Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü İslam Alâmeti ve Dar'a Göre Hüküm Verme Meselesi Hakkında Sorularıma Cevab?

M Çevrimdışı

Muvahhid Faruk

* لا أمثل إلا نفسي *
İslam-TR Üyesi
Bismillahirrahmanirrahim
«İslam Alameti ve Dara Göre Hüküm Verme Meselesi»
Esselamu Aleykum ve Rahmetullah

Soru: İslamda dara göre hüküm verme varmı?
Yani insanlara yaşadıkları dara göre hüküm verme?
Mesela: Darul Küfürde yaşayanlar kafirdir aksi ortaya çıkana kadar. Eğer böyle bir hüküm verme varsa acaba bu tür hüküm verme şekli üzerinde icma varmı?
Yoksa bu konu ihtilaflı mı?
Darul Küfürde (T.c gibi veya benzeri Darul Küfür olan ülkelerde) tanımadığımız ve üzerinde İslam alameti bulunmayan kişilere nasıl hüküm vermek gerekir?
Ayrıca günümüzde sadece Kelimeyi Şehadet, Namaz, Oruç, Hac gibi şiarlar bir insana İslam hükmü vermek için yeterlimi?
Günümüzde demokratların, dinle alay edenlerin, ahireti inkar edenlerin, daha bir sürü küfrü olan insanların bile Kelimeyi Şehadeti söylediği her kes tarafından biliniyor. Şimdi günümüzde bu gibi (Kelimeyi Şehadet, Namaz, Oruç, Hac) şiarlar yeterli alamet sayılırmı bir insana müslüman hükmü vermek için?Alimler İslam alametini nasıl tarif etmişler?
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Bismillahirrahmanirrahim
«İslam Alameti ve Dara Göre Hüküm Verme Meselesi»
Esselamu Aleykum ve Rahmetullah
Soru: İslamda dara göre hüküm verme varmı?
Yani insanlara yaşadıkları dara göre hüküm verme?
Mesela: Darul Küfürde yaşayanlar kafirdir aksi ortaya çıkana kadar. Eğer böyle bir hüküm verme varsa acaba bu tür hüküm verme şekli üzerinde icma varmı?
Yoksa bu konu ihtilaflı mı?
Darul Küfürde (T.c gibi veya benzeri Darul Küfür olan ülkelerde) tanımadığımız ve üzerinde İslam alameti bulunmayan kişilere nasıl hüküm vermek gerekir?
Ayrıca günümüzde sadece Kelimeyi Şehadet, Namaz, Oruç, Hac gibi şiarlar bir insana İslam hükmü vermek için yeterlimi?
Günümüzde demokratların, dinle alay edenlerin, ahireti inkar edenlerin, daha bir sürü küfrü olan insanların bile Kelimeyi Şehadeti söylediği her kes tarafından biliniyor. Şimdi günümüzde bu gibi (Kelimeyi Şehadet, Namaz, Oruç, Hac) şiarlar yeterli alamet sayılırmı bir insana müslüman hükmü vermek için?Alimler İslam alametini nasıl tarif etmişler?
Âleykum selam we rahmetullâhi we berakâtuhu ;

Dar'ul harb, sâkinleri kafir olan kafirlerin sultasındaki topraklardır. Hâliyle oranın mûkimlerini, devletlerinden radı, tebâyı da devletin dininden kâbul edilir. Tâ ki o Dâr'ın insanlarında İslam'ın şiârlarını görürüz veya kendileri İslam'ını ifşâ ederler o zaman o şahısları o ülkenin halkının dini haricinde görüp, İslam - Musluman hukmu verilir.

Türkiye gibi halkı asli kâfir olmayan (halkı evvelce musluman iken, sonradan devletin küfrün idaresine giren) ülkelerin insanları, İngiltere, Amerika, Japonya, Rusya vs. gibi net kâfir olarak değerlendirilemez. Bu demek değildir ki, Türkiye'li insanların tamamını musluman kabul edelim. Hayır, fakat genel olarak zikrettiğimiz net kafir olan ülkelerin halkları gibi topyekun kafir hükmü verip, ancak İslam'ını gördüğümüz, bize müslümanlığını kanıtlayana mûmin hükmü veririz demek de değildir.

İslam (Dâr'ul İslam) ülkesinin ordusunu ve sâkinlerini de tanımasak dâhi komple musluman hukmu veririz, tâ ki İslam'ını ibtal eden söz veya amelini görünceye kadar.

"Kim Dar'ul harbte yaşıyorsa ve durumu hakkında bir bilgi yoksa yaşadığı beldenin halkından kabul edilir. Bunun hilâfına Dar'ul İslam'da yaşayan ve haklarında bir bilginin bulunmadığı kimselerde yaşadığı beldenin halkından kabul edilir." (İmam Serahsi, Mebsut; C. 3, sf: 76)


فَصْلٌ : وَإِنْ وُجِدَ مَيِّتٌ ، فَلَمْ يُعْلَمْ أَمُسْلِمٌ هُوَ أَمْ كَافِرٌ ، نُظِرَ إلَى الْعَلَامَاتِ ، مِنْ الْخِتَانِ ، وَالثِّيَابِ ، وَالْخِضَابِ ، فَإِنْ لَمْ يَكُنْ عَلَيْهِ عَلَامَةٌ ، وَكَانَ فِي دَارِ الْإِسْلَامِ ، غُسِّلَ ، وَصُلِّيَ عَلَيْهِ ، وَإِنْ كَانَ فِي دَارِ الْكُفْرِ ، لَمْ يُغَسَّلْ ، وَلَمْ يُصَلَّ عَلَيْهِ . نَصَّ عَلَيْهِ أَحْمَدُ ؛ لِأَنَّ الْأَصْلَ أَنَّ مَنْ كَانَ فِي دَارٍ ، فَهُوَ مِنْ أَهْلِهَا ، يَثْبُتُ لَهُ حُكْمُهُمْ مَا لَمْ يَقُمْ عَلَى خِلَافِهِ دَلِيلٌ
Eğer bir meyyit bulunursa, ve müslüman olup olmadığı bilinmezse alametlere bakılır. Mesela hitan (sünnet), elbise, hidab (boya). Eğer alamet bulunmazsa o zaman:
1- Meyyit Dar'ul İslam'da ise cenazesi yıkanır ve namazı kılınır.
2- Meyyit Dâr'ul-Küfürde ise cenazesi yıkanmaz ve namazı da kılınmaz. Bununla alakalı imam Ahmed der ki: "Bu böyledir, çünkü kişinin bir Dâr içinde bulunması durumunda asli olan bu kişinin o Dâr'ın ehlinden olmasıdır. Ondan dolayı o kişiye Dâr ehlinin hükmü uygulanır, ta ki bunun aksine bir delil bulununcaya kadar."

(Ahmed bin Îsâ bin Abdullah bin Ahmed Muhammed İbn Kudâme, el Muğni, C 2, Sf: 404, 1638)

Hasan, Ebu Hanife’nin şöyle dediğini nakletti:
“Bir Hristiyan veya Yahudi: “La ilahe illAllah’a şehadet ediyorum ve ben dinimden arındım (çıktım) derse müslüman olduğuna hükmedilmez. Zira onlar tevhid kelimesini ikrar etmekten kaçınmıyorlar, söz konusu dinleri terketmeleri de İslam olduklarına delil olamaz. İslam’dan başka bir dine girmiş olmaları ihtimal dahilindedir. Ama Kelimei Tevhid getirir, hristiyanlık ve yahudilikten beri (arınmış) olduğunu açıklar ve böylece “Muhammed (s.a.v.)’in dinine girdimderse bu durumda müslümanlığına hükmedilir. Çünkü artık başka ihtimaller söz konusu değildir.

(Ebu Bekir b. Mesud el Kasâni, Bedaiu's-Senai Fi Tertib Eş-şerai, c: 9, sf: 4311)

Dâr'ul Harbte Kelime-i şehâdet, namaz, oruc, hac gibi İslam'ı alâmetlerine şahid olduğumuz kişilerin İslam'ını bozan bir durumuyla karşılaşmadığımı sürece o (İslam) hallerine göre değerlendiririz. Yine (İslami) sakal, tesettur vb. İslam'ın şiârlarına (şe'âir-i dîniyye) sahib kişilere, kâfir hükmü veremeyiz.

Hariciler ve günümüzdeki versiyonları hariç, ehl-i sunnet hiçbir surette ve devirde (kıyamete kadar) İslamın alâmetleri ibtal edilmemiş, yahut bunlar sözyledikleri şehadeteynin anlamını bilmiyorlar diyerek yok saymamışlardır. Rasulullah'ın pratiğinde olsun, ashabın pratiğinde olsun, yeni musluman olana hatta fethedilen topraklarda yeni İslam'a girenlere "hele gel sen bunu diyorsun ama, bi anlat bakalım manasını iyice biliyormusun" diyerek ibtal ederek imtihandan geçirmemişlerdir. İç yüzlerini, kalbdeki sakladıklarıyla ilgilenmemişlerdir.

Şimdi konuyla ilgili sahih rivayetleri görelim.

Sahihayn'ın Abdullah bin Umer (r.anhuma)'dan rivâyet ettiği bir hadis-i şerifte Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"
Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammedin Allah'ın elçisi olduğuna şehadet getirinceye, namaz kılıncaya, zekat verinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum, bunu yaparlarsa, islam hakkı mustesna kanlarını ve mallarını benden korumuşlardı, hesapları da Allah'a aittir." (Buhari; Muslim)

Abdullah ibn Umer (r.anhuma) şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.), Hâlid ibnu'l-Velîd'i (üçyüzelli kişilik bir kuvvetle) Cezîme oğulları'na gönderdi. Hâlid onları İslâm'a da'vet etti. Fakat onlar "biz İslâm'a girdik" demesini beceremediler de bunun yerine "Saba'nâ, saba'nâ" (yânî: Şirkten çıktık, şirkten çıktık) demeğe başlamışlardı.
Bunun üzerine Hâlid, bunlardan bir kısmını öldürmeye, bir kısmını da esîr almaya başladı. Bizden seriyyede bulunan herbir askere kendi esirini verdi. Nihayet bir gün geldi ki, Hâlid, herkesin kendi esirini öldürmesini emretti.
Ben: — Vallahi esirimi öldürmem, (Muhacir ve Ensâr) arkadaşlarımdan hiçbirisi de esîrini öldürmeyecektir, dedim.
(Suleym oğulları ise esirlerini öldürmüşlerdi.) Sefer sonunda Peygamber'in huzuruna geldiğimizde bu olanı kendisine zikrettik.
Bunu duyunca Peygamber (s.a.v.) elini kaldırdı da iki kerre: "Yâ Allah! Ben, Hâlid"in yaptığı bu işten Sana sığınırım!" diye duâ etti.
(Buhari, Megazi, bab 60, Hadis no: 339)

İbn Sâ'd bu kuvvetin üçyüzelli kişiden meydana geldiğini ve harbetmek üzere değil, İslâm'a da'vet için gönderildiğini bildirmiştir.
Saba', bir dînden çıkıp başka bir dîne girmek ma'nâsmadır. Kurayş muşrikleri de her müslümân olan kişi hakkında bu ta'bîri kullanırlardı. Yaygın olan bu kullanıştan dolayı İbn Umer, Cezîme oğulları'ının "Saba'nâ saba'nâ" sözleriyle hakîkaten müslümân olduk demek istediklerini anlamıştı. Hâlid ise bununla yetinmeyerek İslâm kelimesinin açıkça söylenmesi lâzım olduğu içtihadında idi. Bunların bir gayretle ve muşrikâne bir inatla İslâm kelimesini söylemek istemediklerine kâni' idi. Ve bu kanâatle onları öldürmüştü. Peygamber de Hâlid'i acele ettiği ve bu işin şer'î vaziyetini tesbît etmediği için duâ ederek şifahî ukubetle yetinmiştir.


Muâviye İbnu'l-Hakem es-Sulemî anlatıyor: Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e gelip:
"Bir cariyem var, çoban olarak çalıştırıyor, koyunlarımı otlatıyordum. Yakınlarda bir koyunumu yitirdi. 'Ne oldu?' diye sorunca, kurt kaptı dedi. Koyunun kaybolmasına üzüldüm. İnsanlığım icabı câriyenin suratına bir tokat vurdum. Bu davranışımın kefareti olarak bir köle azad etmeyi adadım. Onu âzad edebilir miyim?"
diye sordum.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) cariyeye: 'Allah nerede?' diye sordu.
O: 'Göktedir.' deyince,
'Pekâlâ ben kimim?' dedi.
Cariye: 'Sen Allah'ın Rasûlusun.' cevabını verince,
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bana yönelerek: 'Bunu âzad et, zira mûminedir.' buyurdu."
(Muslim, Mesâcid 33, (537); Muvatta, Itk 8, (2, 776); Nesâî, Sehv 20 (3, 18); Ebu Dâvud, Eymân 19 (3282)

Ebû Mâbed Mikdâd İbni Esved (radıyAllahu anh) şöyle demiştir:
– Ben, Rasûlullah (sallAllahu aleyhi ve sellem)’e dedim ki : Kâfirlerden bir adamla karşılaşsam ve onunla vuruşsak, o benim ellerimden birini kılıçla vurup koparsa, sonra da benim elimden kurtulmak için bir ağacın arkasına sığınsa ve: Ben, Allah için müslüman oldum, dese, onu böyle dedikten sonra öldürebilir miyim, yâ RasûlAllah! Ne dersin?
Rasûl-u Ekram (sallAllahu aleyhi ve sellem): “Sakın onu öldürme” buyurdu.
Ben : Ey Allah’ın Rasûlu! Adam benim iki elimden birini kopardı, ondan sonra bu sözü söyledi, dedim.
Bunun üzerine : “Sakın öldürme, eğer onu öldürürsen, o, senin kendisini öldürmezden önceki durumundadır. Sen ise, onun o sözü söylemeden önceki durumuna düşersin” buyurdu.
(Buhârî, Meğâzî, bab 12, Hadis no: 65)

Şeyh'ul İslâm İbn-i Teymiye (Rahimehullah), ülkeler için bir üçüncü kısmın daha olduğu görüşüne sahibtir. Bu da iki özelliği
birden (İslam ve kûfur) üzerinde bulunduran ülkedir.
Kendisine; “
Mardin Dâr'ul-harb midir, Dâr'ul-İslâm mıdır?
Orada yaşamakta olan Müslümanların İslam ülkesine hicret etmeleri gerekir mi, gerekmez mi?
Eğer hicret vâcibse, hicret etmeyip düşmanlara canıyla ve malıyla yardım eden bu durumda günahkar olur mu?
Böyle bir kimseyi nifak ile suçlayan ve hakaret eden günahkar olur mu, olmaz mı?

şeklinde sorular sorulduğunda şöyle cevab vermiştir:
Mardin’de veya başka yerlerdeki Müslümanların kanları ve malları haramdır. İster Mardin halkı, isterse başkaları olsun, İslam şeriâtından çıkanlara yardım da haramdır. Orada yaşayan eğer dinini yerine getirmekten aciz ise hicret üzerine vâcib olur.
Böyle bir acziyet söz konusu değilse hicret vâcib değil mustehabtır. Müslümanların, düşmanlarına canları veya malları ile yardım etmeleri haramdır. Gerek kaçarak, gerek tevriye yaparak, gerek aldatarak; hangi yolla olursa olsun, bundan kaçınmak üzerlerine vâcibdir. Eğer bundan kaçınmaları ancak hicret ile mümkün oluyorsa hicret etmeleri farz olur.
Bu insanların geneline hakaret etmek ve nifak ile suçlamak helâl olmaz. Bu sadece Kuran ve Sünnet’te belirtildiği şekliyle bu vasıfları üzerlerinde taşıyanlar için câizdir. Mardin'liler veya başkaları olsun, herkes için bu kural geçerlidir.
Dâr'ul-Harb ya da Dâr'ul-İslâm olmasına gelince, orası bu iki niteliği de üzerinde taşıyan bir ülkedir
(Dâr'ul-murakkebe). Bu, şu iki manayı ifade eder:
Burası ne ordusu Müslüman olduğu için İslam hükümleri uygulanan bir Dâr'ul-İslâm, ne de halkı kâfir olan Dâr'ul-harb konumundadır. Bilakis üçüncü bir kısımdır. Orada Müslümanlara gerektiği gibi muamele edilir, İslam şeriatından çıkanlarla ise hak ettikleri şekilde savaşılır.

(İbn Teymiyye, Mecmuu’l-Fetâvâ, C. 28, sf: 240 - 241)



Allame Ali bin Hudayr'a soruldu: "Tağutların hükmü ile yönetilen bir beldede (Türkiye Pakistan mısır vb) halk da tağutların mahkemesine başvuruyor ise, böyle beldelerde ki halkda aslolan küfür müdür, yoksa İslamları sabit oluncaya kadar tekfir edilir mi?"
Dedi ki; "Hayır, halk toptan tekfir edilmez, muayyen şahısların durumuna göre hüküm verilir. Toptan tekfir haricilerin işidir."

Allame Nasır el Fehd'e Dar'ların ve halkların hükmü soruldu.
Dedi ki;
"1. Daru'l islam orada şeriat tatbik ediliyor
2. Daru'l ahd müslümanların andlaşma yaptığı dar
3. Daru'l harb müslümanların anlaşma yapmadığı dar
Sonra ibn Teymiyye'nin Mardin fetvasını, Dar-ul murekkeb ya halkın vasıfları karışık Dar, ne halkı tam olarak islam var, ne de tam olarak küfür. Dar-ul murekkebte herkes izhar ettiğine göre muamele edilir, tek hüküm verilmez. Halkın hepsi müslümandır demek delalet olduğu gibi, halkın hepsi kafir demek de dalâlettir. Sonra bugünkü Dar'ların çoğu veya hepsi Dar-ul kufr, ama kişilere gelince karışık yani Dar'ul murekkebde kişi izhar ettiğine göre hüküm alır.

Tekfirde aşırıya kaçan kimselerin imam kabul ettiği Ahmed Ömer Hazimi'ye bu mesele soruldu;
"Kendini İslam'a nisbet eden, ancak Dar-ı itibariyle kufur olan beldelerde ki halkın hükmü nedir?"
Dedi ki; "Bugün la ilahe illAllah kelimesi, namaz vb. fiilerin muşrikler tarafından paylaşılıyor olması nedeniyle bunların İslam alâmeti olmayacağı sözüne gelince, bunu bir zındıktan baskısı söylemez. Ezan'ın, namazın, zekatın muşrikler tarafından yapılması sebebiyle kişinin İslam'ına delil olmayacağı söylemini zındıktan başkası iddia etmez. Bu günümüz haricilerin mezhebidir.
Abdulkadir bin Abdulaziz ise bunları delil olarak getirdikten sonra şöyle der :
"Bu konuda ihtilaf yoktur, icma vardır, nitekim İbn Kudame, İshak bin Rahuye derler ki;
İster Dar-ul harbde olsun, ister Dar-ul Kufurde olsun, kişi tek başına veya cemaatle namaz kılması İslam alâmetidir ve bu konuda icma vardır. Namazın ve diğerlerinin İslam alâmeti olmadığı görüşü, haricilerin ezarika fırkasının görüşüdür.

İslâm'ı İzhar Edenleri Tekfir Eden Haricilere Reddiye

Şeyh Suleyman el Ulvan
İlgili Konular:

İslam Alametleri Nedir, Değişir mi?


Dar'ul Harb'te İslam Alâmetleri Nelerdir?
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt