Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Kardeşinin Ayıbını Kınayan, Kınanır Hadisin Sıhhat ve İzahatı Nasıldır?

eL_Muhacir Çevrimdışı

eL_Muhacir

İlimsiz Mucâhid, kâtil; Cihâdsız âlim, belâm olur
Frm. Yöneticisi
Kınamayınız, kınadığınız şey başınıza gelmedikçe ölmezsiniz."

(Tirmizi, Kıyamet, 53, no: 2507; Beyhaki, Şuabu'l-İman, 5/315, no: 2778; bk: Keşfu'l-Hafa, 2/265)

Esselamu aleykum ve Rahmatullah Abdulmuizz Fida abi

Bu hadisi şerif hakkında şerhi paylasabilirmisin ? Müslüman olarak nasıl sakınabiliriz ?

örneğin bazen büyük konusup falan şehri ve halkını sevmiyorum diyen biri evlendiği kişi o şehirden olması ve ikamet etmesiyle sınanması.Ve buna benzer şeyler duyduğum çok oldu.Allah'a şükür başıma gelmedi lakin konuyu biraz açmak istedim.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Âleykum selam we rahmetullahi we berakatuh kardeşim;
Kınamayınız, kınadığınız şey başınıza gelmedikçe ölmezsiniz."
(Tirmizi, Kıyamet, 53, no: 2507; Beyhaki, Şuabu'l-İman, 5/315, no: 2778; bk: Keşfu'l-Hafa, 2/265)
örneğin bazen büyük konusup falan şehri ve halkını sevmiyorum diyen biri evlendiği kişi o şehirden olması ve ikamet etmesiyle sınanması.Ve buna benzer şeyler duyduğum çok oldu.Allah'a şükür başıma gelmedi lakin konuyu biraz açmak istedim.
Hadis zayıftır. Detayı aşağıdadır:


حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ مَنِيعٍ، حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْحَسَنِ بْنِ أَبِي يَزِيدَ الْهَمْدَانِيُّ، عَنْ ثَوْرِ بْنِ يَزِيدَ، عَنْ خَالِدِ
بْنِ مَعْدَانَ،
عَنْ مُعَاذِ بْنِ جَبَلٍ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم ‏ "‏ مَنْ عَيَّرَ أَخَاهُ بِذَنْبٍ لَمْ يَمُتْ حَتَّى يَعْمَلَهُ ‏"‏ ‏.‏
قَالَ أَحْمَدُ مِنْ ذَنْبٍ قَدْ تَابَ مِنْهُ ‏.‏
قَالَ أَبُو عِيسَى هَذَا حَدِيثٌ غَرِيبٌ وَلَيْسَ إِسْنَادُهُ بِمُتَّصِلٍ ‏.‏
وَخَالِدُ بْنُ مَعْدَانَ لَمْ يُدْرِكْ مُعَاذَ بْنَ جَبَلٍ وَرُوِيَ عَنْ خَالِدِ بْنِ مَعْدَانَ أَنَّهُ أَدْرَكَ سَبْعِينَ مِنْ أَصْحَابِ النَّبِيِّ صلى الله عليه وسلم ‏.‏ وَمَاتَ مُعَاذُ بْنُ جَبَلٍ فِي خِلاَفَةِ عُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ وَخَالِدُ بْنُ مَعْدَانَ رَوَى عَنْ غَيْرِ وَاحِدٍ مِنْ أَصْحَابِ مُعَاذٍ عَنْ مُعَاذٍ غَيْرَ حَدِيثٍ ‏.‏
Muâz b. Cebel (r.anh)’den rivâyete göre, şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Kim Müslüman kardeşini işlediği bir suçtan dolayı ayıplarsa kendisi de o suçu işlemeden ölmez.
Ahmed diyordu ki “Tevbe ettiği bir günahtan dolayı ayıplarsa”
(Tirmizî, Kıyameh, Bab 53, Hadis no: 2505; Beyhaki, Şuabu'l-İman, 5/315, Hadis no: 2778; Acluni, Keşfu'l-Hafa, 2/265)

Tirmizî: Bu hadis garib olup senedi muttasıl değildir.
Çünkü Hâlid b. Mâdan, Muâz b. Cebel’e yetişip onu görmemiştir. Hâlid b. Mâdan’ın Peygamber’in ashabından yetmiş kişiye yetişip onlarla görüştüğü rivâyet ediliyor Muâz b. Cebel, Ömer’in halifeliği döneminde vefat etmiştir. Hâlid b. Mâdan, Muâz’ın arkadaşlarından başka pek çok kimseden ve Muâz’dan bu hadisin başka hadisler de rivâyet edilmiştir.



رواه ابن الجوزي في الموضوعات ج 3/ 82 - 83 بنفس السند وقال عنه: (هذا حديث لا يصح عن رسول الله صلى الله عليه وسلم، والمتهم به محمد بن الحسن (ابن أبي يزيد الهمداني)
İbnu'l Cevzi 'Mevduat' isimli kitabında (Cilt: 3, Sf: 82-83) senediyle beraber rivayet etti. Ve hadis hakkında dedi ki: "Bu hadis Muhammed (s.a.v.)'den gelişi sahih değildir. Muhammed bin el-Hasen [İbn-i Ebi Yezid el-Hemdêni] itham edilen bir kişidir."

وقال الألباني في ضعيف الجامع: موضوع (5710)
Muhammed Nasuriddin el Elbani, Daifu'l Câmi (Hadis no: 5710) isimli eserinde (rivâyet hakkında) dedi ki: (Bu hadis) mevdu'dur.


Benzer başka rivâyetler


حَدَّثَنَا عُمَرُ بْنُ إِسْمَاعِيلَ بْنِ مُجَالِدِ بْنِ سَعِيدٍ الْهَمْدَانِيُّ، حَدَّثَنَا حَفْصُ بْنُ غِيَاثٍ، ح قَالَ وَأَخْبَرَنَا سَلَمَةُ بْنُ شَبِيبٍ، حَدَّثَنَا أُمَيَّةُ بْنُ الْقَاسِمِ الْحَذَّاءُ الْبَصْرِيُّ، حَدَّثَنَا حَفْصُ بْنُ غِيَاثٍ، عَنْ بُرْدِ بْنِ سِنَانٍ، عَنْ مَكْحُولٍ
عَنْ وَاثِلَةَ بْنِ الأَسْقَعِ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم ‏ "‏ لاَ تُظْهِرِ الشَّمَاتَةَ لأَخِيكَ فَيَرْحَمُهُ اللَّهُ وَيَبْتَلِيكَ ‏"‏ ‏.‏
قَالَ هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ غَرِيبٌ ‏.‏
وَمَكْحُولٌ قَدْ سَمِعَ مِنْ وَاثِلَةَ بْنِ الأَسْقَعِ وَأَنَسِ بْنِ مَالِكٍ وَأَبِي هِنْدٍ الدَّارِيِّ وَيُقَالُ إِنَّهُ لَمْ يَسْمَعْ مِنْ أَحَدٍ مِنْ أَصْحَابِ النَّبِيِّ صلى الله عليه وسلم إِلاَّ مِنْ هَؤُلاَءِ الثَّلاَثَةِ ‏.‏ وَمَكْحُولٌ شَامِيٌّ يُكْنَى أَبَا عَبْدِ اللَّهِ وَكَانَ عَبْدًا فَأُعْتِقَ وَمَكْحُولٌ الأَزْدِيُّ بَصْرِيٌّ سَمِعَ مِنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُمَرَ يَرْوِي عَنْهُ عُمَارَةُ بْنُ زَاذَانَ ‏.‏

حَدَّثَنَا عَلِيُّ بْنُ حُجْرٍ، حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ بْنُ عَيَّاشٍ، عَنْ تَمِيمِ بْنِ عَطِيَّةَ، قَالَ كَثِيرًا مَا كُنْتُ أَسْمَعُ مَكْحُولاً يُسْأَلُ فَيَقُولُ نَدَانَمْ ‏.‏

Vasile b. Eskâ (r.anh)’den rivâyete göre, şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Kardeşinin başına gelen bir şeye sevinip gülme sonra Allah onu bağışlar ve merhamet eder de seni o şeyle imtihan eder.
(Tirmizî, Kıyameh, Bab 54, Hadis no: 2506)
Tirmizî: Bu hadis hasen garibtir.

Mekhûl, Vasile b. Eskâ, Enes b. Mâlik ve Ebû Hind ed Dârî’den hadis işitmiştir. Kendisi Rasûlullah (s.a.v.)’in ashabından sadece bu üç kişiden hadis işitmiştir. Mekhûl, Şamlı olup Ebû Abdullah diye künyelenir köle idi sonradan azâd edilmiştir.
Mekhûl el Ezdî ise Basra'lıdır. Abdullah b. Ömer’den hadis işitmiştir. Kendisinden Imara b. Zazân hadis rivâyet etmektedirler.
Ali b. Hucr, İsmail b. Ayyaş vasıtasıyla Temim b. Atıyye’den şöyle aktarmıştır: “Çoğu zaman Mekhûl’e soru sorulduğunda Nedanem (bilmiyorum) dediğini işittim.”




حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ أَكْثَمَ، وَالْجَارُودُ بْنُ مُعَاذٍ، قَالاَ حَدَّثَنَا الْفَضْلُ بْنُ مُوسَى، حَدَّثَنَا الْحُسَيْنُ بْنُ وَاقِدٍ، عَنْ أَوْفَى بْنِ دَلْهَمٍ، عَنْ نَافِعٍ،
عَنِ ابْنِ عُمَرَ، قَالَ صَعِدَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم الْمِنْبَرَ فَنَادَى بِصَوْتٍ رَفِيعٍ فَقَالَ ‏ "‏ يَا مَعْشَرَ مَنْ قَدْ أَسْلَمَ بِلِسَانِهِ وَلَمْ يُفْضِ الإِيمَانُ إِلَى قَلْبِهِ لاَ تُؤْذُوا الْمُسْلِمِينَ وَلاَ تُعَيِّرُوهُمْ وَلاَ تَتَّبِعُوا عَوْرَاتِهِمْ فَإِنَّهُ مَنْ تَتَبَّعَ عَوْرَةَ أَخِيهِ الْمُسْلِمِ تَتَبَّعَ اللَّهُ عَوْرَتَهُ وَمَنْ تَتَبَّعَ اللَّهُ عَوْرَتَهُ يَفْضَحْهُ وَلَوْ فِي جَوْفِ رَحْلِهِ ‏"‏
قَالَ وَنَظَرَ ابْنُ عُمَرَ يَوْمًا إِلَى الْبَيْتِ أَوْ إِلَى الْكَعْبَةِ فَقَالَ مَا أَعْظَمَكِ وَأَعْظَمَ حُرْمَتَكِ وَالْمُؤْمِنُ أَعْظَمُ حُرْمَةً عِنْدَ اللَّهِ مِنْكِ ‏.‏ قَالَ أَبُو عِيسَى هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ غَرِيبٌ لاَ نَعْرِفُهُ إِلاَّ مِنْ حَدِيثِ الْحُسَيْنِ بْنِ وَاقِدٍ ‏.‏ وَرَوَى إِسْحَاقُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ السَّمَرْقَنْدِيُّ عَنْ حُسَيْنِ بْنِ وَاقِدٍ نَحْوَهُ وَرُوِيَ عَنْ أَبِي بَرْزَةَ الأَسْلَمِيِّ عَنِ النَّبِيِّ صلى الله عليه وسلم نَحْوُ هَذَا ‏.‏
İbn Ömer (r.anhuma)’den rivâyete göre,
Rasûlullah (s.a.v.), minbere çıktı ve yüksek sesle şöyle buyurdu: Ey diliyle Müslüman olduğunu söyleyen ve kalbine iman işlememiş kimseler Müslümanları üzmeyin, onları ayıplamayın onların kusurlarını araştırmayın her kim Müslüman kardeşinin ayıbını araştırırsa: Allah, O'nun ayıbını ortaya çıkarır. Allah her kimin ayıbını ortaya çıkarırsa evinde bile olsa rezil rusvay eder.
(Tirmizî, Birr, Bab 85, Hadis no: 2032)

Nafi’ dedi ki: İbn Ömer bir gün Kâbe’ye bakarak şöyle dedi: Sen ne büyüksün senin kutsallığın ne büyüktür. Mûmin ise Allah katında senden daha kutsal ve değerlidir.

Tirmizî: Bu hadis hasen garib olup Huseyin b. Vakîd’in rivâyetiyle bilmekteyiz. İshâk b. İbrahim es Semerkandî, Huseyin b. Vâkıd’den bu hadisin bir benzerini rivâyet etmiştir. Yine aynı şekilde Ebû Berze el Eslemî’den de buna benzer bir hadis rivâyet edilmiştir.


*****


"Ey iman edenler! Erkekler topluluğu başka bir erkek topluluğu ile alay etmesin. (Çünkü) onlar diğerlerinden hayırlı olabilirler.
Kadınlar da kadınları
(alaya almasın. Çünkü) onlar diğerlerinden hayırlı olabilirler. Kendi kendinizi ayıplamayın ve birbirinizi lakablarla çağırmayın.
İmandan sonra fâsıklık ismi ne çirkin olur. Kim tevbe etmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir.
" (Hucurat 11)

a- Alay Etmek:
"
Ey îman edenler! Erkekler topluluğu başka bir erkek topluluğu ile alay etmesin. (Çünkü) onlar diğerlerinden hayırlı olabilirler."
Hayırlıhlıklarının Allah nezdinde olabileceği söylenmiştir.

" Alay etmek" demektir. "Onunla alay ettim, ederim, alay etmek" diye kullanılır.

Ebu Zeyd de şeklindeki bir kullanımı nakletmiştir ki, iki söyleyişin en kötü şekli budur. el-Ahfeş dedi ki: "Onunla alay ettim"; "Ona güldüm"; “ Onunla alay ettim" şekillerinin hepsi de kullanılır. İsim -yani alay ile şeklindedir. Yüce Allah'ın: "
Onların bir kısmı diğer bir kısmına iş gördürsün diye" (Zuhruf, 32) buyruğunda daha önceden geçtiği gibi her iki şekliyle okunmuştur. "Filan kişiye iş gördürülür" demektir, "İş için kullanılan hizmetkar" denilir. "Kendisiyle alay edilen adam" demektir. "Hı" harfi üstün olarak; " İnsanlarla alay eden kişi" anlamındadır.

b- Ayetin Nuzûl Sebebi ve Selefin Başkalarıyla Alay Etmekten Sakınmaları;

Ayetin nuzûl sebebi hususunda farklı açıklamalar vardır.
İbn Abbas dedi ki: Ayet Sabit b. Kays b. Şemmas hakkında inmiştir. Kulağında bir parça ağırlık vardı. Peygamber (s.a.v.)'ın meclisine ondan önce gidenler o geldiği takdirde ona yer açarlardı ki, Peygamber Efendimizin yanında oturup söylediklerini duysun. Yine bir gün mescide geldiğinde, Peygamber (s.a.v.) ile birlikte sabah namazının bir rekatını kaçırmış bulunuyordu. Peygamber (s.a.v.) namazı bitirince ashabı onun yanında yerlerini aldılar. Her birisi olduğu yerde oturdu, yerinden ayrılmadı. Öyle kî hemen hemen kimse kimseye yer açmıyordu. Hatta kimisi oturacak yer bulamadığı için ayakta kalmıştı. Sabit namazını bitirince insanların omuzlan üzerinden atlayarak: Yer açın, yer açın, diyordu. Ona yer açtılar, nihayet Peygamber (s.a.v.)'in yanına kadar ulaştı. Peygamberle kendisi arasında sadece bir kişi kalmıştı. Ona da: Yer aç, dedi. Adam kendisine: Bir yer buldun otur, dedi. Sabit kızgın bir şekilde arkasına oturdu, sonra da: Bu kim diye sordu. Ona: Filan kişi dediler. Bu sefer Sabit: Filan kadının oğlu diyerek annesi sebebiyle onu ayıpladı. O bu sözleriyle cahiliye döneminde annesinin adını söylemişti. Adam bundan utandı, bu âyet-i kerime nazil oldu.

ed-Dahhak dedi ki: Ayeti kerime surenin baş tarafında sözü edilen Temimoğulları heyeti hakkında inmiştir. Onlar ashabın fakirleri ile alay etmişlerdi. Ammar, Habbab, İbn Fuheyr'e, Bilal, Suheyb, Selman, Ebu Huzeyfe'nin azadlısı Salim ve diğerleri gibi. Onların üstlerinin başlarının berbat olduğunu görünce (onlarla alay etmişlerdi). İşte bu âyet-i kerime aralarından iman eden kimseler hakkında inmiştir.

Mucâhid dedi ki: Burada kastedilen zenginin fakirle alay etmesidir. İbn Zeyd de şöyle demiştir; Allah'ın günahlarını örtüp gizlediği bir kimse, günahlarını açığa çıkardığı bir kimse ile alay etmesin. Belki o kimsenin dünyada günahlarının açığa çıkarılması ahirette onun için bir hayjrdjr.

Ayetin Medine'ye müslüman olarak geldiği sırada Ebu Cehil'in oğlu İkrime hakkında indiği de söylenmiştir. Müslümanlar onu gördüklerinde: İşte bu, bu ümmetin Firavununun oğludur, demişlerdi. O da bundan dolayı Rasûlullah (s.a.v.)'a şikayette bulunmuş, bunun üzerine bu âyet inmişti.

Özetle söyleyecek olursak, herhangi bir kimsenin mümin bir kişiye, üstü başı berbat yahut bedeninde bir hastalık gördüğü yahud konuşmasını muntazam görmediği gördüğü kimselerle alay etme cesaretini göstermemelidir. Olur ki böyle bir kimse, bu niteliklerin aksine sahib olanlara göre vicdanen daha temiz, kalbi daha an duru bir kimse olabilir. O vakit alay eden kimse Allah'ın üstün kıldığı birisini küçümsemekle, yücelttiği birisi ile alay etmekle kendi kendisine zulmetmiş olur. Selef bu hususla o kadar çok sakınmış ve kendilerini korumakta o kadar ileriye gitmiş ki Amr b. Şerahbîl şöyle demiş: Ben bir adamın bir keçiden süt emmeye çalıştığını görsem ve onun bu haline gülsem, onun yaptığının bîr benzerini yapacağımdan korkarım.

Abdullah b. Mesud'dan da şöyle dediği rivayet edilmiştir; Bela söylenen söze bağlıdır. Bir köpekle alay etsem dahi, bir köpeğe dönüştürüleceğimden korkarım.

"Kavmi Erkekler topluluğu" sözlükte özellikle erkekler hakkında kullanılır. Nitekim Zuheyr şöyle demiştir:
"Ben bilemiyorum, belki bilebilirim,
Hısnoğulları acaba bir kavm (erkek)midirler, yoksa kadın mı?"

Erkekler topluluğuna "kavm" adının veriliş sebebi zorlu hallerde kendilerini çağıran kimse İle kıyam etmelerinden (onunla birlikte ayağa kalkmalarından) dolayıdır. Bunların ayakta duran bir topluluk oluşu sebebiyle bu ismin verildiği de söylenmiştir. Da ha sonra da -ayakta olmasalar dahi- her-bir topluluk hakkında kullanılmaya başlanmıştır. Mecaz yoluyla "kavm" lafzının kapsamına kadınlar da girebilir. Buna dair açıklamalar daha önce el-Bakara Sûresinde (54. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

c- Kadınların Kadınlarla Alay Etmeleri ve Ayetin Bu Bölümünün Nuzûl Sebebi:

"
Kadınlar da kadınları (alaya almasın. Çünkü) onlar diğerlerinden hayırlı olabilirler" buyruğunda tek başına kadınların ayrıca söz konusu edilmesi, onların daha çok alay etmelerinden dolayıdır.
Yüce Allah'ın: "
Gerçekten biz Nuh'u kavmine... gönderdik" (Nuh, 1) buyruğunda "kavın" kelimesi hepsini (hem erkekleri, hem kadınları) kapsamıştır.

Mufessirler dedi ki: Bu buyruk Peygamber Efendimizin hanımlarından Um Seleme ile alay eden ikisi hakkında inmiştir. Şöyle ki Um Seleme beline beyazca bir kumaş parçası dolamış ve uçlarını arkasından sarkıtmış, bu bez de arkasından sürünüyormıış. Aişe (r.anha), Hafsa (r.anha)'ya: Bunun arkasından sürüklediğine bak, sanki bir köpek dilini andırıyor, demişti, İşte onların alay etmeleri bu idi.

Enes ile İbn Zeyd de şöyle demişlerdir: Buyruk Peygamber (s.a.v.)'ın hanımları hakkında inmiştir. Kısalığı sebebiyle Um Seleme'yi ayıplamışlardı.
Aişe hakkında indiği de söylenmiştir. Eliyle Um Seleme'ye işaret ederek: Ey Allah'ın Peygamberi o kısa boyludur, demişti.

İkrime de İbn Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmektedir:
Huyey b. Ahtab'ın kızı Safiye, Rasûlullah (s.a.v.)'a gelerek:
Ey Allah'ın Rasûlu dedi. Kadınlar beni ayıplıyorlar ve bana: Ey iki yahudinin kızı yahudi kadın diyorlar, dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): "
Niye benim babam Harun, amcam Musa, kocam da Muhammed'dir demedin?" diye buyurdu. Yüce Allah da bu âyet-i kerimeyi indirdi.

d- Başkalarıyla Alayın Sakıncası ve Kalb ve Amelin Önemi;


Tirmizî, Sahifı'inde Aişe (r.anha)'dan şöyle dediği zikredilmektedir:
Peygamber (s.a.v.)'a bir adamın taklidini yaptım, şöyle buyurdu; "
Bana şunlar şunlar dâhi verilecek olsa bir adamın taklidini yapmak hoşuma gitmez."
Aişe dedi ki: Ey Allah'ın Rasulu dedim. Safiyye -eliyle işaret ederek- şöyîe bir kadındır, yani o kısa bir kadındır, dedim.
Peygamber şöyle buyurdu: "
Sen öyle bir söz söyledin ki eğer bu denize dahi katılacak olsa onu bile bulandırırdı. "
(Tirmizi, IV, 660; Musned, VI, 189)

Buharî'de de Abdullah b. Zema'dan şöyle dediği zikredilmektedir:
Peygamber (s.a.v.) İnsanın içinden çıkardığı sebebiyle kişinin gülmesini yasaklamış ve şöyle buyurmuştur: "
Sizden herhangi bir kimse ne diye hanımını deve döver gibi dövüyor. Olur ki onunla kucaklaşabilir."
(Buhari, V, 2246)

Muslim'in Sahih'inde Ebu Huayra'dan şöyle dediği kaydedilmektedir:
Rasûluilah (s.a.v.) buyurdu ki: "
Şubhesiz Aliah sizin suretlerinize, mallarınıza bakmaz. Fakat o kalblerinize ve amellerinize bakar."
(Muslim, IV, 1986, 1987; Musned, 11, 284, 539)

Bu oldukça büyük bir hadistir. Buna bağlı olarak kişinin görünen İtaat amelleri yahut muhalif ameller dolayısıyla, kati olarak hiçbir kimsenin ayıplanmamasını gerektirmedir. Olur ki zahir amelleri devamlı yapan bir kimsenin, yüce Allah kalbinde bu amellerin bu haliyle sahih olmamasını gerektiren ve hoş olmayan bir vasıf bulunduğunu bilmektedir ve olur ki bizim kusurlu gördüğümüz yahud da bir mâsiyet işlediğini gördüğümüz bir kimsenin, yüce Allah kalbinde bu sebeble kendisine mağfiret edeceği öğülmeye değer bir nitelik bulunduğunu bilmektedir. Bundan dolayı ameller zannî bir takım emarelerdir, katî deliller değildir. Buna bağlı olarak salih birtakım fiillerini gördüğümüz kimseleri tazim etmekte aşın gitmemeli ve kötü fiillerini gördüğümüz bir müslümanı da hakir görmemeliyiz. Aksine sadece o kötü halin hakir görülüp, yerilmesi gerekir. Çünkü bizatihi kötü olan şey odur. İşte bu husus üzerinde iyice düşünmek gerekir, bu incelikli bir konudur. Basan Allah'tandır.

e- Lakab Takmamak;


"
Kendi kendinizi ayıplamayın!" buyruğundaki "ayıplamayın" anlamındaki fiilin kökünü teşkil eden: "Ayıp ve kusur" demektir. Buna dair açıklamalar daha önce et-Tevbe Sûresi'nde yüce Allah'ın: "Bazıları da sadakalar hususunda sana dil uzatırlar." (Tevbe, 58) buyruğu açıklanırken geçmiş bulunmaktadır.
Taberî dedi ki: Lemz, elle, gözle, dille ve işaretle olur. Hems ise ancak dil ile olur.

Bu âyet-i kerime (kendinizi, birbirinizi lafzının kullanılması açısından) yüce Allah'ın: "
Kendinizi öldürmeyin.'' (Nisa, 29) buyruğu gibidir. Yani birbirinizi öldürmeyiniz, çünkü bütün mûminler tek bir can gibidirler. Kardeşini öldüren kimse kendisini öldürmüş gibi olur. Yine yüce Allah'ın: "Kendinize... selam veriniz." (Nur, 61) buyruğuna da benzemektedir. Yani birbirinize selam veriniz.
Buyruk biriniz diğerini ayıplaması, demektir.
İbn Abbas, Mucahid, Katâde ve Said b. Cubeyr: Biriniz diğerine dil uzatmasın, diye açıklamışlardır, ed-Dahhak, birbirinizi lanetlemeyin diye açıklamıştır.

Yüce Allah'ın; "Kendi kendinizi" diye buyurması aklı başında bir insanın kendisini ayıplamayacağına dolayısı ile başkasını ayıplamaması gerektiğine dikkat çekmektedir. Çünkü başkası da bizzat kendisi gibidir.
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "
Mûminler tek bir vücut gibidirler. Onun herhangi bir uzvu rahatsızlanacak olursa, vücudun diğer kısımları uykusuzlukla ve ateşlenerek onun rahatsızlığına katılırlar. "
(Buhari. V. 22, 8: Musned, IV, 268, 270, 274, 276, 278, 375)

*) Bekr b. Abdullah el-Müzenî dedi ki: Eğer sen bütün ayıbları bir arada görmek istiyor isen başkalarını çokça ayıplayan bir kimseyi iyice incele! Çünkü o kendisindeki ayıplar sayesinde diğer insanları ayıplar.

Peygamber (s.a.v.) da şöyle buyurmuştur: "
Sizden herhangi bir kimse kardeşinin gözündeki küçücük bir çöpü görür de kendi gözündeki kocaman bir kütüğü nasıl görmezlikten gelir?"
(İbn Hibban, Sahih, XIII, 73, Buhari, el-Edebu'l-Mufred, I, 207)

Denildiğine göre, kişinin başkalarının kusurlarıyla uğraşacak yerde, bizzat kendi kusurlarıyla meşgul olması mutluluğundan ileri gelir.
Şair de şöyle demiştir:
"Eğer kişi aklı başında ve takvalı ise
Takvası kendisinin öz ayıplarıyla meşgul eder onu.
Tıpkı hastanın ağrısıyla meşgul olup,
Bütün insanların ağrısıyla uğra şamaması gibi."

Bir başka şair de şöyle demiştir:
"Sakın insanlar kötülüklerini sen onları -setrettikleri sürece- açığa çıkarma, O zaman Allah da senin kötülüklerinin üzerindeki perdeyi kaldırır. Anıldıkları vakit onlardaki iyiliklerden söz et, Sende bulunan bir kusurla onlardan kimseyi ayıplama!"


f- Lakab Takmak::

"
Ve birbirinizi lakablarla çağırmayın!" (buyruğunda geçen ve: "Çağırmayın" diye meali verilen fiille aynı kökten gelen): " Lakab" demektir, çoğulu diye gelir, "Be" harfi sakin olursa mastar olur. "Ona lakab taktı, takar, lakab takmak" demektir. "Filan kişi çocuklara lakab takar" demektir. Burada şeddeli söyleyiş, çokluk bildirmek içindir. kötü lakap hakkında kullanıldığı söylenir. "biri diğerine lakab taktı" demektir.

Tirmizî'de yer alan rivayete göre Cubeyre b. ed-Dahhak'ın şöyle dediği kaydedilmektedir: Bizden herhangi birisinin iki üç ismi olur da onlardan birisi ile çağırılınca, bundan rahatsız olabilirdi. Bunun üzerine şu: "
Ve birbirinizi lakablarla çağırmayın" âyeti nazil oldu, (Tirmizî) dedi ki: Bu hasen bir hadistir.
(Tirmizi, V, 388; EbuDavud, IV, 290; İbn Mace, II, 1231; Musned, IV, 69, 260, V, 380; İbn Hihhan, Sahik,XlU, 169)
Burada sözü geçen Ebu Cubeyre, Sabit b. ed-Dahhak b. Halife el-Ensarî'nin kardeşidir. (Hadisin senedindeki ravilerden birisi olan) Ebu Zeyd Said b. er-Rabî el-Herevî ise sika bir ravidir.

Ebu Davud'un, Musannef'inde ondan söyle dediği rivayet edilmiştir. Şu: "
Ve birbirinizi lakablarla çağırmayın. İmandan sonra fâsıklık İsmi ne çirkin olur" âyeti biz Selimeoğulları hakkında inmiştir.
(Ebu Cubeyre) dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.) (Medine'ye) geldiğinde bizden İki ya da üç adı olmayan hiçbir kimse yoktu. Rasûlullah (s.a.v.) : Ey filan diye sesleniyor, onlar böyle deme ey Allah'ın Rasûlü o bu isminden rahatsız oluyor diyorlardı. Bunun üzerine şu: "Ve birbirinizi lakablarla çağırmayın" âyeti nazil oldu. Bu bir görüş.

İkinci bir görüş de şudur: el-Hasen ve Mücahid dediler ki: Kişi İslama girdikten sonra daha önceki kâfirliği ile: Ey yahudi, ey hristiyan denilerek ayıblamyordu. Bu açıklama Katade, Ebu'l-Aliye ve İkrime'den de rivayet edilmiştir Katade dedi ki: Bu bir kimsenin diğerine; ey fasık, ey munafık demesidir. Bu açıklamayı da yine Mucahid ve el-Hasen de yapmıştır.

"İmandan sonra fasıldık ismi ne çirkin olur!" Yani bir kimseye müslüman olup tevbe ettikten sonra kâfir ya da zinakar adının verilmesi ne kadar kötüdür. Bu açıklamayı İbn Zeyd yapmıştır. Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Bir kimse kardeşine lakap takacak yahut onunla alay edecek olursa, işte o fâsık bir kimsedir. Sahih hadiste şöyle buyurulmuştur: "
Her kim kardeşine: Ey kâfir, diyecek olursa, o söz ikisinden birisine ait olur. Eğer dediği gibi ise mesele yok, değilse kendisine döner,"
(Buhari, V, 2264; Müslim, I, 79; Muvatta, II, 984; Musned, II, İH, 47, 60, 112, 113, 142)

Buna göre yüce Allah'ın yasaklamış olduğu alay etmek, kaş göz işaretleri yapmak, lakab takmak birs faıklıktır ve bu caiz değildir.

Rivayete göre Ebu Zerr (r.anh) Peygamber (s.a.v.)'ın yanında iken bir adam onunla tartışmış,
Ebu Zerr, O'na: Ey yahudi kadının oğlu! demiş.
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuş; "
Senin burada gördüğün kırmızı tenli, siyah tenliler arasında herhangi bir kimseden sen daha faziletli değilsin."
Peygamber ise üstünlüğün takva ile olduğunu kastetmektedir. Bunun üzerine: "
Ve birbirinizi lakablarla çağırmayın" buyruğu nazil oldu.
Senin burada gördüğün kırmızı tenli, siyah tenliler arasında herhangi bir kimseden sen daha faziletli değilsin.
İbn Abbas dedi ki: Lakablarla çağırmak kişinin birtakım kötülükler işledikten sonra geçmişi ile ayıplanmasıdır. Yüce Allah bir kimsenin geçmişi ile ayıplanmasını yasaklamıştır.
Buna Peygamber'ın söylediği rivayet edilen şu buyruğu "
Her kim, kendisinden tevbe etmiş olduğu bir günah sebebi ile bir mûmini ayıplayacak olursu delil teşkil etmektedir: a, o ayıplayanı o günah ile mubtela kılıp dünya ve ahirette onu bu günah sebebiyle rezil etmesi Allah'ın üzerindeki bir hak olur."
(Tirmizi, IV, 661)

g- İstisna Olarak Câiz Olan Lakablandırmalar:


Çoğunlukla kullanılan ve kişinin kendisinden dolayı rahatsız olmasına sebeb teşkil edecek şekilde herhangi bir müdahalesi bulunmayan topal, kambur gibi çoğunlukla kullanılan tabirler bu genel kuraldan istisna edilmiştir. Ummet bu gibi lakabları caiz kabul etmiş ve bunların söylenebileceğini din mensupları ittifakla benimsemiştir.

İbnu'l-Arabî dedi ki: Ancak Allah'a yemin ederim ki (muhaddislerin) kitablarında Salih Cezere hakkında hoşuma gitmeyen ifadeler varid olmuştur. Çünkü o "Hareze" kelimesini tashif etmiş (Cezere diye kullanmış) ve bundan dolayı ona bu lakab verilmişti. Aynı şekilde Muhamrrted b. Suleyman el-Hadramî hakkında "Mutayyan (çamura batmış)" demeleri de bu türdendir. Ona böyle demelerine sebeb ise çamura düşmüş olmasıydı. Muteahhirlerin bu şekilde kullandıkları benzeri lakablar hep bu kabildendir.

Dinde bunların uygun olacağı görüşünde değilim. Mısırlı Musa b. Uleyy b. Rebah şöyle derdi:
Ben babamın adını küçülten (Ali'yi Uleyy diye söyleyen) hiçbir kimseye hakkımı helal etmiyorum. Bununla birlikte babasının adı çoğunlukla ayn harfi ötreli olarak (Uleyy şeklinde) küçültme ismi şeklinde kullanılıyordu. Bütün bu hususlarda benimsenecek ana ilke şudur: Bir kimseye o isimle hitab edildiği takdirde eğer ondan hoşlanmıyor ise, o kimseye bu hitab eziyet vereceğinden ötürü caiz değildir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

Derim ki: İşte bu anlam dolayısı ile Buharî -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- el-Caml es-Sahih adlı eserinin "edeb" bölümünde şu şekilde bir başlık açmıştır: "
İnsanların uzun ve kısa deyip, kişiyi tahkir etmek maksadı gülmek -sizin söyledikleri sözlerden caiz olanlar."
(Buharî)
dedi ki: Peygamber (s.a.v.) da: "Zulyedeyn ne diyor?" diye buyurmuştur.
(
Buhari, V, 2249 "Zul-Yedeyn, hadisi" diye meşhutnlan hadis için bk.: Buharı, I, 182 252, 411, 412, V, 2249, VI, 2648; Muslim, I- 403, 404; Tirmizi, II, 247; Darimi, I, 420; Dârakutri, 1, 366, 370; Eba Davud, I, 264, Nesai, 11, 21, 22, 23, 24; İbn Mace, I, 333, Muvatta, I, 93, 94; Müsned, II, 234, 271..)

Ebu Abdullah b. Huveyzimendad şöyle demekledir: Bu âyet-i kerime insana hoşlanmadığı lakabları takmanın yasak olduğunu, sevdiği lakablan vermenin caiz olduğunu ihtiva etmektedir. Nitekim Peygamber (s.a.v.)'in, Ömer'e el-Faruk, Ebu Bekir'e es-Sıddîk, Osman'a Zu'n-Nureyn, Huzeyme'ye Zu'ş-Şehadeteyn (tek başına şahitliği iki kişinin şehadeti yerine geçen), Ebu Hureyre'ye Zu'ş-Şimaleyn ve Zulyedeyn gibi lakablar verdiği görülmektedir.

ez-Zemahşerî dedi ki: Peygamber (s.a.v.)'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "
Mûminin mûmin üzerindeki haklarından birisi de o kimseyi en sevdiği ismi ile çağırmasıdır."

İşte bundan dolayı künye vermek sünnetten ve güzel edebten kabul edilmiştir, Ömer (r.anh): Künyeleri yaygınlaştırınız, çünkü onlar uyarıcıdır, demiştir. Ebu Bekir'e Atik (çokça köle azad eden) ve Sıddîk, Ömer'e el-Faruk, Hamza'ye Esedullah, Halid'e Seyfullah lakabı verilmişti, İster cahiliye döneminde, ister İslâm döneminde meşhur olan kimselerden olup lakabı olmayan kimse pek azdır. Arab olsun, olmasın bütün ümmetler arasında bu güzel lakablar hâlâ devam etmekte, karşılıklı hitablarında ve yazışmalarında herhangi bir tepki söz konusu olmaksızın devam edegelmektedir.

el-Maverdî dedi ki: Mustehab ve mustahsen (lakab verilen kişi tarafından sevilen ve güzel görülen) lakablar ise mekruh değildir. Nitekim Rasûlullah (s.a.v.) ashabından pekçok kimseye sonraları en güzel lakabları saydıkları birtakım vasıflarla nitelendirilmiş bulunmaktadır.

Derim ki: Ayıplamak değil de sıfat bildirmek maksadı ile kullanılan ve zahiren hoş görülmeyen lakablar ise pek çoktur. Abdullah b. el-Mubârak'e, Humeyd et-Tavil, Suleyman el-A'meş, Humeyd el-Arec, Mervan el-Asgar diyen kimsenin durumu hakkında soru sorulmuş, o da şöyle demiş: Eğer onun niteliğini kastedip onu ayıplamak maksadını gütmüyor isen bunda bir sakınca yoktur. Muslim'in Sahih'indez Abdullah b. Serds'ten şöyle dediği zikredilmektedir: Ben o dazlak kafalıyı -Ömer'i kastediyor- Hacer(-i Esved'i) öperken gördüm.
Bir rivayette ise "o dazlakcağız!" denilmiştir.

(Müslim, II, 925; Tirmizi, III, 214; îbn Mace, II, 981; Musned, I, 34)

"Kim tevbe etmezse" işitenlerin rahatsız olduğu bu lakablardan vazgeçmezse, "işte onlar" bu yasakları işlemek suretiyle kendi kendilerine "zalimlerin ta kendileridir." (Kurtubi Tefsiri, Hucurat 11 tefsiri)
 
eL_Muhacir Çevrimdışı

eL_Muhacir

İlimsiz Mucâhid, kâtil; Cihâdsız âlim, belâm olur
Frm. Yöneticisi
CazakAllahul hayr abi
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt