Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü İslam Dini Akıl Dinidir mi? Kur'andaki Akıl Hakkındaki Ayetleri Nasıl Anlamalıyız?

S Çevrimdışı

SencerKhan

Üye
İslam-TR Üyesi
Biliyorsunuzki kuranda akıl ile ilgili birçok ayet var ve mealciler bu ayetleri genellikle islam mantık dini demeye getiriyorlar.Sorularım şu;

İslam mantık dinimidir?

Kuranda akıl ile alakalı ayetlerde bahsedilmek istenen nedir?

İslam akıla önem verirmi?
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
İslam Dini Mantık - Akıl Dinidir (mi?)

"İslam dini akıl dinidir" diyenler bu ifadeleriyle; İslam dininin hükümleri, prensibleri insan fıtratına uygun, insan aklının kabul edebileceği şekildedir. Bu tesbit doğrudur.
İslam’da çok az bir kısmı“taabbudî” olup teslimiyeti gerektiren prensipler dışında, bütün hükümler “makul’ul-mâna” olup akıl ve mantık açısından anlaşılabilir durumdadır.
İslam’da emir ve yasakların; erginlik çağına gelmiş, aklı başında olan insanlar için söz konusu olması, aklı olmayan kimselere herhangi bir sorumluluğun yüklenmemesi de İslam’ın akla önem verdiğini, akla hitap ettiğini ve bu açıdan bir mantık dini olduğunu göstermektedir.

İslam dini mantık dinidirdiyenler bu ifadeleriyle; demekle, kendi aklını, kendi mantığını esas alan kimsenin kastettiği düşüncedir. Bu tesbit yanlıştır.
Bu kimseye göre “Madem aklın yolu birdir”, öyleyse onun aklının almadığı şeyler doğru değildir. O halde, İslam adına ne varsa, kendi aklına aykırı olan her şey yanlıştır. Çünkü, İslam akıl dinidir. Aklın almadığı şeyler dinde de yoktur.

Bazı kimselerin akıl erdiremediği bir meselenin “mantıkî olmadığını” söylemeleri doğru değildir. Bir çoğumuz, fizik, kimya, astronomi, matematikle ilgili bir çok meseleyi bilmiyoruz, aklımız ermiyor. Fakat, hiç kimse bazı insanların aklı ermez diye bu ilimlerin aklî, mantıkî olmadığını iddia etmez. Çünkü, akıl kendi başına her şeyi keşfedecek güçte değildir. Böyle olsaydı, peygamberlere ihtiyaç kalmazdı. Her işin uzmanlık alanı vardır. Başkasının akıl erdiremediği ilgili alanın meselelerine uzmanlar kolaylıkla akıl erdirebilirler. Bunun gibi, bazı kimselerin İslam’ın, Kur’an’ın hakikatlerine aklı erdirememeleri, o hakikatlerin aklî, mantıkî olmadığını göstermez.
İslam’da “taabbudî” olarak anılan ve zahiren akıl ile anlaşılamayan bazı meselelerin varlığı, kulluğun test edilmesine yöneliktir. İman esasları ilmîdir, aklîdir. İslam esaslarının az bir kısım meseleleri ise aklı tatmin etmek için değil, teslimiyeti test etmek için vardır. İman esasları kabul edildikten sonra aklın kolay kolay kavrayamadığı bazı hususlar da olmalıdır ki, insanın sadece aklına mı yoksa iman ettiği Kur’an’a mı teslim olduğu ortaya çıksın.

Kısaca, “Madem Kur’an Allah’ın kelamıdır, öyleyse -aklım almazsa bile- söylediği her şey doğrudur.” diyen imtihanı kazanır.
Kur’an’daki şöyle bir meseleyi aklım almaz deyip tereddut gösteren kimse ise imtihanı kaybeder. Çünkü, bu ikinci şahıs imanında samimî değildir veya çok cahildir.

Mesela, sabah namazının iki, öğle namazının dört rekat olması akla tabi olan bir mesele değildir. Ancak, domuz eti ve içki neden haram kılınmıştır v.s. gibi meseleleri ilim ve hikmet düsturu ile açıklayabilir. Mantığa dayalı olan ikinci kısım taabbudi kısma göre daha geniştir.


İslam Dininin Akla Verdiği Önem:


İslam dini aklın varlığını mükellefiyetin esası saymış bunun yok olması ile kişiden mükellefiyetin kalkacağını bildirmiştir. İslam Dini muhafaza edilmesi gereken beş şeyden birisinin akıl olduğunu söylemiştir.

Görevini tam yapan akıl, heva ve taklitten sıyrılan, munharif görüşlerden etkilenmeyen akıldır. İslam davetini taşıyan onun emir ve yasaklarına uyan gerçek akıl budur. İlahi hükümlerin hepsi makul olup aklı muhatab almakta, aklı tedebbur, tefekkür ve basirete davet edip, kör taklidden sakındırmaktadır. Kur’an akli delil ve burhan örnekleriyle doludur. Felsefe ve kelamcılar Kur’anın bu delillerini getirmekten acizdir.

Şeriat ile Akıl Arasında Çelişki Yoktur:

Kelamcıların “akıl nassa taarruz ettiği zaman, akıl mukaddemdir. Çünkü naklin aslı akıldır” kaidesi batıldır. Çünkü vahyin nasları akla muhalif olarak gelmemiş, peygamberler de akla muhalif şeyler getirmemişler, ancak bazı şeyleri anlamada akıl aciz kalmıştır. Akla muhalif olduğu söylenen şeyler ya uydurma bir hadise, ya da zayıf bir delalete delil olmaya musait olmayan şeylerdir. İbni Teymiye'nin bu konudaki kaidesi anlamlıdır: “ Sahih nakil, sarih akle muarız değildir”.

Aklın Şeriata İnkıyat Etmesi ve Teslim Olmasının Gerekliliği:

Doğruya ulaşmanın ancak peygamberler yoluyla olduğu esastır. Buna dair deliller vardır. Peygambere inkıyat ve teslimiyete iki örnek:
1- Aklın peygamberin haberi karşısındaki tutumu mukallit bir amminin muctehid karşısındaki tutumu gibidir.
2- Bir çocuğu murebbi ve hocasına teslimiyeti gibidir. Ona muarız olamaz.

Vahye teslim olmak istemeyen aklın vahyin yanındaki değeri mukayese bile edilemez.

Akılla Şeriata Muarız Olanların İnhirafları ve Bununla İlgili Görüşler:

1.
Taife haberlere muarız olan aklı da onlara takdim edip, “bize akıl gerekli, nakle ihtiyacımız yoktur” diyen Mutezile ve yolundan gidenlerdir.
2. Taife rey ve kıyaslarıyla naslara muarız olan, “rey ve kıyas bize gereklidir, hadise ihtiyacımız yok” diyen rey ashabıdır.
3. Taife hakikat ve zevkleriyle naslara muarız olan, “hakikat bizimdir şeriata ihtiyacımız yoktur” diyen tasavvufçulardır.
4. Taife idare ve siyasetle naslara muarız olup, “biz siyaset erbabıyız, şeriata ihtiyacımız yoktur” diyenlerdir.
5. Taife nasları tevil ederek muarız olan “biz batın erbabıyız, zahire ihtiyacımız yoktur” diyen batınilerdir.


Mutezilenin Mutevatir Ve Ahad Hadisi Hakkındaki Tutumu ve Ehl-i Sunnetin Reddiyesi
1. Hadisi ve Hadis Ehlini Kötülemeleri:
Mutezile, hadis öğrenmeyi kötülemiş ayrıca öğrenen insanları da kaçındırmıştır. Hatta buna ihtiyaç olmadığını, aklın ve zihnin yeterli geldiğini savunmuştur. Kadı Abdülcebbar da delil olarak, hadis ehlinin hadisler hakkında ki menfi sözlerini zikreder. Hadisçilerin bir hadis hakkında başka tariklerini çoğaltmayı sevdiklerini, fakat bunun hiçbir faydası olmadığını söyler. Bunun yanında Mutezile, fıkıh ve hadisle meşhur olmadıkları, çünkü ellerindeki olanla yani akılla yetindiklerini ve bunun dinde fıkıh ve hadis taleb etmekten daha üstün olduğunu söyler. Hadis rivayetinden kaçınılmasının gerekli olduğunu, çünkü bunda yalan olabileceğini savunur.

Cevab:
1. Hadis Ehlinin ve Hadisin Kötülenmesi Meselesi:

Bunun sebebi Mutezilenin hadis ilmini bilmemesi ve ona önem vermemesi yüzündendir. Dolayısı ile eserlerinde hadis ile istidlal çok azdır. Onların çoğu herhangi bir konuda bir veya iki hadis rivayet edildiğini zanneder. Örneğin Ebu’l-Huseyin el-Basri rû’yet konusunda sadece Cerir b. Abdullah’ın hadisi nakledildiğini zanneder. Halbuki bu konuda 30’a yakın hadis vardır. Sonra hadis ehlini öven Kadı İyad, İbn Ebu’l-İzz, Şafii, er-Ramehurmezi, İbn el-Medini, es-Sevri, Hatib el-Bağdadi gibi alimlerin sözleri gelmiştir .

2. Mutevatir Hadis:
Nazzam’a göre, her asırdaki ummetin rey ve istidlal yönünden hatada vuku bulması nasıl caizse, aynen mutevatir haberde de yalanda vuku bulmak caizdir. Ebu Huzeyl el-‘Allafa göre de, haberlerin delil sayılabilmesi için 20 kişiden daha azı ile sabit olmamasını ve bunlar içerisinde bir veya daha fazla kimsenin cennet ehli olmasını şart koşar. Dört kişiden daha azın rivayeti hüküm ifade etmeyeceğini 4 ila 20 arasındaki kişilerin rivayeti ancak ilim ifade edebileceğini iddia ederek buna delil olarak Enfal Suresinin 65. ayetini getirir.

Cevab:

2. Mutevatir Hadis:
Bazı alimler haberleri dörde bölmüştür bunlar:
a) Lafzen Mutevatir, b) Manen Mutevatir, c) Mustefiz Haberler, d) Haberi Vahid.

Bazıları da bunu üçe bölmüştür:
a) Mutevatir, b) Meşhur, c) Ahad.

Bazıları da Mutevatir ve Ahad olmak üzere ikiye bölmüştür. Sahabelerin haberleri mutevatir ve ahad diye haberleri ayırması olmamıştır. Bu taksim daha sonra ki alimler tarafından yapılmıştır. Mutezilede mutevatir her ne kadar haberi vahidden üstün görülmüş olsa da, mutevatir hadisi bile akıllarına ters düşünce hemen tevil yoluna giderler veya inkar ederler. Selef ise, mutevatir haberi subutu kat’i ve yakini ilim ifade eder olarak görmüştür.

Ebu Huzeyl’in iddia ettiği gibi mutevatirde muayyen ravi sayısı şartı yoktur. Bu konuda doğru olan Abdulhalim İbn Teymiyye (babası)’nin zikrettiği sözdür. “Tevaturde ravi sayısına itibar edilmez. İtibar edilen yalanda birleşmeleri mümkün olmayan nefsin itminane erdiği ilim ifade edebilecek derecede olmasıdır”.
Dolayısı ile alimler tevatur konusunda muayyen bir sayıda ittifak etmemişlerdir. Ayrıca Selefi Salihin, dinin akaid ve ahkam gibi bütün alanlarındaki mütevatir hadisleri kabul edip amel etmekten geri kalmamışlardır.

3. Ahad Hadis:
a) Tarifi:

Mutezileye göre ahad hadis, doğruluğu veya yalanlığı bilinmeyen hadistir. Dolayısı ile Peygambere izafe edilen bir sünnet olamaz. Ancak akla uygunluk arzederse o zaman sünnet denilebilir. Dolayısıyla haberi ahad’da “Peygamber dedi” denilemez ancak “Peygamberden rivayet olundu” denilir.

b) Ahad Haberler Din İşlerinde Mutlak Olarak Delil Değildir:
Çünkü kasıtlı olarak yalan söylemek hata, unutkanlık ve değiştirmek gibi durumlar olabilir.

c) Haberi Ahadı Reddetmede Bazı Şubheleri:
1.
Zul-yedeynin kıssasında Peygamber onun haberini başkaları tasdik edinceye kadar kabul etmemiştir.
2. Ninenin mirası konusunda Ebu Bekir el-Muğira’nın haberini Muhammed b. Seleme destekleyinceye kadar kabul etmemiştir.
3. İsti’zan konusunda Ebu Musa el-Eş’arinin haberini Ebu Said el-Hudri tasdik edinceye kadar Ömer bunu kabul etmemiştir.

d) Akla Muhalif Olunca Haberi Ahad ile İhticac Edilmez:
Ebu’l-Huseyin şöyle der. “Aklın gereğine muhalif olan zahir haber kabul edilmez. Çünkü biz mutlak olarak Allahın kişiye sadece gücü nisbetinde yüklediğini akılla biliyoruz. Akla muhalif olan haberi kabul edersek, ya Peygamberin sıdkına inanıp böylelikle iki zıddı birleştirmiş oluruz veya onu tasdik etmeyerek mucizenin medlûl olandan yüz çevirmiş oluruz ki bu da imkansızdır.”

e) İtikadi Konularda İhticac Edilmez:
Mutezilenin bir kısmı haberi ahad yoluyla itikadi konuların sabit olamayacağını iddia etmiştir. Çünkü itikad zanna değil, yakine bina edilir. Haberi ahad ise, zan ifade eder. Yakin ise, ancak akli delillerden elde edilir. Cahiz, Ebu’l- Huseyin ve Abdulcebbar bu konuda aynı görüştedirler.

f) Ahkamda Ancak Bazı Şartlar Bulunursa Amel Edilir:
Bu konuda Ebu Ali el- Cubai şöyle der: “Haberi bir adil nakleder de ancak onun yolundan başka bir adilin haberi eklenirse o hadis kabul edilir. Ayrıca Kur’anın zahiri veya başka bir haberin zahiri onu destekler, yahut sahabeler arasında yayılmış yahut ta bazıları bununla amel etmişse o zaman kabul edilir.”

Cevab:

3. Ahad Hadisin Tarifi:
Bir veya daha fazla kimsenin rivayet ettiği ve mutevatir şartlara haiz olmayan hadistir. Mutezile ise, ahad hadise farklı bir tarif getirmiş bu tarifle hadisi rahatlıkla reddedip veya amel etmemeye müsait bir kavram olarak göstermiştir. Böylelikle dindeki hadislerin büyük bir kısmını saf dışı etmiştir.

b. - c. Dinde Mutlak Olarak İhticac Edilmez İddiası:
Haberi Vahid, dinin aslından bir asıldır. Şayet amel edilmesi bırakılırsa dinin büyük bir kısmının yok olması demektir. Haberi vahidle istidlal edileceğine dair kitap ve sünnette deliller, Selefin bu konuda icması ve uygulaması vardır:
a) Kur’andan deliller ve istidlalleri, b) Sünnetten deliller ve istidlalleri, c) Sahabe ve Selefin icması.

Hicri 100. Yılından sonra Mutezile bu görüşü ortaya atmıştır. Zu’l-yedeyn, ninenin mirası ile ilgili Ebu Bekir ve Ömer'in isti’zan kıssalarına ilim ehli açıklık getirmiştir. Sonra sahabelerin haberi vahidi kabul etmelerine bir çok örnekler vardır. Haberi vahidde yalan, hata, unutma veya değiştirme iddiası ile onun terkedilmesinin doğru olmadığını açıktır. Çünkü ravilerin tamamen hata unutma ve benzeri arızalardan salim olduklarını kimse iddia etmemiştir. Lakin önemli olan bu ne zaman vuku bulursa bilinmesi ve açıklanması gerekir.

d. Akla Muhalif İse, İhticac Edilmez İddiası:
Daha önce akılla naklin taarruz etmediğini, böyle bir şey varsa, o hadis veya nassın sahih yoldan gelmediği belirtilmiştir.

e. - f. İtikatta Delil Olmayacağı İddiası:
İstidlalde, itikatla amel ayırımını ilk olarak Mutezile’nin yapmıştır. Böyle bir ayırım doğru değildir.
Buna cevab şöyledir:
1- Peygambere itaat ve isyanı nehyeden naslar genel ve mutlak olarak gelmiş, dolayısıyla akide ve ahkamı içerir. Bunlardan sadece ahkamı tahsis etmek, delil olmayan bir tahsistir.
2- Haberi vahidle itikad ve ahkamda ihticac etmek, Peygamber ve ashabından sabit olmuştur. Kaldı ki Selefte bu şekilde hareket etmiştir.
3- Akaid ve ahkamın ayırımı birbirinin mutelâzımının ayrımıdır. Çünkü bazen akide bir hüküm içerir, bazen de bir hüküm bir akideyi içerir. Dolayısı ile böyle bir ayırım sonradan çıkmıştır.
Ahad hadisler akide de delil olmaz sözü aslında bir itikadi görüştür. Bunun sıhhatine delil nedir? Bu sadece somut bir iddiadır esası da yoktur. Ahad hadisler zan ifade eder sözünden maksat racih olan bir zandır, mercuh olan bir zan değildir. Ayrıca zan ifade ettiği görüşü de ittifak edilmiş bir görüş değildir. Kaldı ki, ilim ifade eder diyenlerde vardır. Bu konuda el-Albani, Ahmed Muhammed Şakir ve İbn Teymiye’nin sözleri dikkate şayandır. İbn Teymiye, Ali Cubai’nin hadisleri kabulde koştuğu sayı şartına iki yönden cevab verir.

a) Hadisi kabul etmedeki bu şartı daha önce hiçbir muhaddis iddia etmemiştir.
b) Cubai, rivayeti şahadete kıyaslamıştır. Bu ise batıldır. Her ikisi arasındaki farklar açıktır. Onlar da şöyledir:

1. Peygambere yalan isnadı başkasına yalan isnadı gibi değildir.
2. Peygamberden haber verirken ravilerde güvenilirliğin şart olması vardır ki bu da adalet ve zabt sıfatlarını içerir.
3. Allah dinini hıfzını tekefful etmiştir. Ama diğer şeylerin hıfzını tekeffül etmemiştir ki bazen bunlar, şahadet yoluyla haksız yere elde edilmektedir.
4. Kadının rivayeti erkeğin rivayeti gibidir. Ama şahidlikte öyle değildir. Buna benzer başka farklarda vardır.
 
Üst Ana Sayfa Alt