Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İlmi Konu İslam Dininin Üç Mertebesi

Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
İslam Dininin Üç Mertebesi

Muhammed b. Abdulvehhâb'ın Oğullarına ve Hamd b. Nâsır'a Sorulan Bir Soru

Tevhidin ve imanın iki farklı mertebesi, iki farklı hakikati ve iki farklı mecazı mı vardır?
Bu iki mertebeden her biri, şirkin ve küfrün mertebelerinden birine mi karşılık gelmektedir?
Eksiklik ve batıllık diğeriyle değil de sadece bir tanesiyle mi ilgilidir?
Kişi, bazı temel şirk amelleri işlediği zaman ya da tevhidin rukûnlerinden birini terk ettiği zaman İslam dairesinden çıkıp iman dairesinin içerisinde mi kalmaktadır, yoksa iman dairesinden çıkıp İslam dairesinin içinde mi kalmaktadır?

Cevab:
Allah sana rahmet etsin. Bil ki, âlimler dinin üç mertebeden ibaret olduğunu söylemişlerdir.
Birinci mertebe İslam mertebesidir. Kâfir, müslüman olduğunu söyleyip İslam'a boyun eğdiği zaman bu mertebeye dâhil olur.
İkinci mertebe ise iman mertebesidir. İman mertebesi birinci mertebeden daha yukarıdadır. Çünkü Allah (subhânehû ve teâlâ) birdenbire iman ettiklerini söyleyen kimselerden imanı nefyetmiş, İslam'ı ise onlar için isbat etmiştir. O şöyle buyurmuştur:
"Bedeviler "İman ettik!" dediler. De ki: İman etmediniz. Fakat "İslam olduk." deyin. İslam kalblerinize henüz girmedi. Eğer Allah'a ve Rasulü'ne itaat ederseniz, O sizin amellerinizden bir şey eksiltmez. Şubhesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. Mûminler ancak Allah'a ve Rasulü'ne iman eden sonra şubheye düşmeyen, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad eden kimselerdir. İşte onlar sadıkların ta kendileridir." (Hucûrat, 14-15)

Görüldüğü gibi Allah (subhânehû ve teâlâ) onların iman iddialarını reddetmiş, o mertebeye henüz ulaşmadıklarını bildirmiştir. Sahih olarak rivayet edilen Sâ'd hadisinde de Sa'd, Nebi (sallallâhu aleyhi ve sellem)'e "Niçin falancaya ihsanda bulunmuyorsun? Vallâhi ben onu mûmin olarak görüyorum." dediği zaman, Nebi (sallallâhu aleyhi ve sellem) "Belki de müslümandır." buyurmuştur.

Üçüncü ve tüm mertebelerin en üstünde yer alan mertebe ise İhsan'dır. Cibrîl hadisi bu mertebelerin hepsinden bahsetmektedir. Cibrîl (aleyhi's-selâm) Nebi (sallallâhu aleyhi ve sellem)'e İslam, İman ve İhsan hakkında sormuş, Nebi (sallallâhu aleyhi ve sellem) de ona bunları bildirdikten sonra "Bu Cibrîl idi, size dininizi öğretmeye geldi." buyurmuştur.

Bir kimseden ihsan nefyedildiği halde o kimse için iman ispat edilebilir. Aynı şekilde bir kimseden iman nefyedildiği halde o kimse için İslam ispat edilebilir. Nebi (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in "Zina eden zina ettiği esnada mûmin olarak zina etmez..." buyruğu buna örnektir. Fakat kişiyi İslam mertebesinden ancak Allah'ı inkâr etmek ve dinden çıkaran şirk çıkarır.

Zina, hırsızlık ve şarap içme gibi büyük günahlara gelince, Ehli Sünnet ve'l Cemaat'e göre bunlar kişiyi İslam dairesinden çıkarmaz. Fakat Hâricîler ve Mû'tezile bu konuda Ehli Sünnet'e muhalefet etmiş, büyük günah işleyen kimsenin kâfir olacağına ve cehennemde ebedi kalacağına hükmetmişlerdir.

Ehli Sünnet ve'l Cemaat bu görüşe karşı Kitap'tan, Sünnet'ten, Sahabe ve Tâbiîn sözlerinden birçok hüccet ileri sürmüşlerdir. Bunlardan bir tanesi meşhur imam Muhammed b. Nasr el-Mervezî'nin rivayet ettiği şu haberdir: Bize İshak b. İbrahim tahdis etti, dedi ki: Bize Vehb b. Cerir b. Hazm tahdis etti, dedi ki: Babamın Fudayl'dan rivayet ettiğine göre Ebu Cafer Muhammed b. Ali'ye Nebi (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in "Zina eden zina ettiği esnada mûmin olarak zina etmez." buyruğu hakkında soruldu. Bunun üzerine Ebu Cafer büyük bir daire çizip "Bu İslam'dır." dedi. Sonra bu dairenin ortasına küçük bir daire çizip "Bu da imandır." dedi ve ekledi: "Kişi zina ettiğinde ya da hırsızlık yaptığında iman dairesinden çıkıp İslam dairesine girer. İslam'dan ise ancak Allah'ı inkâr etmek çıkarır." Ebu Cafer'in sözü burada sona erdi.

Muhammed b. Nasr el-Mervezî şöyle devam etti: Allah (subhânehû ve teâlâ) iman sıfatını, övgü, tezkiye ve medih sıfatı kılmış, cenneti iman ehline vacib kılmıştır. O şöyle buyurmuştur:
"O mûminlere karşı çok merhametlidir. O'na kavuşacakları günde esenlik dilekleri "Selam"dır." (Ahzab, 43-44),
"Mûminlere, kendileri için Rableri katında bir doğruluk makamı olduğunu müjdele." (Yunus, 2),
"O gün mûmin erkek ve mûmin kadınları, nurlarının önlerinden ve sağlarından koştuğu bir halde görürsün." (Hadid, 12),
"Allah iman edip salih amel işleyenlere altlarından ırmaklar akan cennetleri vadetmiştir..." (Tevbe, 72)


Yine âlimler şöyle demişlerdir: Allah (subhânehû ve teâlâ) büyük günah işleyen kimseleri de cehennemle tehdit etmiştir. Bu göstermektedir ki, büyük günahta ısrar eden kimseden iman sıfatı düşer.

Yine şöyle demişlerdir: Allah (subhânehû ve teâlâ)'nın İslam sıfatını kullanarak cenneti vacib kıldığını hiç görmedik. Demek ki büyük günah işleyen kimsede İslam sıfatı bulunduğu halde iman sıfatı ortadan kalkmıştır.

Eğer "İmanın zıddı küfür değil midir?" diye sorulacak olursa deriz ki: Küfür, imanın aslının zıddıdır. Zira imanın aslı ve dalları vardır. Küfrün zıddı olan imanın aslı ortadan kalkmadığı müddetçe küfür sabit olmaz.

Eğer "Nebi (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in büyük günah işleyen kimseden iman sıfatını nefyettiğini söylediniz. Peki, böyle bir kimsede iman adına bir şey var mıdır?" diye sorulacak olursa deriz ki: Evet, vardır. İmanın aslı hala o kimsede bulunmaktadır. Zaten o da olmasaydı kâfir olurdu.

Eğer "Fasık kimsenin iman sıfatıyla vasıflandırılamayacağını söylüyorsunuz. Diğer taraftan da imanın aslının o kimsede bulunduğunu söylüyorsunuz. Hâlbuki iman Allah ve Rasulü'nü tasdik etmektir. Bu nasıl oluyor?" diye sorulacak olursa deriz ki: Çünkü Allah, Rasulü ve müslümanların çoğunluğu, eşyaları, kendilerinin bilinmesini sağlayacak isimlerle isimlendirirler. Örneğin zina edeni fasık olarak isimlendirirler. Zina iftirası atanları fasık olarak isimlendirirler. Şarap içeni fasık olarak isimlendirirler. Bu zikredilenlerden hiçbirini takvalı veya verâ sahibi olarak isimlendirmezler. Diğer taraftan bütün müslümanlar bu kimselerde takvanın ve verânın aslının bulunduğu üzerinde icma etmişlerdir. Zira bu kimseler kâfir olmaktan veya Allah'a şirk koşmaktan sakınmaktadırlar. Aynı şekilde cenabetten gusletmeyi ve namazı terk etmekten, annesiyle zina etmekten sakınmaktadırlar. Evet, bu kimseler bu hususlarda takvaya sahibdirler. Yine hak mezhebten olsun, karşıt mezhebten olsun müslümanların hepsi, kişinin günah işlediği takdirde, takva ve verânın aslı kendisinde kalıcı olmasına rağmen, takvalı ve verâ sahibi olarak isimlendirilemeyeceği üzerinde icma etmişlerdir. Muhammed b. Nasr el-Mervezî'nin sözleri burada sonra erdi.

Yani, mahremleriyle zina etmekten sakınmasının gösterdiği gibi, takvanın ve verânın aslı o kimsede yine bulunmaktadır. Buna rağmen kişiyi büyük günah işlediği takdirde takvalı ya da verâ sahibi olarak isimlendirmezler. Aksine, o kimsede bir miktar takvanın ve verânın bulunduğunu bilmelerine rağmen, o kimseyi fasık ve günahkâr olarak isimlendirirler. Onların bu kimseye takvalı ve verâ sahibi demelerini engelleyen şey; takvanın bir övgü ve tezkiye sıfatı olması, Allah (subhânehû ve teâlâ)'nın takva sahibi kimselere bağışlanmayı ve cenneti vacip kılmasıdır.

Evet, âlimler şöyle demişlerdir: İşte bu sebepten dolayı büyük günah işleyen kimseyi mümin olarak isimlendirmiyoruz, fasık ve zani olarak isimlendiriyoruz. Her ne kadar iman sıfatının aslı o kimsenin kalbinde bulunsa da... Zira iman sıfatı, Allah (subhânehû ve teâlâ)'nın kendisi sebebiyle mûminleri övdüğü ve tezkiye ettiği, kendisi sebebiyle onlara cenneti vacib kıldığı asıldır.

Yine Nebi (sallallâhu aleyhi ve sellem) "müslüman" demiş, "mümin" dememiştir. Âlimler bunu şöyle açıklamıştır: Eğer muvahhid müslümanlardan birisinin kalbinde ne iman adına ne de İslam adına bir şey bulunmayacak olsaydı, buna en layık kimseler cehennemden çıkarılacak olan cehennem ehli olurdu. Zira Nebi (sallallâhu aleyhi ve sellem)'den sahih olarak rivayet edildiğine göre Allah (subhânehû ve teâlâ) "Kalbinde zerre ağırlığınca iman bulunan kimseyi cehennemden çıkarın!" buyuracaktır. Bu göstermektedir ki müslümanların en şerlisi bile kalbinde iman bulunan kimsedir.

Görüyoruz ki ümmet, müslümanlar hakkında Allah'ın lazım kıldığı hükümler ile hükmetmişler, ne onları tekfir etmişler ne de onların kesinlikle cennete gideceğini söylemişlerdir. Bu da göstermektedir ki bu kimseler müslümandır. Müslümanlar hakkındaki hükümler onlar için de geçerlidir. Fakat onlar(ın hepsi) mümin olarak isimlendirilmeyi hak etmemektedirler. Zira İslam, müslüman olan kimsenin diğer dinlerden çıkıp İslam dinine girdiğini, ondan küfür sıfatının düştüğünü, müslümanlara uygulanan hükümlerin onun için de geçerli olduğunu ifade etmektedir.

Özetleyecek olursak, mesele anlattığımız gibidir: Din üç mertebeden oluşmaktadır: Birincisi İslam'dır. Ortası imandır. En yükseği ise ihsandır. Kim en yüksek mertebeye ulaşmışsa ondan önceki mertebelere de ulaşmış demektir. İhsan sahibi olan kimse aynı zamanda mümindir. Mûmin kimse aynı zamanda müslümandır. Müslüman kimseye gelince, onun illa mümin olması gerekmez. Nebi (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in Cibrîl hadisinde bildirdiği bu açıklama Kur'an'da da gelmiştir. Allah (subhânehû ve teâlâ) ummeti bu üç vasıfla vasıflandırmış, şöyle buyurmuştur:

"Sonra Kitab'ı, kullarımız arasından seçtiklerimize verdik. Onlardan kimi kendisine zulmeder, kimi ortadadır, kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda öne geçerler. İşte büyük fazilet budur." (Fâtır, 32)

Şu halde nefsine zulmeden kimse, imanın gereğini yerine getirmeyen kimsedir. Ortadaki ise, vacibleri yerine getirip haramlardan uzak duran mutlak manadaki mûmin kimsedir. Hayırlarda öne geçen ise, Allah'a O'nu görüyormuşçasına ibadet eden ihsan sahibi kimsedir.

Allah (subhânehû ve teâlâ), Vâkıa, Mutaffifîn ve İnsan surelerinde, ahirette insanların bu üç kısıma ayrılacağını bildirmiştir.

Ebu Süleyman el-Hattâbî (rahimehullâh) dedi ki: "İnsanların en çok hata ettiği meselelerden birisi de budur. Zuhrî "İslam sözdür, iman ise ameldir." demiş ve bir ayetle bunu delillendirmiştir. Bazıları ise İslam'ın ve imanın aynı şey olduğunu savunmuş ve şu ayeti delil göstermişlerdir:

"Orada mûminlerden olan kim varsa çıkardık. Orada bir ev dışında müslümanlardan olan kimse de bulamadık." (Zariyat, 35-36)"

Hattabî şöyle devam etmiştir: "Bu konuda doğru olan görüş ise sözün kayıt altına alınması, mutlak olarak söylenmemesidir. Yani, müslüman bazı durumlarda mûmin olurken bazı durumlarda mûmin olmayabilir. Mûmin ise her durumda müslümandır. Her mûmin müslümandır fakat her müslüman mûmin değildir. Eğer meseleyi bu şekilde yorumlarsan ayetlerin manasını doğru bir şekilde tevil edersin. Bu konuda söz birlenir, birbirine aykırı hiçbir şey kalmaz."

Şeyh Takiyyuddîn (İbn Teymiyye) şöyle demiştir: "Hattâbî'nin tercih ettiği görüş; Ebu Cafer, Hammad b. Zeyd ve Abdurrahman b. Mehdi gibi İslam ile imanın farklı şeyler olduğunu söyleyen kimselerin görüşüdür. Bu aynı zamanda Ahmed b. Hanbel'in ve diğer birçok âlimin görüşüdür. Önceki âlimlerden, buna muhalefet edip de İslam ve imanın aynı şey olduğunu söyleyen kimseyi bilmiyorum. Bu sebeble Ehli Sünnet'in çoğunluğu, Hattâbî'nin de zikrettiği üzere bu görüş üzeredirler. Aynı şekilde Ebu'l Kâsım et-Teymî, el-Isbahânî, onun oğlu olan ve Sahih-i Muslim'i şerh eden Muhammed (el-Isbahânî) ve diğer âlimler Ehli Sünnet'in katında tercih edilen görüşün nassın da delalet ettiği üzere hırsızlık yapan ve zina eden kimse için mûmin sıfatının mutlak olarak kullanılamayacağı olduğunu ifade etmişlerdir."
(ed-Duraru's-Seniyye fi'l-Ecvibeti'n-Necdiyye, 1/212-217, Varakat Yayınları)
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt