İslâm Hâkimiyeti Altında Ehli Kitabın Hükmü
Aziz kardeşlerim! Kitap ehli, yahudi ve hristiyanlarla düzenlenmesi gereken ilişkiler ancak İslâm devletinin gölgesi altında mümkün olabilir. İslâm devletinin olmadığı bir ortamda kılıçla işe başlarsan unutma ki onlar senden çok daha kuvvetliler. Dikkat et. Şer'i maslahatları ve şer'i siyasetleri göz önünde bulundurman gerekir. İslâmî davetleri ve İslâmî çalışmaları muhafaza için dikkatli olmamız gerekir. Stratejik açıdan şu anda onlara saldırmamamız gereklidir. Aksi halde onlardan bir kişinin ölmesi karşılığında onlarca müslüman işkence altında şehit edilecektir. Bütün dünya sana karşı harekete geçecektir. Amerika ve ülkendeki uşak yönetim sana karşı harekete geçecektir. Senin ülkendeki idareciler tarafından Müslümanlara işkence yapılıp baskı yapacaktır. Böylece onlarca müslüman şehit edilecektir. Ne adına? Bir hristiyanın öldürülmesinden dolayı. (Başka bir kişinin Azzam ile bu meseleyi tartışması)
Azzam: Hristiyan bir kimsenin malını alman kesinlikle caiz değildir. Ülkene vize alarak giren batılı bir hristiyanı öldürmen de caiz değildir. Onu öldürmen ancak kanını heder edecek bir iş yapması durumunda caiz olabilir.
Soran: Peki İslâm ülkesine eman alarak girmiş olan bu kâfirin kanını helal kılan ameli kim tespit eder? Onu kim sınırlandırır? Örneğin ben bunu yapabilir miyim yoksa âlimlerin mi tespiti gereklidir?
Azzam: Şüphesiz ki âlimlerdir... Kendisine izin verilerek İslâm topraklarına giren insanın hangi amelinin kanını helal kılacağını âlimler belirlerler. Tabi ki fetva nereden çıkacaktır. Âlimden çıkacaktır. Öldürülüp öldürülmeyeceğine o karar verir. Sana "öldür" dedikten sonra sorumluluğunu ona yükle, işine devam et. Fakat bu mesele bu kadar basit bir konu değildir. "Kifayetu'l-Ahyar" veya "İbn Abidin" veya "İbnu'l-Kayyım el-Cevzi"nin kitaplarından bir iki satır okuyan gençler sanki İslâm'ın en büyük müftüsü kesiliyor, fetva veriyor ve şu ayetleri okuyor: "Onları bulduğunuz yerde öldürün, sizi çıkardıkları yerden sizde onları çıkarın." (Bakara, 191) "Haram aylar çıkınca, müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, onları tutun, hapsedin, bütün gözetleme yerlerinde onları gözetlemek için oturun." (Tevbe, 5) Bu ayetlerle meseleye vâkıf olmayan kimselerin hemen fetva vermeye kalkışmaları caiz değildir. Olay sizin sandığınız kadar basit değildir. Mısır'daki Tekfir ve Hicre cemaatinin tutulduğu hastalık budur. Bu cemaatin emiri Şeyh Mustafa Şükrü -Allah rahmet eylesin- bu tür fetvalar veriyordu. Ve cemaatine dâhil olan gençlerde birkaç kitap okuyarak Müslümanların kanlarının mubah olduğuna dair fetva vermeye kalkışıyorlardı.
Daha sonra Mısır istihbaratı, cemaati oyuna getirmeyi başardı. İçlerine sızdılar. O zaman da Mısır'ın Vakıflar Bakanı olan Dr. Zehebi'nin aleyhinde gençleri kışkırttılar. Onlara; "Sizin aleyhinize fetva veren Zehebi'dir" dediler. Aslında mesele Zehebi meselesi değildir. Meselenin arka planında şunlar olmuştur: Enver Sedat'ın karısı Cihan Sedat bir de Mısır'da İslâmî İşler Yüce Meclisi Başkanı Tevfik Uveyda'nın vakıf mallarını çaldıkları anlaşıldı. Bu hırsızlığı ortaya o zamanki Vakıflar Bakanı adı geçen Dr. Zehebi ortaya çıkardı. Mesela Zehebi Enver Sedat'ın karısı Cihan Sedat'ı Vakıflar'a ait birçok daireyi kiralayıp gelirlerini kendisine aldığını ve bir bölümünü de Tevfik Uveyda'ya verdiğini ortaya çıkardı. Bu hususta mahkemeye dava açtı. Tevfik Uveyda Zehebi'ye ihtarda bulunarak;
- "Sen bu davanı saygıdeğer biri olarak geri al" dedi. Zehebi;
- "Hayır, mümkün değil, bu bir haktır, uyulmaya layık olan haktır" diye cevap verdi. Tekrar ona birini gönderdiler;
- "Bu davanı geri al, bu senin için daha hayırlıdır" dediler. Zehebi bunu reddetti. Bunun üzerine bakanı değiştirdiler. Zehebi'yi bakanlıktan kovdular. Sonra da ona mahkemede davanın düştüğünü bildirdiler. Zehebi de;
- "Bunu mutlaka devam ettirmek gerekir çünkü memlekette yargı organları var" dedi. (O zaman da Mısır yargı organları kısmen de olsa bağımsız hareket ediyordu. Herhangi bir kimse aleyhine çekinmeden hüküm verebiliyorlardı. Mısır hâkimleri Enver Sedat'ın aleyhine de olsa hüküm verebilecekleri hissini taşıyorlardı). Önemli olan Zehebi'nin davasından vazgeçmemesidir. Mısır istihbaratı da Tekfir ve Hicre cemaatine mensub olan bu gençleri Zehebi'nin aleyhine kışkırttılar. Onlara; "bu adam sizin aleyhinize çalışıyor, bu adam sizin aleyhinize fetva veriyor, sizin davanızın önünde bir engel teşkil ediyor. Böyle bir adamın kanı helaldir. Niçin bunu öldürüp diğer âlimlere de ibret yapmıyorsunuz?"dediler. Tekfir ve Hicre cemaatine göre de âlimlerin çoğunluğu dinden çıkmış kâfirlerdir. Böylece bu insanlar Zehebi'yi öldürdüler, devlet de hem Zehebi'den kurtuldu hem de öldürüldü diye çığlık kopardı. Allahuekber!
Zehebi öldürüldü! Böyle büyük bir âlim öldürüldü! Bu zat salih bir kimse idi. "Tefsir ve Müfessirûn" adlı kitabın yazarı idi. Devlet bunu istismar ederek büyük bir sansasyon yaptı. Bu sansasyonun sayesinde Tekfir ve Hicre cemaatine mensub olan gençlerin çoğunu toplayıp hapishanelere attı. Önde gelen liderlerinden beşini de öldürdü. Yine mevzumuza dönelim;
Tartışan: Hristiyanlar harbi (Müslümanlarla savaş halinde olan kâfir) hükmündedirler...
Azzam: Harbi olan hristiyanlar kimlerdir? Tartışan: Tüm hristiyanlar harbidirler.
Azzam: Nasıl harbi oluyorlar?
Tartışan: Başına şapka örten, boynuna haç takan tüm insanlar...
Azzam: Her boynuna haç takan harbi midir? Haçı boynuna takmak veya elbiselerine işlemek bu adamların inançlarının bir gereği. Sırf haç taktığı için harbi olmayabilir. Çünkü müslüman devletin iktidarı altında cizye vererek yaşayan yahut başka bir devletten olmasına rağmen müslüman devletten vize alarak turist olarak gelmesi de mümkündür. Bunlar kanlarını helal kılacak bir iş yapmadıkça harbi değillerdir.
Kardeşim! Harbi kimse Müslümanlara silah çeken kimselerdir...
Bu konuyu daha fazla uzatmaya hacet yok. Ben bu şekilde fetva vermiyorum. Dileyen kendisine başka bir fetva mercii arayabilir!
Şeyh Abdullah Azzam
Aziz kardeşlerim! Kitap ehli, yahudi ve hristiyanlarla düzenlenmesi gereken ilişkiler ancak İslâm devletinin gölgesi altında mümkün olabilir. İslâm devletinin olmadığı bir ortamda kılıçla işe başlarsan unutma ki onlar senden çok daha kuvvetliler. Dikkat et. Şer'i maslahatları ve şer'i siyasetleri göz önünde bulundurman gerekir. İslâmî davetleri ve İslâmî çalışmaları muhafaza için dikkatli olmamız gerekir. Stratejik açıdan şu anda onlara saldırmamamız gereklidir. Aksi halde onlardan bir kişinin ölmesi karşılığında onlarca müslüman işkence altında şehit edilecektir. Bütün dünya sana karşı harekete geçecektir. Amerika ve ülkendeki uşak yönetim sana karşı harekete geçecektir. Senin ülkendeki idareciler tarafından Müslümanlara işkence yapılıp baskı yapacaktır. Böylece onlarca müslüman şehit edilecektir. Ne adına? Bir hristiyanın öldürülmesinden dolayı. (Başka bir kişinin Azzam ile bu meseleyi tartışması)
Azzam: Hristiyan bir kimsenin malını alman kesinlikle caiz değildir. Ülkene vize alarak giren batılı bir hristiyanı öldürmen de caiz değildir. Onu öldürmen ancak kanını heder edecek bir iş yapması durumunda caiz olabilir.
Soran: Peki İslâm ülkesine eman alarak girmiş olan bu kâfirin kanını helal kılan ameli kim tespit eder? Onu kim sınırlandırır? Örneğin ben bunu yapabilir miyim yoksa âlimlerin mi tespiti gereklidir?
Azzam: Şüphesiz ki âlimlerdir... Kendisine izin verilerek İslâm topraklarına giren insanın hangi amelinin kanını helal kılacağını âlimler belirlerler. Tabi ki fetva nereden çıkacaktır. Âlimden çıkacaktır. Öldürülüp öldürülmeyeceğine o karar verir. Sana "öldür" dedikten sonra sorumluluğunu ona yükle, işine devam et. Fakat bu mesele bu kadar basit bir konu değildir. "Kifayetu'l-Ahyar" veya "İbn Abidin" veya "İbnu'l-Kayyım el-Cevzi"nin kitaplarından bir iki satır okuyan gençler sanki İslâm'ın en büyük müftüsü kesiliyor, fetva veriyor ve şu ayetleri okuyor: "Onları bulduğunuz yerde öldürün, sizi çıkardıkları yerden sizde onları çıkarın." (Bakara, 191) "Haram aylar çıkınca, müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, onları tutun, hapsedin, bütün gözetleme yerlerinde onları gözetlemek için oturun." (Tevbe, 5) Bu ayetlerle meseleye vâkıf olmayan kimselerin hemen fetva vermeye kalkışmaları caiz değildir. Olay sizin sandığınız kadar basit değildir. Mısır'daki Tekfir ve Hicre cemaatinin tutulduğu hastalık budur. Bu cemaatin emiri Şeyh Mustafa Şükrü -Allah rahmet eylesin- bu tür fetvalar veriyordu. Ve cemaatine dâhil olan gençlerde birkaç kitap okuyarak Müslümanların kanlarının mubah olduğuna dair fetva vermeye kalkışıyorlardı.
Daha sonra Mısır istihbaratı, cemaati oyuna getirmeyi başardı. İçlerine sızdılar. O zaman da Mısır'ın Vakıflar Bakanı olan Dr. Zehebi'nin aleyhinde gençleri kışkırttılar. Onlara; "Sizin aleyhinize fetva veren Zehebi'dir" dediler. Aslında mesele Zehebi meselesi değildir. Meselenin arka planında şunlar olmuştur: Enver Sedat'ın karısı Cihan Sedat bir de Mısır'da İslâmî İşler Yüce Meclisi Başkanı Tevfik Uveyda'nın vakıf mallarını çaldıkları anlaşıldı. Bu hırsızlığı ortaya o zamanki Vakıflar Bakanı adı geçen Dr. Zehebi ortaya çıkardı. Mesela Zehebi Enver Sedat'ın karısı Cihan Sedat'ı Vakıflar'a ait birçok daireyi kiralayıp gelirlerini kendisine aldığını ve bir bölümünü de Tevfik Uveyda'ya verdiğini ortaya çıkardı. Bu hususta mahkemeye dava açtı. Tevfik Uveyda Zehebi'ye ihtarda bulunarak;
- "Sen bu davanı saygıdeğer biri olarak geri al" dedi. Zehebi;
- "Hayır, mümkün değil, bu bir haktır, uyulmaya layık olan haktır" diye cevap verdi. Tekrar ona birini gönderdiler;
- "Bu davanı geri al, bu senin için daha hayırlıdır" dediler. Zehebi bunu reddetti. Bunun üzerine bakanı değiştirdiler. Zehebi'yi bakanlıktan kovdular. Sonra da ona mahkemede davanın düştüğünü bildirdiler. Zehebi de;
- "Bunu mutlaka devam ettirmek gerekir çünkü memlekette yargı organları var" dedi. (O zaman da Mısır yargı organları kısmen de olsa bağımsız hareket ediyordu. Herhangi bir kimse aleyhine çekinmeden hüküm verebiliyorlardı. Mısır hâkimleri Enver Sedat'ın aleyhine de olsa hüküm verebilecekleri hissini taşıyorlardı). Önemli olan Zehebi'nin davasından vazgeçmemesidir. Mısır istihbaratı da Tekfir ve Hicre cemaatine mensub olan bu gençleri Zehebi'nin aleyhine kışkırttılar. Onlara; "bu adam sizin aleyhinize çalışıyor, bu adam sizin aleyhinize fetva veriyor, sizin davanızın önünde bir engel teşkil ediyor. Böyle bir adamın kanı helaldir. Niçin bunu öldürüp diğer âlimlere de ibret yapmıyorsunuz?"dediler. Tekfir ve Hicre cemaatine göre de âlimlerin çoğunluğu dinden çıkmış kâfirlerdir. Böylece bu insanlar Zehebi'yi öldürdüler, devlet de hem Zehebi'den kurtuldu hem de öldürüldü diye çığlık kopardı. Allahuekber!
Zehebi öldürüldü! Böyle büyük bir âlim öldürüldü! Bu zat salih bir kimse idi. "Tefsir ve Müfessirûn" adlı kitabın yazarı idi. Devlet bunu istismar ederek büyük bir sansasyon yaptı. Bu sansasyonun sayesinde Tekfir ve Hicre cemaatine mensub olan gençlerin çoğunu toplayıp hapishanelere attı. Önde gelen liderlerinden beşini de öldürdü. Yine mevzumuza dönelim;
Tartışan: Hristiyanlar harbi (Müslümanlarla savaş halinde olan kâfir) hükmündedirler...
Azzam: Harbi olan hristiyanlar kimlerdir? Tartışan: Tüm hristiyanlar harbidirler.
Azzam: Nasıl harbi oluyorlar?
Tartışan: Başına şapka örten, boynuna haç takan tüm insanlar...
Azzam: Her boynuna haç takan harbi midir? Haçı boynuna takmak veya elbiselerine işlemek bu adamların inançlarının bir gereği. Sırf haç taktığı için harbi olmayabilir. Çünkü müslüman devletin iktidarı altında cizye vererek yaşayan yahut başka bir devletten olmasına rağmen müslüman devletten vize alarak turist olarak gelmesi de mümkündür. Bunlar kanlarını helal kılacak bir iş yapmadıkça harbi değillerdir.
Kardeşim! Harbi kimse Müslümanlara silah çeken kimselerdir...
Bu konuyu daha fazla uzatmaya hacet yok. Ben bu şekilde fetva vermiyorum. Dileyen kendisine başka bir fetva mercii arayabilir!
Şeyh Abdullah Azzam