İslam Ve Gelenekler, Fıkhu’s Siyre (Ramazan el-Buti)

Nesîbe Lena Çevrimdışı

Nesîbe Lena

"عِشْ حَمِيداً، وَمُتْ شَهِيدًا"
İslam-tr Yazar
Resulullah sallallahu aleyhi vesellem, düzgünlük ya da bozukluk boyutlarını düşünmeden, kendilerini babalarından ve dedelerinden miras kalan geleneklere, tutsaklaştırmalarından dolayı kavmini yermişti. yine onlara, hiçbir fikir ve mantık esasına dayanmayan kör taklitçiliğe ve gelenek yobazlığına karşı akıllarını tutsaklıktan kurtarmaları için çağrıda bulunmuştu.

Resulullah’ın bu çağrısında, inanç ve ameli hükümler dahil olmak üzere, İslam dininin yalnızca akıl ve mantık esasî üzerinde kurulmuş olduğuna, bu dine sımsıkı sarılmadaki maksadın insanların dünya ve ahiret saadetleri temin etmek olduğuna işaret vardır. Bunun için, Allah’a imanın ve bu imanla ilintili diğer itikadi işlemlerin sıhhat şartlarından en önemlisi, herhangi bir örf ve geleneğin en basit bir etkisi olmadan, özgür düşünce ve kesin bilgi esasî üzerine kurulu olmasıdır. Hatta “ cevheru’t tevhid”in sahibi, meşhur dizisinde şöyle demektedir:

“Her kim, tevhidde taklit ederse,
İmanı laf gevelemekten öteye geçmez!”


Buradan itibaren anlarsın ki: din, geleneklere ve onların esaretine girmeye karşı savaş açma amacıyla gelmiştir. Çünkü din, tüm ilke ve kurallar, tutarlı akıl ve mantık temelli üzerine kuruluyken; gelenekler, yalnızca örnek alma ve izleme güdüsü üzerine kuruludurlar. Yani bu güdüde, özgür düşüncenin ve inceleme unsurunun hiçbir etkisi bulunmamaktadır. Çünkü“ “gelenekler/tekalid” kelimesi gerek Arap dilindeki kullanımında ve gerekse sosyologların birleştikleri tanımlamaya göre şu manaya tekabül eder: “dedelerden, babalara miras kalan adetler topluluğudur. Herhangi bir bölgede ya da herhangi bir toplumda sadece ama sadece bağlılık etkisi ile gerçekleşen adetlerdir. Ancak gelenegin somut etkeni, hayat ve var olma sebebi olarak bu adetleri devam ettiren bir lider fikrin bulunmasi sartina baglanmistir."


Insanlarin kendi toplumlarinda alışageldikleri yaşama tarzlari, sevinclerindeki eglence biçimleri, üzüntü ve hüzünlerindeki yas tutma sekillerinin tümü, eski adetlerin etkisi, dogrudan alintilama, bag-lanma ve etkilenme yoluyla olusmus olan olgulardir.
Dil ve sosyoloji terminolojisinde bunlarmn tümüne "gelenekler/tekalid" adi verilmektedir.

Bunu ögrendiysen, islâm'in gelenekleri kapsamadigini kavramis olursun. Ister akide ister ahkâm alaninda olsun, bu konuda herhangi bir farkllik yoktur. Çünkü inanç, akil ve mantik esasina, ahkâm ise dinya ve ahiret maslahatina dayanmaktadir. Bu ıslahatları kavramakta ne kadar bazı kimseler çeşitli nedenlerle aciz kalsalar bile onları düşünme ve bireysel saptama aracılığıyla kavranabilirler.

Senin açından bunlar anlaşılır olunca artık İslam’ın barındırdığı ‘ibadetler ahkam ve ahlaki esaslar’ için “İslamî gelenekler” tabirini kullananların içine düştükleri hatanın tehlikeli boyutlarını da anlamış olursun.

Çünkü bu haksızca tanımlama ve tanıtma, zihinleri şöyle bir yanlışlığa sevk eder: “İslami davranış ve ahlakın kıymeti, içinde beşer saadet sırrının gizlendiği ilahi bir ilke olması nedeniyle değil babalardan ve dedelerden miras olarak kalan eski adetler olması nedeniyledir”
Şüphesiz ki bu hatalı yönlendirmenin sonucu şu olur:; “her şeyin gelişmiş, ilerlemiş ve yeni olduğu bir asırda insanlar çoğu eski mirasa şüpheyle yaklaşacaktır. Gerçek şu ki, İslami kuralları bu sloganla tanımlamanın kaynağında masumane bir yanlışlık yoktur. Tam aksine bu tür düzmece ve uyduruk sloganlarla İslam’ı yıpratma amacı güdülmektedir.

‘İslami gelenekler’ ifadesini yeniden gündeme getirmedeki asıl maksat şudur:

  1. İslami kural ve esasların tarif edilmesi.
  2. zaman geçince İslami esaslara “gelenek“ damgasını vurmak.
  3. insanların zihninde, geleneklerin anlamıyla İslami esaslar arasında bir bağlantının kurulması.
  4. İnsanların, İslami esasların, akıl ve dürüst araştırmaya dayalı bir temel üzerine kurulmuş esaslar olduğunu unutulması.
  5. İslam düşmanlarının, hançer ve oklarının nüfuz edebileceği noktadan İslam’a saldırmalarının kolaylaşması.

İslam’ın getirdiği ilkelerden ibarettir. İlke ise, düşünce ve akıl temeli üzerine kurulur ve sınırlı bir hedefe ulaşmayı amaçlar. Eğer beşeri ilkeler, sahiplerinin düşüncelerindeki aykırılık yüzünden bazen gerçeklikten sapıyorsa da, İslam’ın ilkelerin gerçeklikten ayrılmaları kesinlikle söz konusu değildir. Çünkü onları ihdas eden, akıl ve düşüncenin de yaratıcısıdır. Sadece bu tespit bile, söz konusu ilkelerin benimsenmesi, saygın ve doğruluğu için yeterli bir delildir.

Zira Müslümanlar gözlerini açtıklarında, evlenme, boşanma, kadının örtülmesi, kadının korunması, genel ahlak ve yaşantı konuları gibi İslami kural ve esaslar üzerine “gelenekler” “örtüsünü getirildiğini göreceklerdir. Bundan sonra da, özellikle düşünce ve hürriyetinin egemen olduğu şu asırda, gelenekleri terk etmeye, onların esaretinden çıkmaya ve bağlarını koparmaya çağıracak kimseleri bulmalari çok doğaldır.

Oysa gerçek şu ki, İslam’da gelenek yoktur.
Resulullah’ın sallallahu ve sellem yürüttüğü daveti ilk adımlarında daha önceden görmüştük ki, İslam, akli geleneklerin pençesinden kurtarmak için gelen dinin ta kendisidir.

Gelenekler insandaki öykünme ve benzeme güdüsüyle halkın kendiliğinden kapıldıkları psikolojik akımlardır.
ilkeler ise bunun aksine, zamana uymaz zamanı değiştirir. Gelenekler, toplumun düşünce alanlarının ortasına kendiliğinden boy atan asalaklar topluluğudur; dökülmeleri ve sağlam düşünme yönteminden ayıklanmaları gereken zararlı otlardır.
 
Üst