Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Küfür Fiilde İkrah Durumu Caiz midir?

Harun el Muvahhid Çevrimdışı

Harun el Muvahhid

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Selamunaleykum
Benim sorum küfür sözde ikrahın geçerli olduğuna dair deliller şöyle iken:..

İbni Abbas (r.a) şöyle dedi:

"Takiyye ancak dil ile olur. Kim haram veya küfür bir söz söylemeye zorlanırsa, kalbi imanla dolu olmak şartıyla dili ile söylesin. Bu ona zarar vermez. Takiyye ancak dilledir." (İbni Cerir, İbni Ebi Hatim)

İbni Abbas (r.a) şöyle dedi:

"Takiyye, kalbin imanla dolu olması şartıyla dille küfür veya haram sözü söylemekten ibarettir. Fakat elle öldürme fiili yapılmasın, küfür veya haram ameli işlenmesin. Bu konuda mazeret yoktur." (İbni Cerir, İbni Münzir, Beyhaki) (Hakim rivayet etti ve sahih dedi)

İbni Ebi Aliye (r.a) şöyle dedi:

"Takiyye ancak dil ile olur. Amel ile olmaz." (İbni Cerir, İbni Ebi Hatim)

Hasan El Basri (r.a):

"Takiyye kıyamete kadar geçerlidir." dedi. (Buhari)
Alimler ikrah ile takiyyeyi aynı anlamda da kullanmışlardır.

...küfür fiilde ikrahın geçerli olduğuna dair alimlerden nakil bulunmayışı ile alakalı...
Şimdi bir grup var yukarıdaki sözleri ve Nahl 106. ayetin sebeb-i nüzulunu(yani Ammar bin Yasire sadece küfür söz söylemede ruhsat verilmesini) delil göstererek takiyye ve ikrahın sadece söz durumunda geçerli olduğunu, küfür fiilin ikrah durumunda dahi işlenmesinin kişiyi kafir yapacağını iddia ediyorlar ve bu konuda kendileri gibi düşünmeyen herkesi tekfir ediyorlar.

Bu taifeye küfür fiilde ikrahın geçerli olup olmadığının alimler nezdinde ihtilaflı olduğunu ve alimlerin çoğunun Nahl 106. Ayetin sebebinin hususi olmasının hükmün umumi olmasına engel olmayacağını belirtip de geçerli bir ikrah durumunda küfür fiil işlenebileceğini söylediklerini belittim. Mesela İmam Şevkani şöyle söylemektedir:
"Hasan el-Basri, Evzai, bir rivayete göre Şafii ve Suhnun ikrahın ancak sözle olacağını, Allah'tan başkasına secde etmek gibi fiili durumlarda ikrah olmayacağını söylemişlerdir. Fakat bu görüş ayetin zahirine muhaliftir. Çünkü ayet umumu ifade etmektedir ve söz ile fiil arasında bir fark gözetmemektedir. İkrah sadece söz iledir, fiillerde ikrah olmaz diyenlerin hiçbir delili yoktur. Ayetin sebebi nuzulünün hususi olması ise hükmün umumi olmasına engel değildir.” (Feth’ul Kadir, 3/197)

Bu kişilere bazı alimler puta tapma gibi fiillere ikrah durumunda cevaz vermişler dediğimde bu tevil edilebilen durumlarda geçerlidir. Yani puta tapma söz konusu olduğunda Allaha tapmayı kasdetmezse kişi ikrahta olsa bile kafir olur diyorlar. Küfür fiil tevil edilince küfür olmaktan çıkıyor mu ve sonuçta yine fiil işleniyor falan dediysem de laf anlamıyorlar.
İmam Kurtubi şöyle diyor:
“Tahkik ehli âlimler şöyle demişlerdir: İkraha maruz kalmış bir kimse,
küfrü gerektiren sözler söyleyecek olursa, bunu tarizli/kinayeli ifadeler-
den başka bir üslupla söylemesi caiz değildir. Çünkü kinayeli ifadeler kul-
lanmak suretiyle yalandan kaçıp kurtulma imkânı vardır. Bu şekilde söy-
lenmeyecek olursa, kişi kâfir olur. Çünkü zorlamanın kinayeli ifadeler üze-
rinde herhangi bir etkisi yoktur.”
“el-Cami‘ li Ahkâmi’l-Kur’an”, 5/137.

Bu taifelerin küfür fiilde ikrahı kabul etmeme sebepleri özet olarak şunlardır:
1- Nahl 106'ncı ayet küfür söz için için inmiştir fiile değinmemektedir.
2- Asrı saadet ve sahabe devrinde ikrah halinde küfür fiil işlendiğine dair bir olay vuku bulmamıştır.
3- Alimlerden nakledilen "takiyye/ikrah ancak söz iledir, fiilde bu geçerli değildir" sözleri.

Benim sizden istirhamım yukarıdaki iddialara ilmî yanıt vermeniz ve ikrah durumunda küfür fiil tevil edilmeden işlenirse kişinin kafir olup olmayacağını açıklamanızdır.
1- İkrah durumunda küfür söz ve fiiller tevil edilmezse kişi kafir olur mu?(Allaha tapmayı kastederek puta tapmak gibi yapılmazsa, mesela eğer küfür fiil tevil edilirse küfrü zorlayan bunu anlayabilir diye ikrah vukuu bulduğunda tevil etmeden ve kalben tasdik etmeden küfür fiil işlenirse kişi kafir olur mu?
2- ikrah durumunda küfür söze ruhsat verildiğine dair delil olduğu gibi ikrah durumunda küfür fiile de ruhsat olduğuna dair alimlerden deliller nakledebilir misiniz?

--
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Âleykum selam we rahmetullah;

İKRAH (ZORLAMA)

Târifi: İkrahın lugat manası; bir kimseyi istemediği bir sözü söylemeye veya bir işi yapmaya zorlamaktır.
Istılahı manası ise; Bir kimseyi korkutmak veya tehdit etmek suretiyle nzası olmaksızın bir sözü söylemeye veya bir işi yapmaya haksız yere zorlamaktır.
(
Alimler, ikrahı, bakış açılarına göre farklı şekillerde tarif etmişlerdir. Bu tariflerin önemli olanları şunlardır:
a. İkrah, bir İnsanın başkasına, rızasını ortadan kaldıran veya iradesini İfsad eden bir zorlamada bulunmasıdır.
b. İkrah, bir İnsanın başkasına yaptığı zorlamadır. Bu zorlama cebredilen kişinin rıdasını yok eder veya iradesini ifsad eder. Fakat yükümlülüğünü ve ehliyetini ortadan kaldırmaz.
c. İkrah, bir insanın başkasına yaptığı zorlamadır. Bu zorlama cebredilen kişide yapılması istenen işi yapmaya itilme hissi doğurur.
d. İkrah, cebir kullanma gücünde olan kişinin başkasını, bir kısım acil cezalarla tehdit etmesi ve tehdit edilenin de kendinden istenilen işi yapmaması halinde korkutulan cezaya uğratılacağına zannı gâlible kanaat getirmesi, aklı selim insanların, zorlanan işi veya sözü tercihe şayan görmesidir.
e. İkrah, bir insanın başkasına zarar veya acı veren her hangi bir şeyi yapmasıdır.)

İkrahın Kısımları:

İkrah tehdit edilen cezanın kişiye fiilen uygulanmış veya uygulanmamış olması bakımından, maddi ikrah ve manevi ikrah diye iki kısma ayrılmaktadır.

1. Maddi İkrah:

Bu kısımda, tehdit edilen kişinin dövülmesi, boğazının sıkılması, bacağının bükülmesi gibi, bir kısım işkencelerin fiilen yapılmış olması gereklidir. Sadece tehdit etmek, maddi İkrah değildir,

2. Manevi İkrah:

Bu kısımda ise, mecbur edilen kişiye sadece tehdit yapılır. Fiilen işkence görmüş olması şart değildir.

Fıkıh alimleri, ruhsata sebeb olacak ikrahın hangisi olması gerektiği hususunda iki kısma ayrılmışlardır:

a. İmam Ebu Hanife, Şafii ve Malik'e göre manevi ikrah ruhsatın tahakkuku için yeterlidir. Bunlara göre ruhsata neden olacak ikrahın gerçekleşmesi için bir kısım işkencelerin fiilen yapılması şart değildir. Bunlar görüşlerini şu delillere dayandırmışlardır:

Umumiyetle zorlamalar, "seni öldürürüm", "sana sopa atarım", "sana işkence ederim" şeklindeki tehditlerle yapılır. Fiilen yapılıp bitmiş olan işkenceler ise, artık kaçınmayı gerektirmeyen ve korku kaynağı olmaktan çıkan şeylerdir. Zira sıkıştırılan kişiyi korkuya salan asıl sebeb, derhal yapılacağı bildirilen bir kısım tehditlerdir. İşte bunun içindir ki, tehdit edilen kişinin, tehlikelerden kurtulması için bazı yasaklan İşlemesine ruhsat verilmiştir. Tehlikeleri atlatan bir insanın artık böyle bir hakkı yoktur.

Kendisine fiilen işkence yapılan kişi, kendisinden istenileni yapmadığı taktirde yeniden işkencelere maruz kalacağına zannı gâlible kanaat getirirse veya böyle bir tehditle karşı karşıya kalırsa, bu da hiç işkence görmemiş olan ve sadece tehdit edilen insan gibi, ikrahdan kaynaklanan ruhsatlardan istifade edebilir.

b. İmam Ahmed bin Hanbel'den ise, iki görüş rivayet edilmektedir: Birinci görüşe göre, ruhsata yol açacak ikrah maddi ikrahtır. İkinci görüşe göre ise, manevi ikrahın da yeterli olacağı şeklindedir. Daha sonra da izah edileceği gibi, Hanbeli mezhebi alimlerinden olan İbni Kudame bu son görüşü tercih etmektedir.

İkrahın Mahiyeti:

Hangi şeylerin yapılması veya söylenilmesiyle İkrahın (zorlamanın) gerçekleşeceği ve bu sebeble şer'i bir hükmü yapmak veya bir yasaktan kaçınmak olan azimetin terkedilib ruhsata başvurulabileceği hakkında sahabelerden, selef-i şalinden ve mezheb imamlarından çeşitli görüşler nakledilmektedir:

a. Ömer (r.anh)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir:

"Aç bıraktığın veya dövdüğün yahut bağladığın kişi güven içinde değildir." (el-Muğni li îbn Kudame, c. VII, sf: 119, c. VIII, sf: 196) Diğer bir rivayette: "Korkuttuğun veya bağladığın yahud dövdüğün kişi güven içinde değildir." (Tefsir el-Kurtubi, o X, sh. 190) Başka bir rivayette: "Dövdüğün veya ansızın yakaladığın veya aç bıraktığın kişi güven içinde değildir" buyurmuştur. (el-Mebsut li es-Serahsi, c. XXIV, sf: 51) Bu rivayetler birleştirildiğinde, Ömer'in, insanı aç bırakmayı, dövmeyi, bağlamayı, tehdit etmeyi ve aniden yakalamayı ikrah (zorlama) kabul ettiği görülür.

b. Huzeyfe'nin (r.anh) şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir:
"Kamçının işkencesi kılıcın işkencesinden daha beterdir."
Bu nasıl olabilir? diye sorulunca şu cevabı vermiştir: "Kişi kamçıyla dövülerek kendisine ne yapılacağını açıkça bildiği halde idam sehpasına çıkar. (el-Mebsut li es-Serahsi, c. XXIV, sf: 6)
Evet, Huzeyfe'nin (r.anh) kişiyi verdiği acı dolayısıyla idam sehpasına çıkaran kamçıdır, sözü, ikrahın öldürme tehdidiyle gerçekleştiği gibi ölümcül derecede dövme tehdidiyle de gerçekleştiğini gösterir.

c. Cabir bin Abdullah'dan (r.a) "Beni itaat etmeye mecbur kılan bir zalime itaat etmemde bir günah görmüyorum" (el-Mebsut li es-Serahsi, c. XXIV, sf: 45, 46, 47) dediği nakledilmektedir.

Cabir (r.a.)'in her türlü zorlamayı ikrah saymakta olduğu anlaşılmaktadır.

d. Şûreylı "Kişiyi bağlamak ikrahtır. Tehdit etmek ikrahtır. Dövmek ikrahtır. Hapsetmek ikrahtır" (el-Mebsut c. XXIV, sf: 51; el-Hattabi, Ebu Davud Haşiyesi, c. II, sf: 643) demiştir.

Görüldüğü gibi Ömer döneminden başlayarak Hicri onsekiz ve yetmişdokuzuncu yılları arasında Kufe şehrinin kadılığını (hakimliğini) yapan Şureyh de kişiyi bağlamanın, tehdit etmenin ve dövmenin ikrah sayıldığını söylemektedir.

e. Tabiinden olub zamanın güvenilir müftüsü olan ve "Hadis Sarrafı" adı verilen İbrahim en-Nehai de "Kişiyi bağlamak ikrahtır. Hapsetmek ikrahtır." (Tefsir, el-Kurtubi, c. X, sf: 190) demiştir.

f. Abdullah bin Abbas (r.anhuma): "Takiyye ancak dil ile olur. Elle olmaz" (el-Mebsut li-Serahsi, c. XXIV, sf: 46) demiştir. Bunun manası; "Kişi zorlama karşısında, dili ile herhangi bir şeyi söyleyerek kendisini kurtarabilir. Fakat eliyle başka bir insanı öldürerek kendisini kurtaramaz. Kendi canını feda edib başka masum insanın canına kıymamalıdır" demektir.

g. Hasan el-Basri: "Mûminin takiyye yapması kıyamete kadar câizdir. Fakat Allah Teala başkasını öldürerek kendi canını kurtarma şeklindeki takiyyeye izin vermemiştir" (Buharı, Kit. el-Ahkam, bab: 1; el-Mebsut, c. XXIV, sf: 45; Tefsir, el-Kurtubî, c. X, sf: 190) demiştir.

h. Abdullah bin Mes'ud (r.anh) "Ben, bana iki kamçı vurmayı uzaklaştıracak her sözü söylerim" demiştir. (Tefsir el-Kurtubi, c. X, sf: 190; el-Mebsut, c. XXIV, sf: 46)
Serahsi bu sözü şöyle izah etmektedir: "Burada iki kamçı vurmaktan maksad elem verici bir şekilde dövmektir. Velev ki bu dövmek iki kamçı vurmak şeklinde olsun. Yahud bu söz, sopadan dolayı öleceğinden korkana bir misaldir. Kişiye iki kamçı vurulur da o da sopa neticesinde helak olacağını hissederse, her sözü söyleme ruhsatına sahib olur. Yoksa Abdullah bin Mes'ud gibi bir sahabenin, tehlikeye sürüklemeyecek iki kamçı vurulması korkusuyla kişinin kafir olmayı dili ile söyleyebileceğine izin vermesi imkansızdır." (el-Mebsut, c. XXIV, sf: 50)

Bazı alimler; "Abdullah bin Mes'ud için iki kamçı vurmak ölüme sebeb olabilirdi. Çünkü onun vücudu pek zayıftı" demişlerdir.



Mezheblerin Görüşü:

Mezheb alimleri de ikrahın mahiyeti hakkında çeşitli izahlar yapmışlardır. Bu izahları şöylece özetlemek mümkündür:

A. Hanefi Alimlerine Göre İkrah:

İkrahı iki kısma ayırmaktadırlar:

a. Tam İkrah (îkrah-ı Mulci):

Eğer mecbur edilen kişi, öldürülmekle veya bir organının koparılmasıyla yahud ölünceye kadar dövüleceğiyle ciddi bir şekilde tehdit edilirse ya da ölecek derecede aç bırakılırsa ikrah tamdır.

Tam İkrahın Hükmü:

Hanefilere göre, tam ikraha maruz kalan kişinin dört şey hariç her türlü sözü söylemesine ve her çeşit işi yapmasına ruhsat vardır. Tam ikrahın bulunmasına rağmen yapılmasına ruhsat bulunmayan dört iş ise şunlardır: Bir müslümanı öldürmek, erkeğin zina etmesi, anne ve babayı dövmek ve bir müslümanın herhangi bir azasını koparmak veya onu ölüme götürecek derecede dövmek.

b. Eksik İkrah (İkrahı Gayri Mulci):

Cebredilenin hapsedilmesi, bağlanması, ölüme sebeb olmayacak derecede dövülmesi veya tam ikrahta zikredilenler dışında herhangi bir işkenceye uğratılması halinde eksik ikrah gerçekleşmiş olur. Hanefilere göre, katıksız hapsetmek tam ikrahtan sayılmamıştır. Eksik ikrahta hapis ve sopa için belli bir sayı söz konusu değildir. Kişiyi kedere düşürmesi yeterli görülmüştür.

Eksik İkrahın Hükmü:

Hanefilere göre, eksik ikraha maruz kalan kişinin ruhsatlardan istifade etmesi oldukça sınırlıdır. Çoğu hallerde azimeti seçmek zorundadır. Bu tür ikrahla karşı karşıya katan insan, bütün yaptıklarından sorumludur. Ancak kadın olduğu halde eksik ikrahla zinaya zorlanır da, zinaya teslim olursa kendisine, zina cesazı uygulanmaz veya bir insan eksik ikrahla içki içerse ona içki içme cezası tatbik edilmez. Bir de tarafların hem ittifaklarını hem de rıdalarını gerektiren alış-veriş, kira, bağış ve benzeri muameleler, eksik ikrahla yapılsa dahi fasiddir. (Bedai es-Sanai, c. IX, sf: 4479-4515; el-Mebsut c. XXIV, sf: 38-156)

Hanefi mezhebine göre, ikrahın detaylı bir şekilde izahı bilahare yapılacağından burada özetlenmeye çalışılmıştır.

B. Şafii Alimlerine Göre İkrah:

Cebredilen kişiden kişiye değişeceği gibi zorla yaptırılması istenilen işten işe de farklı olabilir.

Genellikle kişiyi ağır bir şekilde dövme veya uzun zaman hapsetme yahud malını imha etme ile tehdit etmek, ikrahtır. Bununla beraber şahsiyetli insanları hafif bir şekilde dövmek veya hapsetmek yahut darlık içinde olan bir insanın az bir malını imha etmek ikrah sayılır.

Kısaca aklı selim sahibi bir insanın, tehdit edilen cezaya katlanmaktansa, kendisinden yapılması zorla istenilen işi yapmayı tercih ettiği her yerde ikrah mevcuddur.

Şafii alimlerine göre kişinin ana-babası gibi usulünü veya oğlu-torunu gibi furuunu öldürmesi tehdidi de ikrahtır.

Bu mezhebte zayıf olan bazı görüşlere göre, ikrah, kişinin öldürülmekle tehdit edilmesidir. Bunun dışındaki tehditler ikrah sayılmaz. Çünkü ancak bu tür bir tehdit kişinin düşünce ve iradesini felce uğratır ve sorumluluğunu düşürür. Zayıf olan başka bir görüşe göre de ikrah, kişinin öldürülmesiyle veya bir organının koparıtmasıyla yahud ölüme sürükleyecek şekilde dövülme-siyle tehdit edilmesidir.

Şafii mezhebine göre, İkrah ne olursa olsun şu iki şeyi yapmaya ruhsat yoktur:

a. (Tehdit edenin öldürülmesini istediği) bir müslümanı öldürmek. Şayet cebredilen kendi canını kurtarmak için böyle bir suçu işlerse, bir görüşe göre kısas edilir. Diğerine göre ise kısas edilmez. Fakat günahkar olur.

b. Zina etmek. Şayet tehdit edilen kişi bu hayasızlığı yaparsa, tehdit şubhesi olduğu için zina cezasına çarptırılmaz. Zina edenin erkek veya kadın olması Şafii mezhebine göre hükmü değiştirmez. (Muğni el-Muhtac, c. IV, sf: 9-10)


C. Mâliki Mezhebine Göre İkrah:

Bir İnsanı korkutmak veya bağlamak, yahut dövmek veya hapsetmek ikrahtır. İmam Mâlik'e göre, dövmede veya hapsetmede belli bir sayı söz konusu değildir. Dövmenin elem verici olması, hapsetmenin mağdura sıkıntı vermesi kâfidir. Herhangi bir şekilde cebredilene şiddetli bir acı vermek veya organını şiddetli bir şekilde ağrıtmak ikrahtır. Kişinin helak olacağından korkması şart değildir.

Maliki mezhebine göre de ikrah ne olursa olsun şu iki şeyi yapmaya ruhsat yoktur:

a. Tehdit sebebiyle başka bir İnsanı öldürmek veya döverek yahut benzeri şeyler yaparak şahsiyetini çiğnemek. Böyle bir imtihana düşenin canını verme pahasına da olsa sabretmesi gerekir.

b. Zina etmek. Şayet erkek zina ederse cezalandırılır, kadın zina ederse cezanın düşürülmesi gerekir. (Tefsir. el-Kurtubi, c. X, sh. 180-190)

D. Hanbeli Mezhebine Göre İkrah:

a. İmam Ahmed bin Hanbel'den nakledilen meşhur görüşe göre, sadece tehdit ikrahın gerçekleşmesi için yetmez. Zorlanılan kişinin dövülmesi veya boğazının sıkılması yahud bacağının bükülmesi veya kafasının suya sokulması gibi bir işkenceye fiilen maruz kalması şart koşulmuştur. Zira muşrikler, Ammar'a, suya sokma gibi, işkenceler yaptıktan sonra Ammar, onların istediğini söylemiş ve serbest bırakılmış, Rasulullah'da bu davranışı tasvib etmiştir. Keza Ömer, ikrahı tarif ederken "Bir insanı aç bırakırsan veya döversen yahud bağlarsan artık o kişi güven içinde değildir" buyurmuştur. Ömer'in söylediği şeyler fiilen yapılan işkencelerdir. Tehdit değildir.

b. İmam Ahmed'den nakledilen ikinci bir görüşe göre ise, tehditler de ikrahtan sayılmıştır. Bu görüşü İmam Ahmed'den ibn Mansur nakletmekte ve İmam Ahmed'in şöyle söylediğini bildirmektedir: "İkrah, kişinin öldürülmesinden veya ağır bir şekilde dövülmesinden korkması halinde gerçekleşir."

Hanbeli mezhebine mensub olan alimlerden İbn Kudame, bu son görüşü tercih ederek diyor ki: "Fıkıh alimlerinin çoğunluğu bu görüştedir. Ebu Hanife ve Şafii de bu görüştedirler Zira ikrah, aslında tehditle gerçekleşir. Çünkü yapılmış olan işkenceler, kişiyi kendinden istenilen şeyi yapmaya zorlayamaz. Zira İşkenceler artık bitmiştir. Halbuki insanı bir şeyi yapmaya zorlayan etken, onun gelecekte uğratılmasından korktuğu işkencelerdir. Birinci görüş kabul edilirse., ölümle tehdit edilen kişiye ruhsat verilmez. Tehdit uygulanır da mağdur ölürse, arlık bundan sonra ona ruhsat tanınmasının ne değeri kalır.

Ayrıca Ömer'in, tehditle hanımını boşayan adama tekrar karısını iade ettiği rivayet edilmektedir. (el-Muğni, c. VII, sf. 119) Bu da sadece tehdidin ikrah sayıldığını gösterir.

Hanbeli mezhebine göre, ağır bir şekilde dövmek, uzun vadeli hapsetmek veya bağlı tutmak, cana kıymak ikrah sayılmış, buna mukabil sövmek, az miktarda mal almak ikrah sayılmamıştır.

Zarar vermek ise, aldırış etmeyen insan için ikrah sayılmamış, fakat -az da olsa- zararla kederlenecek veya teşhir edilecek bir insan için ikrah sayılmıştır. (el-Muğni, c. VII, sf: 120)



İkrahın Tahakkuku İçin Aranan Şartlar:

İkrahın şartları hususunda da alimler şunları zikretmişlerdir. Yukarıda zikredilen özelliklerle beraber İkrahın:

1. Zorlayanın tehdit ettiği cezayı yapabilme gücünde olması gerekir. Zorlayanın akîl ve baliğ olmast şart değildir. Çocuğun ve delinin tehdidi de ciddi olması şartıyla geçerlidir.

Yalnız Ebu Hanife, zorlayanın devlet yetkililerinden biri olmasını şart koşmuş ve "Devlet adamı dışındaki insanların zorlamaları devletten yardım istenilerek telafi edilebilir, fakat devletin zorlamasında böyle bir imkan yoktur" demiştir.

Ebu Hanife'nin talebeleri, Ebu Yusuf ve Muhammed zorlayanın mutlaka devlet adamı olmasını şart koşmamışlar, her gücü yetenin zorlamasını ikrah saymışlardır.

2. Mecbur edilen kişinin, kendisinden istenileni yapmadığı taktirde, tehdit edilen cezanın yapılacağına dair zannı gâlible kanaat getirmesi gerekir.

3. Tehdit edilen cezanın ise,

A. Hanefilere göre; tam ikrahta bu cezanın öldürücü veya kişinin organlarından birini kopana yahud ölüme sürükleyici mahiyette olması gerekir. Eksik ikrahta ise, elem verici veya uzun zaman devam edici yahud derin bir kedere sebeb olucu mahiyette olması şarttır.(el-Mebsut li es-Serahsl, c. XXIV, sf: 49-51, Bedal es-Sanaî, c. IX, sf: 4489-4515)

B. Şafiilere göre, tehdit edilen cezanın mikdarı ve çeşidi kişiden kişiye değişebileceği gibi yapılması istenilen işe göre de değişebilir. Mesela;
Her türlü hapsetme ikrah sayılmış, fakat dövmenin kişiden kişiye değişebileceği, şahsiyetli insanlar için az bir dövmenin de ikrah sayılacağı söylenmiştir. Yine imha edilecek malın, mal sahibini sıkıntıya düşürmezse ikrah sayılmayacağı, düşürürse sayılacağı söylenmiştir. (Muğni el-Muhtaç, c. IV, sf: 9-10)

C. Malikilere göre, tehdit edilen cezanın elem verici ve mecbur edileni kederlendirici mahiyette olması gerekir.

Malikilere göre, bîr insanı korkutmak veya bağlamak yahud dövmek ya da hapsetmek ikrahın gerçekleşmesi için yeterli sebebdir. Dövmede belli bir sayı aranmamış, sadece can yakıcı olması şart koşulmuştur. Hapsetmede de belli bir zaman biçilmemiş, sadece cebredileni sıkıntıya sokar mahiyette olması şart koşulmuştur. Malikilere göre, ikrahın gerçekleşmesi İçin cebredilen kişinin helak olmaktan korkar bir durumda bulunması şart değildir. (Tefsir el-Kurtubi, c. X, sh. 180-190)

D. Hanbelilere göre, tehdit edilen cezanın büyük bir zarar verici mahiyette olması gereklidir. Mesela öldürme, ağır bir şekilde dövme, uzun zaman hapsetme veya bağlama ikrahın gerçekleşmesi için yeterli sebeblerdir. Buna mukabil, sövmek veya tahkir etmek ikrah sayılmayacağı gibi, az bir mikdar malı almakta ikrah sayılmaz. Keza az bir zarar vermek de aldırış etmeyen insan için ikrah sayılmaz. Fakat az da olsa zarara uğramak kişinin şahsiyetine gölge düşürürse veya onu teşhir ederse başka bîr insan için ikrahtır. Yine çocuğunu dövme tehdidi de sahih olan görüşe göre, ikrah sayılmıştır. (el-Muğni, c. VII, sf: 120) Ayrıca Şafii, Hanefi ve Hanbeli mezhebleri ikrah için özel şartlar aramışlardır. Mesela;

a. Şafii alimleri, mecbur edilen kişinin kaçma veya yardım İsteme gibi hiçbir çaresinin kalmaması ve tehdidi kendinden uzaklaştırmaktan aciz kalmasını da şart koşmuşlardır.

b. Hanefi alimleri de tehdidle yaptırılmak istenen hususun, mecbur edilenin hakkına veya başka bir insanın hakkına saldırı mahiyetinde olduğu veya dini bir hükmü ihlal ettiği için cebredilenin tehditten önce bu işi yapmaktan imtina etmiş olmasını şart koşmuşlardır.

c. Hanbeli mezhebinde meşhur olan görüşe göre, İkrahın gerçekleşmesi için sadece tehdidin yetmediği ve bir kısım işkencelerin fiilen yapılmış olması şart koşulmuştur. Diğer bir görüşe göre ise ciddi tehditlerle de ikrahın tahakkuk edeceği belirtilmiştir. (Şeyh Hasan Karakaya, Fıkıh Usulu)
 
Harun el Muvahhid Çevrimdışı

Harun el Muvahhid

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Ben sorumu herhalde yanlış sordum. Benim sorum 'takiyyenin mahiyeti ve şartları değildi. Benim sorum takiyye ve ikrah ruhsatı küfür fiiller için de geçerli midir, yoksa sadece küfür söz ile mi sınırlıdır? Ve tevil edilmeyen küfür ameller ikrah durumunda işlenirse kişi kafir olur mu' sorusuydu. Yukarıdaki soruma tekrar bakabilirseniz mutlu olurum.
Seyyid Kutup Ali İmran 28 tefsiri:
“Müminler, müminleri bırakarak kâfirleri dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa artık Allah ile arasında hiçbir ilişki kalmaz. Yalnız kâfirlerin size yönelik tehlikelerinden korunabilirsiniz.”
Kur’an’ın akış seyri, geçen bölümde yetkinin bütünüyle Allah’a ait olduğu, bütünüyle kudretin Allah’a özgü olduğu, bütünüyle idarenin Allah’a mahsus olduğu, rızkın tamamıyla Allah’ın elinde olduğu bilincini coşturmuştur. O halde, müminin Allah düşmanlarına dostluğu mümkün müdür? Aralarında hüküm verebilmesi için Allah’ın kitabına çağrıldıkları halde sırtını dönen ve ondan yüz çeviren Allah düşmanlarına dostluk ile Allah’a iman gerçeği bir tek kalpte buluşamaz. Onun içindir ki, müminler bundan ciddi biçimde sakındırılmış, hayatta Allah’ın kitabının hakim olmasına taraftar olmayanlara dost olduğunda müslümanın İslâm dairesinden dışarı çıkacağı kesin biçimde belirtilmiştir. Artık bu dostluğun, kişinin gönlünün onlarla beraber olması veya onlara yardım etmesi yahut da onlardan yardım istemesi biçiminde gerçekleşmiş olması arasında fark yoktur.

“Müminler, müminleri bırakarak kâfirleri dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa artık Allah ile arasında hiçbir ilişki kalmaz. Yalnız kâfirlerin size yönelik tehlikelerinden korunabilirsiniz.”

İşte böyle… Ne ilişkilerde ne de bağlılıkta, ne dinde ne de inançta, ne görevde ne de dostlukta onun Allah ile hiçbir ilgisi kalmamıştır. O, Allah’tan uzaktır artık. Her alanda Allah ile ilişkisini tamamen kesmiş olur.

Kişinin korku içinde bulunduğu yer ve zamanlarda Takiyye ile buna izin verilmiştir. Yalnız bu, dil ile gerçekleşen bir takiyyedir. Kalp ile beslenen bir dostluk, ya da fiilî olarak gerçekleşen bir dostluk değildir. İbn-i Abbas (Allah ondan razı olsun) diyor ki: “Takiyye, eylem ile olmaz. Takiyye, ancak dil ile olur.” Mümin ile kâfir arasında bir sevginin meydana gelmesi izin verilen takiyye kapsamına girmediği gibi, mü’minin takiyye adı altında pratik olarak herhangi bir şekilde kafire yardım etmesi de izin verilen takiyye kapsamına girmez. Allah’a karşı bu tür düzenbazlıklara başvurmak doğru değildir!
(Fi Zilal: Ali İmran 28 tefsiri)

Alimlerin takiyye ancak söz iledir sözünü nasıl anlamalıyız ve yukarıda da sorduğum üzere tevil edilmeyen küfür fiilleri ikrah durumunda yapan kimsenin hükmü nedir?
 
Harun el Muvahhid Çevrimdışı

Harun el Muvahhid

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Bu ayete göre (3/28); yani sizin onların gücü ve hakimiyeti altında olmanız halinde, can güvenliğinizden de korkuyorsanız, o zaman dillerinizle onlara karşı velayeti içten olmamak şartıyla söyleyebilirsiniz. Fakat buna rağmen onlara karşı olan düşmanlığınız içinizde gizli kalacaktır. Onların küfür bakımından üzerinde bulundukları şeyler sebebiyle onlara karışmayacaksınız. Herhangi bir müslüman aleyhinde her hangi bir fiil ile de onlara yardımcı olmayacaksınız.” (Taberi Tefsiri: 3/228)
 
Üst Ana Sayfa Alt