Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İrşadu'l Muridin (Mahmut Usta Osmanoğlu)'e Reddiye

K Çevrimdışı

kunyem yok

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
İRŞADU’L MURİDİN

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

Hamd alemleri yoktan var eden, insanı sayısız nimetlerle kuşatan, insana akıl nurunu bahşeden, bizlere sırat-ı mustakim yollarını gösteren ve bizi o dosdoğru yollara ileten, din gününün yegane sahibi Allah azze ve celle’ye mahsustur.

Selavat ve selam en büyük önder Resulullah (s.a.v.)’in, O’nun ali’nin ve ashabı’nın, ve O’nun yolundan giden Allah’ın sadık kullarının üzerine olsun.
Yıllardır kütüphanemde duran ve okumaya bir türlü fırsat bulamadığım bir kitap vardı. İrşadü’l müridin. Tasavvufun inceliklerini, nasıl daha iyi mürid olunuru anlatan bu kitabı elime aldığımda birkaç yerini sizinle paylaşma ihtiyacı duydum. Okuduklarıma yorum yapma ihtiyacı duymadım çok fazla. Sadece kitapla hakikati karşılaştırıp ortaya koyacağım ve yorumu sizlere bırakacağım biiznillah..

وَقُلِ اعْمَلُوا فَسَيَرَى اللّٰهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ وَالْمُؤْمِنُونَ وَسَتُرَدُّونَ اِلٰى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Ve de ki: "Çalışın: Yaptıklarınızı Allah da, Resulü de, müminler de görecekler. Sonra gizli ve açık her şeyi bilen Allah'ın huzuruna çıkarılacaksınız. O da yaptığınız her şeyi bir bir sizin önünüze çıkaracak, karşılığını verecektir.
(et-Tevbe/105)

İrşadü’l müridin’in 116. Sayfasında;

“Mürid mürşidinin makamından daha yüksek makama çıkmayı düşünmemelidir. Mürid bütün yüce makamların mürşidine ait olmasını istemeli, en güzel lütufların ve ilahi ihsanların ona verilmesini candan temenni etmelidir.”


Allah-u Teala’da Enbiya Suresi 90. Ayette, “Gerçekten onlar hayırlarda yarışırlardı, umarak ve korkarak bize dua ederlerdi. Bize derin saygı gösterirlerdi.” Diyerek müminlerin hayırda yarışmalarını övmüştür.

“Rabıta adabı: Allah dostları bir kaide koymuşlar ona uymak lazım. Eğer Allah’a ulaşmak istiyorsak o kaideye uymalıdır.”

“De ki, siz gerçekten Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok esirgeyici ve bağışlayıcıdır. De ki, Allah'a ve Peygamber'e itaat edin! Eğer aksine giderlerse, şüphe yok ki Allah kâfirleri sevmez.” (Al-i İmran, 31-32)

Çok temel bir kaide vardır. Allah Subhanehu Teala insanı yaratmış ama başı boş bırakmamıştır. Ve insanoğluna doğru yolu göstermesi için, kendi içlerinden peygamberler çıkarmış ve bu peygamberlerin getirdiklerine iman ve itaat etmemizi istemiştir.
Bu ne demek oluyor peki? Demek ki, hidayet rehberi, insanları Allah’a ulaştıran bir takım kaideler ancak ve ancak Peygamberler aracılığıyla Allah subhanehu teala’dan gelir.

Bu kaideleri ancak Allah subhanehu Teala koyar. Yoksa Allah’tan başka insanı Allah’a yakınlaştıracak kaideleri koyduğuna inanılan kimseler ya ilahlık iddiasındadırlar ya da Peygamberlik. Kimse çıkıp da kendi kafasına, heva ve hevesine göre İslam adına kaide koyma yetkisine sahip değil. Hatta peygamberler bile bu yetkiye sahip değillerdir. Peygamberler konuştuklarında sade ve sadece Allah’ın emrettiği şekilde konuşuyorlardı. Bunu da bizatihi Allah subhanehu Teala bildirmiştir.

“O, hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz.(necm/3)

“İşte böylece biz onu (Kur'an'ı) Arapça bir hüküm olarak indirdik. Andolsun, sana gelen bu ilimden sonra, onların heva (istek ve tutku)larına uyacak olursan, senin için Allah'tan ne bir yardımcı, dost, ne bir koruyucu vardır.” (Rad/37)


Öyleyse kural ve kaide koymak değil Allah dostlarının, Allah’ın peygamberi’nin bile yapamayacağı şeydir. Zira Allah-u Teala hükmünde peygamberi bile kendine denk tutmamıştır.

"Sizin Allah'tan başka taptıklarınız, Allah'ın kendileri hakkında hiç bir delil indirmediği, sizin ve atalarınızın ad olarak adlandırdıklarınızdan başkası değildir. Hüküm, yalnızca Allah'ındır. O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler." (Yusuf/40)

Allah’ın Peygamberi bile ancak Allah’ın emrettiği şekilde konuşuyordu. O Peygamberdi ona vahyolunuyordu ve koyduğu kaideler bizatihi Allah subhanehu Teala tarafından ona indiriliyordu.

“Kendilerine kitap verdiklerimiz, sana indirilen dolayısıyla sevinirler; fakat (müslümanların aleyhinde birleşen) gruplardan, onun bazısını inkâr edenler vardır. De ki: "Ben, yalnızca Allah'a kulluk etmek ve O'na ortak koşmamakla emrolundum. Ben ancak O'na davet ederim ve son dönüşüm O'nadır."(rad/36)

“De ki: 'Şüphesiz ben, ancak sizin benzeriniz olan bir beşerim; yalnızca bana sizin ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyolunuyor. Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, artık salih bir amelde bulunsun ve Rabbine ibadette hiç kimseyi ortak tutmasın.” (kehf/110)


Tüm bu ayetler dikkate alındığında Allah azze ve celle’ye ulaşmak için kaideler ancak Peygamberler aracılığıyla Allah subhanehu Teala tarafından konulmuştur. Bunun aksi bir düşünce ve inanış, Allah’ın indirdiği İslam ile taban tabana zıt bir inanıştır.

“Rabıta: müridin kalbinin gözüyle, (hayal yolu ile) mürşidinin Mevla’nın aynası niyetiyle bakmasıdır.”
“nasıl ki bedenin kıblesi var. Ruhunda kıblesi var. Ruhun kıblesi mürşidler, Mevla’nın dostlarıdır. “maksudum” diye düşünülürse o doğru değildir. ”ama maksudumun aynasındır” denirse o doğrudur. Kainatin her zerresi Allah’ın aynasıdır.”
“… işte kalplar ile Mevla’ya yönelmek istenildiğinde bu zatlar vasıtası ile yönelinmiş oluyor. Mevla maksuddur, şeyh ise o maksudun yoludur.”
“mürşid ancak bir aynadır. Aradığımız o değil, onun gösterdiği, bütün kainatı yaratan Allah Teala hazretleridir. Mürşidin kalp aynası vasıtasıyla Mevla (celle celalühü) görülüyor gibi oluyor.”


Gelelim İrşadü’l müridin’den aktarılan yukarıdaki sözlere. Bu sözlerde kast olunan şey mürşidin Allah subhanehu ve Teala ile müridin arasında bir vasıta olmasından bahsediliyor. Peki gerçekte Allah’a ulaşmak için vasıtaya ihtiyaç var mıdır?
Elbette vardır. Bunu kimse inkar edemez. Misal peygamberler bizim için bir vasıta, bir aracıdır. Bizi Allah-u teala’yı ve onun yolunu bildiren, bizlere helalleri, haramları gösteren ve bunları bizlere öğreten bir vasıtadır Peygamberler.

“Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Resûlü'nde güzel bir örnek vardır.” (ahzap/21)

Bunun dışında da elbetteki, bizleri Allah’a yakınlaştıracak vesileler mevcuttur. Bu vesileler, Allah’ın farzlarına hakkıyla riayet etmek, haramlarından kaçınmak, emrettiğini yapmak ve yasakladığından da kaçınmak, Allah azze ve celle’ye yakınlaşmak için bir vesiledir. Nitekim bir kutsi hadiste şöyle buyuruluyor;
Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:"Allah Teâla hazretleri şöyle ferman buyurdu:

"Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifaye) şeyleri eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı [aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden bir şey isteyince onu veririm, benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü'min kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem."

Demek ki kişinin ibadetleri, Allah’a yaklaşmasına ve Allah-u Teala’nın onu sevmesine bir vesiledir. Buradaki veli kuldan kasıt da, Allah-u tela’nın emirlerine ve yasaklarına riayet eden kimselerdir. Her kim bunlara ihlasla riayet ederse, o kimse Allah-u teala’nın veli kulu olur.
Peki bunlar dışında bir vesile mevcut mudur?

"Uyanık olun, hâlis olan din yalnız Allah'ındır. O'ndan başka velî (dost, ilâhlar edinenler: "Biz bunlara, ancak bizleri Allah'a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz, (derler). Muhakkak Allah, ihtilaf edip durdukları şeyler hakkında aralarında hüküm verecektir. Şübhe yok ki Allah, yalan söyleyen, Kâfir olan hiçbir kimseye hidayet vermez." (zümer/3)

İmam İbn Kesir (rha)
bu ayetin tefsirinde şunları beyan eder:

"Allah Teâlâ, putlara ibadet eden müşriklerin:
"Onlara, sırf bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz:" dediklerini haber verir. Onlar, kendi kanılarına göre melek şeklini verdikleri putlara yönelerek bu suretlere tapınmaktadırlar. Bu suretlere tapınmalarını, meleklere tapınma derecesinde tutmaktadırlar. Güya onlar, Allah katında, kendilerine yakın olan dünya işlerinde, rızıklarında ve muzaffer kılınmalarında şefaatçi olacaklardı. Bu inançları onları, bu putlara tapınmaya sevketmektedir. Ahiret yurduna gelince, onlar, zaten ahiret gününü inkâr etmektedirler.

Zeyd İbn Eşlem ve İbn Zeyd'den naklen Katâde, Süddî ve Malik, "Sırf bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz" ayetini şöyle anlatmaktadırlar:
Onlar, bize şefaat etsinler ve Allah katında derece bakımından bizi O'na yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz."

İmam Kurtubî (rha) ise, bu konuda şunları söyler:

"O'ndan başka velîler edinenler" buyruğunda velîlerden kasıt putlardır. Haber hazfedilmiş, yani onlar derler ki: "Biz bunlara, ancak bizleri Allah'a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz."

Katâde dedi ki:

“Müşriklere, Rabbiniz ve yaratıcınız kimdir? Gökleri ve yeri kim yaratmıştır? Semâdan su (yağmur) indiren kimdir? Diye sorulduğunda, "Allah"diyorlardi. Bu sefer onlara: Peki, putlara ibadetinizin anlamı nedir? denilince, şöyle cevab veriyorlardı:

Bizi, Allah'a yaklaştırsınlar, O'nun nezdinde bize şefaat etsinler diye."

İmam Fahruddin er-Râzî (rh. a.) ise şöyle diyor:

"Bil ki, ayetteki, "onlara" zamiri, Allah'ın dışında kendisine tapınılan mabûdlara aid olup bunlar da, akıllı ve akılsız diye ikiye ayrılırlar.

Akıl sahibî olan mabûdlara gelince, birtakım kimseler, meselâ Hz. İsa (a.s.)'a, Hz. Cizeye (a.s.)'a ve meleklere tapmışlardır. Pek çok kimse de, güneşe, aya, yıldızlara tapmışlar ve fakat bunların düşünebilen, konuşabilen canlılar olduklarına inanmışlardır. Kendilerinde hayat ve akıl bulunmadığı hâlde tapınılan mabûdlara gelince, bunlar da putlardır.

O kâfirlerin, Hz. İsa (a.s.), Uzeyr (a.s.) ve melekler hakkında, Allah katında kendilerine şefaatçi olacaklarına inanmış olmaları uzak ihtimal değildir (inanmış olabilirler). Amma insanın, putların ve cansız şeylerin, kendilerini Allah'a yaklaştıracağına itikad edip inanması, akıldan uzak bir şeydir. Bu takdire göre, onların maksadları, onlara ibadet etmenin, kendilerini Allah'a yaklaştıracağına inanmalarıdır.

Şöyle de denilebilinir:
İnsan, o putlara bir ağaç ya da bir taş olmaları itibariyle onlara tapmaz. Onlar, onlara ancak onların, ya yıldızların, ya semavî ruhların ve yahud da gelmiş geçmiş Peygamber veya salih kimselerin heykelleri olduklarını inandıkları için ibadet ederler ki, o insanların bu putlara ibadet ediş maksadları, ibadetleri, bu heykelleri kendilerine birer suretleri (sembolleri) kabul ettikleri o varlıklara yöneltmektir.

Netice olarak diyebiliriz ki:

Putperestler şöyle diyebilirler:
"En büyük ilâh, beşerin kendisine ibadet etmesinden yüce ve münezzeh olan zât'tir. Beşere düşen, meselâ, yıldızlar, semavî ruhlar (ve Hz. İsa (a.s.), Hz. Üzeyr (a.s.), melekler.....) gibi, Allah'ın kullarından ve yaratıklarından en büyüklerine ibadet etmektir. Onlara düşen ise, en büyük ilâha ibadet etmekle meşgul olmalarıdır." İşte onların, ayetteki, "Biz, bunlara ancak, bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye tapıyoruz." şeklindeki sözlerinden kasdedilen budur.'

İmam İbn Kesir (rh. a.), İmam Kurtubî (rh. a.) ve İmam Fahruddin er-Râzî (rh. a.)'in beyanlarından apaçık anlaşıldığı üzere Müşrikler, Allah'dan başka varlıkları ilâh edinerek onlara ibadet edip tapınmaları, Alemlerin Rabbi Allah'ı çok yüceltmeleri ve çok iyi niyetlerinden kaynaklanmaktadır... Onlar, cehaletlerinden dolayı kendilerini direkt Allah'a ibadet etmeye lâyık göremiyorlardı... Allah'a doğrudan doğruya ibadet etmek hakkı, ancak Allah'a en yakın olan yüce varlıklara aitti... Onlar, Allah'a ibadet ederken, müşrikler de onlara, kendilerini Allah'a yaklaştırıp Allah'ın katında kendilerine şefaatçi olsunlar diye ibadet edip tapmıyorlardı... Bu iyi niyetlerinde çok samimi idiler...

Müşrikler, Allah'ı inkâr etmiyorlar, aksine Allah ile kendi aralarına put ilâhları katarak, Allah'ı daha çok yücelttiklerine inanıyorlardı. Allah'a, en iyi niyetleriyle ibadet ederken, Allah'ın haram kıldığı en korkunç suçu işliyorlardı: Şirk!

Onlar, Allah'a ibadet etmek iyi niyetiyle, Allah'ın affetmediği şirk suçunu işliyor ve en büyük günahı amel hâline getiriyorlardı... Hem inanıyor, hem de amel ediyorlardı. Onların, Allah'a kendilerini yaklaştırsınlar iyi niyetiyle işlemiş oldukları bu suç, kendilerini dünyada da, ahirette de helak etmişti... İyi niyetleri, kötü amellerini engellememiş ve onları özür sahibi kılmamıştı...

“Nakşi tarikatının 9. Şeyhi Hace Yusuf-ı Hamedani’ye sordular: “şu zaman geçer ve bu taife gizli hale gelirse, selamete ermek için ne yapalım? Buyurdu ki: “sufilerin ve evliyaların sözlerinden her gün yedi yaprak okuyunuz. Gaflet sahiplerinin bunu vird edinmelerini farz-ı ayın görüyorum.”

“Artık bundan sonra kim Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzerse, işte onlar, zalim olanlardır.” (Al-i İmran/94)

Haram kılan yalnız Allah’tır. Kati naslarla işlenilmesi yasaklanan fiillere “Haram” denilir. Hanefi fukahası “Haramın sabit olması için kat’i ve şüphesiz bir delil” şarttır hükmünde ittifak etmişlerdir. Kuran-ı Kerim de “Dillerinizin yalan vasfetmesi ile: "Şu helaldir, şu haramdır" demeyin; aksi halde Allah'a iftira etmiş olursunuz. Şüphesiz Allah'a yalan uyduranlar asla kurtulamazlar. Onlar için dünyada pek az bir menfaat var, ahirette ise çok acıklı bir azab vardır.(Nahl-116-117) hükmü beyan edilmiştir. Haram hususunda kat i delilin şart olması bu Ayet-i Kerime ye dayanır. Sıfat ve mevkileri ne olursa olsun hiçbir kulun haram ve helâl kılma selâhiyeti yoktur; bu selâhiyet yalnızca Allah Teâlâ'ya mahsustur.

Yukarıda kitaptan alınan pasajda helal ve haram kılma gibi bir durum olmadığı söylenebilir. Yukarıdaki pasajda “farz kılma” gibi hatta “farz-ı ayn” kılma gibi bir durum vardır. Buna mukabil, kişi bir farz işlemediği zaman haram işlemiş olur. Fıkıhta çok temel bir kaidedir bu. Farzı yerine getirmeyen kimse, farzı yerine getirmediği için haram işlemiştir.

Üstelik haram ve helali tayin etme Allah-u teala’ya mahsusken, farz olanı tayin etmek başkalarına mı verilmiştir?
Ebu Salebe el-Huşeni (Cersum bin Naşir) (r.a.)’den: Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki:
“Allah farzlar kıldı onları zayi etmeyiniz ve sınırlar koydu onları aşmayınız, bir şeyler haram kıldı. Onları işlemeyiniz, unutmaksızın size rahmet olsun diye de bazı şeyler hakkında sustu (bir şey bildirmedi) onları araştırmayınız.” (Hadis hasendir.)


“insan bulunduğu kapıyı iyi beklemeli. ‘bir kıtmir hangi kapıdan içerse yalı o kapıyı hoşça beklemeli.’ Denilir.”
“sufi ve veli olmadığı halde onları seven, onların eserlerini ilgi ile okuyan kimse kendini Ashab-ı Kehf’in köpeği gibi görmeli…”


“Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık.” (tin/4)

İman etmiş bir kimse, nasıl olur da kendini bir köpek gibi görebilir. Kişi iman ederek esfeli safilinden, eşrefi mahlukata yükseliyorsa, nasıl ashab-ı kehf’in köpeği bile olsa, bir köpek gibi görebilir kendini. Bu nasıl bir kıyastır, bu nasıl bir benzetmedir böyle. Buna göre sufi ve veliler ashab-ı kehf’in yiğit gençleri, diğer iman etmiş müminler de, onların kapısında bekleyen köpekleri midir? Böyle mi denmek isteniyor yoksa?

“şeyhülislam Harevi der ki: “her bir pirden ve şeyhten bir söz ezberleyiniz. Şayet buna kadir olamazsanız, onların adını ezberleyiniz. Zira bu sayede nasip alırsınız.”
“sufilerin ve velilerin sözleri, ulu ve yüce Allah’ın askerlerinden bir askerdir. Şayet müridin kalbi kırıksa, kuvve-i maneviyesi bozuksa bu asker onu takviye eder. Mürid bu askerden imdat bekler, meded umar
“risale-i kudsiyye’yi okuyup ibret almak lazım… onu elden bırakmayın, tazim ile abdest ile. Ezberden olursa abdestsiz de okunur ama yine de siz abdestiniz yoksa alın.”


İman etmiş bir kimsenin gönlüne merham olacak şey kur’an mıdır, yoksa sufi ve velilerin sözleri midir? Allah’a iman etmiş bir kimse, ancak Allah-u Teala’nın indirdiğiyle teselli bulur, ama Allah dışındakilere iman etmiş kimseler ise, ancak onların yazdıkları ile teselliyi bulabilirler. Zira kalp neye meyilli ise ve neye iman etmiş ise ancak onda teselliyi bulur.

“üstadım Hacı Ali Haydar efendi anlatmıştı: bir kere rüyamda kendimi Şeyhim Ali Rıza Bezzaz ve hanımı ile beraber yemek yerken gördüm. Bu gördüğüm rüyayı şeyhime anlattım. O da: ‘namahremliğin kalktığına işarettir’ buyurdu. Yani manevi yakınlığa işarettir.”

Namahremliğin kalkmasını bir rüyaya bağlamak Allahın indirdiği, Resulünün tebliğ ettiği şeriatla ne kadar bağdaşır.
“…İşte bunlar, Allah'ın sınırlarıdır; onlara tecavüz etmeyin. Kim Allah'ın sınırlarına tecavüz ederse, onlar zalimlerin ta kendileridir.” (bakara/229)

Sınırları, mahremliği ve namahremliği takdir eden Allah-u Teala iken, bir rüya hele ki, kendisine vahyolunmayan bir kimsenin gördüğü bir rüya bir haramı nasıl helal kılabiliyor?
“Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden veya kendisine hiç bir şey vahyolunmamışken "Bana da vahy geldi" diyen ve "Allah'ın indirdiğinin bir benzerini de ben indireceğim" diyenden daha zalim kimdir? Sen bu zalimleri, ölümün 'şiddetli sarsıntıları' sırasında meleklerin ellerini uzatarak onlara: "Canlarınızı (bu kıskıvrak yakalanıştan) çıkarın, bugün Allah'a karşı haksız olanı söylediğiniz ve O'nun ayetlerinden büyüklenerek (yüz çevirmeniz) dolayısıyla alçaltıcı bir azabla karşılık göreceksiniz" (dediklerinde) bir görsen!” (En’am/93)

“her mürid kendi şeyhinin makamını en üstün makam kabul etmelidir. Bütün büyük velilere çivi denir. Bunlar kainatın çivisidir, kainatı bunlar tutuyor. Bunlar olmasa kainat yerle bir olacaktır.”

“Dedi: "Hiç de değil! Sizin Rabbiniz, göklerin ve yerin Rabbidir ki, onları yaratmıştır. Ben de bunlara tanıklık edenlerdenim." (ENBİYÂ/56)

“Hamd Allah'adır! O ki gökleri ve yeri yaratmış, karanlıklara ve nura vücut vermiştir. Sonra, gerçeği örtenler bunları Rablerine denk tutuyorlar.” (EN'ÂM/1)


Yukarıda irşadü’l müridin’den alınan pasaj, yaratılışta bir ortaklıktan bahsetmiyor doğrusu. Onlar yaratıldıktan sonra kainatı kendilerinin ayakta tuttuğunu iddia ediyorlar!

'Müridler dilediğini yapacak, canının istediğini yapacak, sonra şeyh onlara cehenneme karşı perde olup kendilerini azaptan koruyacak.' Böyle bir şey sırf temenniden ibarettir.

Yani demek isteniyor ki, eğer mürid şeyhine itaat ederse, şeyh onun için cehenneme karşı perde olur, onu cehennem azabından kurtarır, yok itaat etmezse onun için cehenneme karşı perde olup onu cehennem azabından kurtaramaz!!!

Buhari ve Müslim'in rivayetine göre:

“Sen (önce) en yakın hısımlarını ikaz et. “ (şuara/214)

meâlindaki âyet inince Peygamber (s.a.v.)'imiz ayaga kalkarak Kureyş kabilesi mensuplarına söyle seslendi:

"Ey Kureyş'liler! Kendinizi Allah (c.c.)'dan satın alın. Ben sizi Allah (c.c.)'ın hiç bir hükmünden kurtaramam."

Ey Abdülmenaf oğulları, sizi Allah (c.c.)'ın hiç bir hükmünden kurtaramam.
Ey Allah (c.c.) Resül'ünün amcası İbni Abbas, seni Allah (c.c.)'ın hiç bir hükmünden kurtaramam.
Ey Allah Resül'ünün halası Safiye, seni Allah (c.c.)'ın hiç bir hükmünden kurtaramam.
Ey Muhammed'in kızı Fatımâ, benden dilediğin malı iste, fakat seni Allah (c.c.)'ın hiç bir hükmünden kurtaramam.”

“Ebbu Ali Dakkak demek ister ki; şeyhine muhalefet eden bir kimse artık onun tarikatı üzerinde devam edemez. Aynı bölgede yaşama hali onları bir araya toplasa da aradaki alaka ve rabıta kesilir. Bir kimse bir şeyh ile sohbet eder, ona mürid olur, sonra kalbi ile ona itiraz ederse sohbetteki ahdini bozmuş olur. Onun içinde üzerine tövbe vacip olur. Halbuki şeyler hoca ve üstadlara itaatsizliğin ve saygısızlığın tövbesi yoktur, derler. (yani şeyh kusurlu müridini affedemez, behemahal te’dib ve tecziye eder.) af şeyhin disiplinini ve itibarını sarsar.”

Allah-u Teala şirk gibi en büyük bir günahı dahi, tevbe edildikten sonra kabul edeceğini bildirirken ve hiçbir günahın tevbeden muaf tutulmadığı bilinirken, nasıl olur da, sıradan bir insanın sözüne muhalefet etmenin tevbesi olmaz. Nasıl olur da, sıradan bir insanın sözünden kuşku duyulması şirkten bile daha büyük günah olarak görülür ve üzerine tevbe vacip olur. Gerçekten şaşırtıcı!

“Allah’ın yardımı ve fetih (Mekke fethi) geldiğinde ve insanların bölük bölük Allah’ın dinine girdiğini gördüğünde, Rabbine hamd ederek tesbihte bulun ve O’ndan bağışlama dile. Çünkü O tövbeleri çok kabul edendir.” (Nasr suresi)

“Sizlerden fuhuş yapanların, her ikisine eziyet edin. Eğer tevbe ederler de ıslah olurlarsa artık onlardan vazgeçin. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir.” (Nisa/16)

“De ki: Ey (günah işleyerek) kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Muhakkak ki Allah bütün günahları bağışlayıcıdır. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan ve esirgeyendir.” (Zümer/53)


Osman b. Ebî Şeybe ile İshâk b. İbrahim rivayet ettiler. Lâfız Osman'ındır. (İshâk : Ahberana; Osman ise : Haddesenâ tâbirlerini kullandılar. Dediler ki) : Bize Cerir, A'meş'den, o da Umara b. Umeyr'den, o da Haris b. Süveyd'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Abdullah hasta iken onu dolaşmak üzere yanına girdim de, bize biri kendinden, biri de Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den olmak üzere iki hadîs rivayet etti. (Dedi ki): Ben, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem'i şöyle buyururken işittim :

“Allah mü'min kulunun tevbesine, çorak helak korkusu olan bir yerde devesi yanında yiyeceği ve içeceği onun üzerinde olduğu halde uyuyan, uyandığında deveyi gitmiş bulan ve onu aramaya giden, nihayet kendisine susuzluk anz olan, sonra (kendi kendine) bulunduğum yerime döneyim de ölünceye kadar yatayım diyen ve başını ölmek için dirseğinin üzerine koyan, sonra uyanarak devesini üzerindeki azığı yiyeceği ve içeceği ile yanında bulan bir adamdan, evet Allah mü'min kulunun tevbesine bu adamın devesi ile azığına sevinmesinden daha çok sevinir.”

Muhammed b. Rafı' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdûrrezzâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Cafer El-Cezeli'den, o da Yezîd b. Esam'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi. (Şöyle demiş) : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

“Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki : Siz günah işlememiş olsanız, Allah sizi giderir de, günah işleyen bir kavm getirir. Onlar Allah'a istiğfar ederler, o da kendilerini affederdi.” buyurdular.

Bu ve bunun gibi birçok iftiralarla dolu bu kitaptan, yukarıdakileri açıkladık. Birkaçını da yorumsuz olarak aşağıda veriyorum.

“üstadım buyurdu ki, ‘mahmut oğlum! İki türlü beraberlik vardır; bilgiden doğan beraberlik, bir de sevgiden doğan beraberlik… sevgiden doğan beraberlik Allah’ın zatı ile olan bir beraberliktir ve kesintisizdir…”
“mahrem ol ki sana peçeyi kaldırsınlar.”
“her mürid kendi şeyhinin makamını en üstün makam kabul etmelidir. Bütün büyük velilere çivi denir. Bunlar kainatın çivisidir, kainatı bunlar tutuyor. Bunlar olmasa kainat yerle bir olacaktır.”
“Cüneyd-i Bağdadi şöyle buyurur;
‘şeyhsiz yola giren sapar ve saptırır.’”
“Şeyhlere hürmetten mahrum olanı, Allah Teala insanlar arasında sevilememekle belalandırır ve o kişi iman nurundan mahrum olur.”
“mürid mürşidinin yakınlarına da hürmet etmeli, gönüllerini hoş tutmalıdır.”
“nitekim İsmail Hakkı Bursevi buyurur ki; talebe akıl ve şeriat ölçüsüne göre, hocasında hoş olmayan bir hal görse bile, işlerine, sözlerine, hal ve harekatına asla itiraz etmemelidir. Onda gördüğü o davranışı kerih görüp hocasının bu konuda cahil olduğu, hata ettiği gibi su-i zanlarda bulunmamalıdır. Aksine hatayı kendi göz ve idrakinde aramalıdır.”
“yedinci kat semadan yerin altına düşmek, kalp erbabının (mürşitlerin) kalplerinden düşmekten hayırlıdır. Ve bu şöyle izah edilir; çünkü ehlullahın nazarından düşmek, Hakkın nazarından düşmeye sebep olduğundan batın ashabının kalbinden düşmek, helak olmanın başıdır.”
“salik mürşidinin yanında ve uzağında, daima onun rızasını elde edici yolda yürümeye bakmalıdır. Mürşidin rıza nazarının hangi noktalar üzerinde olduğunu anlamak ve ona göre amellerde bulunmak talip üzerine bir borçtur.”
“risale-i kudsiyye’de buyurulur ki;
Anın namusunu ey vikaye,
O mürşidin namusunu koru.
Resulullah’ın varisleri Allah’ta ve resulullah’ta fani ve baki olmuşlardır. Onların aleyhinde konuşturmamalı.
Şeriatı muhafaza et, hocanı muhafaza et, şeyhini muhafaza et, resulullah’ı, kur’an-ı, Allah’ı muhafaza et.”
“eğer siz gelen her şeyi şeyhinizden bilirseniz, sevgi bölünmez, sevgi bölünmeyince de kuvvetli olur. Allah-u Teala size her şeyi bulmanız için şeyhinizi vesile etti. Eğer ona tam bağlanırsanız, her şeyi bulursunuz.şeyhiniz vasıtasıyla Mevla Teala’ya ulaşıyorsunuz. Mevla’yı bulunca da her şeyi bulmuş olursunuz.”
“mürşidine bütün varlığını feda et. Ve canını teslim et.
Eğer cennet çeşmesinin suyundan içmeyi istiyorsan.”
“şeyhin bulunduğu yerde müridin, seccadesini farz namazlar dışında nafile namaz kılmak için sermesi de zahiri edeplerden biridir. Mürid bütün dikkatini ona hizmete yöneltmelidir. Bunun dışında seccade sermek, istirahat isteğine işaret ve gurura alamet olarak değerlendirilir.”
“yani perdesiz, manisiz olarak bize parlar. Bizimle Mevla arasında Esma Sıfat dahi olmaz. O ki mürid isteklerinden geçemiyor, Mevla Teala tecelli etmiyor.”
“Mevla Teala’nın dostu senin kalbine girer, bakar, senin niyetin ne tarafa? Göründüğün gibi misin, yoksa değil misin? Kalbinde masiva var mı, yok mu? Ne gibi derdin var, yemek derdin mi, içmek derdin mi, rütbe siyaset derdi mi? Yoksa Rabbin mi? Eğer derdin Rabbin ise onu görür. O kimse makbule geçer. Nasıl girer kalbe? Onu kimse diyemez, o manevi iştir.”
“… Resuller günahtan masumdurlar. Resullerin varisleri olan şeylerde mahfuzdurlar. Sultanlarda Resullerin varisi olan şeyhe intisap etmişlerse onlarda mahfuzdurlar…”
“virdi terk eden mel’undur , denilmiştir.”
“tarikata giren kimseye tarikat vacip olur. Farz namazı gibidir yapılmadığında kazası gerekir.”
“…sağlam elli bir mürşide bağlanan kişi elden ele, elden ele Mevla’nın elini tutmuş olur.

Allah’ın eli ile gelin hakka gidelim,
cemal-i ba-kemali (cemalullah’ı) seyredelim.

Burada Allah’ın elinden murad ne idi? Mürşidinin elidir…”
“ey iman edenler! Allah’tan korkun ve O’na kavuşmak için vesile arayın.” (maide/35)
O vesile mürşiddir. Efendi babam abdulkadir geylani’den rivayeten der ki, ‘mürşidsiz hiçbir şey olmaz. Ama mürşid bulunduktan sonra mürşidin verdiği vazifeyi yerine getirmeden de bir şey olmaz.”
“tarikatsız Allah’a kavuşmak yüz binlerde bir kişiye nasip olur. Tarikata çalışanların ise yüzde doksan dokuzu vasıl olar biiznillah.”
“kim benim kabrimi ziyaret ederse, ona şefaatim vacip olur.”
“o halde O’nun dostlarının kabrini ziyaret edene de Resulullah’ın şefaati vacip olur. En hayırlı amel Allah Teala hazretlerinin dostlarının birisinin huzurunda bir koyun sağacak kadar olsun durmaktır.
Mevlana celaleddin-i Rumi mesnevi adlı eserinde; Allah dostları ile bir oturuş bin sene riyasız ibadetten daha efdaldir, buyuruyor. Çünkü işlerin vasıta ile görülmesi, adet-i ilahiyedendir. Vasıta Resulullah’tır. O’ndan sonra da O’nun dostlarıdır…
… oradaki velinin ruhaniyeti Hakka teveccüh için ancak bir vesiledir.”
“kabirde zat’ın ruhaniyetine yönelerek himmet ister. O zatı vesile ederek Hz. Allah’a dua eder..


İşte binlerce insanı peşine takıp, götüren bir ekolün kaleminden çıkan sözlerdir bunlar. İnsanlar nasıl olur da, tüm bunları göre göre hala akılları idrak etmez, işte bunu anlamıyorum. Aslında bir bakıma anlıyorum da. Çünkü insanlar o kadar hazırcı ki, birinin eteğine yapışıp, kestirmeden cennete gitmek kolaylarına geliyor elbette. Ya da yıllarca doğru diye inandıklarının uyduruk sözlerden ibaret olduğunu ve haktan ve hakikatten uzak olduğunu görmeyi istemiyorlar.

Hiç bir şey bilmiyorsam bile, çok iyi bildiğim bir şey var. Kişi hakikati bulmak istediğinde, Allah o kişinin kalbini hakikate açar. Kişi hak olana inanmak istediğinde, Allah o kişinin gönlünü batıla meylettirmez. Burada mesele, sadece bir şeylere inanmayı istemek değildir, asıl mesele gerçeğe inanmayı istemektir.
Vesselam
 
M Çevrimdışı

morueqq

لا إله إلا الله
İslam-TR Üyesi
Ummu Aişe Çevrimdışı

Ummu Aişe

حسبي الله ونعم الوكيل
Site Emektarı
Emeğinizden ötürü Allah razı olsun kardeşim.

Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla

"Andolsun biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?" Kamer 17

"Andolsun biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?" Kamer 22

"Andolsun biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?" Kamer 32

"Andolsun biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?" Kamer 40

Rabbimiz (tek bir yemini bile yeter ki) 'Kur'an'ın anlaşılması için kolaylaştırılmış olduğuna' -sadece Kamer suresinde- dört defa yemin etmiş.. Ama insanlar hikayelere o kadar düşkün ki, onları bırakıp da Allah'ın Ayetleri'ne gelmiyorlar bir türlü.

Rabbim hidayet versin..

 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt