E
Çevrimdışı
ebufaris kurdi
Misafir
Ilımlı İslam Soslu Karışık Mesajlar: “New York'ta Beş Minare''
5 Kasım'da gösterime giren Mahsun Kırmızıgül'ün “New York'ta Beş Minare” adlı filmini arkadaşımız Niyazi Karaçay, Haksöz-Haber için değerlendirdi.
Tutarsızlıklarla Dolu Bir "Ilımlı İslam" Anlatısı
Mahsun Kırmızıgül'ün "Beyaz Melek" ve "Güneşi Gördüm"den sonra yönettiği üçüncü filmi olan "New York'ta Beş Minare" senaryosu ve verdiği mesajlarla tartışılacak boyutlar içeriyor.
5 Kasım'da gösterime giren film 10 günlük süre sonunda 1.5 milyon seyirciye ulaşarak "Güneşi Gördüm" filmini geçti ve Kırmızıgül böylelikle kendi rekorunu da kırmış oldu.
Senaristliğini ve yönetmenliğini yaptığı filmde Mahsun Kırmızıgül'ün aynı anda birçok mesaj verme gayretini bu filmde de görüyoruz. Bu gayretin sonucu görülen senaryodaki kopukluk, Haluk Bilginer ve birkaç başrol oyuncusu dışında -Mahsun Kırmızıgül dâhil- oyuncuların başarısızlığı, filme görsellik katma adına gereksiz sahneler, cici Müslüman kötü Müslüman ayrımının ısrarla seyircinin gözüne sokulma çabası en başta sıralanması gereken olumsuzluklar.
Filmin görebildiğimiz birkaç nadir artılarının başında ise aksiyon sahnelerinin oldukça başarılı ve gerçekçi çekilmiş olması geliyor.
Filmle ilgili tartışmalara baktığımızda Haluk Bilginer'in oynadığı "Hacı" karakterinin Fethullah Gülen'i canlandırdığı ifade ediliyor. Fakat bu varsayımın doğru olduğunu kabul etsek bile Hacı karakteri üzerinde fazlaca oynandığını belirtmek gerek. Çünkü birkaç yanı ile F. Gülen'e benzetilmiş Hacı karakteri, birçok yanı ile uzaklaştırılmış.
Filmle ilgili çokça tartışılan konuların başında filmde bol bol dinler arası diyalog ve ılımlı İslam mesajlarının veriliyor olması geliyor. Özellikle Hacı'nın Hristiyan eşi ve kızıyla aile içi ilişkileri üzerinden verilen bu mesaj, kızının evliliğinin önce kilisede papazın önünde sonra da "imam nikâhı" ile gerçekleşecek olması ile doruğa çıkıyor.
Karışık ve Yoğun Mesajlar…
Film birçok sahneden kesitlerle başlıyor. Bir yandan "Kurtlar Vadisi Irak" filmindeki zikir ayinini doğrudan çağrıştıran ve yaklaşık 100 kişilik bir cemaatin camide yaptığı toplu zikri gösteriyor. Zikirden önce cemaatin şeyhi rolündeki Ali Sürmeli'nin içli, coşkulu bir vaazına yer veriliyor. Bir yandan cemaatin Filistin için yardım toplama adına cemaat elçilerinin gönderildiği yerlerden biri olan Türkçü/milliyetçi grubun "Allah Türkü korusun!" cümlesiyle son bulan yemin törenleri gösteriliyor. Burada yardım talep eden cemaat görevlilerine "Filistin'dekiler din kardeşlerimizdir. Onlara tabi ki yardım ederiz, bize iki gün müsaade!" cevabına yer veriliyor. Bir yandan da polis akademisinde yeni mezun olmuş yaklaşık 1000 polisin yemin töreni ve emniyet müdürünün polislere hitabını görüyoruz.
Filmin ilerleyen anlarında bu üç sahnenin de direkt bir bağlantısına şahit olamıyoruz. Ali sürmeli ve cemaatini filmin sonrasında bir daha göremiyoruz ancak camide zikir yapan, Filistin için yardım toplayan, milliyetçilerle dirsek teması olan, içlerine sızmış polisin (Mahsun Kırmızıgül) ağzından ifade edildiği gibi suya sabuna dokunmayan, sadece ibadetleriyle meşgul olan bu Müslüman cemaat "iyi Müslüman" olarak resmediliyor. İzbe bir yerde sarıklı ve cüppeli, başlarına kırmızı bandajlar bağlamış olan cemaate hitap eden itici görünümlü gerçek Deccal ise cihattan bahsediyor ve İslam'da şiddetin olduğu propagandası altında silahlı mücadele ile hesap sormak gerektiğini dillendiriyor. Filmin bu kısmında ise öcü gibi gösterilen "kötü Müslümanlar" resmediliyor. Sahne ve diyaloglar "Hizbullah, El-Kaide, Taliban" karışımı garip bir örgütün resmedilmeye çalışıldığını gösterirken senaristin bu konuda oldukça bilgisiz olduğunu da gözler önüne seriyor. Örneğin bu cemaat üyelerine yönelik operasyonda yaşanan kanlı çatışma sonunda yer altındaki bir hücrede domuz bağı yapılmış kişiler polis tarafından kurtarılıyor. Başka bir sahnede ise cemaat mensuplarının, içlerindeki polis muhbirinin kafasını kılıçla kesme görüntülerine ve bu videoyu tehdit amaçlı emniyete göndermelerine yer veriliyor? İnsan aklına gelebilecek her türlü kötü fiili bu cemaate boca eden film, böylelikle seyirciye "iyi Müslüman"lığın anahtarını da göstermiş oluyor.
Bu iki karşılaştırma filmde o kadar göze sokuluyor ki Hacı ile Deccal karakterleri filmin sonunda hapishanede karşılaştıklarında iyiyi, hoşgörüyü temsil eden Hacı, kötüyü temsil eden ve cihadı savunan Deccal'a "İslam'da şiddet yoktur!" gibi basit bir iki söylemle polis müdürünün önünde insanlık dersi veriyor. Deccal karakterini hem verilen isim ve hem de zihinsel yönden kötü yansıtmak yeterli görülmemiş olacak ki fizikî görünümle de seyircinin gözünde iş sağlama alınmaya çalışılmış.
Bitlis-New York-İstanbul üçgeninde geçen filmin Hacı karakterinin aslında 30 küsur yıldır memleketine dönememesinin sebebinin kan davası olduğunu filmin sonlarında öğreniyoruz. Filmin sonunda yoğun bir duygusal atmosfer altında annesine kavuşan Hacı'nın kan davalısı tarafından öldürülmesiyle de töreye göndermeler yapılıyor ki bu da filmin diğer sosyal mesajlarından! Böylelikle filmin sonunda Bitlis kaynaklı bir töre mevzunun ortasında buluyorsunuz kendinizi.
Mesajlar bununla da sınırlı kalmıyor. Amerika'ya suçluyu teslim almaya giden 2 polis memurunun FBI şefi ile akıllara ziyan Ortadoğu savaşı ve petrol üzerine yaptıkları müthiş diyalog (!) Ayasofya'da Müslüman siyahînin, Hacı'nın ve Hacı'nın Hıristiyan eşinin aynı anda dua etmesi gibi çoklu sosyal mesajlar da filmde verilmek istenen mesajlar arasında.
Filmden Aldığımız Diğer Notlar
- FBI şefi New York'ta zanlıyı aramak için girdiği camide namaz kılan cemaate bağırarak soru soruyor. 5 yaşındaki çocuk bile ibadet yapıldığını anlayacak zekaya sahipken bu FBI şefi "Ne yapıyor bunlar, neden cevap vermiyorlar?!" diyor. Camiye ayakkabı ile girilmeyeceğini ve ibadet eden birinin sorulan soruya cevap veremeyeceğini bilmeyecek kadar zekâdan yoksun olarak oynatılan şefin, filmin başka bir sahnesinde yıllarca Irak'ta görev yaptığını öğreniyoruz. Ne garip!
- Kızını evlendiren Hacı'nın nikâha gitmemesinden dolayı nikâhı 3G bağlantısı ile izlemesi komikliğini ancak bir GSM şirketinin gizli sponsor olması açıklayabilir!
- Filmi genel itibari ile Amerikan filmlerine özenti olarak niteleyebiliriz ki buna da Kırmızıgül tarzı diyebiliriz.
Sonuç olarak filmin senaryosu zayıf ve çelişkilerle dolu. Oyunculukta birçoğu sınıfta kalmış. Gereksiz birçok mesaj verme gayreti filmin genelinde kopukluk ve çelişkilerin nedenlerinden. Ayrıca Kırmızıgül'ün "kötü Müslüman" karakteri ile resmettiği imajı en azılı Hollywood filmlerinde bile göremiyoruz. Onların bile bu konulara girerken Kırmızıgül'den daha hassas daha objektif olduklarını söyleyebiliriz!
Niyazi Karaçay / Haksöz-Haber
5 Kasım'da gösterime giren Mahsun Kırmızıgül'ün “New York'ta Beş Minare” adlı filmini arkadaşımız Niyazi Karaçay, Haksöz-Haber için değerlendirdi.
Tutarsızlıklarla Dolu Bir "Ilımlı İslam" Anlatısı
Mahsun Kırmızıgül'ün "Beyaz Melek" ve "Güneşi Gördüm"den sonra yönettiği üçüncü filmi olan "New York'ta Beş Minare" senaryosu ve verdiği mesajlarla tartışılacak boyutlar içeriyor.
5 Kasım'da gösterime giren film 10 günlük süre sonunda 1.5 milyon seyirciye ulaşarak "Güneşi Gördüm" filmini geçti ve Kırmızıgül böylelikle kendi rekorunu da kırmış oldu.
Senaristliğini ve yönetmenliğini yaptığı filmde Mahsun Kırmızıgül'ün aynı anda birçok mesaj verme gayretini bu filmde de görüyoruz. Bu gayretin sonucu görülen senaryodaki kopukluk, Haluk Bilginer ve birkaç başrol oyuncusu dışında -Mahsun Kırmızıgül dâhil- oyuncuların başarısızlığı, filme görsellik katma adına gereksiz sahneler, cici Müslüman kötü Müslüman ayrımının ısrarla seyircinin gözüne sokulma çabası en başta sıralanması gereken olumsuzluklar.
Filmin görebildiğimiz birkaç nadir artılarının başında ise aksiyon sahnelerinin oldukça başarılı ve gerçekçi çekilmiş olması geliyor.
Filmle ilgili tartışmalara baktığımızda Haluk Bilginer'in oynadığı "Hacı" karakterinin Fethullah Gülen'i canlandırdığı ifade ediliyor. Fakat bu varsayımın doğru olduğunu kabul etsek bile Hacı karakteri üzerinde fazlaca oynandığını belirtmek gerek. Çünkü birkaç yanı ile F. Gülen'e benzetilmiş Hacı karakteri, birçok yanı ile uzaklaştırılmış.
Karışık ve Yoğun Mesajlar…
Film birçok sahneden kesitlerle başlıyor. Bir yandan "Kurtlar Vadisi Irak" filmindeki zikir ayinini doğrudan çağrıştıran ve yaklaşık 100 kişilik bir cemaatin camide yaptığı toplu zikri gösteriyor. Zikirden önce cemaatin şeyhi rolündeki Ali Sürmeli'nin içli, coşkulu bir vaazına yer veriliyor. Bir yandan cemaatin Filistin için yardım toplama adına cemaat elçilerinin gönderildiği yerlerden biri olan Türkçü/milliyetçi grubun "Allah Türkü korusun!" cümlesiyle son bulan yemin törenleri gösteriliyor. Burada yardım talep eden cemaat görevlilerine "Filistin'dekiler din kardeşlerimizdir. Onlara tabi ki yardım ederiz, bize iki gün müsaade!" cevabına yer veriliyor. Bir yandan da polis akademisinde yeni mezun olmuş yaklaşık 1000 polisin yemin töreni ve emniyet müdürünün polislere hitabını görüyoruz.
Filmin ilerleyen anlarında bu üç sahnenin de direkt bir bağlantısına şahit olamıyoruz. Ali sürmeli ve cemaatini filmin sonrasında bir daha göremiyoruz ancak camide zikir yapan, Filistin için yardım toplayan, milliyetçilerle dirsek teması olan, içlerine sızmış polisin (Mahsun Kırmızıgül) ağzından ifade edildiği gibi suya sabuna dokunmayan, sadece ibadetleriyle meşgul olan bu Müslüman cemaat "iyi Müslüman" olarak resmediliyor. İzbe bir yerde sarıklı ve cüppeli, başlarına kırmızı bandajlar bağlamış olan cemaate hitap eden itici görünümlü gerçek Deccal ise cihattan bahsediyor ve İslam'da şiddetin olduğu propagandası altında silahlı mücadele ile hesap sormak gerektiğini dillendiriyor. Filmin bu kısmında ise öcü gibi gösterilen "kötü Müslümanlar" resmediliyor. Sahne ve diyaloglar "Hizbullah, El-Kaide, Taliban" karışımı garip bir örgütün resmedilmeye çalışıldığını gösterirken senaristin bu konuda oldukça bilgisiz olduğunu da gözler önüne seriyor. Örneğin bu cemaat üyelerine yönelik operasyonda yaşanan kanlı çatışma sonunda yer altındaki bir hücrede domuz bağı yapılmış kişiler polis tarafından kurtarılıyor. Başka bir sahnede ise cemaat mensuplarının, içlerindeki polis muhbirinin kafasını kılıçla kesme görüntülerine ve bu videoyu tehdit amaçlı emniyete göndermelerine yer veriliyor? İnsan aklına gelebilecek her türlü kötü fiili bu cemaate boca eden film, böylelikle seyirciye "iyi Müslüman"lığın anahtarını da göstermiş oluyor.
Bu iki karşılaştırma filmde o kadar göze sokuluyor ki Hacı ile Deccal karakterleri filmin sonunda hapishanede karşılaştıklarında iyiyi, hoşgörüyü temsil eden Hacı, kötüyü temsil eden ve cihadı savunan Deccal'a "İslam'da şiddet yoktur!" gibi basit bir iki söylemle polis müdürünün önünde insanlık dersi veriyor. Deccal karakterini hem verilen isim ve hem de zihinsel yönden kötü yansıtmak yeterli görülmemiş olacak ki fizikî görünümle de seyircinin gözünde iş sağlama alınmaya çalışılmış.
Bitlis-New York-İstanbul üçgeninde geçen filmin Hacı karakterinin aslında 30 küsur yıldır memleketine dönememesinin sebebinin kan davası olduğunu filmin sonlarında öğreniyoruz. Filmin sonunda yoğun bir duygusal atmosfer altında annesine kavuşan Hacı'nın kan davalısı tarafından öldürülmesiyle de töreye göndermeler yapılıyor ki bu da filmin diğer sosyal mesajlarından! Böylelikle filmin sonunda Bitlis kaynaklı bir töre mevzunun ortasında buluyorsunuz kendinizi.
Mesajlar bununla da sınırlı kalmıyor. Amerika'ya suçluyu teslim almaya giden 2 polis memurunun FBI şefi ile akıllara ziyan Ortadoğu savaşı ve petrol üzerine yaptıkları müthiş diyalog (!) Ayasofya'da Müslüman siyahînin, Hacı'nın ve Hacı'nın Hıristiyan eşinin aynı anda dua etmesi gibi çoklu sosyal mesajlar da filmde verilmek istenen mesajlar arasında.
Filmden Aldığımız Diğer Notlar
- FBI şefi New York'ta zanlıyı aramak için girdiği camide namaz kılan cemaate bağırarak soru soruyor. 5 yaşındaki çocuk bile ibadet yapıldığını anlayacak zekaya sahipken bu FBI şefi "Ne yapıyor bunlar, neden cevap vermiyorlar?!" diyor. Camiye ayakkabı ile girilmeyeceğini ve ibadet eden birinin sorulan soruya cevap veremeyeceğini bilmeyecek kadar zekâdan yoksun olarak oynatılan şefin, filmin başka bir sahnesinde yıllarca Irak'ta görev yaptığını öğreniyoruz. Ne garip!
- Kızını evlendiren Hacı'nın nikâha gitmemesinden dolayı nikâhı 3G bağlantısı ile izlemesi komikliğini ancak bir GSM şirketinin gizli sponsor olması açıklayabilir!
- Filmi genel itibari ile Amerikan filmlerine özenti olarak niteleyebiliriz ki buna da Kırmızıgül tarzı diyebiliriz.
Sonuç olarak filmin senaryosu zayıf ve çelişkilerle dolu. Oyunculukta birçoğu sınıfta kalmış. Gereksiz birçok mesaj verme gayreti filmin genelinde kopukluk ve çelişkilerin nedenlerinden. Ayrıca Kırmızıgül'ün "kötü Müslüman" karakteri ile resmettiği imajı en azılı Hollywood filmlerinde bile göremiyoruz. Onların bile bu konulara girerken Kırmızıgül'den daha hassas daha objektif olduklarını söyleyebiliriz!
Niyazi Karaçay / Haksöz-Haber