Bîçâre Anı Defteri
Rebiü'l-Evvel 26 / '08
Defterimizde kendimiz/halimiz/ahvalimiz gibi bîçâre, aciz ve bedbaht.
Dikkat: Az sonra okuyacaklarınız; bir kısım hanım(cık)lar ve bir kısımdan bir fazla bey(cik)ler için ağır tespitler, ithamlar ve hakaretler içermektedir. Nefis yetmezliği, ihlâs sendromu ve imân vitamini eksikliği olanların okuması Diyanet işlerince sakıncalı görülmüştür. Doğacak semptomlardan anı defterimiz ve dördüncü şahıslar sorumlu tutulamaz.
İnternet Hanım(cık)ları
Şu an bu satırı okuduğunuza göre gayet sıhhatli, kuvvetli ve kendisine güvenen birisiniz… ya da aşırı meraklı, her “dikkat girilmez” denilen yere girme eğilimli tedaviye muhtaç bir vak’âsınız… ya da “kötüye bir şey olmaz” felsefesini benimsemiş, hakaret edilmekten feyz duyan fizyolojik bir yapınız mevcut, sizin için peşinen söylemeliyim ki “bu” cümle hatadan dönmek için son şansınız. Siz bilirsiniz...
TDK der ki… “internet” şudur, “hanım” budur, “-cak, -cuk, -cık, -cik” sakız çiğneme nidâsudur. Uzun uzadıya öğrenmek isteyenler ilgili siteye müracaat edebilirler, nede olsa bir el yaşayanına dokunmaya ürkülen farede, diğer el onunla kafiye oluşturan klavyede… Yabancı dil budalaları için (işte ilk hakaret, not al kızım, isteyen yazı sonu dava açabilsin); “mouse” ve kafiyeden yoksun “keyboard” da… Bir tarafta üstünde muhtevasına uygun ışıklar bulunan modemler, diğer tarafta inceldikçe pahalaşan yakın gelecekte herkesi gözlüklü yapacak ekran, onun karşısında (dönen, dönmeyen) bir koltuk ve koltuğun üzerinde tasvir edilemeyen bir beden. Çok zaman aynı olmakla birlikte, sadece “beyin” ve “kalp” özelikleriyle diğer bedenlerden farkı olan bir beden. Kahramanımızı bulduğumuza göre şu ağır “tespit”, “itham” ve “hakaret” kısmına geçebiliriz.
Şayet Nazım Hikmet hayranı, sol meraklısı, entelektüel takıntılı, burjuva simalı, şarap müptelası biri olsaydım ve masamın üzerinde gül suyu yerine deodorant, ayran yerine rakı olsaydı ve sakallarım toplanıp, saçlarım markalı jölelerle tanışsaydı, evime gelen gazetelerin adları da başka başka olsaydı burada yazacaklarım “yobaz” ana başlığına ulaşacak merhaleler olurdu. Lâkin ne ben onlardanım, ne onlar yazacaklarımdan. Temam “muhafazakârlık”, merhalelerim ise (bu ikinci dokundurmadır, bundan sonrakileri lütfen sizler sayınız ve davada aleyhime delil olarak kullanınız) …merhalelerim ise bu kisve altında yenilen naneler, sokakta bir kelime konuşamayacakların, internette konuştukları kelimeler! Güzelim memleketin güzel gibi görünen hanım(cık)ları ve yakışıksız bey(cik)leri…
Filistin’e göndermeyip “Fi” ile başlayan “nlandiya” lılara hibe ettiğim para ile hediye ettikleri cep telefonum bana 2008 yılında olduğumuzu söylüyor. Ne Mehmet Âkif, ne Necip Fazıl, ne Said Nûrsi yaşıyor. Yaşayan hatırı sayılı doğru insanların birçoğu ise ne idiğü belirsizler tarafından suçlanıyor. Konumuz bu değil, konumuz böyle bir devirde “internet”i nimet diye sahiplenip, musibet diye kullananlar. Messenger’lar, Icq’lar, Facebook’lar, sohbet odaları, forumlar, bloglar, onlar bir de bunlar… İnsan söylerken bile kendini “ne çok şey biliyorum” psikolojisine bırakıyor. Gençler giriyor, çocuklar giriyor, evliler giriyor, yaşlılar giriyor velhasıl internetin girmediği ev güneş görmeyen ev gibi zikrediliyor. Önceden belirttiğim gibi beni muhafazakâr kimseler, özelikle gençler ilgilendiriyor. Hani şu NFK şiirleriyle, H. Ertuğrul, A. Günbay Yıldız romanlarıyla büyüyen gençler. Hani başörtüsü mağduru, iffetli hanımların ve başı dik, hizmet şuurlu, imân sahibi beylerin oluşturduğu topluluk. Hani alkol, uyuşturucu batağına saplanmış yaştaşlarına hidayet, zulmün eksik olmadığı topraklarda yaşayan dindaşlarına selamet, ehil olsun olmasın kendilerini dünyaya getiren ve büyüten ebeveynlerine hayır duasını eksik etmeyen topluluk. İffetlerinden, edeplerinden, çağın felaketlerinden, doğruluktan, Müslümanlıktan ödün vermeyen topluluk. Aralarında olmanın fazilet olduğu, dualarında yer bulmanın onur olduğu, öyle evlatlara sahip olmanın gurur vesilesi olduğu topluluk… Burada noktalamak ve bu toplulukta yer almak için Allah’a yalvarmaya başlamak isterdim lâkin üzülerek devam etmek ve duamı ertelemek zorundayım.
Ümmetin, ümmet-i Muhammed’in ferdi olmak ne kadar büyük bir şerefse, bir o kadar büyük bir sorumluluk istiyor. Ne yazık ki günümüzde birçok nedenden ötürü iyi kimseler, kendini iyi olmaya adayan kimseler, iblisin yön belirtmeden gelip açtığı tuzaklara düşüyor, bunlardan biri internet… Yararlarını, zararlarını tartışanlar çokça tartışıyor, benim değineceğim husus bu nimet ile iffet zincirlerini kıran, edep duvarlarını aşan, hayâ unsurlarını yıkan ve nimeti musibete dönüştüren kimselerle ilgili…
İnternetin getirdiği gizlilik, yok ettiği çekingenlik ile normal hayatlarında yapmayacakları yanlışları internet ile yapan (en uygun tanım budur) cahiller, günün birinde mutlaka gerçek hayatlarında da yaşıyor bu yanlışları… Masum başlayan, gençlikte hoş bir fısıltı olarak yankı bulan, “sevmek” ve “sevilmek” gibi tanımların güzelliği ile saklanan, her aşamada daha fazla normal gelen, fakat her aşamada daha da kötü bir hâl alan hatalar… İnancı gereği karşı cinsle tokalaşmayan kimselerin, bir ekrana bakarken tüm özellerini sere serpe açtıkları hatalar… Hayatında görmediği insanlarla uzak akrabalara dahi gösterilmeyecek ilgi alaka gösteren, “siz”leri, “biz”leri boş verip iki âşık gibi söze dalınan hatalar… Hanımların; Fatıma, Hatice ya da Aişe validelerimizi hatırladığımızda; “bu ne çığırtkanlık”, “bu nasıl edep!”, “bu nasıl iffet!” dedirten hanım(cık) hareketleri… Beylerin; Hamza’yı, Ali’yi ya da Allah’ın aslanı Ali’yi hatırladığımızda; “bu ne boşboğazlık”, “bu nasıl Müslümanlık”, “bu nasıl âlicenaplık” nidalarına sebep bey(cik)likleri…
Yaşadığımız dünya nasıl bir dünya olursa olsun!
Hangi zaman diliminde gelmiş olursak olalım!
Nasıl bir düzen içinde yetişirsek yetişelim!
Hz. Muhammed Mustafa (a.s.m.)’ın ümmetinden olduğumuzu, inandığımız gibi yaşamazsak yaşadığımız gibi inanmaya başlayacağımızı, medet eli uzatılacak kimseler yerine medet umulacak kişiler olmamızı, hal ne olursa olsun inanç mülahazalarından uzaklaşmanın bize maliyetinin büyük olacağını ve bu hızla gittiğinde gün gün kötüleşen bir düzende evlatlarımıza kalacak mirasın bizler olacağını, bizler olduğunu, bizler olduğumuzu unutmamalı… “Güvercini kimse görmeden kes” diyen hocasına Allah’ın “sem' ve basar” sıfatını nakleden, onun göremeyeceği hiçbir yer olmadığını söyleyen talebe gibi her an görüldüğümüzü hatırlamalı ve bu ölçüde hal hareketlerde edep timsali olmalıyız. Olan insanların yanında bulunmalıyız...
“İnsanlık hüsrandadır…”
Müstesnâ kullardan olabilmek duası ile…
Bîçâre kardeşiniz Mahmud...
Rebiü'l-Evvel 26 / '08
Defterimizde kendimiz/halimiz/ahvalimiz gibi bîçâre, aciz ve bedbaht.
Dikkat: Az sonra okuyacaklarınız; bir kısım hanım(cık)lar ve bir kısımdan bir fazla bey(cik)ler için ağır tespitler, ithamlar ve hakaretler içermektedir. Nefis yetmezliği, ihlâs sendromu ve imân vitamini eksikliği olanların okuması Diyanet işlerince sakıncalı görülmüştür. Doğacak semptomlardan anı defterimiz ve dördüncü şahıslar sorumlu tutulamaz.
İnternet Hanım(cık)ları
Şu an bu satırı okuduğunuza göre gayet sıhhatli, kuvvetli ve kendisine güvenen birisiniz… ya da aşırı meraklı, her “dikkat girilmez” denilen yere girme eğilimli tedaviye muhtaç bir vak’âsınız… ya da “kötüye bir şey olmaz” felsefesini benimsemiş, hakaret edilmekten feyz duyan fizyolojik bir yapınız mevcut, sizin için peşinen söylemeliyim ki “bu” cümle hatadan dönmek için son şansınız. Siz bilirsiniz...
TDK der ki… “internet” şudur, “hanım” budur, “-cak, -cuk, -cık, -cik” sakız çiğneme nidâsudur. Uzun uzadıya öğrenmek isteyenler ilgili siteye müracaat edebilirler, nede olsa bir el yaşayanına dokunmaya ürkülen farede, diğer el onunla kafiye oluşturan klavyede… Yabancı dil budalaları için (işte ilk hakaret, not al kızım, isteyen yazı sonu dava açabilsin); “mouse” ve kafiyeden yoksun “keyboard” da… Bir tarafta üstünde muhtevasına uygun ışıklar bulunan modemler, diğer tarafta inceldikçe pahalaşan yakın gelecekte herkesi gözlüklü yapacak ekran, onun karşısında (dönen, dönmeyen) bir koltuk ve koltuğun üzerinde tasvir edilemeyen bir beden. Çok zaman aynı olmakla birlikte, sadece “beyin” ve “kalp” özelikleriyle diğer bedenlerden farkı olan bir beden. Kahramanımızı bulduğumuza göre şu ağır “tespit”, “itham” ve “hakaret” kısmına geçebiliriz.
Şayet Nazım Hikmet hayranı, sol meraklısı, entelektüel takıntılı, burjuva simalı, şarap müptelası biri olsaydım ve masamın üzerinde gül suyu yerine deodorant, ayran yerine rakı olsaydı ve sakallarım toplanıp, saçlarım markalı jölelerle tanışsaydı, evime gelen gazetelerin adları da başka başka olsaydı burada yazacaklarım “yobaz” ana başlığına ulaşacak merhaleler olurdu. Lâkin ne ben onlardanım, ne onlar yazacaklarımdan. Temam “muhafazakârlık”, merhalelerim ise (bu ikinci dokundurmadır, bundan sonrakileri lütfen sizler sayınız ve davada aleyhime delil olarak kullanınız) …merhalelerim ise bu kisve altında yenilen naneler, sokakta bir kelime konuşamayacakların, internette konuştukları kelimeler! Güzelim memleketin güzel gibi görünen hanım(cık)ları ve yakışıksız bey(cik)leri…
Filistin’e göndermeyip “Fi” ile başlayan “nlandiya” lılara hibe ettiğim para ile hediye ettikleri cep telefonum bana 2008 yılında olduğumuzu söylüyor. Ne Mehmet Âkif, ne Necip Fazıl, ne Said Nûrsi yaşıyor. Yaşayan hatırı sayılı doğru insanların birçoğu ise ne idiğü belirsizler tarafından suçlanıyor. Konumuz bu değil, konumuz böyle bir devirde “internet”i nimet diye sahiplenip, musibet diye kullananlar. Messenger’lar, Icq’lar, Facebook’lar, sohbet odaları, forumlar, bloglar, onlar bir de bunlar… İnsan söylerken bile kendini “ne çok şey biliyorum” psikolojisine bırakıyor. Gençler giriyor, çocuklar giriyor, evliler giriyor, yaşlılar giriyor velhasıl internetin girmediği ev güneş görmeyen ev gibi zikrediliyor. Önceden belirttiğim gibi beni muhafazakâr kimseler, özelikle gençler ilgilendiriyor. Hani şu NFK şiirleriyle, H. Ertuğrul, A. Günbay Yıldız romanlarıyla büyüyen gençler. Hani başörtüsü mağduru, iffetli hanımların ve başı dik, hizmet şuurlu, imân sahibi beylerin oluşturduğu topluluk. Hani alkol, uyuşturucu batağına saplanmış yaştaşlarına hidayet, zulmün eksik olmadığı topraklarda yaşayan dindaşlarına selamet, ehil olsun olmasın kendilerini dünyaya getiren ve büyüten ebeveynlerine hayır duasını eksik etmeyen topluluk. İffetlerinden, edeplerinden, çağın felaketlerinden, doğruluktan, Müslümanlıktan ödün vermeyen topluluk. Aralarında olmanın fazilet olduğu, dualarında yer bulmanın onur olduğu, öyle evlatlara sahip olmanın gurur vesilesi olduğu topluluk… Burada noktalamak ve bu toplulukta yer almak için Allah’a yalvarmaya başlamak isterdim lâkin üzülerek devam etmek ve duamı ertelemek zorundayım.
Ümmetin, ümmet-i Muhammed’in ferdi olmak ne kadar büyük bir şerefse, bir o kadar büyük bir sorumluluk istiyor. Ne yazık ki günümüzde birçok nedenden ötürü iyi kimseler, kendini iyi olmaya adayan kimseler, iblisin yön belirtmeden gelip açtığı tuzaklara düşüyor, bunlardan biri internet… Yararlarını, zararlarını tartışanlar çokça tartışıyor, benim değineceğim husus bu nimet ile iffet zincirlerini kıran, edep duvarlarını aşan, hayâ unsurlarını yıkan ve nimeti musibete dönüştüren kimselerle ilgili…
İnternetin getirdiği gizlilik, yok ettiği çekingenlik ile normal hayatlarında yapmayacakları yanlışları internet ile yapan (en uygun tanım budur) cahiller, günün birinde mutlaka gerçek hayatlarında da yaşıyor bu yanlışları… Masum başlayan, gençlikte hoş bir fısıltı olarak yankı bulan, “sevmek” ve “sevilmek” gibi tanımların güzelliği ile saklanan, her aşamada daha fazla normal gelen, fakat her aşamada daha da kötü bir hâl alan hatalar… İnancı gereği karşı cinsle tokalaşmayan kimselerin, bir ekrana bakarken tüm özellerini sere serpe açtıkları hatalar… Hayatında görmediği insanlarla uzak akrabalara dahi gösterilmeyecek ilgi alaka gösteren, “siz”leri, “biz”leri boş verip iki âşık gibi söze dalınan hatalar… Hanımların; Fatıma, Hatice ya da Aişe validelerimizi hatırladığımızda; “bu ne çığırtkanlık”, “bu nasıl edep!”, “bu nasıl iffet!” dedirten hanım(cık) hareketleri… Beylerin; Hamza’yı, Ali’yi ya da Allah’ın aslanı Ali’yi hatırladığımızda; “bu ne boşboğazlık”, “bu nasıl Müslümanlık”, “bu nasıl âlicenaplık” nidalarına sebep bey(cik)likleri…
Yaşadığımız dünya nasıl bir dünya olursa olsun!
Hangi zaman diliminde gelmiş olursak olalım!
Nasıl bir düzen içinde yetişirsek yetişelim!
Hz. Muhammed Mustafa (a.s.m.)’ın ümmetinden olduğumuzu, inandığımız gibi yaşamazsak yaşadığımız gibi inanmaya başlayacağımızı, medet eli uzatılacak kimseler yerine medet umulacak kişiler olmamızı, hal ne olursa olsun inanç mülahazalarından uzaklaşmanın bize maliyetinin büyük olacağını ve bu hızla gittiğinde gün gün kötüleşen bir düzende evlatlarımıza kalacak mirasın bizler olacağını, bizler olduğunu, bizler olduğumuzu unutmamalı… “Güvercini kimse görmeden kes” diyen hocasına Allah’ın “sem' ve basar” sıfatını nakleden, onun göremeyeceği hiçbir yer olmadığını söyleyen talebe gibi her an görüldüğümüzü hatırlamalı ve bu ölçüde hal hareketlerde edep timsali olmalıyız. Olan insanların yanında bulunmalıyız...
“İnsanlık hüsrandadır…”
Müstesnâ kullardan olabilmek duası ile…
Bîçâre kardeşiniz Mahmud...