Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Kâfir Ordusuna Katılarak, Başka Kâfirlere Karşı Savaşmak Câiz mi?

Sayfullah at-Turki Çevrimdışı

Sayfullah at-Turki

حَسْبُنَا ٱللَّهُ وَنِعْمَ ٱلْوَكِيل
İslam-TR Üyesi
Es selamu aleykum,

"Zimmî olub olmadıklarına bakmaksızın, ister İslâm devleti tebaasından olsunlar ister olmasınlar, İslâm bayrağı altında olmaları şartı ile fertler halinde kâfirlerden yardım almak caizdir. Ancak, İslâm devletinden kopuk, kendilerine ait siyasi varlıkları olan belirli bir grup halindeki kâfirlerden yardım almak kesinlikle caiz değildir. Bağımsız bir devlet vasfı ile onlardan yardım almak haram olur."

Ayrı bir devlet vasfıyla hareket eden kafirlerle birlikte, anlaşarak başka kafirlere karşı savasmak caiz olmadığına göre, laik demokrat bir Suriye için savaşan ÖSO ile birlikte Esad'a karşı savaşmak caiz değildir anlamı çıkıyor bundan, doğru mu anladım?

İslami Cephe komutani diye tanıtılan biri, halktan başka türlü destek görmeyecegi için kendilerini Islami Cephe diye tanittiklarini aslında modern, ilimli bir ülke için savastiklarini söyledi:

 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Âleykum selam we rahmetullah;

Evvelâ Ö.S.O. yâni elan Suriyede mevcud Esed küfür rejimine kıyam eden muhalif gurublardan Özgür Suriye Ordusunu, Allahı birlemeyen, ahirat gününe iman etmeyen asli kâfirlere kıyas ederek kâfir hükmü vermen doğru değildir.

Konunun fıkhı boyutuna bakacak olursak;

Musluman bir ordunun, kâfirlerle savaşı esnasında, başka kâfir(ler)den yardım alıp alamayacağı ihtilaflı bir meseledir. Konuyla ilgili hadis ve âlimlerin açıklamaları aşağıdadır:


Nebi (s.a.v.)'in hanımı Âişe (r.anha)'den rivâyet olunduğuna göre o şöyle demiştir:

خَرَجَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قِبَلَ بَدْرٍ فَلَمَّا كَانَ بِحَرَّةِ الْوَبَرَةِ أَدْرَكَهُ رَجُلٌ قَدْ كَانَ يُذْكَرُ مِنْهُ جُرْأَةٌ وَنَجْدَةٌ فَفَرِحَ أَصْحَابُ رَسُولِ اللهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حِينَ رَأَوْهُ فَلَمَّا أَدْرَكَهُ قَالَ لِرَسُولِ اللهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ جِئْتُ لَأَتَّبِعَكَ وَأُصِيبَ مَعَكَ، قَالَ لَهُ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: تُؤْمِنُ بِاللهِ وَرَسُولِهِ؟ قَالَ: لا، قَالَ: فَارْجِعْ، فَلَنْ أَسْتَعِينَ بِمُشْرِكٍ، قَالَتْ: ثُمَّ مَضَى حَتَّى إِذَا كُنَّا بِالشَّجَرَةِ أَدْرَكَهُ الرَّجُلُ، فَقَالَ لَهُ:كَمَا قَالَ أَوَّلَ مَرَّةٍ، فَقَالَ لَهُ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَمَا قَالَ أَوَّلَ مَرَّةٍ، قَالَ: فَارْجِعْ، فَلَنْ أَسْتَعِينَ بِمُشْرِكٍ، قَالَ: ثُمَّ رَجَعَ فَأَدْرَكَهُ بِالْبَيْدَاءِ، فَقَالَ لَهُ كَمَا قَالَ أَوَّلَ مَرَّةٍ، تُؤْمِنُ بِاللهِ وَرَسُولِهِ؟ قَالَ: نَعَمْ، فَقَالَ لَهُ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: فَانْطَلِقْ
[ رواه مسلم ]
"Rasûlullah (s.a.v.) Bedr'e doğru yola çıktı. Harratu'l Vebera denilen yere varınca, cesareti ve kahramanlığı ile ünlü bir adam arkadan gelib Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e yetişti. Rasûlullah (s.a.v.)‘in ashâbı adamı görünce sevindiler.
Adam, Rasûlullah (s.a.v.)'e: "Emrine girmek ve seninle birlikte savaşıp ganimet elde etmek için geldim" dedi.
Rasûlullah (s.a.v.) ona; Allah'a ve elçisine îmân ediyor musun? diye sordu.
Adam: Hayır! dedi.
-Öyleyse geri dön! Çünkü ben bir muşrikten asla yardım istemem! buyurdu.
Âişe (r.anha) dedi: Adam gitti, ağacın yanına vardığımızda tekrar gelip yetişti. İlk teklifini tekrarladı.
Rasûlullah (s.a.v.) de önceki söylediklerini tekrar etti: Öyleyse dön! Ben bir muşrikten asla yardım istemem! buyurdu.
Adam ayrıldı, sonra Beydâ denilen yerde bize tekrar yetişti. Üçüncü kez teklifini yeniledi.
Rasûlullah (s.a.v.) ona tekrar: Allah'a ve elçisine îmân ediyor musun? diye sordu.
Adam: Evet! dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: O halde (haydi bizimle) yürü!"

(Muslim, Cihad, bab 51, Hadis no: 150 / 1817, 3388)

Aynı hadisi farklı şekilde inceleyecek olursak;

Bana Zuhyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdurrahmân b. Mehdî, Mâlik'den rivayet etti.
Bana bu hadîsi Ebû't-Tâhir de rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bana Abdullah b. Vehb, Mâlik b, Enes'den, O da Fudayl b. Ebî Abdillâh'dan, O da Abdullah b. Niyâr EI-Eslemi'den, O da Urvetu'bnu-z Zubeyr'den, O da Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in zevcesi Âişe'den naklen onun şöyle dediğini rivayet etti:
Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Bedir tarafına yola çıktı. Harratu'l-Vetera'ya varınca kendisine bir adam yetişti ki, bu adamın cûr'et ve cesareti söyleniyordu. Bu sebeble Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in ashabı onu gördükleri vakit sevindiler.
Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'e yetişince Ona : — Sana tâbi' olmak ve seninle beraber yaralanmak için geldim, dedi.
Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kendisine:

« تؤمن بالله ورسوله
Allah'a ve Rasulune îmân ediyor musun?» diye sordu.
Hayır! dedi.

« فارجع فلن أستعين بمشرك
Öyle ise dön! Ben asla bir muşrikten yardım alamam!» buyurdular.
Âişe demiş ki: Sonra gitti. Ağacın yanına vardığımızda o adam Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'e yine yetişti; ve ona ilk defa söylediği gibi söyledi. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de ona ilk defa söylediği gibi söyledi.
« فارجع فلن أستعين بمشرك »
Öyle ise dön! Ben asla bir muşrikten yardım alamam! »buyurdu.
Sonra döndü: Ve Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'e Beydâ'da yetişti.
O da ilk defa dediği gibi:
« تؤمن بالله ورسوله Allah'a ve Rasulune îmân ediyor musun?» diye sordu.
Adam: Evet! cevâbını verdi.
Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ona:
«
فانطلق O halde yürü!» buyurdular.
(Muslim, Cihad, bab 51, Hadis no: 150 / 1817)

Hubeyb b. Abdurrahman (r.anh)’dan o da babasından o da dedesinden şöyle dediği rivayet edildi:
“Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), bir gazveye çıkmak isterken, Müslüman olmadığımız halde kavmimden bir adam ile ben ona gelip şöyle dedik: Biz kendileri ile birlikte şahid olmadığımız bir hususa kavmimizin şahid olmasından mahcub oluyoruz.

Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle dedi : « أو أسلمتما Siz, ikiniz Müslüman oldunuz mu?»
Biz; Hayır, dedik.
Dedi ki;

« فلا نستعين بالمشركين على المشركين »
Biz muşriklere karşı muşriklerden yardım almayız»
Bunun üzerine biz Müslüman olup onunla birlikte savaşa çıktık.” (Ahmed bin Hanbel)

Veera : Medine'ye dört mil mesafede bir yerdir. Bâzıları bu kelimeyi Vebra okumuşlardır.

Bu hadîste Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): «Ben asla bîr muşrikten yardım alamam!» buyurmuştur.


Başka bir hadîste Safvân b. Umeyye, müslüman olmadan önce onun yardımından faydalandığı rivayet olunmuştur.

Ulemâdan bazıları, mutlak surette babımız hadîsi ile amel ederek kâfirden istifadenin câiz olmadığını söylemişlerdir. Diğerlerine göre şayet kâfir müslümanlar hakkında iyi niyet gösterir ve onun yardımına ihtiyaç da varsa istifade caiz, aksi takdirde mekruhtur.
İşte bu babtaki iki hadîs bu iki hâle hamledilir.

Kâfir harbe izinle iştirak ederse kendisine atıyye verilir. Ganimetten hisse verilmez. İmam Âzam'la, İmam Mâlik, İmam Şafiî ve cumhûr-u ulemânın mezhebleri budur. Zuhrî ile Evzâî kâfire hisse verileceğine kail olmuşlardır.

Aişe'nin : «Ağacın yanına vardığımızda...» demesine bakılırsa onun da orduyu teşyî' edenlerle beraber olduğu anlaşılır. Mamafih bu sözle kendisi bulunmadığı halde müslümanları kasdetmiş olması da câizdir.

Kâfirlerle savaşta, diğer kâfirlerden yardım alınabileceğini savunanlar ise:
Kâfirlerin İslam cemaati bayrağı altında , menfaatsiz (ganimetsiz) ve ferd olarak bulunmaları durumunda câiz; Kâfirlerin toplu olarak kendi bayrakları altında ve ganimetten faydalanma niyetleriyle bulunmalarının câiz olmadığını bildirmektedirler. Bu konuda İmam Nebhani şöyle demektedir:

Savaşta Kafirlerden Yardım Almak


Zimmî olup olmadıklarına bakmaksızın, ister İslâm devleti tebaasından olsunlar ister olmasınlar, İslâm bayrağı altında olmaları şartı ile fertler halinde kâfirlerden yardım almak caizdir. Ancak, İslâm devletinden kopuk kendilerine ait siyasi varlıkları olan belirli bir grup halindeki kâfirlerden yardım almak kesinlikle câiz değildir. Bağımsız bir devlet vasfı ile onlardan yardım almak haram olur.

Savaşta fertler halinde kâfirlerden yardım almanın câiz olduğuna dair delil şu rivayetlerdir:


- “Muşrik olduğu halde, Kuzman, Uhud günü Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in ashabı ile birlikte savaş için yola çıktı. Muşriklerin sancaklarının taşıyıcıları Abduddâ oğullarından üç kişiyi öldürdü.
Öyle ki Rasûlullah
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle dedi:
إِنَّ اللَّهَ يُؤَيِّدُ هَذَا الدِّينَ بِالرَّجُلِ الْفَاجِرِ
Şubhesiz ki Allah, bu dini fâcir bir adamla da destekler.(Dârami, K. Seyr, 2405)

- Hazâ’a kabilesi, fetih yılında Kurayş ile savaşmak için Nebi
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile birlikte yola çıktı. Bu zaman Hazâ’a henüz muşrik idi.
Hatta Rasûlullah
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onlara şöyle dedi:
يَا مَعْشَرَ خُزَاعَةَ وَارْفَعُوا أَيْدِيَكُمْ عَنِ الْقَتْلِ فَقَدْ كَثُرَ أَنْ يَقَعَ لَئِنْ قَتَلْتُمْ قَتِيلاً لادِيَنَّهُ
Ey Hazâ’a topluluğu! Öldürmekten elinizi çekin, öldürme işi çok oldu. Sizin öldürmüş olduklarınız dikkat çekici şekildedir.” (Ahmed b. Hanbel, Musned, Medineyyîn, 15782)

Bu Hadislerin tamamı; fertler halinde kâfirlerden yardım almanın caiz olduğuna, yani kâfirin İslâm ordusunda düşmana karşı Müslümanlarla birlikte savaşmasının caiz olduğuna açık delâlet etmektedir.

Ancak kâfir, orduda olmaya ve savaşmaya zorlanmaz. Çünkü O'na cihad farz değildir ve ona ganimetten verilmez, fakat bahşiş verilir, ona maldan bir miktar verilir. Kâfir bir kişinin Müslümanlarla birlikte savaşmak -yani Müslümanların ordusunda olmak istediğinde- hainliğinden korkulmayan, güvenilirliği belli olduğunda onun ordudaki her hizmette istihdam edilmesi câiz olur.

Aişe’den rivayet olunan şu rivayete gelince:

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Bedir’den önce sefere çıktı. Hurret el-Vebre denilen yere geldiğinde, ona gücü ve cesareti ile bilinen bir adam yetişti. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in ashabı onu görünce sevindiler. O geldiğinde Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e dedi ki; Ben sana tâbi olup seninle birlikte pay almak için geldim. Bunun üzerine Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)dedi ki; تؤمن بالله ورسوله “Allah ve Rasul’une inandın mı?”
O; Hayır, dedi.
Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) dedi ki;
فارجع فلن أستعين بمشرك “Geri dön, ben muşrikten asla yardım almam”.
Aişe dedi ki; Sonra o gitti. Biz bir ağaçlı bölgeye geldiğimizde o adam yine Rasule yetişti ve ona önce dediği gibi dedi.
Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de, ona önce dediği gibi dedi:
فارجع فلن أستعين بمشركGeri dön, ben muşrikten asla yardım almam”.
O, geri döndü. Sonra Beyda denilen yerde yine Rasule yetişti.
Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
ona önce dediği gibi; تؤمن بالله ورسوله Allah ve Rasulü’ne inanıyor musun?” dedi.
O da; Evet, dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) O'na;
فانطلق Haydi öyleyse hemen işe koyul!” dedi.”
(Muslim)


Bu Hadis, Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in muşriklerden yardım almasının sabit oluşuyla çelişmez. Zira bu adam, ganimet almak karşılığında savaşmak istemişti. Diyordu ki; “Sana tabi olup seninle birlikte pay almak için geldim.” Ganimet ise, ancak Müslümanlara verilir. Böylece Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’nin ondan yardım almayı reddetmesi, buna yorumlanır. Aynı şekilde kâfirlerden fertler halinde yardım alması da halifenin emrine/konumuna terk edilmiş bir husus olarak yorumlanır. Halife dilerse yardım alır, dilerse reddeder.


- Hubeyb b. Abdurrahman’dan o da babasından o da dedesinden şöyle dediği rivayet edildi: “Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), bir gazveye çıkmak isterken Müslüman olmadığımız halde kavmimden bir adam ile ben ona gelip şöyle dedik: Biz kendileri ile birlikte şahid olmadığımız bir hususa kavmimizin şâhid olmasından mahcub oluyoruz.
Rasûlullah
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle dedi
: أو أسلمتماSiz, ikiniz Müslüman oldunuz mu?”
Biz; Hayır, dedik.
Dedi ki;
فلا نستعين بالمشركين على المشركين
Biz muşriklere karşı muşriklerden yardım almayız.”
Bunun üzerine biz Müslüman olup onunla birlikte savaşa çıktık.”
(Ahmed bin Hanbel)


Bu Hadis, kâfirlerden fertler halinde yardım almanın, halifenin görüşüne terk edildiğine yorumlanır. İsterse yardım alır, isterse reddeder. Zira Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Uhud’da yardım aldı, Mekke’nin fethinde yardım aldı, Bedir’de yardım almayı reddetti. Hubeyb ve onun beraberindeki adam Müslüman olasıya kadar yardımlarını reddetti. Böylece Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in kâfirlerden fertler halinde, onlar küfürleri üzerinde iken yardım aldığı sabit olmuştur. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in Müslüman olasıya kadar kâfirlerin fertlerinden yardım almayı reddettiği de sabit olmuştur. Bu, kâfirlerin fertlerinden savaşta yardım almanın caiz olduğuna, yardım alma işinin halifenin görüşüne terk edildiğine, halifenin istediğinde yardım almayı kabul ettiği istediğinde reddetti hususlardan olduğuna dair delildir. Nitekim Beyhaki, Şafi’nin şu nâssını zikretmiştir: “Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) , reddettiği kişilerde istek olduğunu keşfedip, onların Müslüman olmalarını umarak onları reddetti. Allah Subhenehû ve Teala onun zannını doğruladı.”

Kâfirlerden mustakil bir devlet vasfıyla yardım almanın caiz olmadığına dair delile gelince:

- Ahmed ve Nesâi, Enes’ten
Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in şöyle dediğini rivayet ettiler:

لا تَسْتَضِيئُوا بِنَارِ الْمُشْرِكِينَ Muşriklerin ateşi ile aydınlanmayınız.
(Nesei, K. Zînet, 5114)


Bir “topluluğun ateşi”, bağımsız bir kabile ya da devlet gibi, harpteki varlığına kinayedir.

- Beyhaki dedi ki; “Hafız Ebu Abdullah Fesak’ın kendi senedi ile Ebu Hamid el-Sa’aidâ’ye dayanarak bize bildirdiği husus doğrudur:
Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sefer için yola çıkıp Seniyetu’l Vedâ’yı arkada bıraktığında bir süvari birliği görüldü. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem); Onlar kimdir? diye sordu.
Dediler ki; Benu Kaynuka’dan Abdullah b. Selam grubudur.
Dedi ki; Müslüman mı oldular?
Dediler ki; Hayır, bilakis onlar dinleri üzeredirler.

Dedi ki; قولوا لهم فليرجعوا فإنا لا نستعين بالمشركين
Onlara geri dönmelerini, zira bizim müşriklerden yardım almadığımızı söyleyin.
(Nesei, K. Zînet, 5114)

Böylece Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Benu Kaynuka’dan Abdullah b. Selâm’ın grubunu reddetti. Çünkü onlar bir kâfir suvari birliğinden toplanmış grup olarak ve Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile kendileri arasında bir takım anlaşmaların olduğu bir devlet gibi olan Benu Kaynuka’dan olduklarını belirten, kendi bayrakları altında geldiler. Ondan dolayı Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onları reddetti. Dolayısıyla onları reddetmesi, onların kendi devletlerine ait bayrakları altında gelmiş olmalarından dolayı olmaktadır. Bunun delili de, Rasul’un Hayber’de fertler olarak gelen Yahudilerin yardımını kabul etmeleridir. Ebu Hamid’in bu Hadisi, var olduğunda hükmünde var olduğu, var olmadığında hükmünde var olmadığı Şer’i bir illeti içermektedir. Hadisteki illet Hadisin nâssında ortaya çıkmaktadır.
Zira diyor ki: “Bir suvari birliği görüldü. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem); Onlar kimdir? diye sordu.
Dediler ki; Benu Kaynuka’dan Abdullah b. Selam grubudur.
Onların bir “suvari birliğinin” olmasının manası; onların, mustakil bir bayrağı olan mustakil bir ordu olmaları demektir. Çünkü her süvari birliğinin bir bayrağı olur.

Böylece onların, Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile kendileri arasında bir takım anlaşmaların olduğu, bir devlet konumundaki Yahudi Benu Kaynuka’dan kendilerine ait mustakil bir bayrağı olan kâfir bir suvari birliği olmaları, Rasul’un kendilerini reddetmesinin illeti olmaktadır. İllet, sadece onların kâfir olmaları değildir.
Bunun delili; bu konumlarına ve İslâm’ı reddetmelerine binaen onların geri dönmelerini reddetmesidir, onların sadece İslâm’ı reddetmesine binaen değil.
Bunu, Enes’in şu Hadisi teyid eder:
لا تَسْتَضِيئُوا بِنَارِ الْمُشْرِكِينَ
“Muşriklerin ateşi ile aydınlanmayınız.” (Nesei, K. Zînet, 5114)

Bu, siyasi varlığa delalette baskındır. Aynı şekilde, Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in muşrik olduğu halde Kuzman'ın yardımını Uhud savaşı yerinde kabul etmesi de bunu teyit etmektedir. Bunun manası; kâfirin yardımını siyasi bir varlık olduğunda reddetmiştir, fert olduğunda kabul etmiştir.

Buna binaen, kendi bayrakları altında bir kâfir devlet veya bir kâfir kabile veya bir kâfir grup ya da devletlerinden bir cuz olduklarında kâfirlerin yardımını kabul etmek hiçbir şekilde caiz olmaz.

Hazâ’a kabilesinin, mustakil bir kabile oldukları halde Fetih yılında Kurayş’e karşı Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile beraber olmalarına gelince; bu, bağımsız bir siyasi varlığı olan bir gruptan yardım almanın câiz oluşuna delâlet etmez. Zira Hazâ’a, Hudeybiye yılında, Müslümanlar ile Kurayş arasındaki sulh anlaşması yapılırken ve anlaşma metnine şu ibare geçerken orada bulunuyorlardı; “Kim Muhammed’in akdine ve sözüne katılmak isterse ona dâhil olur, kim de Kurayş’in sözleşmesine ve sözlerine katılmak isterse ona dâhil olur.” (Ahmed)

Bu metne binaen Hazâ’a ileri atlayıp; ‘Biz Muhammed’in sözleşmesi ve sözüne dâhiliz.’ dediler. Benu Bikr de atlayıp; ‘Biz Kurayş’in sözleşmesi ve sözüne dâhiliz.’ dediler. Böylece Hazâ’a kabilesi, Müslümanlar ile Kureayş arasında olan bu anlaşmada Müslümanlarla birlikte oldular. Rasul de onları, anlaşmaya göre devletinden bir cemaat gibi himayesine dâhil etti. Onun için onlar, bağımsız bir grup gibi değil de, İslâm Devletinden bir cûz gibi Müslümanların bayrağı altında bir kabile gibi savaşıyorlardı. Böylece onlar siyasi bir varlık gibi değil de fertler gibi olur. Hazâ’a ile Rasul arasında bir anlaşma ya da sözleşmenin olduğuna dair vehim doğru değildir. Zira anlaşma, Rasul ile Kurayş arasında idi, Rasul ile Hazâ’a arasında değil. Bu anlaşmaya binaen Benu Bikr kabilesi onlardan bir cûz gibi Kureyş ile beraber oldu. Buna binaen Hazâ’a’nın Rasul ile birlikte savaşı, kâfir bir topluluğun Müslümanlarla savaşı değildir. Bilakis, kâfir bir kabiledeki kâfir fertlerin, Müslümanların bayrağı altında Müslümanlarla birlikte savaşı olmaktadır. Bu ise caizdir, bir mahzuru yoktur.

Ebu Davud ve Ahmed’in Zi Mihber’den yaptığı şu rivayete gelince:
“Dedi ki Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle derken işittim:

سَتُصَالِحُونَ الرُّومَ صُلْحًا آمِنًا وَتَغْزُونَ أَنْتُمْ وَهُمْ عَدُوًّا مِنْ وَرَائِكُمْ
“Rumlarla bir barış anlaşması yapacaksınız. Siz ve onlar sizi aşan bir düşmana karşı savaşacaksınız.”
(Ebu Davud, K. Cihâd, 2386)

وَتَغْزُونَ أَنْتُمْ وَهُمْ عَدُوًّا مِنْ وَرَائِكُمْ
“Siz ve onlar sizi aşan bir düşmana karşı savaşacaksınız.” Sözü Rum’un fertlerine yorumlanır, devletlerine değil. Zira kâfirlerle Müslümanlar arasında sulh sadece Müslümanların yönetimi altına girmekle birlikte cizye vermeyi kabul etmeleri durumunda olur. Çünkü İslâm, Müslümanlara kendileriyle savaşan kâfirleri şu üç seçenekten birisini seçmekte serbest bırakmalarını emretmiştir:

1- Ya Müslüman olmaları,
2- Ya cizye vermeleri,
3- Ya da savaşmaları.


Onlarla sulhun meydana gelmesi, ancak İslâm bayrağı altına girerek cizye ödemeleri halinde olur. Dolayısıyla; ستصالحونهم ”Onlarla sulh yapacaksınız.”sözü, onların Müslümanların bayrakları altında olduklarına, o zaman da fertler halinde olduklarına dair karine olmaktadır. Bunu Rumlar ile meydana gelen vakıa da teyit etmektedir. Zira Müslümanlar Rumlar ile savaştılar, onları hezimete uğrattılar ve ülkelerini ele geçirdiler. Rumlar fertler halinde Müslümanlar ile birlikte savaştılar. Rumlar, devlet vasıflarıyla İslâm Devleti ile birlikte arkalarındaki düşmanla hiç savaşmadılar. Bu hiçbir gün meydana gelmedi. Bu da yukarıda geçen Hadiste الرومRûm” kelimesinden kastedilenin “fertler” olduğu, “devlet” olmadığı yorumunu desteklemektedir.

Böylelikle, muşriklerden, devlet olarak yardım almanın caiz olduğuna delâlet eden bir delilin bulunmadığı açığa çıkmaktadır. Bilakis bunun kesinlikle caiz olmadığı hususunda deliller gayet açıktır.

Bütün bu izahat; Müslümanlarla birlikte bizzat savaşması şeklinde kâfirden yardım almakla ilgili idi.

Kendisinden silah almak şeklinde kâfirden yardım almaya gelince; garantili ve ödünç almak şeklinde olması şartı ile ister fertten olsun ister devletten olsun, silah almak caizdir. Bunun delili ise şudur:

Rasûlullah
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Hevâzin kabilesi üzerine sefere çıkma kararı aldı. Ona Sefvân b. Umeyye’de zırh ve silah olduğu hatırlatıldı. Bunun üzerine Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
, o henüz muşrik iken onu yanına çağırtıp şöyle dedi:
يا أبا أمية أعرنا سلاحك هذا نلق فيه عدونا غدا
Ey Ebu Umeyye! Bu silahını bize ödünç ver. Biz yarın düşmanı onun içinde karşılayalım.”
O da; ‘Gasb olarak mı, ya Muhammed?’ dedi.
Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem); بل عارية و مضمونة حتى نؤديها إليك
Hayır, bilakis sana onları geri veresiye kadar garantili ve ödünç olarak.” dedi.
Bunun üzerine O; ‘Bunda bir sakınca yoktur’ deyip Rasule yüz zırh ve yeterince silah verdi. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in ondan kendisine yeterince nakliye de vermesini istediği onun da bunu yaptığı iddia edildi.”
(Nesâî, Ebu Davud)

Bu, Rasul’un kâfirden silah yardımı aldığı hususunda gayet açık bir delildir. O, müşrik her ne kadar fert olsa da kabile reisidir. Ancak sadece bir kâfirden silah almak; savaşa bizzat katılmak şeklinde yardım almak gibi devletten silah almanın olmadığını tahsis eden bir delil olmadığı sürece, kâfirden silah olarak yardım almanın caiz olduğuna dair delil olur. Fakat bir devletten silah almayı yasaklayan bir delil geçmemiştir. Dolayısıyla kâfirden ister ödünç, ister ise satın olarak silah almanın caiz oluşu kayıtsız olarak kalır. Ancak devletin silah alması, genellikle bir devletten alması şeklinde hasıl olur. Buna binaen, kâfir bir devletten silah almak şeklinde yardım almak caiz olur. (İmam Nebhani, İslam Şahsiyeti)


***



قلت لأحمد لو نزل عدو بأهل قسطنطينية فقال الملك للأسراء اخرجوا فقاتلوا واعطيكم كذا وكذا؟ قال إن قال لهم أخلي عنكم فلا بأس رجاء أن ينجوا قلت فإن قال أعطيكم وأحسن إليكم؟ قال قال رسول الله من قاتل لتكون كلمة الله هي العليا لا أدري
Ebu Davud (رحمه الله) dedi ki:
"Ahmed'e "Eğer düşman ordusu (kafirler) kostantiniye ehline (savaş için) inseler ve (kostantiniyye'nin) meliki (müslüman) esirlere '(Hapisten) Çıkın ve savaşın. Size şunu ve şunu (şu kadar para) verecem' derse, (savaşmaları caiz midir)?" dedim.
Ahmed "Eğer (melik) onlara (müslüman esirlere) '(bizimle beraber bu kafirlere karşı savaşın) Sizi serbest bırakacam' derse, (hapisten) kurtulmayı umurak (savaşmalarında), bir beis yoktur" dedi.
Ben "Eğer (melik) '(Savaşın) Size (para) verecem ve iyi davranacam' derse, (caiz olur mu)?" dedim.
Ahmed "Allah Rasulü 'Kim Allah'ın kelimesi en yüce olsun diye savaşırsa, (o Allah yolundadır)' dedi. (Bu halde caiz olur mu) bilmiyorum" dedi

(Mesailu Ahmed, rivayetu Ebu Davud, Sf: 332)


وإن لم يستكرهوهم على قتالهم كان أحب إلي أن لا يقاتلوا ولا نعلم خبر الزبير يثبت ولو ثبت كان النجاشي مسلما كان آمن برسول الله
İmam Şafi'i (رحمه الله) dedi ki:
"(Bazıları Zubeyr hadisiyle bunun caiz olduğunu, bazıları da itiraz ederek haram olduğunu söylemiştir) Eğer onları (müslüman esirleri kendileri ile beraber diğer kafirlerle) savaşmaya zorlamazlarsa, bana sevimli olan savaşmamalarıdır. (Bu hususta nakledilen) Zubeyr haberi sabit değildir ; Sabit olsaydı bile, Necaşi müslümandı ; O, Allah Rasülü'ne iman etmişti"
(el-Umm , C. 4, Sf: 256)

Not: İmam Şafii'nin Zubeyr kıssası diye bahsettiği kıssayı, İbn İshak siyerinde nakletmiştir.

İbn İshak bunu Zuhri'den, O Ebu Bekir bin AbdurRahman bin Haris'ten, O da Umm Seleme annemizden olmak üzere nakletmiştir.
(İbn İshak, es-Siyeru ve'l-Meğazi, C. 1, Sf: 216)


Beyhaki'nin naklettiğine göre İmam Ahmed, İmam Şafii'nin 'Necaşi müslümandı' kavlinin sahih olduğunu, lakin kıssanın zayıf değil, hasen olduğunu söylemiştir.
(Mârifet'us-Suneni ve'l-Asar, C. 13.cilt, Sf: 340)
Allah en doğrusunu bilendir.

Sahnun İbn'ul-Kasım'a bundan sormuş, İbn'ul-Kasım İmam Malik'ten şöyle işittiğini söylemiştir ;

لا أرى أن يقاتلوا على هذا ولا يحل لهم أن يسفكوا دماءهم على مثل ذلك إنما يقاتل الناس ليدخلوا في الإسلام من الشرك فأما أن يقاتلوا الكفار ليدخلوهم من الكفر إلى الكفر ويسفكوا دماءهم في ذلك فهذا مما لا ينبغي ولا ينبغي لمسلم أن يسفك دمه على هذا
"Böyle bir şey üzerine savaşmalarını (caiz) görmem. Onlara böyle şeyler (para vb şeyler için, bir kafirle beraber başka kafirlerin) kanlarını dökmeleri helal olmaz. İnsanlarla, ancak şirkten İslam'a girmeleri için savaşılır. Kafirlerle onları (bir) küfürden (başka) bir küfre sokmak ve bu uğurda kanlarını dökmek için savaşmaya gelince ; Bu, (bir müslümana) yaraşmaz ; Hiçbir müslümanın bunun üzerine kan dökmesi yaraşmaz"
(Mudevvene, C. 1, Sf: 518)

Hakeza Tahavi de rey ehlinden şöyle nakletmiştir ;
قال أصحابنا لا ينبغي أن يقاتلوا مع أهل الشرك لأن حكم الشرك هو الظاهر وهو قول مالك وقال الثوري يقاتلون معهم وقال الأوزاعي لا يقاتلون إلا أن يشترطوا عليهم إن غلبوا أن يردوهم إلى دار الإسلام
"Ashabımız dedi ki ; Şirk ehli ile savaşmak (müslümana) yaraşmaz. Çünkü (bu savaşın sonunda) zahir olacak hüküm, şirk ahkamıdır (şer'i ahkam değildir).
Sevri dedi ki ; Onlarla beraber savaşılır (caizdir).
Evzai dedi ki ; Ancak şu şartla caizdir. Eğer galib gelirlerse, (müslüman eserileri serbest bırakıp) İslam yurduna geri çevirecekler"

Tahavi akabinde uzunca bunu neden caiz görmediklerini bazı hadislerle istidlalen anlatmıştır.

(Tahavi, İhtilaf'ul-Ulema, C. 3, Sf: 454-455)



Küfür Ordusunda Yer Alarak Diğer Kafirlere Karşı Savaşmanın Hükmü

 
Sayfullah at-Turki Çevrimdışı

Sayfullah at-Turki

حَسْبُنَا ٱللَّهُ وَنِعْمَ ٱلْوَكِيل
İslam-TR Üyesi
Âleykum selam we rahmetullah;
Evvelâ Ö.S.O. yâni elan Suriyede mevcut Esed küfür rejimine kıyam eden muhalif gurublardan Özgür Suriye Ordusunu, Allahı birlemeyen, ahirat gününe iman etmeyen asli kâfirlere kıyas ederek kâfir hükmü vermen doğru değildir.

1.Öncelikle cevabından dolayı Allah razı olsun abi. Ancak bu söylediklerinizi vakamızla kıyas etmeye çalışıyorum. Aklıma sorular geliyor. Şimdi laiklik ve demokrasi için savaşan bir ÖSO grubu var ve bu ordu Esad'a karşı savaşıyor, bu orduyla geçiçi olarak (Esad devriline kadar) Esad'a karşı işbirliği içerisinde olmak caiz midir (anladığım kadarıyla yazınızdan bunun caiz olmayacağı çıkıyor) ve Nusret Cephesi bu gibi gruplarla Esad'a karşı geçiçi bir işbirliği içerisinde midir yoksa bunlarla antlaşmadan ayrı ayrı mı hareket ediyorlar?

2.malum Suriye'de ceşitli gruplar var, İhvani Müslimin menhecine sahip bir grup bile var duyduğuma göre, bunlar da kendilerine göre şeriat için savaşıyorlar ancak akideleri ve menhecleri bozuk, hükmü ihtilaflı olabilecek bu gibi ordularla Işid haricilerine karşı işbirliği içerisinde olmanın, savaşta birlikte hareket etmenin hükmü nedir ve bunlarla birlikte hareket ederkende bunların ayrı bir bayrağı, ayrı bir şeriat anlayışı var, Nusret Cephesinin ayrı bir bayrağı, ayrı bir şeriat anlayışı var.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Öncelikle cevabından dolayı Allah razı olsun abi. Ancak bu söylediklerinizi vakamızla kıyas etmeye çalışıyorum. Aklıma sorular geliyor.
1.Şimdi laiklik ve demokrasi için savaşan bir ÖSO grubu var ve bu ordu Esad'a karşı savaşıyor, bu orduyla geçiçi olarak (Esad devriline kadar) Esad'a karşı işbirliği içerisinde olmak caiz midir (anladığım kadarıyla yazınızdan bunun caiz olmayacağı çıkıyor) ve Nusret Cephesi bu gibi gruplarla Esad'a karşı geçiçi bir işbirliği içerisinde midir yoksa bunlarla antlaşmadan ayrı ayrı mı hareket ediyorlar?
2.malum Suriye'de ceşitli gruplar var, İhvani Müslimin menhecine sahip bir grup bile var duyduğuma göre, bunlar da kendilerine göre şeriat için savaşıyorlar ancak akideleri ve menhecleri bozuk, hükmü ihtilaflı olabilecek bu gibi ordularla Işid haricilerine karşı işbirliği içerisinde olmanın, savaşta birlikte hareket etmenin hükmü nedir ve bunlarla birlikte hareket ederkende bunların ayrı bir bayrağı, ayrı bir şeriat anlayışı var, Nusret Cephesinin ayrı bir bayrağı, ayrı bir şeriat anlayışı var.
ÖSO senin demenle (ben senin gibi net bilmiyorum) net kâfir ve kufur duzeninin ikâmesi için savaşıyorsa, Bir başka küfür düzeninin yıkılması için Şeriatçılarla (misal Nusra) nasıl bir araya gelsin. Geldikten sonra kendisi ile Nusra arasında otorite savaşları çıkmayacak mı?
Tâbi senin ÖSO'ya verdiğin sıfattan dolayı böyle açmazlara girdiğin anlaşılıyor.
Nusra, ÖSO ile sözde Esed kufur rejimine karşı asgari muştereklerde ortak hareket edebilir, kufrun ortadan kalkmasından sonra kendi aralarında durum için ayrıca değerlendirme yapabilirler. Buradan, oradaki şart ve ortamları, yüzeysel bilip görerek varsayımlarla yorumlamamız uygun değildir. Bu durum İhvan-ı Muslimin için de geçerlidir. İhvan-ı Muslimin cihad etmesindeki amacın, Mısırdaki gibi demokratik nizamı getirmeye çalıştığını delilsiz söylemek zulum olur.
 
Üst Ana Sayfa Alt