Kur'an-ı Kerim Hakkındaki Anlayışımız 4

KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

İslam-tr Sakini
İslam-TR Üyesi
Kuran Mealleri Hakkında Açıklayıcı Bilgiler


Kuran Meallerinin Kuran'ı mesajını anlamak hususunda güvenilir birer kaynak olduklarını ortaya koyan bir yazı.


Sözlük anlamı okumak olan Kur’an Allah tarafından bütün insanlara iletilmek, duyurulup tebliğ edilmek üzere Cebrail kanalıyla Hz Muhammed (s.a.v.)’e vayh şeklinde indirilmiş bir Kitaptır. 23 senede indirilen Kur’an-ı Kerim, 93’ü Mekke’de ve 21’i Medine’de olmak üzere 114 sûreden ibaret olup ilk indirildiği günden bugüne kadar hiç bir değişikliğe uğramadan tevatüren bize gelmiştir.

Miladi 610 yılının Ramazan ayında indirilmeye başlanan Kur’an’ın Berae veya Tevbe suresi hariç, her suresinin başında besmele bulunmaktadır. Sure ve ayetlerin nüzul sırası bugünkü tertibin tamamen dışında olmakla birlikte, Kur’an’ın bugünkü tertibi de Hadis kaynaklarındaki güvenilir rivayetlere göre Cebrail (a.s.)’in yol göstericiliğiyle bizzat Hz. Peygamber tarafından yapılmış, hemen hemen her ayetin hangi surenin neresine yerleştirileceği gösterilmiştir.

Kur’an, şüphesiz kelimenin en geniş anlamıyla ilahi mesajı bütün insanları muhatap alan bir “Hidayet”, Allah’tan bir öğüt ve hatırlatma “Mev’ıza ve Zikr”, doğruyu yanlıştan, hakkı batıldan ayıran “Furkan”, yol gösterici ve aydınlatıcı bir “Nur, Rahmet ve bir Şifa”dır. Tirmizi’nin Süneninde yer alan bir Hadis’te buyrulduğu gibi: “ İçinde Kur’an’dan bir şey bulunmayan kimse harab olmuş bir ev gibidir.”


Hangi din, dil, ırk, renk, tarih ve medeniyete sahip olursa olsun, Kur’an-ı Kerim, bütün insanları Allah’ın tevhid dinine, yani İslam’a çağırmaktadır. Böyle olunca bütün insanlar bu çağrıyı öğrenmek ve anlamak zorundadırlar. Bunun da ilk yolu Kur’an’ı okumak, hükümlerini öğrenmek, Allah’ın ayetleri üzerinde düşünmek ve hayata geçirmektir. Bütün insanlar Kur’an’ın ilk indirildiği dili, yani Arapçayı öğrenme imkânlarına sahip olamayacaklarına göre, bilen ve öğrenenlerin Kur’an’ı kendi dillerine aktarmaları gerekmektedir. İşte başından bugüne kadar Meal yapma zarureti bundan doğmuştur. Fakat bazı görüşlere bakılırsa Kur’an’ı bir başka dile çevirmeye kalkışmak doğru ve mümkün değildir. Bunun mümkün olup olmaması ayrı bir konu -ki aşağıda buna döneceğiz- doğru olup olmadığına değinmekte yarar vardır.

Muhammed Hamidullah’ın verdiği bilgilere göre, daha İslam’ın ilk yıllarında Kur’an’ın bir bölüm tercümesine başlanmıştır. Çünkü İranlılar, Selman-ı Farisi’den “Fatiha” suresini Farsça olarak yazmasını istemişler, o da yazıp göndermiş, hatta Serahsi’nin verdiği bilgilere bakılırsa, bunu Peygambere sunmuş, Peygamber de engel olmamak suretiyle tasvip ettiğini göstermiştir. Esasında Hz. Peygamberin yabancı devlet adamlarını İslam’a davet etmek için kendilerine verilmek üzere elçilere verdiği mektuplarda ayet yazdırmış ve bu ayetler tercümanlar kanalıyla o ülke devlet başkanının diline çevrilmiştir.

Yine şunu da hatırlatmakta yarar var ki, her Peygamber kendi kavminin diliyle vahy almıştır. Söz gelimi Tevrat’ı Kitap Ehli’nin İbranice olarak okuduklarını biliyoruz. Ancak Allah, Kur’an’da yer yer Tevrat’ın hükümlerinden Arapça bir dille söz etmektedir. Buhâri, oldukça yerinde bir tespitle, Tevrat’ın tercüme edilmesine kıyasen, Kur’an da Arapça ve başka dillere tercüme edilebilir demektedir. Kur’an, gerçekten de buna daha layıktır, çünkü insanlık tarihinde artık vahy kesilmiştir ve bu, en son olan ilahi mesajdır.

Ebu Hanife ve belli başlı Hanefi fukahası, Kur’an-ı Kerim’in bir başka dile tercüme edilmesinden yana olduklarını açıkça savunmuşlardır. “Muvafakat” adlı değerli eserinde İmam Şatibi, umuma tefsirini ve ince anlamlarını anlamaya gücü bulunmayanlara daha da açıklanmasının ümmetin icmaıyla caiz olduğunu, bunun Kur’an’ın tercümesinin cevazına delil gösterilebileceğini söylemektedir. İbrahim suresinin 4. ayetini tefsir ederken Zemahşeri, “Keşşaf” adlı ünlü eserinde, Hz. Peygamberin bütün insanlara gönderilmiş bir peygamber olduğundan, insanlara tercüme yoluyla da tebliğ yapılabileceğini yazar. “Ruhu’l Meani”nin sahibi Alusi, “Ruhu’l-Beyan”ın sahibi Bursalı İsmail Hakkı ve Şeyhü’l-İslam Ebu’s-Suud Efendi de aynı görüşü paylaşmaktadır. “El-Mustasfa” adlı değerli kitabında İmam Gazali’nin tercümenin caiz olduğunu söylediğini belirttikten sonra, bu konuda İbni Teymiye’nin de şöyle dediğini aktarmakla yetinelim: “Tercümeye ihtiyacı olan için Kur’an ve Hadis tercüme olunur.”

Görülüyor ki bu konuda fazla kuşkucu davranmak gereksizdir. Çünkü bütün dünya uluslarının Arapçayı öğrenmelerine pratikte imkân olmadığı gibi buna gerek de yoktur. Ancak Kur’an’ın ve Hadis kaynaklarının en sağlıklı bir yoldan öğrenilip okunması için, herkes eğer imkân bulabiliyorsa Arapçayı öğrenmeye çaba harcamalıdır. Esasında yapılan hiç bir tercüme veya Meal, Kur’an’ın asıl yerini tutamaz, tutmasına da imkân yoktur. Gerçek bu olmakla birlikte, mealen dahi olsa Kur’an, mümkün mertebe bütün dünya dillerine aktarılmalıdır.

Hatta Muhammed b. Hasan el Hacevi, belki de haklı olarak daha ileri gider ve bu konuda şöyle der:“Tercümeyi tefsir gibi kabul edip onu Kur’an’ın aynı saymazsak, Araplardan başkasının anlayıp ifadeden aciz kaldığı birçok anlamlardan bazısı noksan kalsa da, bu bize bir zarar vermez. Buna göre biz, tercümeyi bazı manaların tefsiri, açıklaması sayıyoruz, aynı değil. Bunun ise caiz olduğunda kimse şüphe edemez.”

Bugün Meal hazırlama çalışmaları hemen hemen dünyanın bütün dillerinde yapılmaktadır. Kur’an, çeşitli dünya dillerinde yayınlandıkça müslümanlaşma hareketleri de artmakta, sayısız bilim adamı, aydın ve geniş kitleler arasında İslamiyet yayılmaktadır...


Yukarıda konu ile ilgili görüşlerini aktardığımız İslam bilginleri, Kur’an-ı Kerim’in Arapça’dan bir başka dile akta-rılması işine ancak “genel anlamda tercüme” denilebileceği görüşündedirler..

Mealin oldukça önemli, hatta hayatî bazı fonksi-yonları vardır:


1) İnsan Meal ile, İslâm’ın genel dünya görüşünü, tevhidin yapısını anlar, zihnini ve inanç hayatını Kur’an’a göre sağlıklı bir düzene koyar,

2) İctihadı gerektirmeyecek kadar açık olan hükümleri, emirleri, yasakları, geçmiş toplumların başından geçenleri, evren, insan ve olaylar hakkında gerçek bilgileri öğrenir,

3) Tebliğini ve irşadı Kur’an’ın genel çerçevesi içinde yapar, kendini ilahi iradeye teslim eder, sayısız hatadan korunur,

4) Arapçayı öğrenmeye ve İslamî ilimlere ihtiyaç duyar.

İyi bir Meali okuma, insana uzman bilgi seviyesinde hüküm çıkarmaya ve ictihad yapmaya yetmez, ama İslamı din olarak seçmeye, kendini İslam dışı etki ve belirtilerden temizlemeye, tevhidi anlamaya ve bir beşer olarak Allah’ın karşısında sorumluluk yüklenmeye rahatlıkla yeter. Hatta böyle bir kişiden İslami bir düşünce geliştirme, bilimsel ve kültürel faaliyetlere katılma da beklenebilir. Çünkü Allah, Kitabını açık(mübîn) ve insanlara birhidayet rehberi olarak göndermiştir...


Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı; Haz.: Ali Bulaç

Araştırmacı Yazar; Sn. Ali Bulaç Kardeşimize Hazırladığı Mekaleden dolayı Teşekkür ederiz..
 
Üst