Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Kuran Mealini Nüzul Sırasına Göre Okursak Daha mı İyi Anlaşılır?

talebe9303 Çevrimdışı

talebe9303

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
SORU: Kuran mealini nüzul sırasına göre okursak daha mı iyi anlaşılır?


burada konu ile alakalı başlık bulamadım varsa kusura bakmayın.

bir sitede şöyle bir yazıya rastladım. özellikle şu kısmı çok dikkatimi çekti. siz düşünüyorsunuz bu konuda?

''Bakara süresi, iniş sırasına göre 87 veya 93.süredir.

Bundan önce 90 küsür süreyi okumamışsanız Bakara süresini anlayamazsınız.

Onun içindir ki Kuranı nüzul sırasına göre okumanın çok daha faydalı olacağı kanaatindeyim.''




yazının tamamı ise şöyle:



Kur'an Sureleri Niçin İniş Sırasına Göre Değil?

Elimizdeki Kuran sürelerinin resmi sıralaması iniş sırasına göre değildir.

Bu sıralama Hz. Osman döneminde Zeyd b. Sabit önderliğinde bir heyet tarafından şekillendirilmiştir.

Hemen söylemek isterim ki bu konu, istismara müsait bir konudur.

İstismar edilmiştir de.

ALLAH'ın son mukaddes kitabı, bütün insanlığa İlâhi fermanı olan Kur'an, 23 senede âyet âyet, sûre sûre nazil olmuştur.

Peygamber Efendimiz kendisine nazil olan âyet ve sûreleri yanında bulunan sahabelerine okur, sahabeler de onu ezber ederler, bir kısmı da yazardı.

Bundan ayrı olarak, Peygamber Efendimizin vahiy kâtipleri vardı. Bunlar nazil olan âyetleri ve sûreleri özel olarak yazmakla vazifeli idiler.

Gelen âyetin hangi surede yer alacağı, Kur'an'ın neresine gireceği de bizzat Peygamberimize Cebrail (A.S.) vasıtasıyla bildiriliyor, o da vahiy kâtiplerine tarif ederek, gerekeni yaptırıyordu. Böylece Hz. Peygamberin sağlığında Kur'an'ın tamamı yazılmış, nereye neyin gireceği belli olmuştur. Aynca Cebrail

(A.S.) her Ramazanda gelir, o güne kadar nazil olmuş âyet ve sûreleri Peygamberimize yeni baştan okurdu.

Efendimizin vefat ettiği yıl Hz. Cibril Kur'an'ı Peygamberimizle 6 ayda bir olmak üzere iki sefer okumuşlardı.

Nazil olan ayetler ve sureler belirli bir sıra ile gelmiyordu. Bir sure tamamlanmadan başka bir sure inebiliyor ve ayetler de belli bir sıra takip etmiyordu. Hz. Muhammed (asm) Cebrail'in (as) Allah'tan (cc) getirdiği emirleri deri parçası, hurma yaprağı, düz taş parçası, kürek kemiği gibi küçük parçalara yazdırıyordu. Ve Cebrail (as) her ayet geldikçe Hz. Muhammed'e (asm) konacağı sureyi ve sure içindeki yeri de öğretiyordu.

Surelerin Kur'ân içinde takip ettiği sıra Hz. Osman'ın (ra) halifeliği zamanında ashapla istişare edilerek belirlenmiştir. Hz. Ebu Bekir'in (ra) halifeliği zamanında Hz. Ömer (ra) savaşlarda kurra hafızlarının şehit edildiğini ve bundan dolayı Kur'ân için endişeye kapıldığını söyledi.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz'in (asm) vahiy kâtibi olan ve Kurân'ı ezbere bilen Zeyd bin Sabit'i (ra) ve muhacir ve ensardan oluşan on iki kişilik istişare heyetini Kur'ân nüshalarını bir araya getirmekle görevlendirdiler.

Hz. Ebu Bekir (ra), Hz. Zeyd'e (ra) Kurân'ı bir araya getirirken hafızasına güvenmemesini, her ayet için yazılı iki şahit istemesini şart koştu. Ve yanında yazılı Kur'ân nüshası bulunduranların, bunları Hz. Zeyd'e (ra) teslim etmesini istedi. Getirilen yazılı nüshalarını Hz. Muhammed (asm) tarafından kontrol edilip edilmediği hususunda yemin ettiriliyordu.

Sonuç olarak Kur'ân surelerinin şu andaki düzenine Hz. Osman'ın (ra) halifeliği sırasında ashapla istişare edilerek karar verilmiştir.

Kur'anı Kerim' in surelerinin sıralama ve çoğaltılmasının Hz. Osman zamanında yapıldığı açıklanır. Orada Hz. Ali'nin elinde bulunan bir Kur'an'dan bahsedilir, hatta bir de İbni Mesud'un nüshasından söz edilir. Doğrudur. Aynı kaynaklar, Hz. Ali ve İbni Mesud'un Kur'an'larının da, diğer Müslümanlar'ın elinde ve ezberinde olan Kur'an'ların aynısı olduğunu, tek farkın sure sıralamasından ibaret olduğunu beyan eder.

Hz. Ali, Kur'an ayet ve surelerini iniş sırasına göre sıralamıştır. Hatta yalnız Hz. Ali değil Sahabiden İbn Abbas, Cafer es-Sadık gibilerin elllerinde iniş sırasına göre bir araya getirilmiş Kuran vardı. Dolayısıyla, bu sıralamada o zamanki sosyal gelişme ve değişmelerle Kur'an arasındaki ilişkiyi izlemek mümkündür.

Maalesef Hz. Osman zamanındaki sıralamada sureler iniş sıralarına göre değil, uzunluk sıralarına göre tertip edilmiştir. Ancak bugün her surenin iniş sırası da bilinmektedir. Nitekim iniş sırasına göre, yani Hz. Ali'nin terkibi üzere yapılmış Türkçe Kur'an meali de vardır. Kur'an ilimleri ile ilgili kitaplarda, hatta bazı meallerin baş tarafında, surelerin iniş sıraları ve bugünkü tertip sıraları rakamla gösterilmiştir. Yani Hz. Ali'nin Kur'an nüshası da bugünkü Kur'an nüshasının içinde, ta kendisidir. Çünkü surelerin iniş sırasına veya uzunluk sırasına göre tertip edilmesi, esasta, yani Kur'an metninde hiçbir değişmeye sebep olmamaktadır.

Keşke piyasada en az resmi sıralama kadar nüzül (iniş) sıralamasına göre basılmış Kuran olsa!

90 civarında süre Mekke'de indi (Mekki), 24 kadar süre de Medine'de indi (Medeni).

Bakara süresi, iniş sırasına göre 87 veya 93.süredir.

Bundan önce 90 küsür süreyi okumamışsanız Bakara süresini anlayamazsınız.

Onun içindir ki Kuranı nüzul sırasına göre okumanın çok daha faydalı olacağı kanaatindeyim.

Fatiha, başından sonuna kadar bir defada ilk indirilen süredir.

Fatihadan önce başka ayetler indi ama peyderpey indirildi ve sonra Cebrailin işaretiyle hangi ayet hangi sürede olduğu tesbit edilmiştir.

Toplu halde bütün olarak indirilen ilk süre Fatiha süresi olması ve mesajlarının da dikkate alınması hasebiyle Kuranın resmi sıralamasında ilk süresi olmuştur.

Fatiha, açılış, açan, bir anlamda da anahtar demektir.

Her ayetinin Kuran da yüzlerce ayette karşılığı vardır.

Onun için 5.sırada indirildiği halde ilk sıraya konmuştur.

Sonra öneri yaparak denmiş ki ayet sayısına göre sıraya koyalım, uzun süreden kısa süreye doğru sıralansın.

Kuranı okuyan kişi her şeyden önce niçin okuduğunun farkında olması lazım.

Hikâye okur gibi Kuran okunmaz.

Kaldı ki hikâyenin de bir seyri vardır.

Sondan başlayarak hikâye okunmaz.

Kuran okuyan, Allahın mesajlarının ne olduğunu öğrenmek için okumalıdır.

Kuranı iyi anlamak isteyenler nüzul sırasına göre okuyup anlamalıdırlar.

Önce Alak, sonra Müzzemmil, sonra Müddessir ve ..... devamı şeklinde iniş sırasına göre okumalıdır.

Böyle olunca Kuranın hangi konuya hangi sırada değinip nasıl önem verdiğini anlayacaktır.

Hangi kavramların zaman içinde hangi anlam zenginliğine kavuştuğunu görecektir.

Önce imanla ilgili ayetler, sonra savaş ayetleri mesela.

İnançla ilgili ayetleri okuyup anlamadan direk savaş ayetlerini okumak doğru olmayacaktır.

Yani önce Mekki sonra Medeni süreler okunmalıdır.

Böyle olursa bileceksiniz ki

a-Mekki sürelerde genel iman ilkeleri var

b-Mekki sürelerde genel ahlak ilkeleri var

c-Mekki sürelerde genel kainat kitabına dair göndermeler var.

d-İnsana yönelik göndermeler var.

İnsan, kâinatta bir kitaptır.

Kâinat kitabına göndermeler yapılır buradan yaratana işaret edilir.

Yani yaratılmıştan yaratanı bulmak.

Eserden Müessire ulaşmak.

Ayrıca kıssalar var Mekki sürelerde.

İnsanlık tarihinin özetini verir Mekki süreler.

Pek çok peygamberin hayatlarında önemli kesitlerinin yer aldığı sürelerdir Mekki süreler.

Eski insanlar şöyle şöyle yaşadı, iyilerin mükafaatı şöyle, kötülerin cezası da şöyle oldu gibi.

Siz bu örneklere bakıp kendi yerinizi tayin eder peygambere uymada safınızı seçersiniz.

Mekki süreler hayatın temelleridir.

Önce neye inanılması, niye inanılmasını öğretir Mekki süreler.

İnanmanın sonucunu, inanmamanın sonucunu öğretir.

Kâinat kitabına, insanlık tarihine ibret alıcı bir mantıkla sizi yönlendirir.

Medeni Sürelere Gelince,

Artık toplumsal hayattan bahsedilir.

Ferdi bazında ibadetten, en az iki kişiden oluşan muamelattan, karşılıklı ilişkiden, toplumlar arası ilişkilerden, aile hukukundan miras hukukuna kadar.

Devletlerarası savaş ve barışa kadar bütün ilişkiler Medeni sürelerin konusudur.

Böyle olunca Kuranı anlamış olursunuz.

Tavsiyem odur ki birden fazla meali nüzül (iniş) sırasına göre not tutarak okumanızdır.

Bundan sonra da tefsirleri okumanızı tavsiye ediyorum.

12 gün kadar önce (25 Mayıs 2014) istanbulda Hilal Tv canlı yayınında Prof. Dr. Mehmed Okuyan Hoca ile beraber olduk. Program sonu öğle yemeğinde bir araya gelip 2 saati aşkın ilmi müzakere fırsatı esnasında kendilerinin ifadesiyle İniş sırasına göre tefsir hazırlama çabası devam etmektedir. Değerli dostum Prof. Dr. Mehmet Okuyan, 6 ciltlik kısmı tamamlandığında piyasaya süreceğini beyan etmiştir.

Prof. Dr. Mehmed Okuyan Hocanın bir an önce bu tefsiri bitirmesini iştiyakla bekliyorum.

Hasan Karagüzel / 06 Haziran 2014
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Teşri' tarihini incelemek bakımından âyetlerin iniş sırasını bilmek önem arzeder. Zîrâ, içki, zina ve cihad gibi bazı konularda nazil olan ayetler tarihî sıra içinde tedricî bir değişme göstermişlerdir. Binâenaleyh, nâsihi mensuhdan ayırt edebilmek için böyle bir çalışma yapmak luzumludur. Ayetleri nuzûl sırasına koymak çok zor olduğundan dolayı hiç olmazsa Mekkî-Medenî olanlar tesbit edilmelidir. (Seyyid Mursî, Dirâsât, sf: 43-44; Ahmed Cemal el-Ömerî, Dirâsât fı't- Tefsiri'l-Mevdûîli'l- Kasasi'l- Kur'anî, sf: 74) Çünkü, Mekkî sûre ve âyetlerin özellikleri ile Medenî sûre ve âyetlerin özellikleri farklıdır. (Mekkî ve Medenî sûrelerin özellikleri ve aralarmdaki farklar için Ulûmu'l- Kur'an ve Tefsir Usûlü kitablarımn ilgili bölümlerine bakılabilir)


Fakat Peygamber (s.a.v.), Kur'an'ı bu sıraya göre yazdırmadığı ve bu sıralamayı ummetine bir görev olarak vermediği için, kesinlik ifade edecek tarzda sıralama âdeti yerleşmemiştir. Bundan dolayı İslam âlimleri de, umumiyetle Kur'an vahyini bir bütün olarak telakkî etmişler ve ayetleri nuzûl seyrine göre sıralama işine çok büyük bir önem vermemişlerdir. Daha genel ve kolay bir tasnif ile ayetlerin iniş zamanını (hicretten önce ve sonrasını belirlemek üzere) Mekkî ve Medenî şeklinde ayırt etmişlerdir. (Suat Yıldırım, Âyetlerin Kronolojik Sıralaması, Yeni Ümit, İzmir 1996, sayı 32 -Nisan-Haziran-, sf: 5)

Konulu Tefsir araştırmalarında âyetlerin nuzûl seyrine göre sıralanması gerektiği, daha çok ahkâmla ilgili âyetlerde söz konusudur. Bunun dışındaki konularda ise -bazı araştırmacılara göre- bu sadece nazarî bir şart olarak kalmış ve genellikle tatbîk edilmemiştir." (ed-Değâmîn, Menheciyyetu'l-Bahs fî't-Tefsiri'l- Mevdûî li'l- Kur'ani'l- Kerim, sf: 36)



Kur’ân’ın nuzûl sırasına yönelik çalışmalar oryantalistlerin etkisiyle yol almıştır. Kanaatimizce oryantalistlerin bu tür çalışmalara ilgi göstermelerinin bir sebebi de Kur’ân’ı dağınık, düzensiz bir kitab olarak algılamaları ve bu minvalde ona bir düzen kazandırma arzularıdır. Nitekim sûrelerin, kronolojisine veya içeriğine göre değil de uzunluklarına göre dizilmesinin tuhaf olduğunu söyleyen Rus oryantalist L. İ. Klimoviç’e göre, “Kur’ân’ı okumaya başlayan her okuyucuyu ilk olarak şaşırtan kronolojik sırasındaki aksamalar ve özellikle mana sırasıdır.” (Gözeler, Kur’ân Ayetlerinin Tarihlendirilmesi Sorunu, sf: 230)

Kur’ân’ın nuzûl sırasına göre tertib edilmesi bütün İslam ülkelerinde yankı bulmuş ve sebebleri de izah edilmeye çalışılmıştır. Mesela bu konu Mısır’da Yusuf Raşid tarafından “Rattıbu’l-Kur’ân’el-Kerîm Kemâ Enzelehullah” (Kur’ân’ı Kerîm’i Allah’ın inzal ettiği üzere tertib edin) adlı araştırmasıyla gündeme gelmiştir. Raşid bu araştırmasında Kur’ân’ın nuzûl sırasına göre tertib edilmesinin gerekçesi olarak mevcud Mushaf tertibindeki kendince zaaf olarak gördüğü noktaları serdetmiştir. Raşid’e göre mevcud Mushaf tertibi fikirleri bulandırmakta, Kur’ân’ın nuzûlunden beklenen faydaları zayi etmekte, teşride tedric metoduna ters düşmekte ve düşüncenin tabii akışını ifsad etmektedir. Çünkü okuyucu Mekkî sûreden Medenî sûreye geçtiğinde şiddetli bir sarsıntıya uğramaktadır. (Muhammed Arkoun, Kur’ân Okumaları, çev.: Ahmet Zeki Ünal, İnsan Yayınları, İstanbul 1995, sf: 81 vd) Dikkat edilirse burada da Kur’ân’ın alışılmadık tertibine ve onun dağınık bir kitab olduğuna dair bir vurgu vardır. Genellikle bu yöntemin tedricîlik açısından getirdiği faydalara temas edildiği görülmektedir. Nitekim Derveze bu yöntem hakkında şunları kaydetmektedir:
“Biz Kur’ân’ı anlama ve ona hizmet etmede bu yöntemin en üstün yöntem olduğuna inanıyoruz. Çünkü bu yöntem sayesinde Nebevî seyrin aşamalarını izlemek mümkün olduğu gibi, tenzîlin merhalelerini de en açık ve detaylı şekliyle izlemek mümkündür. Bu yöntemle okuyucu Kur’ân’ın indiği atmosfere girecek, Kur’ân’ın indiği ortamı ve o ortamla olan münasebetini ve boyutlarını görecek böylece tenzîlin hikmeti kendisine tecelli edecektir.” (İzzet Derveze, et-Tefsîru’l-Hadîs, c. 1, sf: 9)


Kur’ân’ın Nuzûl Sırasına Göre Tefsir Edilmesinin Faydaları

Kur’ân’ı anlamada kullanılan bir metodun faydasını o metodu uygulayan müfessirin eserinden analiz etmek mümkündür. Mesela bazı araştırmacılara göre, Derveze’nin, tefsirini nuzûl tertibine uyarak yazması eserine bazı olumlu katkılar sağlamış ve bu tutum onun diğer müfessirlerin bazı rivayetlerin etkisinde kalarak yaptıkları hataları yapmamasını, bazı zayıf veya uydurma rivayetleri sahih kabul ederek zor durumlara düşmemesini sağlamıştır. (Mesut Okumuş, Kur’ân’ın Kronolojik Okunuşu, sf: 16) Aslında nuzûl sırasına göre yapılan tefsir çalışmalarında gözetilen gaye, Mekkî-Medenî ayrımı ve bunun faydaları hakkındaki mulahazaların genişletilmiş halidir. Çünkü Mekkî-Medenî ayrımında özellikle nasıh-mensuhun bilineceği ve teşrî’ tarihinin daha iyi anlaşılacağına dair bir faydadan bahsedilmektedir. (Zerkânî, Menâhilu’l-İrfân, c. 1, sf: 161; Ebû Şehbe, el-Medhal, sf: 220) Bu minvalde bir kısım fakihler Kur’ân’ı anlamada Medenî sûrelerin Mekkî sûreler üzerine tenzil edilmesinin ve aynı şekilde Mekkî sûrelerin birbiriyle, Medenî sûrelerin de birbiriyle nuzûl sırasına göre tertiblenmesinin doğru olacağını (Şâtıbî, el-Muvâfakât, c. 4, sf: 256) söylemişlerdir. Günümüzde ise bu çerçeve daha da genişletilerek toplumsal ıslahata katkı sunacak boyutların keşfedilmesi cihetine gidilmiştir. Kanaatimizce nuzûl sırasına göre tefsir yapmak çok farklı bakış açılarını besleyebilecek bir niteliğe sahibdir. Mesela nuzûl sırasına itibar eden bir eğitimci eğitim ilke ve yöntemlerini, bir ekonomist yoksulluk ve gelir paylaşımının sınıflar arası dağılımını, bir politikacı farklı grupların yönetiminin nasıl sağlandığını vb. konularında kendince zengin malzeme çıkararak yorumlayabilir. Gerçi bu durum mevcud Mushaf tertibi için de söz konusudur. Ancak nuzûl sıralamasında bu farklılıklar daha belirginlik kazanmaktadır. Nitekim nuzûl sırasına göre yapılan tefsirlerde tek tip bir anlayışın ortaya çıkmamış olması da bu zenginliğin bir göstergesidir. Örneğin Derveze yazdığı tefsirde görüşlerini daha çok Mısır’da hâkim olan Islah Ekolünden beslenerek ortaya koyarken; el Beyanu’l-meânî adlı eseriyle Kur’ân’ı baştan sona nuzûl sırasına göre tefsir eden ve Nakşibendî tarikatına mensub olan Abdulkadir Molla Huveyş Ali Gazi el Furati ed-Deyrezurî (ö.1978) ise daha çok tasavvufî bir yöneliş sergilemiştir. (Mesut Okumuş, Kur’ân’ın Kronolojik Okunuşu, sf: 25 vd) Nuzûl sırasına göre yapılan tefsirlerde Kur’ân’ın bütünlüğüne özen gösterildiği anlaşılmaktadır. Çünkü bu yöntemle kaleme alınan bir kısım tefsirlerde her ayete, numaralarına göre mustakil birer ayet olarak değil, belli bir manayı, belli bir maksadı ya da hükmü ifade eden ayetten/ayetlerden oluşturulmuş tematik paragraflar hâlinde ve Rasulullah’a (s.a.v.) bir vahiy hâlinde/celsede indirilen pasaj bütünlüğü göz önünde bulundurularak mana verilmiştir. Özellikle bu iki yöntem sebebiyle pek çok müfessirin düştüğü anlama hatasına düşmekten korunulmuş ve birçok meâl ve tefsirdeki hatalar da düzeltilmiştir.

Câbirî bu yöntemin müfessiri temel metodolojik hatadan kurtarabileceğini ve Kur’ân’ın bütünlük içerisinde tefsir edilmesine katkı saylayacağını söyler. Ona göre Kur’ân ayetlerinin bağlamı şu iki hususun birlikte dikkate alınması ile tesbit edilir. Birincisi; ele alınan ayetin öncesinde ve sonrasında yer alan ayetlerden oluşan pasaj; ikincisi ise, ayetin nuzûl şartları -yani içerisinde yer aldığı sûrenin nuzûl sıralamasındaki yeri- diğer ayetlerle ilişkisi ve muhatab kitlesinin açıklığa kavuşturulması. Bunlara ilaveten bir de “Kur’ân’ın kimi ayetleri kimi ayetlerini açıklar” prensibi ile hareket etme gerekliliği söz konusudur. İşte bütün bunlar dikkatle uygulanmalıdır ki yapılan yorum “Arab ufku”nun, yani Kur’ân’ın indiği dönemdeki Arab toplumunun kültür ve yaşam atmosferinin dışına çıkmasın. (el-Câbirî, Kur’ân’a Giriş, sf: 102) Nuzûl sırasına göre tefsir çalışmalarının Kur’ân’ın bütünlüğüne dikkat etme hususunda konulu tefsiri de etkilediği söylenebilir. Çünkü konulu tefsir yönteminde konuyla ilgili ayetlerin mümkün mertebe nuzûl sırasına göre değerlendirilmesi (Mevlüt Güngör, Kur’ân Araştırmaları 1, Kur’ân Kitaplığı, İstanbul 1995, sf: 12) vurgulanmaktadır. Bu açıdan iki yöntem arasında bir bağ kurmak mümkündür. Esasen nuzûl sırasının siretle iç içe geçirilmesi hadislerin de Kur’ân tefsirinde daha içkin olmasını intaç eder. Siret bilgisi bir yandan ayetlerin daha somut biçimde anlaşılmasına yardımcı olurken; diğer yandan Kur’ânî perspektif de tarihî verilerin eleştirel okunmasına katkıda bulunur. Böylece gerçekçi bir tarih algısı inşa edilebilir. Nuzûl ortamının tahlili Kur’ân dilinin daha iyi anlaşılmasına katkı sunar. Çünkü dil kültürün taşıyıcısıdır. Kur’ân’ın indiği kültür havzasını Kur’ân paralelinde okuduğumuzda birçok muğlâk gözüken ifade kendisini ifşa edecektir.


Kur’ân’ın Nuzûl Sırasına Göre Tefsir Edilmesine Eleştirel Bakış

Her tefsir hareketi, kalkış noktasını çok defa tefsire gereğinden fazla yansıtmıştır. Bu manada nuzûl sırasına göre tefsir hareketinin de tarihsel arka planı gereğinden fazla önemsediği ve bu yüzden yapılan tefsirin bazen Kur’ân bağlamının dışına taşmasına yol açtığı görülmektedir. (Fethi Ahmet Polat, “Tefsirin Güncel Sorunları ve Örnek Türkçe Meâller”, sf: 266) Hatta bu tür tefsirlerde ayetlerin meâli verilirken bile o ayetle ilgili rivayetlerin meâle serbest biçimde yansıtıldığı görülmektedir. Mesela Beyânu’l-Hak adlı Meâl-Tefsir’de ayetlere meâl verilirken, rivayetlerin etkisinde kalındığı ve dolayısıyla bu rivayetlerin ayet meâllerine yansıtıldığı söylenmektedir. (Naif Yaşar, “Beyânu’l-Hak Adlı Meâl-Tefsir Üzerine Bir Eleştiri”, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Rize 2012, sayı: 2, sf: 209, 229) Kanaatimizce bu durum sebeb-i nuzûle ve ayetlerin bağlamını tesbite yönelik gösterilen titizliğin bir yansımasıdır. Kur’ân’ın nuzûl sırasına göre tefsir edilmesi semantik çalışmaların yapılmasına en elverişli usullerden birisidir. Ancak semantik tahlillerin bu çeşit tefsirlerde ne kadar yer bulduğu tartışmaya açık konumdadır. Oysaki ayetlerin indiği ortamı önceleyen bu yöntem, dil-kültür ilişkisi üzerinden daha fazla aydınlatıcı analizler sunabilir. Ülkemizde önce mevcud Mushaf tertibine göre yayınlanan bazı tefsirler daha sonra nuzûl sırasına göre de yayınlanmış ama içerikte bir değişiklik olmamıştır. (Mesela bk. R. İhsan Eliaçık, Yaşayan Kur’ân, İnşa Yayınları, İstanbul 2011)
Bu durum nuzûl sırasına göre yapılan hem meâl hem de tefsirlerin halkın dikkatini cezbettiği ve bu manada ticarî bir gaye güttüğünü de göstermektedir. Hatta Elmalılı’nın bile nuzûl sırasına göre Kur’ân meâli yayınlanmış durumdadır. O halde nuzûl sırasına göre yazılan bazı meâl ve tefsirlerin modaya uymak kabilinden olduğu ve kullandıkları tefsir yöntemini pek de ciddiye almadıkları iddia edilebilir. Ancak söz konusu zaafın farkında olan ve bu duruma ilişkin açıklama yapma mecburiyeti hisseden müfessirler de vardır. Mesela önce mevcud Mushaf sıralamasına göre yayınlanan, daha sonra ise nuzûl sırasına göre içeriği hiç değiştirilmeden yayınlanan bir meâl-tefsirde şöyle bir açıklama yapılarak muhtemel tenkidler bertaraf edilmeye çalışılmıştır: “Bu meâl-i şerif, işin en başında nuzûl sırası gözetilerek hazırlanmıştı. Açıklayıcı notlar yerleştirilirken de bu sıra gözetilmişti. Fakat bir takım gerekçelerle, baskıda önceliği Mushaf sıralı olanı aldı. Nuzûl sıralı baskıyı Kur’ân okurunun istifadesine sunmak ancak şimdi nasib oldu.” (Mustafa İslamoğlu, Nüzûl Sırasına Göre Hayat Kitabı Kur’ân, Düşün Yayıncılık, İstanbul 2012, sf: IX)

Nuzûl sırasına göre yazılan tefsirlerde ekseriyetle sûrelerin tanıtımına ve muhtevasına yönelik bazı malumat aktarılmaktadır. Bu özellik çağdaş tefsirin artık bir karakteri olmuştur denebilir. Açıkçası bu güzel bir uygulamadır. Mesela Beyânu’l-Hak adlı tefsirde her sûrenin meâl ve tefsirinden önce, o sûreyi okuyucuya tanıtmak ve dikkatlerini sûrenin tarihî bağlam ve anlamı üzerine teksif etmek maksadıyla sûrenin tarihî/kültürel arka plânını, varsa şayet, özel nuzûl sebebini de kapsayacak şekilde muhtevasıyla ilgili -bir ya da iki; birkaç sûrede ise, üç ve dört sayfa hâlinde- özet bilgi verilmiştir.63 Gerçi sûrelerin tanıtımı, isimleri, konusu ve ana hedefi ile ilgili bilgiler klasik bazı tefsir kaynaklarında da verilmiştir. Mesela, Firûzâbâdî’nin (ö.817/1415) Besâiru Zevi’t-Temyîz fî Letâifi’l-Kitâbi’l-Azîz adlı tefsirinde sûrelerin muhtevasına yönelik bilgiler serdedilmektedir. Dolayısıyla bu yeni bir şey değildir. Ancak nuzûl sırasına göre yazılan bazı tefsirlerde bu uygulama abartılı bir hal almış ve bu yüzden tenkid edilmiştir. Örneğin Hayat Kitabı Kur’ân adlı meâl-tefsirde “Hicr Sûresi’nin ana konusu insandır.” Mâide Sûresi için “sûrenin maksadı insana kontrollü ve kurallı yaşama disiplini kazandırmaktır. ”Meryem Sûresi’nde “asıl amaç, Peygamber (s.a.v.)’in şahsiyetini inşadır.” “Enfâl sûresi tek cümlede özetlenebilir (…) Sadece savaş ahlakını değil, aynı zamanda ahlak savaşını da öğretir” şeklindeki beyanlar, “murâd-ı ilahî nasıl bu şekilde ifade edilebilir? Allah Celle Celaluh’un kastını tesbit mümkün müdür? Bir insanın kaleminden çıkan bir metnin ana fikrini yazarıyla aynı cümleler ile ifade mümkün olmazken bu, Kur’ân için nasıl mümkün olabilir? Yine bir sûre, bir cümleyle özetlenebilir mi?” (Halis Demir, “Hayat Kitabı Kur’ân-Gerekçeli Meâl-Tefsir’ Üzerine”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Erzurum 2011, sayı: 36, sf:. 157) düşüncesiyle eleştirilmiştir. Anladığımız kadarıyla Kur’ân’ın nuzûl sırasına göre tefsir edilmesinde başarının yakalanması, sosyal bilimlere dayalı olarak bir kazı yapılmasını gerekli kılmaktadır. Dolayısıyla bu tarz tefsirle uğraşanların sosyal bilimler sahasında en azından sosyoloji, psikoloji, antropoloji ve tarih gibi birkaç birimde az çok uzmanlaşmaları icab eder. Ne var ki bu tarz tefsir yazan bütün müfessirlerin sosyal bilimlerle ilişkisinin ciddi düzeyde olduğunu söylemek mümkün değildir. Gerçi Derveze bir tarihçi, el-Câbirî ise bir düşünür olarak elbette ki bu tefsire katkıda bulunmuşlardır. Hatta el-Câbirî’nin Fehmu’l‐Kur’âni’l‐hakîm: et‐Tefsîru’l‐vâdıh hasebe tertîbi’n‐nuzul adlı eserinin tefsir alanına önemli katkılar sağlayacak ve tefsir yazımına yeni soluklar ve ufuklar kazandıracak nitelikte bir eser olduğu söylenmiştir. (Mesut Okumuş, “Muhammed Abid el-Câbirî, Fehmu’l-Kur’âni’l-hakîm: et-Tefsîru’l-vâdıh hasebe tertîbi’n-nüzûl, Merkezu Dirâsâti’l-Vahdeti’l-Arabiyye, Beyrut 2008-2009”, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Çorum 2009, c. 8, sayı: 16, sf: 182) Fakat yine de nuzûl sırasına göre yapılmış mevcud tefsirlerin, ilim dünyasında çeşitli tartışmalara sebeb olmalarına rağmen henüz beklenen farklılığı ortaya koydukları iddia edilemez. Ama uzun vadede, diğer birikimlerin de etkisiyle kendi çapında beklentilere cevab verebilecek bir noktaya ulaşabilir.

Sonuç :

Oryantalistlerin Kur’ân çalışmaları sahasında İslam dünyasına yaptıkları en bariz etkilerden birisi Kur’ân sûrelerinin nuzûl sürecine ilişkin yeni listeler çıkarmaları olmuştur. Hazırlanan listeler nihayetinde bu yöntemle Kur’ân’ın tefsir edilmesine iyi bir zemin hazırlamıştır. Aslında nuzûl sırasına göre cetvellerin oluşturulması İslam dünyasına ait bir olgudur. Nitekim birçok âlimin bu yöndeki çalışmaları İslamî kaynaklarda zikredilmiştir. Ancak bu usûle dayalı olarak sistematik biçimde Kur’ân’ın tefsir edilmesi musteşriklerin çalışmaları ile faal hale gelmiştir. Bununla birlikte musteşrikler Kur’ân’ı dağınık, tertibsiz bir kitab ve Muhammed’in bir ürünü olarak değerlendirdikleri için nuzûl sıralamasına ilgi gösterirken; müfessirler bu yöntemi genel itibariyle Kur’ân’ı daha iyi anlamanın bir vasıtası olarak görmüşlerdir. Kur’ân’ın nuzûl sırasına göre tertib ve tefsir edilmesinin Kur’ân’ın muhtevasının detaylı bir dökümünün çıkarılmasına katkısı olmuştur. Nuzûl sırasına göre tefsir yapılması bir bakıma Kur’ân’ı anlamanın onu yaşamayla birlikte ele alınması gereğini ihsas ettirmektedir. Bu yöntemde öne çıkan eğilim Kur’ân’ın canlı bir hitab ve mahza hidayet kaynağı oluşudur. Zaten Kur’ân’ın Peygamber (s.a.v.)’in sireti eşliğinde okunmasının esas alınması, Kur’ân’ı canlı bir hitab olarak telakki etmenin bir neticesidir. Bu yöntemin tarih bilgisine koşut olarak metni anlamaya çalışması ve dilin kültürle olan ilişkisini gözetmesi dinamik bir bakış açısı kazandırmaktadır. Ne var ki bu tarzda yazılan tefsirlerde semantik analizler tatmin edici boyutta değildir. Hâlbuki bu usûl semantik analizler için oldukça elverişli bir bünyeye sahibdir. Kur’ân tefsirinde geliştirilen her yöntem kendi döneminin paradigmasından izler taşır. Bu yönüyle nuzûl sırasına göre yazılan tefsirlerin pozitivizmden etkilendiği sezilmektedir. Çünkü yirmi üç yıl zarfında gerçekleşen köklü değişimlerin sebebini araştırarak çeşitli toplumsal yasalara ulaşmak pozitivist bir bakışı anımsatmaktadır. Kur’ân’ın nuzûl sırasına göre tefsir edilmesinin Müslümanlarda gerçekçi bir tarih bilincinin oluşmasına katkı sunacağı söylenebilir. Çünkü siyeri Kur’ân paralelinde okumak, tarihi, rivayet görüntüsünden kurtaracak, daha realist bir bakış açısı kazandıracaktır. Müslümanların Kur’ân ve Peygamber (s.a.v.)’le daha iyi duygudaşlık yapmalarına katkıda bulunacaktır. Kur’ân’ın nuzûl sırasına göre tefsir edilmesi, Mekkî-Medenî, tenasub, i’caz, nesh, esbâb-ı nuzûl ve Kur’ân’ın tertibi gibi Kur’ân ilimlerinin yeniden tartışılmasıyla iç içe olmuştur. Bu yönüyle ilim dünyasına bir hareketlilik kazandırdığı söylenebilir. Ne var ki bu hareketlilik içerisinde yenilik adına bazı savruk fikirlerin serdedildiği de bir gerçektir. Anladığımız kadarıyla Kur’ân’ı nuzûl sırasına göre tefsir etme yönteminde Kur’ân’ı bir metin olarak değil canlı bir hitab olarak görme anlayışı ağırlıktadır. Bu yöntem bir takım sosyolojik ve psikolojik prensiplerin ortaya konulmasında elverişli gözükmektedir. Yine bu yöntem Kur’ân’ın bütünlüğünü berrak biçimde gösterme potansiyeline sahibdir. Fakat bu tür tefsirlerden henüz beklenen neticenin alındığı iddia edilemez.
 
Üst Ana Sayfa Alt