Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İlmi Konu Kudsi Hadisin Sıhhati ve Ameli Durumu

ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Kudsi Hadisin Sıhhati ve Ameli Durumu

images

KUDSİ HADİS (GAYRI METLUV HADİS)


Kudsi, İlahi , Rabbani de denilen bu hadis 'Yüce Allah'ın Peygamber Aleyhisselâm'a ilham ile veya uykuda manasım bildirdiği hadistir. Rasulullah Aleyhisselâm'da bu manayı, kendi sözü ile ifade etmiştir.


Kudsi Hadis Muhammed (s.a.v.)'den Rabb'inden isnad yolu ile ahad olarak bize nakledilen hadistir. Kudsi Hadis, Allah'ın kelamından ona izafe edilen bir hadistir. Allah'a nisbet edilmesinin sebebi ilk önce onu konuşanın Allahu Teâla olduğundan dolayıdır. Nebi (s.a.v.)'e izafe edilmesinin sebebi ise Allahu Teâla'dan haber veren olmasından dolayıdır. Ancak Kur'an-ı Kerim gibi değildir. Çünkü o ancak Allahu Teâla'ya izafe edilmektedir.
Kur'an'dan bir ayet söyleneceği zaman "Allahu Teâla şöyle buyurdu" denilir. Hadisi Kudsi söylenmek istenildiğinde ise: "Rasulullah (s.a.v.) Rabbinden yaptığı rivayette şöyle buyurdu" denilir. Bir başka ifade ile de şöyle denilir. "Rasulullah (s.a.v.)'in Rabbinden rivayetle Allahu Teâla şöyle buyurdu" denilir. Her iki ifadenin anlattığı anlam ise tektir.

Kur'an ile Kudsi Hadis arasındaki fark şudur:

Kur'an'ın hem lafzı hem de manası Vahyi Celi ile Allahu Teâla'dandır.
Hadisi Kudsi ise; Lafzı Rasulullah (s.a.v.)'den manası ise ilham veya uyku yoluyla Allahu Teâla'dandır.
Kur'an, Cebrail vasıtasıyla indirilen mucize bir lafızdır. Hadisi kudsi ise mucize değildir ve Cebrail vasıtası ile de gelmemiştir.

Kur'an, Kudsi Hadis ve Kudsi olmayan hadis arasındaki fark şudur:
Kur'an, Cibril'in lafzen Nebi (s.a.v.)'e indirdiği sözlerdir. Hadisi Kudsi; Allahu Teâla'nın ilham veya uyku yoluyla Nebi (s.a.v.)'e verdiği bir haberi Nebi (s.a.v.) kendi ifadesi ile bildirdiği habere denir. Diğer hadisler de Kudsi Hadis gibi manası Allah'tan lafzı ise Rasulullah (s.a.v.)'dendir. Ancak Allahu Teâla'ya nisbet edilmiştir. Allahu Teâla'ya izafe edilen Kudsi Hadisi hadis diye isimlendirmek ıstılahi bir isimlendirmedir.

el-Munavî'nin bu konuyu, 'el-îthafatu's-Sunniye fî'l Ehadisi'l-Kudsiyye' kitabı sahibinin yaptığı açıklamalarla başlatmaktadır.
Muellif kitabının, 'Kudsî Hadis'in Manasının Şerhi' başlığını taşıyan sonuç bölümünde şöyle diyor:
Kuds, kelime anlamı itibariyle 'temizlik' demektir. Mukaddes toprak (el-Ardu'1-Mukaddese) ibaresi de "temiz toprak" anlamına gelir.

Beytu'l-makdis bilinmektedir. 'Tekaddesellah" ibaresi 'Allah şanına layık olmayan her türlü benzetmeden munezzehtir' anlamı taşır. Allahu Teala'nın isimlerinden biri de Kudus'tür. Kuds kelimesi, el-Misbah'da bu şekilde açıklanmaktadır.

Bazı hadislerin kudsî olarak adlandırılmasının sebebi ise, bu hadislerin anlamlarının yalnız Allahu Teala'ya nisbet edilmesi dolayısıyladır.

et-Tarifât'ta yazıldığına göre 'Hadis-i Kudsî':
'YüceAllah'ın Peygamber Aleyhisselâm'a ilham ile veya uykuda manasım bildirdiği hadistir. Rasulullah Aleyhisselâm'da bu manayı, kendi sözü ile ifade etmiştir.
Kur'an-ı Kerim daha ulvî bir makama sahibdir, çünkü onun lafzı da vahy ile bildirilmiştir, yani Allahu Teala katından indirilmiştir.

Mevlâna Alî el-Karî Rahmetullah'da şöyle diyor:
"Hadis-i kudsî, Ravilerinin başı ve güvenirlerin kaynağı olan Rasulullah Aleyhisselâm'ın bazen Cibril vasıtasıyla, bazen vahy ile, bazen ilham ile veya uykuda kendisine bildirileni Allah Teala'dan rivayet etmesidir. Burada manayı Allahu Teala'dan almakta, o manayı kendi ifadesi ile istediği tarzda insanlara aktarmaktadır".

Bu, Yüce Kur'an'dan farklı bir özellik arzetmektedir. Çünkü Kur'an-ı Kerim'in indirilmesi Ruhu'l-Emîn olan Cebrail vasıtasıyla olmuştur. Ayrıca lafzı da lehv-i mahfuz'daki lafzı ile kayıtlıdır. İnsanlara aktarılması kesinlikle tevatur ile (kalabalık topluluklar vasıtasıyla ve her türlü şüpheden korunarak) olmuştur. Bu tevatur her dönem ve her anda gerçekleşmiştir.

"Kudsî hadis" ifadesindeki kudsiyet ifadesi veya bunların manalarının Allah'a ait olduğu yaklaşımı, söz konusu hadislerin mutlak olarak sahih oldukları veya Kur'an gibi değerlendirilecekleri sonucunu doğurmaz.

Sonuçta bunlar birer ahad rivayetlerdir ve hadisçilerin uygulayageldikleri her türlü kriter bu hadisler için de geçerlidir. Zayıfları da mevcuddur.
Misal olarak ta :
'Sen olmasaydın, sen olmasaydın Ben alemi yaratmazdım` ve

'Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeyi murad ettim. Bilineyim diye mahlûkatı yarattım' sözünün zayıf olduğu verilmektedir.

İlim adamları Hadis-i Kudsî'nin çeşitli özelliklerinden söz etmişlerdir. Bunlardan meşhurları; şunlardır:

Hadis-i Kudsî ile kılınan namaz geçerli olmaz, Hadis-i Kudsî yazılı kitab veya kağıtlara cunub, hayızlı ya da lohusa birinin dokunması veya onu okuması haram değildir.
Hadis-i Kudsîde Kur'an lafızlarında olan i'caz mevcud değildir, Hadis-i Kudsîyi sıhhatinden şubhe ederek inkar eden bir kimse kafirlikle itham edilemez.


Kur'an-ı Kerîm ile Hadis-i Kudsî Arasındaki Fark Üzerine

el-Mevlâ el-Kirmânî, Kitabu's-Savm'ın baş kısmında şöyle diyor:
"Kur'an'ın lafzı i'caz özelliği taşır (yani bütün insanlar bir-araya gelse bile Kur'an'ın lafzına benzer, onun taşıdığı yüksek özellikleri taşıyan bir metin ortaya koyamazlar).
Cebrail Aleyhisselâm vasıtasıyla indirilmiştir. Bunun yanısıra i'caz özelliği taşımayan ve manası vasıtasız olarak bildirilmiş olan bilgi vardır ki, buna ilahî, rabbani, Kudsî Hadis adı verilir".

Sonra şöyle devam ediyor:
'Hakikatte bütün hadisler bu özelliğe sahiptir, nasıl olmaz ki, Rasulullah Aleyhisselâm, kendi hevasından bir şey konuşmaz' diye sorarsan şöyle derim:
'Aradaki fark şudur ki, Kudsî hadis Allah'a nisbet edilmektedir ve diğer hadislerdekinden farklı olarak Hakk Teala'dan rivayet edilmektedir.

Hadis-i Kudsinin Yüce Allah'ı tenzih ve O'nun Celal ve Cemal sıfatları konusuna girmemesi itibariyle de, Kur'an ile Kudsî Hadis arasındaki fark görülebilir.

et-Tayyibî şöyle diyor: Kur'an'ın lafzı Cebrail Aleyhissilâm'm Rasulullah Aleyhisselâm'a bildirdiği lafizdır. Kudsî Hadis ise Yüce Allah'ın ilham ile veya uykuda manasını Rasulullah Aleyhisselâm'a bildirdiği hadistir. Peygamber Aleyhisselâm, bu manayı kendi sözü ile ummetine bildirmiştir. Rasulullah Aleyhisselâm diğer hadislerini Allahu Teala'ya nisbet etmemiş O'ndan rivayet etmemiştir.
et-Taftazanî'nin torununun yazdığı el-Fevaid adlı kitapta da böyle denilmektedir.
(Buhari, Muslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî, Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 11-13.)



Kudsi ve Nebevi Hadis Farkı:

Mânâsı Allah'a, lâfızları Peygamber'e âit olan hadislere kudsi hadis; mânâ ve lâfzı Peygamber'e âit olan hadislere de nebevî hadis denir.
Diğer hadisler de Kudsi Hadis gibi manası Allah'tan lafzı ise Rasulullah (s.a.v.)'dendir. Ancak Allahu Teâla'ya nisbet edilmiştir. Allahu Teâla'ya izafe edilen Kudsi Hadisi, hadis diye isimlendirmek ıstılahi bir isimlendirmedir.

"İlâhî hadis" ve "Rabbânî hadis" diye de adlandırılan kudsî hadis:

Peygamber'in, anlam bakımından Allah'a dayandırdığı, başka bir deyişle O'ndan nakiller yaparak söylediği sözdür.

Kur'ân ile nebevî hadis arasında yer alan bu tür hadislerin "kutsal"lığı, mânâsının Allah'a âit olmasından; "hadis" diye adlandırılması ise, Hz. Peygamber tarafından dile getirilmiş olmasından kaynaklanmaktadır.

Peygamber'in istediği ibare ile ifade etmek üzere bazen Cibril (a.s) vasıtasıyla ve bazen de vahiy, ilham ve rüya suretiyle Allah Teâlâ'dan rivâyet ettiği hadistir.

"Kudsi hadislerin, bir taraftan ilk kaynak olarak Allah Teâlâ'ya izafe edilmesi, diğer taraftan Peygamber (a.s.)'in hadisleri arasında ve hadis lafzıyla zikredilmesi, bunların bazı yönlerinden Peygamber (a.s.)'in hadislerine benzerliğini ortaya koymaktadır. Zira Kur'ân-ı Kerim Allah kelâmı olup Peygambere vahyolunmuştur; kudsî hadislerin de ilk kaynağı Allah Teâlâ olduğuna ve Peygamber tarafından ondan rivayet edildiğine göre, bunlar da vahiydir. Binaenaleyh, vahiy olmak bakımından Kur'ân-ı Kerim'le hadis-i kudsî arasında herhangi bir fark mevcut değildir.
Bununla beraber Kudsî hadisler Kur'an'dan sayılmazlar; "her ikisinin de kendilerine has özellikleri vardır ve bu özellikler ikisinin aynı şey olmalarına engel teşkil ederler" (Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, Ankara 1980, sf: 123-124)

Allah tarafından gelen vahiy olmaları bakımından, Kur'ân âyetleriyle kutsî hadisler arasında bir fark yoktur. Fakat Kur'ân hem anlamı, hem de lâfızları yönünden Allah'a âit iken, kutsî hadis, sadece mânâ açısından Allah'a âittir.

Kur'ân ile kudsî hadis arasındaki diğer farklar şunlardır:

a) Kudsî hadis, namazda okunmaz.
b) Abdestsiz olarak dokunulması câizdir.
c) Lâfzı Allah'a âit olmadığı için Kur'ân gibi mu'ciz değildir.
d) Lafzî rivâyeti şart olmayıp, sadece anlam olarak rivâyet edilmesi câizdir.

Kudsî hadîsin ilk kaynağı Allah olduğu ve esasen hitap O'ndan geldiği için, rivâyet edilirken başına, "Peygamber'in rivâyet ettiğine göre Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:..." veya "Rasûlullah (s.a.v), Rabbinden rivâyet ettiği hadiste şöyle buyurdu:..." şeklinde bir rivâyet lafzı getirilir.
Diğer hadislere göre kutsî hadislerin sayısı çok azdır. (İsmail Lütfü Çakan, Akif Köten, Şamil İslam Ansiklopedisi: 2/289)


Bazı zamane akılcı ekoldan mealci profesörler, "bir kısım hadis-i kudsîlerle Ehl-i Kitab'ın kitapları arasında benzerlik bulunduğunu" söyleyerek, hadis-i kudsî diye anılan rivayetlerin aslında Ehl-i Kitab"tan alınmış şeyler olabileceğini ileri sürerek ilmi yetersiz kişilerin akıllarını karıştırmaktadırlar.


Merhum allame Abdulfettâh Ebû Gudde"nin öğrencisi Muhammed Avvâme hocanın bu hususta güzel bir tahkiki bulunduğunu ve kısmet olursa onu ayrı bir yazı konusu olarak işleyeceğimi belirterek konumuza dönecek olursak; hadis-i şerif ile hadis-i kudsî arasında ilk bakışta kafa karıştırıcı gibi görünen bu mahiyet benzeşmesi, iki kategori arasındaki şu farkı gözardı etmenin sonucudur:

Hadis-i şerifler, "kavlî", "fiilî" ve "takrirî" olmak üzere üç gruptan oluşur.
Hadis-i kudsî ise sadece "kavlî" hadisler ile bir ölçüde benzeştirilebilir. Yani hadis-i kudsîler arasında "fiilî" ve "takrirî" kategorisi mevcut değildir.

İkinci olarak hadis-i şeriflerin tamamının anlam olarak doğrudan Allah Teala"dan olduğunu söylemek isabetli değildir. Onlardan belli bir kısmı, vahiy tarafından, "sessiz kalınmak" suretiyle onaylanmış rivayetlerdir. Bir başka deyişle, hangi kategoride olursa olsun bir kısım hadis-i şeriflerin vahye dayanması, vahiy tarafından herhangi bir düzeltme/tağyire maruz kalmamaları dolayısıyla onaylanmış olmaları suretiyledir.
Nihayet hadis-i şerifler arasında "ilham" edilmiş olanlar vardır. Efendimiz (s.a.v)"in "Cibril-i Emin ruhuma şöyle ilka etti" diye başlayan hadislerinin bu kategoride olduğunu söyleyebiliriz.
Ayıca hadis-i kudsîler, Efendimiz (s.a.v)"in doğrudan Allah Teala"ya izafe ettiği, "Allah Teala buyurmuştur ki" gibi bir ifadeyle başlar. Hadis-i şeriflerde ise böyle bir hususiyet yoktur.
Sonuçta "hadis-i kudsî" "hadis-i nebevî" ayrımı teknik düzeyde bir ayrımdır ve Sünnet"in vahiy kaynaklı olduğu gerçeğini zedelemek için herhangi bir şekilde istismar edilmeye müsait bir zemin teşkil etmez.


Kudsî hadislerle Kur'an-ı Kerîm arasındaki fark konusunda İslâm âlimleri iki görüş beyan etmişlerdir:
A- Kudsî hadislerin manâsı ve sözleri Allah'tandır.

1. Bu hadisler Allah'a nisbet edilmiş ve "Kudsî", "ilâhî" ve "Rabbani" diye tavsif edilmiştir.
2. "Ey kullarım" gibi Allah'ı ifade eden birinci şahıs zamirleri kullanılmıştır.
3. Kudsî hadislerin ilk kaynağı Allah Teâlâ'dır, hitab O'nundur, Peygamber (a.s.) râvî durumundadır.

Nitekim bu tür hadislerin başında genellikle şu ibareler görülür:
"Rasûlullah Rabbinden rivâyet ettiği hadiste şöyle buyurdu..." veya "Rasûlullah'ın rivayet ettiği hadiste Allah Teâlâ şöyle buyurdu... "


Bununla beraber Kur'an-ı Kerîm'in özelliklerine sahip değillerdir. Zira; manâ ve lafız yönünden Kur'an-ı Kerîm'deki i'caz kudsî hadislerde yoktur. Kur'an tevâtur yoluyla, kudsî hadisler âhâd yolla nakledilmişlerdir.
Kur'an âyetlerinin manâ ile rivayeti câiz değildir. Kur'an âyetleri namazda okunur, cunub iken okunmaz ve abdestsiz dokunulmaz. Kudsî hadisler böyle değildir. (Muhammed Accâc el-Hatîb, es-Sünnetu Kable't-Tedvîn, Kâhire 1383/1963, s.22)

B- Âlimlerin çoğuna göre kudsî hadislerin manâsı Allah'a, lafzı Hz. Peygambere aittir. Allah'ın, vahiy, ilham ve ruyâ yoluyla kendisine bildirdiği ilâhî mesajları manâlarına uygun ifadelerle nakletmiştir.

Kudsî hadisler, Allah'ın kudret ve azametinden, rahmetinin genişliğinden, ihsanının bolluğundan (kısacası Allah’ın sıfatlarından) söz ederler. Helâl, haram şeklinde ahkâma taalluk etmezler.

Bu hadisler yüz adedi bulur. Bazı âlimler kudsî hadisleri ayrı eserlerde toplamışlardır. Bunlardan Abdurraûf el-Munâvî (1031/1622.), "el-İthâfâtu's-Seniyye bi'l-Ehâdîsi'l Kudsiyye" isimli eserinde alfabetik sırayla tasnif etmiştir.
(Kettânî, er-Risâletu'l-Mustatrafe, İstanbul 1986, s.81.
Abdurrauf el-Munavi’nin bu eseri Diyanet İşleri Eski Başkanı H. Hüsnü Erdem tarafından Kırk Kudsi Hadis ve İlahi Hadisler adıyla türkçeye çevrilmiş ve yayınlanmıştır. Kudsi hadisler konusunda Aliyyu’l-Kari’nin Ehadisu’l-Kudsiyye adlı eseri de vardır. (İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulu, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 115.))



Bazı kudsî hadisler:

Ebû Hurayra (r.anh), Rasulullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Allah Teâlâ buyurdu ki; Adem oğlunun her ameli kendisi içindir, ancak oruç böyle değildir. Çünkü o, sırf benim rızam için yapılan bir ibadettir. Onun mükâfatını bizzat ben vereceğim."
(Muslim, Sıyâm: 161, 163.)


Yine Ebû Hurayra (r.anh)'nin Rasûl-u Ekram'den rivayetine göre, Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Kulum bir iyilik yapmaya azmeder takat bir engelden dolayı onu yapamazsa, onun için bir hasene sevabı yazarım. Azmettiği iyiliği yaparsa on haseneden yediyüz misline kadar sevab yazarım. Bir kötülük yapmaya teşebbüs eder de vazgeçerse, ona hiçbir günah yazmam. Eğer niyetlendiği kötü işi yaparsa yalnız bu günah yazarım."
(Muslim, İman 204)

"
Sâlih kullarım için Cennet'te, hiçbir gözün görmediği hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın düşünemediği birtakım nimetler hazırladım."
(Muslim, Kitâbu'l Cenne: 2-4 )


Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir gün ashabına (ra):
`Rabb`iniz ne buyuruyor biliyor musunuz?` diye sordu. Ashâb-ı Kirâm (ra): `Allah ve Rasûlu daha iyi bilir.` dediler. Rasul-u Ekrem Efendimiz (s.a.v.):

`Kim ki bütün erkân ve şartlarına riayet ederek namazı vaktinde kılarsa, Benim onun için bir ahdim vardır: Onu Cennete koyarım. Kim ki namazın erkân ve şartlarına riayet etmez ve namazı vaktinde kılmazsa Benim onun hakkında bir sözüm yoktur; dilersem cehenneme koyarım, dilersem cennete.`
(Dârimî, Salât, 24)



Ebû Hurayra (r.anh)'nin rivayetiyle, Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) buyurmuştur ki:
`Allah şöyle buyurdu: `Rahmetim gazabımı aştı.`

(Buhârî, Tevhid, 2182)

Ebû Hurayra (r.anh) rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
`Aziz ve Celil olan Allah buyuruyor ki: `Ben kulumun zannı üzereyim. (Beni anlayışına göre kulumla muamele yaparım.) Kulum beni andığı zaman, muhakkak onunla beraber olurum. O Beni gönlünde gizlice zikrederse, Ben de onu bu suretle anarım. Eğer o Beni bir topluluk içinde zikrederse, Ben de onu o topluluktan daha hayırlı bir cemiyet içinde anarım. Kulum Bana bir karış yaklaşırsa, Ben ona bir arşın yaklaşırım. Kulum Bana bir arşın yaklaşırsa, Ben ona bir kulaç yaklaşırım. Eğer o Bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak varırım.`

(Buhârî, Tevhid, 2183; Muslim, Tevbe, 1, 21)



Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki: Aziz ve Celil olan Allah şöyle diyor:
`Kulum fena bir iş yapmak istediğinde hemen bu iradesini defterine kaydetmeyiniz. Ta ki gerçekleştirmedikçe. Eğer gerçekleştirirse, o yaptığı fenalığın bir mislini yazınız. Eğer benden çekinerek yapmaz ve bırakırsa, ona bir sevab yazınız. Fakat kulum bir iyilik yapmak isterse ve yapamazsa, ona bir sevab yazınız. Eğer yaparsa, on misli ile yedi yüz misline kadar sevab yazınız.`

(Buhârî, Tevhid, 2184)


Ebû Zer (r.anh) dedi ki: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki: Aziz ve Celil olan Allah şöyle buyuruyor:
`Her kim bir iyilik ile gelirse, ona getirdiği iyiliğin on katı vardır, bir de Ben arttırırım. Her kim bir kötülükle gelirse, onun cezası kendi gibi bir günahtır. Ya da Ben onu bağışlarım. ...... Her kim yeryüzü dolusu günahlarla Bana gelirse, hiçbir şeyi Bana ortak koşmamış olduğu sürece, bir o kadar mağfiret ve bağışlama ile onu karşılarım.`

(Muslim, Tevbe, 22)


Ebû Hurayra radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre;
وعنه قال قال رسول الله صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : إنَّ الله عزَّ وجل يَقُولُ يَوْمَ القيَامَة : يَا ابْنَ آدَمَ مَرضْتُ فَلَم تَعُدْني ، قال : ياربِّ كَيْفَ أعُودُكَ وأنْتَ رَبُّ العَالَمين ؟ قال : أمَا عَلْمتَ أنَّ عَبْدي فُلاَناًَ مَرِضَ فَلَمْ تَعُدْهُ ، أمَا عَلمتَ أنَّك لو عُدْته لوجدتني عنده ؟ يا ابن آدم اطعمتك فلم تطعمني ، قال : يا رب كيف أطعمك وأنت رب العالمين ، قال : أما علمت أنه استطعمك عبدي فلان فلم تطعمه أما علمت أنك لو أطعمته لوجدت ذلك عندي ؟ يا ابن آدم استسقيتك فلم تسقني ، قال : يارب كيف اسقيك وأنت رب العالمين ؟ قال : استسقاك عبدي فلان فلم تسقه ، أما علمت أنك لو سقيته لو جدت ذلك عندي ؟ »رواه مسلم .
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Allah Teâlâ kıyamet günü buyurur: 'Ey Âdemoğlu! Hastalandım beni ziyaret etmedin.'
Âdemoğlu '
Ya Rabb! Seni nasıl ziyaret edebilirim. Sen âlemlerin Rabb'isin.' diyecek.
Allah c.c., Ona 'Bilmiyor muydun, filan kulum hasta oldu, sen ise onu ziyaret etmedin. Bilmiyor muydun, onu ziyaret etmiş olsaydın, beni onun yanında bulurdun. Ey Âdemoğlu! Senden yiyecek istedim ama beni doyurmadın.' buyuracak.
Âdemoğlu ise '
Ya Rabb'i! Seni nasıl doyurabilirdim ki? Sen âlemlerin Rabb'isin?' diyecek.
Allah şöyle buyuracak: 'Bilmiyor musun, falan kulum senden yiyecek istedi de onu doyurmadın. Bilmiyor muydun ki, onu doyurmuş olsaydın, onu benim nezdimde bulacaktın. Ey Âdemoğlu! Senden su istedim, bana su ikram etmedin?'
Âdemoğlu '
Ya Rabb'i! Sana nasıl su ikram edebilirdim ki? Sen âlemlerin Rabb'isin?' cevabını verir.
Allah da ona şöyle buyurur: 'Falan kulum senden su istedi. Ancak sen ona su vermedin. Ona su ikram etmiş olsaydın, bunu benim nezdimde bulacaktın
."
(Muslim, Birr, Bab 43, Hadis no: 2569)


Kur'anın Haricinde Peygambere (s.a.v.) Vahyedildiğine Dair Kur'andan Deliller:

1
- Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Medine’de bir müddet (17 ay kadar) Beyti Makdis’e doğru namaz kıldı.
Halbuki Kur’an’da böyle bir emir olmadığına göre bu emir vahyi gayri metluv (Hadis-i Kudsi) olan sünnet ile olmuştur. Zira namazda Rasulullah’ın ictihadı ile Kudûs’e yöneldiğini söylemek sahih olmaz. Kıblenin değiştirilmesinden bahseden;

“(Ey Muhammed!) Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu (yücelerden haber beklediğini) görüyoruz. İşte şimdi, seni memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. (Ey müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzlerinizi o tarafa çevirin. Şubhe yok ki, ehl-i kitab, onun Rabb'lerinden gelen gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapmakta olduklarından habersiz değildir.” (Bakara 144.) ayeti, daha önce Beytul Makdis’in kıble olmasının emredildiğini ifade eder.
Bu ayetten bir önceki ayette;
"Senin (arzulayıp da şu anda) yönelmediğin kıbleyi (Kâbe'yi) biz ancak Peygamber'e uyanı, ökçeleri üzerinde geri dönenden ayırdetmemiz için kıble yaptık.
Bu, Allah'ın hidayet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allah sizin imanınızı asla zayi edecek değildir. Zira Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametlidir
."(Bakara 143) buyrularak, önceki kıble tayini de Allah'a atfedilmektedir.

Ayet açıkça, beyti makdis'in ilk kıble yapılmasının Allah Azze ve Celle'nin emriyle olduğunu göstermektedir. Bu emir Kur'an'ın hiçbir yerinde yer almadığına göre vahy-i gayri metluv olan sünnet ile verilmiştir.
Demek ki, Peygamber (s.a.v.)'in emirlerinin Kur'an'da yer alıp almadığına bakılmaksızın Müslümanların Rasulullah (s.a.v.)'i tâkib edip etmeyeceklerini sınamak için bazen bu tür emirler verilmiştir.

2- Bir defasında Peygamber (s.a.v.), eşlerinden Hafsa (r.anha)'ya bir sır söyledi. O ise sırrı bir diğer şahsa ifşa etti. Rasulullah (s.a.v.) bu sırrın eşi tarafından ifşa edildiğini öğrenince ondan bir açıklama istedi.
Eşi, peygamber (s.a.v.)'e bunu kimin söylediğini sordu. Rasulullah (s.a.v.) bunun kendisine Allah tarafından haber verildiğini söyledi.
Bu hadise Kuran'da şöyle anlatılıyor;

Hani peygamber zevcelerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Bunun üzerine o zevce bunu haber verip Allah da ona bunu açıklayınca, (peygamber) bunun ancak bir kısmını bildirmiş, bir kısmından vazgeçmişti. Artık bunu kendi eşine söyleyince o zevce; “Bunu sana kim haber verdi?” dedi. Peygamber de; “her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan (Allah)haber verdi” dedi.” (Tahrim 3)
Kur’an’da, bu ayette geçen o hanımının ifşa ettiği haber açıklanmadığı gibi, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in söylediği söz de zikredilmemiştir. Şu halde o vahyi gayri metluv olan sünnet ile haberdar edilmiştir.

3- İslam'ın ilk yıllarında müslümanlar ramazan ayında iftardan sonra kısa süreliğine de uyurlardı. Bu esnada kişinin eşiyle cinsi münasebette bulunmasına müsaade edilmezdi. Bu sebeple bir kimse iftardan sonra kısa bir süre uyur, tekrar uyanırsa gece istirahati boyunca oruçlu olmamasına rağmen eşiyle cinsi münasebet fırsatını kaybederdi. Bu kural peygamber (s.a.v.) tarafından konulmuş olup Kuran-ı Kerim'de yer almıyordu.

Ancak bazı Müslümanların bu kuralı çiğnemeleri üzerine Allah Azze ve Celle bu kişileri önce azarlayan ayetleri indirdi, daha sonra da bu hüküm nesh edilerek Müslümanlara iftardan sonra da eşleriyle cinsel münasebette bulunabileceklerine dair ruhsat verildi. Bu hadise şu ayette anlatılır;


"Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz. Allah sizin kendinize kötülük ettiğinizi bildi ve tevbenizi kabul edip sizi bağışladı. Artık (Ramadan gecelerinde) onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için takdir ettiklerini isteyin. Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı), siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar yeyin, için, sonra akşama kadar orucu tamamlayın..."(Bakara 187)


Bu ayet, Ramadan ayında geceleri kişinin eşiyle cinsi munasebette bulunmasının önceleri caiz olmadığını göstermekte, bu ayet nazil olmadan önce Ramadan Ay'ı gecelerinde cinsi munasebette bulunan kişilerin yaptıkları fiil "kendilerine kötülük" olarak tavsif edilerek ihtarda bulunulmakta, "O size acıdı ve tevbenizi kabul etti" ifadesi, onların bu fiillerinin günah olduğunu belirtmektedir…

Bütün bu hususlar şunu göstermektedir ki; ramazan gecelerinde cinsi münasebete ilişkin daha önceki yasak "yetkili biri" tarafından yürürlüğe konmuş olup, Müslümanların buna riayet etmesi mecburi idi. Halbuki Kuran-ı Kerim'de ilgili yasağa dair hiçbir ayet bulunmamaktadır. Bu yasak sadece Peygamber (s.a.v.) tarafından ortaya konmuştur.

4- Uhud savaşı münasebetiyle Bedir savaşında meydana gelen olayları hatırlatmak üzere bazı ayetler nazil oldu. Bu ayetlerde, Allah'ın mûminlere nasıl yardım ettiği, onlara yardım için melekler göndermeyi vaad ettiği ve bunu fiilen ne şekilde yaptığı anlatılmaktaydı.
Bu ayetler ve meali şöyledir;

"Andolsun, sizler güçsüz olduğunuz halde Allah, Bedir'de de size yardım etmişti. Öyle ise, Allah'dan sakının ki O'na şükretmiş olasınız. O zaman sen, mûminlere şöyle diyordun: İndirilen 3 bin melekle Rabb'inizin sizi takviye etmesi, sizin için yeterli değil midir? Evet, siz sabır gösterir ve Allah'tan sakınırsanız, onlar (düşmanlarınız) hemen şu anda üzerinize gelseler, Rabb'iniz, nişanlı beş bin melekle sizi takviye eder. Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalbleriniz bu sayede rahatlasın diye yaptı. Zafer, yalnızca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah katındandır." (Al-i İmran 123-126)
Bu ayetlerdeki "
Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalbleriniz bu sayede rahatlasın diye yaptı"



ifadesi meleklerin yardımıyla müjdelemeyi Allah'a atfetmektedir.

Demek ki, söz konusu yardım müjdesi bizatihi Allah tarafından verilmiştir. Ancak bedir savaşı esnasında verilen bu müjde Kur'an'da geçmemektedir…

Aynı şekilde Peygamber s.a.v'in sözü başka bir örnekte "Allah'ın sözü" olarak kabul edilmiştir. Peygamber (s.a.v.)'in diğer sözlerinden bu sözleri ayıran şey, onun Kuran'da yer almayan hususi bir vahiyle kendisine bildirilmiş olmasıdır. İşte buna vahy-i gayri metluv denilir.


5- Uhud savaşıyla ilgili başka bir duruma işaret edilerek Kuran-ı Kerim'de şöyle buyrulur;
"Hatırlayın ki, Allah size, iki taifeden (kervan veya Kurayş ordusundan) birinin sizin olduğunu vadediyordu; siz de kuvvetsiz olanın (kervanın) sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Allah, sözleriyle hakkı gerçekleştirmek ve (Kurayş ordusunu yok ederek) kâfirlerin ardını kesmek istiyordu." (Enfal 7)

Bu ayette işaret edilen "iki taifeden biri" Ebu Sufyan'ın Suriye'den gelmekte olan ticaret kervanıydı. Diğer taife ise Mekke'li muşriklerden oluşan Ebu Cehil Komutasındaki orduydu. Üstteki ayetin ifadesine göre Allah, mûminlere bu iki taifeden birine karşı zafer kazanacaklarını vaad etmişti.
Müslümanlar kervanı ele geçiremediler, fakat Ebu Cehil komutasındaki orduya karşı olan savaşı kazandılar. "Allah size, iki taifeden (kervan veya Kureyş ordusundan) birinin sizin olduğunu vadediyordu" ifadesindeki vaad Kur'anda geçmemektedir. Bu vaad, Müslümanlara peygamber (s.a.v.) tarafından herhangi bir ayete referansta bulunulmadan ifade edilmişti.


6- Nadir oğulları ile olan hadise esnasında –ki onlar Medine'de meşhur bir Yahudi kabilesi idi- bazı müslümanlar, onların kalelerinin çevresindeki hurma ağaçlarını, düşmanı teslim olmaya zorlamak amacıyla kesmişlerdi. Savaş sona erince bir kısım Yahudiler ağaçların kesilmesine itiraz ettiler. Kuran-ı Kerim onların itirazlarına şu ayetle cevap verdi;

"Hurma ağaçlarından, herhangi birini kesmeniz veya olduğu gibi bırakmanız hep Allah'ın izniyledir ve O'nun yoldan çıkanları rezil etmesi içindir."(Haşr 5)

Bu ayette müslmanların, ağaçları "Allah'tan alınan bir izinle" kestikleri doğrudan ifade edilmiştir.
Fakat hiç kimse savaş esnasında ağaçların kesilmesine müsaade onucunda bu olayın olduğuna dair Kuran-ı Kerim'de geçen hiçbir ayet gösteremez.


7- Peygamber (s.a.v.)'in Zeyd Bin Harise'yi evlatlık olarak edindiği malumdur. Zeyd, Zeyneb binti Cahş'la evlendi. Bir süre sonra onların ilişkileri zorla yürümeye başladı. Nihayetinde Zeyd, Zeyneb'i boşadı.
Cahiliye döneminde evlatlık edinilen oğul, her bakımdan öz oğul gibi muamele görürdü. Kur'an-ı Kerim ise evlatlık kimsenin gerçek evlat gibi muamele göremeyeceğini ilan etti.
Allah, evlatlık hakkındaki cahiliye anlayışını yıkmak için Peygamber (s.a.v.)'e evlatlık edindiği Zeyd Bin Harise'nin Zeyneb'den boşanmasından sonra Zeyneb'le evlenmesini emretti. Rasulullah (s.a.v.) başlangıçta cari adetler sebebiyle biraz gönülsüzdü. Çünkü evlatlık edindiği birinin boşadığı eşiyle evlenmek utanılacak bir işti. Fakat Rasulullah (s.a.v.)Allah'tan hususi bir emir alınca Zeyneb'le evlendi.
Bu olay Kuran-ı Kerim'de şu şekilde ifade edilmiştir;


"(Rasûlum!) Hani Allah'ın nimet verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye: Eşini yanında tut, Allah'tan kork! diyordun. Allah'ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan çekinerek içinde gizliyordun. Oysa asıl korkmana lâyık olan Allah'tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikâhladık ki evlâtlıkları, karılarıyla ilişkilerini kestiklerinde ( o kadınlarla evlenmek isterlerse) mûminlere bir güçlük olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir."(Ahzab 37)

Bu ayetteki "Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde gizliyorsun" ifadeleri, Zeyd'in boşanmasından onun Zeyneb'le evleneceğini Peygamber (s.a.v.)'e Allah'ın haber verdiğini göstermektedir…
Ancak bu bilgi Kur'an'da geçmemektedir ve bu, Rasulullah (s.a.v.)'e gayri metluv vahiy kanalıyla iletilmiştir. "Biz onu sana nikahladık" ifadesi de bu evliliğin Allah'ın emriyle gerçekleştiğini göstermekte, bu emir de Kur'an'da yer almamaktadır. Bu da bir başka delildir.



8- Kur'an-ı Kerim'de Müslümanlara namaz kılmayı ve namazda sabit olmayı tekrar tekrar emretmiştir. Aşağıdaki ayette aynı emir tekrar edildikten sonra, Kuran-ı Kerim Müslümanlara özel bir imtiyaz verir. Buna göre savaş durumunda müslümanlar, düşmanlarının saldırısından korktuklarında namazı nasıl mümkün olursa öyle, ister at veya deve üzerinde, ister yürürken kılabileceklerdir. Ancak düşman tehlikesi sona ermesi halinde, müslümanlar namazı normal şekilde kılmakla emrolundular. Bu prensip aşağıdaki ayette şöyle ortaya konmuştur;
"Namazlara ve orta namaza devam edin. Allah'a saygı ve bağlılık içinde namaz kılın. Eğer (herhangi bir şeyden) korkarsanız (namazlarınızı) yürüyerek yahud binmiş olarak (kılın). Güvene kavuştuğunuz zaman, siz bilmezken Allah'ın size öğrettiği şekilde O'nu anın (namaz kılın)."(Bakara 238-239)
Ayet, müslümanlar üzerine farz olan birden fazla namazdan bahsetmekte, ancak namazların tam sayısı Kuran'ın ne bu ayetinde ne de diğer surelerinde geçmemektedir. Farz namazların sayısı, yalnızca Peygamber (s.a.v.) tarafından beyan edilmiştir.

Kuran-ı Kerim; Namazlara devam edin" buyurarak, peygamber (s.a.v.)'in Müslümanlara bunu uygulamalı olarak gösterdiğini teyit etmiştir.
Yine bu ayet, "orta namaz"a özel bir önem atfetmekte, ancak (tam olarak) onun hangi namaz olduğunu belirtmemektedir. Orta namazın hangi namaz olduğunu açıklama işi Peygamber Sallallahu aleyhi ve sellem'e bırakılmıştır.
En önemli delil de; " Güvene kavuştuğunuz zaman, siz bilmezken Allah'ın size öğrettiği şekilde O'nu anın (namaz kılın)." cümlesidir.
Ayetin siyak ve sibakı itibariyle burada "Allah'ı anma" ayette ifade edilmese de "namaz kılma" anlamındadır. Zira ayetin bağlamı başka bir manaya izin vermemektedir.

Şu halde Kuran-ı Kerim, Müslümanlara Allah'ın kendilerine öğrettiği şekilde namazı barış ortamında bilinen haliyle kılmalarını emreder. Ayetin açık delaleti, namazın normal kılınış şeklinin Müslümanlara bizzat Allah tarafından öğretildiğidir. Ancak namazın kılınış şekli Kuran'ın hiçbir yerinde ifade edilmemektedir… namazın nasıl kılınacağını Müslümanlara öğreten peygamber (s.a.v.)'dir. Kuran-ı Kerim peygamber (s.a.v.)'in öğretmesini Allah'ın öğretmesi gibi kabul etmektedir."



9- Bazı munafıklar Hudeybiye seferine katılmayarak Peygamber (s.a.v.)'in yanında yer almamışlardı. Bunu müteakip müslümanlar Hayber savaşına çıkmaya karar verdiklerinde peygamber (s.a.v.), Hayber savaşına sadece Hudeybiye seferinde kendisiyle beraber bulunanların katılacaklarını ilan etti. Hudeybiye savaşına katılmamış olan münafıklar, şimdi Hayber savaşında menfaatleri gereği bulunmak istiyorlardı. Zira onların beklentilerine göre müslümanlar bu seferden büyük ganimet elde edeceklerdi. Münafıklar bu ganimetten pay almak istiyorlardı. Peygamber (s.a.v.) münafıkların taleblerine rağmen onların bu savaşa katılmalarına müsaade etmedi.
Kuran'da bu olaya şu şekilde işaret edilir;

"Siz ganimetleri almak için gittiğinizde seferden geri kalanlar: Bırakın, biz de arkanıza düşelim, diyeceklerdir. Onlar, Allah'ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: "Siz asla bizim peşimize düşmeyeceksiniz! Allah daha önce sizin için böyle buyurmuştur." Onlar size: Hayır, bizi kıskanıyorsunuz, diyeceklerdir. Bilâkis onlar, pek az anlayan kimselerdir." (Fetih 15)

Bu ayette Hayber savaşını Hudeybiye'ye iştirak edenlere hasredip, Hayber savaşına munafıkların katılmalarını istisna tutan Allah'ın evvelki bir sözünün olduğuna işaret edilmektedir. Fakat Kur'an'ın hiçbir yerinde böyle bir ifade geçmemektedir. Bu sadece peygambere ait bir emirdir.

Bununla beraber Allah bunu kendi sözü olarak nitelemektedir. Bunun sebebi, söz konusu emrin gayri metluv vahiy ile iletilmiş olmasıdır.



10- Peygamberliğin ilk günlerinde Rasulullah (s.a.v.), kendisine nazil olan Kuran ayetlerini unutmamak için onlar iner inmez okuma itiyadında idi. Bu kendisi için zor bir talimdi. Çünkü Peygamber (s.a.v.)'in vahyi işitmesi, doğru olarak anlayabilmesi, vahyi ezberleyebilmesi ve bunların aynı zamanda olması kendisine çok zor gelmekteydi. Allah şu ayeti indirerek onu bu meşakkatten kurtardı;

"(Rasûlum!) onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma. Şubhesiz onu, toplamak (senin kalbine yerleştirmek) ve onu okutmak bize aittir. O halde, biz onu okuduğumuz zaman, sen onun okunuşunu tâkib et. Sonra şubhen olmasınki, onu açıklamak da bize aittir."(Kıyame 16-19)

Fetih suresinin 19. ayetinde Allah, Rasulullah (s.a.v.)'e Kur'an ayetlerini açıklamayı vaad etti. Bu açıklamanın bizatihi Kuran-ı Kerim ayetlerinden ayrı olacağı açıktır. O, Kur'an'a dahil olmayıp ya onun bir izahı, ya da tefsiridir. Bu bakımdan bu beyan, Kuran-ı Kerim'in sözlerinden farklı, biraz değişik bir şekilde olmalıdır. Bu ise tam olarak gayrı metluv vahiyle ifade edilen şeydir. Ama bu vahyin iki türü de, her ne kadar farklı biçimde olsalar bile, Peygambere Allah tarafından indirilmiş olup, müslümanlar her ikisine de inanıp itaat etmelidirler.



11- Kur'an, vahyin bu iki farklı çeşidini şu ayette
"Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur, yahud bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder. O yücedir, hakîmdir." (Şura 51)

Şu halde bu iki şeklin dışında Kuran-ı Kerim'in inzali, üçüncü bir vasıtayla, yani ayette elçi olarak tayin edilen melek (Cebrail a.s.) aracılığıyla gerçekleşmiştir. Bu durum
başka bir ayette açıkça belirtilir;
"
De ki: Cebrail'e kim düşman ise şunu iyi bilsin ki Allah'ın izniyle Kur'an'ı senin kalbine bir hidayet rehberi, önce gelen kitapları doğrulayıcı ve mûminler için de müjdeci olarak o indirmiştir."(Bakara 97)

"Muhakkak ki o (Kur'an) âlemlerin Rabbinin indirmesidir. (Rasûlum!) Onu Rûhu'l-emîn (Cebrail)
uyarıcılardan olman için Apaçık Arabca bir dille Senin kalbine indirdi."(Şuara 192-195)

Bu ayetlerde Kuran'ın bir melek vasıtasıyla indirildiği gayet açıktır. Sözü edilen bu melek, Bakara 97. ayetinde geçtiği üzere Cibril'dir. Aynı melek, Şuara 193. ayetinde "Ruhu'l emin" diye anılır. Ancak yukarıda iktibas edilen Şuura 51. ayeti, vahyin indirilişinin iki yolunun daha olduğunu belirtir.
Bu iki şekil de peygamber'le ilgili olarak kullanılmıştır. Şuura 51. ayeti, peygamber (s.a.v.)'e gönderilen vahyin Kuran-ı Kerim'le sınırlı olmayıp, Kuran'da yer almayan başka vahiylerin de bulunduğunu ifade eder. Bu vahiyler, "gayri metluv vahiy" olarak adlandırılır.

Peygamber efendimiz (s.a.v.)’in bütün sözleri, fiilleri ve tasarrufları Yüce Allah’ın kontrolü altındadır. Kendi ictihadıyla ortaya koyduğu dini söz ve fiillerinde yanılsa bile, bunlar da Allah Azze ve Celle tarafından düzeltilmiştir. Allah Teala Onun ictihadını kesinleştirdiği sırada onun ictihadı, hükmen vahiy olur. (Bikai Nazm, 19/43; Ebu Zehv el-Hadis, sf: 13; Muhammed Süleyman Aşkar Ef’alir-Rasul, sf: 30)


Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuştur ki;

Bana verilen şey, sadece Allah’ın bana verdiği vahiydir.” (Buhari, fadailul Kur’an, 1; Muslim, iman 239; Ahmed, 2/341,451)

“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, hadislerini yazmak konusunda soran Abdullah Bin Amr (r.a.)’ya; “yaz, Allah’a yemin ederim ki benden hak sözden başkası çıkmaz” buyurmuştur. (Ebu Davud, ilim 3; Darimi, mukaddime 43; Ahmed, 2/162,192)


Başka bir hadiste; “Cibril kalbime attı ki; hiçbir nefis, rızkını tamamlamadan ölmeyecektir. Öyleyse onu helal yollardan arayın” buyrulmuştur. (Muslim, munafıkun 64; Ahmed, 3/50)

Yine “Haberiniz olsun! Bana Kitab (Kur’an) ve onunla birlikte , onun gibisi (sünnet) verilmiştir.” (Ebu Davud, sünnet 5, imare 33; Tirmizi, ilim 10; Ahmed, 2/367, 4/132)

Sahih hadisi ve bir çok benzer rivayetler de, sünnetin Allah tarafından verilmiş bir vahiy olduğunu ifade eder.


Sünnetin Delil Olmayacağını Söyleyen Hasta Kalbliler:

Peygamber efendimiz, hadislerle amel etmeyecek olan kişilerin nasıl İnsanlar olacaklarını bizlere tanıtmış ve bu gibi İnsanlardan uzak olmamızı beyan etmiştir.
Bu hususta Ebu Rafi (Ebu Rafı Rasulullah'ın azadlı kölesi olup, İsmi Eslem'dir) Rasulullah'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
"Sakın sizden birinizi koltuğuna yaslanmış otururken, kendisine emrettiğimiz veya yasakladığımız hususlardan bir husus geldiğinde "biz bunu bilmiyoruz. Biz Allah'ın Kitabında ne bulduksa ona tabi oluruz" diyen biri olarak görmeyeyim. "
(Ebû Dâvûd, Kit. Sünnet, bab: 6 hn: 4605; Tirmizî, Kit. İlim, bab: 10 hn: 2663; îbn Mace, Kit. Mukaddime, bab: 13.
Ebû Dâvûd, Kit. Sünnet, bab: 6 hn: 4605; Tirmizî, Kit. İlim, bab: 10 hn: 2663; îbn Mace, Kit. Mukaddime, bab: 13)


Mikdam b. Mâdi Kerib ise Rasulullah'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Dikkat edin! Bana kitab, bir de onun kadarı (vahyi gayri metluv) verilmiştir. Yakında karnı tok olan ve koltuğuna yaslanan bir kişi:
"Siz sadece bu Kur'an'a sarılın. Siz onda neyin helal olduğunu görürseniz onu helal sayın ve neyin de haram olduğunu görürseniz onu haram sayın" diyecektir. Dikkat edin! Ehlî eşeklerin etleri size helal değildir. Köpek dişi bulunan yırtıcı hayvanların etleri de helal değildir
."
( Ebû Dâvûd, Kit. Sünnet bab: 6, hn: 4604; Tirmizî, Kit. İlim, bab: 10 hn: 2664; İbn Mace, Kit. Mukaddime, bab: 12; Müsned, İmam Ahmed, c. IV, sh. 131.00 )

Diğer bir rivayette şöyledir.
"Dikkat edin olabilir ki, koltuğuna yaslanan bir kimseye benim hadisim ulaşır. O da der ki: "Bizimle sizin aranızda Allah'ın kitabı bulunmaktadır. Onda neyin helal olduğunu görürsek onu helal sayarız. Neyin de haram olduğunu görürsek onu haram sayarız." Dikkat edin. Allah'ın rasulunün haram kıldığı Allah'ın haram kıldığı gibidir. "
(Tirmizî, Kit. ilim: bab: 10 hn: 2664 )

Bütün bunlardan sonra Peygamberi hafife almayı ve onun sünnetini red etmeyi, bir modernlik sayan, kendilerinin de aydın ve İleri görüşlü oldukları vehmine kapılan bir kısım zayıf iradeli taklitçilere şunu hatırlatmada fayda vardır.
Sizler Rasulullah'ın sünnetini reddederek biryere varamazsınız?
İslâm'a hizmet etmeniz yerine ona şüpheler sokmuş oluyorsunuz. Rasulullah'ı devre dışı bırakarak, Kur'an'ı felsefi görüşleriyle açıklamaya çalışan şımarıklara zemin hazırlıyorsunuz. İçinizden kâfirlere şirin görünme hastalığına yakalananlar da şunu iyi bilsinler ki, bu halleriyle onlara yaranamazlar.
Müslüman olduğunuzu söylediğiniz müddetçe sizler onların nezdinde gericisiniz. Örümcek kafalısınız. Yobazsınız. Murtecisiniz. O halde nedir sizin bu haliniz? Kimlere hizmet ediyorsunuz?
İyi niyetli olmanız yeterli değildir. Biraz da kafanızı çalıştırıp bilgisizliğinizi anlayınız. Aczinizi itiraf ediniz. Allah'ın elçisinin önüne geçmekten haya ediniz ve şu âyetin sesine kulak veriniz:

"Ey iman edenler! Allah'ın ve Rasulunün önüne geçmeyin. Allah'dan korkun. Şubhesiz ki Allah, işiten ve bilendir." (Hucurat, 1)

Diğer yönden başka bir takım mûminler de "Orta yolu tutalım. Hadisleri ne tamamen reddedelim. Ne de sahih denen her hadisi alalım. Hadislerin mutevatir olanlarını alalım. Diğerlerini yedek bir kaynak kabul edelim. Aklımıza ve mantığımıza uyarsa onları alırız. Şayet uymazlarsa almayız. Mutevatir hadisler de parmak sayılarım geçmez" şeklinde iddialarla ortaya çıkmaktadırlar.
Aslında bunlarla hadisleri tamamen reddedenler arasında pratikte pek fark yoktur. Çünkü bunlar da yalnız kendi ölçülerine göre mutevatir saydıkları bir kaç hadisi kayıtsız şartsız kabullenmekte, diğer sahih hadislerin kabullenilmesinde akıllarını hakem kılmaktadırlar.

Bunlara şunu sormak yerinde olur:
"Sizler mutevatir olmayan sahih hadislerin kabul edilip veya edilmeyeceği hususunda aklınızı hakem kılıyorsunuz. Ancak sizlerin her biriniz diğerinden farklı düşünüyorsunuz. Şimdi müslümanlar peygamberlerinin hadisini bırakıp da sizlerden hanginizin aklını esas alsınlar. Çünkü her biriniz kendi aklının daha üstün olduğunu iddia ediyor. Yoksa sizler, müslümanların ittifak içinde olmalarından rahatsız mı oluyorsunuz? Müslüman olmanız dolayısıyla hakkınızda böyle bir kanaate varmak İstemiyoruz. Fakat davranışlarınız İnsanları buna sürüklüyor. Bırakın bu meseleleri de akıllarınızın enerjilerini müslümanlara faydalı olacak meselelere harcayın. Zira İslâm dini, akılların mahsulü bir din değil, nakillerin ortaya koyduğu bir dindir. Akıllarınızı nasları anlamada kullanınız. Onları yargılamada kullanmayınız. Çünkü akıllarınız nasları yargılayacak güçte değildir.
Âyette buyurulduğu gibi: "Size İlimden sadece az bir pay verilmiştir. (İsra, 85)
(Şeyh Hasan Karakaya ; usul-u Fıkıh)



Hadisleri Kabul Etmeyen Şubhecilerin Vesveselerine Reddiye

Mealci geçinen hadis inkarcısı taifenin inkar edip reddetmek için Hadis olması yeterlidir.
Hadis Usulu alimlerince mutevatir sahih diye onaylanmasına rağmen, bu hadis inkarcıları "aklıma yatmıyor", Allah böyle der mi, hiç peygamber böyle yapar mı?, adalet mi? diyerek sahih, mutevatir, Buhari, Muslim vs. olmasını önemsemeden reddetmektedirler.
Evet Rasulullahın aktardığı hadislerin sahihi olabildiği gibi , hasen veya zayıfı da bulunmaktadır. Bu gayri metluv yani kudsi hadis için de geçerlidir. Kudsi hadisde zayıf hadis olumu diye komple kudsi hadisler inkar edilmektedir.
Bunlara misal verecek olursak Hayri Kırbaşoğlu'nu verebiliriz.

Kendi düşüncelerini şöyle savunmaktadırlar:

" Hadis usulcüleri sanıldığının aksine kudsi hadisin haseni de olur, zayıfı da olur, uydurması da olur diyorlar Aslında bir bakıma izahı da mümkün değil. "Sünnet vahiy kaynaklıdır" diyenlere göre izah edilemez. (Altını çizdiğimiz ifadesindeki bizim düşüncemizdir. Bunlara göre sünnet vahiy kaynaklı değilmiş(!)). Çünkü o zaman sünnet vahiyse, hadis-i kudsî de vahiyse aralarında ne fark var? O da vahiy, bu da vahiy. O zaman daha büyük çelişkiye düşülür.
Ama bazıları bunun şöyle bir izahını yapmışlar Mesela bir örnek vereyim. Biz ne diyoruz «Yahu kardeşim, Cenab-ı Hak Kur'an'da namazı emrediyor» diyoruz. Bu ifade Kur'an'da yok. Ama bu sözüm doğru mu benim? Doğru Tartışılan konular ibadetle ilgili değil. Bütün mezhepler mesela namazın rekatları konusunda müttefiktirler. Tartışma akaidle ilgili konulardan çıkıyor. Akaidle ilgili konularda ben şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Bir insan sadece Kur'an'da belirtilen iman esaslarıyla yetinse tamamdır o Sünnetle, Kur'an'da belirtilmeyen bir iman akidesi oluşturulamaz(!)


_ Peygamber (a.s.)'e Kur'an dışında bîr vahiy geliyor muydu? Yani vahy-i gayri metluv vaki mi? Kur'an dışında kendisine gaybın haberleri veriliyor muydu?


- Kıyamet alametleri, Fiten gibi hadisleri kastediyorsanız, hadisçiler tarafından bu tür hadisler şüpheyle karşılanmıştır. Salih Akdemir Bey'in bana aktardığına göre rahmetli Tayyib Okiç bu türden hadislerin bir çoğunun şüpheli olduğunu söylermiş. Şimdi hadiste bazı kıyamet alametlerinden bahsediliyor. Bunlar zaten Kur'an'da da var. Şayet siyasi ve sosyal hadiselerle ilgili gayb haberleri varsa bunlar uydurmadır. Efendim, diyor ki “Horasan'dan siyah bayraklılar çıkacak. Onlar çıktı mı siz onlara tabi olun
Bu hadis kime işaret ediyor. Ebu Muslim Horasanî'ye Abbasiler hareketini başlatmıştır. Bayrakları da siyahtı. Emevi'lerin ki de beyazdı. Bunun Ebu Muslim Horasanî taraftarları tarafından uydurulduğu gayet açık ve net görülüyor. Zaten bunu hadisçiler uydurma olarak kabul etmişler. O halde bizim yapacağımız şudur:
1-Yaşayan sünneti bir tarafa bırakacak olursak bize kadar gelen rivayetler, sünnet veya hadis, bunlar bugün için zaten müteradif kabul ediliyor. Bunların içinde Peygamber modelini bize aktaran malzeme hiç yoktur diyebilir miyiz? Diyemeyiz
2- O halde mevcut kitaplardaki hadislerden gerçek Rasul modelini nasıl çıkarabiliriz? Bunu tartışabiliriz. Bu metodu da önemli olan bir metod dahilinde, bu metodun nasıl olacağını tartışabilmemiz. Bunu Kur'an'dan çıkartmamız gerekmez mi? Onu gelin tartışalım. Sen de ki; Kur'an, O desin ki; akıl Ama gelin tartışalım zaten Fazlurrahman'da böyle bir metod dahilinde, elimizdeki hadis malzemesinden peygamberin Sünnetini ortaya koyabiliriz diyor. Bu malzemelerin bir çoğunu ayıklayalayabiliriz. Bunun için bir metod geliştirebiliriz. Elimizdeki rivayetlerden Kur'an esas alınarak bir model çıkarabiliriz. Sünnet delil olur mu, olmaz mı tartışmasından ziyade bugün gerçek sünnet nelerdir, bunu ortaya koymak için bir metod geliştirmeliyiz? Tabii ki bu metodun birinci maddesi sünnetin Kur'an'la uyum içerisinde olması. Onun dışında tarihi olaylarla çelişmemesi, bilimsel verilerle tezat arzetmemesi. Bazı hadisçiler öyle önemli şartlar ileri sürmüş ki, Mesela hadiste sokak üslubu gibi ifadeler varsa veya ifadesi düşükse bu hadis kabul edilmez. Bunu nasıl bileceğiz. Çok mükemmel Arabca bileceksin, Arab edebiyatının zevkine dahi varacaksın ki, peygamber bunu söyleyebilir mi, söyleyemez mi bileceksin...."




Gördüğümüz gibi hadis usulu ilmine rağmen , o ilmin ve alimlerin aklını ve metodunu beğenmeyerek yeni metodlar çıkararak, aklına uygun olanların kabul edilmesini savunmaktadırlar.
Halbuki 1400 senedir İslam aleminde bu taifeden başka, hadislere şüphe katan, şubheyle yaklaşılmasını sağlayan, ilim ehline itibar etmeyen kimse çıkmış mıdır?
Bu nefsi itham bugüne kadar ki ehli sünnet akaidinin sıhhatini ve doğruluğunu zan altında bırakmaktadır.
Hadis usulu alimleri ve hadis usulu ilmine göre hadislerin "sağlamlık, güvenilirlik kaydı" ilimle verilmekte, kimsenin nefsine, ırkına, çıkarına kayırma gözetilmeden incelenip, bildirildiği için ittifakla kabul edilmekte, amel edilmektedir.

Beyhaki şu hadisi zikreder:
Bizden işttiği hadisi işittiği gibi aynen rivayet edenin (c.c.) yüzünü ağartsın. Çünkü kendisine aktarılan bazı kimseler dinleyenden daha iyi beller
(İbnu Mace Mukaddime: 18; Darimi Mukaddime: 24; Tirmizi: 2657; Musned: 1/427; Ebu Davud: 3660)
İleride açıklayacağımız gibi bu hadis mutevatirdir.

İmam Şafii de şöyle der:
Rasulullah (s.a.v.) kendi sözünün dinlenip ezberlenmesi ve hakkıyla aktarılmasını (Risale, 402 ve Delailu’n Nübüvve 1/23’de ibare şöyledir: “Rasulullah (s.a.v.) kendi sözünün dinlenip ezberlenmesi ve hakkıyla aktarılmasını her ferde tavsiye edince..”) tavsiye etmiştir. Bu da onun ancak huccet olan şeyleri emrettiğinin delilidir. Çünkü (Çünkü diye başlayan kısım Delail’de yok) bu ya yerine getirilmesi gereken bir helaldir veya kaçınılması gereken bir haramdır veya da yerine getirilmesi gereken bir haddir veyahutta alınıp verilmesi gereken bir maldır veyahutta din ve dünya ile ilgili bir nasihattır.
(Risale, s. 403’de ibare şöyledir “..din ve dünya ile ilgili bir nasihattır. Bu da şunu gösterir. Fıkhi bilgiyi fakih olmayan da ezberleyebilir. Bu durumda onu ezberlenmiş olur. Fakih olmaz”)
Beyhaki daha sonra Ebu Rafi’in rivayet ettiği hadisi zikreder (Delail: 1/24.): Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdular:
Sizden birinizi, koltuğuna yaslanmış olarak, kendisine emrettiğim veya nehyettiğim bir haber geldiğinde “bunu bilmiyorum”. Biz Kur’an’a tâbi oluruz” derken bulmayayım
(Ebu Davud Sünnet: 4605; İbnu Mace Mukaddime: 2; Tirmizi İlim: 10.)

Beyhaki daha sonra da el-Mikdam b. ma’dikerib hadisini zikreder:
Rasulullah (s.a.v.) Hayber günü bazı şeyleri haram kıldı. Ehli eşek eti vb. bunlardandır. (Hadis Ebu Davud’da el-Mikdam b. Ma’dikerib’den şu lafızla rivayet edilmiştir: “Dikkat edin! Yırtıcı tırnaklı hayvan, ehli eşek ve zimminin malı haramdır...” Delailu’n Nubuvve: 1/24.)
Allah Rasulu (s.a.v.) daha sonra şöyle buyurdular:
Kişinin koltuğuna oturup, bir hadisimi naklederek şöyle demesi yakındır: “Bizimle sizin aranızda Allah’ın kitabı var (c.c.) Onda helal olarak bulduğumuzu helal sayar, haram olarak bulduğumuzu da haram sayarız” Dikat edin! Rasulullah’ın (s.a.v.) haram kıldığı da Allah’ın (c.c.) haram kıldığı gibidir

İmam Şafii şunu da der:
Allah Teala’nın Rasulullah’a tabi olunamasını farz kılışı Rasulullah’ı görenler ile onlardan sonra kıyamete kadar gelenleri kapsar.
Beyhaki bundan sonra senediyle beraber Meymun b. Mihran’ın “bir şey hakkında ihtilafa düşerseniz, onu Allah’a ve Rasulune arz ediniz” (Şura: 42/52)
ayetiyle ilgili olarak şöyle dediğini rivayet eder:
- “Alimler şöyle demiştir: Allah’a (c.c) arz etmekten murad, kitabıdır. Rasulullah’a (s.a.v) arz etmekten murad, vefat ettikten sonra sünnetine arz edilmesidir.”
Beyhaki daha sonra Ebu Davud’un Ebu rafi’den rivayet ettiği hadisi zikreder: Rasulullah (sav) şöyle buyurdular:
Sizden birinizi, koltuğuna yaslanmış olarak, kendisine emrettiğim veya nehyettiğim bir haber geldiğinde “bunu bilmiyoruz. Biz Kuran’da bulunduğumuz tabi oluruz” derken bulmayayım.”
İmam Şafii de şöyle der:
Bu hadis, onunla ilgili Kuran’da bir ayet bulamasalar bile mûminlerin Rasulullah’tan (s.a.v) gelen emre uymayanları bildirip, buna uymanın zaruri olduğunu ortaya koymaktadır.
Beyhaki daha sonra yine Ebu Davud’dan, el-İrbat b. Sariye’den gelen hadisi zikreder:
O an beraberinde bulunan ashabı da bulunduğu halde (fethetmek üzere) Rasulullah (s.a.v) ile birlikte Hayber’e geldik. Hayber’in başındaki adam da azılı bir kafirdi. Rasulullah’ın (s.a.v) gelip şöyle dedi:
-Ya Muhammed! Eşeklerimizi boğazlayıp, ürünlerimizi yiyip, kadınlarımıza da vurma hakkınız varmı?
Bu söz üzerine Rasulullah (s.a.v) celallendi ve şöyle buyurdu:
-İbnu Avf! Atına atla git te (ashabıma cennete sadece müminlerin gireceğini ve) namaza toplanmalarını söyle.
Onlar da toplandılar. Rasulullah namazı kıldırdıktan sonra ayağa kalkıp şöyle hitap etti:
- Sizden biriniz koltuğuna yaslanıp, Allah sadece Kur’an’da haram kıldığı şeyleri yasaklamıştır diye düşünerek böyle mi zanneder? Dikket eden! Vallahi ben de bazı şeyleri emrettim ve anlattım. Bazı şeyleri de yasakladım. Benim emirlerim ve yasaklarım da yanı Kur’an gibidir, belki de daha önceliklidir. (Bilesiniz ki) Allah Teala sizlere, izin verilmedikçe zimmilerin evine girmezinizi, kadınlarına vurmanızı ve gerekli öşrü verdileri takdirde ürünlerini yemenizi yasaklamıştır.
(Ebu Davud: 3050; Beyhaki Sunne: 9/204.)


Hadisleri Reddeden Bir Takım Kimselerin Delil Olarak Getirdikleri, Zayıf Şahısların Rivayete Olan “Sünnetin Kur’an’a Arz Edilmesi’ne Dair Ki Haberlerin Batıl Oluşu:

İmam Şafii şöyle der:
Rasulullah’tan gelen bazı hadisleri reddeden bir kimse bana şu hadisi delil olarak gösterdi:
Benden size gelen haberi Kur’an’a arz edin. Onu uyuyorsa, onu ben demişimdir. Kur’an’a uymuyorsa onu ben demedim
O kimseye şöyle dedim:
- Az çok rivayeti sahih olan hiçbir kimse bunu rivayet etmemiştir. Bu mechul bir kimseden gelen munkatı’ bir rivayetteri. Biz ise böyle rivayetleri herhangi bir konuda delil olarak kabul etmeyiz.
Beyhaki de şöyle der: İmam Şafii bu sözüyle Halid b. Ebi Kerime’nin Ebu Ca’fer tarikıyla Rasulullah’tan rivayet ettiği hadisi kastetmiştir.
Hadis şöyledir:
Rasululah (s.a.v.) yahudileri çağırır ve onlara sorular sorar. Onlarda anlatırlar. Bu arada İsa’ya da iftirada bulunurlar. Bunun üzerine Rasulullah minbere çıkar ve insanlara hutbe irad eder:
“- Benden sonra hadisler yayılacaktır. Size Kur’an’a uygunu olarak gelen hadisler bendendir. Kur’an’a muhalif olarak sizlere gelen hadisler bendendir. Kur’an’a muhalif olarak sizlere gelen hadisler ise bana ait değildir
(Mecmue’z Zevaid: 1/170)

Beyhaki bu rivayet için şöyle der:
Hadisler Kur’an’a ters düşmez. Bilakis Rasulullah’ın hadisleri, Allah Teala’nın ayetle amm mı has mı, nasih mi mensuh mu kastettiğini açıklar. Akabinde Rasululah’ın sünnetiyle ortaya koyduğu(ve açıkladığı) farzlar insanlara mecburi olur. Allah Rasulu’nün emirlerini kabul eden kimse, Allah’ın emirlerini kabul etmiş olur.
Beyhaki de der ki:
Bu hadis hepsi de zayıf olan başka tariklerle de rivayet edilmiştir.
Beyhaki daha sonra İbnu Vehb, Amr b. el Haris, el Esteğ b. Muhammed b. Ebu Mansur tarikıyle şu hadisi rivayet eder:
Ebu Mansur’a ulaştığına göre Rasululah şöyle buyurmuştur:
“- Hadisler üç kısma ayrılır: Size benden gelen ve Allah’ın kitabında geçmesi sebebiyle bildiğiniz hadisleri kabul edin. Size benden gelen fakat Kur’an’da bulamadığınız ve yerini tesbit edemediğiniz hadisleri kabul etmeyin. Keza benden size gelen ve tüylerinizin diken diken olduğu, gönüllerinizin kırıldığı ve Kur’an’da onun aksini bulduğunuz bir rivayet gelince onu da reddedin
Beyhaki der ki: Bu mechul bir kimseden gelen munkatı’ bir rivayettir.
Beyhaki daha sonra Asım b. Ebi’n Necud (Asım b. Ebi’n Necud. Yedi kurradan biri. Adı Asım b. Behdele el-Kufi’dir. Benu Esed’in mevla’sıdır. Kıraata güvenilirdir. Hadiste ise daha alt seviyededir. Saduk’tur), Zirr b. Hubeyş, Ali b. Ebi Talib tarikıyla şu rivayeti nakleder:
“-Benden sonra râviler olacak, hadislerimi rivayet edecekler. Rivayet ettikleri hadisleri Kur’an’a arz edin. Kur’an’a muvafıksa rivayet edin, Kur’an’a muvafık değilse onu almayın

Beyhaki şöyle der: Darekutni demiştir ki:
- Bu hadiste vehm vardır. Doğrusu hadisin Asım tarikıyla Zeyd b. Ali’den munkatı’ olarak gelmiş olduğudur.
Beyhaki senedini de zikrederek Bişr b. Numeyr, Huseyin b. Abdillah tarikıyla onun babasından onun da Ali’den naklettiği hadisi zikreder:
Rasulullah şöyle buyurmuşlardır:
- “Bazı insanlar olacak, benden hadis rivayet edecekler. Size bir kimse hadis rivayet ettiğinde bu Kur’an’a muvafıksa, onu ben dedim. Size bir kimse de hadis rivayet ettiğinde bu Kur’an’a muvafık değilse onu ben demedim

 
B Çevrimdışı

bilinmez

Üye
İslam-TR Üyesi
kardeş,müslim, siyam 161-163 te bahsettiğiniz hadisi kutsiyi anlayamadım biraz açarmısınz mesela ,namaz ,zekat ,hac bunlar ALLAH için değilde bizim için mi kuran da geçen zariyat 56 insanların ve cinlerin sadece ALLAH a kulluk yapmaları için yaratıldığı söyleniyor burda kulluktan kasıt sadece oruç mu, konu hakkında bilgilenmek istiyor ve size teşekkür ediyorum
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
bilinmez;137583' Alıntı:
kardeş,müslim, siyam 161-163 te bahsettiğiniz hadisi kutsiyi anlayamadım biraz açarmısınz mesela ,namaz ,zekat ,hac bunlar ALLAH için değilde bizim için mi kuran da geçen zariyat 56 insanların ve cinlerin sadece ALLAH a kulluk yapmaları için yaratıldığı söyleniyor burda kulluktan kasıt sadece oruç mu, konu hakkında bilgilenmek istiyor ve size teşekkür ediyorum
Ebû Hurayra Rasulullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Allah Teâlâ buyurdu ki; Adem oğlunun her ameli kendisi içindir, ancak oruç böyle değildir. Çünkü o, sırf benim rıdam için yapılan bir ibadettir. Onun mukâfatını bizzat ben vereceğim."
(Muslim, Sıyâm: 163.)


(...) Bana Muhammed b. Râfi' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdurrazzâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Curayc haber verdi. (Dedi ki): Bana Ata', Ebû Sâhil-i Zeyyât'tan naklen haber verdi ki, Ebû Hurayra (Radiyallahu anh)ı şöyle derken işittim: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurudular :
«Allah (Azze ve Celle) Adem oğlunun her ameli kendinindir. Yalnız oruç müstesna. Çünkü o benimdir, onun mukâfaatını verecek olan da benim, buyurmuştur. Oruç bir kalkandır. Birinizin oruç tuttuğu bir gün olursa, o gün kötü söz söylemesin ve gürültü çıkarmasın. Şayet kendisine birisi söğer yahud kavga ederse :
— "Ben oruçlu bir kimseyim", deyiversin. Muhammedin nefsi elinde olan Allah'a yemin ederim ki oruçlunun ağız kokusu kıyamet günü Allah indinde misk kokusundan daha güzel olacaktır. Oruçlu için sevineceği iki ferah vardır.
İftar ettiği vakit iftarına sevinir, bir de Rabb'ine kavuştuğu vakit orucuna sevinir

(Muslim, Sıyâm: 163.)

İzahat :

Rasulullah (s.a.v.); oruçlunun, kendisine söğüp saymak suretiyle sataşanlara «Ben oruçluyum» demekle mukaabele edilmesini emir buyurmuştur.

Bu hususta ulemadan üç kavil rivayet olunur;
1) Kavle göre : Oruçlu olan bîr kimse bu sözü diliyle söyleyecek ve bilmeyenlere kendisinin oruçlu olduğunu ve oruç sayesinde kötü sözlerden sahilce işlerden korunduğunu bildirecektir.

2) Kavle göre: Bu sözü içinden söyleyecek yâni nefsini kötülüklere kötülükle muameleden menedecektir.

3) Kavle göre : Farz oruçla nafile arasında fark vardır. Faz oruç tutan kimse bu sözü diliyle söyleyecek, nafile oruç tutan diliyle; söylemeyerek sadece kalbinden geçirecektir.

Kirmâni'ye göre Rasulullah (s.a.v.);'in bu emrinin dille söylemeyip de, kalbinden geçirmeye de ihtimâli vardır. Dille söylendiği takdirde oruçluya sataşan kimse ekseriya yaptığına pişman olur ve eziyetten vazgeçer, kalbinden geçirdiği takdirde ise oruçlu kendisini kötülüklere muhatap olmaktan meneder.

İmam Şafiî'ye göre Hadîs-i Şerifi iki mânâya birden hamletmek gerekir.
Haluf veya Huluf : Oruç tutan kimsenin ağız kokusu, demektir. Bu kelime yalnız bu mânâda kullanılmıştır.
Mâzirî diyor ki: «Oruçlunun ağız kokusunun Allah indinde misk kokusundan daha güzel olması mecaz ve istiaredir. Zira bazı kokuları güzel bulup beğenmek hayvanların sıfatlarındandır. Hayvanların hoş gördüğü şeylere meyletmek, pis gördüklerinden kaçınmak tabiatları iktizâsıdır. Allah Teâlâ Hazretleri bu gibi şeylerden munezzehdir. Lâkin biz insanların âdetimiz güzel kokulara yaklaşmak olduğundan, oruç için güzel koku istiare edilmiştir.»

Ka'adî İyad'a göre oruç tutanlara Teâla hazretleri âhirette mukâfatta bulunacak onların ağızları misk kokusundan daha güzel kokacaktır.

Bâzılarına göre bu sözden murâd: Allah'ın rızâsı ve sevabıdır.
Bir takımları «Oruçlu ağzın miskden daha güzel kokması meleklere nisbetledir.» demişlerdir.

Hanefiîler 'den İmam Kuduri ile Malikilerden îbni Arabî ve Şâfiîler'den Ebû Osman Sâbûni, Ebû Bekir İbni Sem'âni buradaki güzel kokunun Allah'ın rizâsı ve kabulünden ibaret olduğuna kat'iyyetle söylemişlerdir.

Şehvetden murâd bazılarına göre cima' şehvetidir. Fakat bil'umum şehvetler mânâsına alınması daha doğrudur. Bu takdirde hadisde yiyip içmenin şehvet üzerine atfedilmesi hassın âm üzerine atfı kabilinden olur. Buharî'nin rivayetinde evvelâ yiyip içme zikredilmiş, şehvet onun üzerine atfedilmiştir. Ona göre cümle âmmın has üzerine atfı demek olur.

Görülüyor ki hadîsin bazı rivayetlerinde Rasulullah (s.a.v.); Teâla hazretlerinin kelâmını nakletmektedir. Böyle hadislere Hadîs-i Kutsi» denildiğini yazının başında görmüştük:

Kirmâni diyor ki: «"Bu da Allah'ın kelâmı olduğuna göre Kur'ân ile bunun ne farkı vardır?" dersen, ben de derim ki:
Kur'ân'ın lafzı mucizdir. Hem Kur'an Cibril (Aleyhisselâm) vasıtasıyla indirilmiştir. Kudsi hadîs ise hem mûciz değil, hem vasıtasız sadır olmuştur, böyle hadîse «Hadîs-i Kudsi» yahut «Hadîs-i İlâhi» derler.

"Hadîslerin hepsi böyledir, Zâten Peygamber (s.a.v.); kendiliğinden bir şey söylemez?" dersen, ben de derim ki :
Aralarındaki fark Kudsi hadisin Allah'a izafe edilerek ondan rivayet olunmasıdır. Sâir hadisler öyle değildir.
Şöyle de bir fark yapılabilir : Kudsî hadis Allah Teâla'ya nisbet edilen ve onun zâtı ile celâl ve cemâl sıfatlarına tealluk eden hadisdir.»

Tıybî bu babda şunları söylemiştir: «Kur'ân Cebrail (Aleyhisselâm)'n. i'caz için Rasulullah (s.a.v.)'e indirdiği lâfızdır.
Hadisi kudsî: Bu lâfzin mânsını ya ilham suretiyle yahut uykuda Allah'ın rasulune haber vermesi, Rasulullah (s.a.v.)'in de o mânâyı kendi sözleriyle ümmetine tebliğ buyurmasıdır Sair hadisleri Peygamber (s.a.v.); Allah'a izafe etmemiş, ondan rivayet buyurmamıştır.

«Onun mükâfatını verecek olan da benim.» cümlesi oruçluya verilecek sevabın çokluğunu beyân etmektedir. Zira kerim olan bir zat mükâfatı bizzat kendisi vereceğini va'd ederse bu o mükâfatın büyüklüğüne delildir.

Kirmâni : »Zamirin öne alınması ya tahsis yahut te'kid içindir.» demiştir. Gerçi burada ikisine de ihtimal varsa da zahir olan mânâ birincisidir.
Yani bu cümle oruçlunun mükâfatını «Ben veririm, başkası değil.» mânasına gelir şâir ibâdetler böyle değildir. Onların mükâfatlarını vermek bâzan meleklere havale edilir,

Ulemâ : «Oruç benimdir, onun mükâfatını verecek olan da benim.» cümlesinin mânası üzerinde çok sözler söylemişlerdir. Hulâsa olarak bu cümleden murad, başka ibâdetlerde olduğu gibi oruçta riya bulunmamasıdır.
Çünkü oruç, fiille anlaşılmayan bir ibadettir. Bir kimsenin oruçlu olup olmadığını başkaları bilemez. Zuhrî'nin mursel olarak rivayet ettiği bir hadis bu mânayı teyid etmektedir.

Mezkûr hadis Rasulullah (s.a.v.) : «Oruçta riya yoktur.» buyurmuşlardır. Aynı hadisi Beyhaki başka bir tarikden mevsûl olarak rivayet etmiştir.

Bazıları: «Oruca fi'len riya girmez, fakat bazen sözle riya karışır. Meselâ: Oruç tutan kimse oruçlu olduğunu haber verir ve bu suretle ona da riya karışabilir. Sa'ir ibadetlere ise fiilen riya karışır.» demişlerdir.

Kurtubî'ye göre, mezkûr cümlenin manası: «Oruca verilecek sevabın mikdarının ve kaç kat olacağını yalnız Allah bilir. Sâir ibâdetler böyle değildir. Onlara verilecek sevaba bazı insanlar lauttali' olabilir.» demektir.
İmami Mâlik'in El-Muvatta'» da rivayet ettiği bir hadis bu mânayı teyid eder. Zira mezkûr hadiste:
«Güzel amel on mislinden 700'e kadar Allah'ın dilediği miktarda katlanır. Allah Teâlâ: Yalnız oruç mustesna, çünkü o benimdir, onun mükâfatını da ben vereceğim, buyurmuştur.» denilmektedir.
İbni Abdil Berr'e göre, bu cümleden murâd: «Oruç benim için en makbul ve her ibâdetten Önce gelen bir taattır.» demektir. Zira Teâla hazretleri «Oruç benimdir» buyurarak onu kendi zatına izafe etmiştir. Bu onun sair ibâdetlerden daha faziletli olduğunu göstermeye kâfidir.

Nesaî'nin Ebû Umame (Radiyailahû anh) 'den merfuan rivayet ettiği bir hadîste :
«Orucu boşlama, çünkü onun dengi yoktur.» buyurulmuştur.

Bâzıları başka bir hadiste :
«Bilmiş olun ki, amellerinizin en hayırlısı namazdır.» buyurulmasına bakarak aralarında muaraza görür gibi olmuşsa da hakikatte bu iki hadîs arasında hiç bir muânza yoktur. Zira Peygamber (s.a.v.); bunları- muhatablarının suallerine göre söylemiştir.
Nitekim yine bu kabilden olmak üzere bir hadiste :
«Amellerin en hayırlısı az bile olsa devamlısıdır.» buyurmuştur.
Bâzılarına göre, orucun Allah'a izafesi teşrif içindir. Nitekim bütün âlem Allah Teâla'nm mülkü olduğu halde Kur'an-ı kerim'de «Allah'ın demesi» buyurulmuştur.

Hâsılı orucun mükâfatı âdetle mukayese değildir. Allah'u Zulcelâl onun mükâfatını hadsiz ve hesapsız verecektir.
Kurtubî'nin beyânına göre oruçlunun iftar zamanı sevinmesi kendisine iftar mubah kılınarak açlıkla susuzluktan kurtulduğu içindir. Bu sevinç tabii bir şeydir. Hadisten anlaşılan zahiri mânâ da budur. Bâzıları oruçlunun ibadetini sakatlamadan tamamladığı için sevindiğini söylemişlerdir.
Rivayetlerin birindeki: «Orucuna sevinir.» cümlesinden murâd orucunun sevabına sevînmesidir. Bâzıları: «Bundan murâd, orucunun kabul olduğuna sevinmesidir.» demişlerdir.
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt