Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

KUR’ÂN BAĞLAMINDA İLK İNSAN VE NÜBÜVVET-FITRAT İLİŞKİSİ

H Çevrimdışı

Habibullah

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
KUR’ÂN BAĞLAMINDA İLK İNSAN
VE NÜBÜVVET-FITRAT İLİŞKİSİ
Bahattin DARTMA∗
ÖZET
Kur’ân ve sünnete göre ilk insan ve ilk peygamber Adem’dir. Ancak, bu
konuda Kur’ân ve sahih sünnetten onay alamayan bazı farklı görüşler
serdedilmektedir.
Bu küçük çaplı etüdümüzde, Kur’ân ve sahîh sünnete göre ilk insan ve
ilk peygamberin kim olduğu belirtildikten sonra özellikle, merak edileceğini
tahmin ettiğimiz şu sorulara cevap aramaya çalıştık:
-Allah (cc), meleklere, yer yüzünde bir halife görevlendireceğini haber
verince onlar bu halifenin kan dökeceğini ve fesat çıkaracağını nereden/
nasıl bildiler?
-Adem’e peygamberlik/halifelik görevi ne zaman verilmiş olabilir?
Kanaatimize göre Adem peygamber olarak, hemen değil, fıtratın bozulmasından
sonra, kan dökme, fesat çıkarma gibi bir takım tasvip edilmeyen
olayların ortaya çıkmasının ardından görevlendirilmiştir.
Allah (cc) o zamanki mevcut insanlar arasından bir halife tayin edeceğini
meleklere bildirince onlar, ilk etapta böyle bir görevin kime verileceğini
bilmiyorlardı; o ana kadar mevcut insanlar arasında meydana gelen
bir takım olumsuz olayları da görmüşlerdi. Onların, Allah’a karşı, ‘kan
dökecek, fesat çıkaracak birini mi halife olarak görevlendireceksin?’
şeklindeki sözleri de bu sebeplerden dolayı idi.
Anahtar Kelimeler: Adem, peygamber(lik), halife, fıtrat, insan, cin, melek.
ABSTRACT
THE FIRST HUMAN BEING AND THE RELATIONSHIP BETWEEN
PROPHETHOOD AND PRIMORDIAL HUMAN DISPOSITION (FITRAH)
ACCORDING TO THE QUR’ĀN
According to the Qur’ān and Prophetic narrations, Adam is the first
human being and prophet. However, there were set forth some claims
that have no foundation in the Qur’ān and sound Prophetic narrations.
In this study, after identifying who the first human being and prophet is
according to the Qur’ān and sound Prophetic narrations, I will try to
find answers to the followings questions:
-How did angels know that man would shed blood and cause mischief
when God said to them that He would appoint man vicegerent on the
earth?
-When might Adam be given prophethood and vicegerency?
I believe that Adam was not appointed prophet just after his creation.
Rather, he was given this office as a result of the breakdown of the pri-
∗ Doç. Dr. Yüzüncü Yıl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Ana Bilim Dalı. E-mail:
[email protected]
10 Doç. Dr. Bahattin DARTMA
mordial human disposition, the shedding of blood and the rise of mischief
on the earth.
When God informed the angels that He would appoint one of the human
beings, who were present at that time, as vicegerent, they did not know
who He would give this office. Nevertheless, they witnessed some mischiefs
caused by men previously. This is why they objected to God, saying,
“Will you give the office of vicegerency to one who will shed blood
and cause mischief on the earth?”
Key Words: Adam, prophethood, vicegerent, primordial human disposition
(fitrah), human being, angels, Jinns.
Üzerinde yaşamakta olduğumuz dünyada ilk insan ve ilk peygamberin
kim olduğu meselesi zaman zaman tartışılmış ve konuya
ilişkin çeşitli görüşler ileri sürülmüştür.
Biz bu küçük çaplı etüdümüzde konuyu, Kur’ân hâlesinde ele
alarak, insanın menşe’i/yaratıldığı madde ve yaratılışı esnasında geçirdiği
merhalelere hiç değinmeden sadece ilk insan ve ilk peygamberin
kim olduğunu tesbit ettikten sonra özellikle, Allah (cc), meleklere,
‘yer yüzünde bir halife görevlendireceğini’ haber verince, onlar bu
halifenin kan dökeceğini ve fesat çıkaracağını nereden/nasıl bildiler?
Adem’e peygamberlik/halifelik görevi ne zaman verilmiş olabilir? sorularını
cevaplamaya çalışacağız.
Kur’ân-ı Kerîm’e bu açıdan bakılacak olursa ilk insanın kim olduğunu
en açık bir şekilde ortaya koyan âyetin, Âl-i İmrân (3)
sûresinin 59. âyeti olduğu görülecektir. Çünkü âyette zâhir isim
Âdem’in yer alması, onu bu konuda ilgili diğer âyetlerden öne çıkarmaktadır:
إن مثل عيسى عند الله آمثل آدم خلقه من تراب ثم قال له آن فيكون.
“İnne mesele Îsâ indellâhi kemeseli Âdeme. Halekahû min
türâb[in] sümme kâle lehû kün, feyekûnü = Allah nezdinde
İsâ’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir. Allah onu topraktan
yarattı. Sonra ona “ol!” dedi ve oluverdi.”1
Rivâyete göre âyetin nuzûlüne sebeb olan hâdise şöyle gelişmiştir:
Necrân’dan bir grup Hıristiyan peygamberimize gelerek,
‘Neden bizim inandığımız Îsâ’ya dil uzatıyorsun?’ der.
Bunun üzerine Hz. Peygamber, ‘onun hakkında ne dediğimi sanıyorsunuz?’
sorusunu sorar.
Hıristiyan heyetin, ‘ona Allah’ın kulu diyormuşsun’ şeklindeki
cevabına karşılık Resulullah şöyle devam eder:
1. Âl-i İmrân (3), 59.
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi VI (2006), Sayı: 1 11
“Evet, Îsâ Allah’ın kulu ve peygamberidir, bâkire kızın rahmine
yerleştirdiği kelimesidir.”
Necrânlılar bu sözlere öfkelenirler ve ‘bize babasız dünyaya gelen
başka bir insan gösterebilir misin?’ diye sorarlar. Bunun üzerine yukarıdaki
âyet nâzil olur.2
Âyette kısaca, yaratılış bakımından Hz. İsâ’nın, topraktan yaratıldığı
açıkça ifade edilen Hz. Âdem gibi olduğu, sonra kendisine ol
dendiği ve onun da oluverdiği anlatılmıştır.
“Halekahû min türâbin” ifadesindeki “hû” zamiri Hz. Âdem’e
râcidir/aittir.3 Yani ‘Allah Âdem’i topraktan yaratmıştır.’
Bu durumda Âdem’in topraktan, dolayısıyla ana-babası olmadan
yaratılan ilk insan olduğu kendiliğinden ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Zaten, -nüzül sebebinden de anlaşıldığı gibi- onun bu şekilde
yaratılışından hareketle Hıristiyanlara şu mesaj verilmek istenmiş
olmalıdır: Ey Hıristiyanlar! Siz, babasız olarak dünyaya geldiği için
Îsâ’nın Allah’ın oğlu/tanrı olduğuna inanıyorsunuz. Fakat Âdem’in
babası olmadığı gibi anası da yoktu. Bu sebeble sizin Îsâ’dan ziyade,
Âdem’i Allah’ın oğlu/tanrı kabul etmeniz gerekir. Halbuki siz onu
tanrı olarak tanımıyorsunuz. İşin doğrusu şudur: Bir insanın, babasız
veya hem babasız hem de anasız yaratılması onun tanrı olmasını
gerektirmez. O insanın bu yollardan herhangi biri veya daha değişik
usûllerle yaratılmasının önemli birtakım hikmetleri/sebebleri vardır.
Öyleyse siz, bu batıl inançlarınızdan vazgeçip ilah olarak sadece ve
sadece Allah’ı ve O’nun birliğini kabul etmelisiniz!
Kur’ân-ı Kerîm’e göre ilk insanın Âdem olduğu böylece belirlendikten
sonra, konunun hadiste nasıl yer aldığına da bakmanın faydalı
olacağını düşünüyoruz.
Tirmizî’nin rivâyet ettiği bir hadiste Resulullah şöyle buyurmuştur:
“Bütün insanlar Âdem’in oğulları/çocuklarıdır. Âdem ise
topraktan yaratılmıştır.”4
İşte hadiste de Âdem’in topraktan yaratıldığı ve ilave olarak insanların
ondan üredikleri açıkça beyan edilmiştir. Onun, topraktan
yaratıldığına ve insanların da ondan neşet edip çoğaldığına göre -
2. et-Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr, Câmi’u’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân,
Beyrut, 1988, III, 295-296; Vâhidî, Ebu’l-Hasan Ali b. Ahmed, Esbâbu’n-Nüzûl,
(thk., Kemâl Besyûnî Zeğlûl), Beyrut, 1991, 1. baskı, s. 106-107; Fahreddîn er-Râzî,
Muhammed b. Omer b. el-Huseyn b. Ali, et-Tefsîru’l-Kebîr, 2. baskı, Dâru’l-Kütübi’lİlmiyye,
VIII, 74.
3. el-Ukberî, Ebu’l-Bekâ’ Abdullah b. el-Huseyn, et-Tibyân fî İ’râbi’l-Kur’ân, (thk., Alî
Muhammed el-Becâvî), Beyrut, 2. baskı, I, 267. Ayrıca bkz., Muhyiddîn ed-Dervîş,
İ’râbu’l-Kur’âni’l-Kerîm ve Beyânuhû, Beyrut, 1992, 3. baskı, I, 523.
4. Tizmizî, Ebû İsâ Muhammed b. İsâ b. Sevrate, Süneu’t-Tirmizi, İst., 1981, Menâkıb,
74.
12 Doç. Dr. Bahattin DARTMA
yukarıdaki âyette olduğu gibi- ilk insan olduğu kendiliğinden anlaşılmaktadır.
5
Çalışmamızın, birinci kısmı olan Kur’ân’a göre ilk insanın kim olduğunu
bu şekilde tesbit ettikten sonra şimdi ikinci kısmı olan ilk
peygamberin kim olduğu sorusuna cevap aramaya geçebiliriz.
Hem Kur’ân-ı Kerîm’de ve hem de hadislerde Hz. Âdem’in ilk peygamber
olduğu sarâhaten ifade edilmektedir:
إن الله اصطفى آدم و نوحا و آل إبراهيم و آل عمران على العالمين ذریة بعضها من بعض و الله سميع
عليم.
“İnnellâhe’stafâ Âdeme ve Nûha[n] ve âle İbrâhîm’e ve âle
İmrân’e ale’lâlemîne zürriyyeten bazuhâ min baz[in], ve’llâhü
semîun alîm[ün] = Allah, birbirinden gelme bir nesil olarak,
Âdem’i, Nûh’u, İbrâhîm âilesiyle İmrân âilesini seçip âlemlere üstün
kılmıştır. Allah, işiten ve bilendir.”6
Âyetteki ıstafâ(=en sâfisini seçip almak)dan7 maksat, “peygamber
göndermektir”8 İkinci âyetteki “birbirinden gelme bir nesil
olarak” kaydı, gramer olarak hal olup9 peygamberlerin geliş sırasına
göre zikredildiklerini ifade eder. Bu da tabii ki, sıralama da en başta
yer aldığından Hz. Âdem’in ilk peygamber olduğunu göstermektedir.
İbrâhîm ailesiyle İmrân ailesinden ise diğer peygamberler kastedilmiştir.
10
Hz. Âdem’in, peygamberlerin ilki olduğunu gösteren delillerden
biri de, Kur’ân’ın peygamberleri, genellikle gönderiliş sırasına göre
zikretmesidir. Yukarıdaki âyette olduğu gibi şu âyetlerde de bu beyan
tarzı görülmektedir:
“İşte bunlar, Allah’ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden,
Âdem’in soyundan, Nûh ile birlikte taşıdıklarımızdan,
İbrâhîm ve İsrâ’îl’in soyundan, doğruya ulaştırdığımız ve
5. Hz. Âdem’in topraktan yaratıldığı ve diğer insanların da ondan çoğaldıkları dair
başka hadisler için mesela bkz., Ahmed b. Hanbel, Müsned, İst., 1982, II, 248, 378,
524, IV, 186, 400, 406, VI, 168; Ebû Dâvud, Süleyman b. el-Eş’âs es-Sicistânî,
Sünenu Ebî Dâvud, İst., 1981, Sünnet, 16; Tizmizi, Tesîru’l-Kur’ân, 2 (Bakara), 1;
İbn Mâce, Ebû Abdillah Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî, Sünenu İbn Mâce, İst., 1981,
Mukaddime, 10.
6. Âl-i İmrân (3), 33-34.
7. Bu kelime hakkında geniş bilgi için bkz., er-Râğıb el-İsbahânî, Huseyn b. Muhammed,
el-Müfredât fî Ğarîbi’l-Kur’ân, İst., 1986, s. 418 (safv mad.); Yazır, Hamdi, Hak
Dini Kur’ân Dili, İst., Eser kitabevi, II, 1082-1087.
8. Kurtubî, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân, Dâru
İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, IV, 62, (buradaki görüş Zeccâc’dandır); Âlûsî, Şihâbuddîn es-
Seyyid Mahmûd, Rûhu’l-Me’ânî fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Azîm ve’s-Sebi’l-Mesânî, Dâru’l-
Fikr, II. Cilt, III. Cüz, s. 132, (buradaki görüş de İbn Abbas’tan mervîdir).
9. Kurtubî, Ahkâmu’l-Kur’ân, IV, 64, (bu görüş ise Ahfeş’e aittir).
10. Geniş bilgi için bkz., Âlûsî, Rûhu’l-Me’ânî, II. Cilt, III. Cüz, s. 131, 132; Vehbe ez-
Zühaylî, et-Tefsîru’l-Münîr, Beyrut, Dâru’l-Fikri’l-Mu’âsır, Dımaşk, III, 211-212.
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi VI (2006), Sayı: 1 13
seçkin kıldığımız kimselerdendir. Onlara çok merhametli olan
Allah’ın âyetleri okunduğunda ağlayarak secdeye kapanırlardı.”
11
“Hani biz peygamberlerden söz almıştık: Senden, Nûh’tan,
İbrâhîm’den, Mûsâ’dan ve Meryem oğlu İsâ’dan da. Biz onlardan
pek sağlam bir söz aldık.”12
Hadiste ise Hz. Âdem’in ilk peygamber olduğu daha net olarak
beyan edilmiştir. Hz. Peygamber’le Ebû Zerr arasında geçen bir konuşmanın
bir yerinde şu ifadeleri görüyoruz: “Ey Allah’ın Resûlü!
Peygamberlerin ilki kimdir? dedim. Resûlullah: Âdem’dir buyurdu.”
13
O halde, hem Kur’ân ve hem de hadise göre ilk insan ve ilk peygamber
Hz. Âdem olup başka görüşlerin bu iki ana kaynaktan onay
almaları pek mümkün görünmemektedir.
Acaba Âdem’e bu peygamberlik görevi ne zaman verildi? Şimdi de
araştırmamızın önemli bir yönünü teşkil edecek olan bu mühim soruyu
cevaplamaya çalışalım.
Allah Te’âlâ Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmaktadır:
و إذ قال ربك للملائكة إني جاعل في الأرض خليفة قالوا أ تجعل فيها من یفسد فيها و یسفك الدماء و نحن
نسبح بحمدك و نقدس لك قال إني أعلم ما لا تعلمون.
“Ve iz kâle Rabbuke li’l-melêiketi innî câilün fî’l-erzı halîfe[
ten]. Kâlû e tecalü fîhê men yüfsidü fîhê ve yesfikü’d-dimâ’ ve
nahnü nüsebbihu bi hamdike ve nükaddisü leke. Kâle: İnnî
e’lemü mâlâ te’lemûn = Bir zamanlar Rabbin meleklere:Ben
yeryüzünde bir halîfe yapacağım/tayin edeceğim demişti. Onlar,
bizler hamdinle seni tesbih ve takdis edip dururken, yeryüzünde
fesat çıkaracak, orada kan dökecek birisini mi halîfe
yapacak/tayin edeceksin? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemeyeceğinizi
herhalde ben bilirim, dedi.”14
Hem âyetin daha sağlıklı bir şekilde anlaşılması ve hem de muhtemel
birtakım sorulara fırsat verilmemesi için buradaki “cecale” kelimesine
“tayin etmek”, “halîfeten” kelimesine de “Allah adına
O’nun -nâ’ibi/temsilcisi olarak- emir ve yasaklarını yürütecek,
sonra da kendisinin arkasından gelip ona halef olarak aynı
11. Meryem (19), 58.
12. Ahzâb (33), 7. Konuyla ilgili başka âyetler için mesela bkz., Bakara (2), 140; Yûsuf
(12), 38; Sad (38), 45; Şûrâ (42), 13; Hadîd (57), 26.
13. Ahmed b. Hanbel, V, 178, 179, 265.
14. Bakara (2), 30.
14 Doç. Dr. Bahattin DARTMA
görevi üstlenecek olan”15 anlamı vermek daha isabetli görünmektedir.
Aksi halde akla, cevap bulmakta güçlük çekilebilecek bazı sorular
gelmektedir. Mesela, “cecale” kelimesine “yaratmak”16,
“halîfeten” kelimesine de “bir öncekinin/başkasının yerine geçen”17
gibi sadece lügat anlamı verilirse, ister istemez hatıra şu soru gelmektedir:
Bu halîfeden18 önce kim veya kimler vardı?
Bazıları daha önce cinlerin var olduğunu söylemektedirler. Sözü
edilen halîfe onların yerine geçmiştir.
Cinlerin insanlardan önce yaratılmış oldukları doğrudur.
“Cinleri de daha önce zehirli ateşten yaratmıştık.”19
Bu durumda akla, söz konusu halîfenin onların yerine geçmesinin
mümkün olmadığını iş’âr eden şu tür sorular gelmektedir.
Mâhiyetleri birbirinden farklı olan varlıklar birbirlerinin yerlerine nasıl
geçebilir? Eğer böyle bir şey olmuşsa bunun hikmeti/sebebi ne
olabilir? Bu önceki varlıklar -farzedelim ki cinler-, halîfenin onların
yerlerine geçmesiyle yok mu edildiler? Veya onlar hala mevcutlar da
dînen mes’ûliyetleri mi ortadan kalktı? Mantıkî olarak düşünülürse
yerlerine başkaları geldiğinden o varlıklar (yani cinler) ya yok edilmeli
veya halen var iseler sorumlulukları kalkmış olmalıdır. Fakat bunların
hiçbirisi olmamıştır. Cinler hala mevcut ve mes’ûldürler.20
Bir de, içinde Hz. Âdem’in peygamber olarak gönderildiği zamanı
da tesbit etmeye çalışacağımız şu önemli mesele vardır. Allah
Te’âlâ’nın, “Ben yeryüzünde bir halîfe yapacağım/tayin edeceğim”
hitabına melekler, “yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan
dökecek birisini mi halîfe yapacak/tayin edeceksin?” şeklinde
karşılık vermişlerdir. Meleklerin bu sözleri bir itiraz değil, bir bilgi
edinme/öğrenme talebi olarak değerlendirilmelidir. Çünkü onların
yaratılış gaye ve görevleri gereği böyle bir itiraza hakları olmayıp, sadece
Allah’ın emirlerini yerine getirmekle mükelleftirler:
15. Yazır, Hak Dini, I, 299, 300. Ayrıca bkz., el-Mâverdî, Ebu’l-Hasen Alî b. Muhammed
b. Habîb, en-Nüketü ve’l-Uyûn, (ta’lîk, es-Seyyid b. Abdilmaksûd b. Abdirrahîm),
Beyrût, 1992, 1. baskı, I, 94, 95.
16. El-Mâverdî, en-Nüket, I, 94; Kurtubî, Ahkâmu’l-Kur’ân, I, 263.
17. İbn Fâris, Ebu’l-Hüseyn Ahmed, Mu’cemu Mekâyîsi’l-Lüğa, (Abdusselâm Muhammed
Harun), Beyrut, 1991, II, 210 (haleka mad.); el-Mâverdî, en-Nüket, I, 94; er-Râgıb elİsbahânî,
el-Müfredât, s. 223, (haleka mad.); Zemahşerî, Ebu’l-Kâsım Carullah
Mahmûd b. Omer, el-Keşşâf an Hakâ’iki’t-Tenzîl ve Uyûni’l-Ekâvîl fî Vücûhi’t-Te’vîl,
1977, 1. baskı, Dâru’l-Fikr, I, 271; Fahreddİn er-Râzî, Tefsîr, II, 165.
18. Âyetteki halîfeden maksat âlimlerin ekseriyetine göre Hz. Âdem’dir. Mesela bkz.,
Zemahşerî, el-Keşşâf, I, 271; Kurtubî, Ahkâmu’l-Kur’ân, I, 263; İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ
İmâduddîn İsmâ’îl, Tefsîru’l-Kur’îni’l-Azîm, Beyrut, 1969, Dâru’l-Ma’rife, I, 69, 70, 71.
19. Hicr (15), 27.
20. Ateş, Süleyman, İnsan ve İnsan Üstü/Ruh, Melek, Cin, İnsan, İst., 1995, 3. baskı, s.
29, 39.
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi VI (2006), Sayı: 1 15
“Ey inananlar! Kendinizi ve âilenizi, yakıtı insanlar ve taşlar
olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah’ın
kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildikleri
şeyi yapan melekler vardır.”21
Şimdi burada asıl cevab bekleyen soru şudur: Melekler bu
‘halîfenin yeryüzünde fesat çıkaracağını ve kan dökeceğini’ nereden
öğrendiler/nasıl bildiler?
İlgili kaynaklarda bu soruya, hiç birini sağlıklı bulmadığımız birtakım
cevaplar verilmiş, yorumlar yapılmıştır.22
Verilen cevaplara göre meleklerin, insanın bu menfî fiillerini şu
şekillerden biriyle öğrenmişlerdir:
●Levh-i Mahfûz’dan öğrenmiş olmaları:
Levh-i Mahfûz, sadece Allah’a mahsus ve mahiyeti bizce meçhûl
olan bir yerdir.23 Meleklerin kendiliklerinden buradan bir şey öğrenmeleri
nasıl mümkün olabilir? Onların, insanın bu tür negatif özelliklerini
oradan öğrendiklerini bir an için kabul edelim. O zaman bu,
onların dilediklerinde istediklerini oradan bizzat kendilerinin öğrenebilecekleri
anlamını tedâ’î ettirir. Elimizde ise bu yönde bir delil mevcut
değildir. Bilinen o ki, Allah, dilediği şeyleri onlara bir şekilde bildirmektedir.
Bir de, eğer o fiiller melekler tarafından Levh-i
Mahfûz’dan öğrenilmişse o zaman bundan, o fiillerin orada yazılmış
olduğunu, yeri ve zamanı gelince yapılacağını onların bildiği anlamı
çıkar ki, bu takdirde böyle sözler sarfetmelerinin bir anlamı/hikmeti
olmaz; bir bakıma ‘hasılı tahsil’e benzer bir şey olur.
●İnsanlardan önce cinler vardı, onlar yeryüzünde fesat çıkardılar,
kan döktüler, insanı da cinlerle mukâyese ederek öğrendiler:
Bunu kabul etmek, meleklerin ictihad yaptıklarının kabulü anlamına
gelmektedir. Çünkü mukâyese, ictihad esnasında başvurulan
bir usûldür. Elimizde ise meleklerin ictihad yaptıklarına ve böyle bir
ameliyeyle mükellef olduklarına dair bir bilgi bulunmamaktadır. Hem
mahiyetleri birbirinden farklı varlıklar arasında mukayese yapmak
ne derece sağlıklı olur/gerçeği yansıtabilir? Fesat çıkaran, kan döken
bir varlığın yerine aynı özelliklere sahip başka bir varlığın yaratılmasının
ne gibi bir hikmeti olabilir? Bunlardan daha önemlisi ateşten
21. Tahrîm (66), 6. Konuya ilişkin başka âyetler için mesela bkz., Nahl (16), 49-50.
22. Verilen cevaplar ve yapılan yorumlar için mesela bkz.: Mâverdî, en-Nüket, I, 95, 96;
Zemahşerî, Keşşâf, I, 271; Fahreddîn er-Râzî, et-Tefsîr, II, 169-170; Kurtubî,
Ahkâmu’l-Kur’ân, I, 274, 275; İbn Kesîr, Kasasu’l-Enbiyâ, Kahire, Dâru’l-İttihâd, 1.
baskı, s. 12-13; a. mlf., Tefsîr, I, 69, 70, 71; Kâsimî, Muhammed Cemâluddîn,
Mehâsinu’t-Te’vîl, Beyrut, 1978, Dâru’l-Fikr, II, 96; ez-Zühaylî, et-Tefsîr, I, 125.
23. Er-Râğıb el-İsbahânî, el-Müfredât, s. 688 (levh mad.).
16 Doç. Dr. Bahattin DARTMA
yaratıldığı bildirilen24 cinlerin kanı olur mu? Ayrıca bütünüyle cinlerin
yeryüzünde fesat çıkardıklarına ve kan döktüklerine dair herhangi
bir haber de nakledilmemiştir.
●Zan ve tevehhümle bildiler:
Zan ve tevehhümle elde edilen bilgi yakîn (kesinlik) ifade etmez.
Ayrıca bunlar meleklerin hususiyetlerinden de değildir. Onlar yukarıda
da belirtildiği gibi Allah’ın emirlerini yerine getirmekle yükümlüdürler.
●Hârût ve Mârût öğretti:
Hârût ve Mârût, Cibrîl gibi vahy meleği değildir.25 Dolayısıyla meleklerin
bu işleri onlardan öğrenmeleri mümkün görünmemektedir.
●Allah’ın kendilerine bildirmesiyle öğrendiler:
Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla bilendir. Ancak gerek Kur’ânı
Kerîm ve gerekse sahih hadislerde insanların bu tür menfî yönlerinin
meleklere Allah tarafından bildirildiğine dair herhangi bir ifadeye
rastlanmamaktadır. Bir de eğer o meş’ûm işler onlara Allah tarafından
bildirilmiş olsaydı bu hâsılı tahsîl kabîlinden, yani Allah’ın kendilerine
bildirdiği şeyleri tekrar sorup öğrenme(ye çalışmak) olurdu ki
bunun da faydasız bir iş olduğu açıktır.
●Meleklerin sadece kendilerinin masum olduklarını, kendileri
dışında hiç bir yaratığın masum olmadıklarını bilmeleriyle:
Melekler, kimin masum olup kimin olmadığını nereden ve nasıl
bilebiliyorlar? Bu durum onları ne derece ilgilendiriyor? Böyle bir peşin
hükümde/ön yargıda bulunmaya ne hak ve yetkileri var? Bu, geleceğe
ait gâ’ib bir haberi bildirmek olmuyor mu? Ayrıca peygamberlerin
ma’sûmiyetleri nerede kalıyor?
Görüldüğü gibi adetlerini çoğaltabileceğimiz bu tür soruların hiç
birine müsbet cevap verme imkanı yoktur.
●İnsanın yaratıldığı maddenin özelliklerini ve tabiatını bilmeleriyle:
Bu cevaba göre melekler, iyi bir inceleme ve araştırma yapma
melekesine sahip olmalıdırlar. Meleklerin ise, bu tür özelliklerinin/
görevlerinin olduğuna dair elimizde nass kabîlinden herhangi bir
bilgi bulunmamaktadır. Ayrıca bu cevap, Bakara (2) sûresinde anlatılan,
26 meleklerin, Âdem’in Allah’tan öğrenip de kendilerine arzettiği
isimleri bilememeleri olayına da aykırı görünmektedir. Çünkü bir
maddenin özelliklerini öğrenip tabiatını tanıyarak bir hüküm çıkara-
24. Hicr (15), 27; Rahmân (55), 15.
25. Yazır, Hak Dini, I, 446.
26. Bakara (2), 31-33.
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi VI (2006), Sayı: 1 17
bilmek/sonuca varabilmek çok daha ileri derecede bir bilgi birikimi
ve tecrübe gerektiren bir ameliyedir. Ayrıca bu cevaba göre, aynı kökten
geldikleri için bütün insanlar fesat çıkarmalı ve kan dökmelidirler.
Ancak ne geçmiş ve ne de içinde yaşadığımız tarih böyle bir şeye
tanıklık etmemiştir. Bu tür tasvip edilmeyen işleri yapmayan pek çok
insan bulunmaktadır.
Verilen bu cevapları böylece tenkid ettikten sonra şimdi daha
ma’kûl gördüğümüz cevabımıza geçebiliriz.
Melekler, “bizler hamdinle seni tesbih ve takdis edip dururken,
yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek birisini
mi halîfe yapacak/tayin edeceksin?” sözlerini, Allah Te’âlâ’nın, o
zamanki mevcut insanlar arasında meydana gelen birtakım fesatlarla
yaralama ve öldürme gibi kan dökme olaylarının ardından, kendisini
temsîlen emir ve yasaklarını icra edecek bir halîfe/peygamber tayin
edeceğini/görevlendireceğini onlara bildirmesini müte’âkib söylemiş
olabilirler. Buna göre meleklerin, halîfenin söz konusu olumsuz işlerini
öğrenmeleri, herhangi bir yerden, ya da şu veya bu şekilde değil,
muhtemelen o olayları görmeleri, onlara şahit olmaları neticesinde
hasıl olmuştur.
Âyette “halîfe” kelimesinin, “halîfeten/ خليفة ” şeklinde nekre olarak
zikredilmesinin de bu fikri te’yid ettiği söylenebilir. Çünkü Allah
Te’âlâ meleklere bir halîfe tayin edeceğini haber verdiği zaman, onlar
bu halifeden maksadın bir peygamber, yani bir hidâyet rehberi (Hz.
Âdem) olduğunu ilk etapta bilmiyorlardı. Eğer halîfenin, mevcut insanlar
arasından tayin edilecek hidâyet rehberi bir peygamber olacağını
bilselerdi o sözlerini söylemezlerdi. Zîra onlar bilirlerdi ki hiçbir
peygamber fesat çıkarmaz ve haksız/boş yere kan dökmez.
Demek ki onlar ilk anda halîfenin kim olacağını bilmiyorlardı. Bu
sözlerini de onun için söylemişlerdi.
O halde bu olay ne zaman gerçekleşmiş olabilir?
Allah Te’âlâ Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmaktadır:
“O halde sen yüzünü, bir hanîf olarak dine, Allah’ın insanları
üzerine yarattığı fıtrata çevir. Allah’ın yaratışında değiştirme
olmaz. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu
bilmezler.”27
Âyette Yüce Allah’ın insanları fıtrat üzere yarattığı ve bu fıtrata
dönülmesi gerektiği vurgulanmıştır.
Hadislerde de fıtrat konusu üzerinde önemle durulmuştur:
27. Rûm (30), 30.
18 Doç. Dr. Bahattin DARTMA
“Her doğan (İslâm) fıtrat(ı) üzer(in)e doğar. Sonra annebabası
onu ya yahûdi, ya hıristiyan ya da mecûsi/müşrik yapar...”
28
“Her insanı annesi fıtrat üzere doğurur. Sonra anne-babası
onu yahûdi, hristiyan veya mecûsi yapar.”29
Görüldüğü gibi hadislerde her insanın İslâm fıtratı üzere doğduğu,
sonradan kendisine başka düşüncelerin/inançların telkin edilip
kabul ettirilerek fıtratının değiştirildiği/bozulduğu anlatılmıştır.
Fıtrat, şu şekilde tarif edilmektedir: “Kişinin, doğuştan, Allah’a
inanmaya, O’na ibadet etmeye ve ahlâkî esaslara uymaya
yatkın/meyilli olmasıdır.”30 Bazıları da fıtratın tarifini şöyle yapmışlardır:
“Allah’ın insanları, kendisini bilmek, birliğini ve
kendisinden başka ilah olmadığını kabul etme istidadı üzere
yaratmasıdır.”31
Allah ile kul arasında ezelî bir sözleşme anlamındaki misak/elest
günü ile aynı zamanda başlayan32 “fıtrat, başka hiç bir cihete yönelmeyen
katıksız tevhiddir, bağlanıştır... Gerçek din, selîm ve en sağlıklı
gidişattır, salt Allah’a iltica, O’ndan ittika, şirk içinde bulunanlardan
olmamadır...”33
Anlaşılan odur ki insan, kendisine başka bir din/inanç telkin
edilmeyip Hak İnanç (fıtratı) ile başbaşa kalırsa, yapısındaki bu
istidatı sayesinde o Hak İnanç’tan başka hiç bir inancı benimsemez,
onu Hak İnanca tercih etmez.34 İnsandaki bu Tek Allah inancı
(tevhîd) ve ahlâkî prensiplere uyma temayülü doğuştan ge-
28. Buhârî, Muhammed b. İsmâîl, Sahîh, İst., 1981, Cenâ’iz, 80, 92, Kader, 3; Müslim,
Ebu’l-Huseyn Müslim b. el-Haccâc, Sahîh, İst., 1981, Kader, 22, 23; Tirmizî, Kader,
5; Ahmed b. Hanbel, II, 233, 275, 282, 315, 346-347, 393, 410, 481.
29. Müslim, Kader, 25. Fıtratla ilgili başka hadisler için mesela bkz., Buhârî, Vuzû’, 75,
Da’avât, 6, 7, Tevhîd, 34; Müslim, Zikir, 56, 57; Tirmizî, Da’avât, 116; İbn Mâce, Du’â,
15; Ahmed b. Hanbel, IV, 299, 302; Dârimî, Ebû Muhammed Abdullah b.
Abdirrahmân b. el-Fazl, Sünenu’d-Dârimî, İst., 1981, İsti’zân, 54.
30. Yasin Muhammed, “Fıtrat ve İslâm Psikolojisi”, (Orijinal adı: Fitrah and İts Bearing
on the Principles of Psychology), (çev., F. Mehveş Kayani), İslâmî Sosyal Bilimler
Dergisi, III. Cilt, II. Sayı, İst., 1995, s. 44, 45, 49. Ayrıca bkz., Öztürk, Yaşar Nuri,
Din ve Fıtrat, İst., 1990, s. 11.
31. Nesefî, Ebu’l-Berekât Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd, Tefsîru’n-Nesefî, İst., 1984,
III, 272; İbn Kesîr, İmâduddîn Ebu’l-Fidâ İsmâ’îl b. Omer, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm,
Beyrut, 1969, III, 432.
32. Öztürk, Din ve Fıtrat, s. 55, 56. Ayrıca bkz., Fazlur Rahmân, Ana Konularıyla
Kur’ân, (çev., Alpaslan Açıkgenç), Ank., 1993, 2. baskı, s. 51.
33. Kılıç, Sadık, Fıtratın. Dirilişi, İst., 1991, s. 15.
34. Kılıç, Fıtrat, s. 15.
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi VI (2006), Sayı: 1 19
lir/yaratılışından kaynaklanır, sonradan kazanılan bir özellik değildir.
35
İşte yaratılıştan gelen tabi’î dînî temayül ve eğilim, belli bir devreden
sonra sosyal ve kültürel çevre tarafından yapılan telkin ve müdahalelerle
değiştirilmekte ve yozlaştırılmaktadır.36
Şu âyetlerde bu gerçek şöyle dile getirilmiştir:
“İnsanlar sadece bir tek ümmetti, sonradan ayrılığa düştüler...”
37
“İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeleyici ve
uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi. İnsanlar arasında, anlaşmazlığa
düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla
beraber hak yolu gösteren kitapları da gönderdi...”38
Bu değiştirme teşebbüs ve girişimi Resûlullah’ın bildirdiğine göre
çocuğun konuşmaya başlayıp inancını ifade edebilecek seviyeye geldikten
sonra başlamaktadır:
“Her doğan çocuk/insan fıtrat üzere doğar. Dili dönünceye/
konuşmaya başlayıncaya kadar bu fıtratta kalır. Dili inancını
ifade edecek seviyeye gelince, anne-babası onu ya yahûdi
ya da hristiyan yapar.”39
İşte Hz. Âdem’e peygamberliğin, fıtratın bozulmasından sonra verilmiş
olabileceği ihtimalini düşünmekteyiz. Tarihe bakılırsa peygamberlerin
fıtrata tamamen ters düşülerek yabancılaşıldığı, toplumu
ayakta tutan manevî dinamiklerin çürüdüğü, hukukun bütünüyle
ihlal edildiği, ahlâkî yapının tefessüh ettiği/bozulduğu...40 zamanlarda,
insanları tekrar fıtrat dinine döndürmek, bir diğer ifadeyle yaratılıştan
gelen tevhid ilkesini tekrar yerleştirmek amacıyla41 gönderildiği
gerçeğinin bu düşünceyi doğruladığı söylenebilir. Aksi halde
yeterli şartların/gerekçelerin oluşmadığı bir topluma, önemli bir
hâdise olan ‘peygamber göndermenin’ kayda değer bir hikmetinin olduğunu
düşünme imkanı yok gibidir.
35. Ateş, Süleyman, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, İst., 1989, III, 413, a. mlf., ve a.
eser, İst., 1990; VII, 20; a. mlf., Kur’ân-ı Kerîm’in Evrensel Mesajı/Yeniden İslâm’a,
İst., 1997, I, 10.
36. Daha detaylı bilgi için bkz., Öztürk, Din ve Fıtrat, s. 62, 64.
37. Yûnus (10), 19.
38. Bakara (2), 213.
39. Müslim, Kader, 23; Ahmed b. Hanbel, III, 353, 435, IV, 24.
40. Detaylı bilgi için bkz., Ateş, Çağdaş Tefsir, III, 368, VII, 22; a. mlf., Kur’ân-ı Kerîm’in
Evrensel Mesajı, I, 18, 72, Mevdûdî, Ebu’l-Alâ, Tefhîmu’l-Kur’ân, (ter. Muhammed
Han Kayani ve arkadaşları), İst., 1996, VII, 115; Fazlur Rahmân, A. K. Kur’ân, s. 51.
41. Krş., Çağrıcı, Mustafa, “İslâm’da Eğitim-Ahlak Meseleleri ve Toplum Kalkınması”,
İslâm Üzerine Düşünceler, Ank., 1986, 2. baskı, s. 15.
20 Doç. Dr. Bahattin DARTMA
Ancak, ilk ve az nüfuslu42 bir toplum olması hasebiyle, fıtrata
aykırı olan düşünüş ve davranışların sonraki devirlere nisbetle daha
geç başlayıp yavaş yayıldığı düşünülebilir.
Bu arada akla şöyle bir soru gelmektedir: Bu devrede, meydana
gelen problemleri çözmek için “hukuk” yok muydu? Ya da hukuk ne
zaman ortaya çıktı? Bunu şöyle cevaplayabiliriz: Bu kısa zaman zarfında
henüz hukukun olmadığı, fıtrat safiyetini koruduğu, daha açık
bir ifadeyle bozulmamış olan fıtrat, hukukî/cezâ’î müeyyide gerektirecek
olayların vukuunu önlediği için hukuk kurallarının, kan akıtma,
yaralama ve adam öldürme gibi o dönemde meydana gelen ve
artık fıtratın bozulması nedeniyle önleyemediği olayların cereyanından
sonra, bu tür olayları önlemek üzere vazedilmiş olabileceği düşünülebilir.
İsrâ’îloğulları için konan bazı hukukî kaidelere, Hz.
Âdem’in, iki oğlundan birinin diğerini öldürmesi hâdisesinin gerekçe
yapılması,43 hukuk kurallarının daha sonra konduğu fikrini destekler
nitelikte görünmektedir.
Konunun daha iyi anlaşılması için şöyle bir şema çizmek sanırız
faydalı olur:



42. Kurtubî’nin kaydettiği bir haberde, Hz. Âdem ile Havvâ’nın, kız ve erkek olarak kırk
çocuklarının olduğu haber verilmektedir. Bkz., Ahkâmu’l-Kur’ân, I, 264.
43. Bkz., Mâ’ide (5), 27-32.
Elest günü/Misâk
Ve Fıtratın insan tabiatına/
yaratılışına yerleştirilmesi
Dünyaya geliş
Fıtratın sâfiyeti/Tevhid
dönemi
Fıtratın bozulması/Fesat ve kan dökme gibi olayların zuhuru/
meleklerin bu tür olaylara şahit olması/Allah’ın meleklere
yeryüzünde bir halîfe görevlendireceğini bildirmesi/Adem’e halifelik-
peygamberlik görevinin verilmesi/Hukuk kurallarının
vazına başlanma dönem(ler)i
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi VI (2006), Sayı: 1 21
Kısaca şunu söylemek istiyoruz: Kur’ân ve hadise göre ilk insan
ve ilk peygamber Hz. Âdem’dir. Hz. Âdem’e peygamberlik görevinin
ise, yaratılır yaratılmaz hemen verilmemiş, insan fıtratının bozulmasından
sonra zuhûr eden birtakım meş’ûm olayların ardından verilmiş
olması daha makul görünmektedir.
 
Üst Ana Sayfa Alt