Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Kur’an Bize Yeter Diyen Kur’andan Habersiz Cahillere Mealci Mu’tezile Firkasina Reddiye

DAVA Çevrimdışı

DAVA

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
KUR’AN BİZE YETER DİYEN KUR’ANDAN HABERSİZ CAHİLLERE MEALCİ MU’TEZİLE FIRKASINA REDDİYE

بسم الله الرحمن الرحيم

Sonsuz hamd alemlerin Rabbi olan Allah’adır, Salat ve selam O’nun kulu ve Rasulü Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) ‘e âline ashabına ve ona tabi olanların üzerine olsun.

Tarihten günümüze, dini akıllarına uydurmaya çalışan, akıllarının ermediğini inkar eden, taifeler hep olmuştur ve olacaktır da. Öldükten sonra dirilmeye aklı ermeyenler ahireti inkar etmiş, böylece kafirlerden olmuş, kimi de Allah’ın Kitabında bildirdiği ğayb haberlerinden yahut Allah’ın sıfatlarından bir kısımını iptal veya te’ville tahrif etmiştir -ki tahrif de inkarın başka bir türüdür- işte bu fırka mu’tezile fırkasıdır ve onların söylediği “Bize Kur’an yeter” sözü gerçekten de onlara haddini bildirmede fazlasıyla yeterli olması açısından doğrudur. Kur’an ve sahih sünnetle dinimizi anladığımız halde onlara yalnızca Kur’andan cevap vererek yanlışlarını yüzlerine vurmayı ve Kur’anın, onların bu sözünü yalanladığını ispatlamayı, İslamın müdafaası için, müslümanların saptırılmaması için bir vazife bildik. Çevrelerine topladıkları insanları ilimsizce, meal okuyoruz, dinimizi öğreniyoruz diyerek hadis inkarcılığına sevkeden, atalarınızdan devraldığınız dini bırakın deyip, başka ataların dinine tabi kılmaya çalışan, İslamı kendi anlayışlarına uymak zorunda kabul eden bu müfsidler, kendileri bilmese de onlara bu anlayışı miras bırakan ataları yunan felsefesiyle İslamı anlamayı metod kabul etmiş, tâbi olmanın meşakkatini terk edip tabi etmenin zevkine varmış fasıklar ve tuğyan sahibi zındıklardır. Mu’tezile ayrılan demektir. Ehl-i sünnetin inanış ve anlayışlarından ayrılmaları sebebiyle bu ismi almışlardır. Merhum Dr. Ahmed Emin, "Fecru'l-îslâm" adlı kitabında şöyle der: "Elimizde, bunların "Mutezile" diye adlandırılmasının sebebi hakkında, başka bir varsayım daha var. Bunu, Makrizî'nin "el-Hıtat" adlı eserini okurken farkettim. Makrizî'ye göre, o dönemde ve daha önceki dönemlerde yaygın olan Yahudi gurupları arasında "Feruşim" adında bir gurup vardı. Makrizi, bunun "Mutezile" anlamına geldiğini söyler. Bazılarına göre, "Feruşim" gurubunun kader konusunda bazı görüşleri vardı ve fiillerin, onları yapanlar tarafindan yaratıldığını iddia ediyorlardı öyleyse, iki fırka arasında olduğu rivayet edilen bu benzerlikten dolayı, "Mutezile"ye bu ismin, sonradan müslüman olmuş bazı Yahudiler tarafından takılmış olması, uzak bir ihtimal değildir."[1]
Gerçekten de, "Yahudi Mutezilesi" ile "islam Mutezilesi" arasındaki benzerlik büyüktür. Yahudi olan Mutezilîler, Tevrat'ı felsefecilerin mantığı doğrultusunda yorumlarlar. Bizdeki Mutezilîler de, Kur'an'da yer alan tüm sıfatları, aynı şekilde felsefecilerin mantığı doğrultusunda yorumlamışlardır. Makrizî, "Mutezile" adını verdiği "Feruşim" gurubu hakkında şu açıklamayı da yapmıştır: "Tevratta yer alan tüm hususları, kendilerinden önceki filozofların izahlarına göre tefsir ederler."[2]

Kendileri itikadi ayrılıklarını ve mu’tezile ismini ısrarla gizleseler de hadis inkarcısı mu’tezile fırkasının, dalâletine sebep; iman ettikleri şu kaidedir: “Akıl ile nakil teâruz ederse (çelişirse) akıl tercih edilir. “ İşte bu kaide kayıtsız şartsız itaati kabul etmez. Oysa Allah (Azze ve Celle) Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Resûlüne davet edildiklerinde, müminlerin sözü ancak "İşittik ve itaat ettik"demeleridir. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir.[3] ayetiyle mü’minin övgüye değer vasfını açıklamış ve onların kayıtsız şartsız teslimiyetini övmüştür. Bu risaleye muhatab olan zevat ise, işittikleri birçok nassı aklımıza uymadı deyip inkar etmektedir. Zîrâ açıkça inkar ettikleri birçok ayet ve hadis vardır. Öncelikle onlar peygamberin (sallallâhu aleyhi ve sellem) sözlerinin din adına bir kaynak olmasını, Kur’anı tefsir etmesini asla kabul etmezler, çünkü peygamber onlar gibi düşünen bir felsefeci değildir. Oysa Allah (Azze ve Celle) peygamberine bilmediği şeyleri öğrettiğini[4] haber vermektedir ve peygamber, Allah’ın öğrettikleriyle hükmetmiştir ve ona uyulması da bu yüzden gereklidir. Kendilerine vahy gelmediği için bilmeyen zavallılar, akılları ermeyince inkara kalkışarak akılsızlıklarını isbat etmişlerdir. Onlara: İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin, denildiği vakit "Biz hiç, sefihlerin (akılsız ve ahmak kişilerin) iman ettikleri gibi iman eder miyiz!" derler. Biliniz ki, sefihler ancak kendileridir, fakat bunu bilmezler.[5] Onların İslamdan nasıl uzaklaştıklarını ve savundukları dini tanıyalım.

YUNAN FELSEFESİ VE DİĞER FELSEFELERLE İSLAM DÜŞÜNCESİNİ BOZMALARI :

Emevilerin son dönemlerinde ve Abbasîler döneminde, Arap düşüncesine Hint ve Yunan felsefesi karışmaya başladı. Yunan Felsefesinin müslümanlara geçişi Fars aracılığıyla oldu. Çünkü Fars kültürü, islam'dan hemen önce Yunan felsefesinden oldukça etkilenmiş bulunuyordu. Yunan felsefesinin müslümanlara geçişinin bir yolu da Süryaniler idi. Çünkü Süryaniler de Yunan felsefesinin mirasçısı olmuşlar ve ona dini bir kisve ve ruhbanlık elbisesi giydirmişlerdi. Yunan felsefesinin geçiş yollarından biri de bizzat Yunan felsefesi olmuştu. Çünkü Arap asıllı olmayan bazı müslümanlar, Yunancayı iyi derecede biliyorlardı.
Mu'tezilîler, görüşlerini ortaya koyarken bu felsefeden etkilenmişler ve bir çok delil getirme metodunu bu felsefeden almışlardır. [6] Bu metodla da dini ahkamın ve ğayba taalluk eden haberlerin çoğunu inkar etmişlerdir.
Aklın tartmadığı şeyi reddetmesine ve reddedenin akıbetine bir örnek verelim : "Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Huzeyl kabilesinde birbiriyle kavga eden iki kadın arasında hüküm vermişti. O kadınlardan biri diğerine bir taş atmış ve attığı taş hamile olan diğer kadının karnına isabet etmişti de bu sebeple karnındaki bebeğini öldürmüştü. Bunu Nebiye dava ettiler. Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) kadının karnındaki ceninin diyeti köle veya cariye gürresidir" (kıymetli, genç köle veya cariye azad etmek) diye hüküm verdi. Bunun üzerine tazminat ödemekle hüküm verilen kadının velisi (kafiyeli biri şekilde): Ya Rasulallah, henüz yemeyen, içmeyen, konuşmayan ve çığlık atmayan bir bebek için nasıl olurda tazminat ödemeye mahkum olurum? Bu gibisi heder olur dedi. Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem): 'Bu adam kahinlerin kardeşlerindendir' buyurdu."[7] Rasulullahın kahinlere lanet okuduğunu bilen kimseye bundan daha ağır bir söz olmasa gerek. İşte aklının kabul etmediğini reddederek, peygamberin sözüne karşı çıkan kimseye Peygamberin cevabı buydu.

ALLAH’IN SIFATLARINI TE’VİL[8] VE TA’TİL[9] İLE YOK SAYMALARI :

Mutezilenin Allah’a imanı tamamen bir tevehhümden ibarettir. Onlar Kur’anda Allah’ın sıfatlarını anlatan birçok ayeti akıllarına uymadığı için, o ayetlere felsefeci zındıkların iman ettiği gibi iman etmişlerdir. Allah’ı şöyle vasfederler: Allah bir ve tektir, O’nun benzeri yoktur, O her şeyi işitir ve görür, o ne cisimdir, ne görüntü, ne cüssedir, ne de suret, ne ettir ne de kan, ne şahıstır, ne cevherdir ne araz, O’nun ne rengi vardır, ne tadı, ne de kokusu, O’nun dokunulabilecek bir bedeni de yoktur, ne sıcaktır, ne de soğuk, ne yaştır, ne de kuru, ne uzundur, ne de geniş veya derin, ne topludur, ne de dağınık. Ne hareket eder, ne sakin kalır, ne de bölünür. Onun ne parçaları vardır, ne de bölümleri. Ne organları vardır, ne de azaları. Onun için yön söz konusu değildir. Ne sağı vardır, ne de solu. Ne önü vardır ne de arkası. Ne üstü vardır ne de altı, hiçbir mekan, onu kuşatamaz. Üzerinden zaman geçmez. Onun için, bir şeye dokunma veya uzlet (yalnızlık), ya da mekanlara hulul etmesi (girmesi) söz konusu değildir. Âllah-u Teala, yaratıkların, sonradan yaratılmışlığa delalet eden bir vasfıyla nitelendirilemez. Ona son veya mesafede isnad edilemez. O, bir yöne gitmekle de nitelendirilemez. O, sınırlı değildir. Ne doğurmuştur, ne de doğurulmuştur. Miktarlar O’nu ölçemez. Perdeler O’nu örtemez. Duyular O’nu algılayamaz ve O, insanlarla kıyas edilemez. Hiçbir yönüyle yaratıklara benzemez. Vakitler O’nun için söz konusu değildir. Afetlerde O’nun için söz konusu değildir. O hatıra gelen veya hayal edilen hiç bir şeye de benzemez. Her zaman ilk olagelmiştir. Sonradan var edilen her şeyi öncelemiş ve yaratıklardan önce var olmuştur. O’ her zaman Alîm, Kadîr ve diri olmuş ve böyle olmaya devam da edecektir. Gözler o’nu göremez. Gönüller o’nu anlayamaz. Hayaller, o’nu kuşatamaz. Kulaklar o’nu işitemez. Görülüyor ki mutezile bir hiçlik iddiasındadır, isbat etmekten uzak nefyetme gayretindedir. Rablerini yüceltmek ve onu övmek için hiçbir kelime bulamamış ve onu varlıktan tenzih ederek rablarını kaybetmişlerdir. Sırf akılları yetmediği için ve vehmî bir ilah îcad ettikleri için Allah’ın Ahirette mü’minlere görüneceğini inkar etmiş, bu husustaki Kur’an ayetlerini de sahih hadisleri de reddetmişlerdir. Allah’ın Musa (a.s) ile konuşmasını[10] muhal görüp kelam Allahın sıfatı değildir diyen, Mu’tezile fırkası Allah’ın kelam sıfatını inkar etmiş ve sırf bu yüzden Kur’an mahluktur iddiasıyla ümmeti yüzyıllarca birbirine düşürmüş, bunu devlet eliyle halka zorla kabul ettirmek istemiş, birçok alim bu iddiayı kabul etmediği için işkenceler altında zindanlarda can vermiştir.[11] Yukarıda da görüldüğü gibi bir yokluktan ibaret, yersiz, yönsüz, zamansız, sağı, solu, üstü, altı, önü, arkası olmayan, tadı, kokusu, rengi, sıcaklığı, soğukluğu, olmayan vs. gibi saçma ve delilsiz cümlelerle Allah’ı tenzih etmek, ne Kur’anda öğretilmiştir ne de sünnette. Her şeyin zıddıyla birlikte reddedildiği yerde yokluktan başka ne vardır ? Bu Tevhid değildir, Mu’tezilenin Allah’ı vasfettiğini sandığı cümlelerden Allah’ı tenzih ederiz. Aklını ilah edinenin bu evhamı, materyalist inkarcıların sözlerinden farksızdır ve olmayan bir şeyi birlemek saçmalıktır. Bu felsefe birçok feylezofun sapıtmasına sebep olduğu gibi kelamcı mutezileyi de saptırmıştır. İşte bu ve benzeri inkarlarından dolayı birçok alim onları tenkid ve hatta tekfir etmişlerdir. İmam Ebu Hanife’nin talebesi İmam Ebu Yusuf onları zındıklardan saymış, İmam Malik ve İmam Şafiî bunlardan şahitlik kabul edilmez şeklinde fetva vermiş, İmam Muhammed b. Hasan eş-Şeybanî bunların arkasında namaz kılanın namazını iade etmesi gerekir diye fetva vermişler[12] ve daha nice imamlar onlar hakkında hak ettikleri sözleri söylemişlerdir. Onlar Allah’a imanı anlayamamışlardır.

PEYGAMBERE İMANIN NE DEMEK OLDUĞUNU BİLMEMELERİ :

Onlara göre peygamberler postacı gibidirler (hâşâ) kitabı bırakır giderler. Oysa nice peygamberler vardır ki, kendilerine kitap verilmemiş, yalnızca tebliğ ve irşad görevlerini tamamlamış, bir kitap bırakmadan ömürleri bitmiştir. Eğer peygamberlerin sünneti, söz ve fiilleri din kabul edilmeseydi kendilerine kitap verilmeyen peygamberlerin ölmesiyle dinin ortadan kalkması ve peygamberi görmeyenlerin de hiçbir şeyden sorumlu olmaması gerekirdi. Kur anda Peygambere itaatın gerekliliği ile ilgili birçok ayet bulunmasına rağmen , bize Kur’an yeter diyen bu zavallılar hangi Kur’andan bahsediyor acaba! Allah (Azze ve Celle) Kitabında “Biz her peygamberi ancak Allahın izniyle itaat edilsin diye gönderdik buyurmuştur. … Kim peygambere itaat ederse Allah (Azze ve Celle) ’a itaat etmiş olur[13], buyurmuştur, Allah (Azze ve Celle) ve Rasulü bir işe hükmetti mi mü’min erkek ve mü’min kadınların işlerinde muhayyerlikleri yoktur, kim Allah (Azze ve Celle) ’a ve peygamberine karşı gelirse şüphesiz o apaçık bir sapıklığa düşmüştür.[14] buyurmuştur. Her kim Allah'a ve Resûlüne itaat eder, Allah'a saygı duyar ve O'ndan sakınırsa, işte asıl bunlar mutluluğa erenlerdir.[15] O nebi sizlere temiz olan şeyleri helal, pis olan şeyleri haram kılar buyurmuştur. Peygambere itaatın gerekliliği ve dolayısıyla hadis olmadan dinin anlaşılamayacağı ve yaşanamayacağı, yaşansa bile Allah’ın o dini kabul etmeyeceği ile ilgili ilâhi kelama kulak veriniz.
Onlar, aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Peygamber'e çağırıldıklarında, bakarsın ki içlerinden bir kısmı yüz çevirip dönerler.[16]
Namazı kılın; zekâtı verin; Peygamber'e itaat edin ki merhamet göresiniz. [17]
(Ey müminler!) Peygamber'i, kendi aranızda birbirinizi çağırır gibi çağırmayın. İçinizden, birini siper edinerek sıvışıp gidenleri muhakkak ki Allah bilmektedir. Bu sebeple, onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.[18]
De ki: Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.[19]
Allah'a ve Resûl'üne itaat edin ki rahmete kavuşturulasınız.[20]
Nitekim kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitab'ı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Resûl gönderdik.[21]
[22]Allah'a itaat edin, Resûle de itaat edin ve (kötülüklerden) sakının. Eğer (itaatten) yüz çevirirseniz bilin ki Resûlümüzün vazifesi apaçık duyurmak ve bildirmektir.
Onlara, "Allah'ın indirdiğine ve Resûl'e gelin" denildiği vakit, "Babalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol) bize yeter" derler. Ataları hiçbir şey bilmiyor ve doğru yol üzerinde bulunmuyor iseler de mi?[23]
Kim Allah'a ve Resûl'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır.[24]
Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim Peygamber'e karşı çıkar ve müminlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız; o ne kötü bir yerdir.[25]
Biz her peygamberi -Allah'ın izniyle- ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah'tan bağışlanmayı dileseler, Resûl de onlar için istiğfar etseydi Allah'ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı.[26]
…işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.[27]
(Resûlüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi bilir.[28]
Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: Eyvah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, Peygamber'e de itaat etseydik! derler.[29]
Bir de peygamberin verdiği hükme boyun eğmeyen ve hadislere hikaye diyenler için bakınız Allah (Azze ve Celle) Kur’anda ne buyuruyor. “Hayır Rabbına and olsun ki onlar aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle kabul etmedikçe iman etmiş olmazlar.”[30] Bu fırka kendi felsefelerine uymayan tefsiri de peygamber sözünü de reddeder. Anlayışlarını isbat edebilecekleri sözleri ise insanları aldatmak için rivayet ederler. Onların bu halini Allah (Azze ve Celle) Kitabında şöyle vasfetmiştir. Onlar, aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Peygamber'e çağırıldıklarında, bakarsın ki içlerinden bir kısmı yüz çevirip dönerler. Ama, eğer (Allah ve Resûlünün hükmettiği) hak kendi lehlerine ise, ona boyun eğip gelirler. Kalplerinde bir hastalık mı var; yoksa şüphe içinde midirler, yahut Allah ve Resûlünün kendilerine zulüm ve haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır, asıl zalimler kendileridir! [31] Oysa yapmaları gereken akıllarına uymasa dahi yaratıcının emrine boyun eğmeleridir, nitekim o emirler peygamberler aracılığı ile insanlara ulaşmakta ve peygambere itaat Allah (Azze ve Celle) ’a itaat olacağından kaçınılmaz olmaktadır. De ki: Allah'a itaat edin; Peygamber'e de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki, Peygamber'in sorumluluğu kendisine yüklenen (tebliğ görevini yapmak), sizin sorumluluğunuz da size yüklenen (görevleri yerine getirmeniz)dir. Eğer ona itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş olursunuz. Peygamber'e düşen, sadece açık-seçik duyurmaktır.[32] Allah peygamberinin Kur’anı tefsir etme yetkisini bu ve benzeri birçok ayette açıkça zikretmişken, Kur’anı Aristo felsefesiyle tefsir edenler elbette bunu vahye uyduramazlar. Bu felsefeyi terk edemeyip peygamberin hadislerini terk edenlerin gerekçeleri ise son derece faraza ve hakikatlara aykırıdır. Onlar peygambere imanın nasıl olacağını anlayamamışlardır.

HABER-İ AHAD HÜCCET DEĞİLDİR TEVATÜR DERECESİNDE HADİS DE YOKTUR DEMELERİ :
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki; öncekilerin sahih haberleri delil değilse, kendisini görmediğiniz ve kendisine vahy geldiğini iddia eden ve bir tek kişi olan peygambere nasıl inanıyorsunuz. O hem birtek kişidir ve bu haber 1400 sene öncesine dayanmaktadır, bozulmadan geldiğinden niçin şüphe etmiyorsunuz. Siz haber-i âhad dinde hüccet değildir diye durun, bize yeter dediğiniz Kur’anda Allah Nuh’u, Şuayb’ı, Salih’i İbrahim’i (aleyhimü’s selam) kavimlerine tek başına hüccet, sözüne güvenilmesi gereken elçi tayin ettiğini haber veriyor ve o bir tek kişi olan elçilere iman etmeyen kavimler helak edilmiş ve ebedî cehennemlik kafirlerden olmuşlardır. Bundan da anlıyoruz ki önemli olan elçinin güvenilirliğidir ve güvenilirliğini araştırmadan hiçbir haberin inkar edilemeyeceğine bu ayetler delildir.
Onlar hadislerin tevatür derecesinde olması gerektiğini bunun da bir hadisi yüzlerce sahabenin rivayet etmesiyle ve onlardan rivayet edenlerin de bize ulaşana kadar her tabakada o sayıda olmasıyla mümkün olduğunu, aksi takdirde kabul edilemeyeceğini söylüyorlar.[33] Bu sayı hususunda biraz daha insaflı olanlar da var. Tabi saydıkları sıhhat şartları rivayeti imkansız kılmak ve hadisleri kabul etmemek içindir. Kendileri bu iddialarına Kur’andan nakli delil getiremezken ve sözlerini yüzlerce kişi koro halinde birbirine nakletmemişken nasıl oluyor da insanların kendilerine inanmasını bekliyorlar. Birisi koşarak gelip evin yanıyor deyince, bir kişinin haberine itimad edilmez, yüzlerce şahitle gel demiyorlar, niye çünkü yine menfaatleri söz konusu, dolayısıyla bir kişiden gelen (haberi ahad) söze kulak vermekte fayda görürler. Ya onlarca sahabeden rivayet edilen, cerh ve ta’dil kitaplarında iyi veya kötü yanları tesbit edilmiş, yalancı mı, mübalağacı mı, ömrünün bir kısmında bunamış mı vehm ve vesvese sahibi mi, ve daha nice sıfatları tesbit edilmiş ve eğer bu kusurlardan biri varsa ondan gelen haberin sıhhati zayıf, uydurma vs. tesbit edilmiş ve güvenilir, akıl, hafıza, zabt ve adalet yönünden cidden övgüye değer insanların rivayet ettikleri sahih olan ve yine bu vasıfta alim insanların kaleme aldığı hadislere niçin itimad etmiyorsunuz. Çünkü bu defa yanan ev sizin değil. Eğer o hadislere itimad ederseniz peygamber sizi oturduğunuz din adamı postundan kaldıracak ve siz felsefenizle birlikte çöpe gideceksiniz.

HADİSLERİ ENDİREKT OLARAK İNKAR ETMELERİ :

Bazan sahabelere dil uzatarak, öncelikle en çok hadis rivayet eden sahabeden işe başalayıp onlara çamur atmaları mealci mu’tezilenin değişmez tavrıdır. Örneğin Ebu Hureyre (radıyallâhu anh) hicretin yedinci yılında Müslüman olmasına rağmen nasıl beşbin küsur hadis rivayet etmiştir demeleri ve bu sözle insanları beşbin küsür hadiste şüpheye düşürmenin yanı sıra en muteber sahih hadis kitaplarında bile rivayeti bulunan bu sahabe hakkında ve sahih hadis kitapları hakkında şaibe uyandırmaları gibi. Oysa işin aslı hiç de böyle değildir. Bâki ibn-i Mahled; Ebu Hureyre 5374 hadis rivayet etti demiştir, bu sayı rivayet edilen hadis sayısı değil, Ebu Hureyreden aynı hadisi farklı kimselerin işitip rivayet etmesiyle artan senet sayısıdır. Senetleri farklı olan aynı hadisler çıkarıldığında Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği hadis sayısı sadece 1236’dır. Kendisinden en az 9 talebesi hadis yazmış ve rivayet etmiştir. [34] Bu rakam ise garipsenecek bir rakam değildir, zîrâ Ebu Hureyre kendi işini şöyle haber vermektedir. İnsanlar benim fazla hadis rivayet ettiğimi söylüyor. Muhacir olan sahabe ticaretle, ensar olan sahabe bağ ve bahçesiyle meşgul olurken, ben Rasulullah’ın dizinin dibinde karnımın doymasına razı olarak ilim tahsil ediyordum. Onun zamanında sahabeden ibn-i Ömer ve başkaları onun rivayet ettiği fakat ilk defa duydukları hadisleri garip bulmuş ve bu sözün isbatını aramış ve yine başka şahit sahabeler onun rivayetini doğrulamıştır. Bu hususta Ebu Hureyrenin doğruluğunu ve ilmini anlatacak örnek, ilgili kitaplarda çoktur. Mu’tezilede hadis rivayet edenlere sataşma, işlerinin çirkefliğidir, zîrâ dobralıktan uzak bu siyaset onların felsefeyle kirlenmiş kalplerinin dışarı açılan penceresidir.

BİZ HADİSİ KURANA ARZEDERİZ UYUYORSA ALIRIZ UYMUYORSA ATARIZ DEMELERİ :

“Benden bir hadis işittiğinizde onu Kur’ana arzedin uyuyorsa alın uymuyorsa atın” gibi hadisler uyduran ve uydurulmasını fırsat bilen mu’tezile, hadislerin Kur’ana uyması gerektiğini veya o konuda Kur’anda ayet bulunup hadisin onu açıklayıcı olması gerektiğini ısrarla savunur. Bunu yaparken de maksatları Kuranı tefsir eden hadislere boyun eğmek değil, Kur’anda bulunmadığı iddiasıyla birçok hadisi saf dışı edebilmektir. Zira onlar Kur’anı tefsir eden nice hadislere sırt çevirmiş ve kabul etmemişlerdir. Bu davranış da onların inkarcı siyasetinin bir parçasıdır.

KUR’ANIN MUHKEMİNİ VE MÜTEŞABİHİNİ TE’VİL ETMELERİ :

Hiçbir ücret istemeyen bu tebliğ ve irşad Kur’anı iyi anlamadığınızı size hatırlatır. Düşünmeksizin tekebbürle mukabele edenlere bizim gücümüz yetmez. Islahı ğayr-ı kâbil mu’tezile taraftarlarına son birkaç söz :
Peygamberin hadislerine kulak asmadığınız için, Kur’an ayetlerine ya delaleti zanni, ya subutu zanni dediğiniz ve aklınıza uymayan ayetleri te’vil ettiğiniz için birçok hususta inkarcı ve kalplerinde eğrilik olan te’vilciler sizlersiniz. Bize Kur’an yeter diyorsunuz okuyun o halde Allah sizi anlatıyor.
Sana Kitab'ı indiren O'dur. Onun (Kur'an'ın) bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab'ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar.[35]
Kur’an biz anlayalım diye indirildi deyip ancak Allahın bileceği, sizin onunla imtihan olunmanızdan başka size vazife olmayan, müteşabihi de felsefenize arzettiniz ve zihin jimnastiğinizde onlarla da oynadınız ve müteşabih ayetleri fasid şekillerde te’vil ederek kalplerinizde eğrilik olduğunu bize Kitabımızdan isbat etmiş oldunuz. Siz ne Kur’anı tercihinizde samimisiniz ne de da’vet ve tebliğinizde. Zîrâ atalarınızdan devraldığınız saçmalık dolu usullerin sizi dalalette bırakmasına kör taassubunuzla devam etmektesiniz. Eğer maksadınız Kur’ana uymak olsa yukarıda zikrettiğimiz peygambere tabi olmak ve onun emirlerine uymakla ilgili ayetler sizi sahih hadisleri araştırmaya sevk etmesi gerekir. Çünkü Allah’ın korumayı va’d ettiği ayetlerinin hükmü kıyamete kadar bakidir ve o hükümler içerisinde peygambere tabi olma emri defalarca zikredilmiştir. 23 yıl boyunca süren ta’lim, tebliğ ve da’vet işinden sadece 20-30 sahih hadis olduğunu söyleyen siz zavallıların aklen nakıs olduğu aşikardır. Bu gün uygulamakta olduğunuz bir çok meselenizi Kur’anda bulamaz ve halledemezken ya yok demekte çareyi buluyor yahut olmayacak yerden-hadisleri kabul etmezken-örften, tarihten nakiller yapıyorsunuz. Örneğin zekat için nisab miktarı nedir, koyundan deveden, ticaret malından ne kadar zekat verilmelidir. Kuranın neresinde buluyorsunuz bunları. Yoksa zekat sadaka demektir herkes istediği kadar verir mi diyeceksiniz. Ya da beş vakit namazın rekatlarını Kuranın neresinde buluyorsunuz. Yoksa bu kez de salât dua demektir, her zaman her şekilde kalp ve dil dua eder , yerlerde sürünmeye gerek yok mu diyeceksiniz. Siz de biliyorsunuz ki Kuranı anlamada peygambere müracaat etmediğinizde , birçok hususta aklınızı veya hevanızı tefsir edici kabul edersiniz. Peygamberin tefsirini kabul etmeyen siz zavallıların tefsirini kim ne diye kabul etsin ki ?
Kendilerini akıllarının saptırdığı bu nasipsiz fırkanın kaderi inkar etmeleri, keramet ve şefaat simsarı zındık sofilerin bu hususlarda haddi aşmalarına karşın, mu’tezilenin de hak olan kerameti ve şefaati inkar etmeleri, yukarıda izahı geçtiği üzere dini anlamalarındaki yöntem farkından, aklın cüratkarlığından ve kalplerinde eğrilik olmasındandır.

ŞEFAATLE İLGİLİ AYETLERİ DE ÇARPITIR VE ŞEFAATİ İNKAR EDERLER :

Dünyada iken kulun işlemiş olduğu amellerin dışında herhangi bir şeyin ahirette ona fayda vermesini imkansız kabul eden bu fırka, bunu Allah’ın adaletine aykırı bulurlar ve şefaat yoktur derler. Oysa akıllarıyla övünen bu zavallılar, Allah adaletiyle hükmeder ve şefaate layık olan kimseye şefaat edilmesine müsaade eder şefaat edecek kimseyi de zaten Allah belirler37, anlayışına bir türlü ulaşamamıştır. Şefaatle ilgili Kur’an ayetlerinden; müşrik putperestlerin putlarını şefaatçi kabul etmesini nefyeden ayetleri38 şefaatin yokluğuna delil gösterip, ancak Allahın izin verdiği kimselerin şefaat edeceğini bildiren ayetleri39 görmezden gelmeleri, dini bir bütün olarak anlamaya güçleri yetmediğinden (mutlak olanı, mukayyed olanla tefsir etmeyi de bilmemelerinden) ve kendilerine öğretileni taklitten vaz geçmemelerindendir.

KADERİ İNKAR ETMELERİ :

Allah kullar için bir kader takdir etmemiştir diyen mu’tezile kul kendi fiillerinin yaratıcısıdır, demektedir. Bir sınav salonundaki şartları, süreyi, soruları vs. belirlemek sınav sahibinin hakkı olduğu kadar basit anlaşılabilecek bir meselede; Allah’ın irade-i külliyesinin insanlar üzerindeki tesirini ve imtihanın seyrinin o iradeye uyması gerektiğini kabul etmeyenler, kul eğer yaptığından mes’ul ise fiillerinin yaratıcısıdır demektedirler. Yere göğe sığdıramadıkları akıllarının neresine sığar bu saçmalık bilmiyoruz fakat, doğrusu şu ki kul irade-i cüz’iyyesi ile niyet ettiği hayır veya şer ne ise güç yetirebiliyor ise ve Allah o işi yapmasını mümkün kılarsa kul yapacağını yapar. Yapılan iş kula aittir, o işin yapılmasına Allah müsaade etmiş ve o fiili yaratmıştır. Allah iyiliğinde kötülüğünde yaratıcısıdır, fakat iyilikten razı, kötülükten razı değildir. Kulun seçme hakkının olması ve gücünün yetmediğinden sorulmaması imtihanın adaletli ve merhametli olduğunu göstermeye yeter.

AKLIYLA YOLDAN ÇIKMIŞLARA BU KADARI YETER :

Dininde samimi olan kimse inadından vazgeçer, kınayanın kınamasından korkmaz, kendisini hesaba çeker ve der ki : Allah Kur’anındaki ayetleri insanlar te’vil etsinler diye mi vahyetti ? Peygamber sadece Kur’anı insanlara taşıyan bir postacı konumunda mıydı ? Allah’a ve peygambere itaat edin buyurulan onlarca ayet, peygamberin vefatıyla iptal mi oldu ?
Oysa Kur’anda nesh olmadığını iddia eden de siz değil misiniz ?! Yoksa peygamber yeniden gelecek de o zaman mı bu ayetler yürürlüğe girecek ?! Bunlar bid’atçı ve sapkınların anlayışı ve merdud olan imanıdır. Aklıyla yoldan çıkmışlara bu kadarı yeter de artar bile. Size Kur’andan başka delil getirmedik, ta ki hadis olmadan din olmayacağını anlamış olasınız. Hak ehli bir delili ancak başka deliller ile tefsir eder, bu işte akıl yalnızca terazidir ve kefelere akıl konulmaz, deliller konulur. Zîrâ delilin karşısındaki kefeye konulacak hiçbir akıl ilahi kelamın mana ve keyfiyetini inkar için ölçü olamaz. Allah Azze ve Celle bizlere, Kendisini vasfettiği gibi birleyen , kulu ve rasulü Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘in imanını ve o imanla ölmeyi, nasib etsin. Rasulün ismet ve şerefini tercih etmeyi öğrenen ve öğreten mü’minlerden eylesin. Gazaba uğrayan ve sapıtanlardan, aklıyla böbürlenen zındıklardan, etmesin. Amin.

(Rabbimiz!) Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi sırat-ı müstekıyme ilet. Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yoluna; gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna değil![36] (Amin)

VE SELAMÜN ALEL MÜRSELİN VEL HAMDÜ LİLLAHİ RABBİL ALEMİN


[1] Ahmed Emin, Fecrü'l-îslam'dan özetlenerek alınmıştır. Mezhepler Tarihi M.Ebu Zehra ter.136
[2] Makrizî,el-Hıtat Mezhepler Tarihi M.Ebu Zehra ter.136
[3] Nur Suresi (Ayet 51)
[4] Nisa Suresi (Ayet 113)
[5] Bakara Suresi (Ayet 13)
[6] Mezhepler Tarihi M.Ebu Zehra ter.141
[7] Buharı (5758-ter:5779) Müslim (1681/34-35) Begavi (2543-2544)
[8] Cümleyi lafzın delalet ettiği mananın dışında, başka bir manada anlamak ve öylece iman etmek.
[9] Gerçek manayı geçersiz kılıp, iptal etmek.
[10] Bakara Suresi (Ayet 253)
[11] Mezhepler Tarihi M.Ebu Zehra ter.138
Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur, yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder. O yücedir, hakîmdir. ŞÛRÂ Suresi (Ayet 51)
[12] Mezhepler Tarihi M.Ebu Zehra ter.147
[13] Nisa Suresi (Ayet 80)
[14] Ahzab Suresi (Ayet 36)
[15] Nur Suresi (Ayet 52)
[16] NU Suresi (Ayet 48)
[17] NUR Suresi (Ayet 56)
[18] NUR Suresi (Ayet 63)
[19] AL-İ İMRAN Suresi (Ayet 32)
[20] AL-İ İMRAN Suresi (Ayet 132)
[21] BAKARA Suresi (Ayet 151)
[22] MAİDE Suresi (Ayet 92)
[23] MAİDE Suresi (Ayet 104)
[24] NİSA Suresi (Ayet 69)
[25] NİSA Suresi (Ayet 11).
[26] NİSA Suresi (Ayet 64)
[27] A’RAF Suresi (Ayet 157)
[28] NAHL Suresi (Ayet 125)
[29] AHZAB Suresi (Ayet 66)
[30] Nisa Suresi (Ayet 65)
[31] Nur Suresi (Ayet 48-50)
[32] Nur Suresi (Ayet 54)
[33] M.Şeltut Akaid ve Şeriat 1/70
[34] Hadis metodolojisi ve edebiyatı Prof.Dr. Mustafa el-A’zami ter. 44
[35] Âl-i İmran Suresi (Ayet7)
[36] Fatiha Suresi (Ayet 5,6,7)
[37] Enbiya Suresi (Ayet 28)
[38] Yunus Suresi (Ayet 18)
[39] Allah’ın kendisine izin verdiği kimselerin şefaat edeceğini isbat eden şu ayetlere bakınız. Bakara Suresi (Ayet 255),Yunus Suresi (Ayet 3), Meryem Suresi (Ayet 87),
TaHa Suresi (Ayet 109) Enbiya Suresi (Ayet 28) Sebe Suresi (Ayet 23), Zuhruf Suresi
(Ayet 86) Necm Suresi (Ayet 26)
 
Y Çevrimdışı

yusufoz

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Hadis çok ince bir noktadır. hepsini retdedersen imanın zarar görür, ama yalan bir hadisi'de uygularsan Allaha ortak koşmuş olursun...oda insan kafir eder.. örnek olarak.. yalan olasılığı cok yüksek ayetlere aykırı olan hadisleri uygulamak kafir eder...ki aşağıdaki hadisler ile iran hala hüküm veriyor.

"Zina yapan evlilerin taşlanarak öldürülmesini emreden ayet, Ayşe`nin döşeğinin altındaki sahifede yazılı bulunuyordu. Peygamber ölünce Ayşe onun defin işlemleriyle meşgul iken, evin açık kapısından içeri giren bir keçi o sahifeyi yedi ve böylece taşlama cezası Kuran`dan çıktı; ama hükmü devam ediyor" (İbni Mace 36/1944; Hanbel 3/61; 5/131, 132, 183; 6/269).

"Keçinin yemesi sonucu Kuran`dan çıkan taşlama ayetini Ömer Kuran`a tekrar sokmak istedi; ancak halkın dedikodusundan korktuğu için cesaret edemedi" (Buhari 53/5; 54/9; 83/3; 93/21; Muslim, Hudud 8/1431; Ebu Davut 41/1; Itkan 2/3

Allah kur'an-ı biz koruyacağız diyor..Haşa,keçidenmi koruyamadı.. İran bu hadisler ile recm ediyor..Allaha otak koşuyor.. (En iyisini Yüce Allah (c.c) Bilir.).

aşağıdaki bir kısım ayetlerde hadislerin olmaya bileceğine karsın ayetler.. ama Peygamber efendimizin uyguladğı kur'an-a uygun olan hadislerin bu ayetler ile ilgili oldugunu düşünmüyorum.. kur'an'da olmayan başlı başına olan hadislerden herzaman şüpe edilmeli.. eğer uydurma hadis ise Allaha ortak kosmus oluruz..Hadisleri uygularken kur'an ile örtüstüğüne dikkat etmek gerekli olduğunu düşünüyorum..

necm 3-4 O, arzusuna göre de konuşmaz. Sözü, ancak vahyedilen şeyden ibaret.

enbiya 45:De ki: Ben, sadece, vahiy ile sizi ikaz ediyorum. Fakat, sağır olanlar, ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar.

casiye 6:İşte bunlar, Allah’ın âyetleridir. Onları sana gerçek olarak okuyoruz. Artık Allah’tan ve O’nun âyetlerinden sonra hangi Hadis inanacaklar?

Yemin olsun ki, resullerin hikâyelerinde, aklını ve gönlünü çalıştıranlar için bir ibret vardır. Bu Kur`an, uydurulacak bir hadis değildir; aksine o, önündekini tasdikleyici, her şeyi ayrıntılı kılıcıdır. İnanan bir topluluk için de bir kılavuz ve bir rahmettir. (Yusuf Suresi 111)

Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonra onlar Rab`lerinin huzuruna toplanacak(Enam 38).

ahkaf 9: De ki: “Ben türedi bir peygamber değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.”
 
Üst Ana Sayfa Alt