Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Kahinin Dediklerinin Doğru Olabileceğine İnanmak Küfür müdür?

Abdullah el Hanbeli Çevrimdışı

Abdullah el Hanbeli

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Es selamu aleykum,

Kahinin gelecekle ilgili verdiği bir bilgi hakkında doğru olabileceği ihtimaline inanmak küfür olur mu?
Bir hadiste cinler bazı bilgileri meleklerden duyduğunu ve daha sonra duyduklarını kahine aktardıkları geçiyor, bu durumda bazen doğru olan şeyler de çıkıyor.
***

Hadislerde belirtildiği gibi cinler kulak hırsızlığı yapıyorlar, gelecek ile ilgili bilgileri meleklerden alıyorlar, bu bilgiler de kahinlere ulaştığına göre bu bilginin doğru olma ihtimalini göz önünde bulundurmak da küfür olur mu? Küfür olması için kahinin mutlak gaybı bildiğine (vasıtasız şekilde bildiğine) veya sadece Allah'ın bilebileceği bir şeyi bildiğine inanmak mı gerekiyor?

Tabii doğru bilgilere yalan yanlış şeyler de karıştırıyorlar, o ayrı bir mesele. Ama doğru olma ihtimalini göz önünde bulundurarak yüzde yüz gerçekleşeceğine inanmadan misal tedbir almak ve temkinli davranmak da küfür olur mu? Bir müslüman kahine gidip soru sorması da caiz değil, o da ayrı bir mesele ama kahinin dediğini ister istemez duydu diyelim (televizyonda konuşurken mesela), doğru olabileceğine ihtimal vermesi küfür mü? Yoksa cinlerin kulak hırsızlığı yaptığı Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in peygamberliğinden önceki döneme mi hastır?

Misal bazı kitaplar var, gelecek ile ilgili olaylar hakkında bilgiler veriyorlar, koronavirüs gibi. Veya Simpsons gibi çizgi filmlerde buna benzer olaylar var?

***
Es selamu aleykum hocam,

Tekrar soruyorum, soruyu kısaltabilirsin.

Kahinin gelecekle ilgili cinler vasıtasıyla doğru bilgiler aktarabileceğine inanmak küfür müdür, bazıları bunun günümüzde mümkün olmadığını, nübüvvetten sonra cinlerin artık kulak hırsızlığı yapamadığını söylüyor ancak sorun şu ki; günümüzde de kahinlerin veya astrologların gelecekle ilgili söylediklerinde doğru şeyler de çıkıyor. Bunu nasıl anlamalıyız?
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Es selamu aleykum hocam,
Kahinin gelecekle ilgili cinler vasıtasıyla doğru bilgiler aktarabileceğine inanmak küfür müdür, bazıları bunun günümüzde mümkün olmadığını, nübüvvetten sonra cinlerin artık kulak hırsızlığı yapamadığını söylüyor ancak sorun şu ki; günümüzde de kahinlerin veya astrologların gelecekle ilgili söylediklerinde doğru şeyler de çıkıyor. Bunu nasıl anlamalıyız?
Âleykum selam we rahmetullahi we berakatuh kardeşim;
Kâfir cinlerin geleceğe dair gaybi bilgileri meleklerden "istirâku's-sem'/Şeytanlarla cinlerin gökten haber öğrenmek amacıyla kulak kabartmaları, cinlerin kulak hırsızlığı" yaparak edinmeye çalıştıkları nass ile sabittir. Aşağıda konuyla ilgili ayet ve açıklamalarla izahatı gelecektir. Nitekim Firavun'un sihirbazları ve büyücülerden her türlü istifade ettiği ve itibar ettiği de yine nas ile sabittir. Büyücüler (kâhinler) ve sihirbazlar yaptıkları işlerde bu tür kafir şeytanları (cinleri) kullandıkları, onlardan (cinlerden), hırsızlama yoluyla elde ettikleri bazı sahih bilgilere yalan ve dolanlar ekleyerek büyücülere fısıldarlar. Bu sebeble bunların verdiği bazı malumatlar isabetli çıksa da büyük kısmı da yalandır.
Firavunun, büyücü ve kâhinlerinden aldığı hırsızlama haberler neticesinde bahsettiğiniz bilgiye ulaşmış olarak kendi tahtını muhafaza için İsrailoğullarının erkek çocuklarını bir yıl öldürüp, bir yıl azad etme curûmuna girişmiş olması kuvvetle muhtemeldir.


"Şubesiz biz, dünya göğünü, bir zînet olan yıldızlarla süsledik.

Biz o göğü, her isyankâr şeytandan koruduk.
Böylece onlar, o yüce topluluğu dinleyemezler. Kovulmak için her taraftan kendilerine ateş atılır. Kıyâmet gününde de onlar için devamlı bir azab vardır.

Ancak o yüce topluluktan bir söz kapanların da peşine, her şeyi delip geçen bir alev takılır." (Saffat 6 - 10)

Bu ayetin (Saffat 10) tazammun ettiği anlamı iyice kavrayabilmek için Rasûlullah'a (s.a.v.) peygamberlik geldiği dönemde, Arablar arasında kehanetin çok makbul olduğunu bilmek gerekir. Öyle ki o dönemde her yer adeta gaybten haber getirenler, gayb hakkında bilgi verenler ile kaynıyordu. Araplar kendi geçmiş ve gelecekleri hakkında haber veren bu kimselere inanırlardı.
Bu kimseler de (kahinler), cin ve şeytanların emirleri altında olduklarını ve kendilerine gaybten haberler getirdiklerini iddia ediyorlardı. Peygamber'e (s.a.v.) ilk kez vahiy geldiğinde, o böyle bir atmosferde Kur'an'ın ayetlerini tebliğ etti ve bu ayetlerin kendisine, Allah tarafından ve bir melek aracılığıyla geldiğini söyledi. Bunun üzerine kafirler peygamber'e (s.a.v.) "kahin" demeye başladırlar. Öyle ki şeytanın kahinlere haber getirdiği gibi Peygamber'e de getirdiğini, onun da bu bilgileri kendilerine vahy diye aktardığını iddia ettiler. Kur'an bu iddiaları şu şekilde cevablamıştır:
"Şeytan kesinlikle değil Mele-î A'lâ'ya yaklaşmak, Alem-i Bâlâ'ya bile giremez. Şayet şeytan Mele-i A'lâ'ya yaklaşmak için çabalayacak olsa, hemen onu delici bir ateş kovalar."
Bir diğer anlamı da şöyle olabilir:
"Allah'ın emriyle melekler kâinatı idare etmektedirler. Dolayısıyla onlar şeytan'ın kendilerine mudahalesinden korunmuşlardır. Şeytan bırakın onlara mudahale etmeyi, yanlarına bile yaklaşamaz." (Hicr Suresi: 8-12)


Bu sürülüp atılmanın Muhammed (s.a.v.)'in peygamber olarak gönderilmesinden önce mi, yoksa peygamber olarak gönderilmesinden dolayı peygamberlikten sonra mı olduğu hususunda iki görüş vardır. İbn Abbas yoluyla el-Cinn Sûresi'nde (72/8-10. âyetlerin tefsirinde) hadisler bu doğrultuda gelmiştir. Bu iki görüşün bir arada anlaşılması (te'lifi) şöylece mümkün olabilir:
Peygamber (s.a.v.)'ın peygamber olarak gönderilmesinden önce şeytanlar yıldızlarla taşlanmıyorlardı. Daha sonra taşlanmaya başladılar, diyenler bununla şeytanlar kendilerini dinlemekten alıkoyacak şekilde taşlanmıyorlardı. Fakat kimi zaman taşlanıyorlar, kimi zaman taşlanmıyorlardı, demek isterler. Bir yerde taşlanırlarken, bir başka yerde taşlanmıyorlardı. Belki de yüce Allah'ın: "Ve her taraftan sürülüp atılırlar. Kovularak.. Onlar için sürekli bir azab da vardır" buyruğu ile bu anlama işaret edilmektedir. Bu da şudur: Onlar ancak bazı yönlerden sürülüp atılırlardı. Nubuvvetten sonra artık her yerden ve kesintisiz olarak kovulmaya, atılmaya başlandılar. Daha önceleri insanlar arasında casusluk yapan kimselere benzerlerdi. Bu casusların kimisi ihtiyacını ele geçirirken, başkası geçiremeyebilir. Birisi esenlikle kurtulurken, başkası kurtulamayabilir, aksine yakalanır ve cezalandırılır. Peygamber (s.a.v.) peygamber olarak gönderilince semanın korunması daha da arttırıldı, daha önceden söz konusu olmayan alevli ateş taneleri hazırlandı. Böylelikle semanın her bir tarafından kovulup uzaklaştırılmaları gerçekleştirilsin, daha önceden oturdukları yerlerden hiçbirisinde oturamasınlar. O bakımdan semada cereyan eden hiçbir şeyi işitecek gücü bulamaz oldular. Ancak onlardan, çok hızlı hareket ederek "hızlıca hırsızlayan" kimseler bundan mustesna olabilmişti. Böyle birisinin de arkasından yere inip onu diğer kardeşlerine telkin etmeden önce alevli bir ateş izler ve onu yakar. İşte bundan dolayı da kâhinlik ibtal oldu ve artık risalet ve nubuvvetin ilmi gerçekleşmiş oldu.

Şayet: Eğer bu sürülüp atılma peygamberlik dolayısı ile olmuşsa, Peygamber (s.a.v.)'dan sonra niye devam etmiştir? diye sorulacak olursa, buna da şöyle cevab verilir:
Bu, nubuvvetin devamı süresince devam etti. Çünkü Peygamber (s.a.v.) kâhinliğin artık bâtıl olduğunu, sonunun geldiğini haber vererek: "Kâhinlik yapmaya kalkışan bizden değildir" (Nuraddin el Heysemi, Mecmau'z-Zevaid, C. V, 103, 117, C. X, 307) diye buyurmuştur. Şayet ölümünden sonra semanın korunması devam etmeyecek olsaydı, cinler eskisi gibi Mele-i Alâ'yı dinlemeye yeniden başlar ve kâhinlik geri gelirdi. Kahinliğin sonunun getirilmesinden sonra ise böyle bir şey câiz olamaz. Çünkü peygamberliğin sona ermesi dolayısıyla semanın korunması kaldırılacak olursa ve buna bağlı olarak kehanet tekrar ortaya çıkarsa, zayıf (inançlı) müslümanlar şubheye düşebilir ve nubuvvetin bitmiş olması dolayısıyla artık kâhinliğin yeniden geldiğini zannetmeyeceklerinden yana emin olunamaz. O halde hikmet, hem Peygamber (s.a.v.)'ın hayatında, hem de yüce Allah onu ilâhi lutuflarının arasına almak üzere vefatından sonra, semanın korunmasının devam etmesini gerektirmektedir.
"Onlar için sürekli bir azab da vardır."
Mucâhid ve Katâde'den gelen rivayete göre bu, kesintisiz azab demektir. İbn Abbas oldukça çetin bir azab diye açıklamış, el-Kelbî, es-Suddî ve Ebu Salih ise çok can yakıcı, ıstırap verici diye açıklamışlardır. Bu da acısı kalbe kadar ulaşan, anlamındadır. -Bu şekilde açıklanan-: lafzı, "hastalık" demek olan; den alınmıştır.

"Meğer ki hızlıca hırsızlayıp bir şey kapan olsun" buyruğu daha önce geçen "ve her taraftan sürülüp atılırlar" buyruğundan bir istisnadır. Buradaki istisnanın vahyin dışındaki şeylerden olduğu da söylenmiştir. Çünkü yüce Allah: "Çünkü onlar işitmekten kesinlikle uzak tutulmuşlardır" (eş-Şuara, 26/212) diye buyurmaktadır. Bunun sonucunda onlardan herhangi birisi, meleklerin kendi aralarında dünyada olacak şeyler ile ilgili konuşmalarından -yeryüzündekiler bunu bilmeden- bir şeyleri hırsızlayarak işitebilir. Bu, şeytanların cisimlerinin hafifliğinden ötürüdür. Onlar da bunu işittikleri vakit parlak ve delici alevler ile taşlanır, kovalanırlar.

Bu hususta sahih birtakım hadisler de rivayet edilmiştir ki; bunların muhtevası şudur:
Şeytanlar semaya doğru çıkar ve dinlemek maksadıyla biri diğerinin üstüne çıkardı. En cesurları semaya doğru ilerlerdi, daha sonra ondan sonraki, sonra da diğeri gelirdi. Yüce Allah yer işleri ile ilgili bir emir verir. Semadakiler bunu söz konusu eder ve semaya en yakın şeytan bu sözü işitirdi. İşittiği bu sözü kendisinin altındakine telkin ederdi. Dinlediği bu sözü diğerine telkin etmiş iken bazen gelen alevli bir ateş onu yakardı, bazen da onu yakmazdı. İşte bu söz kâhinlere kadar iner, onlar buna yüz yalan daha katardı. O çaldıkları kelime doğru olarak çıkar, bunun neticesinde ise cahiller kâhinlerin söylediklerinin hepsinin doğru olduğuna inanırlardı. Yüce Allah İslâm'ı gönderince, bu sefer sema sıkı bir şekilde koruma altına alındı. Bir söz işitmiş, hiçbir şeytan kurtulamaz oldu. İşte kovalamak üzere atılan yıldızlar insanların kayıyor gördükleri yıldızlardır.

en-Nekkaş ve Mekkî dedi ki: Bunlar semada akan (hareket eden, sabit olmayan) gezegenler değildir. Zira hareket eden bu gezegenlerin hareketi görülmez. Kovalamak üzere atılan bu yıldızların hareketi ise bize yakın olduklarından ötürü görülebilmektedir. Ebu Hurayra'nin bu husustaki hadiste de şu ifadeler yer almaktadır:

"... Şeytanlar da biri diğerinin üstündedir." (Buhâri, IV, 1736, 1804; Tirmizî, V, 362; ibnMace, I, 69) Tirmizî de bu hadis hakkında: Hasen, sahih bir hadistir demiştir.

Yine Tirmizî'de, İbn Abbas'tan şöyle dediği kaydedilmektedir:
"Şeytanlar gizlice dinledikleri sözü kaparlar, bunu diğerlerine telkin ederler. Sonra da bu sözü kendi dostlarına bırakıverirler. İşte doğru şekliyle söyledikleri haktır. Fakat onlar hem bunu tahrif ederler, hem de daha başka şeyler ilave ederler." (Tirmizî, V, 362; Ahmed b. Şuayb en-Nesâî, es-Sunenu'l-Kubra, VI, 374) (Tirmizî) dedi ki: Bu hasen, sahih bir hadistir.

ibn Abbas (r.anhuma) şöyle buyurmaktadır: "Melekler buluttan inerler, işlerini kendi aralarında görüşürler. Bu arada şeytanlar kulak hırsızlığı yaparlar. İşittiklerini kâhinlere gizlice ulaştırırlar. Bu haberlerle beraber kendileri de yüzlerce yalan uydururlar." (Ahmed b. Hanbel, I, 274)

Rasûl-u Ekram’e kâhinlerin gaybdan haber verdiği yolundaki iddianın esası sorulunca;

“Kâhinlere ait beyanların hiçbir değeri yoktur” şeklinde cevab vermiş,
Fakat söyledikleri bazen doğru çıkıyor” denmesi üzerine de,
Bunlar kulak hırsızlığı olup cinlerin yüzlerce yalanla beraber kâhin dostlarına fısıldadığı sözlerden ibarettir” buyurmuştur.
(Buhârî, “Ṭıb”, 46; “Tevḥîd”, 57; Muslim, “Selâm”, 122-123)

***

Yüce Allah İsa (a.s.)'yı gönderince bu semaların üçünü korumaya aldı ve Rasulullah (s.a.v.)'ın peygamberliğine kadar bu böyle devanı etti. Peygamber'in peygamberliğinden sonra ise diğer semalar da korumaya alındı ve atılan alevli ateşlerle semalar şeytanlara karşı muhafaza edildi. İbn Abbas (r.anhuma) da bu açıklamayı yapmıştır:

"Gökleri, Allah'ın rahmetinden kovulan bütün Şeytanlardan koruduk. Kulak hırsızlığı yapan mustesna; onun ardına da apaçık bir ateş parçası düşmektedir." (Hicr 17 - 18)


İbn Abbas der ki; Önceleri şeytanlar, semadan alı konulmuyor, engellenmiyorlardı. O bakımdan semaya giriyor ve oradan aldıkları haberleri kâhinlere telkin ediyorlardı. Kâhinler de bu aldıkları kelimelere dokuz daha katarak bunları yeryüzündekilere anlatıyorlardı. Bu kelimelerin birisi hak dokuzu batıl idî, İşte bu söylediklerinden herhangi bir şeyin gerçek olduğunu görünce, getirdikleri bu hususlarda kâhinleri tasdik ettiler. Meryem oğlu İsa -Ona da annesine de selam olsun- dünyaya geldiği vakit şeytanlar üç semaya yaklaştırılmaz oldu. Muhammcd (s.a.v.) da dünyaya gelince bütün semalara yaklaştırılmaz oldular. O bakımdan şeytanlardan herhangi biri meleklerden bir söz hırsızlamak istedi mi, mutlaka alevli bir ateş ile taşlanır. Bundan kulak hırsızlığı yapan, yani önemsiz ve çabucak bir şey alıp kapan kimse müstesnadır. Buradaki istisna munkatı'dır. Bunun muttasıl olduğu da söylenmiştir. Yani kulak hırsızlığı yapan kimselerden mustesna. Yani biz semayı, vahiy ve onun dışındaki şeyleri işitmelerine karşı şeytanlardan korumuşuzdur. Şu kadar var ki kulak hırsızlığı yapan mustesnadır. Çünkü Biz bunların vahiy dışındaki sema haberlerinden herhangi bir haberi işitmelerine karşı semayı korumuş değiliz. Vahiyden ise şeytanlar herhangi bir şey işitmezler. Çünkü yüce Allah: "Çünkü onlar işitmekten kesinlikle uzak tutulmuşlardır."(eş-Şuarâ, 26/212) diye buyurmaktadır.
Şeytanlar vahiy olmayan herhangi bir şeyi işitecek olurlarsa bunu göz açıp kırpmaktan daha hızlı bir süre içerisinde kâhinlere telkin ediverirler. Daha sonra da bunların arkalarına alevli ateşler gönderilir ve bu ateşler onları ya öldürür yahud azalarını işlemez hale getirir. Bu açıklamayı el-Hasen ve îbn Abbas yapmışlardır.

"Onun ardına da apaçık bir ateş parçası düşmektedir" buyruğundakî "Ardına düşmektedir" ifadesi arkadan ona kavuştu ve ona yetişti, demektir. "Şihab; ateş parçası" ise ışık saçan bir yıldız demektir. da aynı anlamdadır. Yüce Allah'ın: sopanın ucunda bir ateş şûlesi (alevi)" (en-Neml, 27/7) demektir. Bu açıklamayı İbn Aziz yapmıştır.
(Şihâb, kelime anlamı itibariyle parlayan bir ateş parçası, alev anlamında kullanılmışken, daha sonraları bilumum yıldızlar şihâb olarak adlandırılmışlardır. Razi, XIX, 169)


İbn Abbas der ki: Şeytanlar kafileler halinde kulak hırsızlığı yapmak için göğe yükselirler. Mârid denilen inatçı türü tek başına kalarak yukarı doğru çıkar. Bu sefer ona alevli bir ateş parçası atılır. Bu parça onun alnına, burnuna yahud da Allah'ın dilediği herhangi bir yerine isabet eder ve alev alır. Alevler içerisinde arkadaşlarına gelir ve onlara şöyle der: Şunlar şunlar oldu. Ondan bu haberi alan diğerleri ise kardeşleri olan kâhinlere giderler ve (şeytanlar) o öğrendikleri kelimeye dokuz daha ilave ederek bu sözlerini yeryüzündeki insanlara anlatırlar. Bu sözün birisi haktır, dokuzu batıldır. (İnsanlar) onların söylediklerinden bir şeyin gerçekleştiğini görünce bu sefer onların yalan diye söyledikleri bütün sözlerinde de onları tasdik etmeye başlarlar. İleride bu anlamdaki açıklamalar, yüce Allah'ın izniyle Sebe Sûresi'nde (34/23- âyetin tefsirinde) Peygamber'e merfu (ulaşan bir hadîs) olarak gelecektir.

Atılan bu ateş parçasının öldürücü olup olmadığı hususunda görüş ayrılığı vardır. İbn Abbas der ki: Atılan bu ateş parçası yaralar, yakar, azaları felç eder; ama öldürmez. el-Hasen ve bir kesim ise, öldürür derler.

İşittiklerini cinlere ulaştırmadan önce atılan ateş parçalarıyla öldürüldüğü görüşü ile ilgili olarak iki açıklama yapılmıştır. Birincisine göre onlar hırsızlayarak işittikleri sözleri başkalarına iletemeden önce öldürülürler. Buna göre semânın haberleri peygamberlerden başkalarına ulaşamaz, İşte bundan dolayı kâhinliğin sonu gelmiştir.

İkinci görüşe göre onlar hırsızlama yoluyla çaldıklarını kendilerinin dışındaki cinlere telkin ettikten sonra öldürülürler. Bundan dolayı bir daha aynı şekilde kulak hırsızlığına geri dönemezler. Şayet onların telkinleri ulaşmayacak olsaydı, kulak hırsızlığının sona ermesi ve yakmanın da kesilmesi gerekirdi. Bu açıklamayı da el-Mâverdî nakletmiştik

Derim ki: İleride es-Sâffât Sûresi'nde (37/8) açıklaması gedeceği üzere birinci görüş daha doğrudur. Peygamber (s.a.v.)'ın gönderilmesinden önce ateş parçalarının atıldığı konusunda görüş ayrılığı vardır. Çoğunluk bu atışın yapıldığını kabul ederler. Yapıldığını kabul etmeyip bunun ancak Peygamberin gönderilişinden sonra gerçekleştirildiğini söyleyenler de vardır.

İlim adamları derler ki: Bizim görüşümüze göre yıldız kaymasının gördüğümüz şekilde olması da mümkündür. Sonra bu gördüğümüz şey şeytana ulaştırılmış ateş olabilir.

Şöyle de denilebilir Onlara hava boşluğundan ateşten bir şûle atılır, bize bunun akan bir yıldız olduğu izlenimi doğar.




"Biz, dünya semasını, lamba gibi parlayan yıldızlarla donattık. Onlarla Şeytanların taşlanmasını sağladık. Ahiratte de biz, Şeytanlara, alev alev yanan bir azab "Biz dunyadaki göğü, bir zinet olan yıldızlarla süsledik." "Biz, o göğü her isyankâr Şeytandan koruduk." (Mulk 5)


"Onları şeytanlara atış taneleri yaptık." Oranın alevli atışlarını... yaptık, anlamında olup muzaf hazfedilmiştir. Buna delil yüce Allah'ın: "Meğer ki hızlıca hırsızlayıp bir şey kapan olsun. Hemen arkasından parlak, delici bir alev ona yetişir" (es-Saffat, 37/10) buyruğudur. Buna göre kandiller yerlerinden kaybolmazlar ve bizzat onlar şeytanlara atış için kullanılmazlar.

Şöyle de açıklanmıştır: Şeytanların taşlanmaları bizatihi yıldızlardan olmak üzere, zamirin kandillere râu olduğu da söylenmiştir. Bu durumda yıldızın kendisi düşmez, ancak ondan ışığından olsun, şeklinden olsun bir şey ek-silmeksizin kendisiyle şeytana atış yapılan bir şeyler ayrılır. Bu açıklamayı, Ebu Ali: Bunlar kalıcı olmayan atış taneleri olmakla birlikte, nasıl süs olabilirler? diyen kimseye cevab olmak üzere yapmıştır.

el-Mehdevî dedi ki: Bu açıklama şeytanların gökten hırsızlama işittikleri şeylerin yıldızların bir yerinden olmasına binaendir. Birinci takdir ise, şeytanların hırsızlama aldıkları haberlerin yıldızların bulunduğu yerden daha aşağıda bulunan havadan olması takdirine göredir.

el-Kıışeyri dedi ki: Ebu Ali'nin açıklamasından daha uygunu şöyle dememizdir: Bu yıldızlar kendileri ile şeytanlara atış yapılmadan önce bir zînet idi.

Atış taneleri" lafzı; in çoğulu olup kendisi ile atış yapılan şeye ad olarak kullanılan bir mastardır.

Katade dedi ki: Yüce Allah, yıldızları üç hikmetle yaratmıştır. Sema için zinet olmaları, şeytanlar için atış taneleri ve karada, denizde ve zamanın bulunması için kendileri ile yol bulunan alâmet olmaları için. Buna göre kim yıldızlar hakkında bunların dışında bir tevil ve açıklamada bulunacak olursa, hakkında bilgisi olmayan bir şeyi açıklamaya kendisini zorlamış, haddi aşmış ve zulmetmiş olur,

Muhammed b. Kâ'b dedi ki: Allah'a yemin ederim, yer ve sema ehlinden hiçbir kimsenin bir yıldızı dahi yoktur. Fakat onlar kâhinliği bir yol ediniyorlar ve yıldızları da buna bir sebeb ve gerekçe gösteriyorlar.

**

Peygamber efendimiz (s.a.v.) buyuruyor ki:
"Allah teala gökte bir emrin yerine getirilmesine hükmettiği zaman Melekler, Allah'ın emirlerine boyun eğdiklerini göstererek kanatlarını çırparlar. Allah, düz kayalar üzerinde hareket eden zincirlerin çıkardığı ses "gibi heybetli bir ses çıkaran emri Meleklere uygulatır.
Meleklerin kalbinden (Bu ilahi emrin dehşetiyle meydana gelen) korku gidince melekler, (mertebeleri daha yüce olan diğer meleklere) derler ki: "Rabb'iniz ne emretti?"
Onlar da cevaben derler ki: "Hakkı emretti. O, yücedir, büyüktür."
Bu sırada kulak hırsızı Şeytanlar, yerden göğe kadar birbirlerinin üstünde zincirleme dizilmiş ve kulak hırsızlığına hazırlanmış bulunurlar. Şeytanlar bu vaziyette iken bazı kere, Meleklerin konuşmasını işiten en üstteki Şeytana bir ateş parçası yetişip, altındaki Şeytana o haberi ulaştıramadan o Şeytanı yakar. Bazı kere de ateş o Şeytanı yakalamadan, haberi bir sonraki Şeytana ulaştırır, o da altındakine ulaştırır... böylece haber yeryüzüne ulaşır, sihirbazların ve kâhinlerin ağzına düşer. Onlar da bu haberin yanına yüz yalan katarak insanlara söylerler. Nihayet o ilahi emir yeryüzünde maydana gelir ve böylece de b sihirbaz veya kâhinin söylediği doğru çıkmış olur.
Onlardan bu haberi işiten taraftarları da derler ki: "Nasıl, bunlar vaktiyle şöyle şöyle olacak diye bize haber vermemişler miydi? Gördünüz ya, sihirbazın, gökten işitildiğini söylediği sözün gerçek olduğu ortaya çıktı."
(Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sure: 15 bab: 1 Sure: 34, bab; 1, K. et-Tevhid bab: 32 Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an, Sure 34, bab: 2, Hadis No: 3223)

Abdullah b.Abbas (r.anhuma) diyor ki:
"Bir gün Rasulullah, sahabileriyle beraber otururken bir yıldız aktı ve ışığı göründü.
Rasulullah: "Cahiliye döneminde bunu gördüğünüz zaman ne diyordunuz?" diye sordu.
Sahabiler dediler ki: "Biz, "Büyük bir şahsiyet öldü veya büyük bir şahsiyet doğdu." derdik."
Bunun üzerine Rasulullah şöyle buyurdu: "Yıldız, kimsenin ölümü veya doğumu üzerine akıtılmaz. Fakat güçlü ve yüce olan Rabb'imiz bir şeyin olmasına hükmettiği zaman, arşı sırtında taşıyan melekler onu teşbih ederler. Sonra onların altında bulunan gök sakinleri teşbih ederler. Sonra, onlardan daha aşağıda bulunan varlıklar teşbih ederler. Teşbih etme nihayet bu semada (Dünya semasında bulunanlara) kadar ulaşır. Sonra altıncı semada bulunanlar Yedinci semada bulunanlara "Rabb'imiz ne dedi?" diye sorarlar.
Yedinci semada bulunanlar onlara Rabb'lerinin ne dediğini haber verirler. Ondan sonra her semadakiler bir üstte bulunandan haber alır. Böylece o haber dünya semasındakilere kadar ulaşmış olur. Şeytanlar da kulak hırsızlığı yaparak bu haberlerden bir kısmını kaparlar. Onu dostlarına ulaştırırlar. O getirdikleri haber aslında doğrudur. Fakat onlar o haberi değiştirir ve ona başka şeyler katarlar."
(Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an, Sure 34 bab: 3, Hadis No: 3224)


NETİCE:

İnsanlarca algılanamayan şeytan ve cin türünden varlıkların gayb âleminden haber öğrenmeye çalışmalarının Peygamber döneminde devam edip etmediği konusunda iki farklı görüş bulunmaktadır.
Ebû Abdurrahman el-Herevî ve Mâverdî’nin de içinde yer aldığı bazı âlimlere göre haber hırsızlığı onun devrinde de sürmüş, ancak nubuvvet öncesinde olduğu kadar serbest şekilde yapılamamış, istirâk-ı sem‘a katılan şeytan ve cinler şihâba (bir nevi ışınlanma) mâruz kalmıştır. (Mâverdî, Sf: 101-103; Kurtubî, X, 10; Suyûtî, Laḳṭu’l-mercân, Sf: 171)
İslâm bilginlerinin büyük çoğunluğuna göre ise bu hırsızlık Rasûl-u Ekram’in nubuvvetinden itibaren ortadan kalkmıştır. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’de, cinlerin kulak hırsızlığı yapmak için daha önce gökte tutunup kalacak yer buldukları halde nubuvvetten sonra alev huzmeleri ve güçlü kuvvetli koruyucularla karşılaştıkları belirtilmiştir. (el-Cin 72/8-9) Muteber hadis kitaplarında yer alan rivayetler de bu hususu teyit etmektedir. (Buhârî, “Tefsîr”, 72/1; Muslim, “Ṣalât”, 149; Tirmizî, “Tefsîr”, 72)


**
Tüm bunlardan sonra muasır mutefekkir ve mufessirlerimizden Seyyid Kutub (rahimehullah) şunları söylemiştir:
"Şeytan nedir? Kulak hırsızlığı nasıl gerçekleşir? Şeytanların çaldığı nedir?
Bütün bunlar Allah'ın ğaybından birer ğaybdır. Bizim için bu alana nasların bildirmesinden başka bir yol yoktur. Bu konu üzerinde yoğunlaşmak da doğru değildir. Çünkü bu husus inanç açısından bize herhangi bir katkı sağlamayacağı gibi, eksiklik de meydana getirmez. Beşeri aklı, kendi alanının dışından bir hususla meşgul etmesinin, böylece bu dünyada yerine getirmesi gereken gerçek görevlerinin ihmal edilmesi dışında herhangi bir faydası da yoktur."
(Kutub , Seyyid, Fî Zilâli'l-Kur'ân, Beyrut, 1992, I I I , 2133)

-----

حدثنا مسدد قال: حدثنا أبو عوانة، عن أبي بشر، عن سعيد بن جبير، عن ابن عباس رضي الله عنهما قال:
انطلق النبي صلى الله عليه وسلم في طائفة من أصحابه، عامدين إلى سوق عكاظ، وقد حيل بين الشياطين وبين خبر السماء، وأرسلت عليهم الشهب، فرجعت الشياطين إلى قومهم، فقالوا: ما لكم ؟ فقالوا: حيل بيننا بين خبر السماء، وأرسلت علينا الشهب، قالوا ما حال بينكم وبين خبر السماء إلا شيء حدث، فاضربوا مشارق الأرض ومغاربها، فانظروا ما هذا الذي حال بينكم وبين خبر السماء، فانصرف أولئك الذين توجهوا نحو تهامة، إلى النبي صلى الله عليه وسلم وهو بنخلة، عامدين إلى سوق عكاظ، وهو يصلي بأصحابه صلاة الفجر، فلما سمعوا القرآن استمعوا له، فقالوا: هذا والله الذي حال بينكم وبين خبر السماء، فهنالك حين رجعوا إلى قومهم، فقالوا: يا قومنا: {إنا سمعنا قرآنا عجبا. يهدي إلى الرشد فآمنا به ولن نشرك بربنا أحدا}
فأنزل الله على نبيه صلى الله عليه وسلم: {قل أوحي إلي} وإنما أوحي إليه قول الجن.
İbn Abbas (r.anhuma) şöyle demiştir:
"Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ashabından bir kısmı ile birlikte Ukaz çarşısına doğru yola çıkmıştı. O sırada cinlerin gök'ten haber almaları engellenmiş ve yakıcı - ateş saçan yıldızlarla kovalanmışlardı. Bunun üzerine cinler kendi arkadaşlarının yanına dönmek zorunda kalmışlardı.
Arkadaşları onlara: 'Ne oldu size, ne bu haliniz?' diye sorunca
Onlar; Gök'ten haber almamız engellendi ve yakıcı -ateş saçan yıldızlarla kovalandık, dediler.
Diğer cinler şöyle dediler; 'Sizin gökten haber almanızı engelleyen çok önemli bir olay meydana gelmiş olmalı öyleyse... Derhal yeryüzünün doğusunu ve batısını didik didik tarayın ve sizin gökten haber almanızı engelleyen neymiş araştırın!'
Tihâme tarafına giden cinler en-Nahle denen bölgeye geldiklerinde Ukâz'a doğru gitmek üzere yola çıkan Rasûlullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ashabına sabah namazını kıldırdığını gördüler.
Namazda Rasûlullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in okuduğu Kur'an'ı işitince; Allah'a yemin olsun ki, sizin gökten haber almamızı engelleyen budur' dediler.
Sonra arkadaşlarının yanına dönüp şöyle dediler; 'Ey kavmimiz' 'Gerçekten biz, doğru yola ileten harikulade güzel bir Kur'an dinledik de ona iman ettik. Artık kimseyi Rabbimize asla ortak koşmayacağız. [Cin, 1-2]

Bunun üzerine Cenâb-ı Hakk, Rasûlullah'a 'Rasulum de ki; cinlerden bir topluluğun benim okuduğum Kur'an'ı dinleyip de şöyle söyledikleri bana vahyolundu.[Cin, 1-2] âyetlerini vahyetti. Cenâb-ı Hakk'ın Rasûlu'ne vahyettiğı cinlerin işte bu sözü idi.
(Buhari, Kitabu's Sıfat, Bab 105 , Hadis no: 431 - 773)

Cinler gaybı bilme konusunda insanlardan farklı durumda değildir. Onlar gaybı bilmezler, bilgileri de gördükleri şeylerle sınırlı olup, geleceği ve meydana gelen olaylardan kendilerine gizli kalan şeyleri bilemezler. Cinlerin gök katlarına çıkarak meleklerin konuşmalarını dinleyip kulak hırsızlığı yapmaları, çaldıkları haberleri kâhinlere iletmeleri Yüce Allah tarafından yasaklanmış, gökler şihâblarla korunmuştur. Kur'ân-ı Kerim'de yer alan âyetlerden, kulak hırsızlığına teşebbüs eden cinlerin şihâblarla imha edildiği anlaşılmaktadır. Bunun hikmetinin, gaybdan haber verdiklerini ileri süren kâhinlerin, peygamberlik taslayarak insanları saptırmalarına engel olmak olduğu açıktır. Suleyman (a.s.)'ın vefatından bahseden bir âyet, cinlerin gaybı bilmediklerini açıkça ifade etmektedir:

"Suleyman'ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, ancak değneğini yiyen kurt onun vefatını cinlere farkettirdi. O, ölü olarak yere düşünce ortaya çıktı ki, şayet cinler görülmeyeni bilmiş olsalardı alçak düşüren bir azâb içinde kalmazlardı.” (Sebe)

el-Âlûsî bu âyetin tefsîriyle ilgili olarak, gaybın sadece istikbalde meydana gelecek olaylara tahsis edilemeyeceğini, meydana geldiği halde kişinin bilgi sahibi olamadığı şeylerin de gaybın kapsamına girdiğini söylemektedir. (el-Âlûsî, Ruhu'l-Me'ânî, XI, 124)

İslâm öncesi çağlardan günümüze kadar bir takım kimseler, cinlerle irtibat kurduklarını, kendilerinin dostu olan ya da emirleri altına girmiş olan cinlerin onlara bir takım gaybı haberleri bildirdiklerini iddia edegelmişlerdir. Ancak Peygamber, kâhin denilen bu kimselerin verdikleri haberlere inanılmamasını emrederek, onlara bir şey sorulmasını yasaklamışlardır:

"Kim ki bir kâhine, ya da arrafa gider ve onun sözlerini tasdik, ederse,v Muhammed (a.s.)'e indirilene küfretmiş olur."

(Ebû Dâvud, Tıb 21/3904; Tirmizî, Taharet, 102/135; İbn Mâce, Taharet.. 122/639)
Bu durumda, ister yıldızlara bakarak, ister cinle konuşarak isterse remil yoluyla gaybdan haber verdiğini iddia etsin, kâhine, müneccime, arrafa bir şey sormak, onların, kaybolan ya da çalınan şeylerin yerleri hakkında söylediklerini tasdik etmek şiddetle yasaklanmış oluyor. Bu yüzden de cinlere, çalınan şeyler hakkında soru sormak caiz olmadığı gibi, onlardan alındığı iddia edilen haberlere inanmak da doğru olmaz. Cinlerden alındığı ileri sürülen bu tür haberler dînî ve hukukî bir delil olamaz, İslâm'ın bu tür konularda delîl/beyyine olarak kabul ettiği husus, âdil kimselerin şâhidliğidir. Bu açıdan, günümüzde bir takım, şahısların, cinlerle irtibatlı olduğunu söyleyen kimselere başvurarak, onlardan yitik, kayıp ve çalınan şeyler hakkında bilgi istemeleri apaçık bir hatadır. Sorularına karşılık olarak aldıkları cevapların da dînî/hukukî bir delil olması da söz konusu olamaz. (M. el-Hamîd, Rudûd alâ Ebâtil, Sf: . 210-212. Prof. Dr. Ali Osman Ateş, Kur’an ve Hadislere Göre Cinler ve Büyü, Beyan Yayınevi: 240-243)






--------------

Bundan sonra suallerinize gelecek olursak;
S 1 - "Kahinin gelecekle ilgili cinler vasıtasıyla doğru bilgiler aktarabileceğine inanmak küfür müdür? "
S 2- "Bazıları bunun günümüzde mümkün olmadığını, nübüvvetten sonra cinlerin artık kulak hırsızlığı yapamadığını söylüyor ancak sorun şu ki; günümüzde de kahinlerin veya astrologların gelecekle ilgili söylediklerinde doğru şeyler de çıkıyor. Bunu nasıl anlamalıyız?"


el Cevab 1 - 2 ;
Günümüzde halen kafir cinlerin kulak hırsızlığı yaparak gaybi bilgileri kâhinlere (yalanlarla katıştırarak) aktardığı inancı ehl-i sunnet ilim adamlarının çoğunun görüşüne aykırıdır.
İlim ehlinin ekserisi Rasûl-u Ekram’in nubuvvetinden itibaren cinlerin kulak hırsızlığı son bulmuş; diğer bir kısım ilim ehl-i ise Rasûl-u Ekram’in nubuvvetinin öncesine kadar yoğun şekilde devam ederken, nubuvetin gelmesiyle birlikte cinlerin kulak hırsızlığına /istirâk-ı sem‘a katılan şeytan ve cinler şihâba, yıldızlarla taşlanmasına mâruz kalmıştır.

Astrolog veya kâhinlerin haberlerinin doğru çıkma meselesi ya geçmiş vakitlerin haberleridir, yahud da haber verdiği isabet etmeyen onlarca habere nisbeten isabet eden tek tük denk gelmiş haberlerdendir diye anlaşılması gerekir.
 
Abdullah el Hanbeli Çevrimdışı

Abdullah el Hanbeli

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Allah razı olsun hocam, tafsilatlı bir cevap olmuş, bu mesele beni meşgul ediyordu çünkü islam bizden kahinlerin gaybı (gelecek ile ilgili olayları) bildiği yönelik iddialarını reddetmemizi istiyordu hem de bazı nasslarda cinlerin kulak hırsızlığı yaparak gelecekle ilgili bilgi aldıkları ve kahinlere aktardıkları geçiyordu, bu da kafamı karıştırdı.
 
Üst Ana Sayfa Alt