Kanunî (Hukukî) Hâkimiyet
Cenâb-ı Allah şu âyet-i kerimede ve benzerlerinde bütün kapsamı ve boyutlarıyla hâkimiyetin yalnızca kendisinin olduğunu dile getirmektedir:
“Hüküm yalnız Allah’ındır. O, kendisinden başkasına ibâdet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur.” (12/Yûsuf, 40).
Burada “hüküm” kapsamına kanunî ya da hukukî, şer’î hâkimiyetin girdiği şüphesizdir. Diğer taraftan Allah’ın hâkimiyetini kabul etmek ve dosdoğru din üzere bulunmak arasındaki ilişki de kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Nitekim başka âyet-i kerimelerde Allah’ın izin vermediği yasamalarda bulunmanın şirk ve bu şekilde yasama yapanların bu yetkilerini kabul edip karşı çıkmamanın da onları Allah'a ortak kabul etmek olarak vurgulandığını görmekteyiz (42/Şûrâ, 21).
Aralarında hüküm vermek üzere Allah'a ve Rasûlüne çağrıldıklarında, münâfıklar bundan yüz çevirdikleri halde, mü’minlerin tavrı, dinleyip itaat etmekten ibarettir (24/Nûr, 48-52). Kitab, yani Kur’ân-ı Kerim, Hz. Peygamber’e insanlar arasında hak ile hükmetsin diye indirilmiştir (4/Nisâ, 105). Allah'a ve Rasûlüne iman etmek iddiası ile birlikte tâğutun hükmünü isteyenlerin iman iddiaları geçersizdir. Tâğut ve tâğutun hükmü; “Allah’ın karşısına dikilen, ayaklanan, O’nun emirlerine zıt yeni hükümler icat eden her varlık, Allah’tan başka itaat edilmesi istenen her şey, kendisine ister bilerek ve isteyerek uyulsun; isterse zorla, tehditle boyun eğdirilsin, her iki halde de itaat edilen konumuna girmektedir. Bu nesnenin insan olmasının, şeytan olmasının, put olmasının, yahut da bunlardan başka herhangi bir şey olmasının önemi yoktur.” (Taberî, Câmiu’l-Beyan, 3/13). Allah'a iman ile tâğutun hükmüne başvurmak bir arada bulunamaz. Bu gibi kimselerin bu tavırları münâfıklıklarının tescilidir. Onlar Allah’ın ve Rasûlünün hükmüne yanaşmazlar (4/Nisâ, 60-61).
Kısacası, anlaşmazlık konuları Allah’ın ve Rasûlünün hükümlerine, bu hükümlerin çerçevesine havâle edilmedikçe ve bu hükümlere râzı olunup tam bir teslimiyetle uyulmadıkça, imanın varlığından söz edilemez (4/Nisâ, 65). Hz. Peygamber’in hüküm verme yetkisi ve ülü’l-emr ile müctehidlerin çıkardıkları Allah’ın hükümleri çerçevesi içerisindeki ilmî ictihadlarının; esasen Allah tarafından tanınmış ve sınırları tayin edilmiş olduğundan, bağımsız bir teşrî (kanun koyma) olarak kabul edilemeyeceğini ve Allah ile birlikte ve O’nun hükmüne eş değerde hüküm koymak yetkisine sahip olmadıklarını ayrıca belirtmeye gerek yoktur. Onların bu yetkileri, sınırları ile birlikte yine Allah tarafından tâyin ve tesbit edildiğinden, O’nun kanunî hâkimiyeti yine mutlaktır ve ortaksızdır.
Kavramlar Ansiklopedisi
Cenâb-ı Allah şu âyet-i kerimede ve benzerlerinde bütün kapsamı ve boyutlarıyla hâkimiyetin yalnızca kendisinin olduğunu dile getirmektedir:
“Hüküm yalnız Allah’ındır. O, kendisinden başkasına ibâdet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur.” (12/Yûsuf, 40).
Burada “hüküm” kapsamına kanunî ya da hukukî, şer’î hâkimiyetin girdiği şüphesizdir. Diğer taraftan Allah’ın hâkimiyetini kabul etmek ve dosdoğru din üzere bulunmak arasındaki ilişki de kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Nitekim başka âyet-i kerimelerde Allah’ın izin vermediği yasamalarda bulunmanın şirk ve bu şekilde yasama yapanların bu yetkilerini kabul edip karşı çıkmamanın da onları Allah'a ortak kabul etmek olarak vurgulandığını görmekteyiz (42/Şûrâ, 21).
Aralarında hüküm vermek üzere Allah'a ve Rasûlüne çağrıldıklarında, münâfıklar bundan yüz çevirdikleri halde, mü’minlerin tavrı, dinleyip itaat etmekten ibarettir (24/Nûr, 48-52). Kitab, yani Kur’ân-ı Kerim, Hz. Peygamber’e insanlar arasında hak ile hükmetsin diye indirilmiştir (4/Nisâ, 105). Allah'a ve Rasûlüne iman etmek iddiası ile birlikte tâğutun hükmünü isteyenlerin iman iddiaları geçersizdir. Tâğut ve tâğutun hükmü; “Allah’ın karşısına dikilen, ayaklanan, O’nun emirlerine zıt yeni hükümler icat eden her varlık, Allah’tan başka itaat edilmesi istenen her şey, kendisine ister bilerek ve isteyerek uyulsun; isterse zorla, tehditle boyun eğdirilsin, her iki halde de itaat edilen konumuna girmektedir. Bu nesnenin insan olmasının, şeytan olmasının, put olmasının, yahut da bunlardan başka herhangi bir şey olmasının önemi yoktur.” (Taberî, Câmiu’l-Beyan, 3/13). Allah'a iman ile tâğutun hükmüne başvurmak bir arada bulunamaz. Bu gibi kimselerin bu tavırları münâfıklıklarının tescilidir. Onlar Allah’ın ve Rasûlünün hükmüne yanaşmazlar (4/Nisâ, 60-61).
Kısacası, anlaşmazlık konuları Allah’ın ve Rasûlünün hükümlerine, bu hükümlerin çerçevesine havâle edilmedikçe ve bu hükümlere râzı olunup tam bir teslimiyetle uyulmadıkça, imanın varlığından söz edilemez (4/Nisâ, 65). Hz. Peygamber’in hüküm verme yetkisi ve ülü’l-emr ile müctehidlerin çıkardıkları Allah’ın hükümleri çerçevesi içerisindeki ilmî ictihadlarının; esasen Allah tarafından tanınmış ve sınırları tayin edilmiş olduğundan, bağımsız bir teşrî (kanun koyma) olarak kabul edilemeyeceğini ve Allah ile birlikte ve O’nun hükmüne eş değerde hüküm koymak yetkisine sahip olmadıklarını ayrıca belirtmeye gerek yoktur. Onların bu yetkileri, sınırları ile birlikte yine Allah tarafından tâyin ve tesbit edildiğinden, O’nun kanunî hâkimiyeti yine mutlaktır ve ortaksızdır.
Kavramlar Ansiklopedisi