Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İslam hükümeti olmadığı zamanlarda, Müslümanlar kendi aralarında Allah'ın koyduğu kanunları yerine g

A Çevrimdışı

ammar huseyn

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla


İslam hükümeti olmadığı zamanlarda, Müslümanlar kendi aralarında Allah'ın koyduğu kanunları yerine getirmeleri gerekli midir?



Hamd alemlerin rabbi olan Allah'a olsun. Salat selam Hz. Muhammed'in s.a.v. ve ailesinin ve ashabının üzerine olsun. Bundan sonra:


Günümüzde Müslümanlar, kafir sistemlerin zulmü ve kahrı altında yaşamaktalar. Müslümanların inşa ettikleri büyük bir devlet bulunmamakta.

Bu nedenle çokça sorulan sorulardan birisi şudur:

Günümüzde şeriat sistemi ile yönetilmiyoruz. Bizler mahkemelere de gitmiyoruz ve gitmeyi küfür olarak addediyoruz.

Peki, aramızda bir Müslüman hırsızlık etti ise, bir diğeri de zina etti ise, bir diğer ide içki içti ise, bir diğeri de başka bir haram işledi ise, bu durumlarda o kişinin cezasını vermemiz gerekli midir?

Yoksa islam şeriatı olmadığından o Müslümanlar Allah'a tövbe etseler yeter mi?

Derim ki: Allah'ın koyduğu kanunlar derken, şunu kasd ediyoruz: Zina eden kişi bekar ise 100 kırbaç ile dövülmesi, evli ise taşlanarak öldürülmesi, kısas uygulamaları ve içki içeni dövmek gibi Allah'ın emrettiği cezaların uygulaması. Yani: Had'lar. Buna Had, veya çoğul ifadesi ile el-Hudud denilir.

Allah'ın bu gibi emirlerini yapmak, her Müslümanın mı görevi midir? Yoksa İslam hükümetinin mi görevidir?

Ayetlere ve Hadis'lere baktığımızda göreceğiz ki, Allah'ın bu Hudud'larını uygulamak, her Müslümanın görevidir.

Elbette bizler Müslümanlar olarak, ister küfür diyarında olalım, ister islam diyarında olalım, Allah'ın bize emrettiği şeyleri uygulamamız ve yerine getirmemiz gereklidir.

Bizler darulküfürde yaşıyoruz. Yani küfür sistemleri ile yönetilen bölgelerde yaşıyoruz.

Alimler de darulküfürde yaşayan Müslümanların, kendi aralarında Allah'ın kanunlarını uygulayacaklar mı? Yoksa uygulamayacaklar mı? bu konuyu çok konuşmuşlardır.

Ama bizler için alimlerin ihtilafi önemli değildir. Önemli olan Allah'ın ve Rasulu'nun s.a.v. ne dediğidir.

Yalnız eski alimlerden darulküfürde Hudud'lar uygulanmaz diyenler, bu uygulamanın İslam diyarında olması gerektiğini söylerler. Mesela: Kişi darulküfürde hırsızlık yaptı. O zaman o kişi İslam diyarına getirilir ve eli kesilir.

Yani: Eski alimler darulküfürde zina gibi büyük Had gerektiren büyük bir günah işlerse, ona bu hüküm islam diyarına geri döndüğünde mi, yoksa hemen orada mı uygulanacak, bunda ihtilaf etmişlerdir.

Ama bu alimler, darulküfürde büyük günah işleyenin öyle bırakılmasını iddia etmemişlerdir. (çok zayıf ve şaz ve muteber olmayan bir görüş hariç. Bu görüşte çok karmaşık ve anlaması zor olan ve tafsilatı olan bir görüştür. Açıklamasının yeri burası değildir)

Eğer bunu anlarsak, anlarız ki alimlerin geneli ittifak etmişlerdir ki: Kişi Had'dı gerektiren bir günah işledi ise, onun Had'di uygulanır.

Ama nerede uygulanır? Küfür diyarında mı? Yoksa islam diyarına getirilir ve ondan sonra mı? Bu kısımda sadece ihtilaf edilmiştir.

Eğer bunu anlarsak, şunu söylememiz gerekir: İslam diyarının kaybolduğu bu zamanda, darulküfürde büyük günah işleyenlere Had uygulanır mı? Bu mesele Müslümanlar için yeni çıkan bir meseledir. Yani Fıkhunnevazil dediğimiz ıstılah altına girer.

Kuran'a ve Sünnet'e baktığımızda da, göreceğiz ki, kişi ister islam diyarında olsun, isterse de küfür diyarı olan daruharpte olsun, her iki halde de Allah'ın Had'larını uygulamak zorundadır. Bu mesele o kadar açıktır ki, ihtilafın söz konusu olmaması gerekmektedir.




Müslümanların darulküfürde, islam diyarındalarmış gibi, ellerinden geldiğince Allah'ın kanunlarını, günah işleyenlere uygulamaları gerektiğine dair bazı deliller:



Allah c.c. şöyle buyurmuştur:

(178) Ey müminler, size, öldürülenler hakkında kısas farz kılındı. Hür insana karşılık hür insan, köleye karşılık köle ve kadına karşılık kadın.

(179) Ey akıl sahipleri, sizin için kısasta hayat vardır. Umulur ki korkarsınız. (Bakara suresi)

Derim ki: Allah c.c. bu ayetlere: Ey Müminler diye başlıyor. Demek ki Kısas gibi hududları uygulamak bütün müminler için gereklidir. Eğer sadece İslam hükümetinin işi olsaydı, Ey Müminler yerine: Ey hakimler, şeklinde ayet inerdi.

Hadis'ten delil: Peygamberimiz s.a.v. şöyle buyurmuştur: Bir kişi Namaz kılarsa, başka birisi de (Namaz kılanın) önünden geçmeye çalışırsa, onu iteklesin. Eğer gitmez ise, bu durumda onunla savaşsın. (Sahihi Buhari – Sahihi Muslim)

Derim ki: Peygamberimiz s.a.v. , kişi namaz esnasında kendi önünden geçmeye çalışana o anda cezasını uygulamasını söyledi. İslam diyarında uygula, küfür diyarında uygulama demedi.


Bu Hadis'i İmam Buhari delil getirerek, İslam hükümetinden izinsiz Hudud'ları uygulamanın gerekliliğini isbat etmiştir. Şöyle demiştir: Sultan dışında kendi ailesini veya başkalarını edeplendiren kişi babı.

Başka bir delil: Ukbe bin Haris şöyle demiştir: Numan'ı, veya Numan'ın oğlunu içki içmiş bir vaziyette getirdiler. Bunun üzerine Peygamberimiz s.a.v. evde bulunanların, (içki içeni) dövmelerini emretti. Bunun üzerine dövdüler. Bende onu ayakkabılar ile dövdüm. (Sahihi Buhari)

Derim ki: Peygamberimiz s.a.v. Sahabelere şunu öğretiyordu: İslam diyarı olmasa bile, Müslümanların her an, günah işleyenlere Allah'ın Hudud'larını uygulamaya hazır olmaları gerekmektedir.

Bu nedenle İmam Buhari, bu hadise şöyle bir başlık açmıştır: Had'di evde uygulamayı emreden kişi, babı.

Başka bir delil: Saad bin Ubade r.a. şöyle demiştir: Eğer ben, hanımım ile bir başka erkek görürsem, kılıçla onu öldürürüm.

Saad'ın r.a. bu sözü Peygamberimize s.a.v. ulaştığında, şöyle buyurmuştur: Sizler Saad'ın kıskançlığına mı şaşırıyorsunuz? Ben ondan da kıskançım. Allah da benden daha kıskançtır. (Sahihi Buhari – Sahihi Muslim)

Derim ki: Evli bir kadın eğer zina ederse, elbette cezası recm'dir. Yani: Taşlanarak öldürülmesidir.

Ama Saad r.a. bu şekilde öldürülmesini beklemeden, direk kendisi hanımına ölüm cezasını tattırmak istedi. Peygamberimizde s.a.v. bu yaptığını doğru gördü.

Eğer İslam diyarı olduğu halde kişi, zina eden kendi karını öldürebiliyor ise, küfür diyarında zina eden karısını öldürmesi daha evladır.

Peygamberimiz s.a.v. de ''İslam diyarında değilsen, zina eden karılarınızı öldürmeyin'' dememiştir. Halbuki Saad'ın sözünü direk kabul etmiştir.

Bu da gösterir ki, ister islam diyarında olsun, ister küfür diyarında olsun, kişi zina eden karısını öldürebilir. Tenbih: Hadis'te geçen: ''kılıçla onu öldürürüm'' ifadesi, kendi hanımı için değil, hanımı ile zina eden kişi içindir.


Son söz



Bir Müslüman, ister islam diyarında olsun, ister küfür diyarında olsun, elinden geldiğince Allah'ın had'larını uygulaması gerekir.

Mesela bir Müslüman içki içti. Yanındaki Müslümanların ve o kişinin arkadaşlarının ona Had'di uygulamaları gerekir.

Müslümanın elinden geldiğince Allah'ın Had'larını uygulaması farzdır.

En doğrusunu Allah c.c. bilir.

Ebu Musa el-Medeni






 
E Çevrimdışı

Ebu & Dücane

Misafir


[TD="bgcolor: #7BA6CE, colspan: 2"]


[TD="colspan: 2"]TA'ZÎR

Yasaklamak, menetmek, eğitmek, saygı göstermek, ululamak, yardım etmek ve şiddetle dövmek. "A-ze-re" kökünden "tef'îl" babında bir masdar. İslâm hukukunda ayet ve hadislerle had cezası konulmamış olan suçlar veya bazı ma'siyetler için İslâm devletinin serbestçe belirleyip uyguladığı cezaları ifade eder. Bu suçlar ya Allah hakkı ile ilgili olur; özürsüz olarak ramazan orucunu tutmamak, namazı terketmek, faiz yemek, insanların geçeceği yola pislik atmak gibi; yahut da kul hakkı niteliğinde bulunabilir; yabancı kadınla zina dışında ilişkiler kurmak, on dirhemden (iki koyun parası) az bir malı çalmak veya koruma altında bulunmayan bir şeyi almak, emânete hıyânet etmek, rüşvet almak, sövmek ve başkalarına ezâ vermek gibi.

Had cezaları dışında hangi söz, fiil veya davranışların ne miktar cezayı gerektireceğini İslâm devleti belirler. Ancak bu belirlemede de bir takım esaslara uyulur. Meselâ, bazı hakaret çeşitleri kişi, aile veya belde örfüne göre değişebilir. Ebû Hanife'ye göre, bir kimsenin diğerine köpek, eşek ve öküz gibi bir hayvan ismiyle hitap etmesi ta'zir cezasını gerektirmez. Çünkü bu, gerçekleşmesi düşünülemeyen bir şeyle iftira etmek anlamına gelir ki bu yalanın ayıbı söyleyene döner, ancak diğer bazı müctehidlere göre benzeri kişilere eza veren, onları üzen söz, fiil ve davranışlar ta'zir cezasını gerektirir (İbnü'l-Kayyim, İ'lamü'l-Muvakkıîn, Kahire 1325-1326, II, 99; İbn Nüceym el-Mısrî, el-Bahnu'r-Râik, Mısır 1334, VIII, 240; ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletüh, VI, 197,198).

Ta'zîr cezalarını da hadlerde olduğu gibi İslâm devlet başkanı veya yetki verdiği kimseler uygular. Bu cezalar hapis, sürgün, siyaseten öldürme, bazı malî cezalar, dövme, azarlama şekillerinde olabilir.

Başlıca Ta'zir Cezaları:

1. Hapis cezası:

Müctehidlerden bir bölümü hapis cezasının meşrû olduğunu söylemişlerdir. Delilleri Hz. Peygamber (s.a.s)'in zan altında olan bir adamı hapsedip, sonra serbest bırakmasıdır (Ebû Dâvud, Akdıye, 29; Tirmiz, Diyât, 20; Nesaî, Sârık, 2). Bu hapis cezası ihtiyatî bir tedbirdir. Bir hadiste şöyle buyurulur: "Varlıklı kişinin borcunu geciktirmesi, şikâyet edilip cezalandırılmasını meşrû kılar" (Buhârî, İstikrâz, 13; Ebû Dâvud, Akdıye, 29; Nesaî, Büyû, 100; İbn Mâce, Sadakât, 18; Ahmed b. Hanbel, IV, 222, 388, 389). Bu hadis; gücü yeten kimsenin, borcunu geciktirmesi halinde borcunu ödeyinceye kadar hapsedilebileceğine delil getirilmiştir (eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, Mısır, t.y., V, 240).

Diğer yandan ilk dört halifeden Hz. Ömer cezaevi yaptırmış, Hz. Osman ile Hz. Ali de bu konu da onu izlemiştir.

Hanefilere göre hapis cezasının meşrûluğu yol kesip soygun yapanlara verilecek cezayı bildiren ayetteki; "... Yahut yeryüzünde başka bir yere sürgün edilmeleridir" (el-Mâide, 5/33) ifadesidir. Burada "sürgünden" maksat hapsetmektir. Çünkü yol kesen eşkıyanın başka bir beldeye sürgün edilmesinin, onun topluma verebileceği zararı önleyemeyeceği açıktır (el-Cassâs, Ahkâmü'l-Kur'an, II, 412; Zeylaî, Tebyînü'l-Hakâik, III, 207; İbn Kudâme, el-Muğnî, IX, 328).

Hapis Cezasını Gerekli Kılan Haller:

el-Karâfi'ye göre sekiz durumda, suçluyu hapsetmek caiz olur.

a- Suçlu, mağdurun ortada olmaması halinde cezanın uygulanmasına imkân vermek için hapsedilir.

b- Hakkı vermekten kaçınan kimse, hakkın alınabilmesi amacıyla hapsedilir.

c- Zenginlik veya yoksulluk durumu bilinmeyen kimse, soruşturma süresince hapsedilir.

d- Suçlunun Allah'a isyanını engellemek için hapsedilir.

e- Yapması gereken hukukî bir tasarrufu yapmaktan kaçınan kimse bu tasarrufu yapıncaya kadar hapsedilir. Mesela, iki kız kardeşle veya anne kızla birlikte evli iken İslâm'a giren bir gayri müslim, eşleri arasında tercih yapıncaya kadar hapsedilir.

f- Bir ayn'ı veya zimmetteki borcu belirsiz olarak ikrar eden kimse, bunları belirlemekten kaçınırsa, belirleyinceye kadar hapsedilir. "Ayn; şu elbisedir veya hayvandır" yahut "Borç; şu kadar paradır" demesi gibi.

g- Şâfiîlere göre, oruç gibi bizzat yerine getirmesi gereken Allah hakkından kaçınan kimse hapsedilir.

h- Kaçak köle, sahibinin bulunması için hapsedilir (el-Karâfî, el-Furûk, IV, 79; ez-Zühaylî, a.g.e., Vı, 199).

2. Siyaseten öldürme ile ta'zîr:

Hanefî ve Mâlikîlere göre, İslâm devleti suçlarda tekrarı, suç işlemeyi alışkanlık haline getirmek veya eşcinsellik gibi bazı suçları işleyenlere ölüm cezası verebilir. Buna "siyaseten katl" denir. Bunun için hâkim kararı gerekir. Meselâ; Allah'a, meleklerden veya peygamberlerden birisine söven kimse Müslüman ise öldürülür. Bu konu da şu ayete dayanan bir görüş birliği vardır: "Şüphesiz Allah'a karşı gelen ve Resulune eziyet edenleri Allah, dünyada da ahirette de lânetlemiş ve onlar için hor ve hakir yapan bir azap hazırlamıştır” (el-Ahzâb, 33/57)

Kısaca, yaptığı kötülükler, öldürmedikçe önlenemeyecek kimse siyaseten öldürülür. Hırsızlığı alışkanlık haline getiren kimse ile başkalarına bozuk inançlarını telkine çalışan zındık gibi. İslâm âlimlerinin çoğuna göre sihir yapanın hükmü de böyledir (İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr, III, 196; ez-Zühaylî, a.g.e., VI, 200).

Mâlikî ve Hanbelîlere göre, Müslümanlar aleyhine, düşman adına casusluk yapan Müslüman casus öldürülür. Ebû Hanife ve İmam Şafiî aksi görüştedir. Diğer yandan Şâfiîlerden bir toplulukla, Ahmed b. Hanbel kitap ve sünnete aykırı olan bid'atlara çağıran kimsenin öldürülmesini caiz görürler (İbn Teymiyye, es-Siyâsetü'ş-,Şer'iyye, s. 114, el-Hisbe, s. 48; eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, II, 242).

Düşman harbî casusun öldürülebileceği konusunda ise görüş birliği vardır.

3. Mal ile ta'zîr cezası:

Müctehidlerin çoğuna göre suçlunun malına el koyarak ta'zîr cezası uygulamak caiz değildir. Çünkü bunda, başkasının malını haksız yere yemek vardır. Ancak Malikî mezhebinden meşhur görüşe, Hanbelîlere ve Şâfiîlerin iki görüşünden birisine göre bazı yerlerde mâlî nitelikli ta'zîr cezası uygulanabilir. Bu görüşün delili zekâtını vermeyen kimsenin ceza olarak malının yarısının müsadere edilebileceğini bildiren hadisle (eş-Şevkânî, a.g.e., IV, 121,123), Hz. Ömer ve Hz. Ali'nin içki satılan bazı iş yerlerini yaktırmalarıdır (İbn Teymiyye, el-Hisbe, s. 49 vd; İbnü'l-Kayyim, a.g.e., II, 98).

Ebû Yusuf'a göre, suçlunun malı devlet tarafından geçici olarak alınır, daha sonra geri verilir. Çünkü şer' bir sebep olmaksızın başkasının malını almak caiz değildir (ez-Zühaylî, a.g.e.,VI, 201, 202).

İbn Âbidîn (ö. 1252/1836) mâlî ceza ile ilgili olarak şöyle der: "Kanaatimce, hâkim, suçlunun malını alıp, yanında alıkoyar. Onun tövbe etmesinden ümit keserse bu malı uygun bulduğu yere sarf eder. Devletin mal sahiplerinden müsaderesine gelince; bu sadece beytülmal memurları için aldıklarını beytülmale koymak şartıyla câiz olur (İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr, III, 195 vd).

Nitekim Hz. Ömer, bir dilencinin yanında ihtiyacının üstünde yiyecek bulunca bunları müsadere etmiştir. Kısaca, gayri meşrû yoldan kazanılan mallar müsadere edilebilir.

Ta'zîr cezasının uygulanma şartları:

Had cezalarında olduğu gibi, ta'zîr cezalarının uygulanması için İslâm devletinin varlığı ön şarttır. Çünkü cezalar ancak hakim hükmüne dayanır ve infazı devletin yaptırım gücüne dayanır. Müslümanlar fert olarak had veya ta'zîr cezası uygulamaya kalkarlarsa fesat, kargaşa ve anarşi doğar. Diğer yandan hakkında had cezası bulunmayan bir suçu işleyenin ceza ehliyeti için akıllı olması yeterlidir. Bu yüzden erkek veya kadın, müslim veya kâfir, ergin ve mümeyyiz küçük her akıllı ta'zir cezalarının muhatabıdır. Gayri mümeyyiz küçüğe ise ceza değil, te'dib amacıyla ta'zîr uygulanır (el-Kâsân, a.g.e., VII, 63).

Sonuç olarak, bir münkeri (haram-mekruh) işleyen veya başkasına haksız olarak eza veren herkese ta'zîr cezası uygulanabilir. Bu kişinin mü'min veya kafir olması da sonucu değiştirmez (İbn Âbidîn, a.g.e., III, 199, 203, 206; ez-Zühayl, a.g.e., VI, 205).

Ta'zîr cezasının miktarı:

Ta'zirin miktarı, suçun miktarı ile bağlantılı olur. Hâkim suçlunun durumuna ve suçun niteliğine göre ağır söz, hapis, dayak, eşcinsellikte olduğu gibi öldürme veya velilikten azletme gibi bir cezayı uygular. Ölüm cezası asarak da infaz edilebilir. Suçlunun yemesine, içmesine ve abdest almasına engel olunmaz. Namazını ima ile kılar ve iâde etmez. Sakalını tıraş etme, bir organını kesme veya yaralama şeklinde bir ceza verilmesi caiz değildir.

Dayak cezasının en azı için belirli bir sınır yoktur. Üç kamçı ve daha çok olabileceği gibi suçlunun durumuna göre bundan az da olabilir. Dayağın üst sınırı konusunda görüş ayrılığı vardır.

Ebû Hanîfe, Muhammed, Şâfiî ve Hanbelilere göre, ta'zir cezası, şer'î had cezalarının en alt sınırına ulaşmamalıdır. Bundan bir kamçı eksik bırakılır. Şâfiîlere göre hürler için hadlerin en alt sınırı kırk değnek olup, bu da şarap içene verilen cezadan ibarettir.

Diğer müctehitler kölelere uygulanan yarı cezayı ölçü alarak yine kırk değnek miktarını esas almışlardır. Çünkü seksen değnek olan zina iftirası cezası kölelere kırk değnektir.

Ta'zîrde, had cezasının miktarını asmama esası şu hadise dayanır: "Kim had olmayan bir konuda had cezasına ulaşan bir ta'zir cezası verirse, o zulüm yapmış olur" (Zeylaî, Nasbü'r,-Râye, III, 354; el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, VI, 281).

Diğer yandan cezanın suç ve ma'siyetin ağırlığına göre belirlenmesi gerekir. Ayet ve hadislerde suç sayılıp ceza konulan hususlar, ceza miktarını belirleme, idarecilere bırakılanlardan daha ağır kabul edilmiştir. Bu nedenle, iki şeyden hafif olanın ağır olanına ulaşması caiz olur.

Ebû Yusuf'a göre, ta'zir cezası hürler için olan seksen değneğe ulaşmamalı, bundan beş değnek eksik bulunmalıdır. Çünkü nass'lardaki cezalar hürler muhatap alınarak belirlenmiştir.

Bu görüş Hz. Ali'nin uygulamasına dayanır.

Mâlikîlere göre ise, İslâm devleti, had cezasına eşit bu cezanın altında veya üstünde ta'zir cezası koyabilir. Ma'n b. Zâide olayı buna delildir. Bu zat Hz. Ömer döneminde beytülmal mührünü taklid ederek hazineden mal çekmiş, durum Halîfeye ulaşınca, önce yüz değnek ve hapis cezası vermiş, daha sonra yüz değnek daha verilmiş, üçüncüde, tekrar dayak ve sürgün cezası verilmiştir (İbn Kudâme, el-Muğnî, VIII, 325). Burada Ma'n b. Zâide'nin; "Mü'hür taklidi" "beytülmalden haksız mal alma" ve "başkalarına hile kapısını açma" suçlarını işlediği görülür. Mâlikîlerin bu görüşünü Hz. Ali'den nakledilen şu uygulama da destekler: Hz. Ali, yabancı bir kadınla zina etmeksizin bir arada bulunan kimseye yüz değneği iki eksiği ile uygulamıştır (ez-Zühaylî, a.g.e., 206,207).

Ta'zîr cezasının özellikleri:

Ta'zîr cezası kul hakkı ile ilgili olduğu zaman uygulanması vacip olur, af yoluna gidilemez. Çünkü hâkimin kul haklarını düşürme yetkisi yoktur. Eğer ta'zîrin konusu Allah haklarından ise İslâm devleti maslahat olan yer ve zamanlarda bu cezadan vazgeçebilir veya bu konuda af çıkarabilir. İbnü'l-Hümâm (ö. 861/1457) bu konuda şöyle der: "Allah hakkı ile ilgili olan ta'zîr cezasını İslâm devlet başkanının uygulaması gerekir. Ancak suçlunun infazdan önce boyun eğdiği anlaşılırsa, cezadan vazgeçilmesi caiz olur" (İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, Mısır 1316, IV, 212, 213; İbn Âbidin, Reddü'l-Muhtâr, III, 205; ez-Zühaylî, a.g.e, VI, 208).

Şâfiîlere göre ta'zîr cezası insana ait hakla ilgili olmadıkça İslâm devlet başkanı tarafından terkedilebilir. Çünkü Hz. Peygamber, "İyi hal gösterenlerin hadleri dışındaki cezalarını kaldırınız" (Ebû Dâvud, Hudûd, 5; Ahmed b. Hanbel, VI, 181) buyurmuştur. Diğer yandan yabancı bir kadınla cinsel ilişki dışındaki şeyleri yapan bir erkek, Hz. Peygambere gelerek durumunu sorunca, Allah elçisi ona, "Bizimle birlikte namaz kılmadın mı?" demiş, adamın "Evet" demesi üzerine de; Şüphesiz iyilikler kötülükleri yok eder" (Hûd, 11/114) âyetini okumuştur. (Ebû Davûd, Hudûd, 31; Tirmizî;, Tefsiru Sure II/114) Bunun üzerine adam; "Ey Allah'ın elçisi! Ayet benim için midir?" diye sormuş, Hz. Peygamber (s.a.s), Ümmetimin hepsi içindir" buyurmuştur (Buharî, Mevakît, 45, Tefsîru Sure, 11/6; Müslim, Tevbe 39, 40; Ahmed b. Hanbel, 1, 386, 430; İbn Kesir, Tefsirî İbn Kesîr, Tahk. M. Ali es-Sâbûnî, Beyrut, 1402/1981, II, 235).

Ta'zîr cezasını terketmek caiz olmasaydı, Hz. Peygamber'in bu sahabiyi cezalandırması gerekirdi.

Mâlikî ve Hanbellîre göre, ta'zîr cezalarını İslâm devleti uygun bulduğu sürece hâkimin bu cezaları terketmesi caiz olmaz; çünkü ta'zîr, Allah hakkı için meşru bir boyun eğdirme yoludur. Bu yüzden hadler gibi bağlayıcı olur (ez-Zühaylî, a.g.e, VI, 207,208).

Diğer yandan ta'zirin infazında ağır şekil esas alınır. Çünkü, meselâ değnekte hafif olan sayı alındığı için, ikinci bir hafifletme yoluna gitmek uygun düşmez. Aksi halde cezanın yaptırım gücü zayıflar (İbnü'l-Hümâm, a.g.e, III,199).

Terbiye için dövmek:

Baba oğlunu, koca karısını veya öğretmen öğrencisini eğitmek için dövse bu meşrû te'dîp sırasında bu kimseler telef olsa; Ebû Hanîfe ve Şâfiî'ye göre, bu durumda tazminat gerekir. Çünkü bu mübah bir terbiye şekli olup, yoldan geçiş gibi, başkasına zarar vermeme şartıyla sınırlanmıştır. Ebû Yûsuf, Muhammed, Mâlik ve Ahmed b. Hanbel'e göre, bu durumlarda tazminat gerekmez. Çünkü te'dîp, boyun eğdirmek ve menetmek için meşrû kılınmış bir fiildir. Bu yüzden hadlerde olduğu gibi burada tazmin söz konusu olmaz (es-Şerahsî, el-Mebsût, XVI, 13; İbn Âbidin, a.g.e, V, 401; es-Sevkânî, a.g.e, VII, 140-145; eş-Şirâzî, el-Mühezzeb, II, 271, 289; eş-Şirbinı, Muğnl-Muhtâc, IV, 199 vd.; Ali Haydar, Duraru'l Hukkâm, II, 77; İbn Kudâme, el-Muğnî, VIII, 327).

Ta'zîr cezasını vermeye yetkili olanlar:

Ta'zir cezasını hadlerde olduğu gibi, İslâm devleti uygular. Bunun dışında baba ve kocadan başka ta'zîr cezası vermeye yetkili hiçbir kimse yoktur.

Baba için küçük çocuğunu terbiye etmek, öğretimi, ahlâklanması, kötülükten sakındırılması için ta'zîr cezası vermek, bir haktır. Namazı emretmek, kılmazsa dayak cezası uygulamak bu niteliktedir. Hidâne çağında anne de bu konuda baba gibidir. Baba ergenlik çağına giren çocuğuna artık ta'zîr cezası uygulayamaz.

Koca da karısına, itaatsizlik halinde ve namaz kılmak, oruç tutmak gibi Allah hakkının edası konusunda ta'zîr uygulayabilir (eş-Şirâz a.g.e, II, 275; ez-Zühayl, a.g.e, VI, 212, 213).

Ta'zîr gerektiren suçun ispat yolları:

Hanefîlere göre ta'zîrlik suç, diğer kul haklarının ispat araçları gibi delillerle sabit olur. İkrar, beyyine, yeminden kaçınma, hakimin özel bilgisi gibi ispat araçları bunlardandır. Yine bu konuda kadınların şahitliği erkeklerle birlikte kabul edilir. Şahitlik üstüne şahitlik ve hâkimin hâkime yazı yazması da bu araçlardandır.

Ebû Hanîfe'den, ta'zîrlerde kadınların şahitliğinin kabul edilmeyeceği görüşü nakledilir (el-Kâsânî, a.g.e, VII, 65; İbn Âbidîn, III, 205).

Had veya ta'zîr infaz edilirken suçlunun ölmesi:

Şâfiîler dışında çoğunluğa göre, devlet başkanı bir kimseye ta'zîr veya had cezası uygulasa, adam bu sebeple ölse tazminat gerekmez. Çünkü ta'zîr boyun eğdirme ve engelleme için meşrû kılınan bir cezadır. Had gibi, bununla telef olanın tazmini de gerekmez. Çünkü devlet başkanı had ve ta'zîri uygulamakla yükümlüdür. (İbnü'l-Hümâm, a.g.e, IV, 217; Zeylaî, Tebyîn, III, 211; İbn Âbidîn, III, 208; İbn Kudâme, a.g.e, VIII, 310, vd.)

Şâfiîlere göre, hadler için tazmin gerekmezse de ta'zîr cezası tazmini gerektirir. Çünkü ta'zîr telefle sonuçlanmaması esasına bağlanmıştır. Bunda amaç helâk değil terbiyedir. Telefin meydana gelmesi meşrû sınırın aşıldığı anlamına gelir (Zeylaî, Nasbu'r-Râye, III, 352; Şevkânî, a.g.e, VII, 143, 138; ez-Zühaylî, a.g.e, VI, 210, 211).
Hamdi DÖNDÜREN



 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt