Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Islam Şeriatini Beşeri Kanunlarla Değiştiren Devlet Ve Hükümetler

E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
ŞEYHÜLİSLAM ibni teymiyye:
BEŞERİ KANUNLARLA HÜKÜM VEREN VE O KANUNLARA MUHAKEME OLANLARIN HÜKMÜ




Hudaybi, beşeri kanunlarla hükmeden hakimleri tekfir etmemektedir. Yine, bu kanunlara muhakeme olanları da tekfir etmemektedir. Zaten kendisi de bu beşeri kanunlarla hükmeden bir hakim idi. Hudaybi, bu beşeri kanunlarla hükmeden hakimin kafir olabilmesi için, bu kanunların doğruluğuna inanmasını şart koşmaktadır.

ALLAH’ın yardımı ve tevfiki ile diyorum ki:

“İslam şeriatini beşeri kanunlarla değiştirenlerin (özellikle bizim zamanımızda yapıldığı gibi) büyük küfür işlediğine dair kitapta, sünnette, geçmiş ve çağdaş alimlerin sözlerinde bir çok deliller vardır.

İslam şeriatini beşeri kanunlarla değiştiren devlet ve hükümetler, aşağıdaki sebeplerden dolayı İslam milletinden çıkmıştır.

1 - ALLAH’ın şeriatiyle hüküm vermemek ve onun yerine düzmece, uydurulmuş karışık kanunlarla hükmetmekten dolayı:

ALLAH`ın şeriatini arka plana atarak veya başka kanunları şeriatin önüne geçirerek ya da saçma sapan ve millet meclisi olarak isimlendirilen bu grubun önüne, uygulanması için kanun önergesi verip oylamaya sunarak ALLAH`ın Şeriatiyle alay etmekten daha büyük alay var mıdır?

2 - Demokrasi ile hükmetmekten dolayı:

Demokrasi, ALLAH’a şirk koşmaktır. Çünkü demokrasi, çoğunluğun hakimiyeti demektir. Bu ise insanı ilahlaştırmaktır.

Demokrasi; ALLAH’ın hakkı olan kanun yapma yetkisini, ALLAH’tan alıp millete vermektir.

Oysa tevhid; teşri hakkını tek olan ve hiç bir ortağı bulunmayan ALLAH’a has kılmaktır.

3 - Haramları helal, helalleri de haram kılmasından dolayı:

Mısır anayasasının 66. maddesine göre bu, temel bir prensiptir. Bu madde şöyledir:

“Ancak kanunun belirlediği şeyler suçtur. Ve ancak kanunun belirlediği cezalar uygulanır.”

Bunun manası şudur: Anayasanın suç olarak belirlediği şeyler suçtur. Onun dışındakiler suç sayılmaz. Söz konusu bu amelin suç olduğuna dair onlarca ayet ve yüzlerce hadis getirilse de o amel suç değildir. Anayasa ve kanunlarla suç olarak belirtilmeyen şeyler suç olmaz. Bunlar serbesttir, helaldir. Herkes onu işleyebilir. Hatta Anayasa ve kanun onu korur ve ona hiç kimse karışamaz. Ona karışan veya uygulanmasını engelleyen kimse, anayasa ve kanunlar nazarında suçlu olur. Hatta ona karşı gelmek, İslam şeriatine göre övülmüş, sevap ve ecir getiren bir amel olsa bile, yine de suçtur, cezayı gerektirir.

Tağutların alimleri, tağutları müdafaa ettikleri için ALLAH (c.c) onların basiretlerini kör etti. İşte bu kimseler, bu özellikleri sebebiyle, ALLAH`ın emirlerine muhalafet ederek günah işleyen kimselerle, ALLAH`ın emirlerine muhalafet ederek ALLAH’ın şeriatinden başkasına bağlanıp ALLAH’ın kanunları dışında kanun koyan kimseler arasında hiçbir fark gözetmeden, ikisine de aynı hükmü verdiler ve bunların her ikisini de İslam’dan çıkarmayan bir masiyet olarak nitelendirdiler. Böyle yapmalarının sebebi; ya cehaletleri ya da insanları kandırma istekleridir. Bunun için, ALLAH’tan başka kanun koyanlara ve şeriatin hükümlerini değiştirenlere küfür hükmünü vermediler, bilakis, işlediklerini bir masiyet olarak nitelendirdiler. Bu kimselere; masiyet işleyen gibi, işlediğini mübah saymadıkça tekfir edilmez hükmünü verdiler.

ALLAH’tan başka kanun koyan ve şeriatin hükümlerini değiştirenlerin bu yaptıklarını mübah saymaları ancak; “Sözleriyle açık olarak bu yaptıklarının şeriatte caiz olduğunu veya bu yaptıklarını şeriate karşı yaptıklarını ya da koydukları hükmün şeriatin hükmünden daha üstün olduğunu ya da şeriatin hükmünü zamanımızda uygulamanın doğru olmadığını açıkça söylemeleri ile olur” dediler.

Böyle kişilere kafir hükmünü vermek için, “bunlardan herhangi birini tevile mahal bırakmayacak şekilde açıkça söylemesi gerekir” şartını koştular.

Yoksa sadece, “ALLAH’ın şeriatini uygulamaması ya da ALLAH’ın şeriatine muhalif kanunlar koyması, mübah saymak manasına gelmez. Bu ancak, günahlardan bir günahtır, küfür değildir” dediler.

Bu sebeple teşri hakkını kendisinde görüp ALLAH’ın izin vermediği konularda kanun koyan ile ALLAH’ın kanunlarını değiştirmeksizin İslam şeriatine boyun eğen, İslam şeriatinin uygulanmasını gerekli gören, İslam şeriatinin asıl verilmesi gerekli hüküm olduğuna, şeriatin hükmünün adil hüküm olduğuna, söz konusu olayda şeriatin hükmüne muhalif olarak verilen hükmün adil olmadığına, haram işlediğine ve bundan dolayı tevbe etmezse hesaba çekileceğine inanan fakat, belli bir meselede adalet dışı hüküm veren kişi arasında hiç bir fark gözetmediler.

Sözlerinin doğruluğunu ispat için, belli bir meselede ALLAH’ın indirdikleriyle hüküm vermeyen hakim hakkındaki selefin sözlerini, kendilerine delil zannettiler. Bu sözlere dayanarak; “teşri hakkını kendisinde gören ve ALLAH’ın izin vermediği konularda kanun koyan hakimlerle kadılar, yaptıklarını mübah saymadıkları müddetçe tekfir edilmez” dediler .

Selefin (r.a) sözleri doğrudur. Fakat, tağutların alimleri ve onlara tabi olanlar! İşte onlar, selefin (r.a) sözlerinin hakikatini ve manasını idrak etmekten uzak, aklı kıt insanlardır!

İbn Abbas (r.a):

“ALLAH’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler! İşte onlar, kafirlerin ta kendileridir!” (Maide: 44) ayetinin manası hakkında şöyle dedi: “Muhakkak ki bu küfür, başka bir küfürdür.”

O, bu sözüyle; şeriati yaşamdan uzaklaştıran, beşeri kanunlara muhakeme olan veya onlarla hükmedenleri kastetmedi. Çünkü, onun yaşadığı asırdaki İslam diyarında bu tür fiilleri işleyen kimse yoktu. Kesinlikle İslam tarihinde; İslam diyarında ALLAH’ın kanunları dışında bir kanun koyan ve bu kanunu müslümanlara zorunlu kılan hakime rastlanmamamıştır.

Ancak, nefsinin hevasına uyarak rüşvet almak gayesiyle, ALLAH’ın kanunlarını değiştirmeksizin, İslam şeriatine boyun eğdiği halde adaletli davranmayıp, kendisine getirilen olayın gerçekleşmediğine hükmeden veya uydurduğu olaya ALLAH’ın hükmünü veren, böylece asıl olaya ALLAH’ın hükmünü vermeyen hakimler vardı. İşte! İbn Abbas (r.a)’ın:

“Muhakkak ki bu küfür, başka bir küfürdür.” Sözüyle kastettiği hakimler bunlardır. Bu tür hakimler, ancak yaptıklarını mübah sayarlarsa kafir olurlar.

Aynı şekilde İmam Tavus ve başkalarından da (Maide: 44) ayetinin manası hakkında rivayet edilen: “Bu, islam milletinden çıkaran küfür değildir, fakat bu küfür başka bir küfürdür” ve İbn Cüreyc’den, Ata’dan (Maide: 44-45-47) ayetlerinin manası hakkında rivayet edilen: “Bu küfür, başka küfürdür, bu zulüm, başka zulümdür, bu fısk, başka fısktır” şeklindeki sözlerle, bu tür (günahkar) hakimler kastedilmiştir.

Taberi tefsirinde, (Maide: 44-45-47) ayetlerinin manasıyla ilgili olarak Ebu Miclez’den rivayet edilen olay da bu tür hakimler hakkındadır.

İmam Taberi, tefsirinde şöyle dedi:

“ALLAH (c.c) şöyle buyuruyor:

“Muhakkak ki Tevrat’ı biz indirdik. Onda bir hidayet ve bir nur vardır. ALLAH’ın emrine boyun eğen nebiler, yahudiler arasında onunla hüküm verirlerdi. Alimler ve fakihler de, ALLAH’ın kitabından elde mahfuz kalanla hükmederlerdi. O halde, ey yahudi-ler! (Tevrattaki, ahir zaman nebisine ait vasıfları açıklama konusunda) insanlardan korkmayın, benden korkun! Benim ayetlerimi, bir kaç para menfaat karşılığında değişmeyin! Kim ALLAH’ın indirdiği hükümlerle hüküm vermezse, işte onlar kafirlerin ta kendileridir! ” (Maide 44)

Bize Muhammed b. Abdul A’la anlattı. Dedi ki: “Bize Mu’temir b. Süleyman anlattı. Dedi ki: “İmran b. Hudayr’dan işittim, şöyle dedi: “Ebu Miclez’e Beni Amr b. Sedus’tan bir gurup insan geldi, dediler ki:

“Ey Eba Miclez! ALLAH’ın şu sözünü görüyor musun?

“ALLAH’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler, işte onlar kafirlerin ta kendileridir!” Bu, hak mı?” Dedi ki: “Evet!” Dediler ki:

“ALLAH’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler, işte onlar zalimlerin ta kendisidir!” Bu, hak mı?” Dedi ki: “Evet!” Dediler ki:

“ALLAH`ın indirdikleriyle hükmetmeyenler, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” Bu, hak mı?” Dedi ki: “Evet!” (Ravi) dedi ki: “Sonra şöyle dediler:

“Ey Eba Miclez! Onlar ALLAH’ın indirdikleriyle hükmediyorlar mı?” Dedi ki: “ALLAH’ın indirdikleriyle hükmetmek, onların dinidir. ALLAH’ın indirdiklerine boyun eğmişlerdir. Ona iman ettiklerini söylüyorlar ve ona davet ediyorlar. Eğer onlar, ondan bir şeyi terk ederlerse, muhakkak günaha girdiklerini bilirler.” Dediler ki:

“Hayır! VALLAHi sen korkuyorsun!” Dedi ki:

“Sizler buna benden daha layıksınız. Ben onların küfre girdiklerini görmüyorum. Fakat sizler bunu görüyorsunuz ve karşı çıkmıyorsunuz. Bu ayetler yahudi, hıristiyan ve şirk koşanlar hakkında nazil olmuştur.”

Bana El-Mesna anlattı, dedi ki: “Bize Haccac anlattı, dedi ki: “Bize Hammad anlattı. İmran b. Hudayr’dan, dedi ki: “Ebadiye’den bir gurup Ebu Miclez’in yanına oturdu. (Ravi) dedi ki: “Ona dediler ki:

“ALLAH şöyle buyuruyor:

“ALLAH’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler, kafirlerin ta kendileridir.... Zalimlerin ta kendileridir... Fasıkların ta kendileridir.” Ebu Miclez şöyle dedi:

“Onlar, yani; emirler1 yaptıkları şeyin günah olduğu-nu bilirler.” Sonra şöyle dedi: “Muhakkak ki bu ayetler yahudi ve hıristiyanlar hakkında nazil olmuştur.” De-diler ki:

“Muhakkak ki sen de bizim bildiğimiz şeyi biliyorsun. Fakat, onlardan korkuyorsun.” Dedi ki:

“Sizler buna benden daha layıksınız. Bize gelince... Biz, sizin bildiğiniz şeyi bilmiyoruz (yani anladığınız gibi anlamıyoruz). Fakat siz onu böyle anladığınız halde onlardan korkmanız, istediğiniz şeyleri yerine getir-mekten sizi engellemektedir.” (Taberi Tefsiri c: 10, s: 347 / Dar’ul Mearif)

Üstad Mahmut Şakir bu iki rivayeti naklettikten sonra ardından şöyle dedi:

“Ey ALLAH’ım! Muhakkak ki ben, sapmaktan ve dalaletten sana sığınırım. Bu zamanımızdaki kelimeleri saptıran şüphe ehli ve fesatçı olan sultanların alimleri; ALLAH’ın indirdiği şeriatteki hükümleri terk eden, mallar, ırz ve kanlar hakkında ALLAH’ın şeriatinden başka kanunlarla hüküm veren, İslam beldelerinde yaşayanlara küfür ehlinin kanunlarını kanun olarak uygulayan hakimleri tekfir etmemekte ve onları mazeretli kabul etmektedirler. Bu (saptırıcılar), Taberi de geçen bu iki haberi görünce, bunları; mal, ırz ve kan konularında beşeri hükümleri uygulamanın doğru olduğuna, ALLAH’ın şeriatine muhalif hükümleri uygulayanların, buna rıza gösterenlerin, bununla hükmedenlerin ve bunlarla amel edenlerin kafir olmayacağına dair delil getirdiler.

Halbuki bu iki habere bakan ve anlamak isteyen kimsenin, bu rivayette soran ve sorulanın kim olduklarını öğrenmesi gerekir. Ebu Miclez: Lahik b. Hamid eş Şeybani es Sedusi’dir. Tabiinden, güvenilir ve Ali (r.a)yi seven bir kimse idi. Ebu Miclez’in kavmi olan Beni Şeyban, Cemel ve Sıffin günü savaşta Ali’nin yanında yer almıştı. Sıffin gününde iki hakem olayı olduğu zaman Havaric, Ali (r.a)’den ayrıldı. Ali (r.a)’den ayrılanların bazıları Beni Şeyban ve Beni Sedus b. Şeyban b. Zehl’dendi. Ebu Miclez’e soru soranlar; birinci rivayette belirtildiği üzere, Beni Amr b. Sedus’tendiler. İkinci rivayette belirtildiği üzere ise; Ebadiye’den bir gurup idiler.

Ebadiye; Havaric’ten bir guruptur. Onlar, Abdullah b. İbad Et Temimi’nin yandaşlarıdır. Onlar, iki hakem ve Ali’nin tekfir edilmesi konularında Havaric’in söylediği sözleri söylüyorlardı. Ali (r.a)’yi, iki hakemi kabul ettiği için tekfir etmekteydiler. Çünkü onlara göre, iki hakemi kabul ettiği için ALLAH’ın indirdikleriyle hükmetmemiş olmaktadır.

Sonra Abdullah b. İbad: “Kim Havaric’in görüşünü kabul etmezse müslümandır, müşrik değildir” diyerek Havaric’in görüşüne muhalefet etti. Çünkü Havarice göre; Havaric’in görüşünü kabul etmeyen müşriktir. Sonra Ebadiye, İmam Abdullah b. İbad’ın ardından çok firkalara ayrıldı. Onun için, bu iki haberde geçen ve soru soranların hangi fırkadan olduklarını bilmiyoruz. Ne var ki bütün Ebadiyeler, sultan ve sultanın askerleri hariç, Ebadiyelerin görüşüne karşı gelen müslümanların tevhid ehli olduklarını ve yurtlarının tevhid yurdu olduğunu, fakat sultan ve sultanın askerlerinin küfür içinde olduklarını söylüyorlardı. Bütün Ebadiyelere göre ALLAH (c.c)’ın, yarattığı kulları üzerinde farz kıldığı her şey imandır ve her büyük günahı işlemenin hükmü; “nimete küfürdür,” şirk küfrü değildir. Büyük günah işleyen kişi ateşe girecektir ve orada devamlı kalacaktır.

Şu açıktır ki; Ebadiye’den olup da Ebu Miclez’e soru soranlar, Ebu Miclez’in emirleri tekfir etmesini istiyorlardı. Çünkü onlar, sultanın askerleri içindeydiler. Bu sebeple, belki gerçekten isyan etmiş veya ALLAH’ın yasakladığı amellerden bazılarını yapıyor olabilirlerdi. İşte bunun için ilk rivayette Ebu Miclez onlara şöyle dedi: “Eğer onlar, ondan (İslamdan) bir şeyi terk ederlerse, muhakkak günaha girdiklerini bilirler.” İkinci rivayette de onlara şöyle demiştir: “Muhakkak ki onlar yaptıkları şeyin günah olduğunu bilerek yapmaktadırlar.”

Buradan anlaşılıyor ki; onların (Ebu Miclez’e soru soranların) sorularının, mallar, ırzlar ve kanlar hakkında İslam ehline, İslam kanunlarını uygulamak yerine İslam’a muhalif kanunlarla hüküm veren ve müslümanları İslam’a muhalif kanunlara muhakemeye zorlayan zamanımızdaki hakimlerle alakası yoktur. Çünkü böyle yapmak; ALLAH’ın hükümlerinden yüz çevirmek, Onun dinini arkaya atmak ve küfür ehlinin kanunlarını ALLAH’ın kanunları üzerine tercih etmektir. Bu ise, ehli kıble olan hiç kimsenin hakkında şüphe et-mediği bir küfürdür.

Bugünkü hükümetler ise ALLAH’ın bütün hükümlerini terketmiş, Kitabında ve nebisinin sünnetinde bildirilmiş olan (ALLAH’ın) hükümlerinden başka hükümleri tercih etmiş ve ALLAH’ın şeriatindeki bütün hükümleri iptal edip yürürlükten kaldırmışlardır.

Hatta ALLAH’ın hükümleri yerine beşeri kanunların hükümlerini tercih edenler, şeriat hükümlerinin bizim zamanımız için değil, başka bir zamanda yaşayanlar için indiğini açıkça söylemektedirler. Bu durum nerede, hadiste açıkladığımız Ebu Miclez ve Beni Amr b. Sedus’tan olan Ebadiyeye mensup grubun arasında geçen olaylar nerede?

Ebu Miclez’in olayı, onların zannettiği gibi ALLAH’ın şeriatine zıt hüküm koymakla alakalı bir mesele değildi. Çünkü İslam tarihinde, bir hakimin ALLAH’ın şeriatine zıt olan bir hükmü kanunlaştırdığı ve bu hükmü uygula-nması gereken bir şeriat kıldığı görülmüş bir şey değildir. Bu birincisi...

Belli bir mesele hakkında ALLAH’ın esas hükmünü değil de başka konudaki hükmünü veren hakime gelince... Bu, ya hakkında hüküm verdiği meseledeki şeriatin hükmünü bilmiyordur ki, bu durumda yaptığı iş cahilce bir iştir ve o zaman cahilin hükmünü alır. Ya da heva ve hevesine uyarak, günah olduğunu bilerek asıl meseleye ALLAH’ın esas hükmünü değil, (meseleyi değiştirerek) uydurduğu meseleye ALLAH’ın hükmünü vermiş-tir. Bu ise günahtır. Bu günahından dolayı tevbe ederse ALLAH onu affeder. Ya da diğer alimlerin aksine, tevil yaparak bir hüküm vermiştir. Onun bu hükmü, bütün tevilcilerin hükmü gibidir ki, onlar tevillerini Kitap ve Rasulullah’ın sünnetinden bir delile dayanarak beyan ederler.2

Müslüman hakimin bir meselede ALLAH’ın hükümlerinden birini dahi bile bile inkar ederek veya küfür ehlinin hükümlerini İslam hükümlerine tercih ederek hüküm verdiğine dair bir olaya ne Ebu Miclez zamanında ne ondan önce ne de ondan rastlanmıştır. Bu sebeple Ebu Miclez ve ebadiyenin olayı bu konuya delil olmaz.

Kim bu iki rivayeti ve bunlar dışındaki rivayetleri, bir hakime yardım etmek ya da ALLAH’ın indirdiği ve kullarına farz kıldığı hükümlerden başkasıyla hükmetmeyi caiz göstermek için delil getirmeye kalkar ve bu rivayetleri bu şekilde yorumlarsa, bilinsin ki, böyle bir kimsenin hükmü; ALLAH’ın hükümlerinden bir hükmü bile bile inkar edenin hükmüdür. Bu kimse tevbeye çağırılır. Eğer bu davranışlarında ısrar eder, büyüklenir, ALLAH’ın hükmünü inkar etmeye devam eder ve ALLAH’ın hükümlerinin değiştirilmesine rıza gösterirse böyle bir kimsenin hükmü; bu dinin ehlince bilinen, ısrarcı kafirlerin hükmü olur.” (Taberi Tefsiri c: 10 s: 348)

Şeyh Ahmed Şakir de bu konu hakkında başka bir yerde şöyle dedi:

“İbn Abbas, Ebu Miclez ve diğerlerinin sözü doğrudur. Burada bir yanlışlık yoktur. Bunlar günümüzde vuku bulan meseleler üzerine konuşmamışlardır. Onların tartışmaları, bir meseleye ALLAH’ın Şeriati dışında başka kanunla hüküm veren kimse hakkında değildi...” (Ahmet Şakir-Umdetut Tefsir c: 4 s: 157)

Bundan apaçık anlaşılıyor ki; şeriatin hükümlerini değiştiren kimsenin kafir olabilmesi için, yaptığını helal sayması gerektiğini şart koşanlara; söz konusu ayetlerin tefsiri hakkında seleften bazı kimselerden: “Bu küfür başka küfürdür, bu zulüm başka zulümdür, bu fısk başka fısktır” şeklinde gelen rivayetlerde tutunacak bir dayanak yoktur. Bu tefsir, onların lehine bir delil değildir elbette...

ALLAH’ın şeriati dışında kanunlar ve şeriatler koymak; ALLAH’ın şeriatini reddetmek demektir ve dinin hükümlerine bağlanma prensiplerini bozmaktır ki, bu da İslam milletinden çıkmak demektir. Fakat her hangi (muayyen) bir meselede adaletsizce hüküm vermeye gelince... Bu, ALLAH’a baş kaldırma şeklinde bir amel olarak görülmez. Bu ancak, dinin aslını ortadan kaldırmayan bir günahtır. Tek başına, İslam dininden çıkaran küfür değildir. Çünkü böyle yapan bir kimse ne kadar günah işleyerek ALLAH’a karşı gelmişse de dinin hükümlerine bağlanma prensibini bozmamıştır. Bu, ALLAH’ın hükmüne teslim olan, şeriatin uygulanmasını mutlaka gerekli gören ve bu yaptığından dolayı günah işlediğine inanan bir kimsedir. Bu özellikler, hiçbir zaman ALLAH’ın dinini değiştiren, ALLAH’ın dinini ortadan kaldıran, ALLAH’ın dinini reddeden ve ALLAH dışında kanunlar koyanlarda bulunmaz.

Şeriat dışında bir başka kanuna muhakeme olmayı asıl olarak görmekle birlikte İslam şeriatinin bir kısmını uygulamak sizi kandırmasın. Yine bu da bir küfürdür. Çünkü ALLAH’ın şeriatinin; baş vurulacak asıl ve tek kaynak olması, her şeye üstün ve her şeyin ona bağlı olması, onun en önemli özelliklerindendir. Çünkü o, ALLAH’ın hükmüdür. Eğer ALLAH’ın şeriati asıl değil, başka kanunlara bağlı ise ve her şeye üstün değilse, en önemli olan, her şeye hüküm verici olma özelliğini kaybetmiş olur. Bu durumda, ALLAH’ın şeriatine itibar edilmemiş demektir.

Bundan apaçık anlaşılıyor ki “ALLAH’ın şeriati, kanun koyma kaynaklarından biridir” sözünde, ALLAH’ın şeriatine herhangi bir itibar veya saygı yoktur. Bilakis ona eksiklik izafe etmek veya onu aşağı görmek vardır. Aslında bu, insanları kandırmaktan ve onlara gerçeği örtmekten başka bir şey değildir. Muhakkak ki şeriat, kanun koymada tek kaynak olarak kabul edilmedikçe ona değer verilmiş olunmaz.

ALLAH dışında kanun koyma yetkisine sahip olduğunu iddia etmek kişiyi İslam milletinden çıkartan bir küfürdür. Aynı şekilde, ALLAH’ın şeriati dışında şeriat ve hüküm koymak da küfürdür.

Bu meseleleri ve böyle kişiler ile muayyen bir meselede adaletsiz davranarak, hak olan hükme muhalif şeriatin başka bir hükmünü veren müslüman hakim arasındaki farkı daha iyi anlamak için, bu konularda görüş beyan eden ehli sünnet alimlerinin sözlerini nakletmek gerekir.

Tarihte İslam diyarında, müslümanlara ALLAH’ın şeriati dışındaki şeriat ve hükümleri uygulamak sadece iki defa olmuştur.

Birincisi: Tatarlar bazı müslüman beldelerini ele geçirdikleri zaman, oralarda “Yesak” olarak isimlendirilen kanunları uyguladılar.

“Yesak” İslam dahil bütün dinlerden ve Cengiz Han’ın görüşlerinden alıntılar yapılarak oluşturulmuş bir anayasadır .

İkincisi: Müslüman ülkelerde Osmanlı devletinin hilafetine son verilmesinden ve batıdan alınan kanunlara boyun eğilmesinden sonra ortaya çıkan haldir.

Batının askeri işgali bittikten sonra, gelen yerli hükümetler yine İslam topraklarında batının uyguladığı İslama mühalif beşeri kanunları uygulamaya devam etti. Bu güne kadar bu hal hala varlığını sürdürmektedir. İslam topraklarında ALLAH’ın şeriati yaşamdan uzaklaştırılmış ve O’na muhakeme olma işi terk edilmiştir. Her ne kadar bazı durumlarda (bazı arap memleketlerinde) evlenme, boşanma, miras ve nafaka gibi şahsi konularda ALLAH’ın hükmüyle hükmediliyorsa da bu, beşeri anayasanın izni dahilindedir. Çünkü asıl olan, beşeri anayasadır. Asıl kabul edilen beşeri kanunların sultasının müsamaha gösterdiği kadar ALLAH’ın hükmüne değer verilmektedir.

İmam İbn Kesir (r.a) ALLAH (c.c)’ın:

“Cahiliyenin hükmünü mü istiyorlar? Yakinen inanan bir millet için ALLAH’tan daha iyi hüküm veren kim vardır?” (Maide: 50) ayeti hakkında şöyle dedi:

“Bütün hayırları kapsayıcı, bütün şerleri ortadan kaldırıcı ve adil olan ALLAH’ın hükümlerinden çıkıp da şahsi görüşlere, hevalara ve ALLAH’ın şeriatine dayanmayan, insanların koyduğu prensiplere dayalı kanunlara baş vuranları, ALLAH (c.c) müslüman olarak kabul etmemektedir. Aynı cahiliye ehli gibi... Onlar görüşleri ve hevalarıyla ortaya koydukları sapık ve cahili hükümlerle hükmediyorlardı. Aynı Tatarların, kralları Cengiz Han tarafından kendilerine konulmuş “Yesak”ı anayasa edinip onun kanunlarıyla hükmetmeleri gibi...

Bu “Yesak”; yahudi, hristiyan, İslam ve diğer milletlerin kanunlarından alınmış hükümlerin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş bir anayasa kitabıdır. Onda sırf Cengiz Han’ın görüş ve hevalardan alınmış bir çok hükümler vardı. Bu kitap Cengiz Han’ın oğulları arasında, ALLAH’ın Kitabı’ndaki ve ALLAH’ın Rasulü’nün sünnetindeki hükümlerin önüne geçirilen, kendisine tabi olunan bir şeriat oldu. İnsanlardan kim bunu yaparsa o kafirdir. ALLAH’ın ve Rasulünün hükmüne dönünceye, az ya da çok (küçük ya da büyük) her konuda bununla hükmedinceye kadar onunla savaşmak farzdır.” (İbn Kesir Tefsiri c: 2, s: 68)

Şeyh Ahmed Şakir, İbn Kesir’in bu sözüyle alakalı olarak şunları söyledi:

“Diyorum ki: Hüküm böyle iken (bugün olduğu gibi) müslümanların beldelerinde putperest, kafir Avrupa kanunlarından alınan yasalarla hükmetmek ALLAH’ın şeriatınde caiz midir?

Şahsi görüşlere ve batıl hevalara bağlı, diledikleri gibi değiştirilen ve İslam şeriatine uygun olup olmadığına önem verilmeden konulan böyle bir kanunu uygulamak caiz midir?

Muhakkak ki müslümanlar, daha önceki Tatar istilası hariç, böyle bir belaya kesinlikle uğramamışlardır. Tatarlar’ın istilası ise en karanlık dönemlerdendi. Buna rağmen müslümanlar onlara boyun eğip tabi olmadılar. Bilakis, İslam tatarlara galip geldi. Sonra onları müslümanlara kattı ve onları ALLAH’ın şeriatine soktu. İşte! Müslümanların bu şekilde dinleri ve şeriatleri üzerinde sebat göstermeleri, tatalar’ın yaptığı şeylerin bütün izlerini ortadan kaldırdı. Tatarlar’ın kanunlarıyla sadece hakim gurup ilgilendiği, hüküm altındaki İslam ümmetinden hiç kimse buna iştirak etmediği ve bu kanunları çocuklarına öğretmediği için bu kanunların izlerinin ortadan kaldırılması çok kolay olmuştur.”

Şeyh Ahmed Şakir devamla şöyle dedi:

“İslam düşmanı Cengiz Han’ın ortaya koyduğu beşeri kanun hakkında, sekizinci yüzyıldaki Hafız İbn Kesir’in bu net ve kuvvetli vasıflandırmasını görüyor musunuz? Zamanımızın (hicri ondördüncü yüzyılda) müslümanlarının durumu da böyle değil midir?

Bu iki zaman (tatarlar ile günümüz) arasında sadece az önce işaret ettiğimiz bir tek fark vardır. Bu da; tatarlar’ın kanunlarının, sadece ülkeye hakim olan tatarları ilgilendiriyor olmasıdır. Bunun için etkisi çabuk kalktı ve böylece bu kafir hakim gurup, İslam ümmetinin içinde kayboldu.

Fakat bugünkü müslümanlar, tatarlar döneminden daha kötü bir hal, daha şiddetli bir zulüm ve karanlık içindedirler. Çünkü İslam ümmetinin çoğu, İslam şeriatine muhalif ve Yesak’a benzeyen bugünkü kanunları kabul edip içlerine sindirdi. Yesak, küfrü apaçık olan bir kişi tarafından yapılmıştır. Fakat zamanımızda İslam şeriatine muhalif kanuları koyanlar, kendilerini İslam’a nispet etmektedirler. Sonra bu kanuları müslümanların evlatları öğrenmekte, artık babalar ve evlatlar bu kanunlarla övünmekte ve onları tercih etmektedir. Sonra da tereddüd etmeden, işlerinin çözümünü günümüzün bu Yesak’ına havale etmektedirler. Bu konuda kendilerine muhalefet edenleri ise küçük (hakir) görmekte, dinlerine sımsıkı yapışmaya davet edenleri “gerici”, “yobaz” ve bunun gibi çirkin lafızlarla isimlendirmektedirler.

Hatta onlar (günümüzün Yesak’ına tabi olanlar) ellerini, hala uygulanan İslam şeriatinin hükümlerine uzatarak, kimi zaman iyilik ve yumuşaklıkla, kimi zaman tuzak ve aldatmacayla, kimi zaman da ellerinde bulunan güçle İslam kanunlarını yeni ye’saklarıyla değiştirmek istiyorlar. “Dini devletten ayırmak” istediklerini utanmadan da söylüyorlar.

Günümüzün Yesak’ı olan bu yeni dini, bu yeni teşriyi kabul etmek caiz midir? İster alim olsun ister cahil olsun bir müslüman babanın çocuklarına, bu yeni dini öğrenmeleri, kabul etmeleri ve onunla amel etmeleri için izin vermesi caiz midir? Bir müslüman, İslam şeriatini bırakarak bu günümüz ye’sak’ıyla (beşeri kanunlarla) amel ederek kadı olabilir mi? Dinini bilen, ona hem toptan hem de tafsilatlı olarak iman eden, bu Kur’anın ALLAH tarafından Rasulüne bir hüküm kitabı olarak indirildiğine, ona önünden veya arkasından hiç bir batılın karıştırılamayacağına inanan, ALLAH’a ve gönderdiği rasulüne her halukarda itaati vacip gören bir müslümanın bütün bunları yapabileceğini hiç zannetmiyorum.

Müslüman bir kişinin hiç tereddüt etmeden ve tevil yapmadan, bu günümüz beşeri kanunlarıyla amel ederek kadı olmasının kesin caiz olmadığına ve hiçbir zaman da caiz olmayacağına hüküm verilir. Bu beşeri kanunlar hakkındaki hüküm kesinlikle çok açıktır. Bunun apaçık küfür olduğu, güneşin varlığı kadar açıktır. Bunda hiçbir kapalılık ve şüphe yoktur. Müslüman olduğunu söyleyen bir kişi onu asla kabul edip onunla amel etmez. Bu konuda hiçbir mazereti yoktur. Herkes kendi nefsine dikkat etsin ve herkes kendi nefsini hesaba çeksin.” (Umdet’ut Tefsir c: 4, s: 171-172 / Mearif Yayın Evi)

Osmanlı devletinin Şeyhül İslam’ı Mustafa Sabri, ALLAH’ın Kitabı ve Rasulünün sünnetinden başka şeylerle muhakeme olmanın sonuçları ve dini devletten ayıran laik düzen hakkında şunları söylemektedir:

“Gerçek şudur ki; dini siyasetten uzaklaştırma planı, İslam dinini ortadan kaldırmak ve onu yok etmek için yapılan bir plandır. Batı zihniyetli olanların çıkarttığı her bidat şüphesiz İslam dinini yok etmek ve ondan çıkmak içindir. Fakat dini siyasetten uzaklaştırma planları, bu konuda ortaya konmuş diğer bütün tuzakların en tehlikelisi ve en çirkinidir. Çünkü bu, devletin halkın dini üzerine yaptığı bir darbedir. Oysa adet olduğu üzere, darbeler ve devrimler halktan devlete olur. Hükümet, dini siyasetten uzaklaştırdığı zaman İslam dinine boyun eğmemiş ve mürted olmuştur. Bundan dolayı önce hükümet sonra da (hükümete itaat ettiği için) ümmet mürted olmuştur. Ferd ferd bu hükümetin hükmü altında olanların hepsi mürted olmasa bile, genel olarak bu topluluk (bu hükümete ses çıkartmadığı için) topluca mürted olmuştur. Bu ise, ferdlerin irtidadında küfre en kısa yoldur. Ayrıca, İslam’ın hükmüne boyun eğmeyen ve İslam’ın kanunlarını uzaklaştırıp başka kanunlarla hükmeden bu mürted hükümete itaat etmeyi kabul eden her ferd mürted olmuş olur.” (Mevkıful Akli vel ilm vel Alem min Rabbil Alemin c: 4 s: 280 / Halebi baskısı)

Şeyhül İslam Mustafa Sabri, kitabının bir başka yerinde şöyle demiştir:

“Sahabe asrından yakın günümüze kadar İslam devletleri ümmete, İslam’la hükmetmişlerdi. Muhakkak ki bu hükümetler, dini hükümlerden herhangi birine muhalif (küfür dışı) şeyleri bazı boşluklardan yararlanarak yapmışlardır. Fakat bu devletler, müslümanlardan her-hangi biri nefsine uyarak bir günah işlediğinde, ALLAH ve insanların korkusundan nasıl kalbi titriyorsa, aynı şekilde titreyerek ve çekinerek günahlarını gizli işliyorlardı. Fakat bugünkü devletlerin İslam’ın kontrolünden çıktıkları, din işlerini devlet işlerinden ayırdıkları, dini siyasetten uzaklaştırdıkları, yani dini, devlet üzerinde hüküm koyucu olmaktan uzaklaştırdıkları ve İslam’dan uzak yabancı devletleri taklit ederek yasalar ortaya koydukları açıkça görülmektedir. Müslüman devletlerden hiçbirisi, ne kadar zalim ve fasık olsa da böyle bir şey yapmayı aklından bile geçirmemiştir.”(Mevkıful Akli vel ilm vel Alem min Rabbil Alemin c: 4 s: 292 / Halebi baskısı)

İmam Şankıti tefsirinde, ALLAH (c.c)’ın:

“Hükmünde O’na ortak kabul etmez.” (Kehf: 26) ayeti hakkında şöyle dedi:

“ALLAH (c.c)’ın, “Hükmünde O’na ortak kabul etmez” ayetinden ve benzeri ayetlerden şu anlaşılmaktadır: ALLAH’ın Şeriati dışındaki yasaların hükümlerine tabi olanlar ALLAH’a eş koşmuşlardır.”

ALLAH (c.c)’ın:

“Muhakkak ki bu Kur’an insanları en doğru yola hidayet eder.” (İsra: 9) ayetinin tefsiri hakkında da şöyle demiştir: “Kur’an’ın insanları en doğru yola hidayet etmesine örnek olarak, ademoğullarının efendisi Muhammed b. Abdullah’ın şeriatinden başka şeriatlere tabi olmanın, İslam milletinden çıkarıcı açık bir küfür olduğunu bildirmesi, onun doğru yola hidayet etmesindendir.” (Edva’ul Beyan c: 3 s: 439)

Yine İmam Şankıti şöyle dedi:

“Kafirler Rasulullah’a şunu sormuşlardı:

“Bir koyun öldüğünde onu kim öldür müştür? Rasulullah (s.a.s) onlara dedi ki:

“Onu, ALLAH öldürdü.” Bunun üzerine Rasulullah’a şöyle dediler:

“Kendi elinizle kestikleriniz helal oluyor da ALLAH’ın kendi kerim eliyle kestiğine haram diyorsunuz! O zaman siz, ALLAH’tan daha mı iyisiniz?” Bunun üzerine ALLAH (c.c) şu ayeti indirdi:

“Üzerine ALLAH’ın adı zikredilmeyenlerden yemeyin! Çünkü o fısktır. Muhakkak ki şeytan dostlarına sizinle mücadele etmelerini fısıldamaktadır. Eğer onlara itaat ederseniz, muhakkak ki o zaman müşriklerden olursunuz.” (En’am: 121)

Bu, ALLAH (c.c)’ın yeminidir. Ölü etini helal görme konusunda şeytana tabi olanların kesinlikle müşrik olduklarına dair yemin etmektedir. İşte bu şirkin, kişiyi İslam milletinden çıkardığına dair müslümanların icması vardır. ALLAH (c.c) kıyamet gününde böyle şirk işleyenleri şu ayetinde belirttiği gibi azarlayacaktır.

“Ey Ademoğlu! “Şeytana ibadet etmeyin. O, sizin için apaçık bir düşmandır” diye bildirmedim mi?” (Yasin 60-61)

Muhakkak ki vahye muhalif kanun koyduğunda ona itaat etmek, ona ibadet etmek demektir.”

Yine İmam Şankıti, başka bir yerde şöyle dedi:

“ALLAH’ın şeriati dışındaki hükümlere muhakeme olduğu halde kendisinin İslam dininden olduğunu iddia eden kimseden daha hayret verici ne vardır? Aynı ALLAH (c.c)’ın şu sözünde buyurduğu gibi:

“Sana ve senden öncekilere indirilenlere iman ettiğini iddia edenleri görmüyor musun? Reddetmeleri emrolunmuşken tağuta muhakeme olmak istiyorlar. Şeytan onları derin bir sapıklığa saptırmak istiyor.” (Nisa: 60)

ALLAH (c.c) şöyle buyurmuştur:

“ALLAH’ın indirdikleri ile hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir.” (Maide:44)

Başka bir ayette şöyle buyurmuştur:

“Size tafsilatlı bir kitap indirmişken, ALLAH’ın hükmünden başka bir hüküm mü arayacağım. Kendilerine kitap verilenler, onun hak ile Rabbin katından indirildiğini kesinlikle bilmektedirler. Sakın şüphe edenlerden olma.” (En’am: 114)

Yine İmam Şankıti, başka bir yerde şöyle dedi:

“Şüphesiz ALLAH’ın şeriatine muhalif şeriat koyanlara itaat eden kimse, ALLAH’la beraber ALLAH’a eş koşmuştur. ALLAH (c.c)’ın şu sözü buna delalet etmektedir:

“Böylece ALLAH dışında edindikleri ortakları, müşriklerin çoğuna kendi evlatlarını öldürmeyi güzel gösterdi...” (En’am: 137)

ALLAH (c.c), çocukları öldürme konusunda onlara itaat ettikleri için, “onların ortakları” olarak isimlendirmiştir.

Yine ALLAH (c.c) şöyle buyurmaktadır:

“Yoksa onların, ALLAH’ın dinde izin vermediği şeyler hakkında helal hükmünü veren ortaklarımı var? (Şura: 21)

ALLAH (c.c) bu ayette, ALLAH dışında kanun koyanları “ortakları” olarak isimlendirmiştir.

ALLAH (c.c) şeytan hakkında şöyle haber veriyor:

“Kıyamet gününde şeytan (dünyadayken) ALLAH’a eş koşanlara: “Muhakkak ki ben, sizlerin daha önce beni ortak koşmanızı inkar ettim.” (İbrahim: 22)

ALLAH (c.c)’ın bu şekilde haber vermesi, bu meseleyi daha da açıklar. Çünkü ALLAH’a eş koşanların eş koşmaları, ancak şeytanın onları kendisine itaat etmeye çağırdığında ona itaat etmeleriyle olur. Aynı ALLAH’ın, şeytan hakkında şu ayetinde açıkça ortaya koyduğu gibi:

“Benim sizin üzerinizde hiç bir sultam yoktu. Ben yalnızca sizi çağırdım. Siz de bana icabet ettiniz.” (İbrahim: 22)

Ayette görüldüğü gibi mesele çok açıktır.

İmam Şankıtiy:

“Onlar hahamlarını ve papazlarını ALLAH dışında Rabbler edindiler. Meryem oğlu Mesihi de... Oysa sadece kendisinden başka ilah bulunmayan O tek ilaha ibadet etmekle emir olunmuşlardı.” (Tevbe: 31)

ayetini tefsir ederken şöyle dedi:

“İşte bu ayet hakkındaki Rasulullah’ın tefsiri: “Kim ALLAH’ın şeriatine muhalif helal ve haramlar koyan kişilere tabi olursa, tabi olduğu kimselere ibadet etmiş, onları Rab edinerek ALLAH’a eş koşmuş ve ALLAH’ı inkar eden bir kafir olmuştur.” Bu sahih bir tefsirdir. Onun sıhhati hakkında şüphe yoktur. Kur’an’ın bir çok ayeti onun sıhhatine şehadet etmektedir. ALLAH’ın izniyle bazılarını açıklayacağız.”

Yine İmam Şankıti dedi ki:

“Ey Kardeşler! Biliniz ki, ALLAH’a hükmünde eş koşmak ile O’na ibadette eş koşmak kesinlikle aynı şeydir. Aralarında hiçbir fark yoktur. ALLAH’ın nizamından başka bir nizama, ALLAH’ın şeriatinden başka bir Şeriate veya ALLAH’ın kanun kıldığı şeyden başka birşeye ya da Rasulünün dili üzere ALLAH’ın indirdiği semavi nurdan yüz çevirerek ALLAH’ın beşere koyduğu Şeriate muhalif kanunlara itaat eden... Evet! Bunları yapan kimse putlara ibadet eden ve heykellere secde eden gibidir. Bunların aralarında hiç bir fark yoktur. Her yönüyle aynıdır. Her ikisi de ALLAH’a eş koşan müşriktir. Birisi ALLAH’a ibadette eş koşmuştur. Diğeri ise ALLAH’a hükmünde eş koşmuştur. İbadette ALLAH’a eş koşmak ile hükümde ALLAH’a eş koşmanın arasında hiç bir fark yoktur. İkisi de aynıdır...” (Bu İmam Şankıti’nin kasetten alınmış konuşmasıdır.)

Yine İmam Şankıti, başka bir yerde şöyle dedi :

“Özet olarak teşri ve kanun koyma yetkisi; en üstün olan, emretme, nehyetme ve idare konusunda kendisinden daha üstün hiç bir varlığın bulunmadığı ALLAH’a aittir. Fakat cahil, kafir, zavallı ve miskin olan yaratılmışa gelince... Onun helal veya haram koyma yetkisi kesinlikle yoktur. Yanlarında ALLAH’ın kitabı olduğu, İslam kendilerine babalarından miras kaldığı, yine yanlarında bu aydınlatıcı nur, yüce Kur’an ve yaratılmışların en hayırlısının sünneti bulunduğu, ALLAH ve Rasulü kendilerine herşeyi açıkladığı halde bunlardan yüz çevirenlerden daha hayret verici ne vardır?

ALLAH’ın hükümlerinin, ortaya çıkmış yeni meselelere hükmetmede artık yetersiz kaldığını iddia etmeleri daha da hayret vericidir...

Doğru çözümü; saçma sapan, domuz kafirlerin görüşlerinde ararlar. Halbuki onlar, gerçekte hiçbirşey bilmeyen kimselerdir. Böyle yapmalarının sebebi, kalplerinin ve basiretlerinin kör olmasındandır. Bundan ALLAH’a sığınılır. Onlarla aynı görüşte olandan başkası bunu tasdik etmez. Ancak yarasalar gibi görme hissi zayıf olanlar Kur’an’ı Kerim’den yüz çevirirler. Çünkü Kur’an’ı Kerim büyük bir nurdur ve gözleri yarasalar gibi zayıf olanlar onun nurunu göremezler. Çünkü Kur’an’ ın büyük nuru onları kör etmiştir ve artık yarasalar gibi sadece karanlıkta görebilirler.” (Edva’ul Beyan tefsiri)

Şeyh Muhammed Hamid el Fıkki tağutun manasıyla alakalı olarak şöyle demektedir :

“Tağut hakkındaki selefin sözlerinin özeti şudur: Tağut: Kulları ALLAH’a ibadetten, dinde ihlaslı olmaktan, ALLAH’a ve Rasulüne itaat etmekten engelleyip alıkoyan her şeydir. Bu cinlerden şeytanlar olabileceği gibi insanlardan şeytanlar, ağaçlar, taşlar ve bunlar dışındaki her şey de olabilir.

İslam’a ve ALLAH’ın şeriatine yabancı olan bütün kanunlar, bunlardan başka insanlar tarafından konulan ve ALLAH’ın şeriatindaki hadlerin uygulanmasını geçersiz kılan, riba, zina, içki ve bunlar dışındaki yasakları helal kılan, kan, ırz ve mallar hakkında ALLAH’ın hükümlerini iptal eden bütün kanunlar, ALLAH Rasulünün getirdiği haktan alıkoyan beşeri mahreçli, akıl ürünü bütün kitaplar (kanun kitapları) da böyledir.

Bu kitapları yapan kişiler, ister ALLAH Rasulünün getirdiği haktan alıkoymak niyetiyle yapsınlar ister bu niyetle yapmasınlar yine de bu kitaplar birer tağuttur.”

(Feth’ul Mecid s: 282 / dipnot 1–Sünneti Muhammediye / Birinci baskı)

Yine Şeyh Muhammed Hamid el Fıkki, “Fethul Mecid” adlı kitabının dip notunda Ye’sakla ilgili olarak şöyle demiştir:

“Yesak gibi, hatta ondan daha şerli olan şey şudur:

Kan, ırz ve mallar hakkında ALLAH’ın Kitabında ve Rasulünün sünnetinde hükümler açıkken, batılıların kanunlarını bu konularda kendisine kanun edinip onlara muhakeme olan kişidir. Böyle yapan kimse şüphesiz kafirdir, mürteddir. Bu ameller üzerinde ısrar ettiği ve ALLAH’ın indirdiği hükme dönmediği müddetçe onun müslüman olarak isimlendirilmesi, İslam’dan olduğu açık olan namaz, oruç, hac ve bunlar gibi amelleri yerine getirmesi kendisine hiçbir fayda sağlamaz.” (Fethul Mecid -dip not)

İmam İbn Teymiye (r.a), ALLAH (c.c)’ın:

“Sana ve senden önce indirilenlere iman ettiğini iddia edenleri görmüyor musun? Redetmeleri emrolunmuşken tağuta muhakeme olmak istiyorlar. Şeytan onları derin bir sapıklığa saptırmak istiyor. (Nisa: 60)

ayetini şöyle açıkladı:

“Bu ayetlerde, kitap ve sünnetten başkasına muhakeme olanların dalalet ve nifak üzere olduklarına dair apaçık deliller vardır. Böyle kimseler, şer’i deliller ile bazı tağutlardan, müşriklerden, ehli kitaptan ve bunlar dışında itibar edilen çeşitli kimselerden alınan ve akli deliller olarak isimlendirilen görüşlerin arasını uzlaştırmayı istediklerini iddia etseler bile, yine de dalalet ve nifak üzerindedirler.”

Yine İmam İbn Teymiye (r.a) şöyle dedi :

“Kitap, sünnet ve ümmetin icmasıyla sabittir ki; iki şehadet kelimesini söylese bile İslam şeriatinin dışına çıkan kim olursa olsun onunla savaşılır. ALLAH’a ve Rasulüne itaate girmekten kaçınan kuvvet sahibi (isyancılar), ALLAH’a ve Rasulüne savaş açmışlardır. Yeryüzünde kim, ALLAH’ın Kitabı ve Rasulün sünneti dışındaki şeylerle amel ederse, o kesinlikle yeryüzünde fesat çıkaran bir kimsedir.

Her müslümanın bildiği ve bütün alimlerin ittifak ettiği şey şudur: Kim İslam dininden başka bir dine veya Muhammed (s.a.s)’in şeriatinden başka bir şeriate tabi olmayı caiz görürse kafir olur. Böyle kimsenin küfrü, kitabın bir kısmına iman edip bir kısmını inkar edenle-rin küfrü gibidir.”

İbn Kayyım (r.a), ALLAH (c.c)’ın:

“Ey İman edenler! Seslerinizi nebinin sesinden daha fazla yükseltmeyin! Birbirinize yüksek sesle seslendiğiniz gibi O’na da aynı şekilde seslenmeyin! Yoksa farkında olmadan amelleriniz boşa gider.” (Hucurat: 2)

ayeti hakkında şöyle dedi:

“Sahabeler seslerini Rasulullah’ın sesinin üzerine çıkarttıkları zaman, onların amelleri boşa gider de görüşlerini, akıllarını, arzularını, siyasi görüşlerini ve bilgilerini Rasulullah (s.a.s)’in getirdiği şeylerin üzerine çıkaranların amelleri boşa gitmez mi? Şüphesiz bunların durumu, seslerini Rasulullah’ın sesinin üzerine çıkaranlardan daha kötüdür. Böyle yapanların amellerinin boşa gitmesi muhakkak daha önceliklidir.” (İ’lam’ul Muvakiin c: 1, s: 51)

Şeyh Muhammed b. İbrahim şöyle dedi:

“Hüküm konusunda insan ürünü kanunları, insanları uyarmak için Ruh’ul Emin’in Muhammmed’in kalbine fasih arab dilinde indirdiği Kur’an ile aynı seviyeye yükseltmek ve ihtilaf anında Kur’an’la değil de bu insan ürünü kanunlarla hükmetmek, apaçık büyük küfür olan amellerdendir ve ALLAH’ın aşağıdaki sözlerine karşı zıt ve inatçı bir tavır takınmaktır.

ALLAH (c.c) şöyle buyuruyor :

“Eğer herhangi bir şey hakkında ihtilafa düşerseniz onu ALLAH’a ve Rasulüne havale edin! Eğer ALLAH’a ve ahiret gününe iman etmişseniz bu daha hayırlı ve sonuç itibarı ile de daha güzeldir.” (Nisa: 59)

ALLAH (c.c), herhangi bir konuda ihtilafa düşen kimselerin, Nebi (s.a.s)’i hakem tayin etmedikçe imanlarını geçersiz saymaktadır. Hem de bu imanın geçersizliğini, nefiy (olumsuzluk) ve kasem (yemin) edatlarının tekrarlanmasıyla te’kit ederek bildirmiştir.

ALLAH (c.c) şöyle buyuruyor:

“Hayır! Rabbine yemin olsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin etmedikçe, sonra verdiğin hükümden dolayı kalplerinde hiç bir sıkıntı duymadan teslim olmadıkça asla iman etmiş olmazlar.” (Nisa: 65)

ALLAH (c.c), ayette görüldüğü gibi, iman etmiş sayılabilmeleri için sadece Rasulullah (s.a.s)’a muhakeme olmaları şartıyla yetinmemiş, buna ek olarak; Rasulullah (s.a.s)’in hükümlerine karşı nefislerinde hiç bir sıkıntı duymamalarını da şart koşmuştur. Ayetin şu bölümünde geçtiği gibi: “Sonra senin verdiğin hükümden dolayı nefislerinde hiçbir sıkıntı duymadan...”

Ayette geçen “harac” kelimesi; sıkıntı manasındadır. Onların içinde, Rasulullah’ın verdiği hükümden ve ona teslim olmaktan dolayı kesinlikle herhangi bir sıkıntı ve üzüntü olmamalıdır. ALLAH (c.c), ayette görüldüğü gibi, iman etmiş sayılabilmeleri için sadece bu iki şartla da yetinmemiş, buna ek olarak; Rasulullah’ın hükümlerine tam teslimiyet göstermeleri gerektiğini de bildirmiştir. Yani; amelde Rasulullah (s.a.s)’ın hükümlerine tamamen boyun eğmeleri gerekir. Yani; Nefislerin arzularını bir kenara bırakıp sadece Rasulullah (s.a.s)’ın hükümlerine tam teslimiyet göstermeleri ve boyun eğmeleri gerekir. Bu sebeple ALLAH (c.c), ayette geçtiği gibi bu manayı, te’kit mastarı olan “teslimen” kelimesiyle kuvvetlendirmiştir. Bu gösteriyorki: Rasulullah (s.a.s)’in hükümlerine teslimiyet ve boyun eğmek yetmez. Tam teslimiyet ve boyun eğmek gerekir.

Birinci ayette geçen manayı iyi düşünün! ALLAH (c.c) şöyle buyuruyor :

“Eğer herhangi bir şey hakkında ihtilafa düşerseniz onu ALLAH’a ve Rasulüne havale edin! Eğer ALLAH’a ve ahiret gününe inanıyorsanız bu daha hayırlı ve sonuç itibari ile daha güzeldir.”

ALLAH (c.c) ayette “eğer herhangi birşey hakkında ihtilafa düşerseniz” buyurarak, ihtilaf edilen meseleyi belli birşeye has kılmadan genel olarak zikretmesi, genel bir mana belirtmek içindir. Yani; miktarı ve cinsi ne olursa olsun herhangi bir şey hakkında ihtilafa düşer-seniz onu ALLAH’a ve Rasulüne havale edin demektir.

Sonra yine ALLAH’a ve ahiret gününe imanın gerçekleşmesi için ALLAH’ın bunu nasıl şart koştuğunu iyice düşünün! ALLAH (c.c) şöyle buyuruyor:

“Eğer ALLAH’a ve ahiret gününe inanıyorsanız...”

Sonra da ALLAH (c.c) şöyle buyurmuştur:

“Bu daha hayırlı...” ALLAH (c.c) birşey hakkında hayırlı derse, onda ebediyen şer olmaz. Bilakis o, dünyada da ahirette de hayırlıdır.

Yine ALLAH (c.c) şöyle buyurmuştur:

“Sonuç itibarı ile de daha güzeldir” yani; dünyada ve ahiretteki sonucu daha güzeldir demektir. Bu gösteriyor ki, herhangi birşey hakkında ihtilaf edildiği zaman bunun çözümünü, Rasulullah dışında başka bir şeye havale etmek, münafıkların söylediklerinin aksine, kişiye sadece şer kazandırır. Dünya ve ahiretteki sonucu ise daha kötü olur.

Münafıklar, Rasulullah dışında başka birşeye muhakeme oldukları zaman, ALLAH (c.c)’ın bildirdiği gibi şöyle derler:

“Biz ancak iyilik yapmak ve uzlaştırmak istemiştik.” (Nisa: 62) Bir başka ayette de şöyle söyledikleri zikredilmiştir:

“Muhakkak ki biz ıslah edicileriz.” (Bakara: 11) İşte bu sebeple ALLAH (c.c), onların sözlerine karşılık şöyle buyurmuştur:

“Hayır! Muhakkak ki onlar, fesat çıkaranlardır. Fakat hissetmezler.” (Bakara: 12)

Aynı zamanda bu ayet, ALLAH’ın kanunlarına zıt kanun koyanlara karşı da söylenebilir. Onlar, ALLAH’ın kanunlarına zıt kanun koyarken: “İnsanların bu kanunlara ihtiyacı vardır, artık böyle kanunlara muhakeme olmak zaruret olmuştur” derler. Bu sözler, Rasulullah (s.a.s)’in getirdiklerine karşı şüphe etmek demektir. Aynı zamanda, ALLAH’ın ve Rasulünün beyanlarının eksik olduğunu, her zamanda ve her yerde ihtilafları çözebilecek durumda olmadığını, bunlar uygulandığında dünya ve ahiretteki sonucun kötü olacağını söylemek olur.

Yine hükmü genel (amm) olan ikinci ayet hakkında da iyi düşünün! ALLAH (c.c) şöyle buyuruyor:

“Aralarında çekiştikleri şeylerde...” Ayetteki ismi mevsul olan (ma) harfi, usulcülere ve diğer alimlere göre genel (amm) bir mana ifade etmektedir. İşte bu genel ifade cins ve çeşit yönünden bütün her şeyi kapsamaktadır. Aynı, miktar yönünden her şeyi kapsadığı gibi... Yani; ne olursa olsun her cins ve ne miktarda olursa olsun her miktar bu hükme girer.

ALLAH (c.c), Rasulullah’ın getirdiği şeyler dışında başka şeylere muhakeme olmak isteyen münafıkların imanını kesinlikle kabul etmemekte ve onların imanını geçersiz saymaktadır. Şu ayetinde buyurduğu gibi:

“Sana ve senden öncekilere indirilenlere iman ettiklerini iddia edenleri görmüyor musun? Reddetmeleri emrolunmuşken tağuta muhakeme olmak istiyorlar. Şeytan onları derin bir sapıklığa düşürmek istiyor.” (Nisa: 60)

Muhakkak ki ALLAH (c.c) bu ayette “yezumune” (iddia ediyorlar) kelimesini kullanarak söz konusu kişilerin iman iddialarını yalanlamaktadır. Çünkü kulun kalbinde imanla birlikte, Nebi (a.s)’in getirdiğinden başkasına muhakeme olmayı istemek asla bir arada bulunamaz. Bilakis bunlardan biri varsa, diğerini yok eder.

Tağut; tuğyandan türemiş bir kelimedir. Yani; İslamın sınırına tecavüz eden demektir. Rasulullah’ın getirdiğinin dışındaki kanunlarla hüküm veren herkes tağuttur. Aynı şekilde, Nebi’nin getirdiği kanunlardan başka kanunlara muhakeme olan herkes, tağuta muhakeme olmuştur. Her ferdin, Nebi’nin getirdikleriyle hüküm vermesi haktır. Fakat Nebi’nin getirdiğinden başka kanunlarla hüküm vermek kesinlikle caiz olmaz. Aynı şekilde de her ferdin, Nebi’nin getirdiği şeylere muhakeme olma hakkı vardır. Kim, Nebi’nin getirdiklerinin dışında başka kanunlarla hüküm verirse veya o kanunlara muhakeme olursa, haddini aşmış, böylece ya tağut ya da tağuta muhakeme olan olmuştur.

ALLAH (c.c)’ın şu ayetini de iyi düşünün!

“Onu reddetmekle emrolunmuşlardı...” Bu ayeti okuduğun zaman ALLAH’ın kanunlarına zıt kanun koyanların, ALLAH’ın emrine ne kadar karşı geldiklerini daha iyi anlarsın. ALLAH (c.c) insanlardan tağutu reddetmelerini istiyor. ALLAH’ın kanunlarına zıt kanun koyanlar da tağutun kabul edilmesini istiyorlar. ALLAH (c.c) onlar hakkında şöyle buyuruyor:

“Zalimler sözleri, kendilerine söylenenden başka söze çevirmektedirler.” (Bakara: 59)

ALLAH (c.c)’ın şu sözünü de iyi düşünün!

“Şeytan onları saptırmak istiyor.” ALLAH (c.c) bu ayette tağuta muhakeme olmanın sapıklık olduğunu bildirmektedir. Halbuki ALLAH’ın kanunlarına zıt kanun koyanlar, bunu hidayet (dosdoğru yol) olarak görmektedirler. Yine ALLAH (c.c) bu ayette tağuta muhakeme olmanın, şeytanın istediği birşey olduğunu bildirmiştir. Halbuki ALLAH’ın kanunlarına zıt kanun koyanlar, bunda insanlar için maslahat ve şeytandan uzaklaşma görmektedirler. Bu demektir ki; şeytanın emirleri insanların maslahatına uygundur. Fakat Rahman’ın isteği ve Rasulullah’ın getirdiği insanların maslahatına uygun değildir.

ALLAH (c.c), kendi hükmünün insanların maslahatına en uygun olduğunu, bundan başkasını isteyenlerin ise cahiliyenin hükümlerini istediklerini bildirerek şöyle buyurmaktadır:

“Cahiliyenin hükmünü mü istiyorlar? Yakinen inanan bir millet için ALLAH’tan daha iyi hüküm veren kim vardır.” (Maide: 50)

Bu ayeti kerimeyi iyice düşün! Bu ayeti kerime, hükmü iki kısma ayırır. ALLAH’ın hükmü ve cahiliyenin hükmü... ALLAH’ın hükmünden sonra ancak cahiliyenin hükmü vardır, başka bir şey yoktur. Bu gösteriyor ki, ALLAH’ın kanunu dışında kanun koyanlar, kabul etseler de etmezseler de cahiliye ehlindendirler. Hatta onlardan daha kötü ve daha yalancıdırlar. Çünkü cahiliye ehlinde bu konuda zıtlık ve tezatlık yoktur. Halbuki ALLAH’ın kanunu dışında kanun koyanlarda zıtlık ve tezatlık vardır. Çünkü onlar, ALLAH’ın kanunu dışında kanunlar koydukları halde, Rasulullah (s.a.s)’in getirdiği şeylere de iman ettiklerini söylüyorlar. Böylece ikisi arasında bir yol tutmak istiyorlar. ALLAH (c.c) bu kişilerin benzerleri hakkında şöyle buyurmuştur:

“İşte onlar, gerçekten kafir olanlardır! Kafirler için rezil, ebedi bir azap hazırladık.” (Nisa: 151)

Ayrıca bu ayeti kerimenin, ALLAH’ın kanunu dışında kanun koyanların, heva, heves ve kıt akıllarından çıkartıkları kanunlara “iyi” diyenlerin sözlerine nasıl cevap verdiğine bir bak! ALLAH (c.c) şöyle buyuruyor:

“Yakinen bilen bir millet için ALLAH’tan daha iyi hüküm veren kim vardır?” (Maide: 50)

Bundan önceki ayetlerde ALLAH (c.c), Nebisi Muhammed (s.a.s)’i muhatap alarak şöyle buyurmuştur :

“Onların aralarında, ALLAH’ın indirdiği ile hükmet! Sana hak geldikten sonra onların hevalarına uyma!” (Maide: 48)

Yine şöyle buyurmuştur:

“Aralarında ALLAH’ın indirdiği ile hükmet, onların hevalarına tabi olma! ALLAH’ın sana indirmiş olduğu şeylerin bir kısmı hakkında seni saptırmalarından sakın! Eğer yüz çevirirlerse bil ki, ALLAH onlara bazı günahlarından dolayı azap etmek istemektedir. Muhakkak ki insanların çoğu fasıktır.” (Maide: 49)

ALLAH (c.c), yahudiler Nebi (s.a.s)’den hüküm istemeye geldikleri zaman, aralarında hükmetme ile onlardan yüz çevirme konusunda onun muhayyer olduğundan bahsederek şöyle buyurmuştur :

“Eğer sana gelirlerse aralarında hükmet ya da onlardan yüz çevir! Eğer onlardan yüz çevirirsen sana kesinlikle hiç bir zarar veremezler. Eğer hüküm verirsen onların arasında adaletle hüküm ver! Muhakkak ki ALLAH adaletli olanı sever.” (Maide: 42)

Bu ayette kast edilen adalet, ALLAH’ın ve Rasulünün hükmüdür. ALLAH’ın ve Rasulünün hükmü dışında hiçbir hüküm gerçekten adaletli değildir. İslam’a muhalif hükümler zulümdür, dalalettir, sapıklıktır, küfürdür, fısktır. Bu sebeple ALLAH (c.c) bundan sonraki ayetlerde şöyle buyurmuştur :

“ALLAH’ın indirdikleri ile hükmetmeyenler işte onlar kafirlerin ta kendileridirler!” (Maide: 44)

“ALLAH’ın indirdikleri ile hükmetmeyenler işte onlar zalimlerin ta kendileridirler!” (Maide: 45)

“ALLAH’ın indirdikleri ile hükmetmeyenler işte onlar fasıkların ta kendileridirler!” (Maide: 47)

Bu ayetlerde ALLAH, ALLAH’ın indirdikleriyle hükmetmeyen hakimlerin kafir, zalim ve fasık olduklarına hükmediyor. ALLAH, ALLAH’ın indirdikleriyle hükmetmeyenlere, kafir olmadıkları halde kafir hükmünü asla vermez. Muhakkak ki böyle yapan kişi mutlak kafirdir. Ya ameli küfür işlemiş ya da itikadi küfür işlemiştir.

Bu ayetlerin tefsiri hakkında İbn Abbas’tan gelen, Tavus ve başkalarının da rivayet ettiği haber şuna delalet etmektedir: ALLAH’ın indirdikleri ile hükmetmeyen hakim ya İslam milletinden çıkaran itikadi küfür işlemiş ya da İslam milletinden çıkarmayan ameli küfür işlemiştir. Birinci zikredilen itikadi küfür bir kaç çeşittir:

1 - ALLAH ve Rasulünün hükmüyle hükmedilmesinin gerekli olduğunu inkar ederek ALLAH’ın indirdikleri ile hükmetmeyen.

İbn Cerir’in tercih ettiği, İbni Abbas’tan rivayet edilen ve rivayette büyük küfür işlediklerini söylediği hakimler bu tür hakimlerdir. Zaten ALLAH ve Rasulünün hükmüyle hükmedilmesinin gerekli olduğunu inkar eden hakimin kafir olduğu kunusunda alimler arasında ihtilaf yoktur. Çünkü alimler, dinin aslından herhangi birşeyi veya hakkında ittifak edilen fer’i meselelerden herhangi birini inkar eden ya da Rasulullah (s.a.s)’ın getirdiği kesin olan şeylerden bir harfi bile inkar eden kimsenin İslam milletinden çıkartan küfür işlediği konusunda ittifak etmişlerdir .

2 - ALLAH’ın hükmünün hak olduğunu inkar etmeyen, bununla birlikte ALLAH’ın ve Rasulünün hükmünden başka hükümlerin ALLAH’ın ve Rasulünün hükmünden daha güzel, daha mükemmel olduğuna ve insanların arasında zamanın geçmesiyle ve durumların değişmesiyle ortaya çıkan yeni olaylardaki ihtilaflarda hüküm olarak insanların ihtiyacını daha iyi karşıladığına inanarak, ALLAH’ın indirdikleriyle hükmetmeyen.

Bu durum da, şüphesiz küfürdür. Çünkü heva ve heveslere, kıt akıllara ve kötü düşüncelere dayanan yaratılmışların hükmünü, Hakim ve Hamid olan ALLAH’ın hükmüne tercih etmektedirler. Zamanın ve durumların değişmesiyle ALLAH’ın ve Rasulünün hükmünde hiçbir değişme olmaz. Yeni olaylar olsa bile muhakkakki ALLAH’ın Kitabında ve Rasulünün sünnetinde, ya nas olarak ya apaçık olarak ya nastan istinbat olarak ya da başka bir şekilde bunlar hakkında hüküm vardır. Bunu bilen bilir, bilmeyen de bilmez.

Alimlerin, “durumların değişmesiyle fetvalar da değişir” sözlerinin manası; kıt akıllıların, hüküm ve hükümlerin illetlerini idrak ve anlamadan yoksun olanların zannettiği gibi değildir. Onlar, fetvaların kötü niyetlerine, hayvani şehvetlerine, dünyevi arzularına ve hatalı varsayımlarına göre değişeceğini zannettiler. Bu sebeple nasları kendi görüşlerine, heva ve heveslerine tabi kıldılar. Böylece güçleri yettiği kadar kelimeleri yerlerinden oynattılar.

3 - Beşeri kanunların ALLAH’ın ve Rasulünün hükmünden daha güzel olduğuna inanmayan fakat, şer’i hükümlerle aynı seviyede olduğuna inanan.

Bu kimse de daha öncekiler gibi, İslam milletinden çıkaran küfür işlemiş ve kafir olmuştur. Çünkü o, yaratılanın yaratanla aynı seviyede olduğuna hüküm vermiş ve ALLAH (c.c)’ın şu ayetinin hükmüne karşı gelerek onu geçersiz kılmıştır:

“O’nun benzeri hiç bir şey yoktur. O, Semidir. Basirdir.” (Şura: 11)

Bu ve bunun gibi ayetler gösteriyor ki, Rab kemal sıfatlara haizdir. Sıfatı, fiili ve insanlar arasında hüküm vermesiyle mahlukata benzemekten münezzeh ve yücedir.

4 - ALLAH’ın indirdiği dışındaki hükmün, ALLAH ve Rasulünün hükmü gibi veya ondan daha iyi olduğuna inanmadığı halde, ALLAH ve Rasulünün hükmüne muhalif olan böyle hükümlerin tatbik edilmesini caiz gören.

Bu da daha öncekiler gibi İslam milletinden çıkaran küfür işlemiş ve kafir olmuştur. Çünkü bu kimse, şer’i hü-kümlerin doğruluğunu kabul etmekle birlikte, beşeri hü-kümlerin de doğru olduğunu kabul etmiş, böylece sahih, açık ve kesin naslarla haram olduğu bildirilen şeyin yapılabileceğine itikad etmiş olur.

5 – Bu küfür, büyük küfürlerin en büyüğü, en kapsamlısı ve en açığıdır.

Bu: “Şeriate karşı en şiddetli ve en açık şekilde ortaya çıkmış, şeriatin hükümlerine karşı şiddetle büyüklenen, ALLAH ve rasulünün hükümlerine en zıd olan, şer’i mahkemelere rakip, beşeri kanunlarla hüküm veren mahkemeler icad etmektir.”

Bu mahkemeler için, şer’i mahkemelerde olduğu gibi düzenli, teferruatlı, teşkilatlı ve uyulması zorunlu hükümler veren merciler oluşturulmuştur.

Şer’i mahkemelerin mercisi nasıl Kur’an ve sünnetse, beşeri kanunlarla hükmeden mahkemelerin de mercileri vardır ve onların mercileri de; değişik ümmetlerin şeriatleri, Fransa, Amerika, İngiltere gibi değişik devletlerin anayasalarından derlenmiş kanunlar, bidatçilerin ve müslüman olmadıkları halde İslam’a nispet edilmiş sapık taifelerin mezheblerinden alınmış kural, ilke ve prensiplerdir.

Bu tür mahkemeleri İslam diyarında çokça görmekteyiz. İnsanların ihtilaflarını çözmek için kapıları açıktır. İnsanlar da saf saf onlara gitmektedirler. Bu mahkemeler, ihtilaflı olan insanlar arasında Kur’an ve sünnete muhalif beşeri kanunlarla hükmederler ve verilen hükmü uygulamaları için onları zorlarlar.

Acaba bu küfürden daha büyük bir küfür var mıdır?” Acaba La ilahe illALLAH Muhammedun Rasulullah şehadetine zıt olan ve onu bozan bundan daha kötü bir amel var mıdır?

Bu zikrettiğimiz meselelerin ilim kitaplarında var olduğu bilinmektedir. Bunları tek tek zikretmeye kalkışırsak bu küçük risalemiz buna yetmez.

Ey akıllılar topluluğu! Ey zekiler cemaati! Ey uyanık olanlar! Size benzeyen veya sizden daha düşük olan, hata işleyebilen, hatta hataları doğrularından daha çok olan, ancak yaptıkları doğrular ALLAH’ın kitabı ve rasulünün sünnetinden alınan doğrular olan kişilerin, kanlarınız, mallarınız, ırzlarınız, kadınlarınız ve çocuklarınız hakkında ve diğer haklarınız hakkında hüküm vermelerine nasıl izin verebiliyorsunuz?

Bu konularda kendi hükümlerini veriyor ve kendisinde hata bulunmayan, hiçbir yönden batılın kendisine yaklaşamadığı, Hakim ve Hamid tarafından indirilen ALLAH ve rasulünün hükümlerini uygulamıyorlar? Halbuki insanlar, ALLAH’ın hükümlerine boyun eğdiklerinde, kendilerini yaratanın hükmüne, O’na ibadet etmek için boyun eğmiş olurlar. İnsanlar nasıl ki ALLAH’a secde ediyor ve o konuda sadece O’na ibadet ediyorlar, O’ndan başkasına bu konuda secde etmiyorlarsa, aynı şekilde hüküm konusunda da sadece Hakim, Alim, Hamid, Rauf, ve Rahim olan ALLAH’ın hükümlerine boyun eğmeleri gerekir.

Zalim, cahil, şüpheci, heva ve hevesine uyan, şüpheler içine düşen, kalplerine gaflet, sertlik ve karanlıklar hakim olan yaratılmışın hükümlerine hiçbir zaman boyun eğmemeleri gerekir.

Akıl sahibi kimseler, bu gibilerinin hükümlerine boyun eğmez ve o hükümlere asla teslim olmazlar. Çünkü böyle yaptıkları zaman, onlara köle olmuş olurlar. Ayrıca, bu hükümlere boyun eğdiklerinde heva ve heveslere ve şahsi arzulara göre yapılmış, yanlışlarla dolu olan kanunlara uymuş olurlar. Buna ek olarak, akıl sahibi kimseler böyle hükümlere boyun eğmezler. Çünkü böyle yapmak, ALLAH (c.c)’ın şu ayetindeki buyruğuna göre küfürdür:

“ALLAH’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar kafirlerin ta kendileridir!” (Maide: 44)

6 - Şehirdeki olsun çöldeki olsun, böyle topluluklardan çoğunun reisleri, ihtilaf ettikleri konularda, kendisinden başka güç ve kuvvet sahibi olmayan ALLAH’ın ve Rasulünün hükmünden yüz çevirerek ve bunları bir kenara atarak, cahiliyeden arta kalan, babalarından ve dedelerinden rivayet edilen hükümlerle ve kendilerine miras kalan adetleri ile muhakeme olmaya dair hüküm veriyorlardı. İşte bu ameller de İslam milletinden çıkartan birer küfürdür.” (Tahkimu’l Kavanin s: 5-8)

Şeyh Süleyman b. Semhan şöyle diyor:

“Bütün dünyan gitse bile, tağutun mahkemesine muhakeme olmak senin için asla caiz olmaz. Şayet sana; “ya elindeki herşeyi vereceksin veya tağuta muhakeme olacaksın” denilirse, sana farz olan şey; elindeki herşeyi vermen, fakat asla tağuta muhakeme olmamandır.” (Ed-Durerü’s Seniye s: 375, Mürtedin Hükmünden/Sünni Yol)

Seyyid Kutub (r.a):

“ALLAH’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir” (Maide: 44) ayetini açıklarken şöyle dedi:

“Bu kesin hüküm veren bir ayettir. “Men” şart edatı ve bu şart edatına cevap olan cümle, bu ayetteki hükmü genelleştirmektedir. Yani; bu hüküm her zaman ve her yerde böyledir. Bu genel olan bir hükümdür. Kim olursa olsun, hangi kabileden olursa olsun... Kim ALLAH’ın indirdiğiyle hükmetmezse bu hükmü alır. Bu hükmün illeti; daha önce belirttiğimiz gibi ALLAH’ın indirdiğiyle hükmetmeyen kişinin, ALLAH’ın uluhiyyetini reddediyor olmasıdır. Şeriatin hakim kılınması, uluhiyetin özelliklerinin gerektirdiği bir şeydir. Kim ALLAH’ın indirdiğiyle hükmetmezse, ALLAH’ın uluhiyetini ve onun en önemli özelliğini reddetmiş, kendi nefsinde de uluhiyet özelliklerinin varolduğunu iddia etmiş olur. Eğer bu küfür değilse, acaba küfür nasıl olur?

Dille iman ve İslam iddia edildiği halde, sözden daha kuvvetli olan amel apaçık bir şekilde küfrü gösteriyorsa, dildeki İslam ve iman iddiasının ne kıymeti olur?

Açık, kesin ve amm olan bu hüküm konusunda şüpheye düşmek ve tartışmaya girmek gerçekten kaçmaktan başka birşey değildir. Böyle bir hükümde tevile kaçmak, ALLAH’ın sözlerini saptırmaktan başka birşey değildir. Bu konudaki tevillerin, ALLAH’ın indirdiğiyle hükmetmeyenlere küfür hükmünü vermede hiçbir etkisi yoktur. Çünkü bu konuda nas sarih ve kesindir.” (Fi zilal’il Kur’an c: 2 s: 898)


YAZAN : SEYYİD KUTUB
 
Nevfelah Çevrimdışı

Nevfelah

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
...
Hatta ALLAH’ın hükümleri yerine beşeri kanunların hükümlerini tercih edenler, şeriat hükümlerinin bizim zamanımız için değil, başka bir zamanda yaşayanlar için indiğini açıkça söylemektedirler.
...

... güncel
 
S Çevrimdışı

Semih68

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Benim bir yakınım Hazine avukatı Devletin kuralları da malum şeriat değil şimdi benim bu yakınım Hazine yani devletin avukatı hükmü nedir ?
 
Üst Ana Sayfa Alt