بسم الله الرحمن الرحيم
قال ابن قدامة ، أخبرنا الشريف أبو العباس مسعود بن عبد الواحد بن مطر الهاشمي ، قال أنبأ أبو الحسن على بن محمد الجرجاني ، أنبأ أبو القاسم حمزة بن يوسف السهمي ، أنبأ أبو بكر أحمد بن إبراهيم الإسماعيلي ، قال
İbni Kudame, eş-Şerif Ebu'l Abbas Mes'ud ibni Abd'il Vahid ibni Matar el-Haşimi'den o, Ebu'l Hasan Ali ibni Muhammed el-Curcani'den o, Ebu'l Kasım Hamza ibni Yusuf es-Sehmi'den Ebu Bekir Ahmed İbni İbrahim el-İsmaili'nin şöyle dediğini rivayet etti:
Ehl'il Hadis'in; Ehl-i Sünnet ve'l Cema'atin İ'tikadı
Bil ki -Allah bize ve size merhamet etsin- Ehl'il Hadis'in; Ehl-i Sünnet ve'l Cema'atin mezhebi; Allah'ın, meleklerinin, kitaplarının ve peygamberlerinin ikrarı, Allah'ın kitabında söylenenlerin kabulü ve Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den sahih olarak rivayet olunanların kabulüdür.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den rivayet olunanların değiştirilmesi sözkonusu değildir ve inkarına yer yoktur. çünkü Ehl'il Hadis, Kur'an ve Sünnet'e ittiba etmekle (tabi olmakla) emrolunmuş, Kitap ve Sünnet'te onlar için bir hidayet olduğu taahhüt edilmiş, onlar için, nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Sırat-ı Mustakim'e ilettiğine şehadet edilmiş ve de Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e muhalefetin fitne olduğu ve (Rasulullah'a muhalefette bulunmaları durumunda) onlara acı bir azabın isabet edeceğine dair uyarılmışlardır.
Allah Te'alanın İsim ve Sıfatlarına Dair
ويعتقدون أن الله تعالى مدعو بأسمائه الحسنى وموصوف بصفاته التي سمى ووصف بها نفسه ووصفه بها نبيه صلى الله عليه وسلم ، خلق آدم بيده ، ويداه مبسوطتان ينفق كيف يشاء ، بلا اعتقاد كيف ، وأنه عز وجل استوى على العرش ، بلا كيف ، فإن الله تعالى انتهى من ذلك إلى أنه استوى على العرش ولم يذكر كيف كان استواؤه
Ehl'il Hadis, Allah Te'alanın en güzel isimleri ile çağrıldığına ve Allah'ın Kendisini isimlendirdiği ve vasıflandırdığı, aynı şekilde Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)'in de Allah'ı vasıflandırdığı sıfatları ile Allah'ın vasıflandığına (sıfatlandığına) inanırlar. Allah, Adem (aleyhi selam)'ı eli ile yarattı, Allah'ın iki eli açıkdır, dilediği gibi infakta bulunur. (Biz; Allah'ın ellerinin) nasıl olduğunu bilmeyiz. Bize keyfiyeti meçhul olarak, Aziz ve Celil olan (Allah) arşa istiva etmiştir. Çünkü Allah Te'ala arşa istiva ettiğini bildirmiş, istivasının keyfiyetini (nasıl olduğunu) ise zikretmemiştir.
Rububiyyetine Dair
وأنه مالك خلقه وأنشأهم لا عن حاجة إلى ما خلق ولا معنى دعاه إلى أن خلقهم ، لكنه فعال لما يشاء ويحكم كما يريد ، لا يسأل عما يفعل ، والخلق مسؤولون عما يفعلون
Allah, yarattıklarının malikidir. Onları, mahlukatına olan bir ihtiyaçtan dolayı yaratmamıştır ve mahlukatı yaratmasının arkasında başka bir sebep yoktur. Lakin O, dilediğini dilediği gibi yapan ve dilediği gibi hükmedendir. Yaptıkları sorgulanmaz, lakin kulları yaptıklarından sorumlu tutulurlar.
Allah'ın Esma'ul Hüsna'sının ve Yüce Sıfatlarının Tasdiği
وأنه مدعو بأسمائه ، موصوف بصفاته التي سمى ووصف بها نفسه ، وسماه ووصفه بها نبيه عليه الصلاة والسلام ، لا يعجزه شيء في الأرض ولا في السماء ، ولا يوصف بنقص أو عيب أو آفة
Allah (en güzel) isimleri ile çağrılır ve Kendisini isimlendirdiği ve vasıflandırdığı, aynı şekilde Nebisi (sallallahu aleyhi ve sellem)'in de Allah'ı vasıflandırdığı sıfatları ile vasıflanmıştır. Yeryüzünde ve gökyüzünde olan hiç birşey O'nu aciz bırakamaz. Bir eksiklikle veya kusurla yahut da illetle sıfatlandırılamaz, muhakkak ki Allah bunlardan münezzehtir.
Allah'ın İki Eli
فإنه عز وجل تعالى عن ذلك وخلق آدم عليه السلام بيده ، ويداه مبسوطتان ينفق كيف شاء ، بلا اعتقاد كيف يداه ، إذ لم ينطق كتاب الله تعالى فيه بكيف ولا يعتقد فيه الأعضاء ، والجوارح ، ولا الطول والعرض ، والغلظ ، والدقة ، ونحو هذا مما يكون مثله في الخلق ، وأنه ليس كمثله شيء تبارك وجه ربنا ذو الجلال والإكرام
Aziz ve Celil olan Allah Adem (aleyhi selam)'ı eliyle yaratmıştır, iki eli geniştir ve dilediği gibi infakta bulunur. İki elinin nasıl olduğu hususunda bilgi yoktur, çünkü Allah Te'alanın Kitabı keyfiyyeti hakkında birşey dememektedir. Allah'ın azaları olduğu, uzunluğu, genişliği, ağırlığı, inceliği yada mahlukat da örneklendirildiği gibi benzerlerine sahip olduğuna inanılmaz. O'nun benzeri hiçbir şey yoktur, Celal ve İkram sahibi Rabbimizin yüzü mübarektir. (Ehl'il Hadis) Mu'tezile ve Havaric ve diğer heva ehli grupların inandıkları (şekilde), Allah'ın isimlerinin yaratılmış olduğuna inanmaz.
Allah Te'alanın Yüzü, İşitmesi, İlmi, Kudreti ve Kelamı
ويثبتون أن له وجها ، وسمعا ، وبصرا ، وعلما ، وقدرة ، وقوة ، وكلاما ، لا على ما يقوله أهل الزيغ من المعتزلة وغيرهم ، ولكن كما قال تعالى : { ويبقى وجه ربك } وقال : { أنزله بعلمه } وقال : { ولا يحيطون بشيء من علمه إلا بما شاء } وقال : { فلله العزة جميعا } وقال : { والسماء بنيناها بأيد } وقال : { أولم يروا أن الله الذي خلقهم هو أشد منهم قوة } وقال : { إن الله هو الرزاق ذو القوة المتين }
فهو تعالى ذو العلم ، والقوة ، والقدرة ، والسمع ، والبصر ، والكلام ، كما قال تعالى : {ولتصنع على عيني } { واصنع الفلك بأعيننا ووحينا } وقال : { حتى يسمع كلام الله } وقال : { وكلم موسى تكليما } وقال : { إنما أمره إذا أراد شيئا أن يقول له كن فيكون }
Ehl'il Hadis, Allah'ın yüzü olduğunu, işittiğini, gördüğünü, ilmi olduğunu, kudreti ve kuvveti olduğunu, konuştuğunu -Mu'tezile'den ve başkalarından sapkınların dediğinin aksine- ispat ederler. (Allah) Te'alanın bildirdiği üzere:
ويبقى وجه ربك
"Celal ve ikram sahibi olan Rabbinin yüzü baki kalacaktır." (er-Rahman 55/27);
أنزله بعلمه
"Allah, bunu Kendi ilmiyle indirmiştir." (en-Nisa 4/166);
ولا يحيطون بشيء من علمه إلا بما شاء
"Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiç birşeyi kavrayıp kuşatamazlar." (el-Bakara 2/255)
yine şöyle buyurmaktadır:
فلله العزة جميعا
"Kudret, izzet ve şerefin hepsi Allah'a aittir.";
والسماء بنيناها بأيد
"Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik." (ez-Zariyat 51/47);
أولم يروا أن الله الذي خلقهم هو أشد منهم قوة
"Onları yaratan Allah'ın kuvvet bakımından kendilerinden daha güçlü olduğunu görmediler mi?" (Fussilet 41/15);
إن الله هو الرزاق ذو القوة المتين
"Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır." (ez-Zariyat 51/58)
Yani, (Allah) Te'ala ilim, kuvvet, kudret, işitme, görme ve kelam sahibidir. Tıpkı şöyle buyurduğu gibi:
ولتصنع على عيني
"Gözümün önünde yetiştirilmen için (kendimden sana bir sevgi yönelttim)." (Ta-Ha 20/39);
واصنع الفلك بأعيننا ووحينا
"Gözlerimizin önünde ve vahyimizle gemiyi yap." (Huud 11/37);
حتى يسمع كلام الله
"Öyle ki Allah'ın sözünü dinlemiş olsun." (et-Tevbe 9/6);
وكلم موسى تكليما
"Allah, Musa ile de konuştu." (en-Nisa 4/164)
Şöyle buyurmaktadır:
إنما أمره إذا أراد شيئا أن يقول له كن فيكون
"Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri yalnızca: Ol!' demesidir; o da hemen oluverir." (Ya-Sin 36/82)
Allah'ın İradesi
ويقولون ما يقوله المسلمون بأسرهم : ( ما شاء الله كان ، وما لا يشاء لا يكون ) ، كما قال تعالى: وما يشاؤون إلا أن يشاء الله
Ehl'il Hadis, müslümanların hep birlikte dediği: "Allah'ın dilediği vuku bulur ve her neyin olmasını irade etmezse o şey de olmaz!" sözünü (kabul ve tasdik ederek) söylerler. Tıpkı yüce Allah'ın buyurduğu gibi:
وما يشاؤون إلا أن يشاء الله
"Alemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz." (et-Tekvir 81/29)
Allah'ın İlmi
ويقولون لا سبيل لأحد أن يخرج عن علم الله ولا أن يغلب فعله وإرادته مشيئة الله ولا أن يبدل علم الله ، فإنه العالم لا يجهل ولا يسهو ، والقادر لا يغلب
(Ehl'il Hadis) derki; bir başkasının Allah'ın ilminin dışına çıkmasının ne de bir kimsenin amelinin yahut iradesinin Allah'ın iradesine galebe çalmasının bir yolu yoktur (mümkünatı yoktur). Allah'ın ilmini değiştirmesinin mümkünatı yoktur; çünkü Allah el-Alim'dir ve hiçbir zaman cahil olmayacağı gibi unutmaz da ve Allah kudret sahibidir ve yenilgiye uğratılamaz.
Kur'an; Allah'ın Kelamı'dır, Mahluk Değildir
ويقولون : القرآن كلام الله غير مخلوق ، وإنما كيفما يصرف بقراءة القارئ له ، وبلفظه ، ومحفوظا في الصدور ، متلوًا بالألسن ، مكتوباَ في المصاحف ، غير مخلوق ، ومن قال بخلق اللفظ بالقرآن يريد به القرآن ، فهو قد قال بخلق القرآن
(Ehl'il Hadis) derki: Kur'an; Allah'ın Kelamı'dır ve yaratılmamıştır. Bilakis bir kimse her ne şekilde kıraat edip, telaffuz etse, en güzel biçimde beyan etse de Kur'an göğüslerde saklanıp, dil ile konuşulur ve sayfalarda (Mushaf'da) yazılıdır. Yaratılmamıştır ve herkim Kur'an'ın bizzat kendisini kast ederek, lafzının yaratılmış olduğunu söylerse bu sözüyle Kur'an'ın yaratılmış olduğunu söylemiş olur.
Kulların Fiilleri, Allah Tarafından Yaratılmıştır
ويقولون إنه لا خالق على الحقيقة إلا الله عز وجل ، وأن أكساب العباد كلها مخلوقة لله ، وأن الله يهدي من يشاء ويضل من يشاء ، لا حجة لمن أضله الله عز وجل ، ولا عذر، كما قاله الله عز وجل : { قل فلله الحجة البالغة فلو شاء لهداكم أجمعين } وقال : { كما بدأكم تعودون فريقا حق عليهم الضلالة } وقال : { ولقد ذرأنا لجهنم كثيراَ من الجن والإنس } وقال : { ما أصاب من مصيبة في الأرض ولا في أنفسكم إلا في كتاب من قبل أن نبرأها } ومعنى "نبرأها" أي نخلقها وبلا خلاف في اللغة ، وقال مخبراَ عن أهل الجنة : { الحمد لله الذي هدانا لهذا وما كنا لنهتدي لولا أن هدانا الله } وقال : { أن لو يشاء الله لهدى الناس جميعاَ } وقال : { ولو شاء ربك لجعل الناس أمة واحدة ولا يزالون مختلفين إلا من رحم ربك }
(Ehl'il Hadis) derki; Aziz ve Celil olan Allah'dan başka hakiki yaratıcı yoktur ve kulların kazandıklarının tümü Allah tarafından yaratılmıştır. Allah dilediğine hidayet eder ve dilediğini saptırır. Aziz ve Celil olan (Allah)'ın saptırdıkları için ne bir hüccet vardır ne de bir mazeret. Tıpkı Aziz ve Celil olan (Allah)'ın buyurduğu gibi:
قل فلله الحجة البالغة فلو شاء لهداكم أجمعين
"De ki: En 'üstün ve apaçık' delil Allah'ındır. Eğer O dileseydi elbette tümünüzü hidayete yöneltip iletirdi." (el-Enam 6/149);
كما بدأكم تعودون فريقا حق عليهم الضلالة
"Başlangıçta sizi yarattığı gibi (yine O'na) döneceksiniz, bir kısmına da sapıklık hak oldu." (el-A'raf 7/29-30);
ولقد ذرأنا لجهنم كثيراَ من الجن والإنس
"Andolsun, Cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi hazırladık." (el-A'raf 7/179);
ما أصاب من مصيبة في الأرض ولا في أنفسكم إلا في كتاب من قبل أن نبرأها
"Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da) yazılmış olmasın." (el-Hadid 57/22)
(Ayette geçen) نبرأها kavramı, dilde herhangi bir ihtilaf olmaksızın; yaratma (yoktan varetme) anlamındadır.
(Allah) Cennet ehli hakkında şöyle buyurmaktadır:
الحمد لله الذي هدانا لهذا وما كنا لنهتدي لولا أن هدانا الله
"Hamd, bizi buna eriştiren Allah'a mahsustur. Eğer Allah'ın bizi hidayete erdirmesi olmasaydı, biz hidayete ermiş olamazdık!" (el-A'raf 7/43);
أن لو يشاء الله لهدى الناس جميعاَ
"Eğer Allah dilemiş olsaydı, insanların tümünü hidayete erdirmiş olurdu." (er-Ra'd 13/31);
ولو شاء ربك لجعل الناس أمة واحدة ولا يزالون مختلفين إلا من رحم ربك
"Rabbin dileseydi, insanları tek bir ümmet yapardı. Fakat Rabbinin merhamet ettikleri müstesna, onlar ihtilafa devam edeceklerdir." (Huud 11/118-119)
İnsanlara İsabet Eden Hayır ve Şer Allah'ın Kaderi İledir
ويقولون إن الخير والشر والحلو والمر ، بقضاء من الله عز وجل ، أمضاه وقدره ، لا يملكون لأنفسهم ضرا ولا نفعا إلا ما شاء الله
(Ehl'il Hadis), hayır ve şer, hoşnutluk ve acı'nın Allah'ın kaderi ile olduğunu, (kaderle alakalı alınan kararın) geçmişte olduğunu ve Aziz ve Celil olan Allah'ın kader ettiğini söyler. Onlar, ne zarara ne de faydaya Allah'ın dilediği dışında sahip olamazlar ve hiç bir zaman zenginlik (ve yeterlilik) içinde olmayan Allah'a muhtaç kimselerdir.
Dünya Semasına Nüzul
وإنهم فقراء إلى الله عز وجل ، لا غنى لهم عنه في كل وقت وأنه عز وجل ينزل إلى السماء الدنيا على ما صح به الخبر عن رسول الله صلى الله عليه وسلم ، بلا اعتقاد كيف فيه
(Ehl'il Hadis'in itikadına göre) Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den nakledilen sahih haberler uyarınca ve keyfiyetine i'tikat etmeden; Aziz ve Celil olan Allah dünya semasına (yeryüzüne en yakın göğe) nüzul eder.
Ruyet'ullah (Mü'min Kulların Cennette Allah'ı Görmesi)
ويعتقدون جواز الرؤية من العباد المتقين لله عز وجل في القيامة ، دون الدنيا ، ووجوبها لمن جعل الله ذلك ثواباَ له في الآخرة ، كما قال : { وجوه يومئذِ ناضرة إلى ربها ناظرة } وقال في الكفار : { كلا إنهم عن ربهم يومئذِ لمحجوبون } فلو كان المؤمنون كلهم والكافرون كلهم لا يرونه ، كانوا جميعا عنه محجوبين ، وذلك من غير اعتقاد التجسيم في الله عز وجل ولا التحديد له ، ولكن يرونه جل وعز بأعينهم على ما يشاء هو بلا كيف
(Ehl'il Hadis), Ru'yet'e; Aziz ve Celil olan Allah'ın muttaki (takvalı) kullarının -dünya hayatında değil- ancak Kıyamet Günü'nde, Allah'ı görebileceklerine ve Allah'ın bunu nasip edeceği kimseye, onun Hesap Günü'nde bir elbise olacağına inanır. Allah'ın buyurduğu üzere:
وجوه يومئذِ ناضرة إلى ربها ناظرة
"O gün yüzler ışıl ışıl parlar. Rablerine bakıp durur." (el-Kıyamet 75/22-23)
(Allah) kafirler için de şöyle buyurmuştur:
كلا إنهم عن ربهم يومئذِ لمحجوبون
"Hayır, şüphesiz onlar, Kıyamet Günü Rablerini görmekten hicaplanacaklar (perdelenecek mahrum bırakılacaklar)dır." (el-Mutaffifin 83/15)
Yani; eğer mü'minler ve kafirler Allah'ı görememe de aynı (konumda) olsaydılar, bu durumda hepsi perdelenir Rablerini görmekten mahrum bırakılırlardı.
Aziz ve Celil olan Allah hakkında tecsim olmaksızın ve Allah'a had koymaksızın, onlar Celil ve Aziz olan Allah'ı kendi gözleriyle, Allah'ın dilediği biçimde keyfiyeti bilinmeyen bir şekilde göreceklerdir.
İmanın Hakikatı
ويقولون إن الإيمان قول وعمل ومعرفة ، يزيد بالطاعة وينقص بالمعصية ، من كثرت طاعته أزيد إيماناَ ممن هو دونه في الطاعة
(Ehl'il Hadis,) iman; söz, amel2 ve ilimdir, taat ile artar ve isyan ile azalır; herkim daha çok taatde bulunursa onun imanı daha az taatde bulunandan daha fazla artar der.
Büyük Günah
ويقولون إن أحداَ من أهل التوحيد ومن يصلي إلى قبلة المسلمين ، لو ارتكب ذنباَ ، أو ذنوباَ كثيرة ، صغائر ، أو كبائر ، مع الإقامة على التوحيد لله والإقرار بما التزمه وقبله الله ، فإنه لا يكفر به ، ويرجون له المغفرة ، قال تعالى : { ويغفر ما دون ذلك لمن يشاء }
Ehl'il Hadis, Tevhid ehlinden ve müslümanların kıblesine (yönelerek) namaz kılanlardan bir kimse, Allah'a karşı tevhidi ayakta tutarak ve Allah'ın onlara farz kıldığı biçimde yaşayarak bir ya da daha çok küçük yahut büyük günah işlerse bu durumda bu kimseler günah sebebiyle tekfir edilmez (kafir olmaz) derler ve bu kimselerin bağışlanması için dua ederler. Allah Te'ala şöyle buyurmaktadır:
ويغفر ما دون ذلك لمن يشاء
"(Şüphesiz ki Allah, Kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz bundan başka (günahları) dilediği kimseler için bağışlar." (en-Nisa 4/48; en-Nisa 4/116)
Namazı Terkedenin Durumu
واختلفوا في متعمدي ترك الصلاة المفروضة حتى يذهب وقتها من غير عذر ، فكفره جماعة لما روي عن النبي صلى الله عليه وسلم أنه قال : ( بين العبد وبين الكفر ترك الصلاة ) وقوله : ( من ترك الصلاة فقد كفر ) و : ( من ترك الصلاة فقد برأت منه ذمة الله ) وتأول جماعة منهم . . . بذلك من تركها جاحداَ لها ، كما قال يوسف عليه السلام : { إني تركت ملة قوم لا يؤمنون بالله } ترك جحود الكفر
Onlar (Ehl'il Hadis) özür olmaksızın, farz olan namazı bilinçli bir şekilde vakti çıkana kadar terk eden kimsenin durumu hakkında ise ihtilaf etmiştir. (Ehl'il Hadis'den) bir grup Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)'den rivayet olunan şu hadisler sebebiyle böyle kişileri tekfir etmiştir:
بين العبد وبين الكفر ترك الصلاة
"Kul ile küfür arasında namazın terki vardır." (İbni Mace);
من ترك الصلاة فقد كفر
"Namazı terkeden kimse küfre düşer." (Tirmizi; Nesai);
من ترك الصلاة فقد برأت منه ذمة الله
"Kim namazı terkederse, Allah'ın zimmetinin dışına çıkar." (İbni Mace; Taberani)
Diğer bir grup ise; (bu hadisleri) inkar ederek terkeden kimselerin tekfir edileceği şeklinde te'vil etmiştir. Tıpkı Yusuf (aleyhi selam)'ın dediği gibi:
إني تركت ملة قوم لا يؤمنون بالله
"Şüphesiz ben Allah'a inanmayan bir kavmin dininden uzaklaştım." (Yusuf 12/37)
Yusuf (aleyhi selam) inkar küfrünü terketmiştir.
İslam ve İman
وقال منهم : إن الإيمان قول وعمل ، والإسلام فعل ما فرض على الإنسان أن يفعله ، إذا ذكر كل اسم مضموماَ إلى الآخر ، فقيل : المؤمنون والمسلمون جميعا مفردين أريد بأحدهما معنى لم يرد بالآخر ، وإن ذكر أحد الاسمين شمل الكل وعمهموكثير منهم قالوا : الإسلام والإيمان واحد ، قال عز وجل : { ومن يبتغ غير الإسلام دينا فلن يقبل منه } فلو أن الإيمان غيره لم يقبل منه ، وقال : { فأخرجنا من كان فيها من المؤمنين فما وجدنا فيها غير بيت من المسلمين }ومنهم من ذهب إلى أن الإسلام مختص بالاستسلام لله والخضوع له والانقياد لحكمه فيما هو مؤمن به ، كما قال : { قالت الأعراب آمنا قل لم تؤمنوا ولكن قولوا أسلمنا ولما يدخل الإيمان في قلوبكم } وقال : { يمنون عليك أن اسلموا قل لا تمنوا علي إسلامكم بل الله يمن عليكم أن هداكم للإيمان } وهذا أيضاَ دليل لمن قال هما واحد
(Ehl'il Hadis'den) bazıları iman; söz ve ameldir, İslam; insanoğlunun farzları (yükümlü tutuldukları şeyleri) yerine getirmesidir (demektedir). Eğer birbiriyle alakadar olarak isimlerin hepsinden bahsetmişse, bu durumda şöyle denir: Mü'min ve Müslüman bir manadadır ve bu iki kavram ile diğeri hakkında kasdedilen mana diğeri için kasdedilmemiştir ve eğer bir kimse her iki kavramdan da (aynı anda) bahsetmişse diğerine dahildir ve birbirlerinin manalarını kapsar.
(Ehl'il Hadis'den) birçokları da, İslam ve İman birdir çünkü Aziz ve Celil olan Allah şöyle buyurmaktadır:
ومن يبتغ غير الإسلام دينا فلن يقبل منه
"Kim İslam'dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecektir." (Al-i İmran 3/85)
dolayısıyla eğer İman öbüründen (yani İslam'dan) farklı ise, bu (insanlardan din olarak) kabul edilmeyecek (demek)tir. Allah (azze ve celle) şöyle buyurmaktadır:
فأخرجنا من كان فيها من المؤمنين فما وجدنا فيها غير بيت من المسلمين
"Mü'minlerden orda kim varsa çıkardık. Ne var ki, orda müslümanlardan olan bir ev halkından başkasını bulmadık." (ez-Zariyat 51/35-36)
(Ehl'il Hadis arasında) İslam'ın, Allah'a teslim olma, Allah'a itaat ve Allah'ın hükmüne boyun eğmesine has olduğunu söyleyenler de vardır. Çünkü Allah şöyle buyurmaktadır:
قالت الأعراب آمنا قل لم تؤمنوا ولكن قولوا أسلمنا ولما يدخل الإيمان في قلوبكم
"Bedeviler, dedi ki: İman ettik. De ki: Siz iman etmediniz; ancak İslam (müslüman veya teslim) olduk deyin. İman henüz kalplerinize girmiş değildir." (el-Hucurat 49/14)
ve şöyle buyurmaktadır:
يمنون عليك أن اسلموا قل لا تمنوا علي إسلامكم بل الله يمن عليكم أن هداكم للإيمان
"Müslüman oldular diye sana minnet etmektedirler. De ki: Müslümanlığınızı bana karşı minnet (konusu) etmeyin. Tam tersine, sizi imana yönelttiği için Allah size minnet etmektedir." (el-Hucurat 49/17)
Bu, İman ve İslam'ın bir olduğunu söyleyenlerin de delilidir.
Şefa'at, Havz, Ahiret, Hesap
ويقولون إن الله يخرج من النار قوما من أهل التوحيد بشفاعة الشافعين ، وأن الشفاعة حق ، والحوض حق ، والمعاد حق ، والحساب حق
(Ehl'il Hadis) ayrıca, Allah'ın tevhid ehlinden bir kavmi şefa'atçilerin şefa'ati ile ateşten çıkaracağını ve şefa'atin, havzın, ahiretin ve hesabın hak olduğunu söylerler.
Muvahhidler Hakkında; Cennetlik yada Cehennemlik Olduklarına Dair Şahitlik
ولا يقطعون على أحد من أهل الملة أنه من أهل الجنة أو من أهل النار ، لأن علم ذلك يغيب عنهم ، لا يدرون على ماذا الموت ؟ أعلى الإسلام ؟ أم على الكفر ؟ ولكن يقولون إن من مات على الإسلام مجتنبا للكبائر والأهواء والآثام ، فهو من أهل الجنة ، لقوله تعالى : { إن الذين آمنوا وعملوا الصالحات } ولم يذكر عنهم ذنبا { أولئك خير البرية جزاؤهم عند ربهم جنات عدن } ومن شهد له النبي صلى الله عليه وسلم بعينه وصح له ذلك عنه ، فإنهم يشهدون له بذلك ، اتباعا لرسول الله صلى الله عليه وسلم وتصديقا لقوله
(Ehl'il Hadis) ayrıca, Ehli Millet'ten olan kimselerin Cennetlik mi yoksa Cehennemlik mi oldukları hususunda yorum yapmazlarlar. Çünkü bunun ilmi onlar tarafından bilinmemekte; bir kimsenin iman üzere mi yoksa küfür üzere mi öldüğünü bilmemektedirler. Lakin, bir kimse İslam üzere, büyük günahlardan, hevadan ve kötü amellerden kaçınmış olarak ölürse o kişinin Allah'ın şu kavli gereği cennetlik olduğunu söylerler:
إن الذين آمنوا وعملوا الصالحات
"Şüphesiz, iman edip, salih ameller işleyenler var ya;"(el-Beyyine 98/7)
Burada onlar hakkında günahtan bahsetmemiştir:
أولئك خير البرية جزاؤهم عند ربهم جنات عدن
"İşte onlar yaratıkların en hayırlısıdırlar. Rableri katında onların mükafatı, içinde ebedi kalıcılar olmak üzere altından ırmaklar akan Adn Cennetleridir." (el-Beyyine 98/8)
Üstelik Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)'in haklarında (Cennetlik oldukları hususunda) şehadette bulundukları kimseler için, eğer bu (şehadet) Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den sahih olarak rivayet edildiği ispatlanırsa bu durumda (Ehl'il Hadis de) onlar hakkındaki bu şehadeti Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e ittiba ederek ve onun sözünün tasdik ederek dile getirirler.
Kabir Azabı
ويقولون إن عذاب القبر حق ، يعذب الله من استحقه إن شاء ، وإن شاء عفى عنه ، لقوله تعالى : { النار يعرضون عليها غدواّ وعشياّ ويوم تقوم الساعة أدخلوا آل فرعون أشد العذاب } فأثبت لهم ما بقيت الدنيا عذابا بالغدو والعشي دون ما بينهما ، حتى إذا قامت القيامة عذبوا أشد العذاب ، بلا تخفيف عنهم كما كان في الدنيا ، وقال : { ومن أعرض عن ذكري فإن له معيشة ضنكاَ } يعني قبل فناء الدنيا ، لقوله بعد ذلك : { ونحشره يوم القيامة أعمى } بين أن المعيشة الضنك قبل يوم القيامة ، وفي معاينتنا اليهود والنصارى والمشركين في العيش الرغد والرفاهية في المعيشة ما يعلم به انه لم يرد به ضيق الرزق في الحياة الدنيا لوجود مشركين في سعة من أرزاقهم ، وإنما أراد به بعد الموت ، قبل الحشر
Ehl'il Hadis ayrıca, kabir azabının hak olduğunu söyler. Allah (celle celaluhu) dilerse (cezayı) hakeden kimseyi cezalandırır, dilerse affeder. Allah Te'alanın şu ayeti sebebiyle (Ehl'il Hadis bu şekilde inanır):
النار يعرضون عليها غدواّ وعشياّ ويوم تقوم الساعة أدخلوا آل فرعون أشد العذاب
"Onlar sabah-akşam ateşe sunulurlar. Kıyamet koptuğu gün de: Firavun hanedanını azabın en çetinine sokun! denilir." (Ğafir 40/46)
Yani, şu anda içinde bulundukları yaşamın (kabir hayatı) sabahlarında ve akşamlarında, aralarında bulunan hariç Kıyamet Günü gelene kadar onlara çok şiddetli azalma olmaksızın- azab sunulur şu anda bulundukları yaşamda olduğu gibi.
Allah şöyle buyurmuştur:
ومن أعرض عن ذكري فإن له معيشة ضنكاَ
"Kim de benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır." (Ta-Ha 20/124)
yani, dünya son bulduktan sonra manasında çünkü Allah (aynı ayetin devamında) şöyle buyurmaktadır:
ونحشره يوم القيامة أعمى
"...ve Kıyamet Günü onu kör olarak haşrederiz." (Ta-Ha 20/124)
Bu (ayet) sıkıntılı geçimin (kabir hayatı), Kıyamet Günü'nden önce geldiğini açıklamaktadır. Gözlemlerimize göre, Yahudiler, Hıristiyanlar ve müşrikler bu dünya hayatında rahatlık ve bir refah içerisinde bir yaşam ile (yaşamın) tadını çıkarmaktadırlar. Allah'ın bu dünya (hayatın)da rızkı daraltmak istediği bilinmemektedir, bu müşriklerin sahip oldukları rızıklarının çokluğu sebebiyle bilinmektedir. Aksine, Allah bunun (zorluk hayatının) ölümden sonra ve haşr (insanların dirilişten sonra hesaba çekilmek üzere bir araya toplanmasın)dan önce olmasını kast etmiştir.
Münker ve Nekir'in Kabirde Sorgusu
ويؤمنون بمسألة منكر ونكير على ما ثبت به الخبر عن رسول الله صلى الله عليه وسلم ، مع قول الله تعالى : { يثبت الله الذين آمنوا بالقول الثابت في الحياة الدنيا وفي الآخرة ويضل الله الظالمين ويفعل الله ما يشاء } وما ورد تفسيره عن النبي
(Ehl'il Hadis) ayrıca, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den varid olan haberlere ve Allah Te'alanın:
يثبت الله الذين آمنوا بالقول الثابت في الحياة الدنيا وفي الآخرة ويضل الله الظالمين ويفعل الله ما يشاء
"Allah, iman edenleri, dünya hayatında ve ahirette sapasağlam sözle sebat içinde kılar. Zalimleri de şaşırtıp saptırır; Allah dilediğini yapar." (İbrahim 14/27)
kavliyle beraber, Münker ve Nekir (isimli sorgu meleklerin)'e iman ederler. Aynı zamanda Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)'den bu ayetin tefsiriyle (açıklamasıyla) alakalı nakledilenler (sebebiyle) de.
Dinde; Çekişme ve Ayrılıktan Kaçınma
ويرون ترك الخصومات والمراء في القرآن وغيره ، لقول الله عز وجل : { وما يجادل في آيات الله إلا الذين كفروا } يعني يجادل فيها تكذيبا بها والله اعلم
(Ehl'il Hadis), Kur'an hakkında ve başka konularda husumetten ve ayrılıktan Aziz ve Celil olan Allah'ın:
وما يجادل في آيات الله إلا الذين كفروا
"Allah'ın ayetleri hakkında inkar edenlerden başkası tartışmaya girişmez." (Ğafir 40/4)
buyruğu sebebiyle kaçınır. Yani cedel yapmak (hakkında tartışmak) onu tekzib (inkar) etmenin bir çeşididir anlamında Allahu alem.
Raşid Halifeler
ويثبتون خلافة أبي بكر رضي الله عنه بعد رسول الله صلى الله عليه وسلم ، باختيار الصحابة إياه ، ثم خلافة عمر بعد أبي بكر رضي الله عنه باستخلاف أبي بكر إياه ، ثم خلافة عثمان رضي الله عنه باجتماع أهل الشورى وسائر المسلمين عليه عن أمر عمر ، ثم خلافة علي بن أبي طالب رضي الله عنه عن بيعة من بايع من البدريين عمّار بن ياسر ، وسهل بن حنيف ، ومن تبعهما من سائر الصحابة مع سابقه وفضله
(Ehl'il Hadis,) Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den sonra, Ebu Bekir (radiyallahu anh)'ın hilafetini sahabenin onu seçmesi sebebiyle ispat eder, Ebu Bekir (radiyallahu anh)'dan sonraki halife Ömer (radiyallahu anh)'ın hilafetini, Ebu Bekir (radiyallahu anh)'ın onu kendisinden sonraki halife olarak ataması sebebiyle, sonra Osman (radiyallahu anh)'ın hilafetini, Ömer (radiyallahu anh)'ın emri sebebiyle şuranın ve diğer müslümanların icması sebebiyle ve Ali ibni Ebi Talib (radiyallahu anh)'ın hilafetini, Bedir Savaşı'na iştirak etmiş olanların bey'atına ve buna ek olarak Ammar ibni Yasir (radiyallahu anhuma ajmain), Sehl ibni Hanif (radiyallahu anh) ve sahabeden geriye kalanlardan bahsi geçen ve fazileti ile onları takip edenlerin beyatına dayanarak kabul ederler.
Sahabe Arasında Mukayese
ويقولون بتفضيل الصحابة رضي الله عنهم ، لقوله : { لقد رضي الله عن المؤمنين إذ يبايعونك تحت الشجرة } وقوله : { والسابقون الأولون من المهاجرين والأنصار والذين اتبعوهم بإحسان رضي الله عنهم
(Ehl'il Hadis, sahabenin (radiyallahu anhum) mukayese edilmesi ile alakalı Allah'ın buyurduğunun aynısını söyler:
لقد رضي الله عن المؤمنين إذ يبايعونك تحت الشجرة
"Andolsun, Allah, sana o ağacın altında biat ederlerken mü'minlerden razı olmuştur." (el-Fetih 48/18);
والسابقون الأولون من المهاجرين والأنصار والذين اتبعوهم بإحسان رضي الله عنهم
"İslam'ı ilk önce kabul eden muhacirler ve ensar ile, iyilikle onlara uyanlar var ya, Allah onlardan razı olmuştur." (et-Tevbe 9/100)
Sahabeyi Hor Görüp Onlar Hakkında Kötü Konuşanlar
ومن أثبت الله رضاه عنه لم يكن منهم بعد ذلك ما يوجب سخط الله عز وجل ، ولم يوجب ذلك للتابعين إلا بشرط الإحسان ، فمن كان من التابعين من بعدهم يتنقصهم لم يأت بالإحسان ، فلا مدخل له في ذلك ومن غاظه مكانهم من الله فهو مخوف عليه ما لا شيء أعظم منه ، لقوله عز وجل : { محمد رسول الله والذين معه } إلى قوله { ومثلهم في الإنجيل كزرع أخرج شطأه فآزره فاستغلظ فاستوى على سوقه يعجب الزراع ليغيظ بهم الكفار } فأخبر أنه جعلهم غيظا للكافرين وقالوا بخلافتهم ، لقول الله عز وجل : { وعد الله الذين آمنوا منكم وعملوا الصالحات} فخاطب بقوله { منكم } من ولد الآن وهو مع النبي صلى الله عليه وسلم على دينه ، فقال بعد ذلك : { وليستخلفنهم في الأرض كما استخلف الذين من قبلهم وليمكنن لهم دينهم الذي ارتضى لهم وليبدلنهم من بعد خوفهم أمنا يعبدونني لا يشركون بي شيئا } فمكن الله بأبي بكر وعمر وعثمان الدين ، وعد الله آمنين يغزون ولا يغزون ، ويخيفون العدو ولا يخيفهم العدو وقال عز وجل للذين تخلفوا عن نبيه في الغزوة التي ندبهم الله عز وجل بقوله : { فإن رجعك الله إلى طائفة منهم فاستئذنوك للخروج فقل لن تخرجوا معي أبدا ولن تقاتلوا معي عدوا إنكم رضيتم بالقعود أول مرة فاقعدوا مع الخالفين } فلما لقوا النبي صلى الله عليه وسلم يسألونه الإذن في الخروج للعدو فلم يأذن لهم ، أنزل الله عز وجل : { سيقول المخلفون إذا انطلقتم إلى مغانم لتأخذوها ذرونا نتبعكم يريدون أن يبدلوا كلام الله قل لن تتبعونا كذلك قال الله من قبل فسيقولون بل تحسدوننا بل كانوا لا يفقهون إلا قليلا } وقال لهم : { قل للمخلفين من الأعراب ستدعون إلى قوم أولي بأس شديد تقاتلونهم أو يسلمون فإن تطيعوا يؤتكم الله أجرا حسنا وإن تتولوا كما توليتم من قبل يعذبكم عذابا أليما } والذين كانوا في عهد رسول الله صلى الله عليه وسلم أحياء خوطبوا بذلك لما تخلفوا عنه ، وبقي منهم في خلافة أبي بكر وعمر وعثمان رضي الله عنهم ما أوجب لهم بطاعتهم إياهم الأجر وبترك طاعتهم العذاب الأليم ، إيذانا من الله عز وجل بخلافتهم رضي الله عنهم ولا جعل في قلوبنا غلا لأحد منهم ، فإذا أثبتت خلافة واحد منهم انتظم منها خلافة الأربعة
Allah'ın kendisinden razı olduğu sabit olduktan sonra artık Aziz ve Celil olan Allah'ın gazabına uğramaz. Tabiine de bu (gazab) ihsan şartı ile uğramaz. Her kim de, tabiinde nakısa ararsa bu ihsandan ileri gelmeyeceği gibi iyi bir huy da değildir. Allah'ın katındaki yerlerinden dolayı (mü'minlere) kızgın olan her kimse(nin akıbeti) için; (suçun) bundan daha büyüğü olmadığı düşünülerek korkulur, Aziz ve Celil olan Allah Te'ala şöyle buyurur:
محمد رسول الله والذين معه } إلى قوله { ومثلهم في الإنجيل كزرع أخرج شطأه فآزره فاستغلظ فاستوى على سوقه يعجب الزراع ليغيظ بهم الكفار }
"Muhammed, Allah'ın Resulü'dür ve onunla beraber olanlar..." kavlinden: "...Onlar filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ziraatçıların hoşuna giden bir ekin gibidirler. Allah, kendileri sebebiyle inkarcıları öfkelendirmek için onları böyle sağlam ve dirençli kılar...." kavline kadar. (el-Fetih 48/29)
yani Allah bildirmektedir ki, mü'minleri kafirler için kızgınlık kaynağı yapmıştır.
(Ehl'il Hadis,) onların hilafeti için Allah'ın buyurduğu gibi söyler:
وعد الله الذين آمنوا منكم وعملوا الصالحات
"Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir." (en-Nur 24/55)
yani Allah: منكم"içinizden" buyruğu ile Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında doğmuş olanları dinleri hususunda hitap etmektedir. Bundan sonra şöyle buyurmaktadır:
وليستخلفنهم في الأرض كما استخلف الذين من قبلهم وليمكنن لهم دينهم الذي ارتضى لهم وليبدلنهم من بعد خوفهم أمنا يعبدونني لا يشركون بي شيئا
"Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği (İslam) dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibadet ederler ve bana hiç bir şeyi ortak koşmazlar." (en-Nur 24/55)
bu münasebetle, Allah; Ebu Bekir (radiyallahu anh), Ömer (radiyallahu anh) ve Osman (radiyallahu anh) ile dini güçlendirdi; bu Allah'ın onların inançları (emin olmaları) ile ilgili vadidir, onlar fethederler ama işgal edilmezler, düşmanlarını korkuturlar ama düşmanları tarafından korkutulmazlar.
Aziz ve Celil olan Allah, gazvede Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)'den geride kalan kimseler hakkında şöyle buyurmuştur:
إن رجعك الله إلى طائفة منهم فاستئذنوك للخروج فقل لن تخرجوا معي أبدا ولن تقاتلوا معي عدوا إنكم رضيتم بالقعود أول مرة فاقعدوا مع الخالفين
"Eğer (bundan böyle) Allah seni onlardan bir zümrenin yanına döndürür de, onlar (sefere) çıkmak için senden izin isterlerse, de ki: Artık siz benimle birlikte ebediyyen çıkmayacak ve benimle birlikte hiçbir düşmanla asla savaşmayacaksınız. Çünkü siz baştan yerinizde oturup kalmaya razı oldunuz. Şimdi de geri kalan (kadın ve çocuk)larla birlikte oturun." (et-Tevbe 9/83)
yani onlar Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)'i bulduklarında düşmana karşı savaşa gitmek için izin istediler ancak (Rasulullah) onlara müsaade etmedi. Aziz ve Celil olan Allah bu ayeti vahyetti:
سيقول المخلفون إذا انطلقتم إلى مغانم لتأخذوها ذرونا نتبعكم يريدون أن يبدلوا كلام الله قل لن تتبعونا كذلك قال الله من قبل فسيقولون بل تحسدوننا بل كانوا لا يفقهون إلا قليلا
"(Savaştan) geride bırakılanlar, siz ganimetleri almaya gittiğiniz zaman diyeceklerdir ki: Bizi bırakın da sizinle gelelim. Onlar, Allah'ın Kelamı'nı değiştirmek istiyorlar. De ki: siz, kesin olarak bizim izimizden gelemezsiniz. Allah, daha evvel böyle buyurdu. Bunun üzerine: Hayır, bizi kıskanıyorsunuz! diyecekler. Hayır, onlar pek az anlayan kimselerdir." (el-Fetih 48/15)
ve onlara şöyle dedi:
قل للمخلفين من الأعراب ستدعون إلى قوم أولي بأس شديد تقاتلونهم أو يسلمون فإن تطيعوا يؤتكم الله أجرا حسنا وإن تتولوا كما توليتم من قبل يعذبكم عذابا أليما
"Bedevilerin (savaştan) geri bırakılanlarına de ki: Siz, güçlü kuvvetli bir kavme karşı teslim oluncaya kadar savaşmaya çağrılacaksınız. Eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükafat verir. Ama önceden döndüğünüz gibi yine dönerseniz, Allah sizi elem dolu bir azaba uğratır." (el-Fetih 48/16)
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den geride kalarak, bu ayette uyarılanlar Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında hayatta olanlardır. Onlardan bazıları Ebu Bekir (radiyallahu anh), Ömer (radiyallahu anh) ve Osman (radiyallahu anh) zamanında hala hayattaydılar ve halifelere itaat etmek onlara büyük ecir kazandırırdı, itaatsizlik ise onlara elim bir azap kazandırırdı. Bizim onların Allah onlardan razı olsun- hilafetleri hakkındaki beyanımız Aziz ve Celil olan Allah'tandır ve Allah bizim kalplerimize onlardan herhangi biri aleyhinde kin koymamıştır dolayısıyla eğer onlardan birinin hilafeti tesbit olunursa bundan sonra dört halifenin her birinin hilafeti tesbit edilmiş olur.
Salih Olsun Fasık Olsun Müslüman Her İmamın Arkasında Cuma Namazı
ويرون الصلاة -الجمعة وغيرها- خلف كل إمام مسلم برا كان أو فاجرا ، فإن الله عز وجل فرض الجمعة وأمر بإتيانها فرضا مطلقا ، مع علمه تعالى بان القائمين يكون منهم الفاجر والفاسق ، ولم يستثن وقتا دون وقت ، ولا أمرا بالنداء للجمعة دون أمر
(Ehl'il Hadis), cuma veya diğer farz namazları bütün Müslüman imamların arkasında -Birr (salih) olsun facir olsun- kılarlar. Şüphe yok ki, Aziz ve Celil olan Allah cuma namazını mutlak bir farz kılmıştır. Allah Te'ala ilmiyle, bazı yöneticilerin ortaya çıkabileceğini ve facir yahut fasık olabileceğini bilmektedir ancak cuma (kılmak) için cuma vaktinden başka herhangi bir zamanı ayrı tutmamış ne de (geçerli) bir sebep olmaksızın cumanın belirlenmiş vaktinin dışında kılınması için çağrı yapma emri vermemiştir.
Zalim Dahi Olsa Yöneticilerle Cihada Katılmak
ويرون جهاد الكفار معهم ، وإن كانوا جورة ، ويرون الدعاء لهم بالصلاح والعطف إلى العدل ، ولا يرون الخروج بالسيف عليهم ، ولا قتال الفتنة ، ويرون قتال الفئة الباغية مع الإمام العادل ، إذا كان ووجد على شرطهم في ذلك
(Ehl'il Hadis,) kafirlere karşı zalim dahi olsa yöneticilerle birlikte cihada katılmanın (caizliğine) ve onların salahı (iyiliği) ve adil olmaları için dua edilmesi gerektiğine inanırlar. Ne yöneticilere karşı kılıçla isyan etmenin caiz olduğu görüşünü ne de fitne çıkarmak için savaşmayı caiz kabul etmezler. Adil yöneticinin yanında adil bir yönetici bulunduğu ve savaş için gerekli şartlar oluştuğunda- bağilerle (asilerle) savaşmayı caiz kabul ederler.
Dar'ul İslam
ويرون الدار دار الإسلام لا دار الكفر كما رأته المعتزلة ، مادام النداء بالصلاة والإقامة ظاهرين وأهلها ممكنين منها آمنين
(Ehl'il Hadis), "Dar'ul İslam'ı (İslam Diyarı'nı)", Mu'tezile'nin "Dar'ul Küfür (Küfür Diyarı)" olarak görmesinin aksine, namaz için ezan ve kametin açıkça okunduğu ve insanların (müslümanların) sayesinde güçlendiği ve güvende olduğu bir yer olduğu müddetçe- "Dar'ul İslam (İslam Diyarı)" olarak görürler.
Kulların Amelleri Allah'ın Lütfu Olmaksızın Bir Kimsenin Cennete Girmesini Sağlayamaz
ويرون أن أحدا لا تخلص له الجنة ، وإن عمل أي عمل ، إلا بفضل الله ورحمته التي يخص بهما من يشاء ، فإن عمله للخير وتناوله الطاعات إنما عن فضل حجة ولا عذر ، كما قال الله : { ولولا فضل الله عليكم ورحمته ما زكى منكم من أحد أبدا ولكن الله يزكي من يشاء } ، { ولولا فضل الله عليكم ورحمته لاتبعتم الشيطان إلا قليلا } وقال : { يختص برحمته من يشاء }
(Ehl'il Hadis, bir kimse salih olan) hangi amelde bulunursa bulunsun Allah'ın, dilediğine has kıldığı fazlı ve rahmeti olmaksızın cennete gitmeyi garantilemeyeceğine inanır. Allah dilediğini hayra dair ilmiyle ve itaati -özür olarak kabul edişiyle değil- ondan güzel bir hüccet olarak kabul etmesi ile seçer, Allah'ın buyurduğu üzere:
ولولا فضل الله عليكم ورحمته ما زكى منكم من أحد أبدا ولكن الله يزكي من يشاء
"Eğer Allah'ın size lütfu ve merhameti olmasaydı, sizden hiçbiriniz asla temize çıkamazdı. Fakat Allah, dilediği kimseyi tertemiz kılar." (en-Nur 24/21);
ولولا فضل الله عليكم ورحمته لاتبعتم الشيطان إلا قليلا
"Allah'ın size lütfu ve merhameti olmasaydı, pek azınız hariç, muhakkak şeytana uyardınız." (en-Nisa 4/83);
يختص برحمته من يشاء
"Oysa Allah rahmetini dilediğine tahsis eder." (el-Bakara 2/105)
Allah Te'ala Rezzak'tır
وإن الله تعالى يرزق كل حي مخلوق رزق الغذاء الذي به قوام الحياة ، وهو يضمنه الله لمن أبقاه من خلقه ، وهو الذي رزقه من حلال أو من حرام ، وكذلك رزق الزينة الفاضل عما يحيا به
(Ehl'il Hadis inancında) Allah bütün canlılara rızkı temin eder, hayatlarını devam ettirsinler diye onlara rızık verir. Allah, mahlukattan (canlı) bulunanlara rızkı temin eden ve onları helal yada haram ile rızıklandırandır. Bunun gibi, süsü ve yaşamın devamı için kullanılan şeyleri de temin eder.
Allah Şeytanları ve Fısıldadıklarını Yaratandır
ويؤمنون بأن الله تعالى خلق الشياطين توسوس للآدميين ويخدعونهم ويغرونهم ، وأن الشيطان يتخبط الإنسان
(Ehl'il Hadis), Allah'ın, şeytanları yarattığına, insanoğlunu aldatıp, kandırmak ve böylelikle insanoğluna müdahelede bulunmak için vesvesede bulunduklarına iman ederler.
Büyü ve Büyücüler
وأن في الدنيا سحرا وسحرة ، وان السحر واستعماله كفر من فاعله ، معتقدا له، نافعا ضارا بغير إذن الله
Bu dünya hayatında sihir ve sihirbazlar bulunmaktadır. Sihri, Allah'ın izni olmaksızın fayda ve zarar vereceğine i'tikad ederek yapan kimse kafirdir.
Bid'atin ve Ehl-i Bid'atin Terkedilmesi
ويرون مجانبة البدعة والآثام ، والفخر ، والتكبر ، والعجب ، والخيانة ، والدغل ، والسعاية ، ويرون كف الأذى وترك الغيبة إلا لمن أظهر بدعة وهو يدعو إليها ، فالقول فيه ليس بغيبة عندهم
(Ehl'il Hadis,) bid'atten, günahlardan, övünmekten, kibirden, boş gururdan, hainlikten, sapkınlıktan ve iftiradan kaçınmak gerektiğine inanır. (Ehl'il Hadis,) insanlara zarar vermenin ve gıybetin açıktan bid'at işleyen ve insanları bid'atine çağıran kimseler müstesna (çünkü) bu kimse hakkında konuşmak (Ehl'il Hadis nezdinde) gıybet sayılmaz- terkedilmesi gerektiğine inanır.
İlim
ويرون تعلم العلم وطلبه من مظانه ، والجد في تعلم القرآن وعلومه وتفسيره ، وسماع سنن الرسول صلى الله عليه وسلم وجمعها والتفقه فيها ، وطلب آثار الصحابة والكف عن الوقيعة فيهم
(Ehl'il Hadis,) ilmin kaynağından aranması gerektiğine inanır. (Ehl'il Hadis'e göre) Kur'an; (Kur'an) ilimleri ve tefsiri öğrenilirken; Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in hadislerinin derlemelerini dinlerken, öğrenirken ve sahabe asarlarını öğrenirken ciddiyet takınmalı ve hepsinin üzerinde fıkıh etmelidir.
Sahabe Hakkında Gıybetten ve Kötü Konuşmaktan Kaçınmak
وتأول القبيح عليهم ، ويكلونهم فيما جرى بينهم على التأويل إلى الله عزّ وجل
(Ehl'il Hadis) ayrıca, sahabenin gıybetini etmekten (onlar arasında ki olaylardan bahsetmekten) ve onlara kötülükler atfetmekten kaçınır. (Ehl'il Hadis) onların arasında geçenleri ve te'vilini (yorumunu) Aziz ve Celil olan Allah'a bırakır.
Cema'at Olma, Emri bi'l Ma'ruf ve'n Nehyi an'il Münker, Cahillerden Yüz Çevirme
مع لزوم الجماعة ، والتعفف في المأكل والمشرب والملبس ، والسعي في عمل الخير ، والأمر بالمعروف والنهي عن المنكر ، والإعراض عن الجاهلين حتى يعلموهم ويبينوا لهم الحق ، ثم الإنكار والعقوبة من بعد البيان وإقامة العذر بينهم ومنهم
(Ehl'il Hadis), cema'at olmanın gerekliliğine, yerken, içerken, giyinirken, hayrı yapmak için uğraş vermenin ve Emri bi'l Ma'ruf ve'n Nehyi an'il Münker yapmanın (iyiliği emredip kötülükten men etmenin), cahillerden -kendilerine hak öğretilip (mesele) netleştirilene kadar- uzak durmanın ve özrün ikamesi yapıldıktan sonra eleştiri ve cezalandırmanın başlayacağına ve (onların hakkı öğrenip hakka teslim olmalarından) sonra onlarla aralarında (cahillere olan eleştiri ve kınamadan dolayı oluşan öfke ve kızgınlığın yerine onları) affetmenin tesis edilmesi gerektiğine inanır.
Ehl'il Hadis, Fırkat'un Naciye Mezhebinin Bulunmasının Zorunluluğu ve Buna Olan İhtiyaç
هذا أصل الدين والمذهب ، اعتقاد أئمة أهل الحديث ، الذين لم تشنهم بدعة ، ولم تلبسهم فتنة ، ولم يخفوا إلى مكروه في دين ، ولا تفرقوا عنه واعلموا أن الله تعالى أوجب في كتابه محبته ومغفرته لمتبعي رسوله صلى الله عليه وسلم في كتابه ، وجعلهم الفرقة الناجية والجماعة المتبعة ، فقال عزّ وجلّ لمن ادعى أنه يحب الله عز وجل : { قل إن كنتم تحبون الله فاتبعوني يحببكم الله ويغفر لكم ذنوبكم }
Bu, dinin ve mezhebin aslıdır. Bu Eimmeti Ehl'il Hadis'in (ehli hadis imamlarının) ki hiçbir bid'at onları utandırmamış ne de hiçbir fitne onlara bulaşmamıştır- inancıdır onlar (Ehl'il Hadis,) İslam'da mekruh olan hiçbir amele karşı gizlenmez ve bu (Sırat-ı Müstakim olan hak) yoldan ayrılmazlar.
Bil ki, Allah Te'ala Kitab'ında sevgisini ve bağışlayıcılığını, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i takip edenler için gerekli kılmıştır. Allah onları Fırkat'un Naciye (kurtuluşa eren fırka) ve Cema'at'ul Mutabiye (tabi olan cema'at) kılmıştır. Aziz ve Celil olan Allah, Aziz ve Celil olan Allah'ı sevdiğini söyleyen herkese şöyle buyurmaktadır:
قل إن كنتم تحبون الله فاتبعوني يحببكم الله ويغفر لكم ذنوبكم
"(Ey Muhammed!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın." (Al-i İmran 3/31)
Hatime
نفعنا الله وإياكم بالعلم ، وعصمنا بالتقوى من الزيغ والضلالة بمنه ورحمته
Allah bizleri ve sizi ilimle menfaatlendirsin ve bizleri takva ile lütfu ve rahmeti ile- sapkınlıktan ve sapıklıtan korusun!
***
İmam Ebu Bekir Muhammed ibni İsmail ibni Mehran en-Nisaburi, el-Curcani Hayatı (277-371H)
Ebu Bekir Ahmed ibni İbrahim ibni İsmail ibn'ul Abbas el-Curcani el-İsmaili. Büyükbabası İsmail ibn'ul Abbas'a atfen el-İsmaili olarak bilinir. Hicri 283 yılında daha altı yaşındayken hadis yazmaya başlamış, Horasan, Bağdat, Kufe, Basra, Rey, Hamdan, Enbar, Mekke ve daha birçok yere hadis dinlemek üzere seferler düzenlemiştir. Muhaddis bir ailden gelmektedir. Şeyhleri arasında İbni Huzeyme ve İbni Ebi Şeybe de bulunmaktadır. Darekutni, İbni Sahin, İbni Batta el-Ukberi ve Ebu Bekir el-Acurri gibi Huffaz ile aynı kuşakta yer almıştır.
Kendisinden Hadis ve ilim aldığı şeyhleri arasında; İshak ibni Rahaveyh, Hişam ibni Ammar, Hermele ibni Yahya, İsa ibni Zağbe, Muhammed ibni Bekkir, Ebi Himmet Muhammed ibni Yusuf el-Zubeydi, Muhammed ibni Remh, Ebi Na'im el-Halebi, Ebi Kerib ve daha birçoklerı bulunmaktadır.
Talebeleri ve kendisinden nakledenler arasında; Refika İbrahim ibni Ebi Talib, Ebu'l Abbas es-Surec, İbn'uş Şerki, Ahmed ibni Ali er-Razi, Muhammed ibn'ul Ehrem, es-Sizci, İsmail ibni Necid, Ali ibni Hamşet ve oğlu Ahmed ibni Muhammed bulunmaktadır.
Ehl-i Sünnet'in bu büyük İmamı hakkında İbni Kesir şunları nakleder: "Ahmed ibni İbrahim ibni İsmail ibni Abbas Ebu Bekir el-İsmaili el-Cürcani. Büyük bir hadis hafızı idi. Hadis toplamak amacıyla çeşitli memleketlere seyahatlerde bulundu. Çok hadis dinledi; rivayet etti, hadislerin tahricini yaptı, eser tasnif etti. Faydalı ve güzel eserler ortaya koydu. Güzel tenkitler yaptı. İ'tikadı sağlam bir kimseydi. Çok faydalar içeren ve Buhari'nin Sahih'i üzerine bir kitap tasnif etti. Bu kitabında önemli bilgiler vardır. Darekutni dedi ki: "Birçok defalar onun yanına gitmeye niyetlendim, ama nasib olmadı." İsmaili, yetmişdört yaşındayken bu senenin Receb ayının onunda Cumartesi günü vefat etti. Allah ona rahmet etsin." (İbni Kesir, el-Bidaye ve'n Nihaye, 11/317, Hicretin Üçyüzyetmişbirinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler)
Hakim onun hakkında şöyle der: "el-İsmaili zamanında eşi bulunmaz bir kimseydi. Muhaddislerin ve fukahanın şeyhiydi. Onların yanında, liderlikte, yiğitlikde ve cömertlikte en muhteşem olanıydı." (Zehebi, Siyer, 16/294)
Semani ise şöyle demektedir: "Cürcan halkının imamı, hadis ve fıkıhda kendisine başvurulan ... kendisinden bahsedilenler arasında en çok dikkat çeken(dir)." (el-Ensab, 1/139)
İbn'ul Hadi onun İmam, hafız, alimlerin en üstünlerinden, Şafii Mezhebi'nin en üst tabakasından bir alim olduğunu söyler. (Tabakat'ul Ulema el-Hadis, 3/140)
Zehebi de şu ifadelerle onu tanıtır: "İmam, Hafız, Şeyh'ul İslam!" (Zehebi, Siyer, 16/292; Zehebi, Tezkiret'ul Huffaz, 3/947) Zehebi birbaşka yerde şunları söyler: "el-İsmaili, İslam'ın meşayihinden Şeyh'ul İslamlar'dan biri olup hadisde ve fıkıhda imamdı. Ebu İshak, Tabakat'ul Fukaha eş-Şafiiyye adlı eserinde şöyle demektedir: Ebu Bekir hem fıkıhı hem de hadisi bir arada bilen bir kimseydi. Hem din hem dünyada bir başdı. es-Sahih (el-Mustahrac ala Sahih el-Buhari) isimli eserini telif etmiştir. Cürcan fakihleri ondan ilim öğrenmiştir. Hamza es-Sehmi dedi ki: 371'de Cürcan'da doksandört yaşında vefat etti." (Zehebi, el-Uluv li'l Aliyy'il Azim) Zehebi, Siyer'de (16/292) de onun 371H yılında doksandört yaşında vefat ettiğini bildirir.
İ'tikadu Eimmet'il Hadis isimli risale el-İsmaili'ye birçokları tarafından nisbet edilmiştir. Büyük İmamlardan Ebu Osman es-Sabuni (449H), "Akidet'us Selef ve'l Ashab'il Hadis" isimli eserinde, Şeyh'ul İslam İbni Teymiyye "Mecma'ul Feteva" isimli eserinde Sabuni'nin bu eserden nakilde bulunduğune belirtmiş, ayrıca "el-Feteva el-Hameviyyet'ul Kubra" isimli eserinde ise kitabdan bahsetmiştir ve İbni Receb el-Hanbeli, "Cami'ul Ulum ve'l Hikem" isimli şerhinde buna işaret etmiştir. İbni Kudame el-Makdıisi "Zemm'ul Te'vil", Zehebi "el-Uluvv" ve ayrıca "Tezkiret'ul Huffaz" ve "Siyer" son olarak da "el-Erba'in fi Sifaati Rabb'il Alemin" isimli eserlerinde risalenin kesintisiz rivayet zincirinin bulunduğunu belirtmiştir. Risale üç farklı zamanda (574H, 617H ve 667H) sema yolu ile nakledilmiştir.
İmam el-İsmaili'nin biyografisi için bkz: Hakim el-Nisaburi, Tarih Neysabur; İbni Kadı Şu'be, Tabakat'uş Şafi'iye; Ebu İshak el-Şirazi, Tabakat'ul Fukaha; el-Safedi, Vafi ve'l Vefayat, 6/216; el-Enabaki, en-Nücum'uz Zahire, 4/140; İbn'ul İmad, Şezerat'uz Zeheb, 372
İ'tikadu Eimmet'il Hadis
İmam Ebu Bekir Muhammed ibni İsmail ibni Mehran en-Nisaburi, el-Curcani (277-371H)
İmam Ebu Bekir Muhammed ibni İsmail ibni Mehran en-Nisaburi, el-Curcani (277-371H)
قال ابن قدامة ، أخبرنا الشريف أبو العباس مسعود بن عبد الواحد بن مطر الهاشمي ، قال أنبأ أبو الحسن على بن محمد الجرجاني ، أنبأ أبو القاسم حمزة بن يوسف السهمي ، أنبأ أبو بكر أحمد بن إبراهيم الإسماعيلي ، قال
İbni Kudame, eş-Şerif Ebu'l Abbas Mes'ud ibni Abd'il Vahid ibni Matar el-Haşimi'den o, Ebu'l Hasan Ali ibni Muhammed el-Curcani'den o, Ebu'l Kasım Hamza ibni Yusuf es-Sehmi'den Ebu Bekir Ahmed İbni İbrahim el-İsmaili'nin şöyle dediğini rivayet etti:
Ehl'il Hadis'in; Ehl-i Sünnet ve'l Cema'atin İ'tikadı
اعلموا رحمنا الله وإياكم أن مذهب أهل الحديث أهل السنة والجماعة الإقرار بالله وملائكته وكتبه ورسله ، وقبول ما نطق به كتاب الله تعالى ، وصحت به الرواية عن رسول الله صلى الله عليه وسلم ، لا معدل عن ما ورد به ولا سبيل إلى رده ، إذ كانوا مأمورين باتباع الكتاب والسنة ، مضمونا لهم الهدى فيهما ، مشهودا لهم بأن نبيهم صلى الله عليه وسلم يهدي إلى صراط مستقيم ، محذرين في مخالفته الفتنة والعذاب الأليم
Bil ki -Allah bize ve size merhamet etsin- Ehl'il Hadis'in; Ehl-i Sünnet ve'l Cema'atin mezhebi; Allah'ın, meleklerinin, kitaplarının ve peygamberlerinin ikrarı, Allah'ın kitabında söylenenlerin kabulü ve Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den sahih olarak rivayet olunanların kabulüdür.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den rivayet olunanların değiştirilmesi sözkonusu değildir ve inkarına yer yoktur. çünkü Ehl'il Hadis, Kur'an ve Sünnet'e ittiba etmekle (tabi olmakla) emrolunmuş, Kitap ve Sünnet'te onlar için bir hidayet olduğu taahhüt edilmiş, onlar için, nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Sırat-ı Mustakim'e ilettiğine şehadet edilmiş ve de Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e muhalefetin fitne olduğu ve (Rasulullah'a muhalefette bulunmaları durumunda) onlara acı bir azabın isabet edeceğine dair uyarılmışlardır.
Allah Te'alanın İsim ve Sıfatlarına Dair
ويعتقدون أن الله تعالى مدعو بأسمائه الحسنى وموصوف بصفاته التي سمى ووصف بها نفسه ووصفه بها نبيه صلى الله عليه وسلم ، خلق آدم بيده ، ويداه مبسوطتان ينفق كيف يشاء ، بلا اعتقاد كيف ، وأنه عز وجل استوى على العرش ، بلا كيف ، فإن الله تعالى انتهى من ذلك إلى أنه استوى على العرش ولم يذكر كيف كان استواؤه
Ehl'il Hadis, Allah Te'alanın en güzel isimleri ile çağrıldığına ve Allah'ın Kendisini isimlendirdiği ve vasıflandırdığı, aynı şekilde Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)'in de Allah'ı vasıflandırdığı sıfatları ile Allah'ın vasıflandığına (sıfatlandığına) inanırlar. Allah, Adem (aleyhi selam)'ı eli ile yarattı, Allah'ın iki eli açıkdır, dilediği gibi infakta bulunur. (Biz; Allah'ın ellerinin) nasıl olduğunu bilmeyiz. Bize keyfiyeti meçhul olarak, Aziz ve Celil olan (Allah) arşa istiva etmiştir. Çünkü Allah Te'ala arşa istiva ettiğini bildirmiş, istivasının keyfiyetini (nasıl olduğunu) ise zikretmemiştir.
Rububiyyetine Dair
وأنه مالك خلقه وأنشأهم لا عن حاجة إلى ما خلق ولا معنى دعاه إلى أن خلقهم ، لكنه فعال لما يشاء ويحكم كما يريد ، لا يسأل عما يفعل ، والخلق مسؤولون عما يفعلون
Allah, yarattıklarının malikidir. Onları, mahlukatına olan bir ihtiyaçtan dolayı yaratmamıştır ve mahlukatı yaratmasının arkasında başka bir sebep yoktur. Lakin O, dilediğini dilediği gibi yapan ve dilediği gibi hükmedendir. Yaptıkları sorgulanmaz, lakin kulları yaptıklarından sorumlu tutulurlar.
Allah'ın Esma'ul Hüsna'sının ve Yüce Sıfatlarının Tasdiği
وأنه مدعو بأسمائه ، موصوف بصفاته التي سمى ووصف بها نفسه ، وسماه ووصفه بها نبيه عليه الصلاة والسلام ، لا يعجزه شيء في الأرض ولا في السماء ، ولا يوصف بنقص أو عيب أو آفة
Allah (en güzel) isimleri ile çağrılır ve Kendisini isimlendirdiği ve vasıflandırdığı, aynı şekilde Nebisi (sallallahu aleyhi ve sellem)'in de Allah'ı vasıflandırdığı sıfatları ile vasıflanmıştır. Yeryüzünde ve gökyüzünde olan hiç birşey O'nu aciz bırakamaz. Bir eksiklikle veya kusurla yahut da illetle sıfatlandırılamaz, muhakkak ki Allah bunlardan münezzehtir.
Allah'ın İki Eli
فإنه عز وجل تعالى عن ذلك وخلق آدم عليه السلام بيده ، ويداه مبسوطتان ينفق كيف شاء ، بلا اعتقاد كيف يداه ، إذ لم ينطق كتاب الله تعالى فيه بكيف ولا يعتقد فيه الأعضاء ، والجوارح ، ولا الطول والعرض ، والغلظ ، والدقة ، ونحو هذا مما يكون مثله في الخلق ، وأنه ليس كمثله شيء تبارك وجه ربنا ذو الجلال والإكرام
Aziz ve Celil olan Allah Adem (aleyhi selam)'ı eliyle yaratmıştır, iki eli geniştir ve dilediği gibi infakta bulunur. İki elinin nasıl olduğu hususunda bilgi yoktur, çünkü Allah Te'alanın Kitabı keyfiyyeti hakkında birşey dememektedir. Allah'ın azaları olduğu, uzunluğu, genişliği, ağırlığı, inceliği yada mahlukat da örneklendirildiği gibi benzerlerine sahip olduğuna inanılmaz. O'nun benzeri hiçbir şey yoktur, Celal ve İkram sahibi Rabbimizin yüzü mübarektir. (Ehl'il Hadis) Mu'tezile ve Havaric ve diğer heva ehli grupların inandıkları (şekilde), Allah'ın isimlerinin yaratılmış olduğuna inanmaz.
Allah Te'alanın Yüzü, İşitmesi, İlmi, Kudreti ve Kelamı
ويثبتون أن له وجها ، وسمعا ، وبصرا ، وعلما ، وقدرة ، وقوة ، وكلاما ، لا على ما يقوله أهل الزيغ من المعتزلة وغيرهم ، ولكن كما قال تعالى : { ويبقى وجه ربك } وقال : { أنزله بعلمه } وقال : { ولا يحيطون بشيء من علمه إلا بما شاء } وقال : { فلله العزة جميعا } وقال : { والسماء بنيناها بأيد } وقال : { أولم يروا أن الله الذي خلقهم هو أشد منهم قوة } وقال : { إن الله هو الرزاق ذو القوة المتين }
فهو تعالى ذو العلم ، والقوة ، والقدرة ، والسمع ، والبصر ، والكلام ، كما قال تعالى : {ولتصنع على عيني } { واصنع الفلك بأعيننا ووحينا } وقال : { حتى يسمع كلام الله } وقال : { وكلم موسى تكليما } وقال : { إنما أمره إذا أراد شيئا أن يقول له كن فيكون }
Ehl'il Hadis, Allah'ın yüzü olduğunu, işittiğini, gördüğünü, ilmi olduğunu, kudreti ve kuvveti olduğunu, konuştuğunu -Mu'tezile'den ve başkalarından sapkınların dediğinin aksine- ispat ederler. (Allah) Te'alanın bildirdiği üzere:
ويبقى وجه ربك
"Celal ve ikram sahibi olan Rabbinin yüzü baki kalacaktır." (er-Rahman 55/27);
أنزله بعلمه
"Allah, bunu Kendi ilmiyle indirmiştir." (en-Nisa 4/166);
ولا يحيطون بشيء من علمه إلا بما شاء
"Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiç birşeyi kavrayıp kuşatamazlar." (el-Bakara 2/255)
yine şöyle buyurmaktadır:
فلله العزة جميعا
"Kudret, izzet ve şerefin hepsi Allah'a aittir.";
والسماء بنيناها بأيد
"Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik." (ez-Zariyat 51/47);
أولم يروا أن الله الذي خلقهم هو أشد منهم قوة
"Onları yaratan Allah'ın kuvvet bakımından kendilerinden daha güçlü olduğunu görmediler mi?" (Fussilet 41/15);
إن الله هو الرزاق ذو القوة المتين
"Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır." (ez-Zariyat 51/58)
Yani, (Allah) Te'ala ilim, kuvvet, kudret, işitme, görme ve kelam sahibidir. Tıpkı şöyle buyurduğu gibi:
ولتصنع على عيني
"Gözümün önünde yetiştirilmen için (kendimden sana bir sevgi yönelttim)." (Ta-Ha 20/39);
واصنع الفلك بأعيننا ووحينا
"Gözlerimizin önünde ve vahyimizle gemiyi yap." (Huud 11/37);
حتى يسمع كلام الله
"Öyle ki Allah'ın sözünü dinlemiş olsun." (et-Tevbe 9/6);
وكلم موسى تكليما
"Allah, Musa ile de konuştu." (en-Nisa 4/164)
Şöyle buyurmaktadır:
إنما أمره إذا أراد شيئا أن يقول له كن فيكون
"Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri yalnızca: Ol!' demesidir; o da hemen oluverir." (Ya-Sin 36/82)
Allah'ın İradesi
ويقولون ما يقوله المسلمون بأسرهم : ( ما شاء الله كان ، وما لا يشاء لا يكون ) ، كما قال تعالى: وما يشاؤون إلا أن يشاء الله
Ehl'il Hadis, müslümanların hep birlikte dediği: "Allah'ın dilediği vuku bulur ve her neyin olmasını irade etmezse o şey de olmaz!" sözünü (kabul ve tasdik ederek) söylerler. Tıpkı yüce Allah'ın buyurduğu gibi:
وما يشاؤون إلا أن يشاء الله
"Alemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz." (et-Tekvir 81/29)
Allah'ın İlmi
ويقولون لا سبيل لأحد أن يخرج عن علم الله ولا أن يغلب فعله وإرادته مشيئة الله ولا أن يبدل علم الله ، فإنه العالم لا يجهل ولا يسهو ، والقادر لا يغلب
(Ehl'il Hadis) derki; bir başkasının Allah'ın ilminin dışına çıkmasının ne de bir kimsenin amelinin yahut iradesinin Allah'ın iradesine galebe çalmasının bir yolu yoktur (mümkünatı yoktur). Allah'ın ilmini değiştirmesinin mümkünatı yoktur; çünkü Allah el-Alim'dir ve hiçbir zaman cahil olmayacağı gibi unutmaz da ve Allah kudret sahibidir ve yenilgiye uğratılamaz.
Kur'an; Allah'ın Kelamı'dır, Mahluk Değildir
ويقولون : القرآن كلام الله غير مخلوق ، وإنما كيفما يصرف بقراءة القارئ له ، وبلفظه ، ومحفوظا في الصدور ، متلوًا بالألسن ، مكتوباَ في المصاحف ، غير مخلوق ، ومن قال بخلق اللفظ بالقرآن يريد به القرآن ، فهو قد قال بخلق القرآن
(Ehl'il Hadis) derki: Kur'an; Allah'ın Kelamı'dır ve yaratılmamıştır. Bilakis bir kimse her ne şekilde kıraat edip, telaffuz etse, en güzel biçimde beyan etse de Kur'an göğüslerde saklanıp, dil ile konuşulur ve sayfalarda (Mushaf'da) yazılıdır. Yaratılmamıştır ve herkim Kur'an'ın bizzat kendisini kast ederek, lafzının yaratılmış olduğunu söylerse bu sözüyle Kur'an'ın yaratılmış olduğunu söylemiş olur.
Kulların Fiilleri, Allah Tarafından Yaratılmıştır
ويقولون إنه لا خالق على الحقيقة إلا الله عز وجل ، وأن أكساب العباد كلها مخلوقة لله ، وأن الله يهدي من يشاء ويضل من يشاء ، لا حجة لمن أضله الله عز وجل ، ولا عذر، كما قاله الله عز وجل : { قل فلله الحجة البالغة فلو شاء لهداكم أجمعين } وقال : { كما بدأكم تعودون فريقا حق عليهم الضلالة } وقال : { ولقد ذرأنا لجهنم كثيراَ من الجن والإنس } وقال : { ما أصاب من مصيبة في الأرض ولا في أنفسكم إلا في كتاب من قبل أن نبرأها } ومعنى "نبرأها" أي نخلقها وبلا خلاف في اللغة ، وقال مخبراَ عن أهل الجنة : { الحمد لله الذي هدانا لهذا وما كنا لنهتدي لولا أن هدانا الله } وقال : { أن لو يشاء الله لهدى الناس جميعاَ } وقال : { ولو شاء ربك لجعل الناس أمة واحدة ولا يزالون مختلفين إلا من رحم ربك }
(Ehl'il Hadis) derki; Aziz ve Celil olan Allah'dan başka hakiki yaratıcı yoktur ve kulların kazandıklarının tümü Allah tarafından yaratılmıştır. Allah dilediğine hidayet eder ve dilediğini saptırır. Aziz ve Celil olan (Allah)'ın saptırdıkları için ne bir hüccet vardır ne de bir mazeret. Tıpkı Aziz ve Celil olan (Allah)'ın buyurduğu gibi:
قل فلله الحجة البالغة فلو شاء لهداكم أجمعين
"De ki: En 'üstün ve apaçık' delil Allah'ındır. Eğer O dileseydi elbette tümünüzü hidayete yöneltip iletirdi." (el-Enam 6/149);
كما بدأكم تعودون فريقا حق عليهم الضلالة
"Başlangıçta sizi yarattığı gibi (yine O'na) döneceksiniz, bir kısmına da sapıklık hak oldu." (el-A'raf 7/29-30);
ولقد ذرأنا لجهنم كثيراَ من الجن والإنس
"Andolsun, Cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi hazırladık." (el-A'raf 7/179);
ما أصاب من مصيبة في الأرض ولا في أنفسكم إلا في كتاب من قبل أن نبرأها
"Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da) yazılmış olmasın." (el-Hadid 57/22)
(Ayette geçen) نبرأها kavramı, dilde herhangi bir ihtilaf olmaksızın; yaratma (yoktan varetme) anlamındadır.
(Allah) Cennet ehli hakkında şöyle buyurmaktadır:
الحمد لله الذي هدانا لهذا وما كنا لنهتدي لولا أن هدانا الله
"Hamd, bizi buna eriştiren Allah'a mahsustur. Eğer Allah'ın bizi hidayete erdirmesi olmasaydı, biz hidayete ermiş olamazdık!" (el-A'raf 7/43);
أن لو يشاء الله لهدى الناس جميعاَ
"Eğer Allah dilemiş olsaydı, insanların tümünü hidayete erdirmiş olurdu." (er-Ra'd 13/31);
ولو شاء ربك لجعل الناس أمة واحدة ولا يزالون مختلفين إلا من رحم ربك
"Rabbin dileseydi, insanları tek bir ümmet yapardı. Fakat Rabbinin merhamet ettikleri müstesna, onlar ihtilafa devam edeceklerdir." (Huud 11/118-119)
İnsanlara İsabet Eden Hayır ve Şer Allah'ın Kaderi İledir
ويقولون إن الخير والشر والحلو والمر ، بقضاء من الله عز وجل ، أمضاه وقدره ، لا يملكون لأنفسهم ضرا ولا نفعا إلا ما شاء الله
(Ehl'il Hadis), hayır ve şer, hoşnutluk ve acı'nın Allah'ın kaderi ile olduğunu, (kaderle alakalı alınan kararın) geçmişte olduğunu ve Aziz ve Celil olan Allah'ın kader ettiğini söyler. Onlar, ne zarara ne de faydaya Allah'ın dilediği dışında sahip olamazlar ve hiç bir zaman zenginlik (ve yeterlilik) içinde olmayan Allah'a muhtaç kimselerdir.
Dünya Semasına Nüzul
وإنهم فقراء إلى الله عز وجل ، لا غنى لهم عنه في كل وقت وأنه عز وجل ينزل إلى السماء الدنيا على ما صح به الخبر عن رسول الله صلى الله عليه وسلم ، بلا اعتقاد كيف فيه
(Ehl'il Hadis'in itikadına göre) Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den nakledilen sahih haberler uyarınca ve keyfiyetine i'tikat etmeden; Aziz ve Celil olan Allah dünya semasına (yeryüzüne en yakın göğe) nüzul eder.
Ruyet'ullah (Mü'min Kulların Cennette Allah'ı Görmesi)
ويعتقدون جواز الرؤية من العباد المتقين لله عز وجل في القيامة ، دون الدنيا ، ووجوبها لمن جعل الله ذلك ثواباَ له في الآخرة ، كما قال : { وجوه يومئذِ ناضرة إلى ربها ناظرة } وقال في الكفار : { كلا إنهم عن ربهم يومئذِ لمحجوبون } فلو كان المؤمنون كلهم والكافرون كلهم لا يرونه ، كانوا جميعا عنه محجوبين ، وذلك من غير اعتقاد التجسيم في الله عز وجل ولا التحديد له ، ولكن يرونه جل وعز بأعينهم على ما يشاء هو بلا كيف
(Ehl'il Hadis), Ru'yet'e; Aziz ve Celil olan Allah'ın muttaki (takvalı) kullarının -dünya hayatında değil- ancak Kıyamet Günü'nde, Allah'ı görebileceklerine ve Allah'ın bunu nasip edeceği kimseye, onun Hesap Günü'nde bir elbise olacağına inanır. Allah'ın buyurduğu üzere:
وجوه يومئذِ ناضرة إلى ربها ناظرة
"O gün yüzler ışıl ışıl parlar. Rablerine bakıp durur." (el-Kıyamet 75/22-23)
(Allah) kafirler için de şöyle buyurmuştur:
كلا إنهم عن ربهم يومئذِ لمحجوبون
"Hayır, şüphesiz onlar, Kıyamet Günü Rablerini görmekten hicaplanacaklar (perdelenecek mahrum bırakılacaklar)dır." (el-Mutaffifin 83/15)
Yani; eğer mü'minler ve kafirler Allah'ı görememe de aynı (konumda) olsaydılar, bu durumda hepsi perdelenir Rablerini görmekten mahrum bırakılırlardı.
Aziz ve Celil olan Allah hakkında tecsim olmaksızın ve Allah'a had koymaksızın, onlar Celil ve Aziz olan Allah'ı kendi gözleriyle, Allah'ın dilediği biçimde keyfiyeti bilinmeyen bir şekilde göreceklerdir.
İmanın Hakikatı
ويقولون إن الإيمان قول وعمل ومعرفة ، يزيد بالطاعة وينقص بالمعصية ، من كثرت طاعته أزيد إيماناَ ممن هو دونه في الطاعة
(Ehl'il Hadis,) iman; söz, amel2 ve ilimdir, taat ile artar ve isyan ile azalır; herkim daha çok taatde bulunursa onun imanı daha az taatde bulunandan daha fazla artar der.
Büyük Günah
ويقولون إن أحداَ من أهل التوحيد ومن يصلي إلى قبلة المسلمين ، لو ارتكب ذنباَ ، أو ذنوباَ كثيرة ، صغائر ، أو كبائر ، مع الإقامة على التوحيد لله والإقرار بما التزمه وقبله الله ، فإنه لا يكفر به ، ويرجون له المغفرة ، قال تعالى : { ويغفر ما دون ذلك لمن يشاء }
Ehl'il Hadis, Tevhid ehlinden ve müslümanların kıblesine (yönelerek) namaz kılanlardan bir kimse, Allah'a karşı tevhidi ayakta tutarak ve Allah'ın onlara farz kıldığı biçimde yaşayarak bir ya da daha çok küçük yahut büyük günah işlerse bu durumda bu kimseler günah sebebiyle tekfir edilmez (kafir olmaz) derler ve bu kimselerin bağışlanması için dua ederler. Allah Te'ala şöyle buyurmaktadır:
ويغفر ما دون ذلك لمن يشاء
"(Şüphesiz ki Allah, Kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz bundan başka (günahları) dilediği kimseler için bağışlar." (en-Nisa 4/48; en-Nisa 4/116)
Namazı Terkedenin Durumu
واختلفوا في متعمدي ترك الصلاة المفروضة حتى يذهب وقتها من غير عذر ، فكفره جماعة لما روي عن النبي صلى الله عليه وسلم أنه قال : ( بين العبد وبين الكفر ترك الصلاة ) وقوله : ( من ترك الصلاة فقد كفر ) و : ( من ترك الصلاة فقد برأت منه ذمة الله ) وتأول جماعة منهم . . . بذلك من تركها جاحداَ لها ، كما قال يوسف عليه السلام : { إني تركت ملة قوم لا يؤمنون بالله } ترك جحود الكفر
Onlar (Ehl'il Hadis) özür olmaksızın, farz olan namazı bilinçli bir şekilde vakti çıkana kadar terk eden kimsenin durumu hakkında ise ihtilaf etmiştir. (Ehl'il Hadis'den) bir grup Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)'den rivayet olunan şu hadisler sebebiyle böyle kişileri tekfir etmiştir:
بين العبد وبين الكفر ترك الصلاة
"Kul ile küfür arasında namazın terki vardır." (İbni Mace);
من ترك الصلاة فقد كفر
"Namazı terkeden kimse küfre düşer." (Tirmizi; Nesai);
من ترك الصلاة فقد برأت منه ذمة الله
"Kim namazı terkederse, Allah'ın zimmetinin dışına çıkar." (İbni Mace; Taberani)
Diğer bir grup ise; (bu hadisleri) inkar ederek terkeden kimselerin tekfir edileceği şeklinde te'vil etmiştir. Tıpkı Yusuf (aleyhi selam)'ın dediği gibi:
إني تركت ملة قوم لا يؤمنون بالله
"Şüphesiz ben Allah'a inanmayan bir kavmin dininden uzaklaştım." (Yusuf 12/37)
Yusuf (aleyhi selam) inkar küfrünü terketmiştir.
İslam ve İman
وقال منهم : إن الإيمان قول وعمل ، والإسلام فعل ما فرض على الإنسان أن يفعله ، إذا ذكر كل اسم مضموماَ إلى الآخر ، فقيل : المؤمنون والمسلمون جميعا مفردين أريد بأحدهما معنى لم يرد بالآخر ، وإن ذكر أحد الاسمين شمل الكل وعمهموكثير منهم قالوا : الإسلام والإيمان واحد ، قال عز وجل : { ومن يبتغ غير الإسلام دينا فلن يقبل منه } فلو أن الإيمان غيره لم يقبل منه ، وقال : { فأخرجنا من كان فيها من المؤمنين فما وجدنا فيها غير بيت من المسلمين }ومنهم من ذهب إلى أن الإسلام مختص بالاستسلام لله والخضوع له والانقياد لحكمه فيما هو مؤمن به ، كما قال : { قالت الأعراب آمنا قل لم تؤمنوا ولكن قولوا أسلمنا ولما يدخل الإيمان في قلوبكم } وقال : { يمنون عليك أن اسلموا قل لا تمنوا علي إسلامكم بل الله يمن عليكم أن هداكم للإيمان } وهذا أيضاَ دليل لمن قال هما واحد
(Ehl'il Hadis'den) bazıları iman; söz ve ameldir, İslam; insanoğlunun farzları (yükümlü tutuldukları şeyleri) yerine getirmesidir (demektedir). Eğer birbiriyle alakadar olarak isimlerin hepsinden bahsetmişse, bu durumda şöyle denir: Mü'min ve Müslüman bir manadadır ve bu iki kavram ile diğeri hakkında kasdedilen mana diğeri için kasdedilmemiştir ve eğer bir kimse her iki kavramdan da (aynı anda) bahsetmişse diğerine dahildir ve birbirlerinin manalarını kapsar.
(Ehl'il Hadis'den) birçokları da, İslam ve İman birdir çünkü Aziz ve Celil olan Allah şöyle buyurmaktadır:
ومن يبتغ غير الإسلام دينا فلن يقبل منه
"Kim İslam'dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecektir." (Al-i İmran 3/85)
dolayısıyla eğer İman öbüründen (yani İslam'dan) farklı ise, bu (insanlardan din olarak) kabul edilmeyecek (demek)tir. Allah (azze ve celle) şöyle buyurmaktadır:
فأخرجنا من كان فيها من المؤمنين فما وجدنا فيها غير بيت من المسلمين
"Mü'minlerden orda kim varsa çıkardık. Ne var ki, orda müslümanlardan olan bir ev halkından başkasını bulmadık." (ez-Zariyat 51/35-36)
(Ehl'il Hadis arasında) İslam'ın, Allah'a teslim olma, Allah'a itaat ve Allah'ın hükmüne boyun eğmesine has olduğunu söyleyenler de vardır. Çünkü Allah şöyle buyurmaktadır:
قالت الأعراب آمنا قل لم تؤمنوا ولكن قولوا أسلمنا ولما يدخل الإيمان في قلوبكم
"Bedeviler, dedi ki: İman ettik. De ki: Siz iman etmediniz; ancak İslam (müslüman veya teslim) olduk deyin. İman henüz kalplerinize girmiş değildir." (el-Hucurat 49/14)
ve şöyle buyurmaktadır:
يمنون عليك أن اسلموا قل لا تمنوا علي إسلامكم بل الله يمن عليكم أن هداكم للإيمان
"Müslüman oldular diye sana minnet etmektedirler. De ki: Müslümanlığınızı bana karşı minnet (konusu) etmeyin. Tam tersine, sizi imana yönelttiği için Allah size minnet etmektedir." (el-Hucurat 49/17)
Bu, İman ve İslam'ın bir olduğunu söyleyenlerin de delilidir.
Şefa'at, Havz, Ahiret, Hesap
ويقولون إن الله يخرج من النار قوما من أهل التوحيد بشفاعة الشافعين ، وأن الشفاعة حق ، والحوض حق ، والمعاد حق ، والحساب حق
(Ehl'il Hadis) ayrıca, Allah'ın tevhid ehlinden bir kavmi şefa'atçilerin şefa'ati ile ateşten çıkaracağını ve şefa'atin, havzın, ahiretin ve hesabın hak olduğunu söylerler.
Muvahhidler Hakkında; Cennetlik yada Cehennemlik Olduklarına Dair Şahitlik
ولا يقطعون على أحد من أهل الملة أنه من أهل الجنة أو من أهل النار ، لأن علم ذلك يغيب عنهم ، لا يدرون على ماذا الموت ؟ أعلى الإسلام ؟ أم على الكفر ؟ ولكن يقولون إن من مات على الإسلام مجتنبا للكبائر والأهواء والآثام ، فهو من أهل الجنة ، لقوله تعالى : { إن الذين آمنوا وعملوا الصالحات } ولم يذكر عنهم ذنبا { أولئك خير البرية جزاؤهم عند ربهم جنات عدن } ومن شهد له النبي صلى الله عليه وسلم بعينه وصح له ذلك عنه ، فإنهم يشهدون له بذلك ، اتباعا لرسول الله صلى الله عليه وسلم وتصديقا لقوله
(Ehl'il Hadis) ayrıca, Ehli Millet'ten olan kimselerin Cennetlik mi yoksa Cehennemlik mi oldukları hususunda yorum yapmazlarlar. Çünkü bunun ilmi onlar tarafından bilinmemekte; bir kimsenin iman üzere mi yoksa küfür üzere mi öldüğünü bilmemektedirler. Lakin, bir kimse İslam üzere, büyük günahlardan, hevadan ve kötü amellerden kaçınmış olarak ölürse o kişinin Allah'ın şu kavli gereği cennetlik olduğunu söylerler:
إن الذين آمنوا وعملوا الصالحات
"Şüphesiz, iman edip, salih ameller işleyenler var ya;"(el-Beyyine 98/7)
Burada onlar hakkında günahtan bahsetmemiştir:
أولئك خير البرية جزاؤهم عند ربهم جنات عدن
"İşte onlar yaratıkların en hayırlısıdırlar. Rableri katında onların mükafatı, içinde ebedi kalıcılar olmak üzere altından ırmaklar akan Adn Cennetleridir." (el-Beyyine 98/8)
Üstelik Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)'in haklarında (Cennetlik oldukları hususunda) şehadette bulundukları kimseler için, eğer bu (şehadet) Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den sahih olarak rivayet edildiği ispatlanırsa bu durumda (Ehl'il Hadis de) onlar hakkındaki bu şehadeti Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e ittiba ederek ve onun sözünün tasdik ederek dile getirirler.
Kabir Azabı
ويقولون إن عذاب القبر حق ، يعذب الله من استحقه إن شاء ، وإن شاء عفى عنه ، لقوله تعالى : { النار يعرضون عليها غدواّ وعشياّ ويوم تقوم الساعة أدخلوا آل فرعون أشد العذاب } فأثبت لهم ما بقيت الدنيا عذابا بالغدو والعشي دون ما بينهما ، حتى إذا قامت القيامة عذبوا أشد العذاب ، بلا تخفيف عنهم كما كان في الدنيا ، وقال : { ومن أعرض عن ذكري فإن له معيشة ضنكاَ } يعني قبل فناء الدنيا ، لقوله بعد ذلك : { ونحشره يوم القيامة أعمى } بين أن المعيشة الضنك قبل يوم القيامة ، وفي معاينتنا اليهود والنصارى والمشركين في العيش الرغد والرفاهية في المعيشة ما يعلم به انه لم يرد به ضيق الرزق في الحياة الدنيا لوجود مشركين في سعة من أرزاقهم ، وإنما أراد به بعد الموت ، قبل الحشر
Ehl'il Hadis ayrıca, kabir azabının hak olduğunu söyler. Allah (celle celaluhu) dilerse (cezayı) hakeden kimseyi cezalandırır, dilerse affeder. Allah Te'alanın şu ayeti sebebiyle (Ehl'il Hadis bu şekilde inanır):
النار يعرضون عليها غدواّ وعشياّ ويوم تقوم الساعة أدخلوا آل فرعون أشد العذاب
"Onlar sabah-akşam ateşe sunulurlar. Kıyamet koptuğu gün de: Firavun hanedanını azabın en çetinine sokun! denilir." (Ğafir 40/46)
Yani, şu anda içinde bulundukları yaşamın (kabir hayatı) sabahlarında ve akşamlarında, aralarında bulunan hariç Kıyamet Günü gelene kadar onlara çok şiddetli azalma olmaksızın- azab sunulur şu anda bulundukları yaşamda olduğu gibi.
Allah şöyle buyurmuştur:
ومن أعرض عن ذكري فإن له معيشة ضنكاَ
"Kim de benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır." (Ta-Ha 20/124)
yani, dünya son bulduktan sonra manasında çünkü Allah (aynı ayetin devamında) şöyle buyurmaktadır:
ونحشره يوم القيامة أعمى
"...ve Kıyamet Günü onu kör olarak haşrederiz." (Ta-Ha 20/124)
Bu (ayet) sıkıntılı geçimin (kabir hayatı), Kıyamet Günü'nden önce geldiğini açıklamaktadır. Gözlemlerimize göre, Yahudiler, Hıristiyanlar ve müşrikler bu dünya hayatında rahatlık ve bir refah içerisinde bir yaşam ile (yaşamın) tadını çıkarmaktadırlar. Allah'ın bu dünya (hayatın)da rızkı daraltmak istediği bilinmemektedir, bu müşriklerin sahip oldukları rızıklarının çokluğu sebebiyle bilinmektedir. Aksine, Allah bunun (zorluk hayatının) ölümden sonra ve haşr (insanların dirilişten sonra hesaba çekilmek üzere bir araya toplanmasın)dan önce olmasını kast etmiştir.
Münker ve Nekir'in Kabirde Sorgusu
ويؤمنون بمسألة منكر ونكير على ما ثبت به الخبر عن رسول الله صلى الله عليه وسلم ، مع قول الله تعالى : { يثبت الله الذين آمنوا بالقول الثابت في الحياة الدنيا وفي الآخرة ويضل الله الظالمين ويفعل الله ما يشاء } وما ورد تفسيره عن النبي
(Ehl'il Hadis) ayrıca, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den varid olan haberlere ve Allah Te'alanın:
يثبت الله الذين آمنوا بالقول الثابت في الحياة الدنيا وفي الآخرة ويضل الله الظالمين ويفعل الله ما يشاء
"Allah, iman edenleri, dünya hayatında ve ahirette sapasağlam sözle sebat içinde kılar. Zalimleri de şaşırtıp saptırır; Allah dilediğini yapar." (İbrahim 14/27)
kavliyle beraber, Münker ve Nekir (isimli sorgu meleklerin)'e iman ederler. Aynı zamanda Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)'den bu ayetin tefsiriyle (açıklamasıyla) alakalı nakledilenler (sebebiyle) de.
Dinde; Çekişme ve Ayrılıktan Kaçınma
ويرون ترك الخصومات والمراء في القرآن وغيره ، لقول الله عز وجل : { وما يجادل في آيات الله إلا الذين كفروا } يعني يجادل فيها تكذيبا بها والله اعلم
(Ehl'il Hadis), Kur'an hakkında ve başka konularda husumetten ve ayrılıktan Aziz ve Celil olan Allah'ın:
وما يجادل في آيات الله إلا الذين كفروا
"Allah'ın ayetleri hakkında inkar edenlerden başkası tartışmaya girişmez." (Ğafir 40/4)
buyruğu sebebiyle kaçınır. Yani cedel yapmak (hakkında tartışmak) onu tekzib (inkar) etmenin bir çeşididir anlamında Allahu alem.
Raşid Halifeler
ويثبتون خلافة أبي بكر رضي الله عنه بعد رسول الله صلى الله عليه وسلم ، باختيار الصحابة إياه ، ثم خلافة عمر بعد أبي بكر رضي الله عنه باستخلاف أبي بكر إياه ، ثم خلافة عثمان رضي الله عنه باجتماع أهل الشورى وسائر المسلمين عليه عن أمر عمر ، ثم خلافة علي بن أبي طالب رضي الله عنه عن بيعة من بايع من البدريين عمّار بن ياسر ، وسهل بن حنيف ، ومن تبعهما من سائر الصحابة مع سابقه وفضله
(Ehl'il Hadis,) Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den sonra, Ebu Bekir (radiyallahu anh)'ın hilafetini sahabenin onu seçmesi sebebiyle ispat eder, Ebu Bekir (radiyallahu anh)'dan sonraki halife Ömer (radiyallahu anh)'ın hilafetini, Ebu Bekir (radiyallahu anh)'ın onu kendisinden sonraki halife olarak ataması sebebiyle, sonra Osman (radiyallahu anh)'ın hilafetini, Ömer (radiyallahu anh)'ın emri sebebiyle şuranın ve diğer müslümanların icması sebebiyle ve Ali ibni Ebi Talib (radiyallahu anh)'ın hilafetini, Bedir Savaşı'na iştirak etmiş olanların bey'atına ve buna ek olarak Ammar ibni Yasir (radiyallahu anhuma ajmain), Sehl ibni Hanif (radiyallahu anh) ve sahabeden geriye kalanlardan bahsi geçen ve fazileti ile onları takip edenlerin beyatına dayanarak kabul ederler.
Sahabe Arasında Mukayese
ويقولون بتفضيل الصحابة رضي الله عنهم ، لقوله : { لقد رضي الله عن المؤمنين إذ يبايعونك تحت الشجرة } وقوله : { والسابقون الأولون من المهاجرين والأنصار والذين اتبعوهم بإحسان رضي الله عنهم
(Ehl'il Hadis, sahabenin (radiyallahu anhum) mukayese edilmesi ile alakalı Allah'ın buyurduğunun aynısını söyler:
لقد رضي الله عن المؤمنين إذ يبايعونك تحت الشجرة
"Andolsun, Allah, sana o ağacın altında biat ederlerken mü'minlerden razı olmuştur." (el-Fetih 48/18);
والسابقون الأولون من المهاجرين والأنصار والذين اتبعوهم بإحسان رضي الله عنهم
"İslam'ı ilk önce kabul eden muhacirler ve ensar ile, iyilikle onlara uyanlar var ya, Allah onlardan razı olmuştur." (et-Tevbe 9/100)
Sahabeyi Hor Görüp Onlar Hakkında Kötü Konuşanlar
ومن أثبت الله رضاه عنه لم يكن منهم بعد ذلك ما يوجب سخط الله عز وجل ، ولم يوجب ذلك للتابعين إلا بشرط الإحسان ، فمن كان من التابعين من بعدهم يتنقصهم لم يأت بالإحسان ، فلا مدخل له في ذلك ومن غاظه مكانهم من الله فهو مخوف عليه ما لا شيء أعظم منه ، لقوله عز وجل : { محمد رسول الله والذين معه } إلى قوله { ومثلهم في الإنجيل كزرع أخرج شطأه فآزره فاستغلظ فاستوى على سوقه يعجب الزراع ليغيظ بهم الكفار } فأخبر أنه جعلهم غيظا للكافرين وقالوا بخلافتهم ، لقول الله عز وجل : { وعد الله الذين آمنوا منكم وعملوا الصالحات} فخاطب بقوله { منكم } من ولد الآن وهو مع النبي صلى الله عليه وسلم على دينه ، فقال بعد ذلك : { وليستخلفنهم في الأرض كما استخلف الذين من قبلهم وليمكنن لهم دينهم الذي ارتضى لهم وليبدلنهم من بعد خوفهم أمنا يعبدونني لا يشركون بي شيئا } فمكن الله بأبي بكر وعمر وعثمان الدين ، وعد الله آمنين يغزون ولا يغزون ، ويخيفون العدو ولا يخيفهم العدو وقال عز وجل للذين تخلفوا عن نبيه في الغزوة التي ندبهم الله عز وجل بقوله : { فإن رجعك الله إلى طائفة منهم فاستئذنوك للخروج فقل لن تخرجوا معي أبدا ولن تقاتلوا معي عدوا إنكم رضيتم بالقعود أول مرة فاقعدوا مع الخالفين } فلما لقوا النبي صلى الله عليه وسلم يسألونه الإذن في الخروج للعدو فلم يأذن لهم ، أنزل الله عز وجل : { سيقول المخلفون إذا انطلقتم إلى مغانم لتأخذوها ذرونا نتبعكم يريدون أن يبدلوا كلام الله قل لن تتبعونا كذلك قال الله من قبل فسيقولون بل تحسدوننا بل كانوا لا يفقهون إلا قليلا } وقال لهم : { قل للمخلفين من الأعراب ستدعون إلى قوم أولي بأس شديد تقاتلونهم أو يسلمون فإن تطيعوا يؤتكم الله أجرا حسنا وإن تتولوا كما توليتم من قبل يعذبكم عذابا أليما } والذين كانوا في عهد رسول الله صلى الله عليه وسلم أحياء خوطبوا بذلك لما تخلفوا عنه ، وبقي منهم في خلافة أبي بكر وعمر وعثمان رضي الله عنهم ما أوجب لهم بطاعتهم إياهم الأجر وبترك طاعتهم العذاب الأليم ، إيذانا من الله عز وجل بخلافتهم رضي الله عنهم ولا جعل في قلوبنا غلا لأحد منهم ، فإذا أثبتت خلافة واحد منهم انتظم منها خلافة الأربعة
Allah'ın kendisinden razı olduğu sabit olduktan sonra artık Aziz ve Celil olan Allah'ın gazabına uğramaz. Tabiine de bu (gazab) ihsan şartı ile uğramaz. Her kim de, tabiinde nakısa ararsa bu ihsandan ileri gelmeyeceği gibi iyi bir huy da değildir. Allah'ın katındaki yerlerinden dolayı (mü'minlere) kızgın olan her kimse(nin akıbeti) için; (suçun) bundan daha büyüğü olmadığı düşünülerek korkulur, Aziz ve Celil olan Allah Te'ala şöyle buyurur:
محمد رسول الله والذين معه } إلى قوله { ومثلهم في الإنجيل كزرع أخرج شطأه فآزره فاستغلظ فاستوى على سوقه يعجب الزراع ليغيظ بهم الكفار }
"Muhammed, Allah'ın Resulü'dür ve onunla beraber olanlar..." kavlinden: "...Onlar filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ziraatçıların hoşuna giden bir ekin gibidirler. Allah, kendileri sebebiyle inkarcıları öfkelendirmek için onları böyle sağlam ve dirençli kılar...." kavline kadar. (el-Fetih 48/29)
yani Allah bildirmektedir ki, mü'minleri kafirler için kızgınlık kaynağı yapmıştır.
(Ehl'il Hadis,) onların hilafeti için Allah'ın buyurduğu gibi söyler:
وعد الله الذين آمنوا منكم وعملوا الصالحات
"Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir." (en-Nur 24/55)
yani Allah: منكم"içinizden" buyruğu ile Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında doğmuş olanları dinleri hususunda hitap etmektedir. Bundan sonra şöyle buyurmaktadır:
وليستخلفنهم في الأرض كما استخلف الذين من قبلهم وليمكنن لهم دينهم الذي ارتضى لهم وليبدلنهم من بعد خوفهم أمنا يعبدونني لا يشركون بي شيئا
"Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği (İslam) dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibadet ederler ve bana hiç bir şeyi ortak koşmazlar." (en-Nur 24/55)
bu münasebetle, Allah; Ebu Bekir (radiyallahu anh), Ömer (radiyallahu anh) ve Osman (radiyallahu anh) ile dini güçlendirdi; bu Allah'ın onların inançları (emin olmaları) ile ilgili vadidir, onlar fethederler ama işgal edilmezler, düşmanlarını korkuturlar ama düşmanları tarafından korkutulmazlar.
Aziz ve Celil olan Allah, gazvede Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)'den geride kalan kimseler hakkında şöyle buyurmuştur:
إن رجعك الله إلى طائفة منهم فاستئذنوك للخروج فقل لن تخرجوا معي أبدا ولن تقاتلوا معي عدوا إنكم رضيتم بالقعود أول مرة فاقعدوا مع الخالفين
"Eğer (bundan böyle) Allah seni onlardan bir zümrenin yanına döndürür de, onlar (sefere) çıkmak için senden izin isterlerse, de ki: Artık siz benimle birlikte ebediyyen çıkmayacak ve benimle birlikte hiçbir düşmanla asla savaşmayacaksınız. Çünkü siz baştan yerinizde oturup kalmaya razı oldunuz. Şimdi de geri kalan (kadın ve çocuk)larla birlikte oturun." (et-Tevbe 9/83)
yani onlar Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)'i bulduklarında düşmana karşı savaşa gitmek için izin istediler ancak (Rasulullah) onlara müsaade etmedi. Aziz ve Celil olan Allah bu ayeti vahyetti:
سيقول المخلفون إذا انطلقتم إلى مغانم لتأخذوها ذرونا نتبعكم يريدون أن يبدلوا كلام الله قل لن تتبعونا كذلك قال الله من قبل فسيقولون بل تحسدوننا بل كانوا لا يفقهون إلا قليلا
"(Savaştan) geride bırakılanlar, siz ganimetleri almaya gittiğiniz zaman diyeceklerdir ki: Bizi bırakın da sizinle gelelim. Onlar, Allah'ın Kelamı'nı değiştirmek istiyorlar. De ki: siz, kesin olarak bizim izimizden gelemezsiniz. Allah, daha evvel böyle buyurdu. Bunun üzerine: Hayır, bizi kıskanıyorsunuz! diyecekler. Hayır, onlar pek az anlayan kimselerdir." (el-Fetih 48/15)
ve onlara şöyle dedi:
قل للمخلفين من الأعراب ستدعون إلى قوم أولي بأس شديد تقاتلونهم أو يسلمون فإن تطيعوا يؤتكم الله أجرا حسنا وإن تتولوا كما توليتم من قبل يعذبكم عذابا أليما
"Bedevilerin (savaştan) geri bırakılanlarına de ki: Siz, güçlü kuvvetli bir kavme karşı teslim oluncaya kadar savaşmaya çağrılacaksınız. Eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükafat verir. Ama önceden döndüğünüz gibi yine dönerseniz, Allah sizi elem dolu bir azaba uğratır." (el-Fetih 48/16)
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den geride kalarak, bu ayette uyarılanlar Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında hayatta olanlardır. Onlardan bazıları Ebu Bekir (radiyallahu anh), Ömer (radiyallahu anh) ve Osman (radiyallahu anh) zamanında hala hayattaydılar ve halifelere itaat etmek onlara büyük ecir kazandırırdı, itaatsizlik ise onlara elim bir azap kazandırırdı. Bizim onların Allah onlardan razı olsun- hilafetleri hakkındaki beyanımız Aziz ve Celil olan Allah'tandır ve Allah bizim kalplerimize onlardan herhangi biri aleyhinde kin koymamıştır dolayısıyla eğer onlardan birinin hilafeti tesbit olunursa bundan sonra dört halifenin her birinin hilafeti tesbit edilmiş olur.
Salih Olsun Fasık Olsun Müslüman Her İmamın Arkasında Cuma Namazı
ويرون الصلاة -الجمعة وغيرها- خلف كل إمام مسلم برا كان أو فاجرا ، فإن الله عز وجل فرض الجمعة وأمر بإتيانها فرضا مطلقا ، مع علمه تعالى بان القائمين يكون منهم الفاجر والفاسق ، ولم يستثن وقتا دون وقت ، ولا أمرا بالنداء للجمعة دون أمر
(Ehl'il Hadis), cuma veya diğer farz namazları bütün Müslüman imamların arkasında -Birr (salih) olsun facir olsun- kılarlar. Şüphe yok ki, Aziz ve Celil olan Allah cuma namazını mutlak bir farz kılmıştır. Allah Te'ala ilmiyle, bazı yöneticilerin ortaya çıkabileceğini ve facir yahut fasık olabileceğini bilmektedir ancak cuma (kılmak) için cuma vaktinden başka herhangi bir zamanı ayrı tutmamış ne de (geçerli) bir sebep olmaksızın cumanın belirlenmiş vaktinin dışında kılınması için çağrı yapma emri vermemiştir.
Zalim Dahi Olsa Yöneticilerle Cihada Katılmak
ويرون جهاد الكفار معهم ، وإن كانوا جورة ، ويرون الدعاء لهم بالصلاح والعطف إلى العدل ، ولا يرون الخروج بالسيف عليهم ، ولا قتال الفتنة ، ويرون قتال الفئة الباغية مع الإمام العادل ، إذا كان ووجد على شرطهم في ذلك
(Ehl'il Hadis,) kafirlere karşı zalim dahi olsa yöneticilerle birlikte cihada katılmanın (caizliğine) ve onların salahı (iyiliği) ve adil olmaları için dua edilmesi gerektiğine inanırlar. Ne yöneticilere karşı kılıçla isyan etmenin caiz olduğu görüşünü ne de fitne çıkarmak için savaşmayı caiz kabul etmezler. Adil yöneticinin yanında adil bir yönetici bulunduğu ve savaş için gerekli şartlar oluştuğunda- bağilerle (asilerle) savaşmayı caiz kabul ederler.
Dar'ul İslam
ويرون الدار دار الإسلام لا دار الكفر كما رأته المعتزلة ، مادام النداء بالصلاة والإقامة ظاهرين وأهلها ممكنين منها آمنين
(Ehl'il Hadis), "Dar'ul İslam'ı (İslam Diyarı'nı)", Mu'tezile'nin "Dar'ul Küfür (Küfür Diyarı)" olarak görmesinin aksine, namaz için ezan ve kametin açıkça okunduğu ve insanların (müslümanların) sayesinde güçlendiği ve güvende olduğu bir yer olduğu müddetçe- "Dar'ul İslam (İslam Diyarı)" olarak görürler.
Kulların Amelleri Allah'ın Lütfu Olmaksızın Bir Kimsenin Cennete Girmesini Sağlayamaz
ويرون أن أحدا لا تخلص له الجنة ، وإن عمل أي عمل ، إلا بفضل الله ورحمته التي يخص بهما من يشاء ، فإن عمله للخير وتناوله الطاعات إنما عن فضل حجة ولا عذر ، كما قال الله : { ولولا فضل الله عليكم ورحمته ما زكى منكم من أحد أبدا ولكن الله يزكي من يشاء } ، { ولولا فضل الله عليكم ورحمته لاتبعتم الشيطان إلا قليلا } وقال : { يختص برحمته من يشاء }
(Ehl'il Hadis, bir kimse salih olan) hangi amelde bulunursa bulunsun Allah'ın, dilediğine has kıldığı fazlı ve rahmeti olmaksızın cennete gitmeyi garantilemeyeceğine inanır. Allah dilediğini hayra dair ilmiyle ve itaati -özür olarak kabul edişiyle değil- ondan güzel bir hüccet olarak kabul etmesi ile seçer, Allah'ın buyurduğu üzere:
ولولا فضل الله عليكم ورحمته ما زكى منكم من أحد أبدا ولكن الله يزكي من يشاء
"Eğer Allah'ın size lütfu ve merhameti olmasaydı, sizden hiçbiriniz asla temize çıkamazdı. Fakat Allah, dilediği kimseyi tertemiz kılar." (en-Nur 24/21);
ولولا فضل الله عليكم ورحمته لاتبعتم الشيطان إلا قليلا
"Allah'ın size lütfu ve merhameti olmasaydı, pek azınız hariç, muhakkak şeytana uyardınız." (en-Nisa 4/83);
يختص برحمته من يشاء
"Oysa Allah rahmetini dilediğine tahsis eder." (el-Bakara 2/105)
Allah Te'ala Rezzak'tır
وإن الله تعالى يرزق كل حي مخلوق رزق الغذاء الذي به قوام الحياة ، وهو يضمنه الله لمن أبقاه من خلقه ، وهو الذي رزقه من حلال أو من حرام ، وكذلك رزق الزينة الفاضل عما يحيا به
(Ehl'il Hadis inancında) Allah bütün canlılara rızkı temin eder, hayatlarını devam ettirsinler diye onlara rızık verir. Allah, mahlukattan (canlı) bulunanlara rızkı temin eden ve onları helal yada haram ile rızıklandırandır. Bunun gibi, süsü ve yaşamın devamı için kullanılan şeyleri de temin eder.
Allah Şeytanları ve Fısıldadıklarını Yaratandır
ويؤمنون بأن الله تعالى خلق الشياطين توسوس للآدميين ويخدعونهم ويغرونهم ، وأن الشيطان يتخبط الإنسان
(Ehl'il Hadis), Allah'ın, şeytanları yarattığına, insanoğlunu aldatıp, kandırmak ve böylelikle insanoğluna müdahelede bulunmak için vesvesede bulunduklarına iman ederler.
Büyü ve Büyücüler
وأن في الدنيا سحرا وسحرة ، وان السحر واستعماله كفر من فاعله ، معتقدا له، نافعا ضارا بغير إذن الله
Bu dünya hayatında sihir ve sihirbazlar bulunmaktadır. Sihri, Allah'ın izni olmaksızın fayda ve zarar vereceğine i'tikad ederek yapan kimse kafirdir.
Bid'atin ve Ehl-i Bid'atin Terkedilmesi
ويرون مجانبة البدعة والآثام ، والفخر ، والتكبر ، والعجب ، والخيانة ، والدغل ، والسعاية ، ويرون كف الأذى وترك الغيبة إلا لمن أظهر بدعة وهو يدعو إليها ، فالقول فيه ليس بغيبة عندهم
(Ehl'il Hadis,) bid'atten, günahlardan, övünmekten, kibirden, boş gururdan, hainlikten, sapkınlıktan ve iftiradan kaçınmak gerektiğine inanır. (Ehl'il Hadis,) insanlara zarar vermenin ve gıybetin açıktan bid'at işleyen ve insanları bid'atine çağıran kimseler müstesna (çünkü) bu kimse hakkında konuşmak (Ehl'il Hadis nezdinde) gıybet sayılmaz- terkedilmesi gerektiğine inanır.
İlim
ويرون تعلم العلم وطلبه من مظانه ، والجد في تعلم القرآن وعلومه وتفسيره ، وسماع سنن الرسول صلى الله عليه وسلم وجمعها والتفقه فيها ، وطلب آثار الصحابة والكف عن الوقيعة فيهم
(Ehl'il Hadis,) ilmin kaynağından aranması gerektiğine inanır. (Ehl'il Hadis'e göre) Kur'an; (Kur'an) ilimleri ve tefsiri öğrenilirken; Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in hadislerinin derlemelerini dinlerken, öğrenirken ve sahabe asarlarını öğrenirken ciddiyet takınmalı ve hepsinin üzerinde fıkıh etmelidir.
Sahabe Hakkında Gıybetten ve Kötü Konuşmaktan Kaçınmak
وتأول القبيح عليهم ، ويكلونهم فيما جرى بينهم على التأويل إلى الله عزّ وجل
(Ehl'il Hadis) ayrıca, sahabenin gıybetini etmekten (onlar arasında ki olaylardan bahsetmekten) ve onlara kötülükler atfetmekten kaçınır. (Ehl'il Hadis) onların arasında geçenleri ve te'vilini (yorumunu) Aziz ve Celil olan Allah'a bırakır.
Cema'at Olma, Emri bi'l Ma'ruf ve'n Nehyi an'il Münker, Cahillerden Yüz Çevirme
مع لزوم الجماعة ، والتعفف في المأكل والمشرب والملبس ، والسعي في عمل الخير ، والأمر بالمعروف والنهي عن المنكر ، والإعراض عن الجاهلين حتى يعلموهم ويبينوا لهم الحق ، ثم الإنكار والعقوبة من بعد البيان وإقامة العذر بينهم ومنهم
(Ehl'il Hadis), cema'at olmanın gerekliliğine, yerken, içerken, giyinirken, hayrı yapmak için uğraş vermenin ve Emri bi'l Ma'ruf ve'n Nehyi an'il Münker yapmanın (iyiliği emredip kötülükten men etmenin), cahillerden -kendilerine hak öğretilip (mesele) netleştirilene kadar- uzak durmanın ve özrün ikamesi yapıldıktan sonra eleştiri ve cezalandırmanın başlayacağına ve (onların hakkı öğrenip hakka teslim olmalarından) sonra onlarla aralarında (cahillere olan eleştiri ve kınamadan dolayı oluşan öfke ve kızgınlığın yerine onları) affetmenin tesis edilmesi gerektiğine inanır.
Ehl'il Hadis, Fırkat'un Naciye Mezhebinin Bulunmasının Zorunluluğu ve Buna Olan İhtiyaç
هذا أصل الدين والمذهب ، اعتقاد أئمة أهل الحديث ، الذين لم تشنهم بدعة ، ولم تلبسهم فتنة ، ولم يخفوا إلى مكروه في دين ، ولا تفرقوا عنه واعلموا أن الله تعالى أوجب في كتابه محبته ومغفرته لمتبعي رسوله صلى الله عليه وسلم في كتابه ، وجعلهم الفرقة الناجية والجماعة المتبعة ، فقال عزّ وجلّ لمن ادعى أنه يحب الله عز وجل : { قل إن كنتم تحبون الله فاتبعوني يحببكم الله ويغفر لكم ذنوبكم }
Bu, dinin ve mezhebin aslıdır. Bu Eimmeti Ehl'il Hadis'in (ehli hadis imamlarının) ki hiçbir bid'at onları utandırmamış ne de hiçbir fitne onlara bulaşmamıştır- inancıdır onlar (Ehl'il Hadis,) İslam'da mekruh olan hiçbir amele karşı gizlenmez ve bu (Sırat-ı Müstakim olan hak) yoldan ayrılmazlar.
Bil ki, Allah Te'ala Kitab'ında sevgisini ve bağışlayıcılığını, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i takip edenler için gerekli kılmıştır. Allah onları Fırkat'un Naciye (kurtuluşa eren fırka) ve Cema'at'ul Mutabiye (tabi olan cema'at) kılmıştır. Aziz ve Celil olan Allah, Aziz ve Celil olan Allah'ı sevdiğini söyleyen herkese şöyle buyurmaktadır:
قل إن كنتم تحبون الله فاتبعوني يحببكم الله ويغفر لكم ذنوبكم
"(Ey Muhammed!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın." (Al-i İmran 3/31)
Hatime
نفعنا الله وإياكم بالعلم ، وعصمنا بالتقوى من الزيغ والضلالة بمنه ورحمته
Allah bizleri ve sizi ilimle menfaatlendirsin ve bizleri takva ile lütfu ve rahmeti ile- sapkınlıktan ve sapıklıtan korusun!
JustPaste.it - Share Text & Images the Easy Way
justpaste.it
***
İmam Ebu Bekir Muhammed ibni İsmail ibni Mehran en-Nisaburi, el-Curcani Hayatı (277-371H)
Ebu Bekir Ahmed ibni İbrahim ibni İsmail ibn'ul Abbas el-Curcani el-İsmaili. Büyükbabası İsmail ibn'ul Abbas'a atfen el-İsmaili olarak bilinir. Hicri 283 yılında daha altı yaşındayken hadis yazmaya başlamış, Horasan, Bağdat, Kufe, Basra, Rey, Hamdan, Enbar, Mekke ve daha birçok yere hadis dinlemek üzere seferler düzenlemiştir. Muhaddis bir ailden gelmektedir. Şeyhleri arasında İbni Huzeyme ve İbni Ebi Şeybe de bulunmaktadır. Darekutni, İbni Sahin, İbni Batta el-Ukberi ve Ebu Bekir el-Acurri gibi Huffaz ile aynı kuşakta yer almıştır.
Kendisinden Hadis ve ilim aldığı şeyhleri arasında; İshak ibni Rahaveyh, Hişam ibni Ammar, Hermele ibni Yahya, İsa ibni Zağbe, Muhammed ibni Bekkir, Ebi Himmet Muhammed ibni Yusuf el-Zubeydi, Muhammed ibni Remh, Ebi Na'im el-Halebi, Ebi Kerib ve daha birçoklerı bulunmaktadır.
Talebeleri ve kendisinden nakledenler arasında; Refika İbrahim ibni Ebi Talib, Ebu'l Abbas es-Surec, İbn'uş Şerki, Ahmed ibni Ali er-Razi, Muhammed ibn'ul Ehrem, es-Sizci, İsmail ibni Necid, Ali ibni Hamşet ve oğlu Ahmed ibni Muhammed bulunmaktadır.
Ehl-i Sünnet'in bu büyük İmamı hakkında İbni Kesir şunları nakleder: "Ahmed ibni İbrahim ibni İsmail ibni Abbas Ebu Bekir el-İsmaili el-Cürcani. Büyük bir hadis hafızı idi. Hadis toplamak amacıyla çeşitli memleketlere seyahatlerde bulundu. Çok hadis dinledi; rivayet etti, hadislerin tahricini yaptı, eser tasnif etti. Faydalı ve güzel eserler ortaya koydu. Güzel tenkitler yaptı. İ'tikadı sağlam bir kimseydi. Çok faydalar içeren ve Buhari'nin Sahih'i üzerine bir kitap tasnif etti. Bu kitabında önemli bilgiler vardır. Darekutni dedi ki: "Birçok defalar onun yanına gitmeye niyetlendim, ama nasib olmadı." İsmaili, yetmişdört yaşındayken bu senenin Receb ayının onunda Cumartesi günü vefat etti. Allah ona rahmet etsin." (İbni Kesir, el-Bidaye ve'n Nihaye, 11/317, Hicretin Üçyüzyetmişbirinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler)
Hakim onun hakkında şöyle der: "el-İsmaili zamanında eşi bulunmaz bir kimseydi. Muhaddislerin ve fukahanın şeyhiydi. Onların yanında, liderlikte, yiğitlikde ve cömertlikte en muhteşem olanıydı." (Zehebi, Siyer, 16/294)
Semani ise şöyle demektedir: "Cürcan halkının imamı, hadis ve fıkıhda kendisine başvurulan ... kendisinden bahsedilenler arasında en çok dikkat çeken(dir)." (el-Ensab, 1/139)
İbn'ul Hadi onun İmam, hafız, alimlerin en üstünlerinden, Şafii Mezhebi'nin en üst tabakasından bir alim olduğunu söyler. (Tabakat'ul Ulema el-Hadis, 3/140)
Zehebi de şu ifadelerle onu tanıtır: "İmam, Hafız, Şeyh'ul İslam!" (Zehebi, Siyer, 16/292; Zehebi, Tezkiret'ul Huffaz, 3/947) Zehebi birbaşka yerde şunları söyler: "el-İsmaili, İslam'ın meşayihinden Şeyh'ul İslamlar'dan biri olup hadisde ve fıkıhda imamdı. Ebu İshak, Tabakat'ul Fukaha eş-Şafiiyye adlı eserinde şöyle demektedir: Ebu Bekir hem fıkıhı hem de hadisi bir arada bilen bir kimseydi. Hem din hem dünyada bir başdı. es-Sahih (el-Mustahrac ala Sahih el-Buhari) isimli eserini telif etmiştir. Cürcan fakihleri ondan ilim öğrenmiştir. Hamza es-Sehmi dedi ki: 371'de Cürcan'da doksandört yaşında vefat etti." (Zehebi, el-Uluv li'l Aliyy'il Azim) Zehebi, Siyer'de (16/292) de onun 371H yılında doksandört yaşında vefat ettiğini bildirir.
İ'tikadu Eimmet'il Hadis isimli risale el-İsmaili'ye birçokları tarafından nisbet edilmiştir. Büyük İmamlardan Ebu Osman es-Sabuni (449H), "Akidet'us Selef ve'l Ashab'il Hadis" isimli eserinde, Şeyh'ul İslam İbni Teymiyye "Mecma'ul Feteva" isimli eserinde Sabuni'nin bu eserden nakilde bulunduğune belirtmiş, ayrıca "el-Feteva el-Hameviyyet'ul Kubra" isimli eserinde ise kitabdan bahsetmiştir ve İbni Receb el-Hanbeli, "Cami'ul Ulum ve'l Hikem" isimli şerhinde buna işaret etmiştir. İbni Kudame el-Makdıisi "Zemm'ul Te'vil", Zehebi "el-Uluvv" ve ayrıca "Tezkiret'ul Huffaz" ve "Siyer" son olarak da "el-Erba'in fi Sifaati Rabb'il Alemin" isimli eserlerinde risalenin kesintisiz rivayet zincirinin bulunduğunu belirtmiştir. Risale üç farklı zamanda (574H, 617H ve 667H) sema yolu ile nakledilmiştir.
İmam el-İsmaili'nin biyografisi için bkz: Hakim el-Nisaburi, Tarih Neysabur; İbni Kadı Şu'be, Tabakat'uş Şafi'iye; Ebu İshak el-Şirazi, Tabakat'ul Fukaha; el-Safedi, Vafi ve'l Vefayat, 6/216; el-Enabaki, en-Nücum'uz Zahire, 4/140; İbn'ul İmad, Şezerat'uz Zeheb, 372
JustPaste.it - Share Text & Images the Easy Way
justpaste.it