Küresel Satrancın Ortadoğu Piyonu: PKK
Kürtler sürekli baskıya maruz bırakılıp insani haklarından mahrum edilmişlerdi. Dilleri, örf ve adetleri kısacası varlıkları inkar edilmişti. Bununla beraber Kürtlerin doğuda vuku bulan Ermeni katliamına iştirak etmeleri ve İslamî hassasiyete sahip olmaları, onları batı için gözden çıkarılmış halk konumuna itmişti.
12 Eylül 2013 Perşembe 14:38
Takva Haber / Haber Merkezi
Allah'ın adıyla...
Hamd Allah'a salat ve selam O'nun Rasûlü’nedir.
Birinci dünya savaşının ardından, cetvelle çizilen sınırlarla Kürtler Irak, Suriye, İran ve Türkiye topraklarında olmak üzere dört ayrı parçaya bölündü. Aslında Ortadoğu’daki sınırlar iki ayrı amaçla çizilmişti. Büyük sömürge devletleri iç kısımları petrol merkezli paylaştırmış ve Arap kabilelerine vermişti. Bu kabileler batının sömürgesi olmaya müsaitti ve gerekli işlemler birinci dünya savaşı sırasında yapılmıştı. Sınır bölgelere ise Kürtler ve Türkmenler gibi daha ziyade parçalanmaya ve kullanılmaya müsait halklar yerleştirilmişti. Gerekli fitne o zamandan oluşturulmuş mezhepçiliğe dayalı (Şia, Sünni) ve etnik kökene dayalı (Kürt, Türk veya Arap) ayrılığa zemin hazırlanmıştı.
Kürtler sürekli baskıya maruz bırakılıp insani haklarından mahrum edilmişlerdi. Dilleri, örf ve adetleri kısacası varlıkları inkar edilmişti. Bununla beraber Kürtlerin doğuda vuku bulan Ermeni katliamına iştirak etmeleri ve İslamî hassasiyete sahip olmaları, onları batı için gözden çıkarılmış halk konumuna itmişti.
Kürtler gerek Osmanlı’nın son dönemlerinde gerekse de cumhuriyetin ilk yıllarında isyanlara kalkıştılar. Bir çoğu sonuçsuz kalan veya etkisi kısa sürede kaybolan bu isyanlar, İslami referansa sahipti. (1878 Şeyh Ubeydullah nehri isyanı, 1913 Molla Selimin ittihatçılara karşı başlattığı isyan, 1925 Şeyh Said’in cumhuriyete karşı başlattığı kıyam harekatı bunlardan bazısıdır.) Belki de batıyı asıl korkutan şey buydu. Onlar Kürtleri Ortadoğu’nun teminatı olarak görüyorlardı. İstedikleri zaman onları sınır bölgelerinde ayaklandıracak ve bu şekilde bölgede ulaşmak istedikleri emellerini elde edeceklerdi. Kürtlerin aşiret yapısı ve cahiliyeden kalma adetleri bunu kolaylaştırsa da İslamî hassasiyetleri ve çıkardıkları isyanların İslamî referanslara sahip olmaları batıyı endişelendiriyordu.
Bu durum batıyı arayışa sürükledi. Böylece İslamî referanslara sahip olmayan, bilakis İslam düşmanlığıyla maruf PKK örgütü ortaya çıktı. PKK kurulduğu günden bu yana açıkta dillendirmese de İslamî bir Kürt uyanışının, sol patentli alternatifiydi. Bunun en açık kanıtı, kuruluş ve yükselişinden kısa bir zaman sonra bölgede başlattığı İslamî kesime yönelik saldırılarıydı. PKK, İslamî camiaya üç seçenek sunmuştu. Bu seçeneklerin ilki; PKK’ya katılmaları ve aynı çatı altında mücadeleye devam etmeleriydi. Bu İslam’la 'Fatiha' düzeyinde ilişkisi olan bir yapı için dahi makul değildi. İslam düşmanlığıyla ün yapmış bir yapıda İslamî bir faaliyet nasıl yürütülebilirdi?
İkincisi; bölgeyi terk etmeleri ve bölgede var olan çalışmaları feshetmeleriydi.
Üçüncüsü; ölüm tehdidiydi.
İslamî kesim her ne kadar çatışma taraftarı olmadığını beyan etse de, PKK gücüne güvenerek çatışma yolunu seçti. Apo’nun tabiriyle 'birkaç sofikten müteşekkil yapılar' kısa sürede diskalifiye edilecekti. İki tarafı da yıpratan, ancak PKK’nın yenilgisiyle sonuçlanan bir çatışma süreci yaşandı.
Son günlerde Suriye PKK’sı PYD ve El-Nusra mücahidleri arasında yaşanan ve kısmen Türkiye Müslümanlarını içine alan süreç, yukarıda yazdıklarımızdan bağımsız değerlendirilmemelidir. Tevhidi çalışmaların yükselişe geçtiği ve Suriye Kürtlerinin şeriat talebiyle cihada katılımlarının yoğunlaştığı bir süreçte, PKK yine devrede… Ve Kürtlerin İslam’a yönelmesine alternatif olma çabasında…
Süreç nasıl başladı?
PKK’nın Suriye kolu PYD, savaşın başladığı ilk günden bu yana Esad’la anlaşma halinde. Esad, Kürt illerini PYD’ye terk etti. Bunun karşılığında ne aldığını bilmiyoruz. Ancak yaşanan son süreçle beraber anlaşmanın içeriği ortaya çıkmaya başladı. PYD, Esad’ın teminatıydı. Mücahidlerin güçlendiği ve ilerleme kaydettiği esnada, PYD sahneye çıkacak ve mücahidlerin mücadele hattını ikiye bölecekti. Ki öyle de oldu. İran ve Hizbullah'ın müdahalesine rağmen mücahidler ciddi başarılar elde ediyorlardı. Ancak sınır bölgesinde bulunan ve mücahidlerin arkasında yer alan PYD mücahidlerle yaptığı saldırmazlık anlaşmasını bozarak, (Star gazetesine 'Kürt İslam Cephesi' adına röportaj veren Selahaddin El-Kurdi; PYD ile beş ayrı çatışmasızlık anlaşması yaptıklarını ve her seferinde örgütün bu anlaşmayı bozduğunu beyan etti.) mücahidleri arkadan vurmaya başladı. Bu mücahidlerin saldırı hattını ikiye böldü. Bir grup geriye dönmek zorunda kaldı.
Aslında PYD, olmayan bir savaşı başlattı. Ve bu savaş daha en başından sahte gerekçeler üzerine kurgulandı.
İlk olarak; mücahidlere kendi saldırmasına rağmen 'çeteler Kürt katliamı yapıyor' diyerek yaygara kopardı. Oysa mücahidlerin PYD ile çarpışmada hiçbir çıkarı yoktu. En başta böyle bir süreç mücadele hattını bölecekti ki öyle oldu. Esad ordusuna sürekli saldırılar düzenleyen mücahidler, PYD’nin hattı bölmesi sonucu Esad’ın bundan yararlanıp mücahidlere saldırı fırsatı yakaladığını, bunun da mücahidleri sıkıntıya soktuğunu birçok beyanatlarında dile getirdiler.
İkincisi PYD’nin kullandığı argümanların hemen hepsi sahte çıktı.'Rojovada katliam' diyerek başlattığı propagandanın argümanları Esad’ın Banyas katliamına ait çıktı. Yapılan yürüyüşlerde kullanılan dövizlerde sembolleşen bir resmin 83 Erzurum-Kars depremine ait olduğu anlaşıldı.
Bozulan ateşkes ve Suriye
PYD bozduğu ateşkes ve başlattığı çatışma süreciyle bazı şeyler hedefliyordu. Bunları açmakta fayda görüyoruz.
Bu savaşta üç ihtimal öne çıkmaktadır.
-İran ve Esad ailesinin zafer kazanması
-Batı destekli bir oluşumun süreçte karlı çıkması
-İslamî bir yapının zafer elde etmesi
Bu seçeneklerden sadece ilk ikisi PKK’nın çıkarlarına uymaktadır. İslamî bir yapı, PKK açısından ideolojik olarak mümkün değildir. Bu yüzden tüm projelerini ilk iki seçeneğe göre şekillendirmek zorundadır.
Şayet İran ve Esad ailesi başarı elde ederse, PKK şu ana kadar yaptıklarıyla kendini garanti altına almıştır. Çünkü Esad ailesiyle başından beri yaptığı anlaşmaya sadık kalmıştır. Ayrıca son süreçte İran’ın parmağını görmezlikten gelmek mümkün değildir. Salih Müslim İran dışişlerinin daveti üzerine Tahran’da bir dizi görüşmede bulunmuş ve akabinde şu açıklamaları yapmıştır:
'Ortadoğu’da yükselen Kürt sorunu, herkesi ilgilendiriyor' diyen Müslim, 'Bu bakımdan bizi davet ettiler. Dışişleri Bakanlığı ve üst düzey yetkililer bizi davet ettiler. Yüksek sorumluluktaki kişilerle görüştük' şeklinde konuştu. Görüşmede hem genel olarak Suriye’deki durum ve selefilerin bu ülkedeki varlığını konuştuklarını ifade eden Müslim, 'Suriye’de Kürtler olarak ne istediğimizi anlattık. Kendi görüşlerimizi belirttik. Onlar da kendi görüşlerini ifade ettiler. Diyaloğun sürmesinden yana görüş ortaya çıktı. Bizimle dayanışma içinde olacaklarını söylediler' diye vurguladı.
Bu görüşmenin aslında 'bir tanışma' toplantısı olduğunu sözlerine ekleyen PYD Eş başkanı, selefilere karşı duruşları konusunda da İran’ın kendilerine hak verdiğini söyledi. Kürtlerin taleplerini de İran’ın 'çok normal' bulduğunu belirten Müslim, şöyle devam etti: 'Şimdiki veya gelecekteki rejim ne olursa olsun, taleplerimiz konusunda haklı olduğumuzu söylediler. Suriye’nin parçalanmasından yana değiller ama biz de parçalanmasını istemiyoruz zaten.'
Böylece sürecin İran’ın da isteğiyle başladığı anlaşılmış oluyor. Burada asıl ironiyse, Kürtlere yıllarca yaptıkları zulüm ve baskılara rağmen PKK-PYD’nin İran ve Suriye ile işbirliği yapmasıdır.
İkinci seçenek ise batı destekli bir yapının Suriye’de kontrolü ele geçirmesidir. PYD, süreci batıya İslamcılarla Kürtlerin savaşı şeklinde lanse etti. Amacı, İslam korkusuyla her yere saldıran batıyı kendine bağımlı kılmaktı. Savaş İslamcılarla olunca, batı bu savaşta PYD’yi destekleyecekti. Süreç başladığı günden bu yana PYD açıklamalarında laikliğin teminatı olduklarını ve aslında mücadelelerinin laiklik şeriat mücadelesi olduğunu vurgulamayı ihmal etmediler. Böylece olası bir batı zaferinde pastadan paylarını almak istiyorlar.
Üçüncü seçenek olan İslamî bir zaferi düşünmek dahi istemiyorlar. Bunun gerçekleşmemesi için ellerinden gelen her şeyi yapacakları ise herkesin malumu.
PYD bu süreçle hedeflediği bir diğer unsur ise, Kürtlerin Suriye cihadına katılımını baltalamak. Gerek El-Nusra cephesi içinde, gerek diğer gruplarda azımsanmayacak kadar Kürt mücahid var. Bunlar Irak, Suriye İran ve Türkiye Kürtlerinden... Bu PKK’yı ürkütüyor. PKK, Kürtlerin İslamî çatı altında mücadele vermesini hazmedemiyor. Yaptığı asılsız yayınlarla, Kürtlerin İslamî cephelere kaymasını engellemek istiyor. Özelikle cahiliye bağlarını kullanarak Kürtlerin Kürtleri öldürdüğünü, yaşı küçük Kürt gençlerinin kandırıldığına dair propaganda yapıyor. Kürt aileler üzerinde bu yolla baskı kurmaya çalışıyor. Üst üste hazırlayıp servis ettiği yalan haberler özellikle avam üzerinde ciddi etki bırakıyor. Ailesi PKK sempatizanı olan bir çok Müslüman genç, ailesiyle sorunlar yaşıyor. Özellikle cihada katılmak isteyenler aile baskısıyla engellenmiş oluyor.
Sürecin Türkiye ayağı
PYD’nin yapay gerekçeler üzerine kurguladığı bu süreçle Türkiye’den elde etmek istediği şeylerde var elbet. Bunların başında Güneydoğu bölgesinde yükselişe geçen tevhidi çalışmaları baltalamak geliyor. Kürtler cumhuriyet tarihi boyunca sisteme muhalefetleriyle bilindiler. Bundan dolayı tevhidi söyleme sahip gruplar, hem fıtrata hitap etmeleri hem de sisteme muhalefet etmeleri hasebiyle Kürtler arasında rağbet görüyor. PKK bunu hazmedemiyor. İslamî yapıların bölgeden silinmesini isterken her geçen gün Kürt gençleri arasında yayılan tevhidi eğilimden hoşnut olmuyor.
PYD, Suriye’de mazlum halka yardım yapan kuruluşları, Kürtlerin katliamına destek veriyor diye afişe etti. İlk olarak, bu süreçte dik duruşu ve Suriye mazlumlarına verdiği desteğiyle takdire şayan çalışmalara imza atan Özgür-Der’i hedef gösterdi. PKK’ya bağlı yayın kuruluşları açıkça Özgür-Der’i hedef tahtasına koydular. Yapılan insani yardımları, teröre destek olarak lanse ettiler. Kısa bir zaman sonra önce Van’da daha sonra Diyarbakır’da Özgür-Der’e ait iki dernek binası molotoflu saldırıya uğradı.
Daha sonra dergimizi ve dergimiz yazarlarından Ebu Hanzala (Halis Bayancuk) hocamızı hedef gösterdiler.
Böylece Güneydoğu’da var olan İslamî çalışmalarla Kürt halkı arasına duvar örmeye çalıştılar. Olmayan ve yapay sebeplerle kendi başlattıkları bir çatışma sürecini, Kürtleri katlediyorlar diye İslam’dan soğutma ve muvahhitleri karalama kampanyasına dönüşürdüler. Allah subhanehu ve teâlâ böylelerin tuzaklarına karşı müminlere teselli olarak şu ayetleri indirdi.
"Onlar tuzak kurdu. Allah da tuzak kurdu. O tuzak kuranların en hayırlısıdır." (3/Ali İmran, 54)
"Onlar tuzaklarını kurdular. Oysa onların tuzakları Allah katındadır. İsterse onların tuzakları dağları yerinden oynatacak olsun." (14/İbrahim, 56)
"Şüphesiz Allah iman edenleri savunur. Allah hiçbir hain ve nankörü sevmez." (22/Hac, 38)
Bu arada PKK Türkiye’yle oturduğu masadan karlı kalkmak istiyor. Bu süreçte adeta üstü kapalı şantaj yapıyor. İstediği takdirde bu savaşı bir bahaneyle Türkiye’ye sıçratacağının göz dağını veriyor. Türkiye’nin göz göre göre yaklaşan tehlikeye sessiz kalmasına anlam vermek ise mümkün değil. PKK süreci hedef göstermeler ve fiili saldırılarla öyle bir hale getirdi ki neredeyse savaşın Türkiye’ye sıçraması an meselesi. Bundan daha ilginç olanı AKP’ye yakınlığıyla bilinen gazetecilerin PKK ağzıyla konuşması. Kısa zaman önce örgütün eş başkanlığına getirilen Bese Hozat, Sabah gazetesinden Müjgan Halis’e verdiği röportajda şunları söylüyordu:
'Türkiye'deki çözümle, Suriye'deki çözüm birbirine paralel, birbirini besleyen süreçler. Çünkü Kürt sorunu üzerinden bütün bölge devletlerinin politikası da ortak. Bu konsepti boşa çıkardığımız noktada, Kürt sorununun gelişiminde ortaklıklar olur. Rojava'daki durum da, El Kaide'nin saldırıları da uluslararası güçlerin planlarından bağımsız değil. Demokratik çizginin somutlaşması ve bir model olması; ABD açısından sorundur, çıkarıyla uyuşmuyor.'
AKP’ye yakın gazeteciler benzer bir teoriyi dillendirip Türkiye sınırında oynanan oyunu boşa çıkarmamız lazım diyorlar. Ancak gözden kaçan nokta, Bese Hozat’ın örgütünün yayın organı, sürecin değerlendirildiği bir analizde Kürtlere yönelik yapılan bu katliamın içinde AKP’nin de olduğunu söylüyordu. Zana Azadi ismiyle Anf de yayınlanan yazı 'Rojava’daki katliamın Türkiye’deki ortakları kim?' cümlesiyle başlıyordu. Ve uzun analizin bu soruya cevabı şöyleydi;
'Peki, Rojava’daki katliamın TC’deki ortakları kim?
Şimdiye kadar açığa çıkan belgelere göre Rojava’daki savaşı, TC cephesinden koordine eden, Ergenekon yerine kurulan Fethullahçı Ötüken Gladiosu’dur.
AKP-MİT-Ordu-Fethullahçılar-Hizbullah beşgeni ise Ötüken’in Gladiosu’nun esas alt teşkilatlarıdır.'
Bese Hozat’a göre Müslümanlar AKP’nin başlattığı çözüm sürecini batı adına baltalıyordu. Bese’nin yayın organı ise bizzat bu katliamı, AKP’nin yaptığını söylüyor. PKK rolünü öyle güzel oynuyor ki Ortadoğu’muzun(!) masa başı teorisyenlerini dahi etkilemiş görünüyor.
PKK İslamî camiayı hedef gösterip fiili olarak saldırılar düzenlemekle bu savaşı Türkiye’ye sıçratmanın ilk adımını atmış oldu. Burada AKP’nin görmediği veya görmemezlikten geldiği bir diğer mesele ise bu savaşın Türkiye’ye sıçraması durumunda büyük şeytanların ülkeye müdahale gerekçelerinin hazır oluşudur. 2003’ten bu yana yapılan birçok operasyona, kanuni kılıf uydurmak için El-Kaide operasyonu dendi. Özellikle emniyet içerisindeki Gülen cemaatine mensup polislerin, İslamî camiada kendilerine muhalif sesleri bastırmak için başlattıkları kirli süreç, hep El-Kaide adıyla kamuoyuna servis edildi. Böylelikle görünüşte resmi olarak her ilde bir El-Kaide yapılanması bulunuyor. Bir çoğu El-Kaide’yle itikadi ve menheci ihtilaflar yaşayan İslamî cemaatlere bile El-Kaide ismi verildi. Zulmen ve haksız olarak açılan ve hiç bir delile dayandırılmadan şahsi kanaatlerle dosyalara cezalar yağdı. Öyle ki yayınlanan bir Wikileaks belgesinde dönemin Ankara Büyükelçisi Jamey Jaffrey şöyle diyordu:
'Basın'da belirtilenin aksine, Polis'teki irtibatlarımız soruşturma kapsamında tutuklanan yerel İslamî radikallerin, Türkiye'deki Amerikan çıkarlarına saldırı plan veya niyetleri olmadığını söylediler. Polis, 15 Ocak'ta Ankara'da 13 kişinin gözaltına alındığı operasyonla başlayarak ülke çapında gerçekleştirdiği farklı operasyonlarda 130 kişiyi gözaltına aldı. Hem polis hem de sansasyon peşindeki medya, tutuklananları El-Kaide üyeleri olarak lanse ettiler. Türk Polisi ve diğer güvenlik teşkilatları ile yaptığımız irtibatlardan edindiğimiz kanaat, tutuklanan kişilerin El-Kaide ile irtibatlarının bulunduğuna inanılmadığı yönünde. Bilakis tutuklamalardaki El-Kaide tabirinin, örgütle organik bir bağı olup olmadığına bakılmaksızın İslamî radikallerin tümünün yakalanmasında hem Polis hem de Basın tarafından kullanılmakta. Gözaltılar bize önleyici amaçlı tedbirler gibi gelmekte. Türk Polisinin amacı, gelişmeye başlayan hücreleri akamete uğratmak ve üyelerine faaliyetlerinin izlendiğini hatırlatmak gibi görünüyor. Şüphelilerin çoğunun suçlarının ispat edilmesi zor olduğunu anlıyoruz. Çoğu şüphelinin serbest bırakıldığını, halen gözaltında olanların ise resmi olarak suçlanacağına inanıyoruz.'
Kriptoda bunlar yazmasına rağmen resmi kayıtlara göre Türkiye’de bir çok El-Kaide yapılanması var. Ve bu durumun Türkiye’nin başını ağrıtacağına inanıyoruz.
Planların en çirkin olanı
PYD bu süreçle hedeflediği ve belki de en çirkin olanı hem Suriye hem de Türkiye’yi içine alan bir sıkıntı sınır kapılarını kapattırmaktır. Genelde Suriye halkı, özelde mücahidler için sınır kapısı çok önemlidir. Gerek var olan cihada yapılan yardım gerek de halka yönelik insani yardımlar sınırdan rahatlıkla geçebiliyor. Özellikle sınır kapılarının kapanması demek, savaştan perişan düşmüş Suriye halkının ölüm fermanı demektir.
PYD bu süreçle uluslararası bir baskıyla sınır kapılarına müdahale edilmesini istiyor. Adeta savaşı sınıra çekmek suretiyle insanlarda şeriat ve laiklik mücadelesinin sınır kapılarında olduğu algısını oluşturuyor. Mücahidler bu güne kadar sınır konusunda çok hassas davrandılar. O bölgelerde karışıklık çıkmaması için özen gösterdiler. Bu hem halkın yardımlardan mahrum olmaması, hem de Türkiye’yi sıkıntıya sokmama çabasıydı. Ancak PYD bu hamlesiyle hem Suriye halkı hem de Türkiye devleti için tehlikeli bir oyun oynuyor.
Rabbimizden temennimiz süreci İslam’a ve Müslümanlara hayırlı kılması ve en hayırlı şekilde atlatmayı nasip etmesidir. Suriye'de mücadele eden kardeşlerimize yardım etmesi, kendinin subhanehu ve teâlâ ve İslam düşmanlarının tuzaklarını boşa çıkarmasıdır.