Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Imam Ebu Hanife'nin Itikadi

boran el muvahhid Çevrimdışı

boran el muvahhid

Üye
İslam-TR Üyesi
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ


A.1. Yüce Allah'ın Tevhidi, Şer'î Tevessül ve Bid'at Tevessül


1. Ebû Hanîfe dedi ki:

"Bir kimsenin Yüce Allah'a ancak onu vesile kılarak ve ancak Yüce Allah'ın şu buyruğundan anlaşıldığı üzere emrolunmuş ve izin verilmiş surette dua etmesi gerekir:

"En güzel isimler Allah'ındır. O halde O'na bunlarla dua edin. Onun isimlerin de eğriliğe sapanları terkedin. Onlar yapmakta olduklarının cezasını çekecektir." (el-A'raf, 7/180) (ed-Durru'l-Muhtar maa Haşiyeti Reddi'I-Muhtar (VI, 396-397)

2. Ebû Hanîfe dedi ki:

"Dua eden kimsenin filânın hakkı için yahut peygamber lerinin ve rasûllerinin hakkı için Beyt-i Haram'ın ve Meş'ar-i Haram'ın hakkı için senden dilekte bulunuyor um demesi mekruhtur ." (Şerhu'l-Akîdeti't-Tahâviyye, s. 234; İthafu's-Saâdeti'l-Muttakîn, II, 285; Aliyyu'l-Kârî, Şerhû'l-Fıkhi'l Ekber, s. 198)

3. Ebû Hanîfe dedi ki:

"Herhangi bir kimsenin Allah'a ancak onu vesile ederek dua etmesi gerekir. Bir kimsenin senin Arşının izzet noktaları hakkı için yahutta mahlukatının hakkı için demesini mekruh görüyorum." (et-Tevessulu ve'l-Vesile, s. 82; Ayrıca bk. Şerhu'l-Fıkhi'l-Ekber, s. 198)

(İmam Ebû Hanîfe ile Muhammed b. el-Hasen dua eden bir kimsenin:

"Allah'ım senin Arşının izzet noktaları hakkı için senden diliyorum" demesini mekruh görmüşlerdir. Çünkü böyle bir duaya izin verildiğine dair bir nass bulunmama ktadır. Ebû Yûsuf ise sünnette bu konuda bir nassa vâkıf olduğundan ötürü böyle bir duaya cevaz vermekted ir. Vâkıf olduğu bu nassa göre Peygamber sallallah u aleyhi ve sellem şu duayı yaparmış:

"Allah'ım senden Arşının izzet noktalan ve kitabının rahmetini n son sınırlan hakkı için... diliyorum"... el-Binaye, IX, 382'de ve Nasbu'r-Raye, IV, 272'de belirtild iği gibi Beyhaki, Kitabu'd-Daavat el-Kebire'de rivayet etmiştir. Ancak bu hadisin senedinde tenkid edilmiş üç nokta vardır:

1. Davud b. Ebî Asım'ın İbn Mes'ud'dan hadis dinlememiş olduğu,

2. Abdu'l-Melik b. Cureyc hem tedlis yapan, hem mürsel rivayetle r nakleden birisidir .

3. Ömer b. Harun yalancılıkla itham edilmiş birisidir . Bundan dolayı İbnu'l-Cevzî, el-Binaye, IX, 382'de belirtild iği üzere: "Bu hadis hiç şüphesiz uydurmadır, senedi de gördüğün gibi boştur" demiştir. Bk. Tehzibu't-Tehzib, III, 189, VI, 405, VII, 501 Takribu't-Tehzib, I, 520)

A.2. Yüce Allah'ın Sıfatları ve Cehmiye'ye Cevab


4. Ebû Hanîfe dedi ki:

"Yüce Allah yaratılmışların sıfatları ile nitelendi rilemez. Onun gazabı ve rızası kendisine ait ve nasıllığı tarafımızdan bilinemey en iki sıfattır. Ehl-i sünnet ve'l-cemaatin görüşü budur. O gazab da eder, razı da olur. Onun gazabı cezalandırması, rızası da sevap ve mükafatıdır denilemez . Biz onu kendi zatını nitelendi rdiği gibi nitelendi ririz. O Ehaddir (bir ve tektir), Sameddir (kimseye muhtaç olmayandır), doğurmamıştır, doğmamıştır ve onun eşi benzeri hiç kimse yoktur, o hayydır, kadîrdir, semîdir, basîrdir, alîmdir. Allah'ın eli onların eli üstündedir, fakat onun eli yarattıklarının eli gibi değildir, yüzü de yarattıklarının yüzü gibi değildir." (el-Fıkhu'l-Ebsat, s. 56)

5. Ebû Hanîfe dedi ki:

"Yüce Allah'ın Kur'ân-ı Kerim'de de belirttiği gibi eli, yüzü ve nefsi vardır. Yüce Allah'ın Kur'ân-ı Kerim'de söz konusu ettiği yüz, el ve nefis ona ait nasıllığı bizce bilinemey en sıfatlardır. Onun eli, kudreti ya da nimetidir denilmez. Çünkü o takdirde bu sıfatın iptali söz konusudur . Bu ise (sıfatların iptali) kaderiyye cilerin ve mutezile mensuplarının görüşüdür." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 302)

6. Ebû Hanîfe dedi ki:

"Herhangi bir kimsenin Allah'ın zatı hakkında (kendiliğinden) bir şeyler söylememesi gerekir. Aksine o Allah'ı kendi zatını nitelendi rdiği vasıflarla vasfeder. Kendi görüşünden hareketle onun hakkında hiçbir şey söylemez. Âlemlerin Rabbi olan Allah bundan pek yücedir, pek mübarektir." (Şerhu'l-Akideti't-Tahaviye, II, 427, Tahkik: Dr. et-Türki; Celâu'l-Ayneyn, s. 368)

7. Yüce Allah'ın "inmesi" hakkında kendisine soru sorulunca:

"O nasıllığı bizce bilinmeye n bir şekilde" diye cevap vermiştir.

(Akidetu's-Selef Eshabu'l-Hadis, s. 42, Daru's-Selefiye baskısı; Beyhaki, el-Esmau ve's-Sıfat, s. 456 -Bu rivayet hakkında el-Kevseri herhangi bir şey söylememiştir.-; Şerhu'l-Akideti't-Tahaviyye, s. 245, Tahric: el-Elbânî; el-Kari, Şerhu'l-Fıkhi'l-Ekber, s. 60)

(Sahabeden bir topluluk tarafından sahih senedler ile rivayet edilmiş ve mutevatir derecesin e yükselmiş hadiste şöyle buyurulma ktadır:

"Yüce Allah her gecenin son üçte biri kalınca dünya göğüne iner..."

İmam Ebû Hanîfe'ye Yüce Allah'ın bu "inişi" hakkında sorulmuştur.)

8. Ebû Hanîfe dedi ki:

"Yüce Allah'a (eller) yukarı doğru (kaldırılarak) dua edilir. Aşağıdan dua edilmez. Çünkü aşağıda olmanın rububiyye t ve uluhiyyet in herhangi bir niteliği ile hiçbir ilgisi yoktur." (el-Fıkhu'l-Ebsat, s. 51)

9. Yine Ebu Hanife dedi ki:

"O gazab da eder, razı da olur. Onun gazabı cezalandırması, rızası da mükâfatlandırmasıdır denilemez ." (el-Fıkhu'l-Ebsat, s. 56, Kitabın muhakkiki el-Kevseri bu söz hakkında herhangi bir şey dememiştir.)

10. Ebû Hanife dedi ki:

"O mahlukatından hiçbir şeye benzemediği gibi mahlukatından hiçbir şey de ona benzemez. O ezelden beri isim ve sıfatlarına sahip olduğu gibi ebediyyen de böyledir." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 301)

11. Dedi ki:

"Onun sıfatları yaratılmışların sıfatlarına benzemez. O bilir fakat onun bilmesi bizim bilmemiz gibi değildir. O muktedird ir fakat bizim kudretimi z gibi değil. O görür fakat bizim görmemiz gibi değil. O işitir fakat bizim işitmemiz gibi değil. O konuşur fakat bizim konuşmamız gibi değil." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 302 )

12. Dedi ki:

"Yüce Allah asla yaratılmışların nitelikle riyle nitelendi rilmez." (el-Fıkhu'l-Ebsat, s. 56)

13. Dedi ki:

"Allah'ı insanlara ait herhangi bir özellikle nitelendi ren bir kimse kâfir olur." (el-Akidetu't-Tahaviyye, Talik: el-Elbânî, s. 25)

14. Dedi ki:

"Sıfatları zati ve fiili sıfatlar (olmak üzere iki türlü)'dır.

Zatî sıfatlar hayat, kudret, ilim, kelâm, semi', basar ve iradedir.

Fiilî sıfatlar ise yaratmak, rızıklandırmak, var etmek (inşâ), ibda (yoktan ve benzersiz modelsiz yaratmak), sun' ve buna benzer fiilî sıfatları vardır. O bütün isim ve sıfatlarına ezelden beri sahiptir ve ebediyyen böyle kalacaktır." (el-Fıkhu'i-Ekber, s. 301)

15. Dedi ki:

"O fiiliyle ezelden beri faildir. Fiil onun ezelden beri bir sıfatıdır. Fail Yüce Allah'ın kendisidi r. Fiil ezelden beri o'nun sıfatıdır. Mef'ul (fiilden etkilener ek var olan) ise mahluktur . Yüce Allah'ın fiili ise mahluk değildir." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 301)

16. Dedi ki:

"Ben Rabbimin gökte mi yoksa yerde mi olduğunu bilemiyor um diyen bir kimse kâfir olur. Aynı şekilde o Arşın üzerindedir amma Arş gökte midir yoksa yerde midir bilemiyor um diyen kimse de böyledir."

(el-Fıkhu'l-Ebsat, s. 46 Buna benzer ifadeleri Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye, Mecmûu'l-Fetâvâ (V, 48)da, İbnu'l-Kayyim, İctimau'l-Cuyuşi'l-İslâmiyye (s. 139)da Zehebî, el-Uluvv (s. 101-102)de, İbn Kudame, el-Uluvv (s. 116)de, İbn Ebi'l-lzz, Şerhu't-Tahâviyye, (s. 301 )de nakletmişlerdir.)

17. Kendisine: İbadet ettiğin ilahın nerededir? diye soran kadına da şu cevabı vermiştir:

"Şüphesiz Yüce Allah yerde değil, göktedir. Bir adam kendisine:

Yüce Allah'ın:

"Ve o sizinle beraberdi r." (Hadid, 57/4) buyruğu hakkında ne dersin deyince ona şu cevabı vermiştir:

Bu senin yanında olmadığın kimseye:

Ben seninle beraberim diye bir mektub yazmana benzer." (el-Esmau ve's-Sıfat, s. 429)

18. Yine şöyle demiştir:

"Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir fakat onun eli mahlukatının eli gibi değildir." (el-Fıkhu'l-Ebsat, s. 56)

19. Yine dedi ki:

"Şüphesiz Yüce Allah yerde değil, göktedir. Bir adam kendisine:

Peki Yüce Allah'ın:

"Ve o sizinle beraberdi r." (Hadid, 57/4) buyruğu hakkında ne dersin? deyince şu cevabı verdi:

"Bu senin yanında bulunmadığın bir kimseye:

Ben seninle beraberim diye mektup yazmana benzer." (el-Esmau ve's-Sıfat, II, 170)

20. Yine dedi ki:

"O henüz Mûsâ aleyhisse lâm ile konuşmadan önce de (ezelden) mütekellim idi." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 302)

21. Yine dedi ki:

"O kendine has kelâmıyla mütekellimdir. Kelâm onun ezelden beri bir sıfatıdır." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 301)

22. Dedi ki:

"O konuşur fakat bizim konuşmamız gibi değil." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 302)

23. Dedi ki:

"Mûsâ aleyhisse lâm Yüce Allah'ın kelâmını işitti. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmakt adır:

"Allah Mûsâ ile özel bir şekilde konuştu." (Nisa, 4/164)

Yüce Allah henüz Mûsâ aleyhisse lâm ile konuşmadan önce de (ezelden) mütekellim idi." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 302)

24. Dedi ki:

"Kur'ân Allah'ın kelâmıdır. Mushaflar da yazılıdır, kalblerde ezberleni p bellenmiştir. Dillerde okunur, Peygamber sallallah u aleyhi ve selleme indirilmiştir." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 301)

25. Yine dedi ki:

"Kur'ân yaratılmış (mahluk) değildir." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 301)

B. İmam Ebû Hanîfe'nin Kader ile İlgili Görüşleri

1. Bir adam İmam Ebû Hanîfe'ye gelerek onunla kader hususunda tartışmaya koyuldu. Ona şunları söyledi:

"Sen kader üzerinde düşünen kimsenin güneşin kendisine bakana benzediğini ve güneşe baktıkça şaşkınlığının da arttığını bilmiyor musun?" (Kalâidu Ukudi'l-lkyan, vr. 77 b)

2. İmam Ebû Hanîfe diyor ki:

"Yüce Allah, daha var olmalarından önce ezelden beri eşyayı biliyordu ." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 302, 303)

3. Dedi ki:

"Yüce Allah var olmayanı var olmama halinde yok olarak bilir. Onu varedeceği takdirde nasıl olacağını da bilir. Yüce Allah var olanı varlığı halinde var olarak bilir. Onun nasıl yok olacağını da bilir." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 302-303)

4. İmam Ebû Hanîfe diyor ki:

"Onun kaderi Levh-i Mahfuzdadır." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 302)

5. Dedi ki:

"Yüce Allah'ın kaleme yazmasını emrettiğini, kalemin: Neyi yazayım Rabbim dediğini, Yüce Allah'ın: "Kıyamet gününe kadar olacak olan her şeyi yaz" dediğini ikrar ve kabul ederiz. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmakt adır:

"İşledikleri her şeyde defterler dedir. Küçük büyük herşey satır satır yazılıdır." (Kamer, 54/52 53) (el-Vasiyye (şerhi ile) s. 21)

6. İmam Ebu Hanife dedi ki:

"Dünyada da ahirette de o dilemedikçe hiçbir şey olmaz." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 302)

7. İmam Ebû Hanîfe diyor ki:

"Yüce Allah eşyayı yokken var etti." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 302)

8. Dedi ki:

"Allah varlıkları yaratmada n önce de hâlık (yaratıcı) idi." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 304)

9. Dedi ki:

"Bizler kulun amelleriy le ikrar ve marifetiy le de mahluk olduğunu kabul ve ifade ederiz. Fail (işi yapan) fiilleriy le yaratılmış olduğuna göre fiillerin in de yaratılmış olması öncelikle söz konusudur ." (Vasiyye -şerhi ile- s. 14)

10. Dedi ki:

"Kulların hareket ve sükûn türünden bütün fiilleri onların kesbi (kazanması)dır. Yüce Allah da onların yaratıcısıdır. Hepsi de onun meşieti (dilemesi), ilmi, kaza ve kaderi iledir." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 303)

11. İmam Ebû Hanîfe dedi ki:

"Kulların hareket ve sükûn (hareketsi zlik) gibi bütün fiilleri gerçek anlamıyla onların kesbleri (kazanımları)'dir. Yüce Allah da onların yaratıcısıdır. Hepsi onun meşieti (dilemesi), ilmi, kaza ve kaderi iledir. İtaatlerin tamamı da Allah'ın sevmesi, rızası, ilmi, meşieti, kaza ve kaderi ile ve onun emri ile vacibtir. Bütün masiyetle r de onun ilmi, kazası, takdiri ve meşieti ile olmakla birlikte; onları sevmesi, onlardan razı olması ve onları emretmesi yle değildir." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 303)

12. Yine dedi ki:

"Yüce Allah insanları küfür ve imandan azade olarak yaratmıştır." (Doğrusu şöyle olmalıdır: "Yüce Allah insanları İslam fıtratı üzere yaratmıştır." Nitekim Ebû Hanîfe bunu bundan sonraki sözleriyle açıklayacaktır.)

Sonra onlara hitapta bulundu, onlara emirler verdi, yasaklar koydu. Kâfir olan kendi fiili, inkârı ve hakkı reddetmes i, Yüce Allah'ın da onu yardımsız bırakmasıyla kâfir olur. İman eden kimse de kendi fiiliyle, ikrarıyla Yüce Allah'ın tevfiki ve ona yardım etmesi ile iman eder." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 302-303)

13. Dedi ki:

"Adem'in soyundan gelecek olanları sulbünden zerrecikl er şeklinde çıkardı. Onlara akıl verdi, onlara hitab etti. Onlara imanı emretti, küfrü yasakladı. Onlar da onun rububiyye tini kabul ettiler. Bu onların iman etmeleri demekti. İşte onlar bu fıtrat üzere doğarlar. Bundan sonra kâfir olanlar ise değiştirmiş ve değişiklik yapmış olurlar. İman edip tasdik edenler ise o ahid üzere sebat etmiş ve devam etmiş olur." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 302)

14. Dedi ki:

"Eşyayı takdir edip onların hakkında hükmünü veren odur. Dünyada da, ahirette de onun meşîeti (iradesi), ilmi, kazası, kaderi ve Levh-i Mahfuzda yazması ile olmadıkça hiçbir şey olmaz." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 302)

15. Dedi ki:

"Yarattıklarından hiçbir kimseyi kâfir olmaya ya da iman etmeye mecbur etmez. Onları şahıslar halinde yaratmıştır. İman ve küfür kulların fiilidir. Yüce Allah kâfir olanı küfür halinde kâfir olarak bilir. Bundan sonra iman edecek olursa onu mü'min olarak bilir ve onu sever. (Bütün bunlar sebebiyle de) ilminde herhangi bir değişiklik söz konusu olmaz." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 303)

C. İmam Ebû Hanîfe'nin İmâna Dair Görüşleri

1. Dedi ki:

"İman ikrar ve tasdikten ibarettir ." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 304)

2. Dedi ki:

"İman dil ile ikrar, kalb ile tasdiktir . Tek başına ikrar iman olmaz. (Vasiyet-şerhi ile-, s. 2)

Tahâvî de bunu Ebû Hanîfe'den ve onun arkadaşından nakletmiş bulunmakt adır. (el-Akidetu't-Tahaviyye -şerhi ile-, s. 360)

3. Ebû Hanîfe dedi ki:

"İman artmaz ve eksilmez." (Vasiyet -şerhi ile-, s. 3)

Derim ki: İmanın artıp eksilmeye ceğine dair görüşü ile imanın neye ad olduğu ve imanın kalb ile tasdik, dil ile ikrardan ibaret olup amelin imanın hakikati dışında olduğuna dair görüşü ile İmam Ebû Hanîfe'nin iman ile ilgili itikadî kanaati ile Malik, Şafiî, Ahmed, İshak, Buhârî ve diğer İslam önderlerinin bu husustaki itikadî kanaati birbirind en ayrılmaktadır. Ebû Hanîfe'nin görüşü doğru olmaktan uzaktır. Fakat her iki halde de o ecir almıştır. İbn Abdi'l-Berr ve İbn Ebi'l-İzz, Ebû Hanîfe'nin bu görüşünden döndüğünü hissettir en ifadeler nakletmişlerdir.

Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. (İbn Abdi'l-Berr, et-Temhid, IX, 247; Şerhu'l-Akideti't-Tahaviye, s. 395)

D. İmam Ebû Hanîfe'nin Ashab-ı Kiram'a Dair Görüşleri

1. İmam Ebû Hanîfe dedi ki:

"Rasûlullah sallallah u aleyhi ve sellem'in ashabından hiçbir kimseden hayırdan başkası ile söz etmeyiz. (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 304)

2. Dedi ki:

"Rasûlullah sallallah u aleyhi ve sellem'in ashabından hiçbirisinden teberri edip uzaklaşmadığımız gibi kimilerin i dışarda tutarak, kimilerin i de veli bilmeyiz (hepsini veli biliriz.)" (el-Fıkhu'l-Ebsat, s. 40)

3. Diyor ki:

"Onlardan herhangi birisinin Rasûlullah ile birlikte geçirdiği bir an dahi, bizden herhangi bir kimsenin ne kadar uzun olursa olsun ömür boyu amelinden daha hayırlıdır." (el-Mekki, Menakıbu Ebî Hanife, s. 76)

4. Dedi ki:

"Peygamber imiz Muhammed sallallah u aleyhi ve sellem'den sonra bu ümmetin en faziletli sinin Ebu Bekir es-Sıddîk olduğunu, sonra Ömer, sonra Osman, sonra da Ali -Allah hepsinden razı olsun- olduğunu ikrar ve ifade ederiz." (Vasiyet -şerhi ile-, s. 14)

5. Dedi ki:

"Rasûlullah sallallah u aleyhi ve sellem'den sonra insanların en faziletli si Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali'dir. Ayrıca Rasûlullah sallallah u aleyhi ve sellem'in bütün ashabı hakkında onları güzel bir şekilde anmaktan başka bir şey söylemeyiz." (en-Nuru'l-Lami', vr. 119 b'de ondan nakledild iği gibi.)

E. İmam Ebû Hanîfe'nin Kelâm ve Din Hususunda Tartışmaları Yasaklayışı

1. İmam Ebû Hanîfe dedi ki:

"Basra'da heva sahipleri pek çoktur. Oraya yirmi küsur defa girip çıktım. Kimi zaman orada bir sene, kimi zaman daha fazla veya daha az bir süre kaldım. O zamanlar kelâm ilminin ilimlerin en üstünü olduğunu zannediyo rdum." (el-Kürdi, Menakibu Ebî Hanife, s. 137)

2. Dedi ki:

"Kelâm ilmini tetkik eder dururdum. O kadar ki bu hususta parmakla gösterilecek seviyeye kadar ulaştım. Hammad b. Ebî Süleyman'ın halkasına yakın bir yerde oturuyord uk. Yanıma bir kadın gelerek dedi ki:

Bir adamın cariye bir hanımı olup onu sünnete uygun boşamak isterse kaç talak ile onu boşar. Ona ne söyleyeceğimi bilemedim . Kendisine Hammad'a gidip sormasını sonra da dönüp bana verdiği cevabı bildirmes ini söyledim. Kadın gidip Hammad'a sordu. Hammad dedi ki:

Kadını önce ay halinden temizlend ikten sonra ve onunla cima etmeden bir defa boşar. Sonra iki defa ay hali oluncaya kadar ona ilişmez. Kadın (son ay halinden temizleni p) gusletti mi başka bir koca ile evlenmesi helal olur. Kadın dönüp bana söylediğini bildirdi. Ben de kendi kendime:

Kelâm ilmine ihtiyacım yoktur, deyip ayakkabılarımı alarak Hammad'ın ders halkasına oturdum." (Târîhu Bağdad, XIII, 333)

3. Dedi ki:

"Allah Amr b. Ubeyd'e lanet etsin. Çünkü o insanlara hakkında söz söylemelerinin kendileri ne hiçbir fayda sağlamayacağı kelâma giden yolu açmıştır." (el-Herevî, Zemmu'l-Kelâm, s. 28-31)

Bir adam kendisine bir soru sorarak:

İnsanların arazlar ve cisimler hakkında sonradan ortaya koydukları söz ve açıklamalar (kelâm) hakkında ne dersin? dedi. Şunları söyledi:

"Bunlar felsefeci lerin görüşleridir. Sen rivayetle re ve selefin yoluna tabi ol. Sonradan ortaya çıkartılmış her bir şeyden uzak dur. Çünkü sonradan çıkartılanlar bid'attir." (el-Herevî, Zemmu'l-Kelâm, vr. 194 b)

4. Ebu Hanife'nin oğlu Hammad dedi ki:

"Bir gün babam -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- yanıma geldi. Yanımda kelâm ile uğraşanlardan bir topluluk da vardı. O sırada bir husus hakkında yüksek sesle tartışıyorduk. Onun evde olduğunu farkedinc e yanına çıktım. Bana:

Ey Hammad yanında kimler var dedi. Ben:

Filan, filan ve filan diyerek yanımda bulunanla rın adını verdim. Peki neyi konuşuyorsunuz dedi. Ben:

Şu şu hususları konuşuyoruz dedim. Bana dedi ki:

Ey Hammad kelâmı bırak. (Hammad devamla) dedi ki:

Ben babamın işleri birbirine karıştırdığını hiç görmediğim gibi bir işi emredip sonra da o işi yasakladığını da görmemiştim. Bunun üzerine ona dedim ki:

Babacığım sen daha önce bana kelâm ile uğraşmayı emretmiyo r muydun? Şu cevabı verdi:

Evet, fakat evladım bugün ben sana kelâmla uğraşmayı yasaklıyorum. Niye? diye sordum şu cevabı verdi:

Evladım çeşitli kelâmî meseleler hakkında ihtilafa düştüğünü gördüğün bu kimseler bir görüş etrafında birleşmiş ve tek bir din üzere idiler. Nihayet şeytan onları birbirler inden uzaklaştırdı, aralarına düşmanlığı ve ayrılığı soktu, onlar da sonunda ayrılığa düştüler..." (el-Mekkî, Menakibu Ebî Hanîfe, s. 183-184)

5. Ebu Hanîfe, Ebû Yusuf'a dedi ki:

"Dinin esasları ile ilgili avama kelâm esaslarına göre sakın konuşmayasın. Çünkü onlar seni taklid eden bir toplulukt ur. O takdirde onlar da kelâmla uğraşırlar." (el-Mekkî, Menakibu Ebî Hanîfe, s. 373)

İşte Ebû Hanife'nin bu sözleri onun dinin esasları ile ilgili meseleler e dair akîdesini, kelâma ve kelâmcılara karşı tavır ve tutumunu açıkça ortaya koymaktadır.


Tevhidin aslı, buna îman etmenin en doğru yolu şudur: Allah'a, melekleri ne, kitaplarına, peygamber lerine, öldükten sonra dirilmeye, kadere, hayrın ve şerrin Allah'tan olduğuna, hesap, mizan, cennet ve cehenneme inandım, bunların hepsi de haktır, demek gerekir.

Yüce Allah, sayı yönüyle değil, ortağı olmaması yönüyle birdir. O, doğurmamış ve doğurulmamıştır. O'na hiçbir şey denk değildir. O yarattıklarından hiç birine benzemez. İsimleri, zatî ve fiilî sıfatlarıyla daima var olmuş ve var olacaktır.

Allah'ın zatî sıfatları; hayat, kudret, ilim, semi, basar ve irâde sıfatlarıdır. Fiilî sıfatlar ise, tahlik (yaratma), terzik (rızık verme), inşa (yapma), ibda (örneksiz yaratma) ve sun' (san'atla yaratma) ve diğer fiilî sıfatlardır.

Allah, sıfatları ve isimleri ile var olmuş ve var olacaktır. O'nun isim ve sıfatlarından hiçbiri sonradan olma değildir. O ilmiyle daima bilir, ilim O'nun ezelde sıfatıdır. O kudretiyl e daima kadirdir, kudret O'nun ezelde sıfatıdır. Kelâm ile konuşur, kelâm O'nun ezelde sıfatıdır. Yaratması ile daima haliktır, yaratmak O'nun ezelde sıfatıdır. Fiili ile daima faildir, fiil O'nun ezelde sıfatıdır. Fail Allah'tır, fiil ise O'nun ezelde sıfatıdır. Yapılan şey, mahlûktur. Yüce Allah'ın fiili ise mahlûk değildir. Allah'ın ezeldeki sıfatları mahlûk ve sonradan olma değildir. Allah'ın sıfatlarının yaratılmış ve sonradan olduğunu söyleyen, yahut tereddüt eden veya şüphe eden kimse Yüce Allah'ı inkâr etmiş olur.

Kur'ân-ı Kerîm, Allah kelâmı olup, mushaflar da yazılı, kalplerde mahfuz, dil ile okunur ve Hz. Peygamber'e indirilmiştir. Bizim Kur'ân-ı Kerîm'i telaffuzu muz, yazmamız ve okumamız mahlûktur fakat Kur'ân mahlûk değildir. Allah'ın Kur'ân'da belirttiği Musa ve diğer peygamber lerden, firavn ve İblis'ten naklen verdiği haberleri n hepsi Allah kelâmıdır, onlardan haber vermekted ir. Allah'ın kelâmı mahlûk değildir, fakat Musa'nın ve diğer yaratılmışların kelâmı mahlûktur. Kur'ân ise Allah'ın kelâmı olup, kadîm ve ezelîdir

Allah bir şey (varlık)'dir, fakat diğer şeyler gibi değildir. O'nun varlığı cisim, cevher, araz, had, zıd, eş ve ortaktan uzaktır. O'nun Kur'ân'da zikrettiği gibi eli, yüzü ve nefsi vardır. Allah'ın Kur'ân'da zikrettiği gibi el, yüz ve nefs gibi şeyler, keyfiyets iz sıfatlardır. O'nun eli, kudreti veya nimetidir denilemez . Zîra bu takdirde sıfat iptal edilmiş olur. Bu, Kaderiyye ve Mutezile'nin görüşüdür. O'nun elinin, keyfiyets iz sıfat olması gibi, gazabı ve rızası da keyfiyets iz sıfatlarından iki sıfattır.

Allah, eşyayı bir şeyden yaratmadı. Allah, eşyayı oluşundan önce, ezelde biliyordu . O, eşyayı takdir eden ve oluşturandır. Allah'ın dilemesi, ilmi, kazası, takdiri ve Levh-i Mahfûz'daki yazısı olmadan, dünya ve âhirette hiçbir şey vaki olmaz. Ancak onun Levh-i Mahfûz'daki yazısı, hüküm olarak değil, vasıf olarak yazılıdır. Kaza, kader ve dilemek, O'nun nasıl olduğu bilinemey en sıfatlarındandır. Allah, yok olanı yokluğu halinde yok olarak bilir, onun yarattığı zaman nasıl olacağını bilir. Var olanı, varlığı halinde var olarak bilir, onun yokluğunun nasıl olacağını bilir. Allah ayakta duranın ayakta duruş halini, oturduğu zaman da oturuş halini bilir. Bütün bu durumlard a Allah'ın ilminde ne bir değişme, ne de sonradan olma bir şey hâsıl olmaz. Değişme ve ihtilâf, yaratılanlarda olur.

Allah'ın "Allah Musa'ya hitap etti."(en-Nisa,164.) âyetinde belirttiği gibi. Musa Allah'ın kelâmını işitti. Şüphesiz ki Allah, Musa ile konuşmasından önce de, kelâm sıfatı ile muttasıftı. Yüce Allah yaratmada n da ezelde yaratıcı idi. Allah, Musa'ya hitap ettiğinde, ezelde sıfatı olan kelâmı ile konuştu. O'nun sıfatlarının hepsi, mahlûkların sıfatlarından başkadır. O bilir, fakat bizim bildiğimiz gibi değil. O kadirdir, fakat bizim gücümüzün yettiği gibi değil. O görür, fakat bizim görmemiz gibi değil. O işitir, fakat bizim işittiğimiz gibi değil. O konuşur, fakat bizim konuşmamız gibi değil. Biz uzuvlar ve harflerle konuşuruz. Oysaki Allah, uzuvsuz ve harfsiz konuşur. Harfler mahlûktur, fakat Allah'ın kelâmı mahlûk değildir.

Allah insanları küfür ve îmandan hâli olarak yaratmış, sonra onlara hitap ederek emretmiş ve nehyetmiştir. Kâfir olan; kendi fiili, hakkı inkâr ve reddetmes i ve Allah'ın yardımını kesmesiyl e küfre sapmıştır. İman eden de kendi fiili, ikrarı, tasdiki ve Allah'ın muvaffaki yet ve yardımı ile îman etmiştir.

Allah Âdem'in neslini, sulbünden insan şeklinde çıkarmış, onlara akıl vermiş, hitap etmiş, îmanı emredip, küfrü yasaklamıştır. Onlar da onun Rabb olduğunu ikrar etmişlerdir. Bu, onların îmanıdır. İşte onlar bu fıtrat üzerine doğarlar. Bundan sonra küfre sapan bu fıtratı değiştirip bozmuş olur. İman ve tasdik eden de fıtratında sebat ve devam göstermiş olur.

Allah, kullarının hiç birini îman veya küfre zorlamamış, onları mü'min veya kâfir olarak yaratmamıştır. Fakat onları şahıslar olarak yaratmıştır. İman ve küfür kulların fiillerid ir. Allah, küfre sapanı, küfrü esnasında kâfir olarak bilir. O kimse daha sonra iman ederse, imanı halinde mü'min olarak bilir, ilmi ve sıfatı değişmeksizin onu sever.

Kulların hareket ve sükûn gibi bütün fiilleri hakikaten kendi kesbleri (kazançları)'dir. Onların yaratıcısı ise Yüce Allah'tır. Onların hepsi Allah'ın dilemesi, ilmi, hükmü ve kaderi ile olur.

Taatların hepsi, Allah'ın emri, muhabbeti, rızası, ilmi, dilemesi, kazası ve takdiri ile vacip kılınmıştır. Masiyetle rin hepsi de Allah'ın ilmi, kazası, takdiri ve dilemesi ile olmakla beraber, rızası ve emri değildir.

Peygamber lerin hepsi de (salât ve selâm olsun) küçük, büyük günah, küfür ve çirkin hallerden münezzehtir. Fakat onların sürçme ve hataları vâki olmuştur. Hz. Muhammed, Allah'ın sevgili kulu, resulü, nebisi, seçilmiş tertemiz kuludur. O hiç bir zaman puta tapmamış, göz açıp kapayacak bir an bile Allah'a ortak koşmamıştır. O, küçük büyük hiç bir günah işlememiştir.

Peygamber lerden sonra insanların en faziletli si, Ebû Bekr es-Sıddîk, sonra Ömer el-Fârûk, sonra Osman b. Affân Zû'n-Nûreyn, daha sonra Aliyyu'l-Murtaza'dır. Allah hepsinden razı olsun. Onlar doğruluk üzere, doğruluktan ayrılmayan, ibâdet eden kimselerd ir. Hepsine sevgi ve saygı duyarız. Hz. Peygamber'in ashabının hepsini sadece hayırla anarız.

Bir müslümanı, helâl saymaması şartıyla, büyük günahlardan birini işlemesi ile kâfir sayamayız. Bu durumdaki bir kimseden îman ismini kaldıramayız, ona gerçek anlamda mü'min deriz. Bir mü'minin kâfir olmamakla beraber günahkâr olması caizdir.

Günahlar, mü'mine zarar vermez demeyiz. Keza günah işleyen kimse Cehennem'e girmez de demeyiz. Dünyadan mü'min olarak ayrılan kimse, fasık da olsa Cehennem'de ebedî kalacaktır, demeyiz.

Mürcie'nin dediği gibi, iyilikler imiz makbul, kötülüklerimiz de affedilmiştir, demeyiz. Fakat kim bütün şartlarına uygun, müfsit ayıplardan uzak amel işler ve onu küfür ve dinden dönme gibi şeylerle boşa çıkarmaz ve dünyadan mü'min olarak ayrılırsa şüphesiz Allah onun amelini zayi etmez, bilakis kabul eder ve ondan dolayı sevap verir, deriz.

Allah'a ortak koşmak ve küfür dışında, büyük ve küçük günah işleyen, fakat tevbe etmeden mü'min olarak ölen kimsenin durumu Allah'ın dilemesin e bağlıdır. Dilerse ona Cehennem'de azap eder, dilerse affeder ve hiç azaba uğratmaz.

Herhangi bir amele riya karıştığı zaman, o amelin ecrini yok eder. Keza ucüb (kendi amelini üstün görmek) de böyledir.

Peygamber lerin mucizeler i ve velîlerin kerametle ri haktır. Ancak, haberlerd e belirtild iği üzere İblis, Firavun ve Deccal gibi Allah düşmanlarına ait olan, onların şimdiye kadar vukua geliş ve gelecek hallerine mucize de, keramet de demeyiz. Bu, onların hacetleri ni yerine getirmedi r. Zîra, Allah, düşmanlarının ihtiyaçlarını, onları derece derece cezaya çekmek ve sonunda cezalandırmak şeklinde yerine getirir. Onlar da buna aldanarak azgınlık ve küfürde haddi aşarlar. Bunların hepsi de caiz ve mümkündür.

Yüce Allah, yaratmada n önce de yaratıcı, rızıklandırmadan önce de rızık verici idi. Allah, âhirette görülecektir. Mü'minler Allah'ı Cennet'te, aralarında bir mesafe olmaksızın, teşbihsiz ve keyfiyets iz olarak baş gözleriyle göreceklerdir.

İman, dil ile ikrar, kalp ile tasdiktir . Gökte ve yerde bulunanla rın îmanı, îman edilmesi gereken şeyler yönünden artmaz ve eksilmez, fakat yakın ve tasdik yönünden artar ve eksilir. Mü'minler, îman ve tevhid hususunda birbirler ine müsavidirler. Fakat amel itibarıyla birbirler inden farklıdırlar. İslâm, Allah'ın emirlerin e teslim olmak ve itaat etmek demektir. Lügat itibariyl e iman ve islâm arasında fark vardır. Fakat islâmsız îman, îmansız da islâm olmaz. Onların ikisi de bir şeyin içi ve dışı gibidirle r. Din ise; iman, islâm ve şeriatlerin hepsine birden verilen isimdir.

Biz, Yüce Allah'ı kendisini kitabında tavsif ettiği bütün sıfatlarıyla gerçek olarak biliriz. Hiçbir kimse Allah'a, O'nun şanına lâyık şekilde hakkıyla ibâdet etmeye kadir değildir. Fakat insan ancak Allah'ın kitabında, Resulünün bildirdiği ölçüde Allah'a ibâdet eder.

Bütün mü'minler; marifet, yakîn, tevekkül, muhabbet, rıza, korku ve ümit ve iman konusunda birbirler ine müsavidirler. Bu konuda imanın dışındaki hususlard a birbirler inden farklıdırlar.

Yüce Allah, kullarına karşı lütufkârdır, adildir, kulun hakettiği sevabı lütfuyla kat kat fazlasıyla verir. Kulunu, adaletini n icabı olarak işlediği günahtan dolayı cezalandırır. Keza kendisind en bir lütuf olarak bağışlar da.

Peygamber lerin (salât ve selâm olsun) şefaati haktır. Peygamber imizin (s.a.) şefaati, günahkâr mü'minler ve onlardan büyük günah işleyip cezayı haketmiş olanlar için hak ve sabittir.

Kıyamet günü amellerin mizanla tartılacağı hususu haktır. Hz. Peygamber i'in havzı haktır. Kıyamet günü hasımlar arasında iyilikler alınarak kısas ve hesaplaşma olması haktır. İyilikler bulunmadığı takdirde kötülüklerin atılması hak ve caizdir.

Cennet ve Cehennem hâlen yaratılmıştır, ebediyen de fâni olmayacak lardır. Huriler ebediyen ölmezler. Yüce Allah'ın cezası da, sevabı da ebedîdir.

Allah dilediğini kendisini n bir lütfü olarak hidâyete ulaştırır. Dilediğini de adaletini n gereği olarak sapıklığa düşürür. Allah'ın sapıklığa düşürmesi, hızlânıdır. Hızlanın mânâsı ise, Allah'ın razı olacağı şeylerde onu muvaffak kılmayıp, yardımını kesmesidi r. Bu, Allah'ın adaleti gereğidir. Keza, Allah'ın günahkârları isyanları sebebiyle cezalandırması da adaleti icabıdır.

Şeytan, mü'min kuldan imanını baskı ve cebirle alır, dememiz doğru değildir. Fakat kul îmanı terkeders e, Şeytan da onun imanını alır, deriz.

Kabirde Münker ve Nekir'in sualleri haktır. Kabirde ruhun cesede iade edilmesi haktır. Bütün kâfirler ve asi mü'minler için kabir sıkıntısı ve azabı haktır.

Âlimlerin, Allah'ın sıfatlarını Farsça (Arapça'dan başka bir dille) söylemeleri caizdir. Fakat yed=el kelimesi, Allah'ın sıfatı olarak Farsça söylenemez. Fakat Farsça olarak Rûyi Hüdâ=Allah'ın yüzü demek caizdir. Allah'ın yakınlık ve uzaklığı, mesafenin uzunluk ve kısalığı ile değil, keramet ve zillet mânâsındadır. İtaatli olan kul, Allah'a keyfiyets iz olarak yakın, âsi kul ise keyfiyets iz olarak Allah'tan uzak olur. Yakınlık, uzaklık ve yönelmek, yalvaran kula racidir. Keza Cennet'te komşuluk ve Allah'ın önünde bulunmak da keyfiyets iz şeylerdir.

Kur'ân-ı Kerîm, Allah'ın Resulüne (s.a.) indirilmiş olup, mushaflar da yazılıdır. Kelâm mânâsında Kur'ân âyetlerinin hepsi de fazilet ve büyüklük bakımından birbirine müsavidir. Fakat bazısında zikir ve zikredile n fazileti bahis konusudur . Âyete'l-Kürsi buna misaldir. Burada zikredile n Allah'ın yüceliği, azameti ve sıfatlarıdır. Bu âyette hem zikir, hem de zikredile nin fazileti olarak iki fazilet bir araya gelmiştir. Bu kısmında ise sadece zikir fazileti vardır. Kâfirlerin kıssalarında olduğu gibi. Bu âyetlerde zikredile nin bir fazileti yoktur, çünkü zikredile nler kâfirlerdir. Keza Allah'ın isim ve sıfatlarının hepsi de azamet ve fazilette müsavidir, aralarında farklılık yoktur.

Hz. Peygamber'in anne ve babası İslâm gelmeden önce öldüler. Kasım, Tâhir ve İbrahim Allah Resulünün oğulları, Fâtıma, Rukiyye, Zeynep ve Ümmü Gülsüm de kızları idiler.

İnsan tevhid ilminin incelikle rinden herhangi birinde güçlükle karşılaşırsa, sorup öğreneceği bir âlim buluncaya kadar, Allah katında doğru olana inanması gerekir. Böyle bir kimseyi arayıp bulmakta gecikmesi caiz değildir. Bu hususta tereddüt edilerek beklemek mazur görülmez. Eğer tereddüt ederek beklerse, kâfir olur.

Mîrac haberi haktır. Onu reddeden sapık bir bid'atçi olur. Deccal'in, Ye'cüc ve Me'cüc'ün ortaya çıkması, güneşin batıdan doğması, Hz. İsa'nın gökten inmesi ve sahih haberlerd e bildirile n kıyamet alâmetlerinin hepsi de haktır.

Yüce Allah, dilediğini doğru yola hidâyet eder.
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt