Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Soru “İslam Hukuku Açısından Cehalet” kitabı PDF

el-Buveyti Çevrimdışı

el-Buveyti

Üye
İslam-TR Üyesi
“İslam Hukuku Açısından Cehalet” kitabı PDF olarak var mı?
Yazarı Ebu Yusuf bin el-Hasan Ali Ferrac
 
eL_Muhacir Çevrimdışı

eL_Muhacir

İlimsiz Mucâhid, kâtil; Cihâdsız âlim, belâm olur
Frm. Yöneticisi
Pdf olarak zannetmiyorum kardesim

Bende kitap mevcut.merak ettiğin bisey varsa ekran görüntüsünü atabilirim
 
el-Buveyti Çevrimdışı

el-Buveyti

Üye
İslam-TR Üyesi
Ayrıca Roger Garaudy yazarına ait olan “İslâm ve İnsanlığın Geleceği” kitabını da PDF olarak arıyom. Bilgisi olan varsa buyursun.
 
TUVEYLİB Çevrimdışı

TUVEYLİB

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Cehalet Ne Zaman Özür Olur?

بسم الله الرحمن الرحيم

Bilindiği üzere İslam ahkâmında Tekfir "Şer'i Bir Hükümdür" Bu konuda akıl ve reye dayanarak herhangi bir kimse bir hüküm veremez. Çünkü şer’i hükümler akıl ile değil ancak şer'î delillerle sabit olur. Allah ve Resulünün beyanı ile kâfir olanlar tekfir edilir. Açık bir kanıt, kitap ve sünnetten kesin bir delil olmaksızın bir Müslüman asla tekfir edilip, mürted olduğuna hükmedilmez. Bununla beraber Allah ve Resulünün sallallahu aleyhi ve sellem tekfir ettiği kimseleri tekfir etmekten uzak durmak da asla caiz değildir. Zira bu Allah ve Resulünü sallallahu aleyhi ve sellemi bilerek ya da bilmeyerek yalanlamak demektir ki, bunun ne kadar sakıncalı bir durum olduğu da ortadadır. Bu tür meseleler fıkıh kitaplarında "Babu Hukmu'l Mürted" bölümlerinde ayrıntılı olarak açıklanmıştır. Ehl-i sünnete muhalefet eden herkes bu muhalefetinden dolayı hemen tekfir edilmez. Zira bu muhalefet bazen küfür, bazen fısk, bazen bid'at ve bazen de masiyet olabilir.

Âlimler genel olarak tekfirin önünde dört tane engel olduğunu beyan etmişlerdir. Bunlar cehalet, muteber bir tevil, intifa’ul kast/hata ve ikrah halidir. Tekfirin engellerinden olan her bir engel muayyen olarak kıyamet gününde de kişinin azap görmesinin önündeki engellerden bir engeldir. Çokça tartışıldığından bazı cahil kimseler ve Mürcie artıklarının istismar etmesinden dolayı burada tekfirin engellerinden biri olan cehalet üzerinde duracağız.

Büyük şirkte cehalet hariç cehaletin, tekfirin önünde bir engel olduğu ise neredeyse bütün âlimlerin ittifak ettiği bir konudur. Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur.

“İnsanların Allah’a karşı bir delili olmaması için cennetle müjdeleyici cehennemle korkutucu rasuller gönderdik. Allah Aziz’ dir, Hakim’dir.” (Nisa suresi, 165)

“Ve biz, bir rasul gönderinceye kadar (asla) azab edecek değiliz.” (İsra suresi, 15)

Bu konuda ifrat, tefrit ve bir de vasat olmak üzere 3 görüş vardır.

1. Görüş

Bazı ifratçılara her halükârda "Cehalet Mazeret Değildir" Bu kimseler:

"Hani Rabbin (ezelde) Âdemoğullarının sulplerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı şahit tutarak, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demişti. Onlar da, “Evet, şahit olduk (ki Rabbimizsin)” demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü, “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir." (Araf suresi, 172)

"(Resûlüm!) Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler." (Rum suresi, 30)

“Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hıristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.” (Buhârî, cenâiz 80/92; Müslim, Kader, 22-25; Ebû Dâvut, sünne 17; Tirmizî, kader 5)

Gibi ayetlere dayanarak hadislerde geçen cehaletle alakalı tevil edilmesi gerekmeyen haberleri tevil eder, umumi olan ayetleri de tahsise gitmez ve böylece cehaleti mazeret olarak kabul etmezler. Onlar fıtrat deliline dayanarak hüccetin ikame edildiğini söyler ve gerek şeriatle bilinmesi mümkün olan sıfatlar konusunda da gerekse selim aklın bilmesi gereken konularda cehaleti asla mazeret kabul etmez ve bu kişilerin ebedi cehennemde kalacaklarını iddia ederler.
Bu konuda gelen "Biz bir peygamber göndermedikçe (kimseye) azap edecek değiliz." (İsra suresi, 15) gibi ayetleri de te’vil ederler.

2. Görüş

Bunlar ise tefrit sahibi kimselerdir. Bu kimseler "Cehalet Özürdür" der ve yelpazeyi o kadar geniş tutarlar ki, yeryüzünde bundan yararlanmayacak ne bir kâfir ne de bir Tağut bulunur. Müslümanların mazeret sahipleri hakkında gelen ayet ve hadisleri, küfrü alenî olan kimseler için dahi uygulamaya ve onları Allah katında temize çıkarmaya çalışırlar. Onlar mutlak tekfiri kabul etseler bile muayyen tekfir için öyle şartlar koşarlar ki, bu şartlar dâhilinde tekfir asla gerçekleşmez.

Mutlak tekfir konusunda tekfiri kabul edip de bütün şartlar tahakkuk ettiği halde muayyen tekfiri mümkün görmeyen kimseler şaşkın kimselerdir. Bunlar ortada bir maktulün olduğunu söyleyip de katilin varlığını yok sayan kimseler gibidirler. Ya da bir zinanın olduğunu kabul ederler, fakat zani ve zaniyeyi yok sayarlar. Ya da ortada bir küfür, şirk ve fısk olduğunu kabul ederler ama bunun faili olan kâfir, müşrik ve fasık yoktur derler...
Onların bundan muradı ise hakkı talep etmek ve hakkı ortaya koymak değildir. Kalplerinde sevgi besledikleri tağutları temize çıkarmak, onların savunucusu olmak ve onlara karşı besledikleri muhabbetten dolayı bu konuyu istismar etmektir. Onların bu konuda ne bir delili ne de örnek alacakları bir selefi vardır. Aşağıda da beyan edeceğimiz gibi bazen hafi ve bazen de şartların tahakkuk ettiği anlarda delil olarak gelen hadisleri eğip bükerek delil diye sunarlar. Bunu yaparken de utanmadan Aişe radıyallahu anh validemize, Havarilere ve Muaz İbni Cebel gibi sahabenin âlimlerine iftira atarak yaparlar.
Onların bu yüce kişilere cehalet isnad etmeleri sadece muhabbet besledikleri tağutları temize çıkarmaya yöneliktir. Bununla beraber bu kimseler muvahhitlere bu kadar müşfik davranmamaktadırlar.

Bunların ne kadar şaşkın oldukları da meydandadır...

3. Görüş

Yukarıdaki her iki görüşün de batıl olduğu böylece ortaya çıkmaktadır. Her zaman olduğu gibi hak ve hakikat ise vasat bir yolu tutmakla gerçekleşir. Hakikat ise bu ifrat ve tefritin ortasındaki vasat görüştedir. Ehlisünnet menhecine sahip olan kimseler ise cehaletin özür olabilmesi için bazı şartların tahakkuk etmesini gerekli görürler. Bunları şöylece sıralayabiliriz.

1. Kişi İslam Beldelerinden Uzak Bir Beldede Yaşıyor Olmalıdır.

İslam Beldelerinden başka bir beldede yaşamış olması hasebi ile İslami ilimleri öğrenmesi o kişi için elbette zordur ve bunda da mazeret sahibidir.
Nihayetinde Habeşistan'a hicret eden Müslümanlar kendilerine ulaşıncaya kadar şeriatın diğer ibadet ve ahkâmına dair konularında mazur idiler. Deli ve bunaklar gibi ilimden mahrum kalan ve öğrenmekten aciz olan kimseler için ne bir emir ve ne de bir nehiy söz konusu olmaktadır.

Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Biz bir peygamber göndermedikçe (kimseye) azap edecek değiliz." (İsra suresi, 15)

Yine Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Bu Kur'an bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için indirildi." (En'am suresi, 19)

Âlimler şöyle demişlerdir. Kime Kur'an ulaşmışsa ona hüccet ikame edilmiştir. Kime Kur'an ve davet ulaşır da Müslümanlar arasında yaşarken şirk fiilini işlerse şüphesiz o müşriktir. Bu konuda Muhammed İbni Abdulvahhab rahimehullah şöyle der.

“İbn Teymiye (r.a)’nin; “Her kim şu ve şu şeyi inkar edip yalanlarsa, işte o kimseye huccet ikame edilmiştir” sözünü zikrettiniz. Şüphesiz ki siz şu tagutlar ve onların tabileri hakkında; “acaba onlara huccet ikame edildi mi” diyerek şüpheye düştünüz. İşte bu durum gerçekten şaşılacak bir durumdur. Zira sizlere defalarca bu meseleyi açıkladığım halde nasıl olur da bu meselede şüpheye düşersiniz?
Kendisine huccet ikame edilmemiş kimse, İslam’a yeni giren ve uzakta, çöllerde yetişen kimsedir. Veya bu durum gizli meselelerde söz konusu olur. Örneğin; Es-sarf ve’l Atf gibi kadını kocasından uzak tutmak veya ikisini birbirine yaklaştırmak gibi meselelerde söz konusu olur. Böyle durumlardaki kimseler öğretilmeden tekfir edilmezler.
Allah (c.c)’ın kitabında açıkladığı ve hakkında hüküm bildirdiği dinin asıllarıyla ilgili meselelerde huccet söz konusudur ki işte o hüccet; Kur’an’dır. Dolayısıyla Kur’an her kendisine ulaşan kimseye huccet de ulaşmış demektir. Fakat asıl mesele, sizin huccetin ikame edilmesiyle hucceti anlamanın arasındaki farkı ayırt edememenizdir. Hâlbuki kafirlerin ve Müslümanlardan münafık olanların çoğu, kendilerine huccet ikame edilmiş olduğu halde, Allah (c.c)’ın huccetini anlamamışlardır.
Allah (c.c)’ın şu ayette buyurduğu gibi:

“Yoksa sen onların çoğunun dinleyeceklerini ve akıl edeceklerini mi sanıyorsun? Doğrusu onlar hayvanlar gibidirler, hatta yol olarak daha sapıktırlar.” (Furkan sûresi, 44)
Öyleyse hucceti ikame etmek başka, ona ulaşmak ise daha başkadır. Zira o kimselere huccet ikame edildiğinde onu yanlış anlamaları, kendilerine huccet ikame edilmediğini göstermez. Çünkü hucceti ikame etmek başka, onu anlamak başkadır. Dolayısıyla huccetin kendilerine ulaşmış olmasıyla birlikte küfürlerine hükmedilir.” (Ed-Dureru’s Seniyye c: 10 s: 93-94)

2. Kişi Yeni Müslüman Olmalıdır.

Zira kişi yeni Müslüman olursa İslam'ın inceliklerini hemen bilmesi mümkün olmaz.

Ebi Vakid el-Leysi’den rivayet olunduğuna göre şöyle der: “Resulullah ile birlikte Huneyn’e çıktık. Biz o zaman küfürden yeni çıkmıştık ve müşriklerinde yanında ibadet ettikleri ve silahlarını astıkları sedir ağaçları vardı. Ona Zatu envat deniliyordu. Bizde Resulullah’a: “Ey Allah’ın resulü, onların Zatu envatları olduğu gibi bize de Zatu envat yapsan?” dedik. Bunun üzerine Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Nefsim elinde olana yemin olsun ki, İsrail oğullarının Musa’ya dediğinin aynısını söylediniz: “Ey Musa, onların nasıl ilahları varsa, sende bize böyle bir ilah yap’ dediler. ‘Siz gerçekten cahillik eden bir topluluksunuz!’ dedi.” Muhakkak ki, sizden öncekilerin yürüdükleri gibi yürüyeceksiniz.”
(Hadis sahih bir hadistir. Tirmizi El-Cami’inde (2181) tahric etmiştir ve ‘Bu, hasen sahih bir hadistir’ demiştir. İmam Ahmed Musned’inde (5/218) tahric etmiştir. İbn Hişam’ın siyerinde olduğu üzere (4/84) İbn İshak’ta tahric etmiştir. Abdurrazzak Musannef’inde (20763) tahric etmiştir. Humeydi Musned’inde (848) tahric etmiştir. Tayalisi Musned’inde (1346) tahric etmiştir. İbn Asım Es-Sunne’de (76) tahric etmiştir. Taberi tefsirinde (9/31) tahric etmiştir. İbn Hibban Sahihinde (1835) tahric etmiştir. Taberani El-Kebir’de (3290,3294) tahric etmiştir. Şafii Musned’inde (23) tahric etmiştir. Beyhaki Delail’de (125/5) tahric etmiştir. İbn Ebi Şeybe Musannef’inde (15/101) tahric etmiştir. Nesai El-Kubra’nın tefsir kitabında ve Tuhfetu’l-İşraf’ta (11/112) rivayet etmiştir. İmam Suyuti’nin Ed-Durru’l-Mesur’unda (3/533) olduğu üzere; İbn Munzir, İbn Ebi Hatem, Ebu şeyh ve İbn Merdeveyh’de tahric etmiştir.)

Görüldüğü gibi Ebi Vakid el-Leysi rasıyallahu anh: "... Biz o zaman küfürden yeni çıkmıştık..." demektedir.

3. Dinden Zorunlu Olarak Bilinen ve Meşhur Olan Şeylerin Dışında Kalan Bir Mevzu Olmalıdır.

Abdilaziz bin Abdillah er-Racihî şöyle demiştir.

"Cahilin mazur kabul edileceği cehalet, çok açık ve net meselelerde bir mazeret olarak kabul edilmez. Mazur görülecek cahil, kendi emsalince bilinemeyecek şeylerde mazur görülür. Şöyle ki, bir insan Müslümanlar arasında yaşasa sonra zina etse ve ayıplanınca da ben bilmiyordum dese bu kabul edilmez. Çünkü bu mesele çok açıktır." (İman ve Küfür Meseleleri, s. 168)

Bugün yeryüzündeki kâfirlerin hemen hepsi de namazın da zekatın da haccın da İslam'ın şiarlarından bir şiar olduğunu bilmektedir.

İbn-i Teymiye Rahimehullah şöyle der: “Eğer ki kişinin muhalefeti, dinin açık olmayan ve herkes tarafından bilinmesinin zor olduğu meselelerde olursa, hata ettiği, dalalete düştüğü ve kendisine hüccet ikamesinin yapılmadığı söylenebilir. Ancak kişinin muhalefeti, açık olan ve Muhammed’in Sallallahu Aleyhi ve Sellem onun ile gönderildiği ve ona muhalefet edenlerin tekfir edildiği bütün Müslümanlar ve hatta Yahudi ve Hıristiyanlar tarafından da bilinen meselelerde ise durum böyle değildir. Tek olan Allahu Teâlâ’ya ibadetin emredilmiş olması ve Allahu Teâlâ’dan başka, meleklere, peygamberlere, güneşe, aya, yıldızlara, putlara ve başka şeylere ibadetin yasaklanmış olması bu türdendir. Bunlar İslam esaslarının en açık olanlarıdır. Yine beş vakit namaz ve Yahudi, Hıristiyan, Mecusi ve muşriklere düşmanlığın emredilmiş olması ile içki, kumar, zina ve faizin yasaklanmış olması da bu kabildendir.” (Mecmuu’l-Fetava, 4/37)

4. Hakkı Bulmayı Murad Etmelidir

Kişi ilim öğrenmekten sırt çevirmemelidir. Zira eğer kişi cehaletini izale edecek ilme ulaşması mümkün olduğu halde bunu ihmal eder öğrenmezse hem ilim talep etmeyi terk ettiği ve hem de dini ilimleri öğrenmekten sarf-ı nazar ettiği için şirk, günah ya da fıska düşebilir. Onun öğrenmesi, araştırması ve sorması gerekir. Hakkı bulmayı murad eden kimse ile hakkı bulmayı murad etmeyen kimseyi tefrik etmek gerekir. O halde buradaki cehalette ikiye ayrılır. Birincisi hakikati öğrenmeye çalışan, ilimden yüz çevirmeyen cahil, diğeri ise hakikati öğrenmek istemeyen ve bir gayrette de bulunmayan kimsedir.

Abdilaziz bin Abdillah er-Racihî şöyle demiştir.

"...Şirk ve sapıklığın davetçileri sebebiyle tevhidi öğrenemeyen bazı kimseler olursa onların bu durumda mazur sayılabilecekleri ve durumlarının Allah'a kaldığı söylenebilir. Her ne olursa olsun bu kişinin hakkı talep etmesi, onu tanıması maişeti için çalıştığı gibi hakkı öğrenmek içinde çalışması gerekir. Kazanç yollarını sorduğu gibi dinini de sorması, kendisine kaplı ve gizli olan şeyleri sorması gerekir. Onun hakkı işitmemiş olması, hakka yönelmemesi ve onu duymaması kendisi için bir mazeret değildir. Asıl olan budur." (İman ve Küfür Meseleleri, s. 140)

Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Rabbinin ayetleri kendisine hatırlatıldığı halde, sonra bundan yüz çevirenden daha zalim olan kimdir? Şurası kesin ki biz, mücrimlerden intikam alacağız.” (Secde Suresi, 22)

İbn Teymiyye (Rahimehullah) şöyle demiştir; “Cehalet ancak giderilmesi mümkün olmayan durumlarda özür olur. İnsan hakkı bilme imkânına sahip olur da bu hususta gerekeni yapmaz, ihmalkâr davranırsa o zaman cehaleti ile mazur sayılmaz.” (Mecmuu’l Fetava, 20/280)

Bu şartlar tahakkuk ederse "Cehalet Mazeret" olur. Mutlak manada her cehalet sahibi asla mazur sayılmaz. Eğer, her halükarda cehalet mazeret olarak kabul edilecek olsaydı cehalet ilimden faziletli bir hal alırdı.

Şeyh Abdullatif Alu'ş Şeyh "Minhacu't Te'sis ve't Takdis" isimli eserinde şöyle der: "Cahil ve tevil ehli ancak acziyet içinde oldukları zaman mazurdurlar. Bundan dolayı İbni Kayyım el-Cevziyye tevili şu şekilde sınırlandırmıştır. Her tevil ya da her cehalet, sahibini özür sahibi kılmaz. Ve yine tevil ve cehalet sonucu sadır olan her günah kişi için bir özür değildir. Nuh Aleyhisselam'dan günümüze kadar gelen bütün müşrik ve kâfirler hem cahil idi ve hem de tevil ehli idi..."

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Bir kul önemsemediği bir söz söyler de onunla cehennemin dibini boylar..." (Tirmizî, Kıyâmet 50, Dârimî, Rikak 5.)

Burada kul bu sözünü cehaletinden dolayı söylemektedir. Allah'ın onu cehennemin dibine göndermesi ise imkânı olduğu halde ilimden yüz çevirmesinden dolayı bu azabı ona layık gördüğüne hamledilir. Zira yukarıdaki sayılan şartlar bulunsa idi Allah ona azap etmezdi.

Yine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Kadılar üçtür, ikisi cehennemde biri cennette... Bilmediği halde fetva veren cehennemdedir..." (Ebû Dâvud, Akdiye, 2; İbn Mâce, Ahkâm, 3)

Görüldüğü gibi eğer her halükarda cehalet mazeret olsaydı kadılar buna daha layık kimseler olurlardı.

İmam Şafi (Rahimehullah) şöyle demiştir; “Eğer cahil cehliyle mazur olsaydı cehalet, ilimden daha hayırlı olurdu.” (el-Mensur fil Kavaid, 2/15)

Bu dört şartın tahakkuk ettiği cahile ise hüccet ikame edilir. Hüccet ikame edilen kimsenin engeli hücceti öğrenme durumu olduğu zaman kalkar. Öğrenme imkânı olduğu halde delilin kendisine ulaşmaması bir engel teşkil etmez.
Diğer taraftan hüccet ikame edilen kimsenin hakkıyla delili anlaması "Fehmu'l Hucce" şart değildir. Zira kâfirlerin ve münafıkların birçoğu kendilerine hüccet ikame edildiği halde bunu anlamamışlardır. Bunu yukarıda Şeyh Muhammed İbni Abdulvahhab’ın görüşünde aktarmıştık.

Allah Subhanehu Teala: "Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten (söz) dinleyeceğini yahut düşüneceğini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar..." (Furkan suresi, 44)

Buna rağmen onlara hüccet ikame edilmiş olmaktadır. Allah Teâlâ onların düşünmeyeceklerini ve hatta hayvanlar gibi olduklarını, onlar gibi ulaşılan bu hücceti fehmetmeyeceklerini haber vermektedir. Bununla beraber o kâfirlere hüccet ikame edilmiş demektir.

"Şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, (şimdi) şu alevli cehennemin mahkumları arasında olmazdık" (Mulk suresi, 10)

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “İlim talep etmek /öğrenmek her Müslüman'a farzdır.” (İbn Mace, Mukaddime, 17)

İlimden yüz çeviren ve cehaletini izale etmek için bütün imkan ve şartları varken önemsemeyen kimse Allah'ın dininden yüz çevirmiş demektir. Küfrün değişik şekilleri vardır ki, bunlardan birisi de "Yüz Çevirme Küfrüdür."

İmam Ahmed şöyle der: Muaz İbn-i Hişam, babası, Katade, Ahnaf İbn-i Kays, Esved İbn-i Seri’ yoluyla Nebi’nin Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle dediğini rivayet eder: “Kıyamet günü bahaneleri olacak dört kişi vardır: Sağır olup işitemeyen, çok ihtiyar olan, akılsız olan ve rasul gelmediği bir dönemde (fetret dönemi) yaşayan kişi. İşitemeyen der ki; “Ya Rabbi, İslam geldi fakat ben hiçbir şey işitemiyordum.” Akılsız olan şunu der: “İslam geldiğinde çocuklar beni sokakta taşlıyorlardı.” İhtiyar olan; “İslam bana geldi fakat ben hiçbir şey düşünemiyordum.” Fetret döneminde yaşayan ise; “Ya Rabbi, bana rasul gelmedi” der. Onlardan itaat etmeleri için ahit alınır ve ateşe girmelerini emreden bir peygamber gönderilir. Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki; eğer oraya girerlerse onlar için serin ve selamet olur.”
(İmam Ahmed’in Müsned’inde ve Bezzar sahih bir isnatla rivayet etmiştir.)

Bu hadisten de anlaşılacağı üzere Allah katında bu dört sınıfta mazeretlerini beyan edeceklerdir. Ancak bu konu tafsilatlı olduğu ve konumuz dışında bulunduğu için sadece bizi ilgilendiren yönüne temas edeceğiz. Şöyle ki, sağır, sefih akıllı ve bunak derecesindeki yaşlı bir kimse cehaletleri sebebi ile Allah katında mazur olacaktırlar. Bunların cahil kalma sebepleri ise hadiste beyan edildiği gibi zahirdir.

Cehaletinden dolayı en mazur görülecek kimseler ilim talebi ile beraber, Allah'ın dininden yüz çevirmeyen ve gayret ettiği halde bazı bilgiden dolayı cehaleti sabit olan kimselerdir.

Allah'ın bu tür kimseleri affetmesi umulur. Zira insan ancak "Gücü nispetinde sakınır..." (Tegabun suresi, 16) ve "Allah insanı ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar" (Bakara suresi, 286)

Diğer taraftan mutlak tekfir konusunda tekfiri kabul edip de bütün şartlar tahakkuk ettiği halde muayyen tekfiri mümkün görmeyen kimseler ise gerçekten şaşkın kimselerdir.

Bunlar ortada bir maktulün olduğunu söyleyip de katilin varlığını yok sayan kimseler gibidirler. Ya da bir zinanın olduğunu kabul ederler, fakat zani ve zaniyeyi yok sayarlar. Ya da ortada bir küfür, şirk, zulüm ve fısk olduğunu kabul ederler ama bunun faili olan kafir, müşrik, zalim ve fasık yoktur derler. Böylece tekfiri imkansız hale getirirler. Bunların ne kadar şaşkın oldukları da meydandadır...
İbn-i Teymiye Rahimehullah Tekfir konusunda şöyle der: "Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Selem ümmetinden içtihad edip yanılan kişinin tekfir edilmemesi ve yanılmasının bağışlanması doğru olandır. Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem getirdiği kendisine açıklandıktan sonra, ona düşmanlık yapıp mu’minlerin yolundan başka bir yol izleyenler kafirdirler. Hevasına uyarak, hakkı aramada kusurlu ve eksik davranan ve bilmeden konuşanlar ise günahkar ve masiyet sahibidirler.
Kişi fasık veya günahları iyiliklerinden daha ağır gelenlerden de olabilir. Dolayısıyla tekfir, kişinin durumuna göre değişir. Her hata eden, bid’at işleyen, cahil olan, dalalet ehlinden olan ve hatta fasık veya masiyet sahibi olan kişi kafir değildir. Özellikle Kur’an’ın mahluk olup olmadığı meselesi gibi konularda, insanların durumlarına bakmak daha da önceliklidir. Çünkü, insanların nazarında ilim ve din ehli olarak tanınmış olan cemaatlerin imamlarından birçok kişi bile, bu meselede işi karıştırmıştır.”(Mecmuu’l-Fetava,12/99)

İbn-i Teymiye Rahimehullah Tekfir konusunda yine şöyle der: “Tekfir etmek, Allahu Teâlâ’nın bir hakkıdır. Ancak Allahu Teâlâ ve Rasulü’nün Sallallahu Aleyhi ve Sellem, tekfir ettiği kişiler tekfir edilir. Muayyen bir kişinin tekfir edilmesi ve öldürülmesinin caiz olması, muhalefet eden kişinin kâfir olacağı nebevi hüccetin kendisine ulaşmasına bağlıdır. Değilse, dinden bir mesele hakkında cahil olan herkes kâfir olmaz..." (Mecmuu’l-Fetava, 2/409-410)

Aslında bütün şartlar oluştuğu halde tekfirden kaçınan kimselerin ortaya koymuş oldukları şartlar, ehl-i sünnetin şartları gibi benzerlik arz eder. Fakat uygulamaya gelince tam bir Mürcie uygulaması gibi hareket ederler. Onlar her ne kadar kabul etmeseler de sanki lisanî halleri ile "İmanla beraber hiç bir küfür, şirk ve günah bu imanın aslına halel getirmez" diyen kimseler gibidirler.

Bunlar ehl-i sünnet gibi mutlak tekfir ile muayyen tekfiri birbirinden ayırırlar. Ancak şartlar tahakkuk edince muayyen olarak tekfir etmekten kaçınırlar ve böylece de tağutları insanlara sevimli göstermeye çalışırlar. Onlar için sanki şartlar oluşmamıştır! Bu sebepten tağutları tekfir edemezler. Zira onlar bu kimseler için “cahildir!” diyerek mazeret uydururlar. Böylece de tefrite düşen kimseler gibi hareket ederler. Oysa bugün İslam coğrafyasındaki tağutlar "Mümteni" konumundadırlar. Mümteni olan kimselerse hüccet ikame edilmeden muayyen olarak tekfir edilirler.
Şunu da iyi bilmek gerekir ki, -vacip olduğu ihtilaflı olmakla birlikte- belirli bir şahsa hüccet ikamesi, sadece güç yetirilebilen kimse için vaciptir. Mümteni olana bu şekilde hüccet ikame edilmesi ise vacip değildir. Çünkü hüccet ikamesi uygulanacak kişi istitabeye dahildir. Onlar sadece kendileriyle savaşılmadan önce, daha önce onlara davetin ulaşmamış olması ve onlarla yapılan savaşın "savunma savaşı" olmaması halinde, davet edilirler.
Allah’ın indirdiklerinden başkasıyla hükmeden yöneticilerin kâfirler olduklarını söyleyen kimseler ya hapsedilmekte ya öldürülmekte ya da başka işkencelere tâbi tutulmaktadırlar. Bugün değişik ülkelerdeki yöneticilerin, davette bulunmaları sebebiyle dindar Müslümanları cezalandırdıkları yaygın olarak bilinmektedir. Artık bu durum günümüzde hemen hemen hiç kimseye gizli değildir.

Allah'ın Resulü sallallahu aleyhi ve sellem zamanındaki devletlerin krallarına mektuplar gönderince onlara tâbi olan askerlerine ve reayasına da hüccet ikame edilmiş oluyordu. Fert fert herkese ayrı ayrı hüccet ikame edilmiyordu. Günümüz yöneticileri ise bunu gayet iyi bilmektedirler.

Velhamdulillahi Rabbil Alemin

30173
 
Üst Ana Sayfa Alt