Selamun aleykum
Aşağıdaki risale Nusret Cephesi'nde bulunan Ebu'l- Kayyim eş-Şami isimli ilim ehli tarafından kaleme alınmıştır. Tercümesi ve metni internette mevcuttur.
Farklı bir bakış açısı sebebiyle ekliyorum.
--------------------
Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adı ile
Bu çağrımız, şöhretlerin, kurumların, şahsi çıkarların ve yönetimlerin çok ötesindedir.
“Irak ve Şam İslam Devleti'nin Kapatılması Hakkında
Yüce Rabbimiz buyuruyor ki: “Hamd, kuluna Kitab'ı (Kur'an'ı) indiren ve onda hiçbir eğrilik yapmayan Allah'a mahsustur. Allah (onu), katından gelecek şiddetli bir azap ile (inanmayanları) uyarmak, salih ameller işleyen mü'minleri, içlerinde ebedi olarak kalacakları güzel bir mükâfat (cennet) ile müjdelemek için dosdoğru bir kitap kıldı.” (Kehf, 18/1-2)
Yine Rabbimiz şöyle buyuruyor: “De ki: 'Ey kitap ehli! Bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin: Yalnız Allah'a ibadet edelim. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilah edinmesin.' Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, deyin ki: 'Şahit olun, biz Müslümanlarız.'” (Âl-i İmrân, 3/64)
Ka’b b. Mâlik’ten gelen rivayete göre Allah Resulü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Koyun sürüsüne dalmış iki aç kurdun, sürüye vereceği zarar; kişinin mal ve mevki (servet ve şöhret) kazanma hırsının, dinine vereceği zarardan kesinlikle daha ağır değildir."
Bu mesaj bir yükümlülükten kurtulma, mazereti ortadan kaldırma ve bir savunmadır. Tüm gücümü toplayarak, okuyucunun zihnine gelen düşüncelere ve tepkilere karşı müdafaa etmek ve gerçeği bulmak isteyen bir araştırmacı üslubuyla, duygulara yer vermeksizin tarafsız bir şekilde tartışacağım. Ben mükemmelliğe eriştiğimi iddia etmiyorum. Gücümün yetmediği ve eksik kalan şeylerden Allah’a sığınıyorum. Güç ve kuvvet, sadece yüce ve büyük olan Allah’ın yardımıyla elde edilir. Benim mazeretim ise “benim gücüm bu kadardır, malzemem budur” olacaktır. Muvaffak olduğum ve doğruyu bulduğum şeyler sadece Allah’tandır ve şükrü Allah’adır. Allah’tan, bunu, Tevhid ve Cihad ümmetine faydalı kılmasını niyaz ediyoruz. Zira O, bunun sahibi ve buna gücü yetendir.
Allah’ın ismi ile başlıyor ve O’ndan yardım bekliyorum,
O'ndan razı olarak, yönetimini kabul edip O'ndan yardım alarak,
Bizleri doğru yola hidayet eden ve bunun için bizleri seçen Allah’a hamd olsun.
Hz. Muhammed’e ve ailesine salat olsun.
Şeyh Ebu Bekir el-Bağdâdî’nin “Nusrâ Cephesi”ni kapatıp Şam ve Irak’ta bulunan “İslam Devleti” projesini ilan etmesi münasebetiyle, Şeyh Ebu Bekir el-Bağdâdî ve Şeyh Ebu Muhammed el-Cevlânî (her ikisinden de Allah razı olsun) arasında meydana gelen tartışmadan, yine Şeyh Ebu Bekir el-Bağdâdî’nin Şeyh Eymen ez-Zevâhirî’ye Irak ve Şam’daki “İslam Devleti” projesini kabul etmediği ve Irak’taki “Devlet” ve Şam’daki “el-Cephe”nin olduğu gibi kalmasını istemesine karşı çıktığı konusunda elimize ulaşan bilgilere göre; Şeyh Ebu Bekir el-Bağdâdî ve Devle Güçleri, dayandıkları delilleri aşağıdaki şekilde açıklamaktadırlar:
1. Müslümanlara göre kamu yararındaki genel kurallar, şeriat kuralları ile ilgilidir. Buna göre her ne olursa olsun şahsi menfaatler, şer’i kaidelerin önüne geçemez. Burada maslahat, “ed-Devle” ve “el-Cephe” arasındaki çekişmeyi terk etmektir. Bu husustaki şer’i kural ise “birlik-beraberliğe tutunma” emridir.
2. Yöneticilere itaat konusundaki genel kural, yöneticinin bir hatasının olmaması ve emirlerinin halkın gücü nispetinde olması ile alakalıdır. Burada ise “ed-Devle” yöneticilerinin emri “el-Cephe” ve “ed-Devle” örgütünün arasını ayırmaktır. Bu ise Şeyh Zevâhirî tarafından ma’siyet içeren bir emirdir.
3. Yukarıda belirttiğimiz anlaşmazlığın çıkış yolu ise bu anlaşmazlığın aslına dönmekle olur ki, bu da Şeyh Zevâhirî’ye itaat etmemektir. Zira ilk anlaşmazlık Şeyh Ebu Muhammed el-Cevlanî’nin “el-Cephe” örgütünü “ed-Devle” örgütünden ayırdığını sanmasıdır.
Cevap:
Biz, Şeyh Bağdâdî’nin Şeyh Ebi Muhammed el-Cevlânî’yi Şam bölgesine ataması konusunda Şeyh Zevâhirî ile istişare edip etmediğini ve onunla görüş alışverişinde bulunup bulunmadığını bilmiyoruz. Fakat şunu kesinlikle biliyoruz ki o, “el-Cephetü’n-Nusra” örgütünü kapatıp “Devletü’l-İslam fi’l-Irak ve’ş-Şâm” örgütünü kurması ile ilgili Şeyh Eymen ile herhangi bir görüş alışverişinde bulunmamış ve istişare etmemiştir. Ancak Şeyh Ebu Muhammed’in Şam bölgesine tayini konusunda istişare etmemesi ve görüş alışverişinde bulunmaması, “el-Cephe” örgütünün feshedilmesi ve “ed-Devle” örgütünün ilan edilmesinde de istişare etmeyeceği ve görüş alışverişinde bulunmayacağı anlamına gelmez. Şeyh Ebi Muhammed’in Şam bölgesine tayini konusunda Şeyh Eymen ile istişare edip görüş alışverişinde bulunsaydı, bu kendisine ne kaybettirirdi?
Sonra, el-Cevlânî’yi kadrosu ile birlikte gönderme kararı ile Şam bölgesinde güçlenmiş, düşman üzerine gücünü ve kuvvetini kabul ettirmiş, halk üzerinde sevgi ve hürmetini ispatlamış, aynı zamanda Müslümanların umudu haline gelmiş olan “el-Cephe”yi kapatma kararı bir değildir. Bununla birlikte “el-Cephe” örgütünün, “ed-Devle” örgütünün kararına itirazı vardır. Oysa “ed-Devle”nin el-Cevlânî’nin birtakım arkadaşları ile Şam’a tayin edilmesine hiçbir itiraz yoktu. Eğer bu tayin konusunda itiraz olmuş olsaydı bunun Ulu’l-Emre iletilmesi gerekirdi. Şeyh Ebi Muhammed el-Cevlânî de olayı Ulu’l-Emre iletmiştir.
“ed-Devle” yöneticilerinin şöyle bir müdafaası söz konusu olabilir ki bu da, “el-Cephe”nin kapatılması ve “ed-Devle”nin ilanı hususunda örgütün yüce divan ile istişare etmesi, birlik-beraberlik ve safların düzeltilmesi için belki de daha uygun olurdu. Ancak yüce divanın da kendisiyle istişare edilmediği için “el-Cephe”nin bölünmesindeki maslahatı göz ardı etmemesi gerekir. Çünkü “el-Cephe”nin bölünmesi, yöneticileri tarafından önceden düşünülmüş bir hadisedir. Dolayısıyla meydana gelen bölünme ve ayrılık “el-Cephe” yöneticilerinin başkaldırmasına sebep olmuştur.
Buna şöyle cevap verilir: Eğer “ed-Devle” yöneticilerinin, “bölünmenin ‘el-Cephe’ yöneticileri tarafından daha önce kurgulanmış bir husus olduğu” iddiası doğru bile olsa, “el-Cephe” tarafından böyle bir gerçeği dile getirmeden ve olay henüz gerçeğe dönüşmeden “ed-Devle”nin bunu kamuoyuna ilan etmesi doğru değildir. Sonra şu var ki, “ed-Devle” yöneticilerinin iddia ettiği maslahat, sadece liderlik ve riyaset korkusudur. Çünkü el-Cephe’nin gücü bu ilandan önce tüm düşman güçler tarafından korkulu bir hale gelmiş ve çevrede âmil olan dost güçler tarafından da saygın bir duruma ulaşmıştır. Dolayısıyla onların el-Cephe’ye kattıkları fazla bir şey de yoktur. Böyle olunca, el-Cephe yöneticileri de bu durumda haklı olarak konuya itiraz etmiş ve anlaşmazlığı yüce divana bildirmiştir. Özellikle ümmetin geleceğiyle ilgili olan böyle önemli bir konunun, yüce divanın haberi olmadan medya yolu ile ilan edilmesi de konunun ayrı bir boyutudur.
Şayet Şeyh Ebu Bekr, el-Cephe’yi kapatma konusunda Şeyh Ebu Muhammed’in bir Emîr olarak kendisine itaat etmemesini başkaldırı sayıyorsa, o zaman kendisi de lideri olan Şeyh Eymen Zevâhirî’nin emretmesine rağmen iki defa başkaldırıda bulunmuş olur.
Birincisi: Şeyh Eymen Zevâhirî, Şeyh Ebu Bekr’e, “ed-Devle” örgütünü kurup “el-Cephe”yi kapatma kararından önce, kendisine “her şey olduğu yerde dursun” diye verdiği emri yerine getirmemiştir. Zira yüce divan, böyle bir ihtilafın ortaya çıkmaması ve anlaşmazlığın bitmesi için bunu talep etmişti. Bu husus aşağıda, 5. bendde Şeyh Eymen Zevâhirî’nin mesajında vardır.
İkincisi: Yine Şeyh Eymen Zevâhirî, Şeyh Ebu Bekr’e “ed-Devle” örgütü projesini iptal etmesini ve “el-Cephe” örgütünün Şam bölgesinde devam etmesi emrini verdiği halde o, bunu dinlemeyerek başkaldırıda bulunmuştur. Bu husus, aşağıda c bendinde şu şekilde ifade edilmiştir: “Devletü’l-Irak ve’ş-Şamu’l-İslamiyye” ismini iptal et ve örgütün ismi sadece “Devletü’l-Iraki’l-İslamiyye” şeklinde devam etsin.”
Tüm bunlardan sonra “kendisi için helal gördüğünü başkası için haram görmesi doğru değildir.”
Şeyh Ebu Bekr ve yönetiminin “ed-Devle” örgütünü ilan etmesi itaat, birlik ve beraberlik, Şeyh Eymen’in verdiği emir ise firkattır ve vakıayı görmezden gelmektir (bu da aslında ulu’l-emr için bir hakarettir, ayrıca emîr için bir itaatsizliktir ve şer’an haramdır) iddiasına gelince, bu doğru bir iddia değildir. Asla kabul edilemez. Çünkü bu ictihâdî bir konudur, Emîr’e götürülmesi gerekir ve verdiği emre de muhalefet etmek caiz değildir.
Sonra, Şeyh Ebi Bekr’in ve yönetiminin birlik ve beraberlik iddiasıyla “Şeyh Zevâhirî ma’siyeti emrediyor ve vakıayı bilmiyor.” diyerek Emîr’i dinlememesi ve ona itaati terk etmesi konusunda onu haklı çıkarmaz. Zira Şeyh Zevâhirî ona ma’siyeti emretmediği gibi, olaydan da habersiz değildir. Onun yaptığı, “el-Cephe”nin (halkın geneli tarafından müşahede edilen) elde ettiği güç, kuvvet, birlik ve beraberlik ve bölgesindeki yapıcı tutumundan sonra meydana gelen çatlakları onarmak ve çekişmelere son vermektir. Şeyh Eymen, meseleye ümmetin maslahatı penceresinden bakmakta ve “ed-Devle”nin ilanı ve el-Cephe’nin kapatılması öncesindeki gücüne, kuvvetine ve rejimi korkutan, halkın sevgi ve hürmetini kazanmış olduğu durumuna tekrar dönülmesini istemektedir. Çünkü medya tarafından “ed-Devle”nin kamuoyuna ilan ettiği “el-Cephe”nin kapatılması, safların bölünmesine yol açtı, rejimin korktuğu bir güç olmaktan çıktı ve halk tarafından kendisine beslenen sevgi ve saygıyı da kaybetti. Bu şekilde kuvvet delindi ve düşman da memnun oldu. Verilen emir ise fesadı ortadan kaldırmak ve zararı önlemek içindir.
Mademki Şeyh Ebu Bekr gücü, birlik ve beraberlikte görüyorsa o halde niçin başlayan bu ihtilafı sona erdirerek çatlakları onarıp tümünün kardeş olması ve davası uğruna “el-Cephe”ye katılmıyor? Böyle yapmakla ihtilaftan önceki güç ve kuvveti iade etmiş, Emîr’e itaati ve sözlerin birleştirilmesini tahakkuk ettirmiş olacaktır. Bu hareketiyle de yönetimine saygıyı, tevazuyu ve bu yolda en büyük örnek olmayı elde edecektir. Bu şekilde ümmetin maslahatını ve cihad davasını gerçekleştirmiş, böylece kendisinde liderlik hırsı olma şüphesini de ortadan kaldırmış olacaktır. Aynı zamanda, başlamış olan ihtilafı ve sürtüşmeyi de bitirerek ümmeti rahatlatmış olacaktır. Birlik ve beraberlikten beklenen en büyük maksat ve tek gaye, güç ve hâkimiyeti elde etmek değil midir? “el-Cephe”nin güçlü olması ve hâkimiyeti aynı zamanda “ed-Devle”nin de gücü ve kuvveti değil midir? O halde el-Cephe’nin görevine devam edip, vurucu bir güç olarak kalmasının zararı ne olabilir? “ed-Devle” yöneticilerinin iddia ettiği birlik ve beraberlik için bunu yaptıkları iddiası, istenen güç ve ülfeti tahsil edememiş, aksine ayrışmaya, zayıflığa, tartışmaya ve bölünmeye sevk etmiştir. Farz edelim ki Şeyh Eymen, Şeyh Bağdâdî’yi görevinden tamamen azletse, acaba Şeyh Bağdâdî’nin ve yönetiminin buna cevabı ne olurdu? Bunlardan da önemlisi buradaki ihtilaf siyasî bir ihtilaf olup itikadî, sistematik ve asıl amaç değildir. O halde bu kadar inat, ısrar, kalıcı çekişme ve isyanın anlamı nedir? Ümmetin maslahatı ve cihad konusundaki bu dikkatsizlik nedir?
Belki de “ed-Devle” yöneticileri, “ed-Devle tarafından büyük oranda gücünü kaybeden el-Cephe için en uygun olan, ed-Devle ile birleştiğini ilan etmesidir." şeklinde bir itirazda bulunabilirler. Zira onlar sayı bakımından daha az, yönetici olarak daha küçük bir kuruluş ve asıl olarak da “ed-Devle”nin bir koludur ve ona tâbidirler. Buna şöyle cevap verilir: “el-Cephe” yönetimi bu olayı yüce divana götürmüş ve yüce divan da çekişmenin derhal bitirilmesine, “ed-Devle”nin kapatılmasına, “el-Cephe”nin de organizasyona mukavemet anlamında Şam bölgesinde devam etmesine, “ed-Devle”nin ilan kararının istişare ve bilgi alışverişinde bulunulmadığı için hatalı olduğuna karar vermiştir. Davayı yüce divana götürüldükten, görüldüğü üzere, nihaî karar da verildikten sonra buna nasıl muhalefet edeceğiz? Nasıl olur da bir şeyin asılsız olduğuna inanacağız ve sonra “ed-Devle”nin taraftarı daha fazla ve organizasyonda rütbesi daha yüksek gibi bazı mazeretlerle onu destekleyip yardım edeceğiz? Hem bu gibi konularda sayı çokluğu ve vakıanın doğru olduğuna bakıp karar vermek ne zamandan beri İslam dininde bir delil sayılmıştır? Oysa bir fiil, bâtıla dayalı olduktan sonra, ne kadar yüce ve yararlı olursa olsun bâtıl addedilir.
Sonra, Şeyh el-Cevlânî’nin “el-Cephe”nin kapatılması kararına itirazını ve davayı ulu’l-emre götürmesini, “bölücülük ve tefrika” diye vasıflandırmak bâtıldır. Çünkü Şeyh el-Cevlânî’nin burada yaptığı şey, yüce divana biatini, organizasyona ve yüce divana bağlılığını te'kid ifadesidir. Halk tarafından saygı duyulan ve sevilen, aynı zamanda küfür cephesi tarafından korkulan bir güç haline gelen “el-Cephe”nin kapatılma kararına itiraz etmek, aklıselim olan iman ve tevhid ehli biri tarafından “isyan” diye isimlendirilmesi doğru mudur? Hayır, bu bir isyan, bölünme ve tefrika değildir. Biz bazı şeyleri müsemması dışında başka bir ibareyle neden isimlendirmeye çalışıyor, sonra da bunlara dinî kılıflar bularak sahte sözlerle sunmaya çalışıyoruz. Zaten doğru olan da, bir yöneticinin, kendi amirini aşan bir maslahat gördüğü zaman, tamamen Şeyh el-Cevlânî’nin yaptığı gibi, itiraz ederek davayı daha bir üst merciye götürmesidir.
Yeryüzünde hiçbir mahkemenin, emniyetin, kuruluşun, idarenin ve organizasyonun kabul edemeyeceği ve hakikati olmayan; “el-Cephe yöneticilerinin ayrılma ve bölünme niyetleri” şeklindeki kasıtlı ortaya atılmış bir iddia ile tüm Müslümanların gözleri önünde, vurucu bir kuvvet olmuş, ümmetin ümidi haline gelmiş “el-Cephe”yi, “ed-Devletü’l-İslamiyye” projesi gibi kasıtlı ortaya atılmış bir fikirle kapatmak, her Müslümana ağır geleceği gibi Şeyh el-Cevlânî’ye de ağır gelmiştir.
Eğer biz, maslahatı veya doğruluğu açısından içerisinde bir gizlilik olduğu sanılan bir karara itiraz eden bir lideri “bölücü ve isyancı” diye itham ettiğimiz takdirde, hürmet edilen emîrlik makamı, mukaddes bir makam haline gelmiş olur ki, imamlarının masumiyetine inanan Şia’da olduğu gibi, onlara ne itiraz etmek ne de sözlerini reddetmek caiz olur. Şeyh Ebu Bekr ve yönetimi de Şeyh el-Cevlânî hakkında aldığı kararla Şeyh Zevâhirî ile olan durumunda ve Şeyh Zevâhirî’nin kararını “masiyet, hakikati görmeme, (kendi zannınca) Cemaat maslahatını düşünmeme ve birliği bozma” olarak değerlendirmekle aynı duruma düşmüştür. Hatta “ed-Devle” yöneticileri, sadece karara itirazla kalmamış, masiyet ve durumu bilmeme gibi sıfatlarla lidere saygısızlıkta bulunmuştur. Bu ise organizasyonun liderine ve yönetimine olan bir hürmetsizliktir.
Belki de “ed-Devle” yönetimi tarafından şöyle bir itirazda bulunulabilir: “ed-Devle yönetiminin yaptığı, el-Cephe'nin kapatılması değil, ayrılma ve bölünme niyetinde olan el-Cephe yönetiminin ilgasıdır."
Buna şöyle cevap verilir: Gözlemcilerin ittifakla söylediği gibi, bulunduğu alanda büyük işler yaparak apaçık başarılar gerçekleştirmiş olan “el-Cephe” yönetiminin devam etmesinde tercih edilen gizli bir maslahatın olduğunu görmesi, “ed-Devle” projesinin doğru olmadığı, Irak topraklarında olan başarısızlıkları ve birçok yerde geri çekilmeleri gibi korkularını fark etmeleri, onların da elbette hakkıdır. Kendi bölgelerinde bulunan halk üzerinde dahi bir tecrübe ve bilgiye sahip olmayan “ed-Devle”nin, Şam bölgesinde daha önce hiçbir tecrübe yaşamadığı halde başarılı olması nasıl düşünülebilir? Her toplumu diğer milletlerden ayıran kendine özgü toplumsal oluşumu, siyaseti, kültürü, psikolojisi ve buna benzer farklı özellikleri vardır. Bunların birbiriyle bütünleşmesi ve halk tarafından benimsenmesi uzun bir zamana ihtiyaç duyar. Böyle bir durumu görmezden gelmek ve bir kenara itmek mümkün değildir. Zira bu konularda en küçük bir ihmal ve gaflet, başarısızlık ve çarpışmaya götürür. Belki de bu şekil bölünmeler, hakkında Allah’ın bir delilinin olmadığı ve bu bölünmelerin “Sykes-Picot” bölünmesi olduğu zannıyla bazılarının hoşuna gidecektir. Fakat doğru olan şudur ki, bu şekil bir düşünce, büyük hakikati görmezden gelmek, gerçekleri inkar etmek ve kamuoyunu yanlış yönlendirmektir. Bununla, muhaliflerin terörü ve bu çirkin isimlendirmelerle salt hakikatin yok edilmesi istenmiştir. Aynı zamanda bu “Sykes-Picot” bölünmesi kabilinden bir taksimat değildir. Her gerçek “Sykes-Picot” bölünmesi ile delillendirilemez. Bu bölünme Efendimiz (s.a.v.)’in lisanı ile de dile getirilmiş ve “Bir ordu Şam’da, bir ordu Yemen’de, bir ordu Irak’ta olmak istemez misiniz?” buyurmuştur. Tüm bu özelliklerle birlikte bir de imanın bir güven olduğu, küfrün başının doğu cihetinde, sükûnetin koyun besleyenlerde, övünme ve çalım satma işinin at, deve, sığır besleyenler, çadırda oturanlar arasında olduğu vs. de eklenince, akıl sahibi bir kimsenin Peygamberimizi, “Sykes-Picot” bölünmesini ikrar etti diye itham etmesi caiz olur mu?
Daha önce de söylediğimiz gibi, “ed-Devle” yönetimi, “el-Cephe” yönetiminin kapatılması ile ilgili verdiği karara, “el-Cephe”nin itiraz etmesini caiz görmüyor da neden Zevâhirî’nin “ed-Devle” ile ilgili kararına itiraz etmeyi kendine mübah sayıyor? ed-Devle’nin, Zevâhirî’nin kararının masiyet olduğu ve vakıayı görmezden gelmek olduğu şeklindeki suçlaması, birlik ve beraberliği öngören nassa muhaliftir. Bu noktada dönen tartışmalar daha önce geçti ve tekrar etmeye gerek yoktur. Zira “ed-Devle”nin, Şeyh Zevâhirî’nin emrini masiyet kabul edip vakıayı görmediği gerekçesiyle muhalefet etmesi, delilsiz ve gerekçesiz boş bir iddiadan ibarettir.
Varsayalım ki, Ebu Muhammed ve istişare heyeti, “ed-Devle” yöneticilerinin dediği gibi, ayrı bir grup olarak “ed-Devle”den ayrılmaya niyet etti. Ne yüce divan ile ne “el-Cephe” yönetimi ne de kendi istişare heyetiyle görüş alışverişinde bulunmaksızın böyle bir ayrılmanın, medya aracılığı ile kamuoyuna duyurulması ne kadar doğrudur? Tüm halkın saygısını ve sevgisini elde etmiş, düşman üzerinde hâkimiyet sağlamış bir güç olan “el-Cephe”nin kapatılmasını istemekte bu aceleciliğin ve endişenin anlamı nedir? Böyle bir yol, gerçekten ilginç ve dikkat çekici değil midir?
Bununla birlikte “el-Cephe”de bulunan kardeşlerimiz, “ed-Devle” yönetiminin “el-Cephe”yi kapattığını ve “ed-Devle”yi kurduğunu ilan edinceye kadar herhangi bir ayrılmadan bahsetmemişlerdir. Bunu bölünme diye isimlendirmemiz aklen ve şer’an caiz bile değildir. Aslında mesele, “el-Cephe”nin bu karara itirazı ve davayı yüce divana taşımasıdır. Aynı zamanda “el-Cephe” yönetimi tarafından bölünme iddiasına karşılık herhangi bir açıklama gelmemesine ve bunun kabul edilmemesine rağmen, süratle “el-Cephe”nin kapatılması ve “ed-Devle”nin kurulması ilan edilerek olay dramatize edilmiş ve bir kaos oluşturulmuştur. Dava arkadaşlarına karşı saldırı başlamış, arzu edilmeyen bir yerde ve şekilde mücadele edilmiştir. Bu şekil aceleyle kapatma kararı, olayı dramatize etme ve “ed-Devle”yi ilan etme, kesinlikle büyük bir ayıptır.
“ed-Devle” yönetimi bu ayrılma duyurusunu, iş her iki taraftan da sonuçlanıncaya kadar el-Cephe yönetiminin devamına kadar sabretseydi daha iyi olmaz mıydı? O zaman el-Cephe yönetimiyle aralarında dönen bölünme tartışmasına da son verilmiş olacaktı. Dolayısıyla kendilerini delillendirme ve mazeret belirtme konusunda daha uygun olmaz mıydı? “ed-Devle” yönetimi bunu ilan etmeden önce ulu’l-emre götürerek onun da mütalaalarını alsaydı ne kaybederdi? “el-Cephe”yi kapatma kararını kartel medyası ile ve marjinal bir yolla ilan etme yerine Yüce divandan onay almış olsaydı, korkulanı telafi etmiş olmaz mıydı? Öyleyse, bölünme korkusu, dinî ve ideolojik bir maslahat veya metodolojik bir yaklaşım olmadığı gibi, birlik, beraberlik, ihtilaf gibi hususların aksine apaçık siyasî liderlik kuşkusudur. Böyle olunca, buna, her ne kadar birlik ve beraberliğe olan hırs denilse de, “şahsî menfaat,” “isim yapma” ve “kadrolaşma hırsı” olduğunu da zihinlerden silmek mümkün olmamaktadır.
Bir kısım “ed-Devle” yönetimindeki gençlerin dilinde dolaşan bir diğer husus da şudur: Şeyh Bağdâdî’nin Şeyh Zevâhirî’ye olan bey’atı harb bey’atı olup, Şeyh Cevlânî’nin Şeyh Ebi Bekr’e bey’atı ise küçük hilafet bey’atıdır. Buna göre, Şeyh Ebi Bekr’in Şeyh Zevâhirî’ye muhalefeti ma’siyet olarak kabul edilmez. Oysa, Şeyh Cevlânî’nin Şeyh Ebi Bekr’e bey’ati hilafet-i Suğra bey’ati olduğundan, ona muhalefeti ma’siyet sayılır. Buna da şöyle cevap verilir: Şeyh Bağdâdî ve yönetiminin mektubu ve Şeyh Zevâhirî’nin bu yazının sonunda bulunan ek’teki mesajı böyle bir ayrıma işaret etmemektedir. Aksine her iki mektup ve mesaj, Şeyh Bağdâdî tarafından sözsüz bir itiraf ve Şeyh Zevâhirî tarafından da açık bir beyan niteliği taşımaktadır. Böyle olmasaydı -Şeyh Zevâhirî’nin, (el-Bağdâdi ve yönetiminden önce) aşağıda geleceği üzere açıkladığı kararının 6. maddesinde belirttiği gibi- davanın Şeyh Zevâhirî’ye götürülmesinin anlamı olmazdı. 6. maddenin c, d, g ve h bentlerinde ve Şeyh Cevlânî’nin de görüşüne uygun olarak Şeyh Zevâhirî kesin bir dille, “ed-Devle”nin kapatılmasını, “el-Cephe”nin devam etmesini, Şeyh Bağdâdî ve Şeyh Cevlâni’nin birer yıl görevlerinin başında kalmalarını, daha sonra her iki tarafın istişare heyetlerinin raporları doğrultusunda durumu değerlendireceğini ifade etmiştir. Böyle bir ifadenin her iki grubun da lideri olmayan biri tarafından söylenmesi mümkün müdür? Şeyh Zevâhiri’nin aklından zoru mu var? Yetkisi olmayan bir dava hakkında yukarıda belirtildiği şekliyle bir kararı nasıl verebilir? Böyle bir şey mümkün müdür? Allahu Ekber. Bir çocuğun bile kabul edemeyeceği, delilerin dahi hayrete düşeceği bir durumdur.
İkinci durum ise, aslında “ed-Devle” yöneticilerinin, (eğer gerçekse tabiî) bu biat işinden ayrılmayı kamuoyuna medya vasıtası ile ilan etmeden evvel konuyu ulu’l-emre, yani Şeyh Zevâhirî’ye sunmaları gerekirdi. Tabiî bu konuda söylenenler doğruysa kulis yapmaya ve tartışmalara hiç gerek kalmayacaktı. Çünkü ortada dolaşan bazı söylemlere göre, Şeyh Bağdâdî, Şeyh Zevâhirî’ye biat etmemiştir. Bundan dolayı da onun verdiği kararlara uymadığı söylenmektedir.
Buna cevap olarak ise; Biz kesin olarak biliyoruz ki Şeyh Zerkâvî, Şeyh Üsâme’ye biat etmişti. Aynen Şeyh Zevâhirî’nin Şeyh Üsame’nin halefi olduğu gibi, Şeyh Bağdâdî de Şeyh Zerkâvî’nin halefidir. Ancak şu var ki Şeyh Bağdâdî, Şeyh Zevâhirî’ye biat etmeyi reddetmiştir. Eğer bu doğruysa, o zaman Şeyh Zevâhirî’ye başvurmak, verilen hükme bağlılığı gerektirir. Tabiî eğer Şeyh Zevâhirî’nin, Şeyh Bağdâdî katında başka bir sıfatı yoksa bu böyledir. Peki, buna bir de Organizasyon Başkanlığı, Harp Emîri ya da “ed-Devle” yöneticilerinin iddia ettiği başka sıfatlar da eklenince durum nasıl olur?
Üçüncüsü ise; organizasyondaki kardeşlerimizin Şeyh Bağdâdî’ye olan bağlılığı, sadece onun organizasyonda bir vekil olması sebebiyledir. Yoksa Şeyh Bağdâdî’nin bizzat kendisine biat veya bağlılık değildir. Ancak kendisi, içinde böyle bir şey gizliyor ve bunu açıklamıyorsa o başka! Eğe bu böyleyse o zaman kardeşlerimizi aldatmış ve hile yapmış demektir. Bu ise tüm kardeşlerimiz arasında bilinen bir durum olup, buna muhalif bir tek kişi bile yoktur.
Ey Sevgili Şeyhimiz! Ey ed-Devle’nin Saygıdeğer yöneticileri! Size ve kendi hatalı nefsime Allah’tan takva ile sakınmayı tavsiye ediyorum. O'na karşı isyandan ve emrine muhalefet etmekten de sizleri uyarıyorum. Çünkü hayat kısadır. Allah’a dönüşümüz ise yakındır. Bizler arzularımız tahakkuk etmeden önce savaş meydanlarındayken Allah’a varacağız. İçinde pişmanlık olacak bir şeyi asla kabul etmeyelim. Zira bu, Allah’ın önündeki görüntümüzün çok zor olmasına sebep olur. Sizler bilirsiniz ki, Allah’ın öfkesi çok şiddetlidir. Gelin dinimizin ve ümmetin maslahatını tüm değerlerin üstünde tutalım. İslam davası ve Allah yolunda cihad konusunda Allah’tan korkalım. Hırsımız sadece İslam davasının maslahatı ve tek endişemiz O'nun yolunda cihad için olsun. Ümmet ve din için bu Rabbânî lüftu ve altın fırsatı kaçırmayalım. Tarih boyunca insanların sizi model aldığı birer örnek olunuz. Bu bizim için iman, tevhid, cihad ve İslam davasındaki metodumuzun doğru bir delil olduğunun kanıtı olsun. Yine, Allah’tan sakınmamızın ve salih kimseler olduğumuzun hücceti olsun. Diğer bölgelerde olduğu gibi, Şam bölgesindeki cihadın da sona ermesinin vebalini yüklenmeyelim. Ümmet konusundaki arzumuzu yineleyelim. Müslümanların bize ve mücadelemize olan güvenini tekrar ayağa kaldıralım. Eğer bu seferlik Allah’tan sakınır, O’nun ve Resulünün emrine boyun eğer, hidayeti nefislerimize tercih eder, kolayın zora üstünlüğünü kabul edersek iş kolay, mesele çok basittir. Birlik ve beraberliğe olan hırsımız, isimlere, kişisel menfaatlere, kurum ve kuruluşlara ve liderliğe olan hırstan daha üstündür.
Ey “ed-Devle”nin Şam bölgesinde bulunan cihad ve İslam davasının maslahatını düşünen ve bu konuda fanatik olan, İslam akidesinin bekçileri ve mücahid kardeşlerim! Allah konusunda hiçbir kınayanın kınamasına aldırmayınız. Sizler hakikate sarılmada zirvedesiniz. Sakın günah konusunda sizi kibir almasın. Zira sizler günaha girme konusunda kibirlenmekten çok uzak olan kimselersiniz. Dine olan bağlılığınız şahıslardan, liderlikten, kurumlardan ve menfaatlerden daha yüksek olsun.
Ve tâ ki, -Allah korusun- bir dağılma ve mağlubiyet sonucunda oluşacak sorumluluk veya sevgili Şam bölgesindeki davadan geri çekilme gibi durumun vebali sizlerin omuzlarınıza kalmasın. Böyle bir durumda sadece yerel güçlerin, bölgesel veya uluslararası düşmanların ve kafirlerin yüzleri gülecektir. Çünkü böyle bir mesuliyet, Baas rejiminin işine gelecek, hezimete uğramış olan Nusayrî grubunun da tekrar galibiyetine sebep olacaktır. Galibiyetten sonra tekrar mağlup olmak ise affedilmez bir suçtur.
O halde artık ülfet, kardeşlik, birlik-beraberlik ve Şam ehline yardım için yarışınız. Şüphesiz ki, hatadan dönmek, onda devam etmekten daha hayırlıdır.
Eğer “Cephetü’n-Nusra” ve yönetimindeki kardeşlerimize ve Şeyh Zevâhiri’ye karşı haksız yere dil uzatılmasaydı ve onlara karşı haksızlık ve düşmanlık yapılmasaydı, bizim şu sayfaları mürekkeplerimizle kirletmeye hakkımız yoktu. Gönül isterdi ki, bu sayfaları, şu içinde bulunduğumuz durumdan daha hayırlı bir şey için kirleteydik. Fakat Cenâb-ı Mevla böyle murad etti. Sıkıntımızı Allah’a şikâyet ediyoruz. Güç ve kuvvet, sadece Yüce ve Büyük olan Allah’ın yardımıyla elde edilir. Kardeşlik ve dostluk, sevgi ve saygı, şefkat ve merhamet, ümitlerin tekrar dönmesi, İslam’ın sarsılmaz kalesinin tekrar inşası ve fecrin yeniden doğması, mü’minlerin gönüllerinin ferahı ve kafirlerin üzüntüden boğulduğu bir dünya için söz veriyoruz. Şüphesiz Allah buna kadirdir. Son duamız ise, Hamd, Alemlerin Rabbi olan Allah içindir.
18 Şaban 1434
Ebu’l-Kayyım eş-Şâmî
Aşağıdaki risale Nusret Cephesi'nde bulunan Ebu'l- Kayyim eş-Şami isimli ilim ehli tarafından kaleme alınmıştır. Tercümesi ve metni internette mevcuttur.
Farklı bir bakış açısı sebebiyle ekliyorum.
--------------------
Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adı ile
Bu çağrımız, şöhretlerin, kurumların, şahsi çıkarların ve yönetimlerin çok ötesindedir.
“Irak ve Şam İslam Devleti'nin Kapatılması Hakkında
Yüce Rabbimiz buyuruyor ki: “Hamd, kuluna Kitab'ı (Kur'an'ı) indiren ve onda hiçbir eğrilik yapmayan Allah'a mahsustur. Allah (onu), katından gelecek şiddetli bir azap ile (inanmayanları) uyarmak, salih ameller işleyen mü'minleri, içlerinde ebedi olarak kalacakları güzel bir mükâfat (cennet) ile müjdelemek için dosdoğru bir kitap kıldı.” (Kehf, 18/1-2)
Yine Rabbimiz şöyle buyuruyor: “De ki: 'Ey kitap ehli! Bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin: Yalnız Allah'a ibadet edelim. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilah edinmesin.' Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, deyin ki: 'Şahit olun, biz Müslümanlarız.'” (Âl-i İmrân, 3/64)
Ka’b b. Mâlik’ten gelen rivayete göre Allah Resulü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Koyun sürüsüne dalmış iki aç kurdun, sürüye vereceği zarar; kişinin mal ve mevki (servet ve şöhret) kazanma hırsının, dinine vereceği zarardan kesinlikle daha ağır değildir."
Bu mesaj bir yükümlülükten kurtulma, mazereti ortadan kaldırma ve bir savunmadır. Tüm gücümü toplayarak, okuyucunun zihnine gelen düşüncelere ve tepkilere karşı müdafaa etmek ve gerçeği bulmak isteyen bir araştırmacı üslubuyla, duygulara yer vermeksizin tarafsız bir şekilde tartışacağım. Ben mükemmelliğe eriştiğimi iddia etmiyorum. Gücümün yetmediği ve eksik kalan şeylerden Allah’a sığınıyorum. Güç ve kuvvet, sadece yüce ve büyük olan Allah’ın yardımıyla elde edilir. Benim mazeretim ise “benim gücüm bu kadardır, malzemem budur” olacaktır. Muvaffak olduğum ve doğruyu bulduğum şeyler sadece Allah’tandır ve şükrü Allah’adır. Allah’tan, bunu, Tevhid ve Cihad ümmetine faydalı kılmasını niyaz ediyoruz. Zira O, bunun sahibi ve buna gücü yetendir.
Allah’ın ismi ile başlıyor ve O’ndan yardım bekliyorum,
O'ndan razı olarak, yönetimini kabul edip O'ndan yardım alarak,
Bizleri doğru yola hidayet eden ve bunun için bizleri seçen Allah’a hamd olsun.
Hz. Muhammed’e ve ailesine salat olsun.
Şeyh Ebu Bekir el-Bağdâdî’nin “Nusrâ Cephesi”ni kapatıp Şam ve Irak’ta bulunan “İslam Devleti” projesini ilan etmesi münasebetiyle, Şeyh Ebu Bekir el-Bağdâdî ve Şeyh Ebu Muhammed el-Cevlânî (her ikisinden de Allah razı olsun) arasında meydana gelen tartışmadan, yine Şeyh Ebu Bekir el-Bağdâdî’nin Şeyh Eymen ez-Zevâhirî’ye Irak ve Şam’daki “İslam Devleti” projesini kabul etmediği ve Irak’taki “Devlet” ve Şam’daki “el-Cephe”nin olduğu gibi kalmasını istemesine karşı çıktığı konusunda elimize ulaşan bilgilere göre; Şeyh Ebu Bekir el-Bağdâdî ve Devle Güçleri, dayandıkları delilleri aşağıdaki şekilde açıklamaktadırlar:
1. Müslümanlara göre kamu yararındaki genel kurallar, şeriat kuralları ile ilgilidir. Buna göre her ne olursa olsun şahsi menfaatler, şer’i kaidelerin önüne geçemez. Burada maslahat, “ed-Devle” ve “el-Cephe” arasındaki çekişmeyi terk etmektir. Bu husustaki şer’i kural ise “birlik-beraberliğe tutunma” emridir.
2. Yöneticilere itaat konusundaki genel kural, yöneticinin bir hatasının olmaması ve emirlerinin halkın gücü nispetinde olması ile alakalıdır. Burada ise “ed-Devle” yöneticilerinin emri “el-Cephe” ve “ed-Devle” örgütünün arasını ayırmaktır. Bu ise Şeyh Zevâhirî tarafından ma’siyet içeren bir emirdir.
3. Yukarıda belirttiğimiz anlaşmazlığın çıkış yolu ise bu anlaşmazlığın aslına dönmekle olur ki, bu da Şeyh Zevâhirî’ye itaat etmemektir. Zira ilk anlaşmazlık Şeyh Ebu Muhammed el-Cevlanî’nin “el-Cephe” örgütünü “ed-Devle” örgütünden ayırdığını sanmasıdır.
Cevap:
Biz, Şeyh Bağdâdî’nin Şeyh Ebi Muhammed el-Cevlânî’yi Şam bölgesine ataması konusunda Şeyh Zevâhirî ile istişare edip etmediğini ve onunla görüş alışverişinde bulunup bulunmadığını bilmiyoruz. Fakat şunu kesinlikle biliyoruz ki o, “el-Cephetü’n-Nusra” örgütünü kapatıp “Devletü’l-İslam fi’l-Irak ve’ş-Şâm” örgütünü kurması ile ilgili Şeyh Eymen ile herhangi bir görüş alışverişinde bulunmamış ve istişare etmemiştir. Ancak Şeyh Ebu Muhammed’in Şam bölgesine tayini konusunda istişare etmemesi ve görüş alışverişinde bulunmaması, “el-Cephe” örgütünün feshedilmesi ve “ed-Devle” örgütünün ilan edilmesinde de istişare etmeyeceği ve görüş alışverişinde bulunmayacağı anlamına gelmez. Şeyh Ebi Muhammed’in Şam bölgesine tayini konusunda Şeyh Eymen ile istişare edip görüş alışverişinde bulunsaydı, bu kendisine ne kaybettirirdi?
Sonra, el-Cevlânî’yi kadrosu ile birlikte gönderme kararı ile Şam bölgesinde güçlenmiş, düşman üzerine gücünü ve kuvvetini kabul ettirmiş, halk üzerinde sevgi ve hürmetini ispatlamış, aynı zamanda Müslümanların umudu haline gelmiş olan “el-Cephe”yi kapatma kararı bir değildir. Bununla birlikte “el-Cephe” örgütünün, “ed-Devle” örgütünün kararına itirazı vardır. Oysa “ed-Devle”nin el-Cevlânî’nin birtakım arkadaşları ile Şam’a tayin edilmesine hiçbir itiraz yoktu. Eğer bu tayin konusunda itiraz olmuş olsaydı bunun Ulu’l-Emre iletilmesi gerekirdi. Şeyh Ebi Muhammed el-Cevlânî de olayı Ulu’l-Emre iletmiştir.
“ed-Devle” yöneticilerinin şöyle bir müdafaası söz konusu olabilir ki bu da, “el-Cephe”nin kapatılması ve “ed-Devle”nin ilanı hususunda örgütün yüce divan ile istişare etmesi, birlik-beraberlik ve safların düzeltilmesi için belki de daha uygun olurdu. Ancak yüce divanın da kendisiyle istişare edilmediği için “el-Cephe”nin bölünmesindeki maslahatı göz ardı etmemesi gerekir. Çünkü “el-Cephe”nin bölünmesi, yöneticileri tarafından önceden düşünülmüş bir hadisedir. Dolayısıyla meydana gelen bölünme ve ayrılık “el-Cephe” yöneticilerinin başkaldırmasına sebep olmuştur.
Buna şöyle cevap verilir: Eğer “ed-Devle” yöneticilerinin, “bölünmenin ‘el-Cephe’ yöneticileri tarafından daha önce kurgulanmış bir husus olduğu” iddiası doğru bile olsa, “el-Cephe” tarafından böyle bir gerçeği dile getirmeden ve olay henüz gerçeğe dönüşmeden “ed-Devle”nin bunu kamuoyuna ilan etmesi doğru değildir. Sonra şu var ki, “ed-Devle” yöneticilerinin iddia ettiği maslahat, sadece liderlik ve riyaset korkusudur. Çünkü el-Cephe’nin gücü bu ilandan önce tüm düşman güçler tarafından korkulu bir hale gelmiş ve çevrede âmil olan dost güçler tarafından da saygın bir duruma ulaşmıştır. Dolayısıyla onların el-Cephe’ye kattıkları fazla bir şey de yoktur. Böyle olunca, el-Cephe yöneticileri de bu durumda haklı olarak konuya itiraz etmiş ve anlaşmazlığı yüce divana bildirmiştir. Özellikle ümmetin geleceğiyle ilgili olan böyle önemli bir konunun, yüce divanın haberi olmadan medya yolu ile ilan edilmesi de konunun ayrı bir boyutudur.
Şayet Şeyh Ebu Bekr, el-Cephe’yi kapatma konusunda Şeyh Ebu Muhammed’in bir Emîr olarak kendisine itaat etmemesini başkaldırı sayıyorsa, o zaman kendisi de lideri olan Şeyh Eymen Zevâhirî’nin emretmesine rağmen iki defa başkaldırıda bulunmuş olur.
Birincisi: Şeyh Eymen Zevâhirî, Şeyh Ebu Bekr’e, “ed-Devle” örgütünü kurup “el-Cephe”yi kapatma kararından önce, kendisine “her şey olduğu yerde dursun” diye verdiği emri yerine getirmemiştir. Zira yüce divan, böyle bir ihtilafın ortaya çıkmaması ve anlaşmazlığın bitmesi için bunu talep etmişti. Bu husus aşağıda, 5. bendde Şeyh Eymen Zevâhirî’nin mesajında vardır.
İkincisi: Yine Şeyh Eymen Zevâhirî, Şeyh Ebu Bekr’e “ed-Devle” örgütü projesini iptal etmesini ve “el-Cephe” örgütünün Şam bölgesinde devam etmesi emrini verdiği halde o, bunu dinlemeyerek başkaldırıda bulunmuştur. Bu husus, aşağıda c bendinde şu şekilde ifade edilmiştir: “Devletü’l-Irak ve’ş-Şamu’l-İslamiyye” ismini iptal et ve örgütün ismi sadece “Devletü’l-Iraki’l-İslamiyye” şeklinde devam etsin.”
Tüm bunlardan sonra “kendisi için helal gördüğünü başkası için haram görmesi doğru değildir.”
Şeyh Ebu Bekr ve yönetiminin “ed-Devle” örgütünü ilan etmesi itaat, birlik ve beraberlik, Şeyh Eymen’in verdiği emir ise firkattır ve vakıayı görmezden gelmektir (bu da aslında ulu’l-emr için bir hakarettir, ayrıca emîr için bir itaatsizliktir ve şer’an haramdır) iddiasına gelince, bu doğru bir iddia değildir. Asla kabul edilemez. Çünkü bu ictihâdî bir konudur, Emîr’e götürülmesi gerekir ve verdiği emre de muhalefet etmek caiz değildir.
Sonra, Şeyh Ebi Bekr’in ve yönetiminin birlik ve beraberlik iddiasıyla “Şeyh Zevâhirî ma’siyeti emrediyor ve vakıayı bilmiyor.” diyerek Emîr’i dinlememesi ve ona itaati terk etmesi konusunda onu haklı çıkarmaz. Zira Şeyh Zevâhirî ona ma’siyeti emretmediği gibi, olaydan da habersiz değildir. Onun yaptığı, “el-Cephe”nin (halkın geneli tarafından müşahede edilen) elde ettiği güç, kuvvet, birlik ve beraberlik ve bölgesindeki yapıcı tutumundan sonra meydana gelen çatlakları onarmak ve çekişmelere son vermektir. Şeyh Eymen, meseleye ümmetin maslahatı penceresinden bakmakta ve “ed-Devle”nin ilanı ve el-Cephe’nin kapatılması öncesindeki gücüne, kuvvetine ve rejimi korkutan, halkın sevgi ve hürmetini kazanmış olduğu durumuna tekrar dönülmesini istemektedir. Çünkü medya tarafından “ed-Devle”nin kamuoyuna ilan ettiği “el-Cephe”nin kapatılması, safların bölünmesine yol açtı, rejimin korktuğu bir güç olmaktan çıktı ve halk tarafından kendisine beslenen sevgi ve saygıyı da kaybetti. Bu şekilde kuvvet delindi ve düşman da memnun oldu. Verilen emir ise fesadı ortadan kaldırmak ve zararı önlemek içindir.
Mademki Şeyh Ebu Bekr gücü, birlik ve beraberlikte görüyorsa o halde niçin başlayan bu ihtilafı sona erdirerek çatlakları onarıp tümünün kardeş olması ve davası uğruna “el-Cephe”ye katılmıyor? Böyle yapmakla ihtilaftan önceki güç ve kuvveti iade etmiş, Emîr’e itaati ve sözlerin birleştirilmesini tahakkuk ettirmiş olacaktır. Bu hareketiyle de yönetimine saygıyı, tevazuyu ve bu yolda en büyük örnek olmayı elde edecektir. Bu şekilde ümmetin maslahatını ve cihad davasını gerçekleştirmiş, böylece kendisinde liderlik hırsı olma şüphesini de ortadan kaldırmış olacaktır. Aynı zamanda, başlamış olan ihtilafı ve sürtüşmeyi de bitirerek ümmeti rahatlatmış olacaktır. Birlik ve beraberlikten beklenen en büyük maksat ve tek gaye, güç ve hâkimiyeti elde etmek değil midir? “el-Cephe”nin güçlü olması ve hâkimiyeti aynı zamanda “ed-Devle”nin de gücü ve kuvveti değil midir? O halde el-Cephe’nin görevine devam edip, vurucu bir güç olarak kalmasının zararı ne olabilir? “ed-Devle” yöneticilerinin iddia ettiği birlik ve beraberlik için bunu yaptıkları iddiası, istenen güç ve ülfeti tahsil edememiş, aksine ayrışmaya, zayıflığa, tartışmaya ve bölünmeye sevk etmiştir. Farz edelim ki Şeyh Eymen, Şeyh Bağdâdî’yi görevinden tamamen azletse, acaba Şeyh Bağdâdî’nin ve yönetiminin buna cevabı ne olurdu? Bunlardan da önemlisi buradaki ihtilaf siyasî bir ihtilaf olup itikadî, sistematik ve asıl amaç değildir. O halde bu kadar inat, ısrar, kalıcı çekişme ve isyanın anlamı nedir? Ümmetin maslahatı ve cihad konusundaki bu dikkatsizlik nedir?
Belki de “ed-Devle” yöneticileri, “ed-Devle tarafından büyük oranda gücünü kaybeden el-Cephe için en uygun olan, ed-Devle ile birleştiğini ilan etmesidir." şeklinde bir itirazda bulunabilirler. Zira onlar sayı bakımından daha az, yönetici olarak daha küçük bir kuruluş ve asıl olarak da “ed-Devle”nin bir koludur ve ona tâbidirler. Buna şöyle cevap verilir: “el-Cephe” yönetimi bu olayı yüce divana götürmüş ve yüce divan da çekişmenin derhal bitirilmesine, “ed-Devle”nin kapatılmasına, “el-Cephe”nin de organizasyona mukavemet anlamında Şam bölgesinde devam etmesine, “ed-Devle”nin ilan kararının istişare ve bilgi alışverişinde bulunulmadığı için hatalı olduğuna karar vermiştir. Davayı yüce divana götürüldükten, görüldüğü üzere, nihaî karar da verildikten sonra buna nasıl muhalefet edeceğiz? Nasıl olur da bir şeyin asılsız olduğuna inanacağız ve sonra “ed-Devle”nin taraftarı daha fazla ve organizasyonda rütbesi daha yüksek gibi bazı mazeretlerle onu destekleyip yardım edeceğiz? Hem bu gibi konularda sayı çokluğu ve vakıanın doğru olduğuna bakıp karar vermek ne zamandan beri İslam dininde bir delil sayılmıştır? Oysa bir fiil, bâtıla dayalı olduktan sonra, ne kadar yüce ve yararlı olursa olsun bâtıl addedilir.
Sonra, Şeyh el-Cevlânî’nin “el-Cephe”nin kapatılması kararına itirazını ve davayı ulu’l-emre götürmesini, “bölücülük ve tefrika” diye vasıflandırmak bâtıldır. Çünkü Şeyh el-Cevlânî’nin burada yaptığı şey, yüce divana biatini, organizasyona ve yüce divana bağlılığını te'kid ifadesidir. Halk tarafından saygı duyulan ve sevilen, aynı zamanda küfür cephesi tarafından korkulan bir güç haline gelen “el-Cephe”nin kapatılma kararına itiraz etmek, aklıselim olan iman ve tevhid ehli biri tarafından “isyan” diye isimlendirilmesi doğru mudur? Hayır, bu bir isyan, bölünme ve tefrika değildir. Biz bazı şeyleri müsemması dışında başka bir ibareyle neden isimlendirmeye çalışıyor, sonra da bunlara dinî kılıflar bularak sahte sözlerle sunmaya çalışıyoruz. Zaten doğru olan da, bir yöneticinin, kendi amirini aşan bir maslahat gördüğü zaman, tamamen Şeyh el-Cevlânî’nin yaptığı gibi, itiraz ederek davayı daha bir üst merciye götürmesidir.
Yeryüzünde hiçbir mahkemenin, emniyetin, kuruluşun, idarenin ve organizasyonun kabul edemeyeceği ve hakikati olmayan; “el-Cephe yöneticilerinin ayrılma ve bölünme niyetleri” şeklindeki kasıtlı ortaya atılmış bir iddia ile tüm Müslümanların gözleri önünde, vurucu bir kuvvet olmuş, ümmetin ümidi haline gelmiş “el-Cephe”yi, “ed-Devletü’l-İslamiyye” projesi gibi kasıtlı ortaya atılmış bir fikirle kapatmak, her Müslümana ağır geleceği gibi Şeyh el-Cevlânî’ye de ağır gelmiştir.
Eğer biz, maslahatı veya doğruluğu açısından içerisinde bir gizlilik olduğu sanılan bir karara itiraz eden bir lideri “bölücü ve isyancı” diye itham ettiğimiz takdirde, hürmet edilen emîrlik makamı, mukaddes bir makam haline gelmiş olur ki, imamlarının masumiyetine inanan Şia’da olduğu gibi, onlara ne itiraz etmek ne de sözlerini reddetmek caiz olur. Şeyh Ebu Bekr ve yönetimi de Şeyh el-Cevlânî hakkında aldığı kararla Şeyh Zevâhirî ile olan durumunda ve Şeyh Zevâhirî’nin kararını “masiyet, hakikati görmeme, (kendi zannınca) Cemaat maslahatını düşünmeme ve birliği bozma” olarak değerlendirmekle aynı duruma düşmüştür. Hatta “ed-Devle” yöneticileri, sadece karara itirazla kalmamış, masiyet ve durumu bilmeme gibi sıfatlarla lidere saygısızlıkta bulunmuştur. Bu ise organizasyonun liderine ve yönetimine olan bir hürmetsizliktir.
Belki de “ed-Devle” yönetimi tarafından şöyle bir itirazda bulunulabilir: “ed-Devle yönetiminin yaptığı, el-Cephe'nin kapatılması değil, ayrılma ve bölünme niyetinde olan el-Cephe yönetiminin ilgasıdır."
Buna şöyle cevap verilir: Gözlemcilerin ittifakla söylediği gibi, bulunduğu alanda büyük işler yaparak apaçık başarılar gerçekleştirmiş olan “el-Cephe” yönetiminin devam etmesinde tercih edilen gizli bir maslahatın olduğunu görmesi, “ed-Devle” projesinin doğru olmadığı, Irak topraklarında olan başarısızlıkları ve birçok yerde geri çekilmeleri gibi korkularını fark etmeleri, onların da elbette hakkıdır. Kendi bölgelerinde bulunan halk üzerinde dahi bir tecrübe ve bilgiye sahip olmayan “ed-Devle”nin, Şam bölgesinde daha önce hiçbir tecrübe yaşamadığı halde başarılı olması nasıl düşünülebilir? Her toplumu diğer milletlerden ayıran kendine özgü toplumsal oluşumu, siyaseti, kültürü, psikolojisi ve buna benzer farklı özellikleri vardır. Bunların birbiriyle bütünleşmesi ve halk tarafından benimsenmesi uzun bir zamana ihtiyaç duyar. Böyle bir durumu görmezden gelmek ve bir kenara itmek mümkün değildir. Zira bu konularda en küçük bir ihmal ve gaflet, başarısızlık ve çarpışmaya götürür. Belki de bu şekil bölünmeler, hakkında Allah’ın bir delilinin olmadığı ve bu bölünmelerin “Sykes-Picot” bölünmesi olduğu zannıyla bazılarının hoşuna gidecektir. Fakat doğru olan şudur ki, bu şekil bir düşünce, büyük hakikati görmezden gelmek, gerçekleri inkar etmek ve kamuoyunu yanlış yönlendirmektir. Bununla, muhaliflerin terörü ve bu çirkin isimlendirmelerle salt hakikatin yok edilmesi istenmiştir. Aynı zamanda bu “Sykes-Picot” bölünmesi kabilinden bir taksimat değildir. Her gerçek “Sykes-Picot” bölünmesi ile delillendirilemez. Bu bölünme Efendimiz (s.a.v.)’in lisanı ile de dile getirilmiş ve “Bir ordu Şam’da, bir ordu Yemen’de, bir ordu Irak’ta olmak istemez misiniz?” buyurmuştur. Tüm bu özelliklerle birlikte bir de imanın bir güven olduğu, küfrün başının doğu cihetinde, sükûnetin koyun besleyenlerde, övünme ve çalım satma işinin at, deve, sığır besleyenler, çadırda oturanlar arasında olduğu vs. de eklenince, akıl sahibi bir kimsenin Peygamberimizi, “Sykes-Picot” bölünmesini ikrar etti diye itham etmesi caiz olur mu?
Daha önce de söylediğimiz gibi, “ed-Devle” yönetimi, “el-Cephe” yönetiminin kapatılması ile ilgili verdiği karara, “el-Cephe”nin itiraz etmesini caiz görmüyor da neden Zevâhirî’nin “ed-Devle” ile ilgili kararına itiraz etmeyi kendine mübah sayıyor? ed-Devle’nin, Zevâhirî’nin kararının masiyet olduğu ve vakıayı görmezden gelmek olduğu şeklindeki suçlaması, birlik ve beraberliği öngören nassa muhaliftir. Bu noktada dönen tartışmalar daha önce geçti ve tekrar etmeye gerek yoktur. Zira “ed-Devle”nin, Şeyh Zevâhirî’nin emrini masiyet kabul edip vakıayı görmediği gerekçesiyle muhalefet etmesi, delilsiz ve gerekçesiz boş bir iddiadan ibarettir.
Varsayalım ki, Ebu Muhammed ve istişare heyeti, “ed-Devle” yöneticilerinin dediği gibi, ayrı bir grup olarak “ed-Devle”den ayrılmaya niyet etti. Ne yüce divan ile ne “el-Cephe” yönetimi ne de kendi istişare heyetiyle görüş alışverişinde bulunmaksızın böyle bir ayrılmanın, medya aracılığı ile kamuoyuna duyurulması ne kadar doğrudur? Tüm halkın saygısını ve sevgisini elde etmiş, düşman üzerinde hâkimiyet sağlamış bir güç olan “el-Cephe”nin kapatılmasını istemekte bu aceleciliğin ve endişenin anlamı nedir? Böyle bir yol, gerçekten ilginç ve dikkat çekici değil midir?
Bununla birlikte “el-Cephe”de bulunan kardeşlerimiz, “ed-Devle” yönetiminin “el-Cephe”yi kapattığını ve “ed-Devle”yi kurduğunu ilan edinceye kadar herhangi bir ayrılmadan bahsetmemişlerdir. Bunu bölünme diye isimlendirmemiz aklen ve şer’an caiz bile değildir. Aslında mesele, “el-Cephe”nin bu karara itirazı ve davayı yüce divana taşımasıdır. Aynı zamanda “el-Cephe” yönetimi tarafından bölünme iddiasına karşılık herhangi bir açıklama gelmemesine ve bunun kabul edilmemesine rağmen, süratle “el-Cephe”nin kapatılması ve “ed-Devle”nin kurulması ilan edilerek olay dramatize edilmiş ve bir kaos oluşturulmuştur. Dava arkadaşlarına karşı saldırı başlamış, arzu edilmeyen bir yerde ve şekilde mücadele edilmiştir. Bu şekil aceleyle kapatma kararı, olayı dramatize etme ve “ed-Devle”yi ilan etme, kesinlikle büyük bir ayıptır.
“ed-Devle” yönetimi bu ayrılma duyurusunu, iş her iki taraftan da sonuçlanıncaya kadar el-Cephe yönetiminin devamına kadar sabretseydi daha iyi olmaz mıydı? O zaman el-Cephe yönetimiyle aralarında dönen bölünme tartışmasına da son verilmiş olacaktı. Dolayısıyla kendilerini delillendirme ve mazeret belirtme konusunda daha uygun olmaz mıydı? “ed-Devle” yönetimi bunu ilan etmeden önce ulu’l-emre götürerek onun da mütalaalarını alsaydı ne kaybederdi? “el-Cephe”yi kapatma kararını kartel medyası ile ve marjinal bir yolla ilan etme yerine Yüce divandan onay almış olsaydı, korkulanı telafi etmiş olmaz mıydı? Öyleyse, bölünme korkusu, dinî ve ideolojik bir maslahat veya metodolojik bir yaklaşım olmadığı gibi, birlik, beraberlik, ihtilaf gibi hususların aksine apaçık siyasî liderlik kuşkusudur. Böyle olunca, buna, her ne kadar birlik ve beraberliğe olan hırs denilse de, “şahsî menfaat,” “isim yapma” ve “kadrolaşma hırsı” olduğunu da zihinlerden silmek mümkün olmamaktadır.
Bir kısım “ed-Devle” yönetimindeki gençlerin dilinde dolaşan bir diğer husus da şudur: Şeyh Bağdâdî’nin Şeyh Zevâhirî’ye olan bey’atı harb bey’atı olup, Şeyh Cevlânî’nin Şeyh Ebi Bekr’e bey’atı ise küçük hilafet bey’atıdır. Buna göre, Şeyh Ebi Bekr’in Şeyh Zevâhirî’ye muhalefeti ma’siyet olarak kabul edilmez. Oysa, Şeyh Cevlânî’nin Şeyh Ebi Bekr’e bey’ati hilafet-i Suğra bey’ati olduğundan, ona muhalefeti ma’siyet sayılır. Buna da şöyle cevap verilir: Şeyh Bağdâdî ve yönetiminin mektubu ve Şeyh Zevâhirî’nin bu yazının sonunda bulunan ek’teki mesajı böyle bir ayrıma işaret etmemektedir. Aksine her iki mektup ve mesaj, Şeyh Bağdâdî tarafından sözsüz bir itiraf ve Şeyh Zevâhirî tarafından da açık bir beyan niteliği taşımaktadır. Böyle olmasaydı -Şeyh Zevâhirî’nin, (el-Bağdâdi ve yönetiminden önce) aşağıda geleceği üzere açıkladığı kararının 6. maddesinde belirttiği gibi- davanın Şeyh Zevâhirî’ye götürülmesinin anlamı olmazdı. 6. maddenin c, d, g ve h bentlerinde ve Şeyh Cevlânî’nin de görüşüne uygun olarak Şeyh Zevâhirî kesin bir dille, “ed-Devle”nin kapatılmasını, “el-Cephe”nin devam etmesini, Şeyh Bağdâdî ve Şeyh Cevlâni’nin birer yıl görevlerinin başında kalmalarını, daha sonra her iki tarafın istişare heyetlerinin raporları doğrultusunda durumu değerlendireceğini ifade etmiştir. Böyle bir ifadenin her iki grubun da lideri olmayan biri tarafından söylenmesi mümkün müdür? Şeyh Zevâhiri’nin aklından zoru mu var? Yetkisi olmayan bir dava hakkında yukarıda belirtildiği şekliyle bir kararı nasıl verebilir? Böyle bir şey mümkün müdür? Allahu Ekber. Bir çocuğun bile kabul edemeyeceği, delilerin dahi hayrete düşeceği bir durumdur.
İkinci durum ise, aslında “ed-Devle” yöneticilerinin, (eğer gerçekse tabiî) bu biat işinden ayrılmayı kamuoyuna medya vasıtası ile ilan etmeden evvel konuyu ulu’l-emre, yani Şeyh Zevâhirî’ye sunmaları gerekirdi. Tabiî bu konuda söylenenler doğruysa kulis yapmaya ve tartışmalara hiç gerek kalmayacaktı. Çünkü ortada dolaşan bazı söylemlere göre, Şeyh Bağdâdî, Şeyh Zevâhirî’ye biat etmemiştir. Bundan dolayı da onun verdiği kararlara uymadığı söylenmektedir.
Buna cevap olarak ise; Biz kesin olarak biliyoruz ki Şeyh Zerkâvî, Şeyh Üsâme’ye biat etmişti. Aynen Şeyh Zevâhirî’nin Şeyh Üsame’nin halefi olduğu gibi, Şeyh Bağdâdî de Şeyh Zerkâvî’nin halefidir. Ancak şu var ki Şeyh Bağdâdî, Şeyh Zevâhirî’ye biat etmeyi reddetmiştir. Eğer bu doğruysa, o zaman Şeyh Zevâhirî’ye başvurmak, verilen hükme bağlılığı gerektirir. Tabiî eğer Şeyh Zevâhirî’nin, Şeyh Bağdâdî katında başka bir sıfatı yoksa bu böyledir. Peki, buna bir de Organizasyon Başkanlığı, Harp Emîri ya da “ed-Devle” yöneticilerinin iddia ettiği başka sıfatlar da eklenince durum nasıl olur?
Üçüncüsü ise; organizasyondaki kardeşlerimizin Şeyh Bağdâdî’ye olan bağlılığı, sadece onun organizasyonda bir vekil olması sebebiyledir. Yoksa Şeyh Bağdâdî’nin bizzat kendisine biat veya bağlılık değildir. Ancak kendisi, içinde böyle bir şey gizliyor ve bunu açıklamıyorsa o başka! Eğe bu böyleyse o zaman kardeşlerimizi aldatmış ve hile yapmış demektir. Bu ise tüm kardeşlerimiz arasında bilinen bir durum olup, buna muhalif bir tek kişi bile yoktur.
Ey Sevgili Şeyhimiz! Ey ed-Devle’nin Saygıdeğer yöneticileri! Size ve kendi hatalı nefsime Allah’tan takva ile sakınmayı tavsiye ediyorum. O'na karşı isyandan ve emrine muhalefet etmekten de sizleri uyarıyorum. Çünkü hayat kısadır. Allah’a dönüşümüz ise yakındır. Bizler arzularımız tahakkuk etmeden önce savaş meydanlarındayken Allah’a varacağız. İçinde pişmanlık olacak bir şeyi asla kabul etmeyelim. Zira bu, Allah’ın önündeki görüntümüzün çok zor olmasına sebep olur. Sizler bilirsiniz ki, Allah’ın öfkesi çok şiddetlidir. Gelin dinimizin ve ümmetin maslahatını tüm değerlerin üstünde tutalım. İslam davası ve Allah yolunda cihad konusunda Allah’tan korkalım. Hırsımız sadece İslam davasının maslahatı ve tek endişemiz O'nun yolunda cihad için olsun. Ümmet ve din için bu Rabbânî lüftu ve altın fırsatı kaçırmayalım. Tarih boyunca insanların sizi model aldığı birer örnek olunuz. Bu bizim için iman, tevhid, cihad ve İslam davasındaki metodumuzun doğru bir delil olduğunun kanıtı olsun. Yine, Allah’tan sakınmamızın ve salih kimseler olduğumuzun hücceti olsun. Diğer bölgelerde olduğu gibi, Şam bölgesindeki cihadın da sona ermesinin vebalini yüklenmeyelim. Ümmet konusundaki arzumuzu yineleyelim. Müslümanların bize ve mücadelemize olan güvenini tekrar ayağa kaldıralım. Eğer bu seferlik Allah’tan sakınır, O’nun ve Resulünün emrine boyun eğer, hidayeti nefislerimize tercih eder, kolayın zora üstünlüğünü kabul edersek iş kolay, mesele çok basittir. Birlik ve beraberliğe olan hırsımız, isimlere, kişisel menfaatlere, kurum ve kuruluşlara ve liderliğe olan hırstan daha üstündür.
Ey “ed-Devle”nin Şam bölgesinde bulunan cihad ve İslam davasının maslahatını düşünen ve bu konuda fanatik olan, İslam akidesinin bekçileri ve mücahid kardeşlerim! Allah konusunda hiçbir kınayanın kınamasına aldırmayınız. Sizler hakikate sarılmada zirvedesiniz. Sakın günah konusunda sizi kibir almasın. Zira sizler günaha girme konusunda kibirlenmekten çok uzak olan kimselersiniz. Dine olan bağlılığınız şahıslardan, liderlikten, kurumlardan ve menfaatlerden daha yüksek olsun.
Ve tâ ki, -Allah korusun- bir dağılma ve mağlubiyet sonucunda oluşacak sorumluluk veya sevgili Şam bölgesindeki davadan geri çekilme gibi durumun vebali sizlerin omuzlarınıza kalmasın. Böyle bir durumda sadece yerel güçlerin, bölgesel veya uluslararası düşmanların ve kafirlerin yüzleri gülecektir. Çünkü böyle bir mesuliyet, Baas rejiminin işine gelecek, hezimete uğramış olan Nusayrî grubunun da tekrar galibiyetine sebep olacaktır. Galibiyetten sonra tekrar mağlup olmak ise affedilmez bir suçtur.
O halde artık ülfet, kardeşlik, birlik-beraberlik ve Şam ehline yardım için yarışınız. Şüphesiz ki, hatadan dönmek, onda devam etmekten daha hayırlıdır.
Eğer “Cephetü’n-Nusra” ve yönetimindeki kardeşlerimize ve Şeyh Zevâhiri’ye karşı haksız yere dil uzatılmasaydı ve onlara karşı haksızlık ve düşmanlık yapılmasaydı, bizim şu sayfaları mürekkeplerimizle kirletmeye hakkımız yoktu. Gönül isterdi ki, bu sayfaları, şu içinde bulunduğumuz durumdan daha hayırlı bir şey için kirleteydik. Fakat Cenâb-ı Mevla böyle murad etti. Sıkıntımızı Allah’a şikâyet ediyoruz. Güç ve kuvvet, sadece Yüce ve Büyük olan Allah’ın yardımıyla elde edilir. Kardeşlik ve dostluk, sevgi ve saygı, şefkat ve merhamet, ümitlerin tekrar dönmesi, İslam’ın sarsılmaz kalesinin tekrar inşası ve fecrin yeniden doğması, mü’minlerin gönüllerinin ferahı ve kafirlerin üzüntüden boğulduğu bir dünya için söz veriyoruz. Şüphesiz Allah buna kadirdir. Son duamız ise, Hamd, Alemlerin Rabbi olan Allah içindir.
18 Şaban 1434
Ebu’l-Kayyım eş-Şâmî