BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
yazı
1_iman ve rukunları(Abdulkadir bin Abdulaziz in iman ve küfür kitabından alınmadır)
2_kelime i tevhidin şartları(derlemedir)
olarak iki ana bölümden oluşuyor.
İMAN
İman lafzı mutlak anlamda kullanıldığında, bundan kasıt dinin tamamıdır. İman, Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem belirtmiş olduğu gibi bir çok şubeyi kapsar: “İman yetmiş küsür, yahut altmış küsür şubedir. Bu şubelerin en faziletlisi La İlahe İllallah ve en basiti yoldan eziyet veren şeyi kaldırmaktır. Haya ise imandan bir şubedir.” Böylece iman gerek haram gerekse mekruh olsun, sakındırılmış olan şeylerin terkini kapsadığı gibi, farz olsun nafile olsun, kalp, dil ve diğer organlara gerekli olan tüm taatleri de kapsamış olur.
İman üç mertebeye ayrılır. Bunlardan her bir mertebe imanın bazı şubelerini kapsar. Böylece bu üç mertebe imanın tüm şubelerini kendisinde toplamış olur. Bu üç mertebeyi şöylece sıralayabiliriz:
Birinci Mertebe
İMANIN ASLI (ASLU’L-ÎMAN)
Bu olmadan iman da olmaz; bununla küfürden kurtulup imana girilir.
İmanın mutlak anlamı budur. Bu imanın sahibi Allahu Teala’nın; “Ey iman edenler” sözünün muhatabıdır.
İmanın bu mertebesi bazı şubeleri kapsar ki, bunlar tamam olmaksızın iman da sahih olmaz. Bu şubeler şunlardır:
Kalbin Sorumlu Oldukları: Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem getirmiş olduklarını ana hatlarıyla bilmek, bunları tasdik etmek ve boyun eğmek. Muhabbet, haşyet, rıza ve Allahu Teala’ya teslimiyet gibi diğer bazı kalp amelleri de imanın aslına girer.
Dilin Sorumlu Oldukları: İki şehadeti ikrar.
Organların Sorumlu Oldukları: Namaz gibi, terkedenin tekfir olunduğu ameller. Bazı alimlere göre dinin beş temelinden (el-mebânî) geriye kalanlar da buna dahildir. Küfre düşürücü şeyleri terk de imanın aslına dahildir. Zira Allahu Teala şöyle buyurur: “Kim tağutu inkar eder ve Allah’a iman ederse, en sağlam kulpa sarılmış demektir; onun kopması yoktur.”
Fiil olsun, terk olsun imanın aslına giren amelleri tespit etmenin kuralı şudur: Terk edenin tekfir olunduğu her amelin işlenmesi imanın aslındandır (tasdik, kalbin boyun eğmesi, dilin ikrarı ve namaz gibi). Aynı şekilde, işleyenin tekfir olunduğu her amelin terki de imanın aslındandır (din ile alay etmek, Allah’tan başkasına dua etmek gibi). Çünkü, imanın aslının zıddı küfürdür.
Küfür imanın aslının zıddı olduğuna göre, -gerek vacip olanı terk, gerekse haram olanı işlemek olsun- küfre düşürücü her günah imanın aslını bozar. İmanın aslı olan ameli işlemeyen yahut onu bozacak bir amel işleyen kimse ise kafirdir. Küfre düşürücü günahı tespitin kuralı ise, o amelin büyük küfür olduğunu gösteren şer’î delildir. Bunun ayrıntıları inşaallah ileride gelecek.
Kim, imanın aslını yerine getirirse, ya hemen ya da günahlarının cezasını ödedikten sonra mutlaka cennete girer. Eğer -ikinci mertebedeki- “vacip olan iman”ı tam olarak yerine getirirse, hemen cennete girer. Eğer vacip olan imanda kusur ederse ve Allahu Teala da onun bu eksiklerini bağışlarsa, yine hemen cennete girer. Şayet Allah, onun imanın vacip kısmındaki bu kusurlarını bağışlamazsa, günahları miktarınca cehennemde kalır; sonra imanın aslı kendisinde bulunması sebebiyle cennete girmek için oradan çıkar. Nebi’nin Sallallahu Aleyhi ve Sellem şu sözü de buna delalet eder:
“Bazı kavimlere işledikleri günahların cezası olarak, ateşlerin alevleri dokunur. Sonra Allah, rahmetiyle onları cennete sokar. Bu kimselere ‘cehennemiyyûn’ denir.”
Bu gibi kimselerin sonradan cennete girmeleri, kendilerinde küfre zıt olan, imanın aslını bulundurmaları nedeniyledir. Rasulullah’ınSallallahu Aleyhi ve Sellem buyurduğu gibi:
“Allah, kulları arasında hüküm vermeyi bitirdiğinde ve cehennem ehlinden dilediğini rahmeti ile çıkarmak istediğinde meleklere; La İlahe İllallah diye şehadet edip, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayan kimselerden rahmet ettiklerini cehennemden çıkarmalarını emreder. Melekler onları secde izlerinden tanırlar.”
Hadiste bahsedilen kimseler, imanın aslının kendilerinde bulunması nedeniyle cehennemden çıkarlar. İmanın şubelerinin en önemlilerinden olup, hadiste zikredilenler şunlardır: İki şehadeti ikrar, (La İlahe İllallah diye şehadet edip...) namaz (secde izlerinden...) ve küfre düşürücü şeyleri terk (Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayan...).
Yine Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur:
“Cibril, bana geldi ve şöyle aktardı: Ümmetinden kim Allah’a şirk koşmadan ölürse cennete girer” Ebû Zer şöyle der: Dedim ki: Zina etse, hırsızlık yapsa da mı? “Evet” dedi. “Zina etse de, hırsızlık yapsa da.”Yani bu kimsenin varacağı yer cennettir.
Kim de imanın aslını yerine getirmezse yahut onu bozarsa, o cehennem ehlinden olan kafirdir, oradan bir daha çıkmaz. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Küfredenlere gelince, onlar kıyamet gününün azabından kurtulmak için fidye olarak versinler diye, yeryüzündekilerin tamamı ve bir o kadar daha onların olsa, onlardan kabul olunmayacaktır ve onlar için acıklı bir azap vardır. Cehennemden çıkmak isterler fakat çıkacak değillerdir. Onlar için sürekli bir azap vardır”
İkinci Mertebe
VACİP OLAN İMAN (EL-ÎMANU’L-VACİB)
İmanın aslını yerine getirip, bunun üzerine vacipleri işlemeyi ve haramları terketmeyi eklemektir. Gerek fiil olsun gerek terk olsun hangi amelin vacip olan imana dahil olduğunu tespit etmenin kuralı şudur: Terki halinde azapla korkutmanın söz konusu olduğu ancak, terkedenin tekfir edilmediği amelin işlenmesi vacip olan imandandır (sıdk, güvenilirlik, ana-babaya iyilik, vacip olan cihad gibi). İşlenmesi halinde azapla korkutma söz konusu olan, ancak işleyenin tekfir edilmediği amelin terki de, vacip olan imandandır (zina, faiz, hırsızlık, içki içmek, yalan, gıybet, laf taşıma gibi).
Vacip olan imanda insanlar iki derecedirler:
Birinci Derece: İmanın aslını yerine getirdikten sonra vacibi terk etmek ya da haram işlemekle kusurda bulunanlar: Bunlar, büyük günah işleyen kimseler, salih amel ile kötü ameli karıştıranlar, Tevhid ehli olup asi olanlar veya dinden çıkmayan fasıklar (el-fâsıku’l-millî) dır.
Durumu bu olan kimse, eğer tevbe etmeksizin ölürse azapla tehdidin muhatabıdır. Fakat o kimsenin durumu Allah’ın dilemesine bağlıdır; eğer Allah dilerse ona mağfiret eder ve hiç azap etmeksizin cennete sokar. Eğer dilerse günahları miktarınca ona azap eder, sonra onu cehennemden çıkarır ve imanın aslını yerine getirmiş olmasından dolayı cennete sokar. Bunun delili ise şu ayet-i kerimedir:
“Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz; bunun dışındakileri ise, dilediği kimse için bağışlar.”
Nebi’nin Sallallahu Aleyhi ve Sellem şu sözü de buna delalet eder:
“Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmayacağınıza, hırsızlık yapmayacağınıza, zina etmeyeceğinize, çocuklarınızı öldürmeyeceğinize, iftira etmeyeceğinize, ma’rufta isyan etmeyeceğinize dair bana biat ediniz. Kim bu biatına bağlı kalırsa, onun ecri Allah’a aittir. Ve kim bunlardan birisini yapar da dünyada iken cezalandırılırsa, bu onun için keffaret olur. Kim de bunlardan birisini işler ve Allah da onun bu günahını örterse onun durumu Allah’a kalmıştır; dilerse affeder dilerse cezalandırır”
Dünyada cezalandırma ile günahın örtülmesinden veya ikinci şık olan, kişinin durumunun ahirette Allah’ın dilemesine kalmasından mürtedin durumu müstesnadır. Hadiste, “Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmayacağınıza...” diyerek işaret edilen mürted, eğer riddet (İslam’dan çıkma) nedeniyle öldürülürse bu ceza onun için keffaret olmaz. Zira Allahu Teala şöyle buyurur: “Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz.” Dünyada iken riddet sebebiyle cezalandırılsa da cezalandırılmasa da birdir.
İkinci Derece: İmanın aslını yerine getirdikten sonra, ne eksik ne de fazla yapmaksızın, vacip olan imanı tam anlamıyla yerine getirenler. Bu kimseler tehditten kurtulup müjdelenmeye hak kazanmışlardır. Yani böyle bir kimse hiç azap görmeksizin, Allah’ın fadlı ve sadık va’di gereğince, cennete girmeye hak kazanmış demektir. Bu da orta yolu tutanların derecesidir: “Onlardan orta yolu tutanlar vardır.” Bu kimseler hakkında Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem şu hadisi varid olmuştur:
Bir kimse gelerek Rasulullah’a Sallallahu Aleyhi ve Sellem İslam’ın emirlerinin neler olduğunu sorar. O da bunları o kimseye bildirdiğinde adam şöyle der: “Seni hak olarak gönderene yemin olsun ki, Allah’ın bana farz kıldığından ne daha fazlasını yapacağım, ne de daha eksiğini.” Bunun üzerine Rasulullah şöyle der: “Eğer doğru söylüyorsa kurtuldu” yahut “Eğer doğru söylüyorsa cennete girdi.”Üzerine nafileler ilave edilmeksizin farzların eda edilmesi, vacip olan imanın şeklidir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu kimseye, bunu yerine getirmekle kurtuluşa ereceğini ve cennete gireceğini müjdelemiştir.
İmanın aslına ve vacip olan imana giren emir ve nehiyleri bilmek, her Müslüman için farz-ı ayndır. Bu farz-ı ayn olan ilimden bir kısmı genel, bir kısmı da kişilere özeldir. Bunları bilmek vaciptir; çünkü bunlarla amel etmek vaciptir. Bunlarda kusur etme sonucunda, küfür ya da fısktan ötürü tehdit vardır. Bir ameli işlemek için öncelikle ona ait bilgiye sahip olmak gerekiyorsa, gerekli olan bu bilgi de vaciptir. Çünkü maksatlar için geçerli olan hüküm, vesileler için de geçerlidir.
Üçüncü Mertebe
MÜSTEHAB OLAN İMAN
Bu, imanın aslı ve vacip olan imanı yerine getirdikten sonra mendup ve müstehapları işlemek, mekruh ve şüphelileri terketmektir. İmanın aslı ve vacip olan imanın yanısıra kim bunları da yaparsa o, orta yolu tutanlardan daha üstün bir derece kazanarak doğrudan cennete giren, öne geçenler (sabikûn) ve Allah’a yakın derecede olanlar (muhsinûn)dan olur. Bu, “Onlardan, Allah’ın izniyle, hayırlarla öne geçenler vardır” ayetinde bildirilen derecedir. Bu ayette şöyle buyurulur:
“Sonra, kullarımızdan seçtiklerimizi Kitap’a varisler kıldık. Onlardan bir kısmı nefsine zulmetti, bir kısmı orta bir yol tuttu, bir kısmı da Allah’ın izniyle, hayırlarla öne geçti. İşte büyük fadl budur.”
İmanın üç mertebesi bunlardır. Üç mertebesini de zikretmiş olduğumuz iman, gerek mükafat gerek ceza; Allah katındaki ahiret hükümlerinin kendisine bakılarak verildiği “hakikî iman”dır.
Dünyada ise Müslüman ile kafirin arasını ayıran “hükmî iman”a gelince (bu hükmî İslamla eş anlamlıdır), iki şehadeti ikrar yahut bunun yerine geçecek herhangi bir İslam alameti ile sabit olmuş olur. Allahu Teala imanın bu iki çeşidini ayırmıştır:
“Ey iman edenler, mü’min kadınlar hicret ederek size geldikleri zaman onları imtihan edin. Allah, onların imanlarını daha iyi bilendir. Şayet onların gerçekten mü’min kadınlar olduklarını öğrenirseniz, artık sakın onları kafirlere geri çevirmeyin.”
“Allah onların imanlarını daha iyi bilir” yani onların imanlarının hakikatini daha iyi bilir. Yine;
“Eğer onların gerçekten mü’min kadınlar olduklarını bilirseniz” yani, görüldüğü kadarıyla bunu anlarsanız demektir. İşte bu hükmî imandır. Bir başka ayette şöyle geçer:
“Sizden özgür olan mü’min kadınları nikahlamaya güç yetiremeyenler, ellerinizin malik olduğu mü’min cariyelerinizden alsın. Allah sizin imanınızı en iyi bilendir.” “Özgür olan mü’min kadınlar” ve “Mü’min cariyeleriniz”, yani “Zahiren mü’min olan kadınlar ve zahiren mü’min cariyeleriniz”, “Allah sizin imanınızı en iyi bilendir” yani, “Allah sizin imanınızın hakikatini en iyi bilendir” anlamındadır ki bu hakiki imandır.
Bunlar, iman konuları ile ilgili en önemli meseleler olup, aslında bir tek meseleden kaynaklanırlar. Bu da imanın hakikati meselesidir. Bu konuyla ilgili olarak Mürcie mezhebinin görüşünü örnek verebiliriz:
Bu mezhebe göre, imanın hakikati kalbin tasdîkinden ibarettir (Mürcie’nin bazı fırkaları dünya hükümlerinin uygulanabilmesi için, dil ile ikrarı da buna katmışlardır. Mürcie’nin cumhuruna göre ise, dil ile ikrar imanın hakikatine dahil değildir). Onlara göre, imanın aslı (tasdik) ile bağlantılı olan diğer meseleler şunlardır:
1. İman şubelerden oluşmayan tek bir bütündür. Çünkü tasdik tektir; bir kısmı yok olduğunda tamamı yok olur.
2. İman artmaz ve eksilmez. Çünkü tasdik bir tek şeydir. Eksildiği taktirde tasdik şekke dönüşecektir ki, bu da küfürdür.
3. Mü’minin faciri ile muttakisi arasında fark yoktur. Hepsinin imanı da Nebi’nin Sallallahu Aleyhi ve Sellem imanı gibi, hatta Cibrîl ve Mikaîl’in Aleyhimesselam imanları gibidir. Çünkü iman tek bir şeydir. (Bu, onların en çirkin görüşlerinden birisidir).
4. Amel imandan değildir; çünkü iman kalbin tasdikidir. Amel ise, sadece imanın meyvesidir. Amel sadece mecaz yoluyla iman olarak isimlendirilir.
5. Facir ve fasık kimse tasdik üzere olduğu müddetçe, kamil mü’mindir. (Bu da onların çirkin görüşlerinden birisidir).
6. İman ehlinin birbirlerine üstünlükleri yoktur. Bilakis imanları eşit derecededir. Sadece amel yönünden farklılıklar vardır; amel ise imandan değildir.
7. İmanda istisna -yani, “Ben inşaallah mü’minim” demek- caiz değildir. Çünkü bu şektir. Tasdik demek olan imanda şek ise küfürdür. Bilakis şöyle denir: Ben gerçekten ve kesinlikle mü’minim.
8. Küfür sadece yalanlama (tekzîb), yahut inkar ve helal kılma gibi, tekzibe dönen şeydir. Çünkü küfür imanın zıdıdır. İman ise kalbin tasdikidir. Dolayısıyla küfür de kalbin tekzîbinden başka bir şey değildir.
yazı
1_iman ve rukunları(Abdulkadir bin Abdulaziz in iman ve küfür kitabından alınmadır)
2_kelime i tevhidin şartları(derlemedir)
olarak iki ana bölümden oluşuyor.
İMAN
İman lafzı mutlak anlamda kullanıldığında, bundan kasıt dinin tamamıdır. İman, Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem belirtmiş olduğu gibi bir çok şubeyi kapsar: “İman yetmiş küsür, yahut altmış küsür şubedir. Bu şubelerin en faziletlisi La İlahe İllallah ve en basiti yoldan eziyet veren şeyi kaldırmaktır. Haya ise imandan bir şubedir.” Böylece iman gerek haram gerekse mekruh olsun, sakındırılmış olan şeylerin terkini kapsadığı gibi, farz olsun nafile olsun, kalp, dil ve diğer organlara gerekli olan tüm taatleri de kapsamış olur.
İman üç mertebeye ayrılır. Bunlardan her bir mertebe imanın bazı şubelerini kapsar. Böylece bu üç mertebe imanın tüm şubelerini kendisinde toplamış olur. Bu üç mertebeyi şöylece sıralayabiliriz:
Birinci Mertebe
İMANIN ASLI (ASLU’L-ÎMAN)
Bu olmadan iman da olmaz; bununla küfürden kurtulup imana girilir.
İmanın mutlak anlamı budur. Bu imanın sahibi Allahu Teala’nın; “Ey iman edenler” sözünün muhatabıdır.
İmanın bu mertebesi bazı şubeleri kapsar ki, bunlar tamam olmaksızın iman da sahih olmaz. Bu şubeler şunlardır:
Kalbin Sorumlu Oldukları: Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem getirmiş olduklarını ana hatlarıyla bilmek, bunları tasdik etmek ve boyun eğmek. Muhabbet, haşyet, rıza ve Allahu Teala’ya teslimiyet gibi diğer bazı kalp amelleri de imanın aslına girer.
Dilin Sorumlu Oldukları: İki şehadeti ikrar.
Organların Sorumlu Oldukları: Namaz gibi, terkedenin tekfir olunduğu ameller. Bazı alimlere göre dinin beş temelinden (el-mebânî) geriye kalanlar da buna dahildir. Küfre düşürücü şeyleri terk de imanın aslına dahildir. Zira Allahu Teala şöyle buyurur: “Kim tağutu inkar eder ve Allah’a iman ederse, en sağlam kulpa sarılmış demektir; onun kopması yoktur.”
Fiil olsun, terk olsun imanın aslına giren amelleri tespit etmenin kuralı şudur: Terk edenin tekfir olunduğu her amelin işlenmesi imanın aslındandır (tasdik, kalbin boyun eğmesi, dilin ikrarı ve namaz gibi). Aynı şekilde, işleyenin tekfir olunduğu her amelin terki de imanın aslındandır (din ile alay etmek, Allah’tan başkasına dua etmek gibi). Çünkü, imanın aslının zıddı küfürdür.
Küfür imanın aslının zıddı olduğuna göre, -gerek vacip olanı terk, gerekse haram olanı işlemek olsun- küfre düşürücü her günah imanın aslını bozar. İmanın aslı olan ameli işlemeyen yahut onu bozacak bir amel işleyen kimse ise kafirdir. Küfre düşürücü günahı tespitin kuralı ise, o amelin büyük küfür olduğunu gösteren şer’î delildir. Bunun ayrıntıları inşaallah ileride gelecek.
Kim, imanın aslını yerine getirirse, ya hemen ya da günahlarının cezasını ödedikten sonra mutlaka cennete girer. Eğer -ikinci mertebedeki- “vacip olan iman”ı tam olarak yerine getirirse, hemen cennete girer. Eğer vacip olan imanda kusur ederse ve Allahu Teala da onun bu eksiklerini bağışlarsa, yine hemen cennete girer. Şayet Allah, onun imanın vacip kısmındaki bu kusurlarını bağışlamazsa, günahları miktarınca cehennemde kalır; sonra imanın aslı kendisinde bulunması sebebiyle cennete girmek için oradan çıkar. Nebi’nin Sallallahu Aleyhi ve Sellem şu sözü de buna delalet eder:
“Bazı kavimlere işledikleri günahların cezası olarak, ateşlerin alevleri dokunur. Sonra Allah, rahmetiyle onları cennete sokar. Bu kimselere ‘cehennemiyyûn’ denir.”
Bu gibi kimselerin sonradan cennete girmeleri, kendilerinde küfre zıt olan, imanın aslını bulundurmaları nedeniyledir. Rasulullah’ınSallallahu Aleyhi ve Sellem buyurduğu gibi:
“Allah, kulları arasında hüküm vermeyi bitirdiğinde ve cehennem ehlinden dilediğini rahmeti ile çıkarmak istediğinde meleklere; La İlahe İllallah diye şehadet edip, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayan kimselerden rahmet ettiklerini cehennemden çıkarmalarını emreder. Melekler onları secde izlerinden tanırlar.”
Hadiste bahsedilen kimseler, imanın aslının kendilerinde bulunması nedeniyle cehennemden çıkarlar. İmanın şubelerinin en önemlilerinden olup, hadiste zikredilenler şunlardır: İki şehadeti ikrar, (La İlahe İllallah diye şehadet edip...) namaz (secde izlerinden...) ve küfre düşürücü şeyleri terk (Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayan...).
Yine Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur:
“Cibril, bana geldi ve şöyle aktardı: Ümmetinden kim Allah’a şirk koşmadan ölürse cennete girer” Ebû Zer şöyle der: Dedim ki: Zina etse, hırsızlık yapsa da mı? “Evet” dedi. “Zina etse de, hırsızlık yapsa da.”Yani bu kimsenin varacağı yer cennettir.
Kim de imanın aslını yerine getirmezse yahut onu bozarsa, o cehennem ehlinden olan kafirdir, oradan bir daha çıkmaz. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Küfredenlere gelince, onlar kıyamet gününün azabından kurtulmak için fidye olarak versinler diye, yeryüzündekilerin tamamı ve bir o kadar daha onların olsa, onlardan kabul olunmayacaktır ve onlar için acıklı bir azap vardır. Cehennemden çıkmak isterler fakat çıkacak değillerdir. Onlar için sürekli bir azap vardır”
İkinci Mertebe
VACİP OLAN İMAN (EL-ÎMANU’L-VACİB)
İmanın aslını yerine getirip, bunun üzerine vacipleri işlemeyi ve haramları terketmeyi eklemektir. Gerek fiil olsun gerek terk olsun hangi amelin vacip olan imana dahil olduğunu tespit etmenin kuralı şudur: Terki halinde azapla korkutmanın söz konusu olduğu ancak, terkedenin tekfir edilmediği amelin işlenmesi vacip olan imandandır (sıdk, güvenilirlik, ana-babaya iyilik, vacip olan cihad gibi). İşlenmesi halinde azapla korkutma söz konusu olan, ancak işleyenin tekfir edilmediği amelin terki de, vacip olan imandandır (zina, faiz, hırsızlık, içki içmek, yalan, gıybet, laf taşıma gibi).
Vacip olan imanda insanlar iki derecedirler:
Birinci Derece: İmanın aslını yerine getirdikten sonra vacibi terk etmek ya da haram işlemekle kusurda bulunanlar: Bunlar, büyük günah işleyen kimseler, salih amel ile kötü ameli karıştıranlar, Tevhid ehli olup asi olanlar veya dinden çıkmayan fasıklar (el-fâsıku’l-millî) dır.
Durumu bu olan kimse, eğer tevbe etmeksizin ölürse azapla tehdidin muhatabıdır. Fakat o kimsenin durumu Allah’ın dilemesine bağlıdır; eğer Allah dilerse ona mağfiret eder ve hiç azap etmeksizin cennete sokar. Eğer dilerse günahları miktarınca ona azap eder, sonra onu cehennemden çıkarır ve imanın aslını yerine getirmiş olmasından dolayı cennete sokar. Bunun delili ise şu ayet-i kerimedir:
“Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz; bunun dışındakileri ise, dilediği kimse için bağışlar.”
Nebi’nin Sallallahu Aleyhi ve Sellem şu sözü de buna delalet eder:
“Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmayacağınıza, hırsızlık yapmayacağınıza, zina etmeyeceğinize, çocuklarınızı öldürmeyeceğinize, iftira etmeyeceğinize, ma’rufta isyan etmeyeceğinize dair bana biat ediniz. Kim bu biatına bağlı kalırsa, onun ecri Allah’a aittir. Ve kim bunlardan birisini yapar da dünyada iken cezalandırılırsa, bu onun için keffaret olur. Kim de bunlardan birisini işler ve Allah da onun bu günahını örterse onun durumu Allah’a kalmıştır; dilerse affeder dilerse cezalandırır”
Dünyada cezalandırma ile günahın örtülmesinden veya ikinci şık olan, kişinin durumunun ahirette Allah’ın dilemesine kalmasından mürtedin durumu müstesnadır. Hadiste, “Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmayacağınıza...” diyerek işaret edilen mürted, eğer riddet (İslam’dan çıkma) nedeniyle öldürülürse bu ceza onun için keffaret olmaz. Zira Allahu Teala şöyle buyurur: “Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz.” Dünyada iken riddet sebebiyle cezalandırılsa da cezalandırılmasa da birdir.
İkinci Derece: İmanın aslını yerine getirdikten sonra, ne eksik ne de fazla yapmaksızın, vacip olan imanı tam anlamıyla yerine getirenler. Bu kimseler tehditten kurtulup müjdelenmeye hak kazanmışlardır. Yani böyle bir kimse hiç azap görmeksizin, Allah’ın fadlı ve sadık va’di gereğince, cennete girmeye hak kazanmış demektir. Bu da orta yolu tutanların derecesidir: “Onlardan orta yolu tutanlar vardır.” Bu kimseler hakkında Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem şu hadisi varid olmuştur:
Bir kimse gelerek Rasulullah’a Sallallahu Aleyhi ve Sellem İslam’ın emirlerinin neler olduğunu sorar. O da bunları o kimseye bildirdiğinde adam şöyle der: “Seni hak olarak gönderene yemin olsun ki, Allah’ın bana farz kıldığından ne daha fazlasını yapacağım, ne de daha eksiğini.” Bunun üzerine Rasulullah şöyle der: “Eğer doğru söylüyorsa kurtuldu” yahut “Eğer doğru söylüyorsa cennete girdi.”Üzerine nafileler ilave edilmeksizin farzların eda edilmesi, vacip olan imanın şeklidir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu kimseye, bunu yerine getirmekle kurtuluşa ereceğini ve cennete gireceğini müjdelemiştir.
İmanın aslına ve vacip olan imana giren emir ve nehiyleri bilmek, her Müslüman için farz-ı ayndır. Bu farz-ı ayn olan ilimden bir kısmı genel, bir kısmı da kişilere özeldir. Bunları bilmek vaciptir; çünkü bunlarla amel etmek vaciptir. Bunlarda kusur etme sonucunda, küfür ya da fısktan ötürü tehdit vardır. Bir ameli işlemek için öncelikle ona ait bilgiye sahip olmak gerekiyorsa, gerekli olan bu bilgi de vaciptir. Çünkü maksatlar için geçerli olan hüküm, vesileler için de geçerlidir.
Üçüncü Mertebe
MÜSTEHAB OLAN İMAN
Bu, imanın aslı ve vacip olan imanı yerine getirdikten sonra mendup ve müstehapları işlemek, mekruh ve şüphelileri terketmektir. İmanın aslı ve vacip olan imanın yanısıra kim bunları da yaparsa o, orta yolu tutanlardan daha üstün bir derece kazanarak doğrudan cennete giren, öne geçenler (sabikûn) ve Allah’a yakın derecede olanlar (muhsinûn)dan olur. Bu, “Onlardan, Allah’ın izniyle, hayırlarla öne geçenler vardır” ayetinde bildirilen derecedir. Bu ayette şöyle buyurulur:
“Sonra, kullarımızdan seçtiklerimizi Kitap’a varisler kıldık. Onlardan bir kısmı nefsine zulmetti, bir kısmı orta bir yol tuttu, bir kısmı da Allah’ın izniyle, hayırlarla öne geçti. İşte büyük fadl budur.”
İmanın üç mertebesi bunlardır. Üç mertebesini de zikretmiş olduğumuz iman, gerek mükafat gerek ceza; Allah katındaki ahiret hükümlerinin kendisine bakılarak verildiği “hakikî iman”dır.
Dünyada ise Müslüman ile kafirin arasını ayıran “hükmî iman”a gelince (bu hükmî İslamla eş anlamlıdır), iki şehadeti ikrar yahut bunun yerine geçecek herhangi bir İslam alameti ile sabit olmuş olur. Allahu Teala imanın bu iki çeşidini ayırmıştır:
“Ey iman edenler, mü’min kadınlar hicret ederek size geldikleri zaman onları imtihan edin. Allah, onların imanlarını daha iyi bilendir. Şayet onların gerçekten mü’min kadınlar olduklarını öğrenirseniz, artık sakın onları kafirlere geri çevirmeyin.”
“Allah onların imanlarını daha iyi bilir” yani onların imanlarının hakikatini daha iyi bilir. Yine;
“Eğer onların gerçekten mü’min kadınlar olduklarını bilirseniz” yani, görüldüğü kadarıyla bunu anlarsanız demektir. İşte bu hükmî imandır. Bir başka ayette şöyle geçer:
“Sizden özgür olan mü’min kadınları nikahlamaya güç yetiremeyenler, ellerinizin malik olduğu mü’min cariyelerinizden alsın. Allah sizin imanınızı en iyi bilendir.” “Özgür olan mü’min kadınlar” ve “Mü’min cariyeleriniz”, yani “Zahiren mü’min olan kadınlar ve zahiren mü’min cariyeleriniz”, “Allah sizin imanınızı en iyi bilendir” yani, “Allah sizin imanınızın hakikatini en iyi bilendir” anlamındadır ki bu hakiki imandır.
Bunlar, iman konuları ile ilgili en önemli meseleler olup, aslında bir tek meseleden kaynaklanırlar. Bu da imanın hakikati meselesidir. Bu konuyla ilgili olarak Mürcie mezhebinin görüşünü örnek verebiliriz:
Bu mezhebe göre, imanın hakikati kalbin tasdîkinden ibarettir (Mürcie’nin bazı fırkaları dünya hükümlerinin uygulanabilmesi için, dil ile ikrarı da buna katmışlardır. Mürcie’nin cumhuruna göre ise, dil ile ikrar imanın hakikatine dahil değildir). Onlara göre, imanın aslı (tasdik) ile bağlantılı olan diğer meseleler şunlardır:
1. İman şubelerden oluşmayan tek bir bütündür. Çünkü tasdik tektir; bir kısmı yok olduğunda tamamı yok olur.
2. İman artmaz ve eksilmez. Çünkü tasdik bir tek şeydir. Eksildiği taktirde tasdik şekke dönüşecektir ki, bu da küfürdür.
3. Mü’minin faciri ile muttakisi arasında fark yoktur. Hepsinin imanı da Nebi’nin Sallallahu Aleyhi ve Sellem imanı gibi, hatta Cibrîl ve Mikaîl’in Aleyhimesselam imanları gibidir. Çünkü iman tek bir şeydir. (Bu, onların en çirkin görüşlerinden birisidir).
4. Amel imandan değildir; çünkü iman kalbin tasdikidir. Amel ise, sadece imanın meyvesidir. Amel sadece mecaz yoluyla iman olarak isimlendirilir.
5. Facir ve fasık kimse tasdik üzere olduğu müddetçe, kamil mü’mindir. (Bu da onların çirkin görüşlerinden birisidir).
6. İman ehlinin birbirlerine üstünlükleri yoktur. Bilakis imanları eşit derecededir. Sadece amel yönünden farklılıklar vardır; amel ise imandan değildir.
7. İmanda istisna -yani, “Ben inşaallah mü’minim” demek- caiz değildir. Çünkü bu şektir. Tasdik demek olan imanda şek ise küfürdür. Bilakis şöyle denir: Ben gerçekten ve kesinlikle mü’minim.
8. Küfür sadece yalanlama (tekzîb), yahut inkar ve helal kılma gibi, tekzibe dönen şeydir. Çünkü küfür imanın zıdıdır. İman ise kalbin tasdikidir. Dolayısıyla küfür de kalbin tekzîbinden başka bir şey değildir.