazmışsa diyecek ne sözümüz olabilir ki?
Fakat, hem İslam dışı yasalarla hükmetme gibi bir fetva ve Din meselesiyle karşı karşıya oldukları halde, bunun Kur’an ve Sünnete göre hükmünden söz etmeyecekler, hem de bunu meşru imiş gibi bir algıya kapılmamıza sebep olacaklar ve sonra da vehhabilik/selefilik/Işıd edebiyatı yapacaklar..
Şenocak Hoca’nın bununla Türkiye’’de nasıl bir ortamda söz söylediğini ve hangi minberden seslendiğini bilmek ve buna göre geleceğimizi düşünmek ve diğer Müslümanlara da kitap ve Sünnet’in imanî ve akidevî çerçevesi dâhilinde bakmak gerektiğini hatırlamaları için bu fanî, bu sözleri; bir nasihat olarak söylüyorum.
Bu fakir, ilminin killetini biliyor ve bu konuda bütün Müslümanlar gibi Kur’an’a ve Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) mübarek sünnetine iman eden birisi olarak, Hoca’ya bir nebze de olsa hatırlatmalarda bulunmak ve “İslam Gençliği” dediği gençliğin; “tevhid” “şirk” ve “küfr” konusunda hatırlattıklarım üzerinde düşünme gereğini ne kadar duyup duymadıklarını ve duyuyorlarsa ona göre bir “menhec” ve “akide” üzere bu sözleri sarfetmeleri gerektiğini hatırlatmaktır.
Biz Müslüman olarak asla “zühd” ve “takva”nın Kur’an ve Sünneti nebeviyeyle taçlandırılmış olan ilmine ve imamlarına söz söylemek gibi bir yanlışı tasdik etmiyoruz. Özellikle müctehid İmamlarımızın cümlesi -Allah onlardan razı olsun ve rahmet eylesin ve bizleri onların şefaatından mahrum eylemesin-ne muhabbeti ve ihtiramı dinden bildiğimizi burada hatırlatmak isterim..
Kardeşlerimizin cümlesinin şunu bilmeleri istiyorum:
Siz hem Hanefi mezhebinin fıkhı ve ictihadlarına tabii olabilir, hem de selefin akidesi üzerine olabilirsiniz.
Diğer mezhep İmamları da bizim imamlarımızdır, ihtilaflarında ümmet için rahmet vardır.Onların ictihadlarının da bu rahmet kapısından bir cüz olduğunu unutmayalım.
Gençler sahih bir hadisi okuyor bununla amel ettiklerinde (namazda raf’ul-yedeyn gibi) Sünnete tabii olmaya gayret gösteren bu Müslümanları illa da Şafii, Maliki ve Hanbeli mezhebindendir diye tarif etmeye çalışmayalım.
Bir Hanefi de bunun Sünnet olduğunu kabul ettiğinde; İmamız, Hüda İmamı Ebu Hanife’nin (rahimehullah) dinine ve fıkhına ta’n”da mı bulunulmuş olur, yoksa onun da mezhebi buydu mu denmiş olur. Biz sahih olan akide de Kur’an ve Sünnetin emri ve nasslarıyla kıyamet gününe kadar kardeşiz..Bu farzı ikame etmek herhangi bir mezhep ve tarikat adına cidal etmekten ve birbirimiz yaralamaktan çok daha hayırlıdır. İslam’ın hem içerden ve hem de dışarıdan çok ağır ve öldürücü saldırılara maruz kaldığı bir zamanda yek vücud olmalıyız.
Lafzî ihtilaflar yüzünden birbirimizi düşman ilan edip ilimde ifrata ve tefrite gidenlerin taassubu yüzünden “Millet-i İbrahim’i ikame cihadı”nda fırkalara ayrılıp birbirimizle uğraşamayız. Birbirimizi Allah için anlamak ve Kur’an ve Sünnet dışında ve imamlarımızın ahlakı ve adabı dışında olan hiç bir şeyle ilzam etmeye gitmemeliyiz ve vacib olmayanı “mülzem” görmemeliyiz.
Biz Müslüman olarak demokrasiyi reddediyor ve demokratik laik ve materyalist yasalarla Müslümanları idare etmeyi kabul etmiyoruz yasamaya ortak olmuyoruz ve bunu meşru da görmüyoruz.
Bunu kabul edenler ve bu yasalarla idare edilmesine ses çıkarmayanları da hüccetimiz kasır kalmış da ikna edemiyorsak, Allaha havale ediyoruz. Zira hüccet bizim anlayışımız değil, Allah Aze ve Celle’nin kitabı ve O’nun Rasulü’nün (salallahu aleyhi ve sellem) Sünnetidir.
En doğruyu bilen Allah Azze ve Celle’dir. Doğrular ondan hatalar nefsimizdendir.
13.09.2014
İhsan Şenocak’ın Erdoğan’a Mektubu: 'İslam gençliğinden Cumhurbaşkanına mektup'
Kaynaksozunhaysiyeti
Moderatör tarafında düzenlendi: