E
Çevrimdışı
Ebu & Dücane
Misafir
İmam-ı Azam Ebu Hanife R.a Hz. Muhammed (sav)’in ümmetinin büyük bir kısmı tarih boyunca hayatlarını Hanefî mezhebinin nakil ve içtihadlarına göre düzenlemişlerdir. Bu mezhebin kurucusu ve en büyük müctehidi İmam-ı A’zam Ebû Hanîfe, en Nu’man b. Sabit (80-150/699-767)’tir. Ülkemiz müslümanlarının da büyük çoğunluğu Hanefî’dir. Buna rağmen Ebû Hanîfe fıkhî görüşleri bilinmekle birlikte, hayatı, eserleri, itikâdî-kelâmî, siyâsî ve ahlâkî görüşleriyle yeterince tanınmamaktadır. Bunun en büyük delili Ebû Hanîfe’yle ilgili çalışmaların gayet az ya da ilmî derinlikten yoksun olmalarıdır. İtikâdî eserlerinin tahkiksiz metin tercemeleri, el-Fıkhu’l Ekber’in tercemelerine yazılan toplama ve mesnetsiz önsözler, ansiklopedilere madde olarak yazılan doyurucu olmaktan çok uzak satırlar ve birkaç makale dışında ciddi bir çalışma maalesef yoktur. Ülkemiz bir tarafa, İslam âleminde de henüz Ebû Hanîfe’nin eserlerinin tahkikli neşirlerinin dahi yapılmamış olması durumun vahametini göstermeye yeterli olsa gerektir. Biz bu tespitten yola çıkarak Ebû Hanîfe’nin terceme-i hâlini, hocalarını, talebelerini, eserlerini, ilmî birikimini ve özellikle de kelâmcılığını, yaşadığı asrı ve bu asrın itikâdî ve siyâsî ortamına nasıl bir tavır koyduğunu, iman, Allah ve peygamberlik anlayışını, kaynak eserlerden yola çıkarak ilmî bir metodla ortaya koymaya çalışacağız. İtikâdî eserlerinin matbû nüshalarında inanılmayacak derecede hatalar ve tashifler vardır. (Tahrif için örnek olarak bkz. “Rasulullah’ın iman üzerine ölmesi” cümlesi el-Kâriî, Şerhu’l Fıkhi’l Ekber, s. 160 vd. Beyrût, 1984; Baskı hatalarına örnek olarak bkz. İmam-ı A’zam’ın Beş Eseri, Mustafa Öz Neşri, s. 21-22 arasındaki cümleler, 22. cevap; age., s.78 yedinci satır “Bi İ’tâi Selameti’l Esbâb” ve “Ey Tekvinihî” kelimeleri) Birinci bölümde hayat hikayesi eldeki rivayetlerin incelenmesi tarihi ve mantıksal gerekler göz önünde bulundurulmak suretiyle yazılmaya çalışılmıştır. Meşhur hocaları ve kelâmî alışverişte bulunduğu bazı meşhur bid’atçilerin kısa terâcimleri verilmiştir. Yine şöhretleri ve itikadî-fıkhî mirasının nakilcileri olmaları göz önünde bulundurularak bazı talebelerinin terâcimleri verilmiştir. İlmî şahsiyeti ve birikimi özellikle de kelâmcılığı değişik yönleriyle incelenmiş, kelâm ve kelâmcılar hakkındaki müsbet ve menfî sözleri ele alınıp kelâm ilmi hakkındaki görüşü ortaya konmaya çalışılmıştır. Eserleri; itikadla, fıkıhla, hadisle ilgili olanlar ve vasiyetleri olmak üzere dört bölümde incelenmiş, bazı önemli teferruat konu bütünlüğünü bozmaması için dipnotlara kaydırılmıştır. Eserlerinde özellikle itikadla alakalı olanlar orijinal bir metotla tanıtılmıştır. 1. makalemiz hayatı ile alakalı temel kaynaklar taranarak tamamen verilerden yola çıkılarak yazılmış, orijinal bir terceme-i hâl çalışmasıdır. Okuyucu hangi bilginin hangi kaynaktan alındığını dipnotlardan takip edebilecektir. 2. makalemizde İmam Ebû Hanîfe’nin hocaları ve öğrencileri tanıtılacaktır. İlmî mirası bu önde gelen hocalarından almıştır. Onun birikimini de tanıtacağımız önde gelen öğrencileri derlemiş ve bizlere aktarmışlardır. Okuyucu dipnotlarda bu değerli ilim adamlarının haklarında bilgi bulabilecekleri önemli kaynakları ve sayfa numaralarını bulabilecektir. 3. makalemizde İmam Ebû Hanîfe’nin ilmî şahsiyeti, kelâmcılığı ve diğer ilimlerdeki mevkii konusunda olacaktır. Okuyucu kelâmı reddetmesi konusunda ona nisbet edilen görüşün kritiğini bu bölümde bulacaktır. 4. makalemizde İmam Ebû Hanîfe’nin eserleri ile alakalı bilgiler verilecektir. Sözkonusu eserlerin İmam‘a nisbetlerinde problem olduğunu savunanların delilleri ve onların kritiklerine bu bölümde yer verilmiştir. Yine eserlerin yazma ve baskı nüshaları ve bulundukları kütüphanelerle ilgili ayrıntılı bilgi bu bölümde vardır.
--------------------------------------------- 1.MAKALE İMAM EBÛ HANİFE’NİN HAYATI ---------------------------------------------
A- HAYATI İmam’ın ismi en-Nu’mân.[1] Baba adı “Sâbit”, künyesi “Ebû Hanîfe”[2], en meşhur lakabı “el-İmâmu’l A’zam”dır.[3] Şeceresi: en-Nu’mân b. Sâbit b. Nu’mân b. Merzubân b. Zûta b. Mâh şeklindedir.[4] Çoğunluk Kûfe’de doğduğu kanaatindedirler.[5] Doğum tarihinde Abdulmelik b. Mervân (ö.86/705) döneminde doğduğu şeklindeki görüş genel bir kabul görmüştür.[6] Hicrî 61,[7] 62[8] ve 70 yıllarında[9] doğmuş olduğuna dair görüşler de vardır. Ebû Hanîfe Fârisî kökenlidir.[10] Arap kökenli olup nesebinin Ensarlı Zeyd b. Esed (ö. ?)’e dayandığı[11] hatta yaşadığı bölgede Türk kabilelerinin yaşamasına nazaran Türk asıllı olabileceği[12] öne sürülmüştür. Ailesinin aslen Nesâ’lı,[13] Enbâr’lı,[14] Kâbil’li,[15] Bâbil’li,[16] Tirmiz’li[17] olduğu şeklinde nakiller vardır. İlgili rivayetlerden ailesinin köken itibarıyla Afganistan’ın Kâbil bölgesinden hareketle adı geçen şehirlerde konaklayarak en sonunda Kûfe’de karar kıldıkları anlaşılmaktadır.[18] Ailesinin varlıklı bir aile olduğu[19], bez ve hazır elbise ticaretiyle uğraştıkları bilinmektedir. Ailesinin, kardeşlerinin ve diğer akrabalarının isim ya da kimlikleri hakkında kaynaklarda bir bilgi bulunmamaktadır. Ebû Hanîfe iki evlilik yapmıştır.[20] Evliliklerinden Hammâd isimli bir oğlu ve ismini tam tespit edemesek de (muhtemelen Hanîfe) bir kızı olmuştur.[21] Çocukluk günleri el-Haccâc b. Yûsuf (ö.95/713)’un Irak valiliği günlerine (75-95/693-713) rastlar.[22] Daha küçük yaşlarda çarşıyla ve ticaretle tanışır.[23] Diğer yandan da beş veya yedi yaşlarında iken sahabi Abdullâh b. Ebî Evfâ’yı (ö.87/705) görür.[24] Sahabi Enes b. Mâlik’i (ö.93/711)’de yine bu yaşlarda görmüş olmalıdır.[25] Onaltı yaşlarına geldiğinde babası onu beraberinde hacca götürür. Mekke’de Sahabeden Abdullâh b. el-Hâris (ö. ?)’i görür, ondan hadis dinler.[26] Buna göre onaltı yaşlarında iken babası daha sağdır. Annesi ise İmam, Emevile-rin zulümden kaçarak Mekke’ye hicret edinceye kadar hayattadır.[27] Çarşıya devam ettiği günlerde bir yandan ticaretle meşgul olurken, bir gün eş-Şa’bi’yle (ö.103/721) bir araya gelir. İlim tahsiliyle meşgul olmadığını öğrenen eş-Şa’bî ona ilim tahsiline yönelmesini tavsiye eder ve şöyle der: “İlimle meşgul ol ve ulemânın ders halkalarına devam et. Ben sende ilim için uygun bir zeka ve kabiliyet görüyorum.”[28] Eş-Şa’bî’nin bu nasihati üzerine ilme yönelir. İlme yönelmesinden sonra dînî tartışmalara katılmaya başlar. Bunun için kelâmın revaçta olduğu Basra’ya defalarca gider.[29] Bu sıralar (yaklaşık olarak 100/718) Kûfe mescidinde bir de “kelâm halkası” oluşturur.[30] Ve bir kelâmcı olarak parmakla göserilecek kadar meşhurlaşır.[31] Beş altı sene kadar sürmüş olduğu anlaşılan bu tartışmalarla dolu günler sırasında, onun kelâmda olduğu gibi diğer ilimlerde de mâhir olduğunu sanan çarşı esnafı ona fıkhî meseleler ile ilgili sorular sorarlar.[32] Kûfe mescidindeki kelâm halkasına da gelip ona fıkhî sorular yöneltenler olur.[33] Arkadaşlarıyla birlikteyken amelî bilgilerde yetersiz olduğunu görmesini sağlayan olaylar cereyan eder.[34] Bir yandan da kelâmla uğraşanların hevâlarının esiri olduklarını, Kur’an ve Sünnet’e Selef gibi sarılmadıklarını, Selefin metodlarından uzak olduklarını, üzerlerinde salihlerin simâsı olmadığını, yaşantılarının onların yaşantısına benzemediğini farke-der.[35] Bunun üzerine kelâmla uğraşmayı terk edip (yaklaşık olarak 102/720) kendisini ticarete verir.[36] Ama bu sıralarda gördüğü bir rüya üzerine tekrar ilim tahsiline geri döner.[37] İkinci defa ilim tahsiline yönelmesi sırasında bu defa bütün ilimleri faydaları açısından inceler. Ve aralarında en faydalı ilim olarak fıkıh ilmini seçer.[38] el-Mekkî ve el-Kerderî’nin nakillerine bakılırsa dönemindeki fakihleri ziyaret edip onların hakkında bir incelemede bulunmadan Hammâd b. Ebî Süleyman’ın (ö.120/737) meclisinde karar kılmamıştır.[39] On sene kadar Hammâd’ın meclisine devam ettikten sonra bir ara (yaklaşık olarak 112/730) ayrılıp kendi meclisini kurmaya karar verir. Ama o günlerde karşılaştığı bir takım olaylar onu bu kararından vazgeçirir ve hocasına vefât edinceye kadar bağlı kalır.[40] Hammâd vefat edince önde gelen talebelerinden Muhammed b. Câbir, (ö. ?), Ebû Bekr en-Nahşelî (ö. ?) ve Ebû Bürde el-Atabî (ö. ?) önce Hammâd’ın oğluna ders halkasının başına geçmesini teklif ederse de o bu işi yürütemez ve Hammâd’ın meclisinin imamlığı Ebû Hanîfe’ye teklif edilir. İmam: “ilmin kaybolup gitmesini istemem” deyip görevi kabul eder[41] (yaklaşık olarak 120/737). Ve böylece onun ölünceye değin sürecek tedris hayatı başlar. Ebû Hanîfe’nin, hocası Ham-mâd’ın yerine ders halkasının başına geçmesinden kısa bir süre sonra 121h’de Zeyd b. Alî (ö.122/730)’nin Emevi halifesi Hişam b. Abdilmelik (ö.125/742)’e kıyamı gerçekleşir.[42] Ebû Hanîfe bu kıyamı Rasulullah (sas)’ın Bedir’deki çıkışına benzetip mali yardımda bulunur.[43] Bununla birlikte Emeviler bu olaydan dokuz yıl sonrasına kadar, ona dokunmazlar. Zeyd b. Ali’den sonra Yahyâ b. Zeyd (ö.125/742)’in 124 h.’lerde Horasan’da,[44] ardından meşhur Harici ed-Dahhâk (ö.128/745)’ın[45] 127 h.’lerde peş peşe gelen isyanları Emevilerin Ebû Hanîfe ve benzeri ûlemeya tavır almalarını engellemiş olmalıdır. O dönemin Irak valisi İbn-u Hubeyrâ (ö. ?) başta Ebû Hanîfe olmak üzere diğer ulemâyı susturmak için onlara devlet görevleri teklif eder. Kabul edenler yönetime karşı tenkidlerinde inandırıcılıklarını yitireceklerdir. Kabul etmeyenlerin başında Ebû Hanîfe gelir. Ve hapsolunur.[46] Her türlü eziyet yapılırsa da İmam kararından dönmezse şöyle der: “Bana Vâsıt mescidin kapılarını say dese, onu bile kabul etmem.”[47] Bütün yolları denemesine rağmen Ebû Hanîfe’yi ikna edemeyen vali, onu arkadaş ve dostlarıyla istişare etmesi için salıverir. İmam da bir fırsatını bulup Mekke’ye hicret eder.[48] Bu olay o elli yaşlarındayken 130 h. yıllarında gerçekleşir. Yönetim Abbasilere geçinceye kadar Mekke’de kalır. İkinci Abbasi halifesi el-Mansûr (ö.158/773) döneminde 136 h.’de altı senelik Mekke hayatından sonra Kûfe’ye geri döner.[49] Önceleri el-Mansur’la ilişkileri gayet olağandır. Halife onu saygıyla karşılayıp izzet-i ikramda bulunur, ilmini över, Onu “dünyanın en önde gelen fakihlerinden” olarak niteler,[50] kendisine yakın tutmak ister. Ama İmam: “Beni kendine yaklaştırırsan fitnelendirirsin, uzaklaştırdığın takdirde de bana cefa ve eziyet edersin” deyip usûlünce bundan kaçınır.[51] Sonraki dönemlerde aradaki köprülerin atılmasına, ilişkinin bozulup, güvenin zedelenmesine bakılırsa halifenin onu Câfer es-Sâdık’la (ö.148/765) münazara etmesi için yanına davet etmesi,[52] hanımıyla arasında çıkan bir anlaşmazlığı halletmesi için ona başvurması,*[53] Basra isyanı,[54] Musul halkının emanlarının durumu[55] ve Haricilerle barış yapılması halinde uygulanacak hukukî ölçüler üzerine onunla istişareleri[56] hep bu dönemde gerçekleşmiş olmalıdır. Zulmetmeye başlaması üzerine el-Mansûr’la ilişkileri gerginleşir. El-Mansûr’la Ebû Hanîfe’nin arasında geçen emanlarıyla ilgili konuşmadan sonra halifenin şu sözleri ilişkinin bozulmasının ilk habercilerindendir: “Ey Şeyh, doğru olan senin söylediklerin... Şimdi memleketine dön ve halkı imamına karşı kışkırtacak şekilde fetva vermekten de uzak dur.[57] Her ne kadar daha önceleri fetvadan men edilerek ihtar edilmişse de[58] bu ona yapılan ilk en ciddi ihtar olmuştur. 114 h.’lerin sonlarına doğru el-Mansûr önceleri kendisinin de imam olarak biat ettiği Muhammed b. Abdillah (ö.145/762)’a ve kardeşi İbrahim’e (ö. 145/762) karşı tavır alıp, Ehl-i Beyt mensuplarını siyasi takibe tabi tutarak işkence etmeye başlayınca[59] Ebû Hanîfe de açıkça halifeyi hedef alan eleştiriler yapmaya başlar. El-Mansûr’un isyancıları öldürme planlarına onun huzurunda karşı çıkar ve bunun yanlışlığını şer’an ispat eder.[60] Abbasi yönetimine muhalif tavrı bunlarla da kalmaz. Medine’de kıyam eden Muhammed b. Abdillah’a biat eder.[61] Onun öldürülmesi üzerine halkı Basra’da kıyam eden İbrahim b. Abdillah’ın saflarına katılmaya davet ve teşvik eder.[62]Gizlice İbrahim’le mektuplaşır, onu Kûfe’ye davet eder.[63] el-Mansûr hilafetini meşruiyeti üzerine tartışmaların yaygınlaştığını görünce İbn-u Ebi’z-Zî’b (ö.158/773) İmam Malik (ö.179/794) Ebû Hanîfe, el-A’meş (ö.148/765) ve Süfyan es-Sevrî (ö.161/776) gibi ulemâyı huzurunda toplar ve görüşlerini sorar. İmam bu görüşmede de inandığı doğruları olduğu gibi en net bir şekilde belirtip şöyle der: “Hilafet makamına geçtin ama üzerinde şûra ehlinden iki kişi dahi ittifak etmediler. Halbuki bu makama müminlerin meşvereti ve rızalarıyla gelinir.”[64] Bu cevap üzerine ilişkiler kopar. El-Mansûr, Ebû Hanîfe’yi kendi safına çekemediği için zaten ona kızgın iken, onun gelişen olaylarda bir siyasi lider gibi davranması, halifeye karşı tavır koyup muhaliflerini desteklemesi, onlarla yazışması, yönetimin şer’an meşru olmadığını söylemesi, hatta el-Mansûr’un en seçkin komutanlarından Hasan b. Kuhtuba’yı yönetimin zulümlerine alet olmaktan uzak durması hususunda ikna etmesi[65] bu kızgınlığı düşmanlığa dönüştürür ve el-Mansûr, Ebû Hanîfe’yi öldürmeye azmeder.[66] Halk tarafından sevilen Ebû Hanîfe’ye 148 h. yılında Kûfe kadısı İbn-u Ebî Leylâ (ö.148/765)’nın ölümü üzerine Mıs’ar b. Kidâm (ö.155/775), Süfyan es-Sevrî (ö.161/ 776) ve Şerîk (ö.177/792) ile birlikte kadılık teklif eder.[67] İmam Mevâli-den olduğunu, Arapların bu sebeple kararlarına uymak istemeyeceklerini bahane edip bu teklifi savuşturur. Ve kadılık Şerîk’in üzerine kalır. Sebebini tespit edemiyorsak da yine bu günlerde ikinci ve üçüncü defalar fetvadan geçici olarak men edilir.[68] Vefatından kısa bir müddet önce Bağdâd’a davet edilir. Ve üçüncü defa kadılık teklif edilir. Adaylar arasında yine Süfyan es-Sevrî ve daha önce kadılık yapıp azledilen Şerîk vardır. İmam’a Bağdat, Basra ve Kûfe kadılıkları teklif edilir. Ama o görev kabul etmemekte ısrar eder. Karşılıklı yeminleşmeler olur ve neticede hapsedilir, işkenceye tabi tutulur.[69] İstenilen elde edilemeyince bir müddet için hapisten çıkarılır ve fetva vermeye zorlanır. Kendisine meseleler gönderilir ve halletmesi istenir. Bunu yapmayınca tekrar hapsedilir ve işkenceye devam edilir. Araya giren bazı vezirlerin tavsiyesi üzerine hapisten çıkarılıp bir evde zorunlu ikamete tabi tutulur.[70] Dördüncü defa fetvadan men edilir. Derslerine devam etmesi de engellenir.[71] Bir müddet bu hal üzerine kaldıktan sonra (150/ 767) yılının Recep ayında Bağdat’ta vefat eder.[72] İmam, Bağdat’a çağırılıp kadılık teklif edildiğinde cumhurun tercihine göre yetmiş, diğer bazı rivayetlere göre seksen yaşlarındadır. Buna binaen tarihçiler ölümüne sebep olarak maruz kaldığı işkence ve eziyetleri göstermişlerdir.[73] Halifenin emriyle kendisine içirilen zehir sebebiyle öldüğüne dair ifadeler de kaynaklarda mevcuttur.[74]
--------------------------------------------- 2. MAKALE EBÛ HANİFE’NİN HOCALARI [75] -------------------------------------------
1- el-Esved b. Yezîd (ö. 75/694) el-Esved b. Yezîd b. Kays, Ebû Amr, en-Nehaî, Alkame’nin kardeşinin oğlu İbrahim en-Nehaî’nin dayısıdır. Muaz b. Cebel, Abdullah b. Mes’ud, Huzeyfe, Bilâl ve diğer sahabeden ilim almıştır. Ondan da oğlu Abdurrahman, İbrâhîm en-Nehaî ve Ebû İshâk es-Sebîî ilim almışlardır. İlim, zühd ve takvasıyla meşhur olmuştur. Bu sebeple el-Es-ved’i bazıları cennetliklerden saymışlardır. Hicri 75 yıllarında vefat etmiştir. [76] 2- Şurayh b. el-Hâris (ö.78/697) Şurayh b. el-Hâris b. Kays el-Kindî, Ebû Umeyye. Yemen asıllıdır. Allah Rasulü’nün döneminde doğmuşsa da onu görmemiştir. Ömer ve Osman dönemlerinde kadılık yapmış, Ömer, Ali, İbn-u Mesûd ve diğer sahabeden ilim almıştır. Ondan da eş-Şa’bî, İbn-u Sîrîn, İbrahim en-Nehaî ve diğerleri ilim rivayet etmişlerdir. 78 hicri yılında vefat etmiştir. Onun bir kısım görüşlerini Veki’ (Ahbâru’l Kudât-II. 189,398’de) nakletmiştir.[77] 3- İbrâhîm en-Nehaî (ö.96/714) İbrâhîm b. Yezîd b. Kays en- Nehaî, Ebû İmrân, 50 h.’lerde Kûfe’de doğmuştur. Âişe, Enes b. Mâlik, Alkame, Mesrûk, el-Esved den ilim almış, Hammâd b. Ebî Süleymân, Semmak b. Harb, el- Hakem b. Uteybe, İbnu Avn, el- A’meş, gibi meşhurlar ondan ilim rivayet etmişlerdir. El-Müdevvene de, Ebû Yûsuf ve Muhammed b. el- Hasen’in eserlerinde, Ebû Nuaym ın, “Hilyetu’l Evliyâ”sında (VI. 212-240) bazı görüşleri mevcuttur.[78] 4- eş-Şa’bi (ö.103/721) Âmir b. Şurâhîl el-Hemedâni, Ebû Amr el-Kûfi. Ömer (r.a)’ın hilafet yıllarında doğmuştur. Alî, İmrân b. Husayn, Cerîr b. Abdillâh, Ebû Hureyre, İbnu Abbâs, Âişe, Abdul-lâh b. Ömer, Adıy b. Hâtım, el-Muğîra b. Şu’be ve diğerlerinden ilim almış, ondan da İsmâil b. Hâlid el-Eş’as, Dâvûd b. Ebî Hind, Zekeriyyâ b. Ebî Zâide, el-A’meş, Ebû Hanîfe, İbnu Avn, Yûnus b. Ebî İshâk ilim tahsil etmişlerdir. Ebû Hanîfe’nin ilme yönelmesinde o etkili olmuş olup en büyük hocalarındandır.[79] Çok kuvvetli bir hafızaya sahip idi. Sahabeden beşyüz kadarına yetiştiği söylenmiştir. Daha sahabe zamanında Kûfe’de büyük bir ilim halkasına sahipti. Hemen hemen bütün ilim merkezlerini dolaşmıştır. Âsım el-Ahval onun hakkında; “Kûfe, Basra ve Hicaz ehlinin ilimlerini ondan daha iyi bilenini görmedim” demiştir. 103 h.’de vefât etmiştir.[80] 5- Tâvus b. Keysân (ö.106/724) Tâvus b. Keysân, Ebû Abdirrah-mân el-Yemâni. Zeyd b. Sâbit, Âişe, Ebû Hureyre, Zeyd b. Erkam ve İbnu Abbâs’tan ilim almıştır. Ondan da oğlu Abdullah ve ez-Zührî, İbrâhim b. Meysera, Ebû’z-Zubeyr el-Mekkî, Abdullâh b. Ebî Nuceyh, Hanzala b. Ebî Süfyan ve diğerleri ilim nakletmişlerdir. Zamanında Yemenlilerin fakihiydi. İbn-u Abbâs’ın onun hakkında; “her halde cennetliklerdendir” dediği naklolunur. 106 h.’de Mekke’de vefât etmiştir.[81] 6- Sâlim (ö. 106/724) Sâlim b. Abdillah b. Ömer b. el-Hattâb, Ebû Amr, el-Adevî. İlim, amel ve zühdüyle tanınmıştır. Babası Abdulâh ve Aîşe, Ebû Hureyre, Râf’i b. Hudeyc, Sefîne, Sâid b. el-Müseyyib’den ilim almış, ondan da; Amr b. Dînâr, ez-Zührî, Mûsâ b. Ukbe, Hanzala b. Ebî Süfyan ve diğerleri ilim tahsil etmiştir. Ahmed b. Hanbel ve İshâk onun ve babasının bulunduğu senedi en sağlam sened “Esahhu’l Esânîd”[82] olarak kabul etmişlerdir. 106 h.’de vefât etmiştir.[83] 7- el-Kâsım b. Muhammed (ö. 107/725) el-Kâsım b. Muhammed b. Ebî Bekri’s-Sıddîk el-Kuraşî. Halası Âi-şe (r.a.)’dan ve İbnu Abbâs, Muâ-viye, Fâtıma b. Kays, İbnu Ömer den ilim tahsil etmiştir. Ondan da oğlu Abdurrrahmân, ez-Zührî, Rabîatu’r-Re’y, Eyyûb es-Sihtiyânî ve diğerleri ilim almışlardır. Babası öldürülünce halasının yanında büyümüş ve ilim tahsil etmiştir. Ömer b. Abdilazîz hakkında; “elimde olsaydı yerime onu bırakırdım” demiştir. 107 h. yılında vefât etmiştir.[84] 8- el-Hasen el-Basrî (ö. 110/728) el-Hasen b. Ebi’l Hasen, Ebû Saîd el-Basrî. Medine’de büyümüş, Kur’an’ı ezberlemiştir. Osmân, İmran b. Husayn, el-Muğîra b. Şu’be, Abdurrahmân b. Semura, Semura b. Cundub, İbn-u Abbâs, İbnu Ömer, Ebû Bekrâ, Amr b. Tağleb, Câbir ve diğerlerinden ilim almış ondan da Katâde, Eyyûb es-Sihtiyâni ve diğerleri ilim tahsil etmişlerdir. Tefsirciliğiyle ön plana çıkmıştır. “Kitâbu’l Aded fi’l Kur’an”, “Nüzû-lu’l Kur’an”, “Tefsîru’l Kur’an”, “Risâletu’n Ketebehâ ilâ Ömer b. Abdilazîz”, “Risâletun fi’l Kader”, “Şurûtu’l İmâme” eserlerinden bazılarıdır.[85] 9- Mekhûl (ö. 112/730) Mekhûl b. Ebî Müslim, Şehrâb ed-Dımeşkî. Tabiûndandı. Âişe, Ebû Hureyre, Ubey b. Ka’b, Ebû Umâme el-Bâhilî, Vâsile b. el-Eska’, Enes b. Mâlik, Mahmud b. er,Rabî, Abdurrahmân b. Ğanem ve diğerlerinden ilim tahsil etmiş, ondan da, Eyyûb, el-Evzâi, Said b. Abdilazîz ilim almışlardır. Saîd b. Cubeyr onun ez-Zuhrî’den daha fakih olduğunu söylemiştir. Kader görüşünde olduğu söylendiyse de bu sabit değildir. 112 h.’de vefât etmiştir.[86] 10- Atâ b. Ebî Rabâh (ö. 114/732) Atâ b. Ebî Rabâh, Ebû Muhammed. Osman’ın hilafeti sırasında doğdu, Âişe, Ebû Hureyre, İbn-u Abbâs, Ebû Saîd el-Hudarî, Ummu Seleme başta olmak üzere ikiyüz kadar sahabiden ilim aldı. Ondan da Eyyûb es-Sihtiyânî, Huseyn el-Muallim, İbn-u Cureyc, İbn-u İshâk, Ebû Hanîfe, el-Evzâî, Hemmâm b. Yahyâ ve diğerleri ilim tahsil etmişlerdir. Tefsîr, Hadîs, Fıkıh ve takvada zamanının imamlarındandı. 114 h. yılında Mekke’de vefât etmiştir. “et-Tefsîr” ve “Ğarîbu’l Kur’ân” isimli iki eseri vardır.[87] 11- en-Nâfi’ (ö. 117/735) Ebû Abdillâh el-Adevî, el-Mede-nî. İbn-u Ömer, Âişe, Ebû Hureyre, Ummu Seleme, Ra’fi’ b. Hudeyc, Ebû Lubâbe ve diğerlerinden ilim almıştır. Ondan da Eyyûb es-Sıhtiyâni, Ubeydullâh b. Ömer, İbn-u Avn, İbn-u Cureyc, el-Evzâî, Mâlik, el-Leys ve diğerleri ilim tahsil etmişlerdir. İmam el Buhârî “Mâlik-Nafi’-İbnu Ömer” senedinin “Esah-hul Esânîd” olduğunu söylemiştir. İbnu Ömer’e otuz sene hizmet etmiştir. 117 h. yılında vefât etmiştir.[88] 12- Katâde (ö. 118/736) Katâde b. Deâme b. Katâde es-Sedûsî, Ebû’l Hattâb, ed- Darîr, el-Basrî, Tabiundandır. Abdullâh b. Sercîs, Enes b. Mâlik, Saîd b. el-Museyyib, Muâz b Ebi Tufeyl’den tahsil etmiş, ondan da Mis’har b. Kidâm, Saîd b. Ebî Urûbe, Şu’be, Hammâd b. Seleme, Ebû Hanîfe ve diğerleri ilim almışlardır. Meşhur müfessirlerdendi. Kur’an’ın her bir ayeti hakkında en az bir rivayet bildiğini söylerdi. Ahmet b. Hanbel onu övmüş ve ilmini takdir etmiştir. Kader görüşünde olmasına rağmen pek çok ilim ehli ondan ilim tahsil etmekten geri durmamışlardır. 118 h. yılında ellialtı yaşlarındayken vefât etmiştir. “Kitâbu’n-Nâsihi ve’l Mensûh fi Kitabîllâh”, “Kitâbu’l Menâsik”, “et-Tefsîr”, “Avâşiru’l Kur’an” isimli eserler ona nispet edilmektedir.[89] 13- Hammâd b. Ebî Süleymân (ö. 120/737) Hammâd b. Ebî Süleymân el-Eş’ari, Ebû İsmâîl, el-Kûfî. Tabiun-dandır. Enes b. Mâlik, İbrâhîm en-Nehaî, eş-Şa’bî, Sâid b. Cubeyr, Sâid b. el-Museyyib gibi tabiun büyüklerinden ilim tahsil etmiştir. İlimde en büyük üstadı İbrâhîm en-Nehaî’dir. En meşhur talebesi Ebû Hanîfe’dir. Zamanında Kûfe’nin fakihiydi. Ebû Hanîfe onsekiz sene onun meclislerine devam etmiştir. 120 h. yılında vefat etmiştir.[90] 14- Asım b. Ebi’n-Necûd (ö. 127/744) Asım b. Ebi’n-Necûd, Ebû Amr el, Esedî, el-Kûfî. On mütevatir kıraatten birisinin imamıdır. Tabiun-dandır. Ebû Ramse, Rufââ et-Temîmî, el- Hâris b. Hasân el- Bekrî’den hadis rivayet etmiştir. Kıraatı Ebû Abdirrahmân es-Sülemî, Ebû Meryem Zir b. Hugeyş el-Esedî, Ebû Amr Sa’d b. İlyâs eş- Şeybânî’den almıştır. Bu üçü de İbnu Mes’ud’dan almışlardır. Zır ve es-Sülemî ayrıca Osmân ve Alî’den de kıraat rivayet etmişlerdir. Es-Sülemî diğerlerinden ayrı olarak Ubey b. Ka’b, Zeyd b. Sabit’ten de kıraat öğrenmiştir. Osmân, Ubey, Zeyd ve Alî’de Allah Rasûlü (s.a.s)’ nden almışlardır. Hocası es-Sülemî den sonra Kûfe kıraat şeyhliği ona geçmiştir. Ebû Hanîfe kıraati ondan öğrenmiştir. Âsım’ın kıratının ravile-ri Hafs ve Şu’be’dir. 127 h.’nin sonlarında Kûfe’de vefât etmiştir.[91] 15- el-Kelbî (ö. 144/761) Muhammed b. es-Saib. Tefsir ile, özellikle de İbn-u Abbâs’tan yaptığı nakillerle meşhurdur. Târih, Neseb ve Coğrafya ilimlerinde de bilgisi vardı. Şiâ’ya meyilli olduğu söylenmiştir. Kûfe’de 144 h.’de vefât etmiştir. “Kitâbu Taksîmi’l Kur’an” ve “et-Tefsîr” isimli iki eseri vardır.[92] 16- el-A’meş (ö. 148/765) Süleymân b. Mehrân el-Esedî, Ebû Muhammed, el-Kûfî. Enes b. Mâlik’i görmüş ve ondan ilim rivayet etmiştir. Yine İbn-u Ebî Evfâ, İbrâhîm en-Nehaî, Ebû Vâil, Ebû Amr eş-Şeybanî ve diğerlerinden ilim tahsil etmiştir. Şu’be, Süfyân b. Uyeyne, Süfyân es-Sevrî, Veki’, Ebû Nuaym ve Ebû Hanîfe ondan ilim rivayet etmişlerdir. Bin üçyüz kadar hadis bildiği naklolunur. Tefsîr, Ferâiz ve Kırâatlerde de bilgisi vardı. 148 h.’de vefât etmiştir.[93] Ebû Hanîfe bu sayılan hocalardan başka dönemin meşhur bid’atçılarıyla da bir araya gelmiş ve görüşlerini kendi ağızlarından dinleyip öğrenmiştir: Bunların en meşhurları Şeytânu’t-Tâk, Amr b. Ubeyd, Cehm b. Safvân ve Câbir el-Cu’fî’dir. 17- Şeytân’ut-Tâk (ö. 160/777) Muhammed b. Nu’mân el-Ahval, Ebû Ca’fer. Zamanının önde gelen şiîlerindendir. Ca’fer es-Sâdık’ın ashabındandı. Zeyd b. Alî ile Ca’fer es- Sâdık’ın imameti üzerine münazara etmiştir. Kelâm ilminde mahirliği ve hazır cevaplığıyla tanınmıştır. İmam Ebû Hanîfe ile pek çok münazara ve menkıbeleri vardır.[94] 18- Amr b. Ubeyd (ö. 144/761) Amr b. Ubeyb b. Bâb, Ebû Osmân. 80 h. yılında Belh’de doğmuştur. Önceleri el-Hasen el-Basrî’nin meclisine devam etmiştir. Hadisçilerden iken Vâsıl b. Atâ ile birlikte el-Hasen’in meclisinden ve hadisçilerden ayrılmıştır. Müttaki bir zat olduğu naklolunur. Ebû Hanîfe nin Basra seyehatları sısırasında onunla münazaralarda bulunduğu sabittir. Ebû Hanîfe onun görüşlerini direkt olarak kendisinden öğrenmiş ve onu ilzam etmiştir.[95] 144 h.’de vefât etmiştir.[96] 19- Cehm b. Safvân (ö. 127/744) Cehm b. Safvân, Ebû Muhriz. Ca’d b. Dirhem (ö. 124/741)’in[97] öğrencilerindendir. İman, sıfâtul-lâh, cennet, cehennem ile ilgili görüşleri sebebiyle Irak uleması tarafından sorgulanmış ve küfrüne hükmedilip öldürülmüştür.[98] Ebû Hanîfe’nin onunla “İmanın hakikati” üzerine olan nünazarası ve onu ilzamı meş-hurdur. İmam’ın onun hakkındaki sözlerinden Cehm’in sıfâtullâh’ı inkar ettiği anlaşılmaktadır.[99] 20- Câbir el-Cu’fi (ö. 127/744) Câbir b. Yezîd b. el,Hâris el-Cu’fi, Ebû Abdillâh el-Kufî Râfizilerdendir. Hakkında ihtilaf edilmiştir. İmam Ebû Hanîfe onunla bir araya gelir ama ashabını onunla sohbet etmekten men ederdi. Onun hakkında “Câbir gibi yalancısını görmedim” dediği naklolunmuştur.[100]
---------------------------------------------EBÛ HANİFE’NİN TALEBELERİ[101] ---------------------------------------------
1- Zufer b. el-Huzeyl (ö. 158/773) Zufer b. el-Huzeyl b. Kays el-Anberî, Ebû’l Huzeyl. 110 h.’de doğdu. Aslen İsfehanlıdır. Önceleri hadisçi iken Ebû Hanîfe ile tanışıp onun halkasına katılmış[102] ve ölünceye kadar ona mülazemet etmiştir. Ebû Hanîfe’den sonra yerine o oturmuş, sonrasında Ebû Yûsuf ve en son olarak da Muhammed b. el-Hasen geçmiştir. “el-Makâlat” isimli bir eser telif etmiştir. 158 h.’de Basra’da vefât etmiştir. Ebû Hanîfe’nin mezhebini Basra’da yayan odur.[103] 2- Ebû Yûsuf (ö. 182/797) Ya’kûb b. İbrâhîm b. Hasbîb el-Kûfî 113 h. yılında Kûfe’de doğdu. Önceleri Hişâm b. Urve, Ebû İshâk eş-Şeybânî, Süleymân et-Teymî, Muhammed b. İshâk ve Muhammed b. Abdirrahman b. Ebî Leylâ nın derslerine devam ettiyse de sonrasında Ebû Hanîfe’nin meclisinde karar kıldı. İlk “Kâdi’l Kudât” lakabıyla anılan o olmuştur. “Kitabu’l Harâc”, “Edebû’l Kâdî”, “Kitâbu’l Letâif”, “el-Emâlî”, “Kitâbu’l Âsâr”, “Kitâbu’r Reddi Alâ Siyeri’l Evzâî”, “İhitilâfu Ebî Hanîfe ve İbn-i Ebî Leylâs” isimli eserleri vardır.[104] 3- Muhammed b. el-Hasen (ö. 189/804) Muhammed b. el-Hasen b. Ferkad eş-Şeybânî. Vasıt’ta 132 h.’de doğmuş Kûfe’de büyümüştür. Küçük yaşlarda Ebû Hanîfe’nin meclisine katılmış, onun yanısıra Sufyân es-Sevrî, Ebû Yûsuf, el- Evzâi, İmam Mâlik gibi önde gelen diğer ulemadan da dersleri almıştır. 189 h.’da Re’y şehri yakınlarında vefât etmiştir. “el-Mebsût”, “ez-Ziyâdât”, “Ziyâ-datu’z Ziyâdât”, “el- Câmiu’l Kebîr”, “el-Cmius’s-Sağîr”, “es-Siyeru’l Ke-bîr”, “Akîde”, “Kitâbu’l Kesb”, “Kitâ-bu’l Hucce Alâ Ehli’l Medîne” en önemli eserleridir. Hanefî fıkhı temelden onun “Zahiru’r Rivaye” adı verilen eserlerine dayanır.[105] 4-el-Hasen b. Ziyâd el-Lu’luî (ö. 204/819) el-Hasen b. Ziyâd el-Lu’luî, Ebû Ali. Kûfe’lidir 116 h.’da doğmuştur. Zamanında Ebû Hanîfe’nin ashabının büyüklerinden olmuştur. Dâvud b. Nusayr, Hammâd b. Ebî Hanîfe, Züfer b. el-Hüzeyl, Ebû Yûsuf, Saîd b. Ubeyd et-Tâî, Abdulmelik b. Cureyc, Veki’, el-Hasen b. Umâra, İsâ b. Ömer el-Hemedânî’den ilim tahsil etmiştir. 204 h.’de vefât etmiştir.[106] “Kitâbu’l Mücerred li Ebî Hanîfe”, “el-Müsned”, “Edebû’l Kâdî”, “Kitâ-bu’l Hisâl”, “Kitâbu Meâni’l Eymân”, “Kitâbu’n-Nefakât”, “Kitâbu’l Harâc”, “Kitâbu’l Ferâiz”, “Kitâbu’l Vasâyâ”, “Kitâbu’l Makâlât”, “Kitâbu’t Töh-me”, “Kitâbu’l İcâra” eserlerinden bazılarıdır.[107] 5- el-Fudayl b. İyâd (ö. 187/802) el-Fudayl b. İyâd b. Mes’ud, h.105’te Semerkant’ta doğmuş, bir ara haydutluk yapmış, sonra tevbe edip kendisini zühd ve takvaya vermiştir. Ebû Hanîfe’den fıkıh tahsil etmiştir. Vefâtı Mekke’dedir.[108] 6- Abdullâh b. el-Mubârek (ö. 181/796) Abdullâh b. el-Mubârek b. Vâdıh el-Hanzalî et-Temîmî, Ebû Abdir-rahmân. 108 h.’de doğmuştur. Hadis, Fıkıh ve Zühd’de zamanının en önde gelen ulemasındandı. Ebû Hanîfe’nin meclisine devam etmiş ondan fıkıh ve hadis öğrenip rivayet etmiştir. Ebû Hanîfe’yi methettiği şiiri meşhurdur.[109] “Kitâbu’z Zühd ve’r Rakâik”, “Kitâbu’l Cihâd”, “el-Musned”,” Kitâ-bu’l Birri ve’s Sıla” eserlerinden bazılarıdır.[110] 7- Ebû Mukâtil es-Semerkandî (ö. 208/823) Ebû Mukâtil Hafs b. Selem es- Semerkandî. Semerkand Hanefîlerinin imamıdır. Ebû Hanîfe’den ilim aldığı gibi onun hocalarından Eyyûb es-Sihtiyanî, Hişâm b. Hubbân’a da yetişip meclislerinde bulunmuştur. Bunalrın yanı sıra Amr b. Ubeyd, Sâid b. Ebî Hurûbe, Misâr b. Kidâm gibi meşhurlarla da sohbeti sabittir. Hadis ve fıkıhta mahir olduğu naklolunmaktadır. Cehmîlik, İrcâ ve Re’y ile itham edilmişse de bunlardan beridir. “el-Âlim ve’l Müteallim” risalesinin râvisidir.[111] 8-Hammâd b. Ebî Hanîfe (ö. 170/785) İmam Ebû Hanîfe’nin oğludur. Babasından fıkıh tahsil etmiş ve daha o hayattayken fetva vermiştir. Kelâm ve hadiste mahir, zühdü ve takvâsıyla meşhurdur. Ehl-i Hadis tarafından sika olarak kabul edilmiştir. “el-Fıkhu’l Ekber”in ravisidir. Ayrıca Ebû Hanîfe’nin istidlal ettiği hadisleri topladığı bir Müsnedin de ravisidir.[112] 9- Ebû Mutî el-Belhî (ö. 199/814) Ebû Mutî el-Hakem b. Abdillah b. Seleme b. Abdirrahmân el-Belhî. Fıkıh, zühd ve takvasıyla meşhur olmuştur. Hişâm b. Hassân, Bekr b. Huneys, İbrâhîm b. Tahmân, Mâlik b. Enes, Süfyân es-Sevrî ve İmam Ebû Hanîfe gibi büyüklerden ilim öğrenip rivayet etmiştir. Ebû Yûsuf, Abdullah b. el-Mübârek gibi meşhurlar onu övmüşlerdir. Bir ara kadılık da yapmıştır. “el-Fıkhu’l Ebsat”ın ravisidir.[113]
--------------3. MAKALE İMAM EBÛ HANİFE’NİN İLMÎ ŞAHSİYETİ: KELÂMCILIĞI VE DİĞER İLİMLERDEKİ MEVKİİ ---------------------------
1- Kelâmcılığı Kelâmi karakter arz eden bir dönemde (80-150/699-747) yaşayan Ebû Hanîfe ilmi hayatının ilk yıllarında kelâmla uğraşmış, kelâmi meselelerde araştırmalarda bulunup tartışmalara katılmıştır. Oluşumlarını henüz tamamlayan kelâmi guruplarla olan münazaraları onu, çağının bütün fikir akımlarıyla yüz yüze getirmiş, onları tanıma imkanı vermiştir. Ebû Hanîfe dönemin fikrî hareketlerinin merkezi Basra’ya sırf bu ortamda bulunup tartışmalara katılmak için yirmi küsür defa gitmiştir. O dönem kelâmı; kitaplardan öğrenilmekten ziyade temsilcileriyle konuşulup tartışılarak öğrenildiğinden, Ebû Hanîfe’nin Kelâmı hangi hocalardan öğrendiği gibi bir soru cevapsız kalmaktadır. Gerek eserlerindeki görüş ve istidlallerinden, gerekse münazaralarındaki uslubundan kelâmi meselelerde tavır beklenirken Kur’ân ve Sünnet ile birlikte sahabenin ve tabiun büyüklerini tavırlarından da istifade ettiği gözlemlenmektedir.[114] Bunlara göre; Ebû Hanîfe’nin kelâm bilgisinin; birinci derecede, tartışıldığı şahıs ve grupların kendilerini ve görüşlerini anlatımlarına; ikinci derecede de; bu görüş ve yorumların Kur’an Sünnet ve zaman zaman da Sahabe ve Tabiûn ulemasının tavırlarına vurulmasına dayandığını söylememiz mümkündür. İmam’ın kelâmcılığındaki belirgin yön de; Ehl-i Sünnet’in yeni çıkan kelâmi meselelerdeki tavrını ilk defa olarak itikadi meselelerle birlikte kitaplaştırmasıdır.[115] Sonraları el-Mu-hâsibî (öl. 243/857) ve İbn-u Kullâb (öl. 2554/868) bu çığırı devam ettirip geliştirmişlerdir. İman-amel ilişkisi,[116] kaza-kader,[117] Kur’an’ın Allah kelâmı oluşu[118] lafız ve mana ayrımı,[119] isti-taatın fiille birlikte kula verilişi,[120] kulların fiillerindeki sorumluluk boyutlarının fiile azmetmelerinde olup, yaratma açısından olmaması;[121] büyük günah sahiplerinin imanlarının hükmü,[122] Ehli Kıble’nin tekfir edilmemeleri[123] vs. meseleler onun Ehl-i Sünneti temsilen görüş belirtip taraf olduğu meselelerden bazılarıdır. Ebû Hanîfe de en az Mu’tezile kadar akılcıdır. Mu’tezile’nin gündemini oluşturan bütün meselelerde onlarla tartışması, onların aklî faaliyetleri sonucunda vardıkları neticeleri akıl ve nakil açısından kritik edip yanlışlıklarını ortaya koyabilmesi bunu gösterse gerektir.[124] O akılcılığını Allah’a imanın aklen vacip olması görüşünde de açıkça görüldüğü gibi; imana binaen, şer’î usullerle sınırlandırmış, dine ve esaslarına tavır koyma, gerektiğinde şer’î nasları yok sayma veya tahrif etme yerine, aklını, İslam inançlarının yeni çıkan meselelere tatbikinde kullanmıştır. İmam Ebû Hanîfe’ye göre Kelâm, ilimlerin en şereflisi olup, fıkhın en yücesi; Fıkh-ı Ekber’dir.[125] Fıkıh ise; kişinin doğruları ve yanlışları bilmesidir.[126] Doğru olan; hem doğrunun hem yanlışın bilinmesidir.[127] Buna binaen de itikadiyattaki fıkhın, ameliyattaki fıkıhtan daha öncelikli olarak öğrenilmesi gerekir.[128] İtikadi bilgilerin savunması yapılabilecek derecede delillendirilmesinin de öğrenilmesi gerekir.[129] Ama bu delilendirme Kur’an ve Sünnetin bildirdiği itikadi esaslar çerçevesinde olmalı, Cedel ve Felsefeyle uğraşıp onlara kapılanların yaptıkları gibi meşru sınırın aşılması şeklinde olmamalıdır.[130] İtikadi tartışmalara girmek; hakkın ortaya konması, ümmetin birliğinin sağlanması ve bid’atların imha edilmesi için olabilir. Ama bu ve benzeri gayelerin dışında; hasmın ayağının kaydırılması, şöhret, cedel kabiliyetinin gösterilmesi, dinin tartışmasız olan doğrularının tartışılır hale getirilmesi vb. gayeler için yapılması asla caiz değildir.[131] İmam Ebû Hanîfe görüşleriyle “Mu’tezilî Kelâm” anlayış ve uygulamasından farklı bir kelâm anlayışı ortaya koymuştur. Cedeli, Kur’an ve sünnet çizgisine çekmiş, salt aklî çerçevede gelişen ve Mu’tezile’yi cemaatten ayıran, bid’atlara inanır hale getiren kelâm anlayışına kapılmayıp karşı çıkmıştır. Bu karşı çıkış sonraları farklı şekillerde yorumlanmıştır. Kimileri onun kelâma karşı çıkıp öğrenilmesini yasakladığını söylerken, diğer bir grupta onun kelâma cevaz verdiğini hatta öğrenilmesini dini zaruriyattan kabul ettiğini söylemişlerdir.[132] Bizce Ebû Hanîfe Kur’an ve Sünnet çizgisinde geliştirdiği Cedel-kelâm anlayışı doğrultusunda görüş belirtmiş, tavır koymuştur. Söz konusu ihtilaf onun bu anlayışının göz önünde bulundurulmamasından kaynaklanmaktadır. Onun kelâm hakkındaki görüşünün farklı algılanmasına sebebiyet veren bir diğer âmil de; onun ya da talebelerinin kelâmla ilgili sözlerinin rastgele ve söyleniş sebepleri dikkate alınmadan genel değerlendirmelerle ele alınıp neticeye varılmasıdır. Netice itibarıyla Ebû Hanîfe itikatla ilgili esasların öğrenilmesini “Fıkh-ı Ekber” olarak görmekte. Ehl-i Bid’atın mezheplerinin tenkid edilip yanlışlarının ortaya konulmasını da, ulemanın en temel sorumluluklarından birisi olarak kabul etmektedir. Onun karşı çıktığı; bid’atların, batıl görüşlerin, İslam dışı inanç ve düşüncelerin İslamiymiş gibi ele alınıp işlenilmesi, gündem maddesi yapılmasıdır. İslamî inançların delilleriyle öğretilmesi ve bid’atların tenkidi her zaman; İslam dışı fikir ve inançların ele alınıp incelenmesi ve reddi, gerekli oldukça yapılmalıdır. Ebû Hanîfe’nin kelâmı terk edişi de üzerinde durulması gereken bir konudur. Bazıları onun kelâmı bid’at olduğu için terk ettiğini söylüyorsa da bu tespitin gerçeği tam olarak yansıtmadığı ortadadır. Zira Ebû Hanîfe meşru kelâmı tenkid etmemiştir. Tenkid ettiği; kelâmcıların gayri İslamî tavır ve görüşleridir.[133] Kelâmı terk edişi bir başka ilme intisap için de değildir. Bu ilimde mahirleştiği ve öğrenilmesi gereken her meselesini öğrendiği içindir... Fıkıh ilmine intisabı ise kelâmı bırakıp çarşıya döndüğü günlerde gördüğü bir rüya üzerine tekrar ilim tahsiline karar verip ilimleri faydaları açısından bir değerlendirmeye tabi tutmasından sonra olmuştur.[134] Her ne kadar bu değerlendirme neticesinde Fıkıh ilmini seçmişse de bu tercihi mahir bir kelâmcı olarak yaptığı unutulmamalıdır. Yaklaşık olarak 102/720’de 22 yaşlarında Hammâd’ın meclisine intisap ettiğine göre; oğlu Hammâd bu intikal sırasında ya daha doğmamıştır, ya da henüz çocuktur. Hammâd büyüyüp ilim tahsil edecek yaşa geldiği yıllarda ise Ebû Hanîfe artık fetva veren ünlü bir fakihtir. Oğluna ilk tavsiye ettiği ilim, Kelâm olduğuna ve kelâmda mahirleştiğini görünce ona kelâmı bırakıp Fıkha yönelmesini emrettiğine göre;[135] Kelâmı, ne kendisi bid’at olduğu için bırakmıştır, ne de bu sebeple oğlunu kelâmdan men etmiştir. Bu intikalin bir ilmin öğrenilmesinden sonra bir diğer ilme geçmekten öteye bir manası yoktur. 2- Diğer İlimlerdeki Mevkii İmam’ın ilgi alanı kelâmla sınırlı değildir. Gençlik yıllarında Kur’an’ı ezberlemiş[136], kıraatlerde görüş belirtecek maharet ve bilgi kesbetmiştir. Onun: “Âsım’ın (ö. 127/744) kıraati doğru bir kıraattir. Hamza’nınkinde (ö. 156/772) ise Tak’îr vardır” dediği naklolunur.[137] Fakih olmak en azından ahkam ayetlerini çok iyi bilmeyi gerektirir. Buna göre Ebû Hanîfe’nin tefsir bilmesi inkar edilemez bir gerçektir. Onun Atâ b. Ebî Rabah (ö. 114/732), Katâde (ö. 118/736) ve el-Kelbî (ö. 144/761) ile tefsir üzerine görüş alışverişinde bulunduğu bilinmektedir.[138] Ebû Hanîfe zannedildiğinin aksine Hadiste de geniş bir kültüre sahiptir. Talebeleri onun: “Ben Kûfe nin hadislerinin hepsine vâkıfım”[139] dediğini naklederler. Muhammed b. Şucâ (ö. 256/869) ve Muhammed b. Simea (ö. 233/847) onun rivayet ettiği kırk bin hadisin arasından seçtiğini; el-Hasen b. Ziyâd (ö. 204/819) da dört bin hadis rivayet ettiğini, bunların iki bininin Hammâd b. Ebî Süleymân, kalanların ile diğer üstadları yoluyla olduklarını ifade etmişlerdir.[140] Cerh ve Ta’dîl ulemasının öncülerinden olduğu, bu ilmin meşhurları arasında kabul gören bir gerçektir.[141] Ferâiz ilminde de mahirdir.[142] “Dede ve Kardeşler” meselesindeki görüşü bütün fıkhî mezheplerce kabul görmüştür.[143] Fıkıhtaki birikim ve mevkisi ise herkesçe itiraf edilmiştir.[144] Konumuz Ebû Hanîfe’nin itikadi görüşleri olduğundan onun diğer ilimlerdeki mevkiine özet bir şekilde değindik.
--------------------------------------------- 4. MAKALE İMAM EBÛ HANİFE’NİN ESERLERİ -------------------------------------------- Günümüz ilim çevrelerinde İmam Ebû Hanîfe’nin itikadi eserleri üzerinde yapay bir tartışma oluşturulduğu gözlemlenmektedir. Bu eserlerin Ebû Hanîfe’ye nispetlerinin hatalı olduğunu öne sürenler bu görüşlerini başlıca şu delillere dayandrımışlardır. -Menâkıb Müellfleri bu eserlerin Ebû Hanife’ye nispetinde ittifak etmemişlerdir.[145] -Hiç kimse bu eserlerin Ebû Hanîfe’ye ait olduğunu –yüzde yüz- iddia etmemiştir.[146] -Mürcie, Ebû Hanîfe’den sonra kelâmî bir ekol haline gelmiştir. Hicri ikinci asırada Ebû Hanîfe’nin Mürcie’ye red yazmasının mümkün olmadığı açıktır.[147] -Bu kitaplarda sonraki dönemlerde ortaya çıkmış bir takım kavramlar kullanılmaktadır. …Söz konusu kitaplardaki Hilafet tertibindeki görüşüyle, menakıb kitaplarında nakledilen görüş çelişmektedir.[148] -Bu kitapların muhtevalarının bir kısmının Ebû Hanîfe’ye aidiyeti kabul edilse bile bir kısmının sonradan ilâve edildiği açıktır.[149] Menakıb müellifleri bu eserlerin Ebû Hanîfe’ye ait olduğuna hemfikirdirler. Ebû Zehrâ, Menakıb müelliflerini bu kitapların nispetlerinde ittifak etmediklerini iddia etmekle birlikte, el-Kerderî’den başka kaynak göstermemiştir. El-Kerderî ise bu kitapların Ebû Hanîfe’nin eserleri olduğunu haber vermektedir.[150] Dolayısıyla Menâkıb müelliflerine dayanarak bu kitapların nispetlerinde şüphe yersizdir ve mesnetsizdir. El-Kerderî’nin söz konusu ettiği şüphe kendisinin de belirttiği gibi Mu’tezile’nin şüphelerindendir.[151] Ebû Hanîfe’nin Mu’tezilî olamayacağı kendis tarafından da itiraf edildiğne göre bu şüpheye dayanılarak kitapların nispetinde tereddüt boş bir iddia olmaktan öteye geçmez. Ayrıca iddianın kabulü halinde Ebû Hanîfe’nin de Mu’tezile’den olduğunu kabul gerekir ki bunun tutarsızlığı ortadadır. Hiç kimsenin bu eserlerin yüzde yüz Ebû Hanîfe’ye nispetini iddia etmediği görüşü de hatalı bir değerlendirmeye dayanmaktadır. Başta Menâkıb Müellifleri olmak üzere Sünnî-Hanefî ulemasının söz ve tavırları bu iddiayı yalanlarlar. El-Beyâdi, İşârâtu’l Merâm’da bu eserlerin Ebû Hanîfe’ye ait olduğunu ispat eden Ulema ve eserlerini zikretmiştir.[152] Ayrıca Ebû Hanîfe’nin eserleri bölümünde vereceğimiz bilgilere müracaat edilmelidir. Mürcie’nin Ebû Hanîfe’den sonra kelâmi bir ekol haline gelmesi ve buna bağlı olarak öne sürülen iddialar da temelden hatalıdır. Mürcie ve İrcâ daha sahabe asrında ortaya çıkmışlardır. Târih, Fırak ve Kelâm kitapları bunu ispat etmektedir. Daha hicri birinci yüzyılda ircâ fikri ve Mürcie’ye Ehl-i Sünnet, Mu’tezili ve Ehl-i Beyt uleması reddiyeler yazmışlardır. Zeyd b. Ali’nin Mürcie’den teberri ettiği meşhurdur.[153] Sonraki dönemlerde ortaya çıkan bir takım kavramların varlığı iddiası da yanlıştır. “Kerâmet”, “İstidrâc” ve “Âyât” kelimeleri bir istilahtan ziyade luğavi olarak kullanılmışlardır. Kaldıki söz konusu üç mana da İslâmla birlikte müslümanların gündemlerine giren manalardır. Ebû Hanîfe peygamberlere verilen harikulade olayları “Âyetler”, “Deliller” olarak nitelemekte, salih mü’minlere Allah’ın lütfu ve kerameti olarak bazı sıradışı hallerin verilmesinin caiz olduğundan bahsetmekte, müslüman olmayanlarda da benzer hallerin “istidrâcen” görülebileceğini ifade etmektedir. Bu kavramların o dönem şartları göz önünde bulundurulduğunda tasavvufla özdeşleştirilmesi de isabetli bir değerlendirme değildir. Sonraki dönemlerde tasavvuf kitaplarında bu manaların kavramlaştırılması asr-ı saadet ve sonrasında bu manaların bilinmemesi ya da var olmamasını da gerektirmez. Menâkıb kitaplarında Osmân ile Alî arasındaki fazilet tertibinde bir farklılık olmadığı, ama bu kitaplardaki tertiple el-Fıkhu’l Ekber metnindeki tertip arasında fark bulunduğu; bunun ise el-Fıkhu’l Ekber’in Ebû Hanife’ye ait olmadığına delil olduğu öne sürülmüştür.[154] Menakıb kitaplarındaki hilafet ve fazilet tertibinde ihtilaf olmadığı iddiası hatalıdır. Dolayısıyla bu varsayımın üzerine bina edilen el-Fıkhu’l Ekber’in tahrif edildiği iddiası da hatalı ve yanlıştır.[155] Ebû Zehrâ’nın müracaat ettiği bir iki kaynağa binaen böyle genel ve önemli neticelere varması da bir diğer yanlıştır. El-Fıkhu’l Ekber’deki tertiple, Menakıp kitaplarında râcih olduğu ifade edilen aynıdır.[156] Bu kitaplara sonradan bazı ilavelerin yapıldığı da söylenmiş, delil olarak da el-Beyâdî’nin kıyamet alametleri ile ilgili bölüme yer vermemesi ve bazı yazma nüshalarda bu bölümün var olmaması gösterilmiştir.[157] El-Beyâdî kıyamet alametleriyle ilgili bölümü kitabının “Hatime” bölümünde vermek üzere eserini tertip etmiş, ama ancak ilahiyat bahislerini erişebildiğinden “İşârâtu’l Meram”ın matbû nüshasından kıyamet alametleri yer almamıştır. El-Beyâdî, İşârâtu’l Merâm’ın değişik yerlerinde bu hususa işaret etmiştir.[158] Bazı yazma nüshalarda bu bölümün var olmaması da bir şeyi değiştirmez. Bizim incelediğimiz on küsür el-Fıkhu’l Ekber nüshasında kıyamet alametleri bölümü mevcuttur.[159] Ayrıca ilgili bölümün yokluğunun sonradan ilaveye delaleti, bu bölümün o nüshadan düşüşüne veya nâsih hatasına delaletinden daha kuvvetli değildir... el-Fıku’l Ekber’i bütün şerhlerinde ilgili bölümün varlığı da sözkonusu iddianın asılsızlığını gösteren bir diğer delildir. Netice itibarıyla böyle zayıf şüphelere binaen bu eserlerin Ebû Hanîfe’ye nispetinde şüphe etmek yersiz ve yanlıştır. 1 AKÂİD İLMİNDEKİ ESERLERİ 1- el-Fıkhu’l Ekber[160] Bu eseri Hammâd b. Ebî Hanîfe (ö.170/785) rivayet etmiştir.[161] Yaklaşık yüz faklı meselede Ehl-i Sünnet’in görüşlerini hâvidir. Nüshaları: Şehid Ali Paşa 1670, 867 h. –Hacı Mahmud Efendi 1399, 870 h. –Reisul Kuttâb, 1198, 985 h. Baskı ve Tercemeleri: Kâhire’de müteaddid defalar, Haydarâbâd’da 1342 h.’de, İstanbul’da 1331 h.’de basılmıştır. 1981 yılında Mustafa Öz tarafından, 1984 yılında Ali Nar ve 1992’de Ahmed Karadut tarafından İstanbul’da aslı ve tercemesi neşredilmiştir. 1954’de Hasan Basrî Çantay tarafından Ankara’da, 1952’de Seniyuddin Başak tarafından İstanbul’da, 1952’de Sabit Ünal tarafından Ankara’da Türkçe tercemeleri neşredilmiştir. Bilindiği kadarıyla matbu en eski Türkçe tercemesi Müstakimzade Sa’dettin Efendi tarafından yapılmış ve İstanbul’da basılmıştır. Şerhleri: Alî b. Muhammed el-Bezdevî (ö. 482/1089), Ekmeluddin el-Bâbertî (ö.786/1384), İlyâs b. İbrâ-hîm es-Sînobî (ö.891/486), ahmed b. Muhammed el-Mağnisâvî (ö.1000/ 1591), Muhyiddin Muhammed b. el-Bayramî (ö.956/1549) ve Alî el-Kârî (ö.1014/1702)’nin el-Fıkhu’l Ekber üzerine şerhleri meşhurdur. 2- El- Vasiyye:[162] Ebû Yusuf tarafından rivayet edilmiştir.[163] Ebû Hanîfe bu risalede on iki maddede Ehl-i Sünnet inancını özetlemiş ve ashabına bu inançlara bağlı kalmalarını vasiyet etmiştir. Nüshaları: Pertev Paşa, 650/3, 753h.; Ayasofya, 2330, 851h.; Kasidecizâde, 724, 1062h. Baskı ve Tercemeleri: Kâhire’de 1936’da tahkiksiz olarak, 1983’de Abdulfettah el-Hılv tarafından tahkik edilerek ve 1368 h.’de el-Kevserî tarafından neşredilmiştir. 1331 h.’de İstanbul’da beş eser bir arada basılmıştır. 1981’de Mustafa Öz tarafından arapça aslıyla brilikte, 1983’te Yunus Vehbî Yavuz tarafından yalnız Türkçesi basılmıştır. Şerhleri: Molla Hüseyin b. İskender er-Rûmî (ö. 1804/1673), Ekmeluddîn el-Bâbertî (ö. 186/1384), Abdullâh b. Ebî Saîd el-Hâdimî (ö. 1176/1762) tarafından şerhedilmiştir. Her üç şerh de tahkiksiz olarak matbûdur. 3- el-Âlim ve’l Müteallim[164] Ebû Mukâtil, Hafs b. Selem es-Semerkandî (ö. 208/823) tarafından rivayet edilmiştir.[165] Kelâm öğrenmek, İman, Kebira ve ilgili meselelerin akli ve yer yer de nakli izahlarını hâvîdir. Soru cevap stilinde yazılmıştır. Nüshaları: Yeni Cami 1190/6, 1073 h., Antalya Tekelioğlu 858/2 –Selim Ağa 587/13, 9. h. yy. Baskı ve Tercemeleri: 1349 h.’de Haydarâbâd’da, 1368 h.’de Kâhire’de el-Kevserî tarafından, 1331 h:’de İstanbul’da tahkiksiz olarak neşredilmiştir. 1969’da Naim Erdoğan tarafından ve 1981’de Mustafa Öz tarafından Arapça aslıyla birlikte neşredilmiştir. Şerhleri: Muhammed b. el-Hasen b. el-Fûrek (ö. 406/1015) tarafından yapılmış bir şerhi vardır ve henüz basılmamıştır. 4- el-Fıkhu’l Ebsat [166] Râvisi Ebû Muti el-Hakem b. Abdillâh el-Belhî’dir (ö.199/814).[167] “el-Fıku’l Ekber” ve “Kitâbu’r Reddi Ale’l Kaderiyye” diye de anıldığı vâkîdir.[168] Hammâd b. Ebî Hanîfe (ö. 170/785)’nin rivayet ettiği el-Fıkhu’l Ekber’den ayırmak için bu isimle adlandırmıştır.[169] İnançla alakalı meseleleri öğrenmenin önemi, istitâat, kader, emri bi’l ma’ruf, imân, kebîra, sıfâtullâh ile ilgili meseleleri kelâmi bir uslupla ele alır. Eser Ebû Mutî el-Belhi’nin derlemiş olduğu sorulara verdiği cevaplardan oluşmaktadır.[170] Nüshaları: Yeni Câmi 1190, 560 h.; Fâtih 313/1, 687 h.; Karaçele-bizâde 357/2, 701 h. Baskı ve Tercemeleri: 1307 h. ve 1334 h.’de tahkiksiz olarak ve 1368 h.’de el-Kevserî’nin tahkikiyle Kâhire’de, 1342 h.’de Haydarabâd da, 1331 h.’de İstanbul’da basılmıştır. 1981 yılında Mustafa Öz tarafından tercemesiyle basılmıştır. Şerhleri: Ebû’l Leys es- Semer-kandî (ö. 373/983),[171] Atâ b. Ali b. Muhammed el-Cüzcâni (ö. 687/1288) tarafından şerh edilmiştir. 5- Risâletu Ebî Hanîfe ile’l Betti I. [172] Ebû Yûsuf tarafından rivayet edilmiştir.[173] Ebû Hanîfe’nin Basra fukahasından Osman b. Süleyman b. Curmuz el-Bettî (ö. 143/760)’ye[174] iman ve hakikati, büyük günah işleyenlerin hükümleri üzerine görüşlerini ifade ettiği ve kendisine yöneltilen irca töhmetini reddettiği bir mektuptur. Nüshaları: Hacı Selim Ağa, 587, 761 h.; Yeni Cami, 1190/3 h.; Fatih, 5392/6, 1142 h. Baskı ve Tercemeleri: 1342 h.’de Haydarâbâd’da, 1331 h.’de İstanbul’da, 1334 h.’de tahkiksiz, 1368 h.’de el-Kevserî, 1988’de Abdurrahmân Hasen b. Mahmûd tahkikleriyle Kâhire’de basılmıştır. 1981’de Mustafa Öz tarafından tercemesiyle birlikte İstanbul’da basılmıştır. 6- Risâletu Ebî Hanîfe İle’l Betti II. [175] Ebû Hanîfe’nin el-Betti’yle mektuplaştığı sabittir. Ama elimizdeki kaynaklarda ikinci bir risalenin korunduğuna dair bir bilgiye ulaşmak mümkün olmamıştır. Araştırmalarımız sırasında 700 h. yazım tarihli imân ve din kavramları üzerine olan bir risale daha tesbit ettik. Üslubu da delillendirmeleri de Ebû Hanîfe’nin uslup ve delillendirmelerine uygunluk ve benzerlik arzetmektedir. 2- FIKIH İLMİNDEKİ ESERLERİ Fıkıh ilmini günümüzdeki haliyle “Bâblar” ve “kitaplar” halinde düzenleyen ilk Fakih İmam Ebû Hanîfe’dir. O fıkıh ilmini “Kitâbu’t Tahâre” ile başlayıp “Kitabu’l Ferâiz” ile biten bölümlere ayırmıştır.[176] Onun kitaplarını ilk yazan, talebelerinden Ebû Amr, Esed b. Amr el-Becelî (ö. 188/803) olmuştur.[177] Züfer b. Huzeyl ve Ebû Yûsuf da İmam Ebû Hanîfe’nin eserlerini yazan on büyük talebesindendirler.[178] Ebû Hanîfe’nin talebeleri, onun eserlerini yazarlar ve onları Ebû Hanîfe’ye okuduktan sonra icazet alırlar, sonrasında da memleketlerine dönüp bu kitapların tedrisiyle meşgul olurlardı.[179] Meşhur Muhaddis ve Fakîh Abdullah b. El-Mübârek (ö. 181/796)’te bunlardandır. Ebû Hanîfe’nin eserlerini dolaylı ve direkt olarak Ebû Hanîfe’den dinlemişti.[180] Bu hususta şöyle dediği naklolunur: “Ebû Hanîfe’nin kitaplarını birçok defalar yazdım. Bazen ziyadeler olurdu, onları da yazardım...”[181] Ebû Hanîfe’nin yaşadığı dönemin meşhurlarından Süfyân es-Sevrî’nin, (ö.161/776), İmam Mâlik’in (ö.179/794), el-Evzâî’nin (ö. 157/773), el-A’meş’in (ö. 148/765) onun kitaplarından edindikleri ve faydalandıkları sabittir.[182] Eldeki verilere göre bu kitaplar, Ebû Hanîfe’nin vefatından sonra talebeleri tarafından okutulmaya devam edilmiştir.[183] Ebû Hanîfe’nin mezhebi bu kitaplar sayesinde bir yandan Horasan’a diğer yandan da Mağribe, Tanca’ya kadar ulaşmıştır.[184] İmam eş-Şâfî (ö. 204/819) “Ebû Hanîfe’nin kitaplarına bakmayan ne ilimde derinleşebilir ne de fakih olabilir” demiştir.[185] Onun en meşhur talebelerinden olan İsmail b. Yahyâ el-Müzenî’nin (ö. 264/878) Ebû Hanîfe’nin kitaplarına baktığı ve onlardan zor meselelerin hallinde istifade ettiği İmam et-Tahâvî (ö. 321/933) tarafından naklolunmuştur.[186] Naklettiğimiz bütün bu bilgilerden sonra Ebû Zehrâ gibi İmam’ın fıkıhta bir eserinin olmadığını iddia edenlerin hataları ortaya çıksa gerekir.[187] Ebû Hanîfe’nin fıkıhta eser yazması birşeydir, yazdıklarının günümüze kadar ulaşması başka bir şey... Fıkıhta eserlerinin bize kadar ulaşmamış olmasından onun bu sahade eser yazmamış olmamasına istidlal edilemez. Ebû Hanîfe’nin fıkhî mirasını nakleden büyük talebeleri mutlaka içtihat seviyesine ulaşmışlardır. Onun fıkhını ve eserlerini kendi içtihatlarını da zikrederek kaydedip naklediyorlardı. Zamanın akışı içerisinde yalnızca Ebû Hanîfe’nin görüşlerini havi eserler kaybolmuş olsa gerekir.[188] 7 Kitâbu’r Rehn[189] 8 Kitâbu’l Feraîz[190] 9 Kitâbu’ş-Şurût[191] 10 Kitâbu Menâsiki Hac[192] 11 Kitâbu’r Re’y[193] 12 İhtlilâfu’s-Sahâbe[194] 13 Kitabu’l Cami[195] 14 Kitâbu’s-Siyer[196] 15 el-Kitâbu’l Evsat[197] 3-HADİS İLMİNDEKİ TASNİFLERİ[198] es-Sâlihî, Ukûdu’l Cumân’ında[199] bu müsnedlerin Ebû Hanîfe’ye kadar senetlerini zikretmiştir. El-Kevserî, el-İmtâ[200] ve et-Tahrîru’l Vecîz fî mâ Yebteğîhi’l Müstecîz isimli eserlerinde Hasen b. Ziyad el-Lu’luî’nin rivayeti olan müsnedin ve diğer on yedi müsnedin Ebû Hanîfe’den kendisine kadar ulaşan senetlerini zikretmiştir. [201] 16 el-Asar Muhammed b. el-Hasen eş-Şeybânî’nin rivayeti olan Müsned[202] 17 Hammâd b. Ebû Hanîfe’nin rivayet ettiği Müsned[203] 18 Ebû Yûsuf’un rivayeti olan Müsned[204] 19 Ebû Abdillah el-Huseyn el-Belhî’nin rivayeti olan Müsned[205] 20 Ebû Bekr Ahmed el-Kelâî’nin rivayeti olan Müsned[206] 21 Ebû’l Hasen Ömer el-Eşnâni’nin rivayeti olan Müsned[207] 22 Ebû’l Hasen Muhammed Hubeyş b. Ziyâd el-Lu’luî’den rivayeti olan Müsned[208] 23 Ebû Bekr Muhammed el-Ensârî’nin rivayeti olan Müsned [209] 24 Ebû Ahmed Abdulâsh el-Cürcânî’nin rivayeti olan Müsned[210] 25 Ebû Nuaym Ahmed el-Esbahânî’nin rivayeti olan Müs-ned[211] 26 Ebû Hasen Muhammed’in rivayeti olan Müsned[212] 27 Ebû’l Kâsım Talha eş-Şâhid’in rivayeti olan Müsned[213] 28 Ebû Muhammed el-Hârisî’nin rivayeti olan Müsned[214] 29 “Nushatu Muhammed” isimli Müsned[215] 30 Ebû Alî el-Bekrî’nin rivayeti olan Müsned[216] 31 Ebû Bekr el-Mukrî’nin rivâyeti olan Müsned[217] 32 İbn-u Ebi’l Avam’ın rivayeti olan Müsned[218] 4- VASİYETLERİ 33 Vasiyetu Ebû Hanîfe l’ibnihi Hammâd[219] 34 Vasiyyetu Ebû Hanîfe li Ebî Yûsuf[220] 35 Vasiyyetu Ebû HanÎfe li Yûsuf b. Hâlid es-Semtî (ö. 189/804)[221] 36 Vasiyyetu Ebû Hanîfe li Nûh b. Ebî Meryem (ö. 173/788)[222] Dipnotlar [1]es-Salihî, Ukûdu’l Cum’an s.40, Mektebetu’l İman, Medîne 1974; el-Kuraşî, el-Cevâhiru’l Mudiyye Fî Tabakâti’l Hanefîyye s.49, Mektebetu’l-İmân, Kâhire, 1978; el-Gizzî, et-Tabakâtu’s-Seniyye I. 73,74, Dâru’r-Rufâî,1983. [2] Es-Sâlihî, a.g.e., s.41. [3] Ebû Hanîfe’nin lakapları için bkz. el-Kerdevî, Menâkıbu Ebû Hanîfe II. 253, Dâru’l Kitâbi’l Arabî, Beyrût, tsz.; el-Kuraşi a.g.e., s., s.149;el-Gizzî a.g.e., s.I 73,74. [4] Ez-Zehebî Cüz s.7 (el-Kevserî’nin dipnotu) Lecnetû İhyâi’l Meârifi’in Nu’mâniye, Kâhire, tsz. Krş. Ez-Zehebî a.g.e., s. 7; İbnu’n Nedîm, el-Fihrîst s.284; ez-Zehebî, Tezkîrâtu’l Huffâz I. 168; el-Gizzî, el-Tabakâtu’s Seniyye I. 74; el-Heytemî, el-Hayrâtu’l Hisâm, s.30; Dâru’l-Kutubi’l İslâmiyye, Lübnân 1983; en-Nevevî, Tehzibu’l Esmâ II. 216; el-Kuraşî, el-Cevâhiru Mudiyye I. 51,52,53; es-Sâlihî, Ukudu’l Cum’ân s.36. [5] el-Heytemî, el-Hayrâtu’l Hisâm s.31; es-Sâlihî a.g.e., s.42 onun Nesa’da doğduğu hakkındaki görüş için, es-Sâlihî a.g.e., s.38. [6] es-Saymerî, Ahbârû Ebû Hanîfe s.17, Âlemu’l Kutub, Beyrut, 1985; ez-Zehebî Cüz, s.7; en-Nevevî, Tehzîbu’l Esmâî ve’l Lugât, II. 216, Dâru’l Kutubi’l İlmiyye, Lübnan, tsz.; es-Sâlîhî a.g.e., s.37. [7] es-Sâlîhî a.g.e., s.42 [8] el-Kuraşî a.g.e., s.53 [9] el-Kevserî, Te’nibu’l Hatîb, s.43, Kâhrie, 1990; Sıbtu İbni’l Cevzî, el-İntisâr ve’t Tercîh (dipnot) s.11, Mektebetu Dâri’l Hidâye, Kâhire tsz.; ez-Zehebî, Cüz, s.7 [10] es-Sâlihî a.g.e., s.37 [11] el-Kerderî a.g.e., II. 73; es-Sâlîhî a.g.e., s.39. Kaynaklarda Zeyd b. Esed isimli bir sahabiye ulaşamadık. Bu herhalde Zeyd b. Useyd b. Hârise es-Sakâfî olmalıdır. Bkz. İbnu Hacer el-Askâlâni, el-Isâbe fî Temyîzi’s Sahâbe I. 542, Dâru’l Kutubi’l Arabî, Lübnan, tsz. [12] Uzunpostalcı, Mustafa, DİA, X. 131, “Ebû Hanîfe maddesi” [13] es-Sâlihî a.g.e., s.38 [14] es-Sâlihî a.g.e., s.38 [15] en-Nevevî a.g.e., II. 216 [16] en-Nevevî a.g.e., II. 216 [17] en-Nevevî a.g.e., II. 216, 217 [18] es-Sâlihî a.g.e., s.38; el-Gizzî a.g.e., I. 74; en-Nevevî a.g.e., II. 27. [19] El-Mekkî, a.g.e., s. 1, 10, 100, 168, 170,196,241, Dâru’l Kutubi’l Arabî, Beyrut; ez-Zehebî, Cüz, s.23,25,26,29; el-Gızzî a.g.e., I. 107,108 [20] El-Mekkî a.g.e., I. 136, 137; el-Kerderî, a.g.e., II. 218; es-Sâlihî, a.g.e., s.276 [21] el-Gızzî a.g.e., s. I. 121 [22] el-Kerderî a.g.e., II. 136; el-Mekkî a.g.e., I. 52,53; el-Haccâc’ın terceme-i hali için bkz. İbni Kesîr, el-Bidaye ve’n Nihâye, IX. 131 vd. [23] es-Sâlihî a.g.e., s.160 [24] es-Sâlihî a.g.e., s.52,59; Abdullah b. Ebî Evfâ’nın ölümü Kûfe’de 86 veya 87 h. dedir. bkz. İbnu Hazm, Esmâu’s-Sahabeti’r Ruvât s.64, Dâru’l Kutubi’l İlmiyye, Lübnan 1992. [25] Es-Saymerî a.g.e., s.18; İbnu Abdilber, Câmiu Beyâni’l İlmi ve Fadlih, I. 45, Kâhire, tsz.; Sıbtu İbni’l Cevzî, el-İntisâr ve’t Tercîh, s.10,11; es-Suyûtî, Tebyîdu’s Sahîfe, s.2282,283, Dâru’l İhyâi’l Ulûm, Beyrut, 1988; es-Sâlihî a.g.e., s.49,50,51; el-Kevserî, Te’nibu’l Hatîb, s.321,323. [26] Bu rivayetin değişik senet ve nakilleri için bkz. İbnu Abdilberr, Câmiu Beyâni’l İlmi ve Fadlih, I. 45; es-Sâlihî a.g.e., s.54,63; es-Suyûtî, Tebyûdu’s Sahife, s.281,286; el-Hârizmî, Câmiu’l Mesânid, I.22,26, Dâru’l Kutubi’l İlmiyye, Beyrut, tsz.; Abdullah b. el-Hâris b. Cez’in terceme-i hâli için bkz. İbnu Abdilberr, el-İstîhab fî Esmâil Ashâb, II. 271, Dâru’l Kitabi’l Arabî, Lübnan, tsz.; el-Heytemî a.g.e., s.32,36; Sıbtu İbni’l Cevzî a.g.e., s.10,15; es-Saymerî a.g.e., s.18; el-Mekkî a.g.e., s.28,31; el-Kevserî, Te’nibu’l Hatîb, s. 321,323. [27] El-Hatîb el-Bağdâdî, Târihu Bağdâd, XIII. 327; el-Gızzî a.g.e., I. 104; en-Nevevî a.g.e., II. 217; ez-Zehebî, Cüz. 15,16; es-Saymerî a.g.e., s.63; el-Kerderî a.g.e., s.274. [28] el-Kerderî, a.g.e., II. 137 [29] el-Mekkî, a.g.e., I. 54 [30] el-Mekkî, a.g.e., I.57; el-Kerderî a.g.e., II. 136; el-Kevserî, Mukaddimetu’l İşarâti’l Merâm s.4, el-Halebî, Kahire, 1949 [31] el-Salihî, a.g.e., s.161,162 [32] el-Mekkî, a.g.e., 58; êl-Kerderî a.g.e., II. 136 [33] el-Mekkî, a.g.e., I. 55,56; el-Kerderî a.g.e., II. 136 [34] el-Mekkî, a.g.e., I. 57; el-Kerderî a.g.e. II. 136 [35] el-Kerderî, a.g.e., II. 138 [36] el-Mekkî, a.g.e., I. 383 [37] el-Mekkî, a.g.e., I. 383. Bu rüyanın Ebû Hanîfe’nin tedrise başlayıp “Kitâb-u Sâlât”ı yazdığı günlerde olduğuna dair rivayetle varsa da, içeriklerinde rüyanın tabirinin İbnu Sirîn’e sorulduğu hatalı olduğu gerektir. Krş., el-Hârizmî, Câmiu’l Mesânid, I. 119; İbnu Abdilberr, el-İntika, s.145,146; ez-Zehebî cüz, s.22; en-Nevevî, Tehsibu’l-Esmâi ve’l Lugât,II. 219 [38] el-Mekkî, a.g.e., s. 52,53,54; el-Kerderî, a.g.e., s 138; bizce kaynaklarda pekçok müellif tarfından nakledilen ilimlerin değerlendirilmesiyle ilgili görüşleri bu dönemden bahsetmektedir. Ez-Zehebî “Siyer VI., 396,397,398” ve onu haklı bulan bazı yazarlar “İsmail Hakı Ünal, İmam Ebû Hanîfe’nin Hadis Anlayışı, s. 18” bu, rivayetleri doğru değerlendiremedikleri için Ebû Hanîfe’nin kelâm tahsil etmediğini imaya kadar vardırdıkları yanlış değerlendirmeler yapmışlardır. Ebû Hanîfe’nin ilimler arasında bir değerlendirme yapıp aralarından fıkıh ilmini en faydalı ilim olarak seçmesiyle ilgili rivayetler oldukça çok ve sabittir. (bkz. el-Mekkî a.g.e., I. 52,53) İlimler arasında bir tercihte bulunduğu da, kelâm tahsil edip bir müddet meşgul olduğu da, fıkıh tahsil ettiği de sabit olduğuna göre; en akıllıca ve rivayetlere en uygun sıralama, önce kelâm, sonra ilimlerin tedkiki, sonrasında da aralarından fıkıh ilminin seçilmesi şeklindeki sıralama olmalıdır. Zaten İmam da bunu kendi ağzıyla ifade etmiş, “Kelâmı terk edip fıkha yöneldim..” demiştir. (bkz. el-Kerdevî a.g.e., II. 138. [39] Ebû Hanîfe fıkıh ilmini tercih edince öncelikle ilme intisabına vesile olan eş-Şa’bî’ye gitmiş, eş-Şa’bî onun sorularına el-Hakem b. Uteybe’nin ve Hammâd b. Ebî Süleyman’ın fetvalarıyla cevap vermiş, çok soru sorması ve ince eleyip sık dokuması sebebiyle ona tahammülsüzlük göstermiş, bunun üzerine Katâde’nin meclisine gitmiş, onu kader görüşünü savunur görünce ondan da yüz çevirmiştir. Sonra Câbir b. Abdillâh’ın ashabından Ebû’z-Zübeyr’e gitmiş, onun diline sahip olamadığını görünce Hammâd’ın meclisine katılmıştır. (bkz. ez-Zehebî, Tezkiratu’l Huffâz, I.1
alıntı
--------------------------------------------- 1.MAKALE İMAM EBÛ HANİFE’NİN HAYATI ---------------------------------------------
A- HAYATI İmam’ın ismi en-Nu’mân.[1] Baba adı “Sâbit”, künyesi “Ebû Hanîfe”[2], en meşhur lakabı “el-İmâmu’l A’zam”dır.[3] Şeceresi: en-Nu’mân b. Sâbit b. Nu’mân b. Merzubân b. Zûta b. Mâh şeklindedir.[4] Çoğunluk Kûfe’de doğduğu kanaatindedirler.[5] Doğum tarihinde Abdulmelik b. Mervân (ö.86/705) döneminde doğduğu şeklindeki görüş genel bir kabul görmüştür.[6] Hicrî 61,[7] 62[8] ve 70 yıllarında[9] doğmuş olduğuna dair görüşler de vardır. Ebû Hanîfe Fârisî kökenlidir.[10] Arap kökenli olup nesebinin Ensarlı Zeyd b. Esed (ö. ?)’e dayandığı[11] hatta yaşadığı bölgede Türk kabilelerinin yaşamasına nazaran Türk asıllı olabileceği[12] öne sürülmüştür. Ailesinin aslen Nesâ’lı,[13] Enbâr’lı,[14] Kâbil’li,[15] Bâbil’li,[16] Tirmiz’li[17] olduğu şeklinde nakiller vardır. İlgili rivayetlerden ailesinin köken itibarıyla Afganistan’ın Kâbil bölgesinden hareketle adı geçen şehirlerde konaklayarak en sonunda Kûfe’de karar kıldıkları anlaşılmaktadır.[18] Ailesinin varlıklı bir aile olduğu[19], bez ve hazır elbise ticaretiyle uğraştıkları bilinmektedir. Ailesinin, kardeşlerinin ve diğer akrabalarının isim ya da kimlikleri hakkında kaynaklarda bir bilgi bulunmamaktadır. Ebû Hanîfe iki evlilik yapmıştır.[20] Evliliklerinden Hammâd isimli bir oğlu ve ismini tam tespit edemesek de (muhtemelen Hanîfe) bir kızı olmuştur.[21] Çocukluk günleri el-Haccâc b. Yûsuf (ö.95/713)’un Irak valiliği günlerine (75-95/693-713) rastlar.[22] Daha küçük yaşlarda çarşıyla ve ticaretle tanışır.[23] Diğer yandan da beş veya yedi yaşlarında iken sahabi Abdullâh b. Ebî Evfâ’yı (ö.87/705) görür.[24] Sahabi Enes b. Mâlik’i (ö.93/711)’de yine bu yaşlarda görmüş olmalıdır.[25] Onaltı yaşlarına geldiğinde babası onu beraberinde hacca götürür. Mekke’de Sahabeden Abdullâh b. el-Hâris (ö. ?)’i görür, ondan hadis dinler.[26] Buna göre onaltı yaşlarında iken babası daha sağdır. Annesi ise İmam, Emevile-rin zulümden kaçarak Mekke’ye hicret edinceye kadar hayattadır.[27] Çarşıya devam ettiği günlerde bir yandan ticaretle meşgul olurken, bir gün eş-Şa’bi’yle (ö.103/721) bir araya gelir. İlim tahsiliyle meşgul olmadığını öğrenen eş-Şa’bî ona ilim tahsiline yönelmesini tavsiye eder ve şöyle der: “İlimle meşgul ol ve ulemânın ders halkalarına devam et. Ben sende ilim için uygun bir zeka ve kabiliyet görüyorum.”[28] Eş-Şa’bî’nin bu nasihati üzerine ilme yönelir. İlme yönelmesinden sonra dînî tartışmalara katılmaya başlar. Bunun için kelâmın revaçta olduğu Basra’ya defalarca gider.[29] Bu sıralar (yaklaşık olarak 100/718) Kûfe mescidinde bir de “kelâm halkası” oluşturur.[30] Ve bir kelâmcı olarak parmakla göserilecek kadar meşhurlaşır.[31] Beş altı sene kadar sürmüş olduğu anlaşılan bu tartışmalarla dolu günler sırasında, onun kelâmda olduğu gibi diğer ilimlerde de mâhir olduğunu sanan çarşı esnafı ona fıkhî meseleler ile ilgili sorular sorarlar.[32] Kûfe mescidindeki kelâm halkasına da gelip ona fıkhî sorular yöneltenler olur.[33] Arkadaşlarıyla birlikteyken amelî bilgilerde yetersiz olduğunu görmesini sağlayan olaylar cereyan eder.[34] Bir yandan da kelâmla uğraşanların hevâlarının esiri olduklarını, Kur’an ve Sünnet’e Selef gibi sarılmadıklarını, Selefin metodlarından uzak olduklarını, üzerlerinde salihlerin simâsı olmadığını, yaşantılarının onların yaşantısına benzemediğini farke-der.[35] Bunun üzerine kelâmla uğraşmayı terk edip (yaklaşık olarak 102/720) kendisini ticarete verir.[36] Ama bu sıralarda gördüğü bir rüya üzerine tekrar ilim tahsiline geri döner.[37] İkinci defa ilim tahsiline yönelmesi sırasında bu defa bütün ilimleri faydaları açısından inceler. Ve aralarında en faydalı ilim olarak fıkıh ilmini seçer.[38] el-Mekkî ve el-Kerderî’nin nakillerine bakılırsa dönemindeki fakihleri ziyaret edip onların hakkında bir incelemede bulunmadan Hammâd b. Ebî Süleyman’ın (ö.120/737) meclisinde karar kılmamıştır.[39] On sene kadar Hammâd’ın meclisine devam ettikten sonra bir ara (yaklaşık olarak 112/730) ayrılıp kendi meclisini kurmaya karar verir. Ama o günlerde karşılaştığı bir takım olaylar onu bu kararından vazgeçirir ve hocasına vefât edinceye kadar bağlı kalır.[40] Hammâd vefat edince önde gelen talebelerinden Muhammed b. Câbir, (ö. ?), Ebû Bekr en-Nahşelî (ö. ?) ve Ebû Bürde el-Atabî (ö. ?) önce Hammâd’ın oğluna ders halkasının başına geçmesini teklif ederse de o bu işi yürütemez ve Hammâd’ın meclisinin imamlığı Ebû Hanîfe’ye teklif edilir. İmam: “ilmin kaybolup gitmesini istemem” deyip görevi kabul eder[41] (yaklaşık olarak 120/737). Ve böylece onun ölünceye değin sürecek tedris hayatı başlar. Ebû Hanîfe’nin, hocası Ham-mâd’ın yerine ders halkasının başına geçmesinden kısa bir süre sonra 121h’de Zeyd b. Alî (ö.122/730)’nin Emevi halifesi Hişam b. Abdilmelik (ö.125/742)’e kıyamı gerçekleşir.[42] Ebû Hanîfe bu kıyamı Rasulullah (sas)’ın Bedir’deki çıkışına benzetip mali yardımda bulunur.[43] Bununla birlikte Emeviler bu olaydan dokuz yıl sonrasına kadar, ona dokunmazlar. Zeyd b. Ali’den sonra Yahyâ b. Zeyd (ö.125/742)’in 124 h.’lerde Horasan’da,[44] ardından meşhur Harici ed-Dahhâk (ö.128/745)’ın[45] 127 h.’lerde peş peşe gelen isyanları Emevilerin Ebû Hanîfe ve benzeri ûlemeya tavır almalarını engellemiş olmalıdır. O dönemin Irak valisi İbn-u Hubeyrâ (ö. ?) başta Ebû Hanîfe olmak üzere diğer ulemâyı susturmak için onlara devlet görevleri teklif eder. Kabul edenler yönetime karşı tenkidlerinde inandırıcılıklarını yitireceklerdir. Kabul etmeyenlerin başında Ebû Hanîfe gelir. Ve hapsolunur.[46] Her türlü eziyet yapılırsa da İmam kararından dönmezse şöyle der: “Bana Vâsıt mescidin kapılarını say dese, onu bile kabul etmem.”[47] Bütün yolları denemesine rağmen Ebû Hanîfe’yi ikna edemeyen vali, onu arkadaş ve dostlarıyla istişare etmesi için salıverir. İmam da bir fırsatını bulup Mekke’ye hicret eder.[48] Bu olay o elli yaşlarındayken 130 h. yıllarında gerçekleşir. Yönetim Abbasilere geçinceye kadar Mekke’de kalır. İkinci Abbasi halifesi el-Mansûr (ö.158/773) döneminde 136 h.’de altı senelik Mekke hayatından sonra Kûfe’ye geri döner.[49] Önceleri el-Mansur’la ilişkileri gayet olağandır. Halife onu saygıyla karşılayıp izzet-i ikramda bulunur, ilmini över, Onu “dünyanın en önde gelen fakihlerinden” olarak niteler,[50] kendisine yakın tutmak ister. Ama İmam: “Beni kendine yaklaştırırsan fitnelendirirsin, uzaklaştırdığın takdirde de bana cefa ve eziyet edersin” deyip usûlünce bundan kaçınır.[51] Sonraki dönemlerde aradaki köprülerin atılmasına, ilişkinin bozulup, güvenin zedelenmesine bakılırsa halifenin onu Câfer es-Sâdık’la (ö.148/765) münazara etmesi için yanına davet etmesi,[52] hanımıyla arasında çıkan bir anlaşmazlığı halletmesi için ona başvurması,*[53] Basra isyanı,[54] Musul halkının emanlarının durumu[55] ve Haricilerle barış yapılması halinde uygulanacak hukukî ölçüler üzerine onunla istişareleri[56] hep bu dönemde gerçekleşmiş olmalıdır. Zulmetmeye başlaması üzerine el-Mansûr’la ilişkileri gerginleşir. El-Mansûr’la Ebû Hanîfe’nin arasında geçen emanlarıyla ilgili konuşmadan sonra halifenin şu sözleri ilişkinin bozulmasının ilk habercilerindendir: “Ey Şeyh, doğru olan senin söylediklerin... Şimdi memleketine dön ve halkı imamına karşı kışkırtacak şekilde fetva vermekten de uzak dur.[57] Her ne kadar daha önceleri fetvadan men edilerek ihtar edilmişse de[58] bu ona yapılan ilk en ciddi ihtar olmuştur. 114 h.’lerin sonlarına doğru el-Mansûr önceleri kendisinin de imam olarak biat ettiği Muhammed b. Abdillah (ö.145/762)’a ve kardeşi İbrahim’e (ö. 145/762) karşı tavır alıp, Ehl-i Beyt mensuplarını siyasi takibe tabi tutarak işkence etmeye başlayınca[59] Ebû Hanîfe de açıkça halifeyi hedef alan eleştiriler yapmaya başlar. El-Mansûr’un isyancıları öldürme planlarına onun huzurunda karşı çıkar ve bunun yanlışlığını şer’an ispat eder.[60] Abbasi yönetimine muhalif tavrı bunlarla da kalmaz. Medine’de kıyam eden Muhammed b. Abdillah’a biat eder.[61] Onun öldürülmesi üzerine halkı Basra’da kıyam eden İbrahim b. Abdillah’ın saflarına katılmaya davet ve teşvik eder.[62]Gizlice İbrahim’le mektuplaşır, onu Kûfe’ye davet eder.[63] el-Mansûr hilafetini meşruiyeti üzerine tartışmaların yaygınlaştığını görünce İbn-u Ebi’z-Zî’b (ö.158/773) İmam Malik (ö.179/794) Ebû Hanîfe, el-A’meş (ö.148/765) ve Süfyan es-Sevrî (ö.161/776) gibi ulemâyı huzurunda toplar ve görüşlerini sorar. İmam bu görüşmede de inandığı doğruları olduğu gibi en net bir şekilde belirtip şöyle der: “Hilafet makamına geçtin ama üzerinde şûra ehlinden iki kişi dahi ittifak etmediler. Halbuki bu makama müminlerin meşvereti ve rızalarıyla gelinir.”[64] Bu cevap üzerine ilişkiler kopar. El-Mansûr, Ebû Hanîfe’yi kendi safına çekemediği için zaten ona kızgın iken, onun gelişen olaylarda bir siyasi lider gibi davranması, halifeye karşı tavır koyup muhaliflerini desteklemesi, onlarla yazışması, yönetimin şer’an meşru olmadığını söylemesi, hatta el-Mansûr’un en seçkin komutanlarından Hasan b. Kuhtuba’yı yönetimin zulümlerine alet olmaktan uzak durması hususunda ikna etmesi[65] bu kızgınlığı düşmanlığa dönüştürür ve el-Mansûr, Ebû Hanîfe’yi öldürmeye azmeder.[66] Halk tarafından sevilen Ebû Hanîfe’ye 148 h. yılında Kûfe kadısı İbn-u Ebî Leylâ (ö.148/765)’nın ölümü üzerine Mıs’ar b. Kidâm (ö.155/775), Süfyan es-Sevrî (ö.161/ 776) ve Şerîk (ö.177/792) ile birlikte kadılık teklif eder.[67] İmam Mevâli-den olduğunu, Arapların bu sebeple kararlarına uymak istemeyeceklerini bahane edip bu teklifi savuşturur. Ve kadılık Şerîk’in üzerine kalır. Sebebini tespit edemiyorsak da yine bu günlerde ikinci ve üçüncü defalar fetvadan geçici olarak men edilir.[68] Vefatından kısa bir müddet önce Bağdâd’a davet edilir. Ve üçüncü defa kadılık teklif edilir. Adaylar arasında yine Süfyan es-Sevrî ve daha önce kadılık yapıp azledilen Şerîk vardır. İmam’a Bağdat, Basra ve Kûfe kadılıkları teklif edilir. Ama o görev kabul etmemekte ısrar eder. Karşılıklı yeminleşmeler olur ve neticede hapsedilir, işkenceye tabi tutulur.[69] İstenilen elde edilemeyince bir müddet için hapisten çıkarılır ve fetva vermeye zorlanır. Kendisine meseleler gönderilir ve halletmesi istenir. Bunu yapmayınca tekrar hapsedilir ve işkenceye devam edilir. Araya giren bazı vezirlerin tavsiyesi üzerine hapisten çıkarılıp bir evde zorunlu ikamete tabi tutulur.[70] Dördüncü defa fetvadan men edilir. Derslerine devam etmesi de engellenir.[71] Bir müddet bu hal üzerine kaldıktan sonra (150/ 767) yılının Recep ayında Bağdat’ta vefat eder.[72] İmam, Bağdat’a çağırılıp kadılık teklif edildiğinde cumhurun tercihine göre yetmiş, diğer bazı rivayetlere göre seksen yaşlarındadır. Buna binaen tarihçiler ölümüne sebep olarak maruz kaldığı işkence ve eziyetleri göstermişlerdir.[73] Halifenin emriyle kendisine içirilen zehir sebebiyle öldüğüne dair ifadeler de kaynaklarda mevcuttur.[74]
--------------------------------------------- 2. MAKALE EBÛ HANİFE’NİN HOCALARI [75] -------------------------------------------
1- el-Esved b. Yezîd (ö. 75/694) el-Esved b. Yezîd b. Kays, Ebû Amr, en-Nehaî, Alkame’nin kardeşinin oğlu İbrahim en-Nehaî’nin dayısıdır. Muaz b. Cebel, Abdullah b. Mes’ud, Huzeyfe, Bilâl ve diğer sahabeden ilim almıştır. Ondan da oğlu Abdurrahman, İbrâhîm en-Nehaî ve Ebû İshâk es-Sebîî ilim almışlardır. İlim, zühd ve takvasıyla meşhur olmuştur. Bu sebeple el-Es-ved’i bazıları cennetliklerden saymışlardır. Hicri 75 yıllarında vefat etmiştir. [76] 2- Şurayh b. el-Hâris (ö.78/697) Şurayh b. el-Hâris b. Kays el-Kindî, Ebû Umeyye. Yemen asıllıdır. Allah Rasulü’nün döneminde doğmuşsa da onu görmemiştir. Ömer ve Osman dönemlerinde kadılık yapmış, Ömer, Ali, İbn-u Mesûd ve diğer sahabeden ilim almıştır. Ondan da eş-Şa’bî, İbn-u Sîrîn, İbrahim en-Nehaî ve diğerleri ilim rivayet etmişlerdir. 78 hicri yılında vefat etmiştir. Onun bir kısım görüşlerini Veki’ (Ahbâru’l Kudât-II. 189,398’de) nakletmiştir.[77] 3- İbrâhîm en-Nehaî (ö.96/714) İbrâhîm b. Yezîd b. Kays en- Nehaî, Ebû İmrân, 50 h.’lerde Kûfe’de doğmuştur. Âişe, Enes b. Mâlik, Alkame, Mesrûk, el-Esved den ilim almış, Hammâd b. Ebî Süleymân, Semmak b. Harb, el- Hakem b. Uteybe, İbnu Avn, el- A’meş, gibi meşhurlar ondan ilim rivayet etmişlerdir. El-Müdevvene de, Ebû Yûsuf ve Muhammed b. el- Hasen’in eserlerinde, Ebû Nuaym ın, “Hilyetu’l Evliyâ”sında (VI. 212-240) bazı görüşleri mevcuttur.[78] 4- eş-Şa’bi (ö.103/721) Âmir b. Şurâhîl el-Hemedâni, Ebû Amr el-Kûfi. Ömer (r.a)’ın hilafet yıllarında doğmuştur. Alî, İmrân b. Husayn, Cerîr b. Abdillâh, Ebû Hureyre, İbnu Abbâs, Âişe, Abdul-lâh b. Ömer, Adıy b. Hâtım, el-Muğîra b. Şu’be ve diğerlerinden ilim almış, ondan da İsmâil b. Hâlid el-Eş’as, Dâvûd b. Ebî Hind, Zekeriyyâ b. Ebî Zâide, el-A’meş, Ebû Hanîfe, İbnu Avn, Yûnus b. Ebî İshâk ilim tahsil etmişlerdir. Ebû Hanîfe’nin ilme yönelmesinde o etkili olmuş olup en büyük hocalarındandır.[79] Çok kuvvetli bir hafızaya sahip idi. Sahabeden beşyüz kadarına yetiştiği söylenmiştir. Daha sahabe zamanında Kûfe’de büyük bir ilim halkasına sahipti. Hemen hemen bütün ilim merkezlerini dolaşmıştır. Âsım el-Ahval onun hakkında; “Kûfe, Basra ve Hicaz ehlinin ilimlerini ondan daha iyi bilenini görmedim” demiştir. 103 h.’de vefât etmiştir.[80] 5- Tâvus b. Keysân (ö.106/724) Tâvus b. Keysân, Ebû Abdirrah-mân el-Yemâni. Zeyd b. Sâbit, Âişe, Ebû Hureyre, Zeyd b. Erkam ve İbnu Abbâs’tan ilim almıştır. Ondan da oğlu Abdullah ve ez-Zührî, İbrâhim b. Meysera, Ebû’z-Zubeyr el-Mekkî, Abdullâh b. Ebî Nuceyh, Hanzala b. Ebî Süfyan ve diğerleri ilim nakletmişlerdir. Zamanında Yemenlilerin fakihiydi. İbn-u Abbâs’ın onun hakkında; “her halde cennetliklerdendir” dediği naklolunur. 106 h.’de Mekke’de vefât etmiştir.[81] 6- Sâlim (ö. 106/724) Sâlim b. Abdillah b. Ömer b. el-Hattâb, Ebû Amr, el-Adevî. İlim, amel ve zühdüyle tanınmıştır. Babası Abdulâh ve Aîşe, Ebû Hureyre, Râf’i b. Hudeyc, Sefîne, Sâid b. el-Müseyyib’den ilim almış, ondan da; Amr b. Dînâr, ez-Zührî, Mûsâ b. Ukbe, Hanzala b. Ebî Süfyan ve diğerleri ilim tahsil etmiştir. Ahmed b. Hanbel ve İshâk onun ve babasının bulunduğu senedi en sağlam sened “Esahhu’l Esânîd”[82] olarak kabul etmişlerdir. 106 h.’de vefât etmiştir.[83] 7- el-Kâsım b. Muhammed (ö. 107/725) el-Kâsım b. Muhammed b. Ebî Bekri’s-Sıddîk el-Kuraşî. Halası Âi-şe (r.a.)’dan ve İbnu Abbâs, Muâ-viye, Fâtıma b. Kays, İbnu Ömer den ilim tahsil etmiştir. Ondan da oğlu Abdurrrahmân, ez-Zührî, Rabîatu’r-Re’y, Eyyûb es-Sihtiyânî ve diğerleri ilim almışlardır. Babası öldürülünce halasının yanında büyümüş ve ilim tahsil etmiştir. Ömer b. Abdilazîz hakkında; “elimde olsaydı yerime onu bırakırdım” demiştir. 107 h. yılında vefât etmiştir.[84] 8- el-Hasen el-Basrî (ö. 110/728) el-Hasen b. Ebi’l Hasen, Ebû Saîd el-Basrî. Medine’de büyümüş, Kur’an’ı ezberlemiştir. Osmân, İmran b. Husayn, el-Muğîra b. Şu’be, Abdurrahmân b. Semura, Semura b. Cundub, İbn-u Abbâs, İbnu Ömer, Ebû Bekrâ, Amr b. Tağleb, Câbir ve diğerlerinden ilim almış ondan da Katâde, Eyyûb es-Sihtiyâni ve diğerleri ilim tahsil etmişlerdir. Tefsirciliğiyle ön plana çıkmıştır. “Kitâbu’l Aded fi’l Kur’an”, “Nüzû-lu’l Kur’an”, “Tefsîru’l Kur’an”, “Risâletu’n Ketebehâ ilâ Ömer b. Abdilazîz”, “Risâletun fi’l Kader”, “Şurûtu’l İmâme” eserlerinden bazılarıdır.[85] 9- Mekhûl (ö. 112/730) Mekhûl b. Ebî Müslim, Şehrâb ed-Dımeşkî. Tabiûndandı. Âişe, Ebû Hureyre, Ubey b. Ka’b, Ebû Umâme el-Bâhilî, Vâsile b. el-Eska’, Enes b. Mâlik, Mahmud b. er,Rabî, Abdurrahmân b. Ğanem ve diğerlerinden ilim tahsil etmiş, ondan da, Eyyûb, el-Evzâi, Said b. Abdilazîz ilim almışlardır. Saîd b. Cubeyr onun ez-Zuhrî’den daha fakih olduğunu söylemiştir. Kader görüşünde olduğu söylendiyse de bu sabit değildir. 112 h.’de vefât etmiştir.[86] 10- Atâ b. Ebî Rabâh (ö. 114/732) Atâ b. Ebî Rabâh, Ebû Muhammed. Osman’ın hilafeti sırasında doğdu, Âişe, Ebû Hureyre, İbn-u Abbâs, Ebû Saîd el-Hudarî, Ummu Seleme başta olmak üzere ikiyüz kadar sahabiden ilim aldı. Ondan da Eyyûb es-Sihtiyânî, Huseyn el-Muallim, İbn-u Cureyc, İbn-u İshâk, Ebû Hanîfe, el-Evzâî, Hemmâm b. Yahyâ ve diğerleri ilim tahsil etmişlerdir. Tefsîr, Hadîs, Fıkıh ve takvada zamanının imamlarındandı. 114 h. yılında Mekke’de vefât etmiştir. “et-Tefsîr” ve “Ğarîbu’l Kur’ân” isimli iki eseri vardır.[87] 11- en-Nâfi’ (ö. 117/735) Ebû Abdillâh el-Adevî, el-Mede-nî. İbn-u Ömer, Âişe, Ebû Hureyre, Ummu Seleme, Ra’fi’ b. Hudeyc, Ebû Lubâbe ve diğerlerinden ilim almıştır. Ondan da Eyyûb es-Sıhtiyâni, Ubeydullâh b. Ömer, İbn-u Avn, İbn-u Cureyc, el-Evzâî, Mâlik, el-Leys ve diğerleri ilim tahsil etmişlerdir. İmam el Buhârî “Mâlik-Nafi’-İbnu Ömer” senedinin “Esah-hul Esânîd” olduğunu söylemiştir. İbnu Ömer’e otuz sene hizmet etmiştir. 117 h. yılında vefât etmiştir.[88] 12- Katâde (ö. 118/736) Katâde b. Deâme b. Katâde es-Sedûsî, Ebû’l Hattâb, ed- Darîr, el-Basrî, Tabiundandır. Abdullâh b. Sercîs, Enes b. Mâlik, Saîd b. el-Museyyib, Muâz b Ebi Tufeyl’den tahsil etmiş, ondan da Mis’har b. Kidâm, Saîd b. Ebî Urûbe, Şu’be, Hammâd b. Seleme, Ebû Hanîfe ve diğerleri ilim almışlardır. Meşhur müfessirlerdendi. Kur’an’ın her bir ayeti hakkında en az bir rivayet bildiğini söylerdi. Ahmet b. Hanbel onu övmüş ve ilmini takdir etmiştir. Kader görüşünde olmasına rağmen pek çok ilim ehli ondan ilim tahsil etmekten geri durmamışlardır. 118 h. yılında ellialtı yaşlarındayken vefât etmiştir. “Kitâbu’n-Nâsihi ve’l Mensûh fi Kitabîllâh”, “Kitâbu’l Menâsik”, “et-Tefsîr”, “Avâşiru’l Kur’an” isimli eserler ona nispet edilmektedir.[89] 13- Hammâd b. Ebî Süleymân (ö. 120/737) Hammâd b. Ebî Süleymân el-Eş’ari, Ebû İsmâîl, el-Kûfî. Tabiun-dandır. Enes b. Mâlik, İbrâhîm en-Nehaî, eş-Şa’bî, Sâid b. Cubeyr, Sâid b. el-Museyyib gibi tabiun büyüklerinden ilim tahsil etmiştir. İlimde en büyük üstadı İbrâhîm en-Nehaî’dir. En meşhur talebesi Ebû Hanîfe’dir. Zamanında Kûfe’nin fakihiydi. Ebû Hanîfe onsekiz sene onun meclislerine devam etmiştir. 120 h. yılında vefat etmiştir.[90] 14- Asım b. Ebi’n-Necûd (ö. 127/744) Asım b. Ebi’n-Necûd, Ebû Amr el, Esedî, el-Kûfî. On mütevatir kıraatten birisinin imamıdır. Tabiun-dandır. Ebû Ramse, Rufââ et-Temîmî, el- Hâris b. Hasân el- Bekrî’den hadis rivayet etmiştir. Kıraatı Ebû Abdirrahmân es-Sülemî, Ebû Meryem Zir b. Hugeyş el-Esedî, Ebû Amr Sa’d b. İlyâs eş- Şeybânî’den almıştır. Bu üçü de İbnu Mes’ud’dan almışlardır. Zır ve es-Sülemî ayrıca Osmân ve Alî’den de kıraat rivayet etmişlerdir. Es-Sülemî diğerlerinden ayrı olarak Ubey b. Ka’b, Zeyd b. Sabit’ten de kıraat öğrenmiştir. Osmân, Ubey, Zeyd ve Alî’de Allah Rasûlü (s.a.s)’ nden almışlardır. Hocası es-Sülemî den sonra Kûfe kıraat şeyhliği ona geçmiştir. Ebû Hanîfe kıraati ondan öğrenmiştir. Âsım’ın kıratının ravile-ri Hafs ve Şu’be’dir. 127 h.’nin sonlarında Kûfe’de vefât etmiştir.[91] 15- el-Kelbî (ö. 144/761) Muhammed b. es-Saib. Tefsir ile, özellikle de İbn-u Abbâs’tan yaptığı nakillerle meşhurdur. Târih, Neseb ve Coğrafya ilimlerinde de bilgisi vardı. Şiâ’ya meyilli olduğu söylenmiştir. Kûfe’de 144 h.’de vefât etmiştir. “Kitâbu Taksîmi’l Kur’an” ve “et-Tefsîr” isimli iki eseri vardır.[92] 16- el-A’meş (ö. 148/765) Süleymân b. Mehrân el-Esedî, Ebû Muhammed, el-Kûfî. Enes b. Mâlik’i görmüş ve ondan ilim rivayet etmiştir. Yine İbn-u Ebî Evfâ, İbrâhîm en-Nehaî, Ebû Vâil, Ebû Amr eş-Şeybanî ve diğerlerinden ilim tahsil etmiştir. Şu’be, Süfyân b. Uyeyne, Süfyân es-Sevrî, Veki’, Ebû Nuaym ve Ebû Hanîfe ondan ilim rivayet etmişlerdir. Bin üçyüz kadar hadis bildiği naklolunur. Tefsîr, Ferâiz ve Kırâatlerde de bilgisi vardı. 148 h.’de vefât etmiştir.[93] Ebû Hanîfe bu sayılan hocalardan başka dönemin meşhur bid’atçılarıyla da bir araya gelmiş ve görüşlerini kendi ağızlarından dinleyip öğrenmiştir: Bunların en meşhurları Şeytânu’t-Tâk, Amr b. Ubeyd, Cehm b. Safvân ve Câbir el-Cu’fî’dir. 17- Şeytân’ut-Tâk (ö. 160/777) Muhammed b. Nu’mân el-Ahval, Ebû Ca’fer. Zamanının önde gelen şiîlerindendir. Ca’fer es-Sâdık’ın ashabındandı. Zeyd b. Alî ile Ca’fer es- Sâdık’ın imameti üzerine münazara etmiştir. Kelâm ilminde mahirliği ve hazır cevaplığıyla tanınmıştır. İmam Ebû Hanîfe ile pek çok münazara ve menkıbeleri vardır.[94] 18- Amr b. Ubeyd (ö. 144/761) Amr b. Ubeyb b. Bâb, Ebû Osmân. 80 h. yılında Belh’de doğmuştur. Önceleri el-Hasen el-Basrî’nin meclisine devam etmiştir. Hadisçilerden iken Vâsıl b. Atâ ile birlikte el-Hasen’in meclisinden ve hadisçilerden ayrılmıştır. Müttaki bir zat olduğu naklolunur. Ebû Hanîfe nin Basra seyehatları sısırasında onunla münazaralarda bulunduğu sabittir. Ebû Hanîfe onun görüşlerini direkt olarak kendisinden öğrenmiş ve onu ilzam etmiştir.[95] 144 h.’de vefât etmiştir.[96] 19- Cehm b. Safvân (ö. 127/744) Cehm b. Safvân, Ebû Muhriz. Ca’d b. Dirhem (ö. 124/741)’in[97] öğrencilerindendir. İman, sıfâtul-lâh, cennet, cehennem ile ilgili görüşleri sebebiyle Irak uleması tarafından sorgulanmış ve küfrüne hükmedilip öldürülmüştür.[98] Ebû Hanîfe’nin onunla “İmanın hakikati” üzerine olan nünazarası ve onu ilzamı meş-hurdur. İmam’ın onun hakkındaki sözlerinden Cehm’in sıfâtullâh’ı inkar ettiği anlaşılmaktadır.[99] 20- Câbir el-Cu’fi (ö. 127/744) Câbir b. Yezîd b. el,Hâris el-Cu’fi, Ebû Abdillâh el-Kufî Râfizilerdendir. Hakkında ihtilaf edilmiştir. İmam Ebû Hanîfe onunla bir araya gelir ama ashabını onunla sohbet etmekten men ederdi. Onun hakkında “Câbir gibi yalancısını görmedim” dediği naklolunmuştur.[100]
---------------------------------------------EBÛ HANİFE’NİN TALEBELERİ[101] ---------------------------------------------
1- Zufer b. el-Huzeyl (ö. 158/773) Zufer b. el-Huzeyl b. Kays el-Anberî, Ebû’l Huzeyl. 110 h.’de doğdu. Aslen İsfehanlıdır. Önceleri hadisçi iken Ebû Hanîfe ile tanışıp onun halkasına katılmış[102] ve ölünceye kadar ona mülazemet etmiştir. Ebû Hanîfe’den sonra yerine o oturmuş, sonrasında Ebû Yûsuf ve en son olarak da Muhammed b. el-Hasen geçmiştir. “el-Makâlat” isimli bir eser telif etmiştir. 158 h.’de Basra’da vefât etmiştir. Ebû Hanîfe’nin mezhebini Basra’da yayan odur.[103] 2- Ebû Yûsuf (ö. 182/797) Ya’kûb b. İbrâhîm b. Hasbîb el-Kûfî 113 h. yılında Kûfe’de doğdu. Önceleri Hişâm b. Urve, Ebû İshâk eş-Şeybânî, Süleymân et-Teymî, Muhammed b. İshâk ve Muhammed b. Abdirrahman b. Ebî Leylâ nın derslerine devam ettiyse de sonrasında Ebû Hanîfe’nin meclisinde karar kıldı. İlk “Kâdi’l Kudât” lakabıyla anılan o olmuştur. “Kitabu’l Harâc”, “Edebû’l Kâdî”, “Kitâbu’l Letâif”, “el-Emâlî”, “Kitâbu’l Âsâr”, “Kitâbu’r Reddi Alâ Siyeri’l Evzâî”, “İhitilâfu Ebî Hanîfe ve İbn-i Ebî Leylâs” isimli eserleri vardır.[104] 3- Muhammed b. el-Hasen (ö. 189/804) Muhammed b. el-Hasen b. Ferkad eş-Şeybânî. Vasıt’ta 132 h.’de doğmuş Kûfe’de büyümüştür. Küçük yaşlarda Ebû Hanîfe’nin meclisine katılmış, onun yanısıra Sufyân es-Sevrî, Ebû Yûsuf, el- Evzâi, İmam Mâlik gibi önde gelen diğer ulemadan da dersleri almıştır. 189 h.’da Re’y şehri yakınlarında vefât etmiştir. “el-Mebsût”, “ez-Ziyâdât”, “Ziyâ-datu’z Ziyâdât”, “el- Câmiu’l Kebîr”, “el-Cmius’s-Sağîr”, “es-Siyeru’l Ke-bîr”, “Akîde”, “Kitâbu’l Kesb”, “Kitâ-bu’l Hucce Alâ Ehli’l Medîne” en önemli eserleridir. Hanefî fıkhı temelden onun “Zahiru’r Rivaye” adı verilen eserlerine dayanır.[105] 4-el-Hasen b. Ziyâd el-Lu’luî (ö. 204/819) el-Hasen b. Ziyâd el-Lu’luî, Ebû Ali. Kûfe’lidir 116 h.’da doğmuştur. Zamanında Ebû Hanîfe’nin ashabının büyüklerinden olmuştur. Dâvud b. Nusayr, Hammâd b. Ebî Hanîfe, Züfer b. el-Hüzeyl, Ebû Yûsuf, Saîd b. Ubeyd et-Tâî, Abdulmelik b. Cureyc, Veki’, el-Hasen b. Umâra, İsâ b. Ömer el-Hemedânî’den ilim tahsil etmiştir. 204 h.’de vefât etmiştir.[106] “Kitâbu’l Mücerred li Ebî Hanîfe”, “el-Müsned”, “Edebû’l Kâdî”, “Kitâ-bu’l Hisâl”, “Kitâbu Meâni’l Eymân”, “Kitâbu’n-Nefakât”, “Kitâbu’l Harâc”, “Kitâbu’l Ferâiz”, “Kitâbu’l Vasâyâ”, “Kitâbu’l Makâlât”, “Kitâbu’t Töh-me”, “Kitâbu’l İcâra” eserlerinden bazılarıdır.[107] 5- el-Fudayl b. İyâd (ö. 187/802) el-Fudayl b. İyâd b. Mes’ud, h.105’te Semerkant’ta doğmuş, bir ara haydutluk yapmış, sonra tevbe edip kendisini zühd ve takvaya vermiştir. Ebû Hanîfe’den fıkıh tahsil etmiştir. Vefâtı Mekke’dedir.[108] 6- Abdullâh b. el-Mubârek (ö. 181/796) Abdullâh b. el-Mubârek b. Vâdıh el-Hanzalî et-Temîmî, Ebû Abdir-rahmân. 108 h.’de doğmuştur. Hadis, Fıkıh ve Zühd’de zamanının en önde gelen ulemasındandı. Ebû Hanîfe’nin meclisine devam etmiş ondan fıkıh ve hadis öğrenip rivayet etmiştir. Ebû Hanîfe’yi methettiği şiiri meşhurdur.[109] “Kitâbu’z Zühd ve’r Rakâik”, “Kitâbu’l Cihâd”, “el-Musned”,” Kitâ-bu’l Birri ve’s Sıla” eserlerinden bazılarıdır.[110] 7- Ebû Mukâtil es-Semerkandî (ö. 208/823) Ebû Mukâtil Hafs b. Selem es- Semerkandî. Semerkand Hanefîlerinin imamıdır. Ebû Hanîfe’den ilim aldığı gibi onun hocalarından Eyyûb es-Sihtiyanî, Hişâm b. Hubbân’a da yetişip meclislerinde bulunmuştur. Bunalrın yanı sıra Amr b. Ubeyd, Sâid b. Ebî Hurûbe, Misâr b. Kidâm gibi meşhurlarla da sohbeti sabittir. Hadis ve fıkıhta mahir olduğu naklolunmaktadır. Cehmîlik, İrcâ ve Re’y ile itham edilmişse de bunlardan beridir. “el-Âlim ve’l Müteallim” risalesinin râvisidir.[111] 8-Hammâd b. Ebî Hanîfe (ö. 170/785) İmam Ebû Hanîfe’nin oğludur. Babasından fıkıh tahsil etmiş ve daha o hayattayken fetva vermiştir. Kelâm ve hadiste mahir, zühdü ve takvâsıyla meşhurdur. Ehl-i Hadis tarafından sika olarak kabul edilmiştir. “el-Fıkhu’l Ekber”in ravisidir. Ayrıca Ebû Hanîfe’nin istidlal ettiği hadisleri topladığı bir Müsnedin de ravisidir.[112] 9- Ebû Mutî el-Belhî (ö. 199/814) Ebû Mutî el-Hakem b. Abdillah b. Seleme b. Abdirrahmân el-Belhî. Fıkıh, zühd ve takvasıyla meşhur olmuştur. Hişâm b. Hassân, Bekr b. Huneys, İbrâhîm b. Tahmân, Mâlik b. Enes, Süfyân es-Sevrî ve İmam Ebû Hanîfe gibi büyüklerden ilim öğrenip rivayet etmiştir. Ebû Yûsuf, Abdullah b. el-Mübârek gibi meşhurlar onu övmüşlerdir. Bir ara kadılık da yapmıştır. “el-Fıkhu’l Ebsat”ın ravisidir.[113]
--------------3. MAKALE İMAM EBÛ HANİFE’NİN İLMÎ ŞAHSİYETİ: KELÂMCILIĞI VE DİĞER İLİMLERDEKİ MEVKİİ ---------------------------
1- Kelâmcılığı Kelâmi karakter arz eden bir dönemde (80-150/699-747) yaşayan Ebû Hanîfe ilmi hayatının ilk yıllarında kelâmla uğraşmış, kelâmi meselelerde araştırmalarda bulunup tartışmalara katılmıştır. Oluşumlarını henüz tamamlayan kelâmi guruplarla olan münazaraları onu, çağının bütün fikir akımlarıyla yüz yüze getirmiş, onları tanıma imkanı vermiştir. Ebû Hanîfe dönemin fikrî hareketlerinin merkezi Basra’ya sırf bu ortamda bulunup tartışmalara katılmak için yirmi küsür defa gitmiştir. O dönem kelâmı; kitaplardan öğrenilmekten ziyade temsilcileriyle konuşulup tartışılarak öğrenildiğinden, Ebû Hanîfe’nin Kelâmı hangi hocalardan öğrendiği gibi bir soru cevapsız kalmaktadır. Gerek eserlerindeki görüş ve istidlallerinden, gerekse münazaralarındaki uslubundan kelâmi meselelerde tavır beklenirken Kur’ân ve Sünnet ile birlikte sahabenin ve tabiun büyüklerini tavırlarından da istifade ettiği gözlemlenmektedir.[114] Bunlara göre; Ebû Hanîfe’nin kelâm bilgisinin; birinci derecede, tartışıldığı şahıs ve grupların kendilerini ve görüşlerini anlatımlarına; ikinci derecede de; bu görüş ve yorumların Kur’an Sünnet ve zaman zaman da Sahabe ve Tabiûn ulemasının tavırlarına vurulmasına dayandığını söylememiz mümkündür. İmam’ın kelâmcılığındaki belirgin yön de; Ehl-i Sünnet’in yeni çıkan kelâmi meselelerdeki tavrını ilk defa olarak itikadi meselelerle birlikte kitaplaştırmasıdır.[115] Sonraları el-Mu-hâsibî (öl. 243/857) ve İbn-u Kullâb (öl. 2554/868) bu çığırı devam ettirip geliştirmişlerdir. İman-amel ilişkisi,[116] kaza-kader,[117] Kur’an’ın Allah kelâmı oluşu[118] lafız ve mana ayrımı,[119] isti-taatın fiille birlikte kula verilişi,[120] kulların fiillerindeki sorumluluk boyutlarının fiile azmetmelerinde olup, yaratma açısından olmaması;[121] büyük günah sahiplerinin imanlarının hükmü,[122] Ehli Kıble’nin tekfir edilmemeleri[123] vs. meseleler onun Ehl-i Sünneti temsilen görüş belirtip taraf olduğu meselelerden bazılarıdır. Ebû Hanîfe de en az Mu’tezile kadar akılcıdır. Mu’tezile’nin gündemini oluşturan bütün meselelerde onlarla tartışması, onların aklî faaliyetleri sonucunda vardıkları neticeleri akıl ve nakil açısından kritik edip yanlışlıklarını ortaya koyabilmesi bunu gösterse gerektir.[124] O akılcılığını Allah’a imanın aklen vacip olması görüşünde de açıkça görüldüğü gibi; imana binaen, şer’î usullerle sınırlandırmış, dine ve esaslarına tavır koyma, gerektiğinde şer’î nasları yok sayma veya tahrif etme yerine, aklını, İslam inançlarının yeni çıkan meselelere tatbikinde kullanmıştır. İmam Ebû Hanîfe’ye göre Kelâm, ilimlerin en şereflisi olup, fıkhın en yücesi; Fıkh-ı Ekber’dir.[125] Fıkıh ise; kişinin doğruları ve yanlışları bilmesidir.[126] Doğru olan; hem doğrunun hem yanlışın bilinmesidir.[127] Buna binaen de itikadiyattaki fıkhın, ameliyattaki fıkıhtan daha öncelikli olarak öğrenilmesi gerekir.[128] İtikadi bilgilerin savunması yapılabilecek derecede delillendirilmesinin de öğrenilmesi gerekir.[129] Ama bu delilendirme Kur’an ve Sünnetin bildirdiği itikadi esaslar çerçevesinde olmalı, Cedel ve Felsefeyle uğraşıp onlara kapılanların yaptıkları gibi meşru sınırın aşılması şeklinde olmamalıdır.[130] İtikadi tartışmalara girmek; hakkın ortaya konması, ümmetin birliğinin sağlanması ve bid’atların imha edilmesi için olabilir. Ama bu ve benzeri gayelerin dışında; hasmın ayağının kaydırılması, şöhret, cedel kabiliyetinin gösterilmesi, dinin tartışmasız olan doğrularının tartışılır hale getirilmesi vb. gayeler için yapılması asla caiz değildir.[131] İmam Ebû Hanîfe görüşleriyle “Mu’tezilî Kelâm” anlayış ve uygulamasından farklı bir kelâm anlayışı ortaya koymuştur. Cedeli, Kur’an ve sünnet çizgisine çekmiş, salt aklî çerçevede gelişen ve Mu’tezile’yi cemaatten ayıran, bid’atlara inanır hale getiren kelâm anlayışına kapılmayıp karşı çıkmıştır. Bu karşı çıkış sonraları farklı şekillerde yorumlanmıştır. Kimileri onun kelâma karşı çıkıp öğrenilmesini yasakladığını söylerken, diğer bir grupta onun kelâma cevaz verdiğini hatta öğrenilmesini dini zaruriyattan kabul ettiğini söylemişlerdir.[132] Bizce Ebû Hanîfe Kur’an ve Sünnet çizgisinde geliştirdiği Cedel-kelâm anlayışı doğrultusunda görüş belirtmiş, tavır koymuştur. Söz konusu ihtilaf onun bu anlayışının göz önünde bulundurulmamasından kaynaklanmaktadır. Onun kelâm hakkındaki görüşünün farklı algılanmasına sebebiyet veren bir diğer âmil de; onun ya da talebelerinin kelâmla ilgili sözlerinin rastgele ve söyleniş sebepleri dikkate alınmadan genel değerlendirmelerle ele alınıp neticeye varılmasıdır. Netice itibarıyla Ebû Hanîfe itikatla ilgili esasların öğrenilmesini “Fıkh-ı Ekber” olarak görmekte. Ehl-i Bid’atın mezheplerinin tenkid edilip yanlışlarının ortaya konulmasını da, ulemanın en temel sorumluluklarından birisi olarak kabul etmektedir. Onun karşı çıktığı; bid’atların, batıl görüşlerin, İslam dışı inanç ve düşüncelerin İslamiymiş gibi ele alınıp işlenilmesi, gündem maddesi yapılmasıdır. İslamî inançların delilleriyle öğretilmesi ve bid’atların tenkidi her zaman; İslam dışı fikir ve inançların ele alınıp incelenmesi ve reddi, gerekli oldukça yapılmalıdır. Ebû Hanîfe’nin kelâmı terk edişi de üzerinde durulması gereken bir konudur. Bazıları onun kelâmı bid’at olduğu için terk ettiğini söylüyorsa da bu tespitin gerçeği tam olarak yansıtmadığı ortadadır. Zira Ebû Hanîfe meşru kelâmı tenkid etmemiştir. Tenkid ettiği; kelâmcıların gayri İslamî tavır ve görüşleridir.[133] Kelâmı terk edişi bir başka ilme intisap için de değildir. Bu ilimde mahirleştiği ve öğrenilmesi gereken her meselesini öğrendiği içindir... Fıkıh ilmine intisabı ise kelâmı bırakıp çarşıya döndüğü günlerde gördüğü bir rüya üzerine tekrar ilim tahsiline karar verip ilimleri faydaları açısından bir değerlendirmeye tabi tutmasından sonra olmuştur.[134] Her ne kadar bu değerlendirme neticesinde Fıkıh ilmini seçmişse de bu tercihi mahir bir kelâmcı olarak yaptığı unutulmamalıdır. Yaklaşık olarak 102/720’de 22 yaşlarında Hammâd’ın meclisine intisap ettiğine göre; oğlu Hammâd bu intikal sırasında ya daha doğmamıştır, ya da henüz çocuktur. Hammâd büyüyüp ilim tahsil edecek yaşa geldiği yıllarda ise Ebû Hanîfe artık fetva veren ünlü bir fakihtir. Oğluna ilk tavsiye ettiği ilim, Kelâm olduğuna ve kelâmda mahirleştiğini görünce ona kelâmı bırakıp Fıkha yönelmesini emrettiğine göre;[135] Kelâmı, ne kendisi bid’at olduğu için bırakmıştır, ne de bu sebeple oğlunu kelâmdan men etmiştir. Bu intikalin bir ilmin öğrenilmesinden sonra bir diğer ilme geçmekten öteye bir manası yoktur. 2- Diğer İlimlerdeki Mevkii İmam’ın ilgi alanı kelâmla sınırlı değildir. Gençlik yıllarında Kur’an’ı ezberlemiş[136], kıraatlerde görüş belirtecek maharet ve bilgi kesbetmiştir. Onun: “Âsım’ın (ö. 127/744) kıraati doğru bir kıraattir. Hamza’nınkinde (ö. 156/772) ise Tak’îr vardır” dediği naklolunur.[137] Fakih olmak en azından ahkam ayetlerini çok iyi bilmeyi gerektirir. Buna göre Ebû Hanîfe’nin tefsir bilmesi inkar edilemez bir gerçektir. Onun Atâ b. Ebî Rabah (ö. 114/732), Katâde (ö. 118/736) ve el-Kelbî (ö. 144/761) ile tefsir üzerine görüş alışverişinde bulunduğu bilinmektedir.[138] Ebû Hanîfe zannedildiğinin aksine Hadiste de geniş bir kültüre sahiptir. Talebeleri onun: “Ben Kûfe nin hadislerinin hepsine vâkıfım”[139] dediğini naklederler. Muhammed b. Şucâ (ö. 256/869) ve Muhammed b. Simea (ö. 233/847) onun rivayet ettiği kırk bin hadisin arasından seçtiğini; el-Hasen b. Ziyâd (ö. 204/819) da dört bin hadis rivayet ettiğini, bunların iki bininin Hammâd b. Ebî Süleymân, kalanların ile diğer üstadları yoluyla olduklarını ifade etmişlerdir.[140] Cerh ve Ta’dîl ulemasının öncülerinden olduğu, bu ilmin meşhurları arasında kabul gören bir gerçektir.[141] Ferâiz ilminde de mahirdir.[142] “Dede ve Kardeşler” meselesindeki görüşü bütün fıkhî mezheplerce kabul görmüştür.[143] Fıkıhtaki birikim ve mevkisi ise herkesçe itiraf edilmiştir.[144] Konumuz Ebû Hanîfe’nin itikadi görüşleri olduğundan onun diğer ilimlerdeki mevkiine özet bir şekilde değindik.
--------------------------------------------- 4. MAKALE İMAM EBÛ HANİFE’NİN ESERLERİ -------------------------------------------- Günümüz ilim çevrelerinde İmam Ebû Hanîfe’nin itikadi eserleri üzerinde yapay bir tartışma oluşturulduğu gözlemlenmektedir. Bu eserlerin Ebû Hanîfe’ye nispetlerinin hatalı olduğunu öne sürenler bu görüşlerini başlıca şu delillere dayandrımışlardır. -Menâkıb Müellfleri bu eserlerin Ebû Hanife’ye nispetinde ittifak etmemişlerdir.[145] -Hiç kimse bu eserlerin Ebû Hanîfe’ye ait olduğunu –yüzde yüz- iddia etmemiştir.[146] -Mürcie, Ebû Hanîfe’den sonra kelâmî bir ekol haline gelmiştir. Hicri ikinci asırada Ebû Hanîfe’nin Mürcie’ye red yazmasının mümkün olmadığı açıktır.[147] -Bu kitaplarda sonraki dönemlerde ortaya çıkmış bir takım kavramlar kullanılmaktadır. …Söz konusu kitaplardaki Hilafet tertibindeki görüşüyle, menakıb kitaplarında nakledilen görüş çelişmektedir.[148] -Bu kitapların muhtevalarının bir kısmının Ebû Hanîfe’ye aidiyeti kabul edilse bile bir kısmının sonradan ilâve edildiği açıktır.[149] Menakıb müellifleri bu eserlerin Ebû Hanîfe’ye ait olduğuna hemfikirdirler. Ebû Zehrâ, Menakıb müelliflerini bu kitapların nispetlerinde ittifak etmediklerini iddia etmekle birlikte, el-Kerderî’den başka kaynak göstermemiştir. El-Kerderî ise bu kitapların Ebû Hanîfe’nin eserleri olduğunu haber vermektedir.[150] Dolayısıyla Menâkıb müelliflerine dayanarak bu kitapların nispetlerinde şüphe yersizdir ve mesnetsizdir. El-Kerderî’nin söz konusu ettiği şüphe kendisinin de belirttiği gibi Mu’tezile’nin şüphelerindendir.[151] Ebû Hanîfe’nin Mu’tezilî olamayacağı kendis tarafından da itiraf edildiğne göre bu şüpheye dayanılarak kitapların nispetinde tereddüt boş bir iddia olmaktan öteye geçmez. Ayrıca iddianın kabulü halinde Ebû Hanîfe’nin de Mu’tezile’den olduğunu kabul gerekir ki bunun tutarsızlığı ortadadır. Hiç kimsenin bu eserlerin yüzde yüz Ebû Hanîfe’ye nispetini iddia etmediği görüşü de hatalı bir değerlendirmeye dayanmaktadır. Başta Menâkıb Müellifleri olmak üzere Sünnî-Hanefî ulemasının söz ve tavırları bu iddiayı yalanlarlar. El-Beyâdi, İşârâtu’l Merâm’da bu eserlerin Ebû Hanîfe’ye ait olduğunu ispat eden Ulema ve eserlerini zikretmiştir.[152] Ayrıca Ebû Hanîfe’nin eserleri bölümünde vereceğimiz bilgilere müracaat edilmelidir. Mürcie’nin Ebû Hanîfe’den sonra kelâmi bir ekol haline gelmesi ve buna bağlı olarak öne sürülen iddialar da temelden hatalıdır. Mürcie ve İrcâ daha sahabe asrında ortaya çıkmışlardır. Târih, Fırak ve Kelâm kitapları bunu ispat etmektedir. Daha hicri birinci yüzyılda ircâ fikri ve Mürcie’ye Ehl-i Sünnet, Mu’tezili ve Ehl-i Beyt uleması reddiyeler yazmışlardır. Zeyd b. Ali’nin Mürcie’den teberri ettiği meşhurdur.[153] Sonraki dönemlerde ortaya çıkan bir takım kavramların varlığı iddiası da yanlıştır. “Kerâmet”, “İstidrâc” ve “Âyât” kelimeleri bir istilahtan ziyade luğavi olarak kullanılmışlardır. Kaldıki söz konusu üç mana da İslâmla birlikte müslümanların gündemlerine giren manalardır. Ebû Hanîfe peygamberlere verilen harikulade olayları “Âyetler”, “Deliller” olarak nitelemekte, salih mü’minlere Allah’ın lütfu ve kerameti olarak bazı sıradışı hallerin verilmesinin caiz olduğundan bahsetmekte, müslüman olmayanlarda da benzer hallerin “istidrâcen” görülebileceğini ifade etmektedir. Bu kavramların o dönem şartları göz önünde bulundurulduğunda tasavvufla özdeşleştirilmesi de isabetli bir değerlendirme değildir. Sonraki dönemlerde tasavvuf kitaplarında bu manaların kavramlaştırılması asr-ı saadet ve sonrasında bu manaların bilinmemesi ya da var olmamasını da gerektirmez. Menâkıb kitaplarında Osmân ile Alî arasındaki fazilet tertibinde bir farklılık olmadığı, ama bu kitaplardaki tertiple el-Fıkhu’l Ekber metnindeki tertip arasında fark bulunduğu; bunun ise el-Fıkhu’l Ekber’in Ebû Hanife’ye ait olmadığına delil olduğu öne sürülmüştür.[154] Menakıb kitaplarındaki hilafet ve fazilet tertibinde ihtilaf olmadığı iddiası hatalıdır. Dolayısıyla bu varsayımın üzerine bina edilen el-Fıkhu’l Ekber’in tahrif edildiği iddiası da hatalı ve yanlıştır.[155] Ebû Zehrâ’nın müracaat ettiği bir iki kaynağa binaen böyle genel ve önemli neticelere varması da bir diğer yanlıştır. El-Fıkhu’l Ekber’deki tertiple, Menakıp kitaplarında râcih olduğu ifade edilen aynıdır.[156] Bu kitaplara sonradan bazı ilavelerin yapıldığı da söylenmiş, delil olarak da el-Beyâdî’nin kıyamet alametleri ile ilgili bölüme yer vermemesi ve bazı yazma nüshalarda bu bölümün var olmaması gösterilmiştir.[157] El-Beyâdî kıyamet alametleriyle ilgili bölümü kitabının “Hatime” bölümünde vermek üzere eserini tertip etmiş, ama ancak ilahiyat bahislerini erişebildiğinden “İşârâtu’l Meram”ın matbû nüshasından kıyamet alametleri yer almamıştır. El-Beyâdî, İşârâtu’l Merâm’ın değişik yerlerinde bu hususa işaret etmiştir.[158] Bazı yazma nüshalarda bu bölümün var olmaması da bir şeyi değiştirmez. Bizim incelediğimiz on küsür el-Fıkhu’l Ekber nüshasında kıyamet alametleri bölümü mevcuttur.[159] Ayrıca ilgili bölümün yokluğunun sonradan ilaveye delaleti, bu bölümün o nüshadan düşüşüne veya nâsih hatasına delaletinden daha kuvvetli değildir... el-Fıku’l Ekber’i bütün şerhlerinde ilgili bölümün varlığı da sözkonusu iddianın asılsızlığını gösteren bir diğer delildir. Netice itibarıyla böyle zayıf şüphelere binaen bu eserlerin Ebû Hanîfe’ye nispetinde şüphe etmek yersiz ve yanlıştır. 1 AKÂİD İLMİNDEKİ ESERLERİ 1- el-Fıkhu’l Ekber[160] Bu eseri Hammâd b. Ebî Hanîfe (ö.170/785) rivayet etmiştir.[161] Yaklaşık yüz faklı meselede Ehl-i Sünnet’in görüşlerini hâvidir. Nüshaları: Şehid Ali Paşa 1670, 867 h. –Hacı Mahmud Efendi 1399, 870 h. –Reisul Kuttâb, 1198, 985 h. Baskı ve Tercemeleri: Kâhire’de müteaddid defalar, Haydarâbâd’da 1342 h.’de, İstanbul’da 1331 h.’de basılmıştır. 1981 yılında Mustafa Öz tarafından, 1984 yılında Ali Nar ve 1992’de Ahmed Karadut tarafından İstanbul’da aslı ve tercemesi neşredilmiştir. 1954’de Hasan Basrî Çantay tarafından Ankara’da, 1952’de Seniyuddin Başak tarafından İstanbul’da, 1952’de Sabit Ünal tarafından Ankara’da Türkçe tercemeleri neşredilmiştir. Bilindiği kadarıyla matbu en eski Türkçe tercemesi Müstakimzade Sa’dettin Efendi tarafından yapılmış ve İstanbul’da basılmıştır. Şerhleri: Alî b. Muhammed el-Bezdevî (ö. 482/1089), Ekmeluddin el-Bâbertî (ö.786/1384), İlyâs b. İbrâ-hîm es-Sînobî (ö.891/486), ahmed b. Muhammed el-Mağnisâvî (ö.1000/ 1591), Muhyiddin Muhammed b. el-Bayramî (ö.956/1549) ve Alî el-Kârî (ö.1014/1702)’nin el-Fıkhu’l Ekber üzerine şerhleri meşhurdur. 2- El- Vasiyye:[162] Ebû Yusuf tarafından rivayet edilmiştir.[163] Ebû Hanîfe bu risalede on iki maddede Ehl-i Sünnet inancını özetlemiş ve ashabına bu inançlara bağlı kalmalarını vasiyet etmiştir. Nüshaları: Pertev Paşa, 650/3, 753h.; Ayasofya, 2330, 851h.; Kasidecizâde, 724, 1062h. Baskı ve Tercemeleri: Kâhire’de 1936’da tahkiksiz olarak, 1983’de Abdulfettah el-Hılv tarafından tahkik edilerek ve 1368 h.’de el-Kevserî tarafından neşredilmiştir. 1331 h.’de İstanbul’da beş eser bir arada basılmıştır. 1981’de Mustafa Öz tarafından arapça aslıyla brilikte, 1983’te Yunus Vehbî Yavuz tarafından yalnız Türkçesi basılmıştır. Şerhleri: Molla Hüseyin b. İskender er-Rûmî (ö. 1804/1673), Ekmeluddîn el-Bâbertî (ö. 186/1384), Abdullâh b. Ebî Saîd el-Hâdimî (ö. 1176/1762) tarafından şerhedilmiştir. Her üç şerh de tahkiksiz olarak matbûdur. 3- el-Âlim ve’l Müteallim[164] Ebû Mukâtil, Hafs b. Selem es-Semerkandî (ö. 208/823) tarafından rivayet edilmiştir.[165] Kelâm öğrenmek, İman, Kebira ve ilgili meselelerin akli ve yer yer de nakli izahlarını hâvîdir. Soru cevap stilinde yazılmıştır. Nüshaları: Yeni Cami 1190/6, 1073 h., Antalya Tekelioğlu 858/2 –Selim Ağa 587/13, 9. h. yy. Baskı ve Tercemeleri: 1349 h.’de Haydarâbâd’da, 1368 h.’de Kâhire’de el-Kevserî tarafından, 1331 h:’de İstanbul’da tahkiksiz olarak neşredilmiştir. 1969’da Naim Erdoğan tarafından ve 1981’de Mustafa Öz tarafından Arapça aslıyla birlikte neşredilmiştir. Şerhleri: Muhammed b. el-Hasen b. el-Fûrek (ö. 406/1015) tarafından yapılmış bir şerhi vardır ve henüz basılmamıştır. 4- el-Fıkhu’l Ebsat [166] Râvisi Ebû Muti el-Hakem b. Abdillâh el-Belhî’dir (ö.199/814).[167] “el-Fıku’l Ekber” ve “Kitâbu’r Reddi Ale’l Kaderiyye” diye de anıldığı vâkîdir.[168] Hammâd b. Ebî Hanîfe (ö. 170/785)’nin rivayet ettiği el-Fıkhu’l Ekber’den ayırmak için bu isimle adlandırmıştır.[169] İnançla alakalı meseleleri öğrenmenin önemi, istitâat, kader, emri bi’l ma’ruf, imân, kebîra, sıfâtullâh ile ilgili meseleleri kelâmi bir uslupla ele alır. Eser Ebû Mutî el-Belhi’nin derlemiş olduğu sorulara verdiği cevaplardan oluşmaktadır.[170] Nüshaları: Yeni Câmi 1190, 560 h.; Fâtih 313/1, 687 h.; Karaçele-bizâde 357/2, 701 h. Baskı ve Tercemeleri: 1307 h. ve 1334 h.’de tahkiksiz olarak ve 1368 h.’de el-Kevserî’nin tahkikiyle Kâhire’de, 1342 h.’de Haydarabâd da, 1331 h.’de İstanbul’da basılmıştır. 1981 yılında Mustafa Öz tarafından tercemesiyle basılmıştır. Şerhleri: Ebû’l Leys es- Semer-kandî (ö. 373/983),[171] Atâ b. Ali b. Muhammed el-Cüzcâni (ö. 687/1288) tarafından şerh edilmiştir. 5- Risâletu Ebî Hanîfe ile’l Betti I. [172] Ebû Yûsuf tarafından rivayet edilmiştir.[173] Ebû Hanîfe’nin Basra fukahasından Osman b. Süleyman b. Curmuz el-Bettî (ö. 143/760)’ye[174] iman ve hakikati, büyük günah işleyenlerin hükümleri üzerine görüşlerini ifade ettiği ve kendisine yöneltilen irca töhmetini reddettiği bir mektuptur. Nüshaları: Hacı Selim Ağa, 587, 761 h.; Yeni Cami, 1190/3 h.; Fatih, 5392/6, 1142 h. Baskı ve Tercemeleri: 1342 h.’de Haydarâbâd’da, 1331 h.’de İstanbul’da, 1334 h.’de tahkiksiz, 1368 h.’de el-Kevserî, 1988’de Abdurrahmân Hasen b. Mahmûd tahkikleriyle Kâhire’de basılmıştır. 1981’de Mustafa Öz tarafından tercemesiyle birlikte İstanbul’da basılmıştır. 6- Risâletu Ebî Hanîfe İle’l Betti II. [175] Ebû Hanîfe’nin el-Betti’yle mektuplaştığı sabittir. Ama elimizdeki kaynaklarda ikinci bir risalenin korunduğuna dair bir bilgiye ulaşmak mümkün olmamıştır. Araştırmalarımız sırasında 700 h. yazım tarihli imân ve din kavramları üzerine olan bir risale daha tesbit ettik. Üslubu da delillendirmeleri de Ebû Hanîfe’nin uslup ve delillendirmelerine uygunluk ve benzerlik arzetmektedir. 2- FIKIH İLMİNDEKİ ESERLERİ Fıkıh ilmini günümüzdeki haliyle “Bâblar” ve “kitaplar” halinde düzenleyen ilk Fakih İmam Ebû Hanîfe’dir. O fıkıh ilmini “Kitâbu’t Tahâre” ile başlayıp “Kitabu’l Ferâiz” ile biten bölümlere ayırmıştır.[176] Onun kitaplarını ilk yazan, talebelerinden Ebû Amr, Esed b. Amr el-Becelî (ö. 188/803) olmuştur.[177] Züfer b. Huzeyl ve Ebû Yûsuf da İmam Ebû Hanîfe’nin eserlerini yazan on büyük talebesindendirler.[178] Ebû Hanîfe’nin talebeleri, onun eserlerini yazarlar ve onları Ebû Hanîfe’ye okuduktan sonra icazet alırlar, sonrasında da memleketlerine dönüp bu kitapların tedrisiyle meşgul olurlardı.[179] Meşhur Muhaddis ve Fakîh Abdullah b. El-Mübârek (ö. 181/796)’te bunlardandır. Ebû Hanîfe’nin eserlerini dolaylı ve direkt olarak Ebû Hanîfe’den dinlemişti.[180] Bu hususta şöyle dediği naklolunur: “Ebû Hanîfe’nin kitaplarını birçok defalar yazdım. Bazen ziyadeler olurdu, onları da yazardım...”[181] Ebû Hanîfe’nin yaşadığı dönemin meşhurlarından Süfyân es-Sevrî’nin, (ö.161/776), İmam Mâlik’in (ö.179/794), el-Evzâî’nin (ö. 157/773), el-A’meş’in (ö. 148/765) onun kitaplarından edindikleri ve faydalandıkları sabittir.[182] Eldeki verilere göre bu kitaplar, Ebû Hanîfe’nin vefatından sonra talebeleri tarafından okutulmaya devam edilmiştir.[183] Ebû Hanîfe’nin mezhebi bu kitaplar sayesinde bir yandan Horasan’a diğer yandan da Mağribe, Tanca’ya kadar ulaşmıştır.[184] İmam eş-Şâfî (ö. 204/819) “Ebû Hanîfe’nin kitaplarına bakmayan ne ilimde derinleşebilir ne de fakih olabilir” demiştir.[185] Onun en meşhur talebelerinden olan İsmail b. Yahyâ el-Müzenî’nin (ö. 264/878) Ebû Hanîfe’nin kitaplarına baktığı ve onlardan zor meselelerin hallinde istifade ettiği İmam et-Tahâvî (ö. 321/933) tarafından naklolunmuştur.[186] Naklettiğimiz bütün bu bilgilerden sonra Ebû Zehrâ gibi İmam’ın fıkıhta bir eserinin olmadığını iddia edenlerin hataları ortaya çıksa gerekir.[187] Ebû Hanîfe’nin fıkıhta eser yazması birşeydir, yazdıklarının günümüze kadar ulaşması başka bir şey... Fıkıhta eserlerinin bize kadar ulaşmamış olmasından onun bu sahade eser yazmamış olmamasına istidlal edilemez. Ebû Hanîfe’nin fıkhî mirasını nakleden büyük talebeleri mutlaka içtihat seviyesine ulaşmışlardır. Onun fıkhını ve eserlerini kendi içtihatlarını da zikrederek kaydedip naklediyorlardı. Zamanın akışı içerisinde yalnızca Ebû Hanîfe’nin görüşlerini havi eserler kaybolmuş olsa gerekir.[188] 7 Kitâbu’r Rehn[189] 8 Kitâbu’l Feraîz[190] 9 Kitâbu’ş-Şurût[191] 10 Kitâbu Menâsiki Hac[192] 11 Kitâbu’r Re’y[193] 12 İhtlilâfu’s-Sahâbe[194] 13 Kitabu’l Cami[195] 14 Kitâbu’s-Siyer[196] 15 el-Kitâbu’l Evsat[197] 3-HADİS İLMİNDEKİ TASNİFLERİ[198] es-Sâlihî, Ukûdu’l Cumân’ında[199] bu müsnedlerin Ebû Hanîfe’ye kadar senetlerini zikretmiştir. El-Kevserî, el-İmtâ[200] ve et-Tahrîru’l Vecîz fî mâ Yebteğîhi’l Müstecîz isimli eserlerinde Hasen b. Ziyad el-Lu’luî’nin rivayeti olan müsnedin ve diğer on yedi müsnedin Ebû Hanîfe’den kendisine kadar ulaşan senetlerini zikretmiştir. [201] 16 el-Asar Muhammed b. el-Hasen eş-Şeybânî’nin rivayeti olan Müsned[202] 17 Hammâd b. Ebû Hanîfe’nin rivayet ettiği Müsned[203] 18 Ebû Yûsuf’un rivayeti olan Müsned[204] 19 Ebû Abdillah el-Huseyn el-Belhî’nin rivayeti olan Müsned[205] 20 Ebû Bekr Ahmed el-Kelâî’nin rivayeti olan Müsned[206] 21 Ebû’l Hasen Ömer el-Eşnâni’nin rivayeti olan Müsned[207] 22 Ebû’l Hasen Muhammed Hubeyş b. Ziyâd el-Lu’luî’den rivayeti olan Müsned[208] 23 Ebû Bekr Muhammed el-Ensârî’nin rivayeti olan Müsned [209] 24 Ebû Ahmed Abdulâsh el-Cürcânî’nin rivayeti olan Müsned[210] 25 Ebû Nuaym Ahmed el-Esbahânî’nin rivayeti olan Müs-ned[211] 26 Ebû Hasen Muhammed’in rivayeti olan Müsned[212] 27 Ebû’l Kâsım Talha eş-Şâhid’in rivayeti olan Müsned[213] 28 Ebû Muhammed el-Hârisî’nin rivayeti olan Müsned[214] 29 “Nushatu Muhammed” isimli Müsned[215] 30 Ebû Alî el-Bekrî’nin rivayeti olan Müsned[216] 31 Ebû Bekr el-Mukrî’nin rivâyeti olan Müsned[217] 32 İbn-u Ebi’l Avam’ın rivayeti olan Müsned[218] 4- VASİYETLERİ 33 Vasiyetu Ebû Hanîfe l’ibnihi Hammâd[219] 34 Vasiyyetu Ebû Hanîfe li Ebî Yûsuf[220] 35 Vasiyyetu Ebû HanÎfe li Yûsuf b. Hâlid es-Semtî (ö. 189/804)[221] 36 Vasiyyetu Ebû Hanîfe li Nûh b. Ebî Meryem (ö. 173/788)[222] Dipnotlar [1]es-Salihî, Ukûdu’l Cum’an s.40, Mektebetu’l İman, Medîne 1974; el-Kuraşî, el-Cevâhiru’l Mudiyye Fî Tabakâti’l Hanefîyye s.49, Mektebetu’l-İmân, Kâhire, 1978; el-Gizzî, et-Tabakâtu’s-Seniyye I. 73,74, Dâru’r-Rufâî,1983. [2] Es-Sâlihî, a.g.e., s.41. [3] Ebû Hanîfe’nin lakapları için bkz. el-Kerdevî, Menâkıbu Ebû Hanîfe II. 253, Dâru’l Kitâbi’l Arabî, Beyrût, tsz.; el-Kuraşi a.g.e., s., s.149;el-Gizzî a.g.e., s.I 73,74. [4] Ez-Zehebî Cüz s.7 (el-Kevserî’nin dipnotu) Lecnetû İhyâi’l Meârifi’in Nu’mâniye, Kâhire, tsz. Krş. Ez-Zehebî a.g.e., s. 7; İbnu’n Nedîm, el-Fihrîst s.284; ez-Zehebî, Tezkîrâtu’l Huffâz I. 168; el-Gizzî, el-Tabakâtu’s Seniyye I. 74; el-Heytemî, el-Hayrâtu’l Hisâm, s.30; Dâru’l-Kutubi’l İslâmiyye, Lübnân 1983; en-Nevevî, Tehzibu’l Esmâ II. 216; el-Kuraşî, el-Cevâhiru Mudiyye I. 51,52,53; es-Sâlihî, Ukudu’l Cum’ân s.36. [5] el-Heytemî, el-Hayrâtu’l Hisâm s.31; es-Sâlihî a.g.e., s.42 onun Nesa’da doğduğu hakkındaki görüş için, es-Sâlihî a.g.e., s.38. [6] es-Saymerî, Ahbârû Ebû Hanîfe s.17, Âlemu’l Kutub, Beyrut, 1985; ez-Zehebî Cüz, s.7; en-Nevevî, Tehzîbu’l Esmâî ve’l Lugât, II. 216, Dâru’l Kutubi’l İlmiyye, Lübnan, tsz.; es-Sâlîhî a.g.e., s.37. [7] es-Sâlîhî a.g.e., s.42 [8] el-Kuraşî a.g.e., s.53 [9] el-Kevserî, Te’nibu’l Hatîb, s.43, Kâhrie, 1990; Sıbtu İbni’l Cevzî, el-İntisâr ve’t Tercîh (dipnot) s.11, Mektebetu Dâri’l Hidâye, Kâhire tsz.; ez-Zehebî, Cüz, s.7 [10] es-Sâlihî a.g.e., s.37 [11] el-Kerderî a.g.e., II. 73; es-Sâlîhî a.g.e., s.39. Kaynaklarda Zeyd b. Esed isimli bir sahabiye ulaşamadık. Bu herhalde Zeyd b. Useyd b. Hârise es-Sakâfî olmalıdır. Bkz. İbnu Hacer el-Askâlâni, el-Isâbe fî Temyîzi’s Sahâbe I. 542, Dâru’l Kutubi’l Arabî, Lübnan, tsz. [12] Uzunpostalcı, Mustafa, DİA, X. 131, “Ebû Hanîfe maddesi” [13] es-Sâlihî a.g.e., s.38 [14] es-Sâlihî a.g.e., s.38 [15] en-Nevevî a.g.e., II. 216 [16] en-Nevevî a.g.e., II. 216 [17] en-Nevevî a.g.e., II. 216, 217 [18] es-Sâlihî a.g.e., s.38; el-Gizzî a.g.e., I. 74; en-Nevevî a.g.e., II. 27. [19] El-Mekkî, a.g.e., s. 1, 10, 100, 168, 170,196,241, Dâru’l Kutubi’l Arabî, Beyrut; ez-Zehebî, Cüz, s.23,25,26,29; el-Gızzî a.g.e., I. 107,108 [20] El-Mekkî a.g.e., I. 136, 137; el-Kerderî, a.g.e., II. 218; es-Sâlihî, a.g.e., s.276 [21] el-Gızzî a.g.e., s. I. 121 [22] el-Kerderî a.g.e., II. 136; el-Mekkî a.g.e., I. 52,53; el-Haccâc’ın terceme-i hali için bkz. İbni Kesîr, el-Bidaye ve’n Nihâye, IX. 131 vd. [23] es-Sâlihî a.g.e., s.160 [24] es-Sâlihî a.g.e., s.52,59; Abdullah b. Ebî Evfâ’nın ölümü Kûfe’de 86 veya 87 h. dedir. bkz. İbnu Hazm, Esmâu’s-Sahabeti’r Ruvât s.64, Dâru’l Kutubi’l İlmiyye, Lübnan 1992. [25] Es-Saymerî a.g.e., s.18; İbnu Abdilber, Câmiu Beyâni’l İlmi ve Fadlih, I. 45, Kâhire, tsz.; Sıbtu İbni’l Cevzî, el-İntisâr ve’t Tercîh, s.10,11; es-Suyûtî, Tebyîdu’s Sahîfe, s.2282,283, Dâru’l İhyâi’l Ulûm, Beyrut, 1988; es-Sâlihî a.g.e., s.49,50,51; el-Kevserî, Te’nibu’l Hatîb, s.321,323. [26] Bu rivayetin değişik senet ve nakilleri için bkz. İbnu Abdilberr, Câmiu Beyâni’l İlmi ve Fadlih, I. 45; es-Sâlihî a.g.e., s.54,63; es-Suyûtî, Tebyûdu’s Sahife, s.281,286; el-Hârizmî, Câmiu’l Mesânid, I.22,26, Dâru’l Kutubi’l İlmiyye, Beyrut, tsz.; Abdullah b. el-Hâris b. Cez’in terceme-i hâli için bkz. İbnu Abdilberr, el-İstîhab fî Esmâil Ashâb, II. 271, Dâru’l Kitabi’l Arabî, Lübnan, tsz.; el-Heytemî a.g.e., s.32,36; Sıbtu İbni’l Cevzî a.g.e., s.10,15; es-Saymerî a.g.e., s.18; el-Mekkî a.g.e., s.28,31; el-Kevserî, Te’nibu’l Hatîb, s. 321,323. [27] El-Hatîb el-Bağdâdî, Târihu Bağdâd, XIII. 327; el-Gızzî a.g.e., I. 104; en-Nevevî a.g.e., II. 217; ez-Zehebî, Cüz. 15,16; es-Saymerî a.g.e., s.63; el-Kerderî a.g.e., s.274. [28] el-Kerderî, a.g.e., II. 137 [29] el-Mekkî, a.g.e., I. 54 [30] el-Mekkî, a.g.e., I.57; el-Kerderî a.g.e., II. 136; el-Kevserî, Mukaddimetu’l İşarâti’l Merâm s.4, el-Halebî, Kahire, 1949 [31] el-Salihî, a.g.e., s.161,162 [32] el-Mekkî, a.g.e., 58; êl-Kerderî a.g.e., II. 136 [33] el-Mekkî, a.g.e., I. 55,56; el-Kerderî a.g.e., II. 136 [34] el-Mekkî, a.g.e., I. 57; el-Kerderî a.g.e. II. 136 [35] el-Kerderî, a.g.e., II. 138 [36] el-Mekkî, a.g.e., I. 383 [37] el-Mekkî, a.g.e., I. 383. Bu rüyanın Ebû Hanîfe’nin tedrise başlayıp “Kitâb-u Sâlât”ı yazdığı günlerde olduğuna dair rivayetle varsa da, içeriklerinde rüyanın tabirinin İbnu Sirîn’e sorulduğu hatalı olduğu gerektir. Krş., el-Hârizmî, Câmiu’l Mesânid, I. 119; İbnu Abdilberr, el-İntika, s.145,146; ez-Zehebî cüz, s.22; en-Nevevî, Tehsibu’l-Esmâi ve’l Lugât,II. 219 [38] el-Mekkî, a.g.e., s. 52,53,54; el-Kerderî, a.g.e., s 138; bizce kaynaklarda pekçok müellif tarfından nakledilen ilimlerin değerlendirilmesiyle ilgili görüşleri bu dönemden bahsetmektedir. Ez-Zehebî “Siyer VI., 396,397,398” ve onu haklı bulan bazı yazarlar “İsmail Hakı Ünal, İmam Ebû Hanîfe’nin Hadis Anlayışı, s. 18” bu, rivayetleri doğru değerlendiremedikleri için Ebû Hanîfe’nin kelâm tahsil etmediğini imaya kadar vardırdıkları yanlış değerlendirmeler yapmışlardır. Ebû Hanîfe’nin ilimler arasında bir değerlendirme yapıp aralarından fıkıh ilmini en faydalı ilim olarak seçmesiyle ilgili rivayetler oldukça çok ve sabittir. (bkz. el-Mekkî a.g.e., I. 52,53) İlimler arasında bir tercihte bulunduğu da, kelâm tahsil edip bir müddet meşgul olduğu da, fıkıh tahsil ettiği de sabit olduğuna göre; en akıllıca ve rivayetlere en uygun sıralama, önce kelâm, sonra ilimlerin tedkiki, sonrasında da aralarından fıkıh ilminin seçilmesi şeklindeki sıralama olmalıdır. Zaten İmam da bunu kendi ağzıyla ifade etmiş, “Kelâmı terk edip fıkha yöneldim..” demiştir. (bkz. el-Kerdevî a.g.e., II. 138. [39] Ebû Hanîfe fıkıh ilmini tercih edince öncelikle ilme intisabına vesile olan eş-Şa’bî’ye gitmiş, eş-Şa’bî onun sorularına el-Hakem b. Uteybe’nin ve Hammâd b. Ebî Süleyman’ın fetvalarıyla cevap vermiş, çok soru sorması ve ince eleyip sık dokuması sebebiyle ona tahammülsüzlük göstermiş, bunun üzerine Katâde’nin meclisine gitmiş, onu kader görüşünü savunur görünce ondan da yüz çevirmiştir. Sonra Câbir b. Abdillâh’ın ashabından Ebû’z-Zübeyr’e gitmiş, onun diline sahip olamadığını görünce Hammâd’ın meclisine katılmıştır. (bkz. ez-Zehebî, Tezkiratu’l Huffâz, I.1
alıntı