Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Makale ÎMÂNINIZI KORUYABİLMEK İÇİN TÂFSÎLÎ VE TAHKÎKÎ ÎMÂNA GEÇİN

Necati Koçkesen Çevrimdışı

Necati Koçkesen

İyi Bilinen Üye
İslam-tr Yazar
ÎMÂNINIZI KORUYABİLMEK İÇİN TÂFSÎLÎ VE TAHKÎKÎ ÎMÂNA GEÇİN
(Çok önemli. Mutlaka okumanızı tavsiye ederim)

Değerli kardeşlerim, îmânın taklîdi îman, icmâlî îman, tafsîlî îman ve tahkîkî îman olmak üzere mertebeleri vardır. Önce bu mertebeleri belirtelim, sonra da neden bu konuyu açtığımızı îzah edelim.

Taklidi iman; Terim olarak insanın doğru ya da gerçek olduğunu düşünüp sorgulamadan başkalarına ait söz ve fiillerine tabi olarak onları delil ve hüccet olmadan olduğu gibi kabul etmesidir. Bir kimseyi taklid eden kişiye mukallid denir. Mukallid de herhangi bir delil aramaksızın başkasına ait söz veya fiilinin doğruluğuna inanıp ona bağlanan kimse demektir. Başka bir ifâde ile, kişinin İslâm toplumunda doğup büyümüş olmasının tabii sonucu olarak gözüken imana "taklîdî" iman denir.

İcmalî İman: Kelime-i tevhid ve kelime-i şehâdet sözünü dil ile söyleyip, kalp ile tasdik etmekdir. Bu sözü diliyle söyleyip kalbiyle tasdik eden kimse, inanılması gereken şeylere topluca iman etmiş olur.

Tafsîlî îmân: İnanılacak şeylerin her birine, açık ve geniş şekilde, ayrıntılı olarak inanmaya tafsîlî iman denilir. Tafsîlî iman üç derecede incelenir:

Birinci derece, Allah'a, Hz. Muhammed'in Allah'ın peygamberi olduğuna ve âhiret gününe kesin olarak inanmaktır. Bu, icmâlî imana göre daha geniştir. Çünkü burada âhirete iman da yer almaktadır.

İkinci derece, Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, öldükten sonra tekrar dirilmeye, cennet ve cehennemin, sevap ve azabın varlığına, kazâ ve kadere ayrı ayrı inanmaktır. Tafsîlî imanın ikinci derecesi amentüde ifade edilen prensiplerdir.

Üçüncü derece, Hz. Muhammed'in Allah katından getirdiği, bize kadar da tevâtür yoluyla ulaştırılan bütün haberleri ve hükümleri tasdik etmektir. Bir başka ifadeyle, mânası apaçık (muhkem) âyet ve mütevâtir hadislerle sabit olan hususların hepsine ayrı ayrı, Allah ve Resulü'nün bildirdiği ve emir buyurduklarını da içine alacak şekilde bütün ayrıntıları ile inanmaktır. Bu durumda namaz, oruç, hac ve diğer farzları, helâl ve haram olan davranışları öğrenip bütün bunların farz, helâl ve haram olduklarını yürekten tasdik etmek tafsîlî imanın üçüncü derecesini oluşturur.

Tahkîkî îmân: Akâid âlimlerine göre imanı, dinî ve aklî delillerle güçlendirmek gerekmektedir. Çünkü deliller, ileri sürülecek şüphe ve itirazlara karşı imanı korur. İşte delillere, bilgiye, araştırma ve kavramaya dayalı böyle bir imana tahkiki iman adı verilmektedir. Esas olan her Müslümanın tahkiki imana sahip olması, neye, niçin ve nasıl inandığının bilincini taşımasıdır. Buna göre tahkik, eşyayı gerçekten olduğu şekilde bilmek ve uygun şekilde hareket etmektir.

Yukarda da belirtildiği gibi, taklîdî îman kişinin birilerini taklid ederek onların inandığı şeylere inanmasıdır. Bu da genellikle İslam ülkesinde doğan kişilerin ana babasının, yaşadığı yerin inancını onlara bakarak kabullenmesi demektir. İslam âlimleri taklîdî îmanın câiz olup olmadığı husûsunda ihtilaf etmişler, bir kısmı taklîdî îmanın câiz olmadığını iddiâ ederlerken âlimlerin büyük çoğunluğu ise taklîdî îmanın câiz olduğunu belirtmişlerdir. Fakat taklîdî îmana küfür, şirk karıştırılmamışsa, îmana halel getirilmemişse câizdir. İçinde küfür, şirk olan taklîdî bir inanç ise câiz değildir ve sahibini ebedî olarak cehenneme gitmekten kurtarmaz.

Taklîdî îman, tafsîlî veya tahkîkî îmâna götürülmedikçe her zaman tehlikededir. Çünkü inanç esaslarının tümünü ayrı ayrı bilmeyen kimse îmanına küfür veya şirk düşünce ve sözlerin girmesini bilemez. Böyle olduğu zaman yâni inancına bilmeyerek küfür ve şirk karıştıran kimse hâlâ mü'min ve Müslüman olduğunu iddiâ eder. Bu îtikadda ölürse ebedî cehenneme gider. Bundan dolayı taklîdî îman her ne kadar câiz ise de sahibi günahkârdır.

İcmâlî îman da genellikle yeni Müslüman olan kişilerin kelime-i şehâdet ve kelime-i tevhidi söyleyerek îman etmesidir. Her ne kadar bununla kişinin inanç esaslarına tümden (topluca) îmân ettiği kabul edilirse de icmâlî îmâna sahip olan kimse de bu inancını tafsile, tahkike dönüştürmedikçe günahkardır. Çünkü inanç esaslarını kapsamlı olarak bilmediği için ağzından veya fiillerinden herhangi bir küfür veya şirk sâdır olabilir. Meselâ, Allah'ın sıfatlarını bilmeyen bir kimse Allah'ın sıfatlarına aykırı bir söz söyleyebilir. Peygamberlerin,meleklerin sıfatlarını bilmeyen, peygamberlere indirilen kitaplar hakkında doğru bilgiden mahrûm olan, kazâ, kader meselelerini inancına uygun bir şekilde öğrenmeyen, âhiret ahvâli ile ilgili meseleleri doğru dürüst öğrenmeyen kimseler her an bunlara aykırı bir söz söyleyebilir ve küfre veya şirke girebilir. Bundan dolayı, icmâli îman ile islâmı kabul eden kimseler de îmanlarını tafsili ve tahkîkî îmâna götürmek zorundadırlar. Böyle yapmadıkları zaman onlar da her zaman tehlike içerisindedirler. Bozuk ve sapık düşüncede olan insanların saldırıları ve iddiaları karşısında bocalarlar, ne diyeceklerini bilemezler. Hattâ onların bazı düşünce ve inançlarını kabul ederek onlar gibi küfre ve sapıklığa düşebilirler.

Îmânın en üst mertebesi tahkîkî îmandır. Çünkü böyle bir îmana sahip olan kimse inanç esaslarını araştırarak (tahkik ederek), delilleri ve hikmetleri ile bilir. Însanlara îman esaslarını anlatmasını bilir, delil isteyenlere deliller sunar. Yine küfür, şirk ve bid'at ehlinin saldırılarına karşı delille savunma yapar. Kendi îmânını koruduğu gibi karşısındakini de âciz bırakarak hezimete uğratır. Hattâ karşısındakinin îmâna gelmesine sebep olabilir.

Bundan dolayı kardeşlerim, îmanınızı tafsîlî ve tahkîkî olacak şekilde öğreniniz. Öğreniniz ki, internetlere girdiğiniz, sahibini tanımadığınız kişilerin yazılarını okurken, videolarını izlerken doğru mu yanlış mı yazdıklarını veya konuştuklarını seçebilesiniz.
Bugün insanların en felakette olduğu durum sanal âlemlerdir. Bir çok kişi taklîdî îmâna sahip olmasına rağmen internetlerde tanıdığı, tanımadığı bir çok kimselerin yazılarını okuyorlar, videolarını izliyorlar ve aklına, mantığına göre hareket ederek söylenenleri doğru veya yanlış kabul ediyorlar. Bu ise inanca bir çok küfür veya bid'at fikirlerin girmesine sebep oluyor. Ve böyle insanlar ilmin usulünü, edebini bilmediği için kendisini âlim zannediyor ve başlıyor kendileri gibi düşünmeyenleri tekfir etmeye.

Peki, tafsîlî veya tahkîkî îmana nasıl ulaşılır?

Bir üstaddan ders alarak. Çünkü kitaplardan alt yapınız olmadan îman esaslarını doğru bir şekilde öğrenemezsiniz. Akâid ile ilgili çok doğru bir kitap okusanız bile çoğu zaman ondaki kavramların bir çoğunu anlamayacaksınız. Belki kitabı yazan kimsenin kitabını yazdığı veya tercüme ettiği dile doğru dürüst hâkim olmadığı için, bozuk cümleler kurmasından, virgül ve noktalamaları yanlış yerlere koymasından dolayı anlatılmak istenen şeyleri yanlış anlayabilirsiniz. Ayrıca kitabı okurken karşınızda kafanıza takılan soruları soracağınız ve cevabını alacağınız bir kişi de yoktur. Halbuki ilmi bir üstaddan alırsanız, o sizin kapasitenizi bildiği için, meseleleri sizin anlayacağınız bir şekilde anlatmaya gayret eder. Bilmediğiniz, anlamadığınız şeyleri sorduğunuzda da örneklemeler yaparak meseleyi sizin anlayabileceğiniz gibi anlatır.

İmam Şâtibî fıkıh usûlü olarak yazdığı o muhteşem eseri El Muvâfakât'ta ilim tahsilinin yollarını anlatırken der ki:

"İlim tahsilinin iki yolu vardır:

1) müşâfehe: Üstaddan bizzat şifahî olarak ilim almak: bu yol ilim tahsilinde iki açıdan dolayı en faydalı ve ve sağlıklı yol olmaktadır:

A) Hoca ile öğrenci arasında Allah'ın koymuş olduğu bir hususiyet bulunmaktadır ve ilim tahsilinde bulunan herkes bunu müşâhade etmektedir. Nice meseleler vardır ki, öğrenci onu kitaptan okumakta, ezberlemekte ve defalarca tekrar etmekte fakat bir türlü anlamamaktadır. Aynı şeyi üstadın takrir etmesi durumunda ise anında anlamaktadır ve daha oracıkta konu hakkında ilim sahibi olmaktadır. Bu anlayış ya hal karineleri veya öğretmenin öğrencinin hatırına gelmeyen fakat asıl problemi teşkil eden noktayı açıklaması gibi hususlardan oluşan hissî bir durum neticesinde olmaktadır.

B) Ya da bunun ötesinde (manevi fetih diyebileceğimiz) başka bir şey vardır; yüce Allah öğrencinin hocasının huzuruna varıp onun ilmine olan ihtiyacını ortaya koyarak durması, ona gönlünü açması neticesinde onun basiretini açmakta ve böylece öğrenci o meseleyi kolayca anlamaktadır.

2. Mütâlâa: ilim tahsilinde ikinci yol da tasnif ve tedvin edilen kitapları mütâlâa etmektir. Bu da faydalı bir yoldur. Ancak iki şartı vardır:

A) O ilmin maksatlarını ve ıstılahlarını daha önceden öğrenmiş olmak ve o kitabın mütâlâası için gerekli olan altyapıya sahip olmak. Bu noktaya da daha önce arzettiğimiz birinci yolla yani şifahî tahsil ya da ona bağlı usullerle ulaşılır. "ilim adamların göğüslerinde idi. Sonra kitaplara intikal etti; fakat onların anahtarları hep erbabının ellerinde kaldı." sözünün manası işte budur. Kitaplar yalnız başlarına öğrenciye hiçbir şey vermezler; mutlaka hocaların onları açmaları, talebeyi elinden tutarak onların içine sokmaları gerekmektedir. Bu husuh müşâhade ile sabit bulunmaktadır.

B) İkinci şart, her ilimde ilk kaynaklar seçilmelidir. Her ilimde ilk mütehassıslar, kendilerini konuya sonra gelenlerden daha çok vermişlerdir. Bu görüşümüzün dayanağını da tecrübe ile haber oluşturmaktadır. Hangi ilim olursa olsun tecrübe ile açıkça sabittir ki, sonra gelenler, ilimde öncekilerin ulaşmış bulunduğu rüsûh mertebesine asla yetişememişlerdir. Amelî-nazarî her ilimde durum aynıdır. Öncekilerin (mütekaddimîn) dünya ve ahiretlerinin ıslâhı konusunda ortaya koydukları amelleri ile, sonraki gelenlerin (müteahhirîn) amelleri farklıdır. Aynı şekilde onların ilimleri de daha köklüdür. Sahabenin şer'î ilimlere olan vukufları, tabiîninki gibi değildir. Tabiînden sonra gelen neslin ilmi de tabiînin ilmi ayarında değildir. Bu zamanımıza kadar böyledir. Onların hal tercemelerine, sözlerine, menkıbelerine vâkıf olanlar bunu açıkça görürler." (El Muvâfakât, Türkçe baskı, birinci cilt, Sahife; 86-87)

Selam, duâ ve muhabbetle.

Necati Koçkesen
 
Pangea Çevrimdışı

Pangea

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
aleykumselam ve rahmetullah hocam Allah açıklamalarınız için razı olsun.
 
Üst Ana Sayfa Alt