Kazananlar ve Kaybedenler
Yaratılış gayesine ve Allah'ın varediş maksadına muvaffak kılman kimseler başlarını kaldırdılar baktılar ki Cennet kendileri için yüceltilmiştir, hemen ona doğru paçaları sıvadılar, baktılar ki ona giden doğru yol (sırat-ı müstakim) net ve açıktır, hemen o yola düzüldüler.
Hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği, hiçbir beşer aklına gelmeyecek sonu olmayan bitmez tükenmez ebedi nimetleri verip onun yerine, sadece bir kâbusa benzeyen veya uykuda gelip geçen sıkıntılı boğuk bir hayali andıran, geçici bir hayat döküntüsünü satın almayı en büyük aldanış olarak gördüler. Öyle bir hayal ki biraz güldürse bile çoğu zaman ağlatır, bir gün sevindirse aylarca üzer. Acıları tatlarından çoktur. Üzüntüleri sevinçlerinden kat kat fazladır. Başı korkularla başlar, sonu telef olmakla biter!
Şaşarım akıllı uslu postuna bürünmüş beyinsizlere, halim selim görünen geri zekalılara.
Şaşarım ki değersiz ve fani nasipleri, pek nefis ve bakî nasiplere tercih etmiştir.
Eni gökler ve yer kadar geniş Cenneti satmış, yerine salgın hastalıklara uğramış kimseler ve belâlılar arasındaki dar bir zindanı almıştır.
Altında ırmaklar akan Adn Cennetlerindeki güzel güzel evleri vermiş, yerine, sonu harap ve helâkdari başka bir şey olmayan pislik dolu su kenarlarını almıştır.
Yakut ve mercan gibi olan şen şakrak, sevecen ve herbiri aynı yaşta bakireleri satmış yerine kirli pis, kötü huylu ya fuhuş yapan ya kırık barındıran şeyleri almıştır.
Çadırlarda zâta mahsus dilber hurileri satmış, yerine orta malı, murdar şeyleri almıştır.
İçenler için sırf lezzet olan Cennet içkilerini satmış, yerine aklı gideren, dini de dünyayı da mahveden murdar içkileri almıştır.
Şaşarım o beyinsizlere ki aziz ve rahîm Allah'ın vechine bakma lezzetini, pis ve çirkin suratları görüp gönül eğlendirmeye değişmişlerdir.
Rahmân'ın hitabını dinlemeyi, çalgılar, şarkılar ve dımbırtılar dinlemeye değişmişlerdir.
Mezîd (Cennet yanısıra Allah'ın vechini görme) gününde inci, yakut ve zebercedden minberler üzerine kurulmayı, şirret şeytanların katıldığı fısku fücur meclislerinde oturmaya değişmişlerdir.
Bir gün gelip de, ey Cennet ehli artık hep nimet içinde yüzecek, hiç fenalık görmeyeceksiniz, daima sağ kalacak, asla ölmeyeceksiniz. Hep kalacak hiç gitmeyeceksiniz, hep taptaze genç olacak, kocamayacaksınız diye seslenecek zâtın bu çağrısını, şarkıcıların;
Aşk beni senin olduğun yere çaktı, artık ne ileri gidebilir ne geri kalabilirim.
Seni hatırlama zevkini bahşettiği için, aşkından dolayı beni kınamaları benim için çok tatlıdır. Artık kınayanlar kınasın beni, sözlerine değişmişlerdir.
Ne yazık ki bu alış-verişte görülen kesin aldanış tâ kıyamet gününde belli olacak, yukarda sayılanları satanların beyinsizliği, muttakilerin, Rahmân'ın katına dalga dalga toplandıkları, mücrimlerin cehenneme su içmeye gider gibi sürüklendikleri, pişmanlık ve hasret gününde ortaya çıkacaktır. O gün şahitler huzurunda bir münâdî:
"Mevkif (mahşer) ehli, kullar içinde ikrama layık kimmiş bilecekler" diye seslenecektir.
Böyle bir dostluktan (Allah'a yakınlıktan) çok geri kalmış kimse (gerçek gerici), Allah'ın Cennetliklere hazırladığı ikramı, sakladığı nimet ve lütufları, gizlediği ve hiçbir gözün görmediği, kulakların hiç işitmediği ve hiçbir beşerin aklına gelmeyecek, gözlerin nuru ihsanları hayal edebilseydi, ne biçim bir sermayeyi heder ettiğini anlar, hayatında zerre kadar hayrın olmadığını bilir, kendisinin beş paralık olduğunun farkına varır ve mü'minler topluluğunun hiçbir âfât görmeyecek, asla zeval bulmayacak büyük bir mülkü elde ettiklerini, O büyük ve ulu zâtın komşuluğunda kalıcı nimetlere eriştiklerini kavrayabilirdi.
İşte bakın onlar, Cennet bahçelerinde bir ora bir bura gelip gidiyorlar. Gelin odalarının altında sedirlere kurulmuş oturuyorlar, kaba ipek ve atlaslarla işlenmiş döşeklere yan gelmiş yatıyorlar, ceylan gözlü hurilerle gönül eğlendiriyorlar, çeşit çeşit meyvelerden yiyorlar, yiyorlar.
"Ölümsüzleştirilmiş çocuklar yanlarında dolaşıyorlar. Maîn'den doldurulmuş kadehler, kâseler ve ibriklerle (dolaşıyorlar). Bu içkilerden ne başlar ağrır ne akılları gider. Seçip beğendikleri meyveler. Canlarının çektiği kuş etleri. İri gözlü huriler. Saklı inciler gibi. Yaptıklarına karşılık bir mükâfat olarak." (Vakıa: 17-24)
Onların arasında, altın tabakalar ve kâseler dolaştırılır. İçinde canların çektiği, gözlerin zevk duyduğu şeyler olduğu halde. Ve onlar orada ebedî kalacaklardır.
Allah'a yemin olsun ki böyle bir yere yapılan çağrı, işlerin kesat gittiği bir pazarda (dünyâda) yapılmıştır. Aslında böyle bir şey isteyen insan, hayret, nasıl olmuşta uyumuştur, buna talip olan ne olmuşta bunun mehrini verememiştir. Bunun haberlerini işittikten sonra, bu dünyada yaşamak nasıl zevk olabilmiş, bunu arzu eden nasıl yerinde durabilmiş, cennet hatunlarına kucak açmadan beklemiştir. Bunu candan isteyenlerin gözleri nasıl bunsuz parlayabilmiş, gülebilmiş, bilenler buna nasıl dayanabilmiş, insanların çoğunun kalbi bundan nasıl çevrilebilmiş ve bundan yüz çevirenler bunun yerine neyi koyabilmişlerdir?
Bu mahrumiyet olsa olsa, o Cennete layık olmayanlar, onu elde etmesin diye Allah'ın bir kayırması ve kıskanmasıdır. O Rab'dir yarattıklarını en iyi bilen.
Eğer Cennet nahoş şeylerle bizden perdelenmiş, canlara eziyet ve acı veren şeylerle çevrilmişse...
Allah için gör şu içindeki surûru, zevk alınan çeşit çeşit lezzetleri...
Allah için ne güzeldir çadırları, bahçeleri arasındaki serin hayat.
Bahçelerinde çiçekler gülümserken...
Allah'ı görmek için gelinen ve sevgi kafileleri için hazırlanmış vâdî.
Allah için ne güzel, ah bir onlardan olsan...
Sevmek ve özlemek benim için ganimettir diyen aşıklar, bu vadiye gönüllerini kaptırmış orada dolaşır dururlar.
Sevenlerin, Mevlâ'ları kendilerine hitap edip selam verdiği zaman, Allah için, sevinçleri ne çok olacak.
Bir sıkıntıya düşmeden, bıkıp usanmadan Allah'ı apaçık gören gözlere kurban olayım.
Yüzleri taptaze kılan o bakışlara kurban olayım.
Artık o bakışlardan öte hangi şey delice sevenleri teselli edebilir.
Andolsun nice güzide hatunlar vardır, bir gülümseyecek olsalar, yüzlerinden bir nûr parlar ki şafaktan daha büyük.
Hey, onlar gelirken gözlerin duyduğu zevk hey!
Hey konuştukları zaman kulakların duyduğu zevk hey!
Gel, gör taze dalların, onların salmışı karşısında duyduğu utancı.
Gel, gör iki fecrin onlar gülümserken duyduğu hayayı.
Eğer sende kalp varsa, o dilberleri sevmelisin.
Senin için onlara kavuşmaktan başka merhem olmamalı.
Hele onları kucaklayıp bağrına bastığın zaman...
Acaba, onların yüzlerindeki güzellik göründüğü zaman kişi, onlara kavuşmadıkça lezzet alabilir, yaşayabilir mi?
Gözler onları gördüğü zaman sanki bin-bir filizle serpilen meyvalar karşısındadır.
Üzüm salkımları, Cennet elması, kalbin tutula kaldığı dal dal narlar.
Güllerin, onların yanaklarında payı vardır, içkilerin, onların ağızlarındaki ıslaklıklarda nasibi.
Onlar öyle bir güzel ki binlerce güzelliği toplamışlar.
Hayret, bir nasıl olmuşta bin-bir pare olmuş!
Onların, ayrı ayrı güzellikleri var, biraraya toplanmış.
Hepsinde, "dünyada, teselli bulunmaz" yazar.
Bunları görebilen, hemen Rahmân'ı (çok rahmetli Allah'ı) hatırlar ve kem küm etmeden sübhânellah, sübhânellah der.
Onlar, yüzleri ile, gam keder ordusuna karşı gelseler, ordu yenilmiş olarak izi üstü döner gider.
Onların dallarında gençliğin özü süzülüp gittiği zaman, genç anlayacaktır ki artık kocamak yok!
Ey bu güzellerle nişanlanmak isteyen.
Eğer bunu gerçekten istiyorsan önce mehir vermelisin, mehir verme zamanı şimdidir!
Sevgilerine ihanet eden düşük kadınlara nefret duy ki onlar yerine Cennet dilberlerinden sana da pay ayrılsın, bunlarla mes'ud olabilesin.
O dilberleri bırakıp sevgilerine ihanet edenlerle evleneceğine müzmin bekar ol.
O dilberler, senin için, senin gibiler için, Adn Cennetlerinde kocasız beklemektedirler.
Hemen bugün orucunu tut, kötüye gitme.
O zaman umulur ki sen, diğer insanların mahrum olduğu günde iftar etmenin bayramını yaşayacaksın!
Yürü, bu sıkıntılı hayât ile yetinme.
Şimdi yürümeyen, lezzetlere ulaşamaz.
Dünya bütünüyle başına dar gelmiş, içinde bir karış toprağın, bir evin barkın yoksa,
Haydi Adn Cennetlerine koş, oradadır yorgunluk atacağımız ilk konaklar, oradadır kurulu çadırlar.
Ama biz düşmanımıza esir olmuşuz.
Acaba vatanlarımıza dönüp bir selâm veremeyecek miyiz?
Garip vatanından ayrılır da vatanı ufukta görünmez olursa artık onun özlemini sorma gitsin derler.
Söyle, düşmanlarımızın bize hâkim olmasından daha büyük gurbet, daha kötü gariplik düşünülebilir mi?
Haydi öyleyse sevgililerin, sevenlerin buluşacağı pazara.
Bu pazar nerdedir, dostlar bilirler.
Haydi peşin ödeme yapmadan o pazardan al alacağını.
Sen daha yokken o pazardaki her şey hazırlanmıştır. (Cennet seni beklemektedir).
Haydi mezîd gününe (Allah'ın görüleceği güne) koş.
O günde Arş'ın Rabbi ziyaret edilecektir.
O gün bir bayram günüdür.
Haydi buram buram tüten o vadiye koş.
Onun toprağı keskin kokulu miskden daha güzeldir.
Nurdan, gümüşden minberler orada, yekpare hâlis altından minberler orada.
Ve misk öbekleri var orada, minber sahiplerinin aşağısındakiler için hazırlanmış malum oturacaklar.
işte tam onlar oralarda günlerini geçiriyor, sevinç içinde kendi rızıklarını yiyorlarken...
Birden bir nûr parlıyor, bir nûr ki bütün Cennetler onunla nura garkoluyor, nasıl anlatayım...
İşte o an, onlara Rabbi apaçık görünüyor.
Arş üzre gülüyor sonra konuşuyor...
Selâmün aleyküm, diyor.
O, böyle selâm verirken onlar bu selâm bizzat kulakları ile işitiyorlar.
Benden, canınız neyi çekiyorsa isteyin, isteyeceklerinizin hepsi be nim yanımdadır, Ben en merhametliyim, diyor.
Hepsi birden, senin rızânı isteriz, Sensin hepimizin velîsi, mevlası Sensin hepimize merhamet eden diyorlar.
Allah bu isteklerini kabul ediyor.
Kabul ettiğine, hepsini şâhid tutuyor.
Allah ne büyük, Allah ne cömert, ne yüce!
Hey, bu bahtiyarlığı, âcil düşük şeyler için satıp elinden çıkaran adam.
Sanki anlamıyorsun, hayır, ergeç anlayacaksın.
Eğer anlamıyorsan bu büyük bir felaket.
Anlıyor (da yapmıyor) san o zaman daha büyük felaket!
(İki fecirden birincisi boylamasına ufukta görülen ışıktır. Bu yalancı fecirdir. Dik duran kuyruğa benzer, siyahtır. Şer'an hükmü yoktur. Diğeri yayılan ve dağılan fecir (fecr-i sadık) dır. Bu görülünce Ramazan orucu tutacaklar yeme ve içmeyi bırakırlar. Gündüz bu andan itibaren başlar. Hadisde "her iki fecir ağardığı zaman namazı kılmakla emrolunduk" diye geçer. Bkz. Mu'cem, el-Elfâz, el-Müsennâh, sh. 351)
Kaynak: Cennetin Vasıfları (ibn-i Kayım el-cevziye)
Yaratılış gayesine ve Allah'ın varediş maksadına muvaffak kılman kimseler başlarını kaldırdılar baktılar ki Cennet kendileri için yüceltilmiştir, hemen ona doğru paçaları sıvadılar, baktılar ki ona giden doğru yol (sırat-ı müstakim) net ve açıktır, hemen o yola düzüldüler.
Hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği, hiçbir beşer aklına gelmeyecek sonu olmayan bitmez tükenmez ebedi nimetleri verip onun yerine, sadece bir kâbusa benzeyen veya uykuda gelip geçen sıkıntılı boğuk bir hayali andıran, geçici bir hayat döküntüsünü satın almayı en büyük aldanış olarak gördüler. Öyle bir hayal ki biraz güldürse bile çoğu zaman ağlatır, bir gün sevindirse aylarca üzer. Acıları tatlarından çoktur. Üzüntüleri sevinçlerinden kat kat fazladır. Başı korkularla başlar, sonu telef olmakla biter!
Şaşarım akıllı uslu postuna bürünmüş beyinsizlere, halim selim görünen geri zekalılara.
Şaşarım ki değersiz ve fani nasipleri, pek nefis ve bakî nasiplere tercih etmiştir.
Eni gökler ve yer kadar geniş Cenneti satmış, yerine salgın hastalıklara uğramış kimseler ve belâlılar arasındaki dar bir zindanı almıştır.
Altında ırmaklar akan Adn Cennetlerindeki güzel güzel evleri vermiş, yerine, sonu harap ve helâkdari başka bir şey olmayan pislik dolu su kenarlarını almıştır.
Yakut ve mercan gibi olan şen şakrak, sevecen ve herbiri aynı yaşta bakireleri satmış yerine kirli pis, kötü huylu ya fuhuş yapan ya kırık barındıran şeyleri almıştır.
Çadırlarda zâta mahsus dilber hurileri satmış, yerine orta malı, murdar şeyleri almıştır.
İçenler için sırf lezzet olan Cennet içkilerini satmış, yerine aklı gideren, dini de dünyayı da mahveden murdar içkileri almıştır.
Şaşarım o beyinsizlere ki aziz ve rahîm Allah'ın vechine bakma lezzetini, pis ve çirkin suratları görüp gönül eğlendirmeye değişmişlerdir.
Rahmân'ın hitabını dinlemeyi, çalgılar, şarkılar ve dımbırtılar dinlemeye değişmişlerdir.
Mezîd (Cennet yanısıra Allah'ın vechini görme) gününde inci, yakut ve zebercedden minberler üzerine kurulmayı, şirret şeytanların katıldığı fısku fücur meclislerinde oturmaya değişmişlerdir.
Bir gün gelip de, ey Cennet ehli artık hep nimet içinde yüzecek, hiç fenalık görmeyeceksiniz, daima sağ kalacak, asla ölmeyeceksiniz. Hep kalacak hiç gitmeyeceksiniz, hep taptaze genç olacak, kocamayacaksınız diye seslenecek zâtın bu çağrısını, şarkıcıların;
Aşk beni senin olduğun yere çaktı, artık ne ileri gidebilir ne geri kalabilirim.
Seni hatırlama zevkini bahşettiği için, aşkından dolayı beni kınamaları benim için çok tatlıdır. Artık kınayanlar kınasın beni, sözlerine değişmişlerdir.
Ne yazık ki bu alış-verişte görülen kesin aldanış tâ kıyamet gününde belli olacak, yukarda sayılanları satanların beyinsizliği, muttakilerin, Rahmân'ın katına dalga dalga toplandıkları, mücrimlerin cehenneme su içmeye gider gibi sürüklendikleri, pişmanlık ve hasret gününde ortaya çıkacaktır. O gün şahitler huzurunda bir münâdî:
"Mevkif (mahşer) ehli, kullar içinde ikrama layık kimmiş bilecekler" diye seslenecektir.
Böyle bir dostluktan (Allah'a yakınlıktan) çok geri kalmış kimse (gerçek gerici), Allah'ın Cennetliklere hazırladığı ikramı, sakladığı nimet ve lütufları, gizlediği ve hiçbir gözün görmediği, kulakların hiç işitmediği ve hiçbir beşerin aklına gelmeyecek, gözlerin nuru ihsanları hayal edebilseydi, ne biçim bir sermayeyi heder ettiğini anlar, hayatında zerre kadar hayrın olmadığını bilir, kendisinin beş paralık olduğunun farkına varır ve mü'minler topluluğunun hiçbir âfât görmeyecek, asla zeval bulmayacak büyük bir mülkü elde ettiklerini, O büyük ve ulu zâtın komşuluğunda kalıcı nimetlere eriştiklerini kavrayabilirdi.
İşte bakın onlar, Cennet bahçelerinde bir ora bir bura gelip gidiyorlar. Gelin odalarının altında sedirlere kurulmuş oturuyorlar, kaba ipek ve atlaslarla işlenmiş döşeklere yan gelmiş yatıyorlar, ceylan gözlü hurilerle gönül eğlendiriyorlar, çeşit çeşit meyvelerden yiyorlar, yiyorlar.
"Ölümsüzleştirilmiş çocuklar yanlarında dolaşıyorlar. Maîn'den doldurulmuş kadehler, kâseler ve ibriklerle (dolaşıyorlar). Bu içkilerden ne başlar ağrır ne akılları gider. Seçip beğendikleri meyveler. Canlarının çektiği kuş etleri. İri gözlü huriler. Saklı inciler gibi. Yaptıklarına karşılık bir mükâfat olarak." (Vakıa: 17-24)
Onların arasında, altın tabakalar ve kâseler dolaştırılır. İçinde canların çektiği, gözlerin zevk duyduğu şeyler olduğu halde. Ve onlar orada ebedî kalacaklardır.
Allah'a yemin olsun ki böyle bir yere yapılan çağrı, işlerin kesat gittiği bir pazarda (dünyâda) yapılmıştır. Aslında böyle bir şey isteyen insan, hayret, nasıl olmuşta uyumuştur, buna talip olan ne olmuşta bunun mehrini verememiştir. Bunun haberlerini işittikten sonra, bu dünyada yaşamak nasıl zevk olabilmiş, bunu arzu eden nasıl yerinde durabilmiş, cennet hatunlarına kucak açmadan beklemiştir. Bunu candan isteyenlerin gözleri nasıl bunsuz parlayabilmiş, gülebilmiş, bilenler buna nasıl dayanabilmiş, insanların çoğunun kalbi bundan nasıl çevrilebilmiş ve bundan yüz çevirenler bunun yerine neyi koyabilmişlerdir?
Bu mahrumiyet olsa olsa, o Cennete layık olmayanlar, onu elde etmesin diye Allah'ın bir kayırması ve kıskanmasıdır. O Rab'dir yarattıklarını en iyi bilen.
Eğer Cennet nahoş şeylerle bizden perdelenmiş, canlara eziyet ve acı veren şeylerle çevrilmişse...
Allah için gör şu içindeki surûru, zevk alınan çeşit çeşit lezzetleri...
Allah için ne güzeldir çadırları, bahçeleri arasındaki serin hayat.
Bahçelerinde çiçekler gülümserken...
Allah'ı görmek için gelinen ve sevgi kafileleri için hazırlanmış vâdî.
Allah için ne güzel, ah bir onlardan olsan...
Sevmek ve özlemek benim için ganimettir diyen aşıklar, bu vadiye gönüllerini kaptırmış orada dolaşır dururlar.
Sevenlerin, Mevlâ'ları kendilerine hitap edip selam verdiği zaman, Allah için, sevinçleri ne çok olacak.
Bir sıkıntıya düşmeden, bıkıp usanmadan Allah'ı apaçık gören gözlere kurban olayım.
Yüzleri taptaze kılan o bakışlara kurban olayım.
Artık o bakışlardan öte hangi şey delice sevenleri teselli edebilir.
Andolsun nice güzide hatunlar vardır, bir gülümseyecek olsalar, yüzlerinden bir nûr parlar ki şafaktan daha büyük.
Hey, onlar gelirken gözlerin duyduğu zevk hey!
Hey konuştukları zaman kulakların duyduğu zevk hey!
Gel, gör taze dalların, onların salmışı karşısında duyduğu utancı.
Gel, gör iki fecrin onlar gülümserken duyduğu hayayı.
Eğer sende kalp varsa, o dilberleri sevmelisin.
Senin için onlara kavuşmaktan başka merhem olmamalı.
Hele onları kucaklayıp bağrına bastığın zaman...
Acaba, onların yüzlerindeki güzellik göründüğü zaman kişi, onlara kavuşmadıkça lezzet alabilir, yaşayabilir mi?
Gözler onları gördüğü zaman sanki bin-bir filizle serpilen meyvalar karşısındadır.
Üzüm salkımları, Cennet elması, kalbin tutula kaldığı dal dal narlar.
Güllerin, onların yanaklarında payı vardır, içkilerin, onların ağızlarındaki ıslaklıklarda nasibi.
Onlar öyle bir güzel ki binlerce güzelliği toplamışlar.
Hayret, bir nasıl olmuşta bin-bir pare olmuş!
Onların, ayrı ayrı güzellikleri var, biraraya toplanmış.
Hepsinde, "dünyada, teselli bulunmaz" yazar.
Bunları görebilen, hemen Rahmân'ı (çok rahmetli Allah'ı) hatırlar ve kem küm etmeden sübhânellah, sübhânellah der.
Onlar, yüzleri ile, gam keder ordusuna karşı gelseler, ordu yenilmiş olarak izi üstü döner gider.
Onların dallarında gençliğin özü süzülüp gittiği zaman, genç anlayacaktır ki artık kocamak yok!
Ey bu güzellerle nişanlanmak isteyen.
Eğer bunu gerçekten istiyorsan önce mehir vermelisin, mehir verme zamanı şimdidir!
Sevgilerine ihanet eden düşük kadınlara nefret duy ki onlar yerine Cennet dilberlerinden sana da pay ayrılsın, bunlarla mes'ud olabilesin.
O dilberleri bırakıp sevgilerine ihanet edenlerle evleneceğine müzmin bekar ol.
O dilberler, senin için, senin gibiler için, Adn Cennetlerinde kocasız beklemektedirler.
Hemen bugün orucunu tut, kötüye gitme.
O zaman umulur ki sen, diğer insanların mahrum olduğu günde iftar etmenin bayramını yaşayacaksın!
Yürü, bu sıkıntılı hayât ile yetinme.
Şimdi yürümeyen, lezzetlere ulaşamaz.
Dünya bütünüyle başına dar gelmiş, içinde bir karış toprağın, bir evin barkın yoksa,
Haydi Adn Cennetlerine koş, oradadır yorgunluk atacağımız ilk konaklar, oradadır kurulu çadırlar.
Ama biz düşmanımıza esir olmuşuz.
Acaba vatanlarımıza dönüp bir selâm veremeyecek miyiz?
Garip vatanından ayrılır da vatanı ufukta görünmez olursa artık onun özlemini sorma gitsin derler.
Söyle, düşmanlarımızın bize hâkim olmasından daha büyük gurbet, daha kötü gariplik düşünülebilir mi?
Haydi öyleyse sevgililerin, sevenlerin buluşacağı pazara.
Bu pazar nerdedir, dostlar bilirler.
Haydi peşin ödeme yapmadan o pazardan al alacağını.
Sen daha yokken o pazardaki her şey hazırlanmıştır. (Cennet seni beklemektedir).
Haydi mezîd gününe (Allah'ın görüleceği güne) koş.
O günde Arş'ın Rabbi ziyaret edilecektir.
O gün bir bayram günüdür.
Haydi buram buram tüten o vadiye koş.
Onun toprağı keskin kokulu miskden daha güzeldir.
Nurdan, gümüşden minberler orada, yekpare hâlis altından minberler orada.
Ve misk öbekleri var orada, minber sahiplerinin aşağısındakiler için hazırlanmış malum oturacaklar.
işte tam onlar oralarda günlerini geçiriyor, sevinç içinde kendi rızıklarını yiyorlarken...
Birden bir nûr parlıyor, bir nûr ki bütün Cennetler onunla nura garkoluyor, nasıl anlatayım...
İşte o an, onlara Rabbi apaçık görünüyor.
Arş üzre gülüyor sonra konuşuyor...
Selâmün aleyküm, diyor.
O, böyle selâm verirken onlar bu selâm bizzat kulakları ile işitiyorlar.
Benden, canınız neyi çekiyorsa isteyin, isteyeceklerinizin hepsi be nim yanımdadır, Ben en merhametliyim, diyor.
Hepsi birden, senin rızânı isteriz, Sensin hepimizin velîsi, mevlası Sensin hepimize merhamet eden diyorlar.
Allah bu isteklerini kabul ediyor.
Kabul ettiğine, hepsini şâhid tutuyor.
Allah ne büyük, Allah ne cömert, ne yüce!
Hey, bu bahtiyarlığı, âcil düşük şeyler için satıp elinden çıkaran adam.
Sanki anlamıyorsun, hayır, ergeç anlayacaksın.
Eğer anlamıyorsan bu büyük bir felaket.
Anlıyor (da yapmıyor) san o zaman daha büyük felaket!
(İki fecirden birincisi boylamasına ufukta görülen ışıktır. Bu yalancı fecirdir. Dik duran kuyruğa benzer, siyahtır. Şer'an hükmü yoktur. Diğeri yayılan ve dağılan fecir (fecr-i sadık) dır. Bu görülünce Ramazan orucu tutacaklar yeme ve içmeyi bırakırlar. Gündüz bu andan itibaren başlar. Hadisde "her iki fecir ağardığı zaman namazı kılmakla emrolunduk" diye geçer. Bkz. Mu'cem, el-Elfâz, el-Müsennâh, sh. 351)
Kaynak: Cennetin Vasıfları (ibn-i Kayım el-cevziye)